Şimdi Ara

Evrim Teorisi Bilgi Kaynakları (Yazılı-Görsel)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
2.915
Cevap
9
Favori
155.785
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Türkçe Kaynaklar:

    http://www.evrimteorisi.org/
    http://www.evrim-teorisi.org/
    http://yaratiliscilaracevaplar.wordpress.com/
    http://yaratiliscilaracevaplar.blogspot.com/
    http://evrimgercegi.blogcu.com/
    http://biyoloji.inonu.edu.tr/evrimsempozyumu/sunum.php
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Evrim
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Miller-Urey_Deneyi
    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=2&soru_id=352
    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=2&soru_id=1862
    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=9&soru_id=334
    http://anhedonik.googlepages.com/time.html
    http://evrimci.freeservers.com/ü
    http://www.yaziyaz.com/nedir/evrim/
    http://evrimcaliskanlari.org/blog/

    Bilgi edinilebilecek forumlar;

    http://www.bilimfeneri.gen.tr/phpBB2/viewtopic.php?f=4&t=521
    http://forum.ateizm2.org/index.php?showforum=16
    http://www.bilimselforum.com/index.php?topic=1993.0
    http://www.bilim.org/forum/viewforum.php?f=13&sid=3e4136e75eb06fbd27087dd82e6a72b6
    http://www.genbilim.com/component/option,com_smf/Itemid,114/board,20.0
    http://forum.agnostik.org/viewforum.php?f=12&sid=b8871bfbd2902f34c5eb9dc4c16e4122


    İngilizce Kaynaklar:

    http://www.talkorigins.org/
    http://www.pbs.org/wgbh/evolution/
    http://evolution.berkeley.edu/
    http://www.talkorigins.org/faqs/faq-transitional.html (geçiş formları-çok iyi bir kaynak)
    http://www.nature.com/evoeco/index.html
    http://www.livescience.com/evolution/
    http://www.actionbioscience.org/evolution/lenski.html
    http://www.allaboutscience.org/darwins-theory-of-evolution.htm
    http://www.talkorigins.org/origins/faqs-evolution.html
    http://www.bbc.co.uk/sn/prehistoric_life/human/human_evolution/
    http://www.wellcometreeoflife.org/
    http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_transitional_fossils
    http://skepticwiki.org/index.php/Intermediate_Forms_Between_Classes
    http://blogs.discovermagazine.com/loom/2008/07/09/dawn-of-the-picasso-fish/
    http://www.google.com.tr/search?hl=tr&q=transitional+fossils&btnG=Ara&meta=
    İnsan evrimi fosil kayitlari:http://www.mnsu.edu/emuseum/biology/humanevolution/
    3 Boyutlu İnsan Evrimi:http://www.anth.ucsb.edu/projects/human/#


    2009 - Darwin yılıyla ilgili siteler:

    http://www.darwin2009.cam.ac.uk/
    http://podcast.com/show/5090/rss
    http://darwin-online.org.uk/2009.html
    http://www.darwin-jahr.de/
    http://www.scienceblogs.de/darwinjahr/
    http://www.darwinjahr2009.de/
    http://www.darwin200.org/
    http://www.charles-darwin-jahr.at/
    http://www.faz.net/darwin
    http://bioquest.org/bg/blog/2009/02/darwin-resources-1/
    http://www.darwin.cz/darwin.html
    http://www.eurobooks.sk/details.php?prod_id=41563
    http://darwiniana.org/
    http://www.darwinday.org/
    http://www.modkraft.dk/spip.php?article5459
    http://www.teadus.ee/index.php
    http://www.darwin2009.fr/
    http://darwin2009.blog.lemonde.fr/
    http://www.yle.fi/puhe/paivantasaaja.php?id=3377
    http://crometeo.net/phpbb/viewtopic.php?t=5202&sid=3eb1ffd1bdd8c1a28631a3abac0b4c18
    http://indianscifiarvind.blogspot.com/2009/02/blog-post_11.html
    http://www.charles-darwin.nl/2009-darwin-jaar-2009-darwinjaar/
    http://www.science.uva.nl/zma/home.cfm/60CD5E36-1321-B0BE-A4CB0BB8B28FEB8D
    http://www.darwinjaar2009.nl/
    http://opa.yale.edu/sp/darwin/
    http://www.sepa.duq.edu/darwin/pdf/duquesne_times_darwin.pdf
    http://www.darwin2009houston.org/
    http://darwin-chicago.uchicago.edu/
    http://darwin09.org/
    http://darwin-year-2009.org/
    http://www.biblioteket.stockholm.se/default.asp?id=92318
    http://www.genpat.uu.se/darwin/index.php?show=accomadation
    http://www.skillingaryd.nu/Natur/2009/darwin.090210.html
    http://www-1.unipv.it/webbio/evol07/videoevol.htm
    http://tusitala.blog.kataweb.it/2009/02/12/darwin-duecento-anni-di-evoluzione/
    http://www.csuchico.edu/~curban/DarwinPagesOnly.html
    http://www.darwin2009houston.org/documents/evolMalaria.pdf
    http://www.visitbritain.hu/things-to-see-and-do/interests/museums-and-galleries/features/darwin200.aspx
    http://www.darwinshrewsbury.org/

    Görsel Kaynaklar:

    Prof. Kenneth Miller’ın Akıllı Tasarımın Çöküşü Başlıklı Konferansı
    http://www.evrimteorisi.org/?p=340



    http://www.you tube.com/watch?v=Lep5-kfI0sI



    http://www.you tube.com/watch?v=VEHpu1I0TXs&feature=PlayList&p=5A3D4089496DEA00&index=0



    http://www.you tube.com/watch?v=V7ym4C0i7V0&feature=PlayList&p=5A3D4089496DEA00&index=1



    http://www.you tube.com/watch?v=VRk07oSBPJA&feature=PlayList&p=5A3D4089496DEA00&index=2



    Tree of Life video HD
    http://www.you tube.com/watch?v=H6IrUUDboZo




    Evolution - from ape man to neanderthal - BBC science


    http://www.you tube.com/watch?v=ndwzAw8fchU


    http://www.you tube.com/watch?v=xCx-nwkj8fU


    ttp://www.you tube.com/watch?v=RaogWgXtVe8


    Youtube Video'ları eklenmeye devam edecektir.

    BBC-Charles Darwin ve Yaşam Ağacı türkçe altyazı ile birlikte eklenmiştir.

    http://www.evrim-teorisi.org/index.php?option=com_hwdvideoshare&task=viewvideo&Itemid=106&video_id=40




    National geographic evrim belgeseli


    İngilizce Belgeseller ;


    BBC-Charles Darwin ve Yaşam Ağacı

    http://www.you tube.com/watch?v=zZv1Z4X0sgw&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=r4SOIO2hokE&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=O99mpmLqbhQ&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=SXVaCdIbquc&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=QVrE9scZb3A&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=wsEyaDb3PPA&feature=related

    National Geographic

    http://www.you tube.com/watch?v=xiFXVzlzfI4&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=jApuxQkelXA&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=vu4WkBgwFpo&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=JqsFS7JyCOg&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=1MaMXy1q8e4&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=GCluCqOmFT0&feature=related


    http://www.you tube.com/watch?v=_53HqAbs2Xw&
    http://www.you tube.com/watch?v=mQfIcl5vX7Q&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=rlKrc6sQLAM&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=wFxTsiNENjI&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=B2jyrIwgKkw&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=x9Aym33eGJ4&feature=related
    http://www.you tube.com/watch?v=UWGW1EqDCIY&feature=channel
    http://www.you tube.com/watch?v=gplgJkVeFW0&feature=channel
    http://www.you tube.com/watch?v=a2utRRsJguo&feature=channel
    http://www.you tube.com/watch?v=QuaT-bSCQYs&feature=channel
    http://www.you tube.com/watch?v=DS-Fl1LfSMA&feature=channel
    http://www.you tube.com/watch?v=ylDiU88hTHk&feature=channel

    Tanınmış bilim adamı Prof. Dr. Douglas J. Futuyma, "Evrim: Biyolojideki En Önemli Kuram" başlıklı bir konferans vermek üzere üzere ODTÜ'deydi.

    Dr. Futuyma, New York Eyalet Üniversitesi (Stony Brook, A.B.D.), Evrim ve Ekoloji Bölümü'nde "Distinguished Professor" ünvanıyla araştırma ve eğitim faaliyetlerini sürdürmektedir. Çağdaş evrimsel biyolojinin önemli bilim adamları arasında yer alan Dr. Futuyma, temel olarak "türleşme" ve "türler arasındaki ekolojik ilişkilerin evrimi" konularında araştırma yapmaktadır. Çok sayıda bilimsel makaleye ve biyolojik evrim konusunda çalışan her bilim insanının başucu kitabı olan Evrimsel Biyoloji'nin de dahil olduğu dört kitaba imzasını atmıştır. "Society for the Study of Evolution" ve "American Society of Naturalists"in başkanlıklarını yapmış; Sewall Wright, Guggenheim ve Fulbright ödüllerine layık görülmüştür. Ayrıca, alanının önemli bilimsel dergilerinden olan Evolution ve Annual Review of Ecology and Systematics'in editörlüklerini yapmıştır. Tüm bunların yanısıra, Dr. Futuyma, ABD başta olmak üzere pekçok değişik ülkede, değişik platformlarda bilim karşıtlarının girişimlerine karşı bilimi savunmuş ünlü bir bilim insanıdır.


    Kültür ve Bilim Konu İndeksi üst konusundan alınmıştır :


    EVRİM TARTIŞMALARI






    **************


    Şimdiden teşekkürler..

    Saygılar



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi metete -- 24 Şubat 2010; 20:06:13 >







  • Konu için teşekkürler,böylelikle benim gibi evrim hakkında şu sıralar detaylı bilgi edinen arkadaşlar böylelikle arayış için de olmayacaklar.

    Evrime karşı olan bazı paylaşımlarda bulunabilirmiyiz peki?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: YalnızEnes

    Konu için teşekkürler,böylelikle benim gibi evrim hakkında şu sıralar detaylı bilgi edinen arkadaşlar böylelikle arayış için de olmayacaklar.

    Evrime karşı olan bazı paylaşımlarda bulunabilirmiyiz peki?


    Olabilir. Karşıt görüşler olmalı ki geliştirebilelim kendimizi.
  • Bunu yeni görüyorum gerçekten emek edip yazmissin. :)

    Teşekkür ederiz.
  • @metete
    Önemli ve güzel bir çalışma. Ne yazik ki, İngilizce bilmeyenlere her konuda kaynaklar çok kısıtlı. İngilizce bilmek çok önemli araştırma yapabilmek için.
    Ben de ekleme yapmak isterdim ama Evrim'e özel olarak takip ettiğim bir site olmadığı için şu an aklıma bir şey gelmedi. Gelişmeleri genelde başkalarına anlatmak üzere takip etmiyorum. Bir konuyu başkasına anlatabilecek şekilde derli toplu hale getirmek büyük bir uğraş ister tabi, o zaman bu tür linkler değer kazanıyor.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: fairEnough

    @metete
    Önemli ve güzel bir çalışma. Ne yazik ki, İngilizce bilmeyenlere her konuda kaynaklar çok kısıtlı. İngilizce bilmek çok önemli araştırma yapabilmek için.
    Ben de ekleme yapmak isterdim ama Evrim'e özel olarak takip ettiğim bir site olmadığı için şu an aklıma bir şey gelmedi. Gelişmeleri genelde başkalarına anlatmak üzere takip etmiyorum. Bir konuyu başkasına anlatabilecek şekilde derli toplu hale getirmek büyük bir uğraş ister tabi, o zaman bu tür linkler değer kazanıyor.


    İngilizce önemli elbette. Ancak öğrenmek ve araştırmak isteyenler, verdiğim Türkçe kaynaklardan baya faydalanacak ve evrim teorisi hakkında yeterince bilgi sahibi olacaklardır. Ondan sonra karşı çıkmaları ya da desteklemeleri daha mantıklı ve yerinde olacaktır.

    Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmaz. Uğur MUMCU



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi metete -- 21 Mayıs 2009; 12:49:19 >




  • Emeğin için teşekkürler @metete tam istediğim kaynaklardı bunlar özellikle Türkçe'den ziyade sadece ingilizce kaynaklardan bilgi edinmeye çalışacağım..
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • emeğin için teşekkürler. son nokta evrim zaten, bunu masaya yatırmalıyız. olmamasını değil. kabul etmeyebiliriz(ben gibi) ama son nokta evrilme aşamaları ile olan filogenetik sınıflandırmadır. biyoloji bilimi işte:D
  • @ _DIESEL_ , demonchild ;

    Faydamız oluyorsa ne mutlu.
  • Ida'nın fosili neden kayıp halka değil?
    47 milyon yıllık fosil Ida'nın keşfiyle heyecanlanan bilim dünyası, fosilin aranan kayıp halka olamayacağı görüşünde.


    İSTANBUL - 19 Mayıs tarihinde New York Doğal Tarihi Müzesi'nde sergiye açılan, 47 milyon yıllık fosil "Ida"nın varlığı büyük bir yankı yarattı.

    1983 yılında Almanya'nın Messel bölgesinde keşfedilen, özel bir koleksiyoncunun duvarında değeri bilinmeden yıllarca bekleyen ve bir fosil tacirinin 2006 yılında bir doğal tarih uzmanına 1 milyon dolarlık bir ücret karşılığı sattığı fosil, Google'ın ana sayfasında bulunan logosunu değiştirmesine neden oldu, hatta dünyanın sekizinci harikası olarak bile adlandırıldı.

    İlk rüzgarın ardından, araştırmacılar fosilin ayrıntılarını açıklayan ilk yazıyı yayınladılar ve fosilin dev tanıtım kampanyasının ardında kalan gerçek öneminin irdelenme süreci başlamış oldu.

     Evrim Teorisi Bilgi Kaynakları (Yazılı-Görsel)


    Ida olarak adlandırılan fosil, Darwinius massillae adı verilen yeni bir tür adapiform primatın ilk temsilcisi olarak nitelendiriliyor. Adapiler, günümüzün modern Lemurları ile ortak bir atadan geliyor.

    Ida'nın iskelet kalıntıları neredeyse tam, bu durum onu şimdiye kadar bulunmuş oldukça az sayıda bulunan yüksek kaliteli fosiller arasına koyuyor. Bu fosiller arasında 55 ila 34 milyon yıllık olduğu tahmin edilen Eocene ve kuzey amerikalı kuzeni Notharctus bulunuyor.

    Ida'nın midesinde bulunan kalıntılar, fosili kendi yaşıtları arasında oldukça özel bir yere koyuyor. Diğer adapiformların aksine Ida'nın da alt çenesinde taraklı dişleri bulunmuyor. Bu dişleri günümüzde yaşayan lemurlar kürklerini temizlemek için kullanıyorlar. Ida, ayrıca güncel lemurlarda bulunan "temizlik pençesi"nden de mahrum. Bunun dışında, Ida'nın diğer anatomik yapısı günümüzdeki lemurlara benzediği gibi, diğer adapiform primatlara da benziyor.

    Ida'nın anatomisinde var olan primitif özellikler, genelde ilk dönem primatlarında bulunuyor. Keskin taraklı yapı yerine daha basit yapıdaki ön dişler, Ida'nın günümüzde yaşayan lemurlar yerine, daha ilkel basamaklarda yer aldığını gösteriyor.

    Ancak bu durum, Ida'yı yapı olarak insana benzeyen kuyruksuz maymun ailesini ifade eden andropidlerle yakın akraba yapmak zorunda değil. Böylesi bir bağlantıyı kurabilmek için, Ida'nın lemur ve daha önceki erken primatlarla, andropoidlerin birbirinden ayrılmadan önce sahip olduğu andropoidimsi özelliklere sahip olması gerekiyor. Ancak Ida, burada başarısız kalıyor.

    Bu yüzden, Ida'nın en azından andropoidler ve daha ilkel primatlar arasındaki "kayıp halka" olduğu düşüncesi bir yanılgıdan ibaret. Daha geniş araştırmalar belki Ida'nın Eocene türü diğer adapiformlar arasında bulunan başka bir kayıp halka oluduğunu gösterebilir ancak, bu onun "dünyanın sekizinci harikası" ünvanını kazanmasına olanak tanımıyor.

    Kayıp halka olmak yerine, Ida'nın neredeyse tamamen korunmuş olan yapısı geçmişteki biyolojik değişimler ve diğer canlıların evrimsel sürecini açıklamak namına büyük bir önem arz ediyor. Kayıp halka olmasa da, Ida'nın keşfi bilim adına çok büyük bir gelişme.

    http://www.ntvmsnbc.com/id/24968889/#storyContinued

    Harun Yahya yakından incelemiş galiba fosili baya Bu adam süper ya..
    İnsanı nasıl kandırcağını da çok iyi biliyor. Kendi uydurduğun birkaç şeyi söyle, ardından iman ve kitaba dayalı söylemler...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi metete -- 22 Mayıs 2009; 20:01:27 >




  • Yaratılışçı Savlar

    Yaşam anlık bir yaratmayla mı ortaya çıktı?


    Dinsel bağnazlığı yansıtan yaratılışçı akım “bilimsellik” görünümü altında bilime karşı bir harekettir. Başlıca savları incelendiğinde, hedefin belli bir olayı ya da olgular kümesini açıklamaktan çok, evrim düşüncesini yıpratmak, yıkmak olduğu görülür. Yaratılışçıların son yirmi yıldır kullandıkları taktik, evrim kuramına ilişkin eleştirileri yaratılışçı görüşü doğrulayan kanıtlar olarak göstermektir. Böyle bir manevraya başvurmaları aslında kendi savlarım bilimsel anlamda kanıtlayamadıkları demektir.

    Yaratılışçılığın özünde yer alan şu iki temel savı alalım, örneğin:

    1. Yaşam uzun bir sürecin değil, anlık bir yaratma eyleminin ürünüdür.
    2. Tüm hayvan ve bitki çeşitleri, kendi içlerinde kalan kimi kalıtsal varyasyonlar dışında, yaratılıştaki kimliklerini korumaktadır.

    Yaratılışçıların önde gelen adlarından Duane Gish, “Yaratılışın Bilimsel Kanıtları” adlı çalışmasında bu savların yeterince kanıtlandığını ileri sürmektedir. Gerçekten öyle midir? Gish’in ilk sav için verdiği kanıtları kendi kaleminden okuyalım:

    Fosiller, yaşamın birdenbire ve bildiğimiz biçimloriyle ortaya çıktığını, canlı türler arasında evrimsel geçişlere olanak vermeyen kesintiler olduğunu göstermektedir. Bu olgular canlı türlerin yaratıldığını kanıtlar.

    Termodinamiğin İkinci Yasası evrende düzenin düzensizliğe dönüşme eğiliminde olduğunu (entropinin arttığını) dile getirmektedir. Buna göre, basit moleküller ile karmaşık protein, DNA ve RNA moleküllerinin kendiliğinden ve doğal süreç içinde canlı hücreye dönüşmüş olması olanaksızdır. Öyleyse, canlı hücre yaratılmıştır. Kaldı ki, yaşamın kökenine ilişkin laboratuvar deneyleri canlının cansız maddelerden oluşturulabileceği tezine hiçbir kanıt sağlamamıştır. Kanıt gibi görünen kimi veriler ise yapay olarak empoze edilen laboratuvar koşullarına dayanmaktadır. Bu koşulların doğada gerçekleşme olasılığının son derece zayıf olması, elde edilen sonuçların önemsizliği göz önüne alındığında yaşamın “evrim” denilen sürecin ürünü olmadığı ortaya çıkar.

    “Kanıt” diye sunulan bu sözlerde gerçekleri çarpıtma dışında bir şey var mıdır? Bir kez fosillerin gösterdiği, karmaşık organizmalardan çok önce tek-hücreli canlıların var olduğudur. Sonra, hem organik hem inorganik dünyada düzensizlikten düzen oluşturan kristaller gibi pek çok kimyasal düzeneğin işlediği bilinmektedir. Son olarak, canlı nesneyi oluşturan makro moleküllerin doğal olarak bir araya gelme olasılığının hiç de zayıf olmadığı laboratuvar deneyleriyle gösterilmiştir.

    Kaldı ki, bu gerçekleri bir yana bıraksak bile, Gish’in yaptığı, yaratılışçı görüşü pozitif kanıtlar getirerek temellendirmek yerine, evrime yöneltilen birtakım yadsımalarla savunmaktır.*

    * Duane Gish’in, “Creation, Evolution and Public Education” adlı başka bir çalışması dilimize, “Yaratılış, Evrim ve Halk Eğitimi” diye çevrilmiştir. Çevirinin yetersiz ve çetrefilliğine karşın, bu çalışmada da gerçeklerin nasıl çarpıttırıldığı kolayca görülmektedir.

    Türler sabit midir?

    Tüm hayvan ve bitki çeşitlerinin ilk yaratılıştaki formlarını koruduğu savına gelince, burada da Gish’in sunduğu “kanıtları” geçerli bulmak kolay değildir:

    Fosillere baktığımızda türler arasında geçişlere olanak vermeyen kesin boşluklar görmekteyiz. Evrimci görüşün gerektirdiği ara halkaları ne tek-hücrelilerle omurgasızlar, ne de omurgasızlarla omurgalılar arasında bulmaktayız. Hatta balıklarla amfibiyanlar, amfibiyanlarla sürüngenler, sürüngenlerle kuşlar ve memeliler arasında da ara halkalar yoktur. Evrimciler bildiğimiz türler arasında birtakım ara formlarının geçmişte var olduğu üzerinde ısrar etseler de bugüne değin bulunan milyonlarca fosil arasında onları haklı çıkaran gerçek bir kanıta rastlanmamıştır. Fosiller ile yaşayan organizmalar aynı sınıflama ölçütlerine uygun düşmektedir. Bu demektir ki, şimdi yaşayan organizmalar bildiğimiz form larına, fosillerin de sergilediği gibi, evrim sürecinden geçerek değil, yaratılışta kavuşmuştur.

    Bir canlı türü, kendi aralarında üreyen (ama normal koşullar altında başka gruplarla üreme ilişkisi olmayan), ortak özelliklere sahip bir grup diye tanımlayabiliriz. Buna göre, (basitten karmaşık formların gelişmesi için gerekli olan) “türler arası evrimsel geçiş” diye bir şey olsaydı, ortak özelliklerin yeni eklemelerle sürekli artması, gen havuzunun zamanla sınır tanımayan bir genişleme içine girmesi gerekirdi. Oysa böyle bir olay yoktur.

    Bu alıntıda hem yanlış bilgi hem dayanaksız savlar yer almaktadır. Fosillerden pek çoğu şimdi yaşayan organizmalardan kesin farklar göstermekte, ancak kendi taksonomik kategorileri içinde sınıflanabilmektedir. Gish’in dediğinin tersine, fosillerden pek çoğunda, bilinen türler arasındaki evrimsel geçiş halkalarını bulmaktayız. Şimdi sorabiliriz: “Yaratılışın Bilimsel Kanıtları” başlığını taşıyan yazıda yaratılış savını doğrulayan bir kanıt var mıdır? Yoktur, olamaz da; çünkü, yaratılışçı akım ideolojik nitelikte bir harekettir; araştırmaya, bilimsel veri ve kanıtlara işine geldiğinde ve de sözde kalan bir saygı duyar.

    Bilimde çarpıtma taktiğine yer var mıdır?


    Yaratılışçılık literatürünün hemen tümüyle gerçekleri çarpıtma, “bilim” adı altında dayanaksız, tutarsız söz etme sanatına dayandığı söylenebilir. Bilimsel kaynaklardan yapılan alıntılar genellikle eksik, bağlam dışı veya çarpık biçimde sunulmakta, ya da özerün anlamı dışında yorumlanmaktadır. Taktiklerinden biri, Orwell’in 1984′deki “savaş barıştır” sloganı gibi “yaratılışçılık bilimdir” diyerek saplantılarının gerçek yüzünü saygın bir terim arkasında gizlemektir. İşte bir örnek: “Yaratılışçı, tüm yargılarında ‘neden-sonuç’ ilişkisini içeren bilimsel yasaya bağlı kalır.” Oysa yazılarında buna tek bir örnek bulamazsınız; sorumsuzluklarını “bilimsel yasa” gibi aslında anlayışlarına ters düşen saygın bir terimle örtmek taktiklerinden biri. Bir diğer taktikleri evrimi “hipotez” diye nitelemeleridir. Onlara göre evrim kuramı bilim dışı bir inanç ya da ideolojidir; ispatlanamaz, deneysel verilerle yoklanamaz. Böylece, belirli bir olgu değil, tartışmaya açık, kuşku götüren salt bir tahmin ve varsayım olduğunu vurgulayarak zihinleri bulandırmaya çalışmaktadırlar.

    Yaratılışçıların sıkça başvurdukları bir oyun da kimi seçkin evrim kuramcılarını, bağlam dışı ve çarpıtılarak verilen alıntılarla yaratılışçılığı savunur göstermeleridir. Örneğin, liderleri Henry Morris, seçtiği alıntılarla günümüzün seçkin kalıtım bilginlerinden Richard Lewontin’in, “yaşam savaşımı” ve “doğal seleksiyon” gibi evrim kuramının temel ilkelerini reddettiğini ileri sürer. Oysa alıntıların kaynağı olarak gösterilen yazısında Lewontin söz konusu ilkelere ilişkin bir şey söylememekte, yalnızca uyum sağlayıcı olan ve uyum sağlayıcı olmayan özellikler arasındaki farkın belirlenmesinde karşılaşılan güçlüklere değinmekte, doğal seleksiyonla türlerin çevreyle uyumlarında kimi zaman bir gelişme sağlanmadığı halde özelliklerinde değişiklik olduğunu belirtmektedir.

    Yaratılışçıların evrim konusunda bilim adamları arasındaki tartışmaları, evrim düşüncesi yüzünden düşülen hataları kapatma, bir tür temize çıkma çabası olarak yorumlamaları da gözden kaçmayan bir başka tutumlarıdır. Oysa çoğunluk evrim kuramı ile kalıtım üzerinde ayrıntılara ve yeni gelişmelere ilişkin bu tartışmalardan ne evrim düşüncesiyle bir hataya düşüldüğü, ne de bilim adamlarının bu yüzden saygınlıklarını kurtarma çabasına girdikleri izlenimi bile çıkarılamaz.

    Mantık oyunu mu?

    Yaratılışçı literatürde çarpıtıcı yorumlarla bilinen olguları yadsıma öylesine iç içedir ki, bunları ayırmak her zaman kolay değildir. Örneğin, sık sık tekrarlanan, “evrim düşüncesinin döngül kanıtlamaya dayandığı” savını alalım. Buna göre, evrim için kanıt olarak gösterilen jeolojik katmanların kronolojik sıralaması, fosillerin basitten karmaşıklığa gittiği tezini içeren evrim düşüncesine bağımlıdır. Gerçekten öyle midir? Evrim düşüncesi içerdiği bir düzenlemeyle mi kanıtlanmaktadır? Öyle olmadığını bu konudaki gelişmelere bakarak gösterebiliriz.

    Paleontolog David Raup’ın belirttiği gibi, “Modern jeolojik zaman skalası 1840 sıralarında, yani Darvvin’in Türlerin Kökeni’nin yayımlanmasından yaklaşık yirmi yıl önce geliştirilmişti.” Fosillere dayanan zaman skalası evrimcilerin değil, evrim düşüncesinden habersiz jeologların ortaya koyduğu bir çalışmadır. Üstelik, ayrıntılarda kalan kimi düzeltmeler dışında, sistem genelde ilk formunu bugün de korumaktadır. Öyleyse, evrim düşüncesinden tümüyle bağımsız bir gelişmeyi o düşüncenin bir sonucu gibi göstermek düpedüz gerçeği çarpıtmak değil de nedir?
    Yaratılışçıların ortaçağ mantık oyunlarına başvurmalarında bizi şaşırtan bir şey yoktur.

    Olgular yadsınabilir mi?

    Yaratılışçılara bakılırsa arzın tarihi birkaç bin yılı aşmaz. Oysa radyoaktif yöntemler arz kabuğunun oluşum sürecinin bile yüz milyonlarca yıl aldığını göstermektedir. Ama onlar önyargılarını haklı çıkarmak için gerektiğinde somut olguları bile göz ardı etmekten kaçınmazlar. Örneğin, onlara sorarsanız kayaların yaşını belirlemenin nesnel yöntemi yoktur:

    Pek çok kimse kayaların yaşının uranyum, thoryum, potasyum, ribidiyum gibi radyoaktif minerallerin incelenmesiyle belirlendiğine inanır. Oysa bu doğru değildir. Böyle olmadığının en açık kanıtı fosil taşıyan katmanların yaşlarının, radyoaktif yöntemlerin henüz bilinmediği bir dönemde saptanmış olmasıdır. Kaldı ki, radyometrik yaş belirlemede o kadar çok hata ve hatalı yorumlama olasılığı var ki, bunların çoğu, özellikle daha önceki belirlemelere uymaması halinde, kullanılmadan atılır. … Uranyumla yaş belirleme bile deneysel olarak denetlenemez; çünkü, milyonlarca yıl alan uranyum bozulmasının sonucunu kimse gözlemleme olanağına sahip değildir.*

    Kısacası, burada söylenen şu: Modern yöntemlerle yapılan yaş belirlemesi daha önceki belirlemeleri doğruladığında yanlış, doğrulamadığında geçersizdir. Ancak bu ikilem yüzeyseldir, hiçbir mantık kuralına dayanmamaktadır.

    Yaratılışçıların, arzın bugün gördüğümüz oluşum ve özelliklerini Nuh Tufanı gibi bir “olaya” bağlamaları, modern jeolojinin sağladığı veriler ışığında yalnızca gülünçtür. Tufanda yere gömüldüğü söylenen canlılara ait fosillerin yer katmanlarında; ilkel formlardan gelişmiş karmaşık organizmalara doğru sıralanışı nasıl açıklanabilir? Böyle bir düzenlemeyi global bir yıkımın sonucu olarak göstermek kimi inandırabilir?

    Yaratılışçıların işlerine geldiğinde bilimden yararlandıklarını da görmekteyiz. Bilindiği gibi Termodinamiğin Birinci Yasası evrendeki enerjinin toplam olarak sabit kaldığını, İkinci Yasası ise kapalı bir sistemde enerjinin ısı formunda düzenli durumdan düzensizliğe doğru gitme eğiliminde olduğunu söyler. Yaratılışçılar fiziğin bu yasalarını, organize nesneler olan canlıların dağınık maddelerden, karmaşık organizmaların basit canlılardan oluşamayacağı tezlerine destek saymaktadırlar:

    Daha karmaşık bir organizmanın evrimi için enerjinin bir şekilde kazanılması, düzenin artması gerekir ki, İkinci Yasa, dış etkenler olmadıkça herhangi doğal bir süreçte buna olanak tanımamaktadır.**

    Oysa düzensizlikten düzene gidişin doğada pek çok örnekleri gösterilebilir. İnsan gibi karmaşık bir organizma, görecel olarak daha ilkel düzeyde olan döllenmiş bir yumurtadan oluşmaktadır. Buzdolabımızda düzensiz şu moleküllerinin düzenli buz kristallerine dönüşmesi bir başka örnektir. Nedeni açıktır: Ne organizma, ne de başka bir nesne kapalı bir sistem değildir. Canlılar güneşten enerji alan açık sistemlerdir. Üstelik, doğal seleksiyon düzeni bozucu ya da azaltıcı mutasyonları ayıklayarak, tersine düzeni artırıcı mutasyonları koruyarak, daha karmaşık düzenlemelere yol açmaktadır.

    Bilimi kullanan bu argümanın da basit bir irdelenmeye dayanma gücü yoktur.

    * H. Morris (ed.), Scientific Creationism, San Diego, Creation-Life Publishers, 1974, s. 133-137.
    ** Aynı kaynak, s. 40.

    Mutasyon yenilik getirmez mi?

    Yaratılışçılar yeni, karmaşık formların oluşumunda mutasyon ve doğal seleksiyonun rolünü yadsımaktadırlar. Onlara göre mutasyon, ister doğal süreçte ister laboratuvar koşullarında ortaya çıksın, hemen her zaman organizmanın uyum düzenini bozan, zararlı bir olaydır; yeni gelişmelere yol açmaz.

    Hemen söyleyelim ki, mutasyonlarm tümüyle zararlı olduğu savı en azından bir abartmadır. Mutasyonların, bakterilerin metabolik yeteneklerini değiştirmede, bir böceğe tarım ilaçlarına karşı dayanma gücü sağlamada, ya da, bir bitkinin büyüme biçimini belirlemede zararlı veya yararlı olması çevre koşullarına dayanır. Evrim kuramı mutasyonlarm daima yararlı olduğunu varsaymamaktadır. Etki gücü büyük olan mutasyonlarm çoğunluk zararlı olduğu bilinmektedir. Ne var ki, bu tür mutasyonların sayısı fazla değildir. Bir bakteri, sinek ya da fungi kültürünü yeni bir çevreye koyalım; öyle bir toplulukta mutasyonlarm büyük çoğunluğu olumsuz ya da zararlı türden de olsa, kimi bireylerin birkaç kuşak içinde ileri uyum sağladıklarını görürüz. Bunun nedeni, varyasyonlar gibi mutasyonları da kullanan doğal seleksiyon düzeneğidir. Yaratılışçılar doğal seleksiyonun bu olumlu rolünü açıkça yadsımaktadırlar:

    Doğal seleksiyon herhangi bir yenilik üretmez. O edilgen bir ayıklama düzeneğidir; yalnızca, çevreye uyan formların içinden geçtiği bir elek. Elekten geçmeyen formların yolu kesilmekte, yaşamları sona ermektedir. Bu var olan formlar üzerinde işleyen bir ayıklamadır; kendiliğinden yeni bir şey üretmez. Üreme hücresinde üstüörtük bulunan özellikleri yeni kombinezonlara sokma, evrimci anlamda yeni bir şey yaratma değildir, olamaz.*

    Ama gözden kaçmaması gereken bir nokta var: Doğal seleksiyon olumlu mutasyonîarı tek tek koruduğuna göre (yaratılışçılar bunu yadsımamaktadır.) birlikte avantaj sağlayan mutasyon kombinezonlarını da korur, elbet. Bunun bir örneğini Afrika’nın kırlangıç kuyruklu kelebeğinde bulmaktayız. Bu toplulukta, genlerden biri kanadın belli bir kesiminin beyaz veya kızılkahve rengi olduğunu, aynı kromozom üzerinde yakın duran diğer genler ise kanadın kalan kesiminde siyah ve beyaz benek örüntüsünü belirlemektedir. Birtakım gen kombinezonlarına dayanan belli renkteki kelebekler, renk ve benek benzerliğinden yararlanarak, tatsızlıkları nedeniyle düşmanlarına yem olmaktan kurtulan diğer bazı kelebek türlerinin avantajına sahiptir. Öyle bir renk benzerliği taşımayan, dolayısıyla kurtulma şansları zayıf kelebeklerin sayıları azdır, kuşkusuz. Diyelim ki, değişik kelebeklerde bir kızıl renk mutasyonu, bir de belli biçimde bir benek mutasyonu var. Şimdi, çiftleşme bu iki mutasyonla yeni, uyum sağlayıcı bir kombinezon kurabilir. Böyle bir özelliğin (yaşam savaşımında avantaj sağlıyorsa), çok geçmeden topluluk içinde yaygınlık kazanacağına kesin gözüyle bakılabilir.

    Görüldüğü gibi, başlangıçta mutasyonla ortaya çıkan varyasyon, üreme sürecinde girdiği yeni kombinezonlarda avantaj sağlaması halinde, doğal seleksiyonla korunur ve çok geçmeden toplulukta yaygınlaşan bir özellik oluşturur.

    Yaratılışçılar bu açıklamayı benimsemeseler bile düpedüz reddetme yoluna gitmeyebilirler. Onların asıl kabul etmedikleri şey, yeniliğin mutasyon ve doğal seleksiyonla sağlanabileceği gerçeğidir.

    Yaratılışçıların yaptığı, bir bakıma, mutasyon kavramının artık geçerliğini yitirmiş eski bir yorumuna dayanarak mutasyonun evrim için yapıcı bir işleve sahip olmadığı, tam tersine, evrimi engelleyici bir olay olduğu iddiasında bulunmaktır. Bu iddiayı belli ölçülerde paylaşan biyologların da olması kavrama açıklık getirme ihtiyacını ortaya koymuştur. Genetik-evrim ilişkileri üzerindeki çalışmalarıyla tanınmış bilim adamı Dobzhansky’ye ait aşağıdaki alıntıyı bu yönde bir açıklama sayabiliriz:

    Mutasyon kavramına yöneltilen eleştirilerden biri de meyve sineğinde ve diğer organizmalarda gözlenen mutasyonların bozulmalara, patalojik değişikliklere ve beklenmedik oluşumlara yol açtığı; bu yüzden, evrimin yapı taşları olmaktan uzak kaldığıdır. Bu eleştiri öylesine sık ve yoğun yürütülmüştür ki, salt bu nedenle bir tür “geçerlik” kazanmış gibidir. Oysa, gözden kaçmaması gereken nokta, mutasyonun olumsuz sonuçlarının yanı sıra nötr ve olumlu değişiklikleri de kapsayan geniş bir spektrum sergilemesidir**.

    Kaldı ki, moleküler biyolojideki yeni gelişmeler mutasyonların rolüne ilişkin kuşkuları tümüyle giderici yöndedir. Genlerin kimyasal yapısının ortaya çıkmasıyla biyologların mutasyonu DNA ve RNA kimyasının terimleriyle yeniden tanımlama yoluna gittiğini görüyoruz. Bilim adamları artık genetik maddede oluşan çeşitli değişiklikleri inceleyebilmektedirler. Biyokimyasal testler çok küçük
    mutasyonların varlığını göstermektedir. Ne var ki, organizmanın davranış ve dış görünümüne yansımamaktadır bu küçük mutasyonlar.

    Mutasyonların evrim bakımından tümüyle olumsuz olduğu savı yeni bulgular karşısında artık inandırıcı olmaktan çıkmıştır.

    * Aynı kaynak, s. 52.
    ** Theodosius Dobzhansky, Genetics and the Origin of Species.

    Yenilik yalnızca yaratmayla mı olasıdır?

    Yaratılışçılar “gerçek yeniliğin” ancak Tanrısal yaratmayla olası olduğu noktası üzerinde ısrarlıdırlar. O kadar ki, bu alandaki bilimsel araştırmaların da bu tezi destekler yönde sonuç verdiğini söyleyebilmektedirler:

    Genetik kod üzerinde bize son derece önemli bilgiler kazandıran modern moleküîer biyoloji, herhangi bir organizma türündeki normal varyasyonların o türe ait DNA’nın belirlediği sınırlar içinde ancak işlerlik gösterebileceğini ortaya koymuştur, öyle ki, ileri düzeyde karmaşık ve düzenli olan hiçbir gerçek yeniliğe olanak yoktur*.

    Oysa modern moleküîer biyoloji böyle bir şey ortaya koymuş değildir. Modern araştırmaların ortaya koyduğu sonuçları kısaca belirtmekte yarar vardır:

    Mutasyonların bir geni ya da kromozumu az ya da çok etkilediği; daha önce var olan genlerin duplikasyonuyla ve tümüyle yeni gen dizileri oluşturmak için nucleotide’lerin değiş tokuşuyla yeni genetik bilgilerin var edilebileceği; mutasyonların, organizmanın biyo-kimyasını büyük ölçüde değiştirebileceği ya da hiç değiştirmeyeceği. … Öte yandan moleküîer genetik de son derece küçük genetik değişikliklerin bile enzimlere yeni biyo-kimyasal işlevler kazandırabileceğini; organizmanın her bölümünün büyüklük, biçim ve büyüme hızını değiştirebileceğini, değişik veya akraba türleri birbirinden ayıran farklar gibi değişiklikleri üretebileceğini göstermiştir. “Belli bir tür organizma için DNA’nın belirlediği varyasyon ranjı”na gelince, bu düpedüz yaratılışçıların bir yakıştırmasıdır; moleküler biyolojide destekleyici kanıtı gösterilemez.

    Yaratılışçıların evrim sürecinin ürünü saymaktan özellikle kaçındıkları, “ileri düzeyde düzen ve karmaşıklık” ise tanımı güç bir kavramdır. Örneğin, bir sürüngeni alalım. Diyelim ki, alt çene kemiklerinden biri giderek büyürken diğeri küçülüyor; Öyle ki, sonunda birbirinden tümüyle ayrı düşen iki yapı ortaya çıkıyor. Buna, karmaşıklıkta bir artış diyebilir miyiz? Gene diyelim ki, gözün konumunda başın yanından öne doğru küçük varyasyonlar oluşmaktadır. Bu türden biçim ve yönelim varyasyonları, organizmanın hemen her bölüm veya organında görülebilen değişimlerdir. Maymunlarda bu varyasyonların çok önemli uyum sağlayıcı özellikler olduğu saptanmıştır. Ancak sorulabilir: bu varyasyonların, daha ilkel organizmalarda görülen benzerlerinden daha karmaşık olduğu söylenebilir mi? Yaratılışçıların çok önemsedikleri “ileri düzeyde düzen ve karmaşıklık” göreceldir; hatta belki hayal ürünü bir şeydir. Örneğin bir atın ya da insanın “karmaşıklığı” dediğimiz şey aslında her biri bağımsız olarak evrim sürecinde oluşan birtakım özellikler koleksiyonudur.

    Genetik değişikliklerin yeni, daha karmaşık organizma çeşitleri ortaya koyamayacağı savı, organizmaların, kutsal kitaplarda belirtildiği gibi, daha yüksek ve daha düşük “cinsler” diye ayrıldığı inancına dayanmaktadır. Oysa organizmaların böyle kendi içine kapalı geçişe elvermeyen cinslere ayrıldığı doğru değildir. Zaten “cins” teriminin modern taksonomide yeri yoktur. Anlamı belirsiz olan bu terim, bir başka bakımdan da yaratılışçılarm işine gelmektedir. Örneğin kobralarla igvanalar öylesine farklıdır ki, bunları aynı cins saymak zordur. Öte yandan yılana benzer kertenkelelerin, kertenkeleye benzer yılanların varlığı göz önünde tutulduğunda, yılanlar ile kertenkeleleri iki ayrı cins saymak kolay mıdır? Yaratılışçıların, iki cins saydıkları organizma toplulukları arasında ara halkalar gösterildiğinde, iki cinsin aslında aynı cins olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılmaya kalktıklarını görüyoruz.

    * H. Morris (ed.), Scientific Creationism, s. 51.

    Doğal seleksiyon yeniliğe yol açmaz mı?

    Doğal seleksiyon olgusunu doğrudan yadsıyamayan yaratılışçıların, bu düzeneğin etki alanını sınırlama yoluna gittikleri görülmektedir. Onlara göre, doğal seleksiyon yeni özelliklere yol açan bir düzenek değil, yalnızca uyum kurmaya elverişsiz varyasyon veya mutasyonları ayıklayan bir süreçtir. Evrimcilerin sunduğu biçimiyle doğal seleksiyon totolojik nitelikte bir kavramdır.

    Doğal seleksiyona ilişkin gerekli açıklama daha önceki bölümlerde verildiği için şimdi birkaç noktaya değinmekle yetineceğiz:

    1. Evrimle ortaya çıkan özelliklerin çoğu aslında yeni değil, daha önce var olan özelliklerin biçim, büyüklük ve düzenleme yönlerinden değişik görüntüleridir.
    2. Doğal seleksiyon yaratıcı değil, düzenleyici ve bir anlamda koruyucu ya da tutucu bir düzenektir; mutasyon ve genetik kombinezonlarla ortaya çıkan varyasyon karmaşasından uyum sağlayıcı Özellikleri koruyup onlara etkinlik kazandırmaya yarar.
    3. Doğal seleksiyon sürecinde yeni özelliklerin oluştuğu gözlemle bilinen bir olaydır. Bakterilerde yeni metabolik kapasitelerin gelişmesi bunun hemen akla gelen örneklerinden biridir.
    4. Gerçi mutasyon ve varyasyonların şansa bağlı olduğu söylenebilirse de, varyasyon veya mutasyonların bir tür ya da toplulukta etkinlik kazanması bakımından göstereceği başarı ya da başarısızlık doğal seleksiyonla belirlenir.
    5. Evrimde tüm değişme veya gelişmelerin nedeni doğal seleksiyon değildir. Doğal seleksiyonun yanı sıra kimi genetik değişikliğin de yeniliğe yol açtığı bilinmektedir. Bu, doğal seleksiyon kavramının, yaratılışçıların iddiasının tersine, her şeyi açıklayan totolojik bir kavram olmadığı demektir. Kaldı ki, evrimcilerin doğal seleksiyon düzeneğinden söz ederken, ayıklanmaktan kurtulanı “en yetkin”, en yetkini de “ayıklanmaktan kurtulan” diye tanımlama gibi döngül bir düşünce içinde oldukları savı doğru değildir.

    Fosiller evrimi kanıtlamıyor mu?

    Evrim olgusunu yadsıma yolunda yaratılışçıların sık sık ileri sürdükleri bir sav fosillere ilişkindir. Yaratılışçılar, “türlerin evrimle oluştuğu doğruysa, türler arasındaki geçişlerin fosil kanıtları ortaya konmalıdır,” demektedirler. Onlara göre müzelerde sergilenen zengin fosil koleksiyonları, türler gibi türler arası geçiş formlarını da göstermelidir. Yaratılışçılar sürüngenlerle memeliler arasında, örneğin, çok değil beş veya altı geçiş formunu bile evrim için yeterli kanıt sayacaklarını söylemektedirler. Oysa paleontologların da itiraf ettiği gibi fosiller bu kanıtları sağlamaktan uzaktır.

    İlk bakışta haklı görünen bu iddia üzerinde durmak zorundayız. Geçiş formlarına ait fosil bulguları gerçekten yetersizdir. Pek çok organizma gruplarının kökeni tahmin olarak kalmış, kanıtlanarak belirlenememiştir, henüz. Ne var ki, evrim sürecinde kimi varyasyon ve mutasyonların sağladığı hızlı geçişin yanı sıra birçok organizmanın fosilleşme olanağı bulamaması göz önüne alındığında, yetersiz de olsa, eldeki kanıtların değerini küçümseyenleyiz. Yaratılışçıların tüm geçişlere ait “yeterli kanıt” istemeleri paleontologların da dile getirdiği bir güçlüğü sömürme çabasından başka bir şey değildir. Örneğin, pek çok türü kapsayan farelere ait yeterince fosile rastlanmamış olması, bunların anlık bir yaratma eyleminin ürünü olduğunu mu gösterir? Elbette değil! Fareler, bilindiği gibi, küçük yapılı, yumuşak, çabuk bozulmaya elverişli organizma türlerindendir. Fosil olarak korunma şansları son derece zayıftır.

    Yaratılışçıların bu konuda dayandıkları, evrimin yavaş ve adım adım giden bir süreç olduğu varsayımı, evrim kuramında bir ara benimsenen, ama artık geçerli sayılmayan bir düşüncedir. Her organizma topluluğunun geniş ölçüde genetik varyasyon olanağı taşıdığını biliyoruz. Bu olanak evrimin pek seyrek olan olumlu mutasyonlara bağlı kalmasını gerektirmemektedir. Çevre koşulları değiştiğinde topluluğun genetik varyasyon olanakları doğal seleksiyonla etkinlik kazanmakta, çevreye daha uyumlu yeni bir türe yol açılmaktadır. Evrimin hızlı sürecinde genetik varyasyonların bu önemi laboratuvar deneyleriyle de kanıtlanmıştır. Örneğin, G. Ledyard Stebbins ile Francisci Hyala ortak araştırmalarında, oniki yıllık bir süre içinde meyve sineklerinin vücut büyüklüğünde yüzde on kadar bir artış sağlayabilmişlerdir. Aynı hızda bir artışla insan beyni, Homo erectus’taki oylumundan Homo sapiens’teki oylumuna yaklaşık 13 bin yılda ulaşabilirdi ki, bu süre jeoloji tarihinde bir an demektir. Evrimin bu hızlı temposu göz önüne alındığında, zaman içinde birkaç milyon yıllık ara ile oluşmuş katmanlarda bulunan fosiller arasındaki boşluklar bizi şaşırtmamalıdır. Kuşkusuz, evrim düşüncesini çürütmek için kanıt olarak kullandıkları bu boşlukları doğru yorumlamayı yaratılışçılardan bekleyemeyiz!

    Faşizm’den evrim kuramı mı sorumludur?

    Evrim düşüncesini gözden düşürmek için yaratılışçıların başvurduğu yollardan biri de duygusal tepkileri harekete geçirmektir. Çağımızda çarpıcı örnekleriyle karşılaştığımız çıkarcı, bencil ve ırkçı tutum ve politikaları evrim kuramının türevleri gibi göstermek çabası bunun iyi bilinen bir örneğidir. Darwin’den sonra bir ara “Sosyal Darwinizm” adı altında etkinlik kazanan öyle bir görüşün faturasını evrim kuramına çıkarmak gene olguları çarpıtmaktır. Sosyal Darwinizm, bilimsel değil, eyleme yönelik ideolojik Nitelikte bir öğreti olup 19. yüzyıl kapitalizminin “laissez-faire et laissez passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) düşüncesini yansıtan bir görüştür. O dönemde bile saygın biyologlardan hemen hiçbirinin desteğini kazanmamıştır. Ne önyargılarımız, ne de insanın insanı horlaması, acımasızca sömürüp ezmesi 1859′dan sonra başlayan olaylardır. Faşizm gibi totaliter sistemleri “evrim düşüncesinin ürünü” diye niteleyen yaratılışçı akımın lideri Henry Morris tarihsel gelişmeleri çarpıtmaktan çekinmemektedir:

    Almanya’da üstün ırk ve üstün insan kavramlarını ortaya atan ve yığınlara benimseten kişi, Darvvin’in çağdaşı ve evrimciliğin ateşli yandaşı olan filozof Friedrich Nietzsche’dir. Nietzsche felsefesine ulusal ideoloji kimliği veren Hitler evrimcilikten kaynaklanan ırkçı öğretinin bir bakıma kaçınılmaz sonucudur*.

    Morris ve onu izleyenlere göre, yalnız ırkçılık değil, daha pek çok kötülüğün kaynağı evrim düşüncesinde aranmalıdır. Onların gözden kaçırdığı Darvvin’den başlayarak hiçbir evrimci bilim adamının ırkçı olmadığı, tam tersine o tür ideolojik saplantıları bilim adamlarının her dönemde kınadıkları gerçeğidir. Bir kez Nietzsche’nin “ateşli evrimci” olduğu savı doğru değildir; öyle olsa bile, onun “üstün insan” öğretisinden evrimci düşünceyi sorumlu tutmak, dahası Faşizmin faturasını bilime çıkarmak dürüstçe bir tutum mudur? Aslında Faşizm’de yaratılışçıları tedirgin eden bir şeyin olduğu kuşku götürür. Onlarınki bir taktiktir; evrim düşüncesini, insanlığın aşağıladığı bir ideoloji ile özdeşleştirip, karalamak taktiği!

    * H. Morris, Creation: Acts, Facts, Impacts, s. 160.

    Evrim bir din midir?

    Yaratılışçılar evrimin inanca dayanan, değer yargıları içeren bir tür din olduğu iddiasını da getirmişlerdir. Onlara bakılırsa evrim düşüncesi bilimsel değildir. Bilim, gözleme, deneysel doğrulamaya dayanır; evrim iso ne gözlemlenebilen bir olay, ne de, doğruluğu deneysel olarak ispatlanan bir hipotezdir. Öyle midir, acaba?

    Bu iddia, deyim yerinde ise, “yavuz hırsızın ev sahibini bastırması” havasını taşıyor.

    Bir kez bir olgu olarak evrimsel değişme çeşitli yollardan gözlenebilmektedir. Öyle olmasa bile, fosil ve canlı organizmaların gözlemsel özelliklerinde çıkarsanabilir bir olaydır, evrim. Sonra evrim düşüncesi bir hipotezden ileri bir kuram kimliği kazanmıştır; gözlem ve deney ürünü sayısız verilerle yoklanmış, doğrulanmış bir kuram! Yaratılışçılar bu sonuç karşısında kalınca ağız değiştirmekte, kuramın ispat edilmediğini ileri sürmektedirler. Doğrudur, evrim kuramı ispat edilmemiştir. Ama bilimde hiçbir kuramın ispatı verilmez, verilemez! İspat, mantık ve matematik çalışmalarına özgü bir “doğrulama” türüdür; bir savı bilimde olduğu gibi olgulara giderek yoklamayı değil, doğruluğu varsayılan kimi ilkelerden mantıksal çıkarsamayla doğrulamayı gerektirir. Evrim kuramı, fizik, astronomi, kimya gibi bilim dallarındaki herhangi bir kuram gibi birtakım olgusal veri ve ilişkilere açıklama sağladığı, çok sayıda güvenilir kanıtlara dayandığı için ayakta durmaktadır; yoksa belli bir inanca dayandığı için değil! Bilimde her kuram gibi evrim kuramı için de yetkinlik söz konusu değildir; daha kapsamlı, açıklama ve öndeyi gücü daha yüksek bir kuram ortaya çıkıncaya dek (ki bu evrim için pek olası görünmüyor) bilimsel geçerliğini sürdürecektir. Eleştiri ve tartışmaya açık olan kuramın, yeni bulgularla daha fazla çekişme olanağı kazanabileceği gibi, yanlışlanma olasılığı da vardır, elbet.

    Evrim düşüncesi dinsel nitelikte bir inanç olmadığı gibi, değer yargıları içeren, dine karşı bir ideoloji de değildir; amacı önyargılara uygun bir dünya kurmak değil, var olan dünyayı, olup bitenleri betimlemek ve açıklamaktır. Evrim kuramında şu ya da bu ideolojinin dayanak araması, dahası destek bulması, evrim düşüncesini geçersiz kılmaz, bilimsel olmaktan çıkarmaz.

    Yanlışlanma olasılığından yaratılışçılar ne anlıyor?

    Tüm kanıtlara karşı bilimsel bir kuramın yanlışlanma olasılığından söz ettik. Yaratılışçıların bu olasılığı değişik bir yorumla evrim kuramına karşı kullandıklarını görüyoruz. Aşağıdaki alıntı onların yorumunu yansıtmaktadır:

    Evrim kuramım bilim adamlarının büyük çoğunluğu neden benimsemiştir? Gösterilen kanıtlar o denli mi doyurucudur? Görünüşe bakılırsa, öyle. Öte yandan, bilim adamlarının büyük çoğunluğunun yanılma olasılığı yok mudur? Yanıt, “elbette VARDIR!” Tarihten bazı örneklere bakalım: Yüzyıllar boyunca bilim adamları tüm gezegenlerin arzın çevresinde dolaştığına inanıyordu. Bu, Ptolemy’nin yer-merkezli evren kuramıydı. Sonra Kopernik’in güneş-merkezlı sistemi ortaya çıktı. Bu sistemin doğru, Ptolemy sisteminin ise yanlış olduğunu kabul etmek kolay olmadı; bilim dünyasını, gezegenlerin güneş çevresinde döndüğüne inandırmak ancak Kopernik, Galileo ve onları izleyen bazı bilim adamlarının çetin uğraş ve kavgalarıyla olanak kazanmıştır*.

    İnanılacak gibi değil! Bugün evrim düşüncesine karşı çıkanlar bize Kopernik ile Galileo’nun bağnazlık karşısındaki çetin savaşımından söz ediyorlar. Yer-merkezli sistem ortaçağ teolojisinin kimliğini taşıyan bir öğreti idi; ona ters düşmek öyle kolay göze alınabilecek bir tehlike değildi. Kopernik’in oluşturduğu yeni sistemi yayımlaması otuz yıllık bir gecikmeyle, o da ölüm döşeğine düştüğünde, mümkün olur. Galileo güneş-merkezli sistemin doğruluğuna inandığım söylediğf için iki kez engizisyon önüne çıkarılır. Dünyanın güneş çevresindeki yörüngesinde döndüğüne değinen kitaplar kilisenin “yasak yayınlar listesine” alınmıştı. Avrupa’da Kopernik kuramının doğruluğuna inanan bilim adamları uzun süre kuramı öğretme cesaretini gösteremezler. Engizisyon yargıçları önünde dizleri üzerine çökmüş Galileo’nun tövbe ettirilişi nasıl unutulabilir:

    Ben, Galileo, yetmiş yaşında bir hapis ve dizleri üzerine çökmüş günahkâr kulunuz, yüksek huzurlarınızda elimi kutsal kitaba basarak, arzın döndüğünü söylemiş olmamı şiddet ve nefretle kınar, hatamın bağışlanmasını dilerim**.

    Galileo’yu tövbeye zorlayan teologlar bilimi gerçek anlamında içine sindiremeyen bağnaz bir geleneğin egemen temsilcileriydi.

    Bilim ile Teolojinin Savaşım Tarihi adlı kitabında Andrew Dickson’dan şunları öğreniyoruz: Kopernik’e karşı çıkanlar ona, “Sistemin doğru olsaydı, Venüs gezegeni güneş çevresinde dolaşırken ay gibi evreler gösterirdi,” dediklerinde Kopernik, “Haklısınız, şu anda ne söyleyebileceğimi bilmiyorum. Ama Tanrı iyilikseverdir; bir gün itirazınıza cevap verilecektir, herhalde,” der.

    1611′de Galileo’nun teleskopu Venüs’ün evreler sergilediğini gösterince Kopernik’i sıkıştıranlar beklemedikleri yanıtı alırlar.

    Yaratılışçılık iddia edildiği gibi bir bilim ise, bu bilimin başlıca savlarından birini olgusal olarak yoklamaya elverecek bir öndeyi (prediction) ortaya koysunlar, görelim!

    Ünlü antropolog Richard E. Leakey’in dediği gibi, “Bilimsel yaratılışçılık” ne bilimdir ne de din; ikisi bakımından da onur kırıcı bir girişimdir.

    * Duane Gish, Evolution: The Fossils Say No! s. 23.
    ** Söylentiye göre, Galileo tövbesinin sonunda, “Ama dönüyor, ama dönüyor” diye mırıldanmaktan da kendini alamamıştır.

    Prof. Cemal Yıldırım
    Evrim Kuramı ve Bağnazlık

    http://www.evrimteorisi.org/?p=110






  • Tree of Life video HD
    http://www.you tube.com/watch?v=H6IrUUDboZo


  • Evolution - from ape man to neanderthal - BBC science


    http://www.you tube.com/watch?v=ndwzAw8fchU



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi metete -- 25 Mayıs 2009; 0:02:07 >




  • Bir domuz dişinden NEBRASKA ADAMLARI icat eden bilim zihniyetinden daha çok son halka masalları dinleriz. Bir de çıkıp bilimde çarpıtma yoktur derler. Ha ha haaaa... Çarpıtmanın alası var hem de.

    Her fosili bilmem kaçıncı halka diye sunarlar artık.
  • Darwin'in dediği ara geçiş formu bulunmadı daha. Bakalım ne zaman bulunacak? Sabırsızlıkla bekliyoruz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: _Akıncı

    Darwin'in dediği ara geçiş formu bulunmadı daha. Bakalım ne zaman bulunacak? Sabırsızlıkla bekliyoruz.


    Hemen youtube u açıyoruz.

    1. Evrim teorisinin kanıtı diye aratıp aynı adlı vidyoyu izliyoruz.

    2. Siyaset meydanı evrim tartışmasını aratıyoruz, 1.ve 2. bölümleri izleyip Celal hocadan ara geçiş formlarını öğreniyoruz.
  • Evrim teorisi.org'da gözün evrimi anlatılmıştı. Bu konuya bir açıklık getirirseniz sevinirim. Yani evrim gözün oluşumunu nasıl açıklıyor?

    Bir de Nebraska adamı gibi olaylara neden başvuruluyor?

    Bana göre Nebraska adamı masalları buz dağının sadece görünen yüzü.
  • Videoda yine bir tesadüften bahsediyor. Işığa duyarlı bir hücre varmış.

    Bir varmış bir yokmuş...
  • Ayrıca resim ve heykel işlerinde de bayağı başarılılar anlaşılan.

    Buradan da resim ve heykele karşı olduğum anlamı çıkarmayın sakın. Bu sanatlara son derece saygı duyarım.
  • Tek tek cevaplandıralım.


    1-Sanırım artık arageçiş formu konusunda hem fikiriz. Arageçiş formu dolu her yer. Tabii ara geçiş formu ne demek tanımını biliyorsak.

    2-Gözün evrimini varmışta yokmuşta şeklinde düşünme. Bu ne garip bir tavırdır, yok selçukluymuşta, yok anadalu hun devletiymişte, varmışta yokmuşta. peh peh. Bir varmış Akıncı diye biri varmış, bir yokmuş oda yok olmuş falan. İzlemişsin video yu, sırayla anlatılmış herşey. Sırf hücre diyor diye ön yargı oluşturuyorsun. Işığa duyarlı cansız maddelerde var. Güneş pilleri nasıl çalışıyor zannediyorsun? Cansızı bile ışığa duyarlı olabiliyor. Canlısı neden olmasın?


    3-Vaktiyle bir kaç kişi, ün kazanmak yada politik sebeplerle sahte fosil hazırlamıştır/rasgele dizaynlar yapmışlardır doğrudur. Şimdi bunlara bakarak mı evrimi reddediyorsunuz?

    En son böyle bir olay kaç yılında oldu ?

    Bunların yanlışını düzelten gene bilim insanları değil miydi?

    Buz dağının gözüken yüzü meselesi falan değil. 2 adet sahtecilik vardır ve yerlere göklere sığdırılamadan anlatılır durur Sanki, yanlışlıklarını ortaya çıkaran gene bilim değilmiş gibi. Bilim tarafsız değildir buda kanıtıdır diyorsun. Bilim taraflı olsaydı kendi yaptığını çürütmezdi. Bilim bir kişi, 2 kişi değil. Bilimde yalan yok. Bir şey söylersen, ispatlamak zorundasın, açıklamak zorundasın. Yoksa kimse seni umursamaz.

    Var mı başka anlaşılmayan , kafanıza takılan birşey?




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.