Şimdi Ara

Evrim Hakkında Sorular ve Tartışmalar (7. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
652
Cevap
13
Favori
31.924
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • ENDOJEN RETROVİRÜS - EVRİMİN EN GÜNCEL GENETİK KANTILARINDAN BİRİ

    Endojen retrovirüsler, DNA üzerindeki geçmiş bir virüs enfeksiyonunun kalıntılarıdır. AIDS veya HTL V1 gibi retrovirüsler kendi viral DNA’larının bir kopyasını yaparlar ve bulaştıkları hücrenin DNA’sına eklerler ve bu şekilde hücrenin kontrolonu ele geçirip kendi virüs kopyalarını üretmek için hücreyi kullanırlar ve sürecin sonunda binlerce virüs kopyası sitoplazma içinde birikerek hücrenin parçalanarak ölmesine neden olurlar.

    Bu türden virüslerin ara sıra bulaştığı hücrelerden biri de olgunlaşmamış bir ovum yani dişideki yumurta hücresi olabilmektedir. Ovum hücreleri yani dişideki gametlerin benzersiz bir özelliği vardır. Bu hücreler doğuştan itibaren yumurtalıkta olgunlaşmamış halde saklanır. Dişi cinsel olgunluğa erişince, her menstruasyon döneminde genellikle bir, bazen bir kaç gamet hücre olgunlaşarak döllenmeye hazır hale gelir, döllenmeyince vücuttan menstruasyon yoluyla atılır. Bu hücreleri benzersiz kılan, olgunlaşmamışken bir tür uyku halinde olmalarıdır, yani DNA okunmaz ve protein sentezi olmaz. Bu nedenle bu hücreye virüs bulaşsa bile, hücreyi ele geçiremez çünkü gamet hücrenin DNA’sı uykudadır. Eğer bu hücre bir sperm hücresiyle birleşip döllenirse, virüsün DNA’sı da döllenen hücreden (zigot) oluşan tüm embriyonik hücrelere aynen geçer. Yani embriyo gelişmesini tamamlayıp doğarsa ve bu birey soy verirse, soyunda bu virüsün DNA’sı aynen yer alacaktır.

    Şimdi işin can alıcı noktasına geldik. Virüsün DNA’sı konak DNA’ya rastgele bir noktasından bulaşır. Bulaşma noktası benzersizdir, özel bir bulaşma noktası yoktur. DNA üzerindeki 3 milyar 200 milyon baz çiftinden herhangi birine rastgele bağlanabilir. Bu nedenle, 2 ayrı virüs DNA’sının konak DNA üzerinde aynı noktadan bulaşma ihtimali istatistiki olarak nerdeyse sıfırdır. Matematik olarak mesela insan genomunda şöyle hesaplanabilir: 1/3,234.830.000 x 1/3.234.830.000 = 1,047 x 10^19’da bir, bir başka deyişle 10 kentilyonda bir! Eğer virüsün DNA’sı konak DNA’ya baz çifti olarak bağlanmıyorsa (bilmiyorum araştırmadım, ben konservatif hesaplamayı baz aldım), durum daha da vahim. O zaman 40 kentilyonda bir!

    Gametlere virüs bulaşma ihtimali çok düşük bu nedenle tüm insan genomunun en fazla %1 ile %8’i arasında bir değerin ERV’lerden oluştuğu hesaplanıyor

    Peki bu ne anlama geliyor?

    Bu şu anlama geliyor: İki canlının, mesela 2 insanın DNA’larının aynı noktadan bağlanmış aynı retrovirüs DNA’sını içermesi teknik olarak imkansızdır. Böyle bir durum varsa bunun tek açıklaması, o iki canlının (örneğimizde insanın) aynı soydan yani ortak atadan gelmeleridir. Ortak atanın DNA’sına bulaşan virüs kopyalana kopyalana nesilden nesile aktarılmıştır. Ya bunlardan biri şempanze, diğeri insansa?

    Evet, tam da bu noktada evrimin kanıtlarından birine ulaşıyoruz. Yapılan çalışmalar bize insan genomunda 30 bin kadar endojenik retrovirüs (ERV) kalıntısı olduğunu gösterdi. Bilim adamları 2003’te çıkarılan insan genomunu inceleyerek bu 30 bin virüs kalıntısını genlerimizde buldu. Şimdi sıkı durun, bunlardan tam 7 tanesi şempanzedekilerle aynı! İnsanların %100’ü ve şempanzelerin %100’ü DNA’larında bu 7 ERV’yi taşıyor. İşte şempanze ve insanın ortak atadan geldiğinin en büyük kanıtlarından biri. Genetik kanıt arayanların gözüne sokuyorum. Üstelik genetik bilimi o kadar ilerledi ki, bu 7 ERV üzerinde biriken mutasyonların sayısına bakarak, tam olarak tarihte ne zaman bu iki türün (insan ve şempanze) birbirinden ayrıldıklarını bile hesaplayabiliyoruz.

    Şimdi ikinci şoka hazır olun. Genetik saate göre hesaplanan dallanma ile, fosil kayıtlarının gösterdiği dallanma aynı tarihleri işaret ediyor!

    Hala mı evrimden şüphe ediyorsunuz?

    Not: ERV ile ilgili çok güzel bir Türkçe kaynak buldum. Paylaşıyorum:
    http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/virus/DNAmizdakivirusfosilleri.pdf

    ERV’lerimiz sadece şempanzelerle de ortak değil, diğer primatlarla da ortak ERV’ler paylaşıyoruz. Buna ilişkin bir resmi aşağıda paylaşıyorum. Araştırmanın sonuçları da 2000 tarihli akademik bir yayın olan Gene’de yayımlanmış (Reference: Lebedev, Y. B., Belonovitch, O. S., Zybrova, N. V, Khil, P. P., Kurdyukov, S. G., Vinogradova, T. V., Hunsmann, G., and Sverdlov, E. D. (2000) "Differences in HERV-K LTR insertions in orthologous loci of humans and great apes." Gene 247: 265-277)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Torlak Kemal -- 1 Kasım 2016; 17:7:19 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: dine mine ne

    Belgeselin sonundaki cümle de çok ilginç, balinanın buraya ulaşmak için yaptığı yolculuk gerçekten inanılmaz diyorlar.
    Balinanın yolculuğunu bizzat görmüşler gibi kesin bir cümle kurmuşlar. Canlıların formlarını kurgulayıp şekillendirmek de bunlar zaten dünya şampiyonluğunu ellerinde tutuyorlar. Geçmiş tarihte de böyle yaptılar günümüze de yapıyorlar değişen hiçbir şey yok. Böyle olabilmiş midir acaba demek başka, vay anasını inanılır gibi değil be arkadaş demek başka.

    Elimizdekiler ile idare ediyoruz da ne demek, çok az varmış gibi cümle kurmuşsunuz. Oysaki milyonlarca fosil var deniliyor. Bunların arasında neden bir araform fosili çıkmıyor. Bakterilerin de kemikleri yok ama taşlaşmış fosillerden bunları
    görebiliyoruz.İnsanlık bu kadar şanssız olabilir mi bu konuda. Milyarlarca tesadüfler var ama bir tanecik şans yok, size de bu biraz tuhaf gelmiyor mu.

    Troll musun anlamadim ki. Evrimde araform diye bir sey aslinda yok. Duragan olmadigi icin neredeyse her canli birer ara form sana ne diyorum. Bir canli fosili bulundu.biz o buldugumuz fosile isim verdik. O fosil x canlisindan z canlisina geciste bir ara gecis olabilir. Ama biz x i ve z yi bulursak evet ara gecis diyebiliriz ve x den z ye kadar olan surecte tonla tur olabilir.

    Ama seni biraz daha inandiracak fosillerim var.

    https://youtu.be/gunWaj2FCaU

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Torlak Kemal

    Dine mine ne, yukarıda sanırım ilk mesajına verdiğim cevapta, abiyogenz ile evrim kuramını birbirine karıştırdığını söylemiştim. Görüyorum ki aynı yanlışı bilerek veya bilmeyerek sürdürüyorsun.

    Önce şunu tespit edelim: Evrim kuramı günümüzdeki (ve geçmişteki) canlıların doğal seçilim yoluyla “ortak bir atadan” dallanarak türediğini söyler ama o ortak atanın nereden geldiğini söylemez. İlk canılının nereden geldiğini söylemek evrim kuramının değil, abiyogenez adlı bilim dalının işidir.

    Evet, Darwin “Türlerin Kökeni” kitabında bir kaç paragraf halinde bu konuya el atmıştır ama onlar teorinin bir parçası değil, Darwin’in basit ve alçak gönüllü bir tahminidir. Zaten Darwin de kitabını aynen böyle sunmuştur.





    Ben evrim teorisi ile abiyogenezin ne olduğunu gayet iyi bilmekteyim ve yanlış yaptığım bir sey de yok.

    Bunlarin ikiside canliyi anlatmaya calisir. Biri hayatin olusumunu tesadüfle aciklamaya calisir, Öbürüde tesadüfler ile türlesmeyi aciklamaya calisir.Ben deist olarak bu tesadüfleri görüyorum. Benim icin önemli olan bu tesadüf meselesi.
    Ikiside ayni silahi tasiyorlar.Bunlarin ikiside benim gözümde silah arkadaslari.
    Ben tesadüfi olusum üzerinden ikisinide bir torbaya atiyorum.





    quote:

    Orijinalden alıntı: Torlak Kemal

    2 Ocakta Journal Science’da yayınlanan bu araştırmanın sonuçlarına göre amino asitler ve dolayısıyla proteinler DNA ve mRNA olmadan sentezlenebiliyor.

    Her neyse, aslında ilk canlının nasıl ortaya çıktığı ile pek ilgilenmiyorum. İlk canlıyı Tanrı yaratmış da olabilir ve buna itiraz etmem. Öte yandan, il canlıyı Tanrı yaratsa dahi bu durum evrim kuramını etkilemez çünkü bildiğin üzere kuram canlılığın ortaya çıkışını değil, gelişimini açıklama iddiasındadır.


    Fakat bu bakteri, DNA’sını kullanmadan tRNA’sına bir enzim aracılığı ile glutamik asit ekliyor. İkinci bir enzim gelerek tRNA üzerindeki glutamik asidi bir amino bazıyla eşleyip Glutamine çeviriyor. Bu ne demek biliyor musun? Yaşamın başlangıxında DNA olmadan da amino asitleri sentezlemek demek ki mümkün.


    1) Journal Science dediğin ateistlerin basın organı değil mi ?. Ha ****, Ha ateisteler ne bileyim ,ha kilise, arada ne fark var ki. Bunlarin tümü kendi inanclari dogrultusunda haber sunuryorlar. Bizde bu tür haberler arasindan dogrulari bulmaya calisiyoruz degilmi?. Yani sen Science diye biliyorsan karsindaki de Oktar diye bilir. Sonucta oktar da kendi gibi düsünen bilim dünyasindan aliyor bilgisini, demek istedigim kendinden üfürmüyor. Yani anlatmak istedigim iki taraf var gözümüzü dört acmaliyiz diyorum. Peki nasil gözümüzü acicaz bir bakalim.

    Konumuz neydi ,Protein olmaz ise bu olmaz su olmaz elestirisiydi deyilmi.Bak simdi, buradan bile evrimcilerin nasil kandirildigini göre bilirisin.

    Amino asitleri sentezlemek demek ki mümkün diyorsun iyide cümlenin icinde Bakteri diye bir canli var.Ikincisi ise Aminoasit kendiliginden olussa ne olur olusmasa ne olur.

    Bak sunu bir oku lütfen
    """“İlkel atmosferde oksijen olsaydı, hayat ortaya çıkmazdı. Çünkü oksitlenme nedeniyle kimyasal öncüler imha olurdu; eğer ilkel atmosferde oksijen olmasaydı, o zaman da ozon olmazdı ve kimyasal öncüleri morötesi ışınlardan koruyacak olan ozon olmayınca da hayat ortaya çıkmazdı.”(5)

    Evrimciler bu açmazdan kurtulmak için hayatın su altında geliştiği, böylece de yeryüzüne düşen öldürücü morötesi ışınların bertaraf edildiği fikrini ortaya atmışlardır. Ama bu iddia da daha zorlu üçüncü bir engelin karşılarına çıkmalarına engel olamamıştır. Miller ve Urey, kimyasal maddeleri harekete geçirmek için elektrik deşarjları kullanmış gerçek dünyada da bu işi şimşeğin bu işlevi gördüğünü iddia etmişlerdi. Buradaki problem şimşeğin dünyayı kaplayan ve içinde amonyak ve metan bulunan suya nüfuz edemeyecek olmasıdır.

    Hayatın başlayabilmesi için su buharı, amonyak, karbondioksit, nitrojen ve metanın aminoaside dönüşmesi ve sonra da polipeptitleri üretmek için otomatikman birleşmesi gerekir (polipeptitler, proteinlerin birincil yapısını oluşturan peptit bağlarıyla bağlanmış çok fazla sayıda aminoasidin oluşturduğu bir molekül zinciridir). İşte evrimcilerin problemini çözümsüz kılan esas nokta burasıdır. “Çünkü aminoasitlerden oluşan polipeptitler fazla su olduğu zaman sentez oluşturamazlar.”(6)

    Organik kimya uzmanı A. E. Wilder-Smith’in de ifade ettiği gibi, fazla su, polipeptitlerin tekrar aminoaside dönüşebilme özelliğini ortadan kaldırır. Böylece su, proteinlerin oluşumunu engellemiş olur."""""

    Bu okdugun alintiyi dünya alem bilmekte.Yani görüyorsun degilmi nerden tutsan yas tahtaya basiyoruz. .Zaten bu sorunlar yüzünden hayat uzaydan gelmis olabilir fikirleri ortaya atiliyor.Bakterinin icinde aminoasit olmus bize ne.Biizim konumuz kendiliginden olusum. Alintiyi yine anlayarak oku lütfen. Isin neresinden tutsak elimizde kaliyor. Bosu bosuna uzay teorileri yok. Bu teoriler iste yaradilistan kacmanin ta kendisi.Ya gercek bu ise ne yapicaz.Bilim yapiyoruz ,peki niye yapiyoruz?. Yahu hesap acilmiyor ,nerden tutsak elimizde kaliyor diyorum.Acikliyamiyoruz diye bilimi birakicak degiliz ki.

    Ben bu tür Haberlerii nasıl okuyorum biliyor musun. Orada kendiliğinden aminoasit olur yazmıyor.Science yıkılmadık ayaktayız yazıyor,yaziyor ama yas tahtayi unutuyor.




  • dine mine ne kullanıcısına yanıt
    Isine gelmiyor sanirim cevap yazdim sustun

    Bu arada allaha inaniyorum dine inanmiyorumcu deistlerden misin?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Isine gelmiyor sanirim cevap yazdim sustun

    Bu arada allaha inaniyorum dine inanmiyorumcu deistlerden misin?

    Allahci deist nasil oluyor?.

    Torlak kemal arkadas yazmis sirayla yazmaya calisiyorum, yazicam ama biraz zaman ala bilir.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: dine mine ne

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Isine gelmiyor sanirim cevap yazdim sustun

    Bu arada allaha inaniyorum dine inanmiyorumcu deistlerden misin?

    Allahci deist nasil oluyor?.

    Torlak kemal arkadas yazmis sirayla yazmaya calisiyorum, yazicam ama biraz zaman ala bilir.

    Tanrinin hikmeti yetmedi o yuzden dunyayla ozel ilgilendi sanirim ya da dusunebilen bir tanri seninkisi.(insansi)

    Stepal kepton'i dinlemeni tavsiye ederim deizm ogrenirsin.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Evrim bir gercektir.

    Evrim teorisi ise evrimin nasil gelistigini aciklamaya calisir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • T. Güven konusundaki çelişkinin felsefesine aslında ilk paleontoloji izahımda değinmiştim hatırlarsan. Önceleri (Linnaeus misal) biyolojide akraba "benzer, andırır, aynı cins" anlamlarında kullanılıyor jargon olarak. Sonraları terimleşiyor ve bilimciler bu akrabalığın yolunu yordamını incelemeye başlıyorlar. Önceleri birçok kişi yanılıyor (Lamarck en ünlüsü) ancak sonuçta Darwin bunu bir raya oturtuyor. Zaten ilk kitabında da "artık gönül rahatlığıyla 'akraba' terimini gerçek anlamında kullanabiliriz" dediği bir kısım var. Bence T. Güven de Darwin öncesi anlamında kullanıyor gibi geldi bana. Ancak bu bence sadece evrim iddiaları karşısında çamura yatmaktan başka bir şey değil gibi görünüyor. Yani bence de kısaca akrabalığı kabul edip de evrimi reddetmek tutarsızlık.

    Genetik tespit akrabalığı taksonomik olarak gösterir. Yani misal A-B-C-D-E-F-G günümüz türleri ve A'-B'-C' ve D' fosil türleri olsun. Genetik olarak A ile B'nin (mesela insan ve şempanze) akrabalığıı görürüz. Aynı şekilde mesela C ve D'nin yakın akrabalığını ve E,F ve G'nin akrabalığı gördük diyelim genetik olarak. Fosil türlerden ise genelde gen elde edemediğimiz için anatomik, fizyolojik, coğrafi, kronolojik bulgulara bakarız. Sonuçta mesela A ile B'nin atası A' çıkar (mesela Egyptopitecus bizimle diğer insansıların ortak atası). Mesela C ve D'nin ortak atası B' çıkar (mesela şebek ile makak). E, F ve G'nin ortak atası da C' olsun (mesela lemur, cadımaki ve galago). Kronolojik olarak hepsinden eski fosilleri bulunan bir başka tür olan D' ise çeşitli tetkiklerin ardından bunların hepsinin ortak atası olsun (D masillae gibi). Kıyas yapıldığı taktirde A ile B'nin diğerlerinden daha çok birbirine benzeyeceği görülür. C ile D ve E,F ile G de kendi aralarında familyalarının özelliklerini gösterirler. Ayrıca familyaların benzerliği de akrabalıklarının uzaklığı ölçüsünde azalır, fark artar. Ancak bir ağaç örüntüsü göstererek sınıflandırılırlar. Aynı şekilde A', B' ve C' türlerinin de kendi aralarında bir familya benzerliğinde olmaları beklenir. D' ise aralarında en eski tür olduğu ve hepsinin ortak atası olduğu için hepsinden bir parça özelliği arkaik olarak içerir. Tetkikler hangi türe yapılırsa yapılsın bu sonuçlar evrimi gösteriyorsa evrim nasıl yanlış olabilir?

    Kovaryans matrisini de çeşitli benzerlik ve farklılıkların arasındaki ilişkiyi gösteren bir sayısal yaklaşım olarak düşünebilirsin. Mesela memelilerde beyin büyüklüğüne bakarsak vücut büyüklüğüne oranla beynin her zaman vücudun 3'te 2'si kadar irileştiği görülür. Bu bir genel-geçer kuraldır. Ancak zekâ matrisini işin içine katarsak; bir tür ne kadar zeki olursa beyin büyüklüğünün de o ölçüde bu kuraldakinden daha çok irileştiği gözlenir. Aynı şekilde vücut ağırlığıyla kemik kalınlığı da belli bir varyans ölçüsünde değişir. Tıpkı bunun gibi belirli takımlarda genetik yapı belirli seçilim ve belirli sürede belirli bir değişim ve ıraksama gösterir. Mesela adalardaki türler daha hızlı değişme eğiliminde olur. Onun için münasip yer kadar küçük adalarda inanılmaz derecede çeşitlilik gelişebilir. Dünyadaki binlerce sinek türünün 3'te 1'i sadece Hawaii'ye özgü endemik türlerdir. Galapagos veya Madagaskar gibi yerlerde genellikle ana karadaki türlerin aynısı ya hiç görülmez ya da çok az istisna vardır. Kovaryans anlamında düşünüldüğünde adalar birer evrim makinesi gibi çalışırlar diyebiliriz. Ancak normal koşullarda nüfus fazladır ve arazi geniştir. Olağan dışı bir faaliyet olmadığı sürece türleşme geç olur. Olduğunda da ortak kovaryans katsayısını yansıtır. Örneğin böceklerde türleşme hızı inanılmaz çok olabilmektedir. Karafatma deyip geçme; dünyada yüze yakın karafatma türü bulunmaktadır ve hepsi de geçmişte birbirlerinden türemiş ve şu anda alakasızlaşmış türlerdir. Toplamda milyonlarca böcek türü vardır ve henüz hepsi sınıflandırılmamıştır bile. Ancak memelilere baktığımızda 8 bin tür, primatlara bakarsak daha az (400 kadar) tür görürüz. Bunun bir sebebi primatların böceklere kıyasla nispeten genç bir grup olmasıdır. Böcekler 500 milyon yıldır varlarken primatlar sadece 55-60 milyon yıldır vardırlar. Ayrıca memeliler içinde en çok türe sahip grup yarasalardır (3 bin tür). Bunun sebebi de primatlara nispeten yarasaların daha kolay yayılıp, irtibatsızlaşıp daha kolay türleşmeleri ve kemirgenlerle birlikte en eski memeli gruplarından olmasıdır (memeli türlerinin yarısı kemirgendir). En az türü olan memeli gruplarından biri ise balinalardır (80 kadar tür).
    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/59/Cetaceans.svg/1024px-Cetaceans.svg.png

    Şimdi buradan ne anlamamız gerekiyor? Yarasaların tür sayısı çok çünkü hem tarihsel olarak daha eskiler hem de türleşme hızları daha fazla. Balinaların ve primatların tür sayıları ise nispeten daha yeni olmaları ve türleşme hızlarının nispeten düşük olmasıdır. Bu ve bunun gibi unsurlarla evrimsel açıdan bir varyans matrisi çıkarılabiliyor. Yani bunun meali ıraksaklık derece ölçütü veya benzerlik-farklılık kıyası diyebiliriz. Genetik olarak bakılıyor ve artık kaç milyon yıl önceye ortak atanın dayandığı görülebiliyor. Fizyolojik olarak da fosillerle de kıyaslanarak bir cetvel oluşturulabiliyor ve bazı istisnalar dışında güvenilir bir sonuç veriyor. İstisnalara örnek olarak mesela penguenler verilebilir. Örnek vereyim ki istisna çıkmasının sebebinin yöntemin yanlışlığı değil, doğanın istisnai yapısı olduğu anlaşılsın. Penguenler su dışında düzgün kaçamazlar ve kendilerini iyi savunamazlar. Ancak nispeten az avcı seçilimi olduğu içi sadece yüzmek için seçilime uğrarlar. Foklardan kaçıp balık yakalayabilmeleri gerekir. Bu sebeple tüm penguen türleri birbirlerinden aşırı ıraksamadan benzer kalmışlardır. Ancak kuzenleri kuzey kutup martısı çok farklıdır çünkü karasal avcı seçilimine uğrar.
    https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=BayYVZWWKa6z8weCuZ6oBQ#q=puffin&stick=H4sIAAAAAAAAAONgecToyC3w8sc9YSmLSWtOXmM04uIKzsgvd80rySypFFLhYoOypLh4pDj0c_UN0gzTkzUYpLi44DweAK0dGWdGAAAA
    Ve bu tür penguenden farklı olarak uçabilir. Ancak penguenlerle kuzendir. Kovaryans matrisi ölçütüyle bu türlere bakıldığında akrabalık görülür ve geçmişte hangi zamanda bir ortak atayla birleştikleri bulunabilir. Penguenler arası yöntem istisnası varsa da penguenlerin ortak atası ile kutup martısının ortak atası kovaryans matrisinin öngördüğü tarihlere ait fosillere dayanır. Bu da evrimi gösterir. Ayrıca penguenin yüzgeçlerinin bire bir kanat yapısında olması ve dizlerinin deri içinde saklı olmasına rağmen yürümeye değil, sıcak tutan yağ tabakasını tutmaya yaraması da evrimsel adaptif değişimi yansıtır.

    Farklı canlı takımlarına bakılarak yatkın olunan evrim hızı görülebilir. Bu da iyi bir güvenilirlik derecesinde zaman olarak ölçülebilir. Tabi ki bu zaman ölçümü eskiye gittikçe daha büyük bir küsürat çıkarır ama yine de 100 milyon yıl öncesi için birkaç milyon yıllık hata payı yeterli bir güvenilirlik sağlar. Genetik saat yöntemi bu matrise yardımcı bir unsurdur.

    Akrabalık konusunda ve tanımı konusunda diyeceğim de, iyi bir şekilde evrimi ortaya koyacak kadar veri var. Yani akrabalık söylemi gerçeği yansıtıyor.

    Makaklar ve lemurlar konusunu da yanlış anlamışsın. Ben hiçbir türün bir yere özgü "gökten düştüğünü v.s." söylemedim. Makaklar Fas'tan Japonya'ya kadar bulunurken neden yüzlerce lemur türü bir adada kapalı dedim! Yani eğer makaklar mesela Kuzey Afrika'ya özgü ise neden bazı türleri Çin ve Japonya'da bile var? Peki neden eğer lemurlar tropik ortama özgü ise sadece Madagaskar'da var? Tek tropik ortam orası mı? Endemik türlerin dağılımı da evrime göredir. Yoksa bir anda orada türediklerine dair bir olgu yok. Eğer kahve sadece Doğu Afrika ve Yemen'e özgü bir türse nasıl oluyor da insanlar artık Brezilya'da da kahve yetiştirebiliyor? Yoksa türlerin dağılımı konusunda felsefi bir olgudan ziyade olgusal bir örüntü mü var?

    Göz konusunda iyi yerden girmişsin ama indirgenemez karmaşıklık bilimsel değil bunu tekrar edeyim. Çünkü değil 40, 40 bin farklı doku olsa da göz veya başka herhangi bir organik yapı indirgenebilir. İndirgenemezlik konusunu kapattığımızı sanıyordum ama birkaç cümleyle ele alırsak şöyle oluyor: Diyorsun ki "insan gözünün indrgenmişi yok", evet tabi ki bire bir atamızdan örnek günümüzde yok ama mesela planarya örnek verildiğinde arkaik nematodların özdeşi olarak verilir. Çünkü günümüzdeki farklı takımların çoğunun göz yapısı analogdur. Doğrudan akraba yapılar değildir. Ancak yine de "bir göz tam olursa görür" demek de senin burada kastettiğin yanlışın aslında ta kendisi oluyor; tam göz ne? Bir gözün tam olabilmesi için geçerli sınır, milat ne? Elbette bundan gözün ortadan ikiye kesilmiş halini "eksik göz" diye göstermeye çalışanların üzerini derhal çiziyoruz. Çünkü arkaik, ilkel, atasal demek bir şeyin yarısı veya çeyreği gibi algılanmamalı. Mesela bir yönden geriyken bir yönden ileri olabilir eski form. Canlılık dünyasında birçok göz biçim olması indirgenemezlik gibi bir saçmalığı çürütür. Trilobitlerinde tarihsel olarak eski familyaları yenilerine göre daha ilkel gözler içerir. Yani petek göz indirgenebilirdir. Aynı şekilde nematod gözü de omurgalı gözünden unsurlar içermesine rağmen bize kıyasla "eksik"tir. Mercek yoktur. Yani indirgenmiş haldedir. Günümüzde de bazı türler bu şekilde yaşamayı sürdürebildikleri için tükenmemişlerdir. Yani bizim açımızdan "eksiklik" her ortamda ve her zamanda eksiklik demek değildir.

    Seçilim dediğin gibi random işler. Ancak seçilim random olmaz; burada bilinçsiz bir plan olur (daha doğrusu ister kendiliğinden doğada oldu de, isterse doğa üstü bir vaarlığa atfet; random olmasını değiştirmez). Yani hiçbir dinozor isteyerek kanatlanmaz. Genlerin genetik sürüklenme sistemi ve çevrenin etkisi sonucu bir soysal patikaya girer. Eğer bu yol olumlu ise daha da çoğalıp çeşitlenir; değilse yok olur. Mesela geçenlerde birisi bana "tavus kuşu kendi rengini fark edemiyor ki; nasıl süslü hale gelecek" demişti evrim hakkında. Oysa ki bu sorunun mantığı bile yanlış. Zaten erkek tavus kuşu kendini görmeyecek, dişisi onu görüp beğenecek. Ayrıca bu sistem de istemli değildir. Erkek neden kuyruğunu açıp dans ettiğin bilmez. Yumurta hayali kurmaz. Yuva kurmak için yanıp tutuşmaz. Sadece yapar. Bunu da önceki nesillerde içgüdünün seçilimi sonucu yapar. Ne kadar iyi yavruya bakarsan o kadar çok şansın olur. Ancak ne kadar sağlıklıysan bunu o ölçüde yaparsın. Ne kadar gösterişli ve bakımlıysan da o kadar sağlıklısın. Yani süsünü göstererek seçilimi devam ettiriyor. Dişi en iyi erkeği seçip soyunu daha iyi devam ettiriyor. Ancak dişi de seçerken bilinçli değil, sadece iyiyi seçiyor. Neden seçtiğini bilmiyor. Acaba hiç düşündün mü güzel kızlara bakış açını? Kendinden örnek veriyorum ki daha iyi anlaşılsın. Sen bir kızı beğenirken "vay be, şundan olacak çocuk daha iyi olur, daha düşük olumsuzluğu var" falan diye düşünerek mi beğenirsin; yoksa sadece "beğenir" misin? Hayvanlarda da öyle; uzun zamanlı planlama yoktur. Filler yaşlı ağaçları yıkarak yenilerine yer açıp ağaçlara hizmet ederle ama bunu ağaçlara hizmet etmek için değil, sadece karınlarını doyurmak için yaparlar. Yani türlerde (biz hariç) bilinç yok. (Hatta bizde de içgüdüsel olarak bilinç yok).

    Varyasyonu sormuşsun; evet, varyasyon olmadan seçilim olmaz. Her birey bir diğerinin ikizi olsa ne seçilecek? Fark yok ki seçilsin! Bir soğuk geldiğinde tüm bireyler donacaksa nerede burada ölçüt? İlla ki kaçınılmaz farklar olur bireyler arasında. Belli koşullarda da ayrı ayrı bu unsurlar seçilir. Ayrıca bahsettiğim gececi memelilerin farklı tür oldukları yakın zamandaki genetik analizlerden anlaşıldı. Yani güvenilir. Farklı tür olmalarının ölçütü de evet, üreyebilme kapasitesi. Çiftleşme değil. Bunu yanlış ifade etmişsin. Farklı türler çiftleşebilir ama boşuna olur. Yoksa eşeğe veya tavuğa falan hallenen insanları onlarla aynı tür mü sayacağız? Bu arada bu kısımdaki doğal seçilim tanımın, açıklaman doğru.

    Çiftleşememeyi tekrardan yanlış bir örnek olarak vermişsin doğal seçilim meselesinden sonra. Dediğim gibi çiftleşememek değil, verimli ürün verememek tür ölçütüdür. Yani mesela bazen tavşan kediye atlıyor; o zaman aynı tür mü olmuş oluyorlar? Verimli döl önemlidir ki laboratuvarda da meyve sinekleriyle yapılan deneylerden bir çeşidi de gamet alarak yapay döllemedir ve yeni türeyen türler genelde yapay döllenmeye bile cevap vermez. Yani olayın lab'da olup olmaması bir şey değiştirmiyor. Tür olma ölçütü verimli çoğalabilmektir.

    Fosiller konusunda Ö.F. Noyan'ı örnek vermişsin ama çok eksikleri olan birisi o. Bu videodan da belli ki, ilk amfibilerle ilk sürüngenler arasında en az 15 milyon yıl zaman farkı olduğundan bile habersiz biri (ayrıca son davalar kapsamında tutuklananlar arasında);
    https://youtu.be/okOeyaj2RtY?t=25m9s

    Canlının yumuşak dokusunun bulunmamasına rağmen nasıl bilindiğini paleontoloji kısmında detaylıca anlattım zaten. Kemiklerden kas bağlantı noktaları ve kas genişlikleri, fizyolojisine göre cilt ve post hakkında güvenilir tahminler, yaşadığı ortam ve nişi gibi detaylar genelde bilinebiliyor. Yumuşak doku olmaması sıkıntı değil ki. Hatta bazen olmaması daha iyi oluyor; yavaş çürürken kayaya izi kalan iç organlar bile bazen iz olarak görülebiliyor. Öyle olmasa yumuşakça fosilleri falan olmazdı zaten. Büsbütün ahtapot fosilleri falan var. Ayrıca tamamını bulmak da şart değil. Bulunan farklı örnekler karşılaştırılıp eksikler tamamlanabiliyor. Çocuk oyuncağı değil fosilbilim, koskoca bir bilim dalı. Ciddi sıkıntı da yok. Yine de her bilim dalında olan kadar sıkıntılar var tabi.

    Coealacanth türünün değiştiği nereden belli diyorsun da; günümüzdeki fosille aynı değil de ondan biliyoruz. Uydurulmuyor ki bu! Bu tıpkı bir orangutan fosili gösterip "işte bu da şempanze, 10 milyon yıldır değişmemiş" demek gibi bir şey oluyor.

    Hâlâ bazı şeyleri ısrarla anlatılmamış sanmaya devam ediyorsun. Daha önce ne demiştim; fenotip büyük oranda genotipi yansıtır. Yani genin neyse osundur. Bir çene kemiği de genetik olarak değerlidir, çünkü benzeri gibi genetiğe sahip olduğunu gösterir. Aynı şekilde embriyo gelişimi de genetik olarak belirlenir. Genlerde ne varsa oluşum ona göre olur. Kambriyen'de "patladıkları", tür olarak saçılıp "bir anda" ıraksadıkları saçmalığına maruz kalan ana takımlar aslında embriyolojik olarak bir ağaç oluşturur. Misal dediğim gibi salyangozlarla çok da uzak değiliz. Yani embriyolarımızın temelde aynı oluşup sonra farklılaşıyor olması gerekir. Ne kadar farklı türler olsak da ve na kadar farklı takımlarda olsak da aslında komşu takımlardanız. Bazı embriyolar blastosit evresinden sonra iki kez içe katlanır ve ortada kalan doku iç organları oluşturur. Bazıları dört defa katlanır ve farklı bir gelişim gösterir. Bazıları ise hiç katlanmaz ve iç organı olmayan türleri oluşturur. Yumuşakçalar da akraik solucanlarla akraba oldukları için embriyo gelişimleri benzer kategoridedir. Aynı şekilde biz de "fazla gelişmiş solucanlar" (deyime takılma) olduğumuz için solucanlarla ve yumuşakçalarla aynı erken embriyolojik dönemi geçiririz. Mesela yassı solucanlar embriyolojik olarak katlanmazlar ve iç organsız yassı bir hayat geçirirler. Bizde ise erken dönemde embriyo pizza gibi açılır ve sonra içine katlanır. En içteki kesim kemik ve kıkırdak dokuyu oluşturur. Orta kesim iç organları ve özel dokuları, dış kısım ise deri, kıl, ter bezi, tırnak v.s. oluşturur. Bu oluşum sürecinin farklı olması farklı türler ortaya çıkarabilir. Bunun için de genetiğin değişik olması gerekir az da olsa. Yani embriyoloji de paleontoloji ve fizyoloji de genetikle bağlantılı.

    Dinozor ve kuş meselesi öyle ha deyince açıklanacak mini bir konu değil. Onun için yeri geldiğinde daha detaylı açmak için onu yedekte bırakıyorum. Burada asıl mesele işin mantığı. Diyorsun ki "akrabalık mı önce geliyor yoksa olgu tespiti mi". Mecburen öncelikle tahmin işe giriyor. Çünkü bir yapbozu birleştirirken önce bir parçaya bakıp "buraya uygun galiba" dersin. Ancak yapboz üzerinde fiilen deneyene kadar emin olamazsın. Zamanında da aynı şekilde Compsognathus cinsi dinozorların anatomik olarak kuşlara çok benzemelerinden yola çıkılmış ilk kez. Sonraları çeşitli analizler ve kıyaslar yoluyla anlaşılıyor ki, compsognathus aslında kuşların atası değil, atasından türeyen yakın kuzenleridir. Hep dediğim gibi bu sonuçlar atmasyon değil, birçok başlıkta toplanan yılların birikimidir. Bunun ardından mutasyon meselesine falan girmişsin ve "mutasyon bu kadar türü nasıl ortaya çıkarıyor" demişsin. Zaten bu kadar türün olmasının sebebi mutasyon. Ne anlatıyoruz!!!

    Sürüngen meselesinde isme takılmamanı tavsiye ederim. Çünkü bilimde bir isim kalıplaşınca yanlış da olsa öyle kalıyor. Sürüngen İngilizce'de (raptile) aşağılık, adi anlamına da geliyor. Yani Türkçe'ye çevrilirken sürünme fiilinin benimsenmesi belki bundandır. Daha çarpıcı örnekler de var. Mesela Paleozoik (540-251 myö) kelime olarak "hayvan öncesi" demek ama artık bu adlandırmadan beri hayvanların 580 myö'den beri, yani bu çağın başlangıcından da önce var olduklarını biliyoruz. Sürüngen deyince aklına sürünen şeyler gelmesin hep. Şunlar da sürüngen sınıfında unutma;
    http://www.recessanytime.com/wp-content/uploads/2015/04/Pterodactyl_Fossil.jpg
    http://www.palaeo.gly.bris.ac.uk/Palaeofiles/Pictures/marine/Ichthyosaur.jpg
    http://www.fossilguy.com/gallery/vert/dinosaur/tyrannosaurus/t-rex-fossil-tyrannosaurus-skeleton.jpg
    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d8/Liopleurodon_ferox_Tubingen.JPG
    https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/736x/f7/b6/48/f7b6488ce78668cd12a4a0a2dae10b91.jpg

    Yani sürüngenin sürünmesi şart değil. Yani fiil olarak değil isim olarak düşün.

    Psödogen olayını da %100 yanlış anlamayı başarmışsın; seni tebrik ederim. Tür içi gen transferi yatay değil "dikey" yani soydan gelen olur zaten. Yatay gen transferinin özelliği türler arası olması, yoksa yatay transfer denmez zaten. Bu yanlışını düzelterek ilgili kısmı bir daha oku. Tekrar izaha gerek yok, yeterince açık anlattım. Ayrıca bir hatan daha var; retrovirüsler büyük oranda evrime olumlu veya olumsuz etki etmezler. Bu sayede nötr genomda taşınırlar ve akrabalığı yansıtırlar. Yani evrimin temel mekanizmalarından değil kanıtlarındandır.

    Sıradaki kısımda retrovirüsleri yanlış anladığını göstermişsin. Retrovirüsler RNA kullanır ve bu şekilde etki ettikleri için protein işlemlerini ve hücre bünyesini random bozabilir. Sonuçta A türünden bir kısım genomu kesip bünyesine alıp sonra B türüne yapıştırabilir. Ancak bu kısımlar çok büyük ihtimalle (%99) işlevsiz olur. DNA fosilinden kastım buydu. Bundan hareketle dediğim gibi ilgili kısmı bir daha oku anlayacaksın.

    Lensk deneyi ve random mutasyon olayında da hayır, sadece o türün evrimleştiğini göstermez. Çünkü tüm türler istisnasız aynı genetik altyapıyla çalışır. Kalıtım fizyolojisi aynıdır. Yani bir türde gördüğümüz evrim hızı değişse de her türde olduğunu gösterir.

    Lenski konusunun ardından tekrar psödogenlere girmişsin. Yukarıda dediklerim burası için de geçerli. Hastalık konusuna gelirsek, evet, bazı genetik hastalıklar evrime katkıdır. Kör köstebeklerin göz perdeleri asla açılmaz. Yani gözleri olmasına rağmen deriyle örtülüdür. Atasının genetik temeline bağımlı olduğu için sil baştan başlayamaz ve evrimsiz bir sistemde asla olmayacak şekilde eksiksiz bir göz oluşur ancak asla göremez, çünkü embriyolojik dönemde gözün önündeki deri hücreleri zamanında lizozom intiharı yapmaz ve hayvan sağlam bir gözle ama kör olarak doğar. Bunun da sebebi atalarından aldığı deri mutasyonudur. Bu temelde bir bozukluktur çünkü ama hayvan toprak altındayken göze zaten ihtiyacı olmadığı gibi gözüne toprak girmesi de olumsuz etkiler. Onun için bu mutasyon birçok başka kazıcı türde olmamasına rağmen random şekilde bu türde seçilmiştir.

    Hastalık olayına tekrar girmişsin ama kanser gibi doku mutasyonlarının soya geçmeyeceğini özelden zaten söyledim. Onun için on kısmı geçiyorum. Mavi göz ilk aşama mıdır, evet. Çünkü bir fark olabiliyorsa bir başkası da olabilir. Sonra bir başkası, sonra bir başkası. Uzun zaman sonra bir bakmışsın ki torun tip ata türden bayağı farklılaşmış. Ayrıca şu mutasyonun popülasyonda yayılmasının zorluğunu kabul et artık! Ne istiyorsun, yalan mı söyleyelim? İhtimali az işte! Ama olmuş, ne yapalım! Olmuşla (mutasyon) ölmüşe (seçilim) çare bulunmaz! Yakın türlere akraba derken uzak türlere de uzak akraba deriz, bu kadar basit. Çünkü illa ki bir kıyas ölçütü var. Tüm organik dünya hem genetik olarak hem yaşantı olarak zincir gibi birbirine bağlı.

    Gösterdiği mutasyon fotoları elbette türleşmeye örnek değil ama ilk aşamadır. Genetik hastalıkları da yerinde değerlendirmek gerekir. Misal siyah tem güneş radyasyonuna bağlı kanser riskini azaltır. Beyaz birisi beyaz olduğu için şanslı (!) olduğunu düşünerek Ekvator'a gittiğinde aslında o ortamın ölçüsüyle "hasta" olduğunu fark edecektir. Çünkü genetik olarak zaten "hasta"dır. Mutantlar gezegeninde yaşıyoruz bunu fark et artık. Tüm organizmalar mutant. Beyaz insanlar da mutant, siyahlar da, tüm insanlar mutant. Hastalık ve fayda ortama göre değişir. Türe göre görecelidir. Köstebek örneğini verdiğim için yeni örneğe gerek yok sanırım. DNA onarım mekanizmalarını ayrıca konuşuruz.

    Fosiller ve akrabalık konusunu tekrar açmışsın son olarak. Burada da bir örnek vererek konuyu bağlamak istiyorum. Daha önce tespit yöntemlerini tek tek izah ettim. Fizyolojik, kronolojik v.s. etkenler var. Yüzücü süüngenler familyası (pistosauroidea) var. Hepsi yok olmuş fosil türlerden ibaret (245-65 myö arası). Bu türlere baktığımızda fizyolojik-anatomik benzerlik görürüz. Bunu tablolaştırdığımızda da taksonomik bir ağaç belirir. Bunu da kronolojiye döktüğümüzde anlamlı bir soy kütüğü ortaya çıkar. Misal bu bir cinsinin boy kıyası;
    https://danniteboul.files.wordpress.com/2013/06/journal-pone-0065989-g024-2.png

    Bu da tüm kıyas cetveli;
    http://blogs.scientificamerican.com/tetrapod-zoology/files/2013/01/plesiosaur-phylogeny-Benson-et-al-2012-600-px-tiny-Jan-2013-Darren-Naish-Tetrapod-Zoology.jpg

    Bu bilgilerden yola çıkarak ve genel-geçer kaideleri de göz önüne alarak (genetik metot dünyada ortaktır, dünyada organik çerçeve bellidir, familya içi morfolojik kıyas uygundur, genel taksonomiye uymaktadır v.s.) akrabalığı ve soy ağacını ortaya koyarız. Merak ediyorsan buradan familyayı detaylı okuyabilirsin;
    https://en.wikipedia.org/wiki/Pistosauroidea




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Torlak Kemal

    Sen veya evrime karşı çıkan başkaları (bunlara bilim adamları da dahil)... Evrimi çürütmek mi istiyorsunuz? Tamam, ne diyor evrim:

    1.Benim iddiama göre fosil kayıtları bir kronoloji izler, diyor.
    2.Birbirine yakın akraba türler, uzak akraba türlere göre çok daha fazla sayıda ırtak gen paylaşır, diyor.

    O zaman yapmanız gereken tek şey şu: Kuramın iddia etiği kronolojinin aksine bir fosil öreneği bul. Kuramı hep beraber çöpe atalım. Ya da genetik benzerliği olmayan 2 yakın akraba tür bul. Mesela öyle bir şempanze bul ki aramızdaki genetik benzerlik kuramın öngördüğü ile kıyaslanamayacak kadar düşük veya ilgisiz olsun. O zaman da kuramı terk ederiz. Bu babamızın kuramı değil ki!

    Ama evrim kuramını sürekli eleştirenlerin karşısına koyabildikleri bir başka bilimsel kuram da yok. Bir ara “İndirgenemez” karmaşıklık” denendi (Sen eminin Türlerin Kökenini okumadın ama ben o kitabı da okudum, istersen ödünç vereyim, hala kitaplığımda duruyor) ve Behe’nin verdiği 3 örnek de çok kolay bir şekilde çürütüldü. Buna Behe de karşı çıkamadı. İnanmazsan, Behe ile yapılan ropörtajları internette bul oku.

    Koyun kardeşim evrim kuramının karşısına adam akıllı bir kuram, biz de kıyaslama yapıp, aklımıza o yaratsa, onu benimseyelim.


    Bir sahniye dururmusun.Aksine bir fosil örneginden bahs ediyorsun ve bunu da bizden bekliyorsun. Bu nasil anlayis böyle kardesim.Senin inancin tek ten zamanla coklasma oldu diyor.Sen herseyin fosilini getireceksin biz degil.Benim senden isteme hakkim var senin benden degil. Sana dört tane ördek getir demisdim degilmi,ne oldu?. Tirrrrrt.
    Ben inanmaya mecburmuyum.Bana her canlinin bak ne yaziyorum iyi oku ,heeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeerrrrr canlinin ara formunu gösterceksin.Fosilin yoksa günümüzdeki canlilardan getireceksin.Senin kuramin ne diyor,ortak ata diyor degilmi ,o zaman bana yari olusumda olan canlilari gösterceksin,Formdan forma giren yari canlilari getireceksin.Neyin neyden geldigini göstereceksin. Dinozor uctu diyorsan ,araformun olusunu göstereceksin. Biz araform bekliyoruz olmus bitmis pismis havani biz ne yapalim. Hep araform dedginiz canlilar sekilerini almis canlilar. Oynanan oyunda hep ayni. Araform dedikce bir resim,insafli oldunuzmu iki resim,ikinci resimde
    nedense cogu zaman günümüzden bir canli oluyor.Madem bilime inaniyorsunuz bu mu bilim.
    Kardesim fosili koyarsin ve dersinki bu A,B,C,d,e.Bunu bir kac kez göstere bilseniz A de bakayım -A- bi de Y de -Y- şimdi bi de I -
    Oku bakayım AYI oku bakayım AYI hep birlikte deriz ,sorun yok.
    Araformlari dedigim gibi göstermeden A,dan taaaa y,ye oradanda I,lara kalem göz cekerek Insanligin baris abisi olamazsiniz



    Hem hangi kronolojiden bahsediyorsun sen yahu ?????.Evrim, ortak ata demiyormu? Ilk tek tük demiyormu?. Buna karsit prekambriyen döneminde Fosil kayıtları ilk canlılığın sadece mikro organizmalar halinde görüldügünü bize söylemiyormu.

    Kardesim ne dir bu ortak ata meselesi yahu.Birde cürütecekmisik . Bir şey yok ki çürütecek.Olay basli basina cürük.
    Prekambriyen dönemindeki bakterileri nereye koyuyorsun. Ortak ata deyip de gerçeklerin üstünü neden kapatıyorsunuz.
    Gerçek bilime inanan insan ortak Ata değilde ,ortak Atalar niye diyemiyor. Prekambriyen zamanindaki bakteriler neyin nesi,kimin fesi?.En karmaşık kısmı Stadig endosimbiyontlardir.Burda kim kiminle akrabaymis. Burada neyin havyan neyin bitki oldugunu söylemek zor iken bu Microp ademi nasil buluyorsunuz . Katmanklardaki Taslarin icinde Tonlarca bakteri fosileri var yahu.Tek hücreliler sonrasi cok hücrelilere gecis var okadar. Ondan sonra ne oldu biliynmiyor.Bilimsel gercek budur. Tonlarca hücre var ortada.Siz neden bir canlidan yola cikiyorsunuz ki. Senin canlin olusabildigse neden farkli canlilar bulunduklari degisik farkli ortamlarda ortaya cikamiyorlar.Canlilarin sekileri farkliliklari neden böyle aciklanmiyorda hep su gözünü sevdigim ortak atasi hep ama hep zart diye ortaya atiliyor. Canlilar bulunduklari degisik farkli ortamlarda formlari ile ortaya cikdigini kambriyen patlamasida belgeliyor.Sorun nerede??????????.

    Bu ilkel bakterilerden agclar bitkiler otlar oluduysa hayvanlar niye kendi olacaklari sekilde olusamasin. Oldukdan sonra da kendi türleri icerisinde evrimlese bilir.Sorun nerede??????????.




  • Adam israrla ve inatla ara tur fosili istiyor.video attim izlemiyor takmayin su trolu.
    Daha evrimi anlamamis.kusun ahtapota falan donustugunu saniyor garibim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Adam israrla ve inatla ara tur fosili istiyor.video attim izlemiyor takmayin su trolu.
    Daha evrimi anlamamis.kusun ahtapota falan donustugunu saniyor garibim.

    Neden uğraşıyorsun ki?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Lews Therin Telamon


    quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Adam israrla ve inatla ara tur fosili istiyor.video attim izlemiyor takmayin su trolu.
    Daha evrimi anlamamis.kusun ahtapota falan donustugunu saniyor garibim.

    Neden uğraşıyorsun ki?

    Belki fikirleri değişir.

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen


    quote:

    Orijinalden alıntı: Lews Therin Telamon


    quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Adam israrla ve inatla ara tur fosili istiyor.video attim izlemiyor takmayin su trolu.
    Daha evrimi anlamamis.kusun ahtapota falan donustugunu saniyor garibim.

    Neden uğraşıyorsun ki?

    Belki fikirleri değişir.

    O biraz zor. Amaçları birşeyler öğrenmek değil ki




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Jgdpanzer

    T. Güven konusundaki çelişkinin felsefesine aslında ilk paleontoloji izahımda değinmiştim hatırlarsan. Önceleri (Linnaeus misal) biyolojide akraba "benzer, andırır, aynı cins" anlamlarında kullanılıyor jargon olarak. Sonraları terimleşiyor ve bilimciler bu akrabalığın yolunu yordamını incelemeye başlıyorlar. Önceleri birçok kişi yanılıyor (Lamarck en ünlüsü) ancak sonuçta Darwin bunu bir raya oturtuyor. Zaten ilk kitabında da "artık gönül rahatlığıyla 'akraba' terimini gerçek anlamında kullanabiliriz" dediği bir kısım var. Bence T. Güven de Darwin öncesi anlamında kullanıyor gibi geldi bana. Ancak bu bence sadece evrim iddiaları karşısında çamura yatmaktan başka bir şey değil gibi görünüyor. Yani bence de kısaca akrabalığı kabul edip de evrimi reddetmek tutarsızlık.

    Genetik tespit akrabalığı taksonomik olarak gösterir. Yani misal A-B-C-D-E-F-G günümüz türleri ve A'-B'-C' ve D' fosil türleri olsun. Genetik olarak A ile B'nin (mesela insan ve şempanze) akrabalığıı görürüz. Aynı şekilde mesela C ve D'nin yakın akrabalığını ve E,F ve G'nin akrabalığı gördük diyelim genetik olarak. Fosil türlerden ise genelde gen elde edemediğimiz için anatomik, fizyolojik, coğrafi, kronolojik bulgulara bakarız. Sonuçta mesela A ile B'nin atası A' çıkar (mesela Egyptopitecus bizimle diğer insansıların ortak atası). Mesela C ve D'nin ortak atası B' çıkar (mesela şebek ile makak). E, F ve G'nin ortak atası da C' olsun (mesela lemur, cadımaki ve galago). Kronolojik olarak hepsinden eski fosilleri bulunan bir başka tür olan D' ise çeşitli tetkiklerin ardından bunların hepsinin ortak atası olsun (D masillae gibi). Kıyas yapıldığı taktirde A ile B'nin diğerlerinden daha çok birbirine benzeyeceği görülür. C ile D ve E,F ile G de kendi aralarında familyalarının özelliklerini gösterirler. Ayrıca familyaların benzerliği de akrabalıklarının uzaklığı ölçüsünde azalır, fark artar. Ancak bir ağaç örüntüsü göstererek sınıflandırılırlar. Aynı şekilde A', B' ve C' türlerinin de kendi aralarında bir familya benzerliğinde olmaları beklenir. D' ise aralarında en eski tür olduğu ve hepsinin ortak atası olduğu için hepsinden bir parça özelliği arkaik olarak içerir. Tetkikler hangi türe yapılırsa yapılsın bu sonuçlar evrimi gösteriyorsa evrim nasıl yanlış olabilir?

    Kovaryans matrisini de çeşitli benzerlik ve farklılıkların arasındaki ilişkiyi gösteren bir sayısal yaklaşım olarak düşünebilirsin. Mesela memelilerde beyin büyüklüğüne bakarsak vücut büyüklüğüne oranla beynin her zaman vücudun 3'te 2'si kadar irileştiği görülür. Bu bir genel-geçer kuraldır. Ancak zekâ matrisini işin içine katarsak; bir tür ne kadar zeki olursa beyin büyüklüğünün de o ölçüde bu kuraldakinden daha çok irileştiği gözlenir. Aynı şekilde vücut ağırlığıyla kemik kalınlığı da belli bir varyans ölçüsünde değişir. Tıpkı bunun gibi belirli takımlarda genetik yapı belirli seçilim ve belirli sürede belirli bir değişim ve ıraksama gösterir. Mesela adalardaki türler daha hızlı değişme eğiliminde olur. Onun için münasip yer kadar küçük adalarda inanılmaz derecede çeşitlilik gelişebilir. Dünyadaki binlerce sinek türünün 3'te 1'i sadece Hawaii'ye özgü endemik türlerdir. Galapagos veya Madagaskar gibi yerlerde genellikle ana karadaki türlerin aynısı ya hiç görülmez ya da çok az istisna vardır. Kovaryans anlamında düşünüldüğünde adalar birer evrim makinesi gibi çalışırlar diyebiliriz. Ancak normal koşullarda nüfus fazladır ve arazi geniştir. Olağan dışı bir faaliyet olmadığı sürece türleşme geç olur. Olduğunda da ortak kovaryans katsayısını yansıtır. Örneğin böceklerde türleşme hızı inanılmaz çok olabilmektedir. Karafatma deyip geçme; dünyada yüze yakın karafatma türü bulunmaktadır ve hepsi de geçmişte birbirlerinden türemiş ve şu anda alakasızlaşmış türlerdir. Toplamda milyonlarca böcek türü vardır ve henüz hepsi sınıflandırılmamıştır bile. Ancak memelilere baktığımızda 8 bin tür, primatlara bakarsak daha az (400 kadar) tür görürüz. Bunun bir sebebi primatların böceklere kıyasla nispeten genç bir grup olmasıdır. Böcekler 500 milyon yıldır varlarken primatlar sadece 55-60 milyon yıldır vardırlar. Ayrıca memeliler içinde en çok türe sahip grup yarasalardır (3 bin tür). Bunun sebebi de primatlara nispeten yarasaların daha kolay yayılıp, irtibatsızlaşıp daha kolay türleşmeleri ve kemirgenlerle birlikte en eski memeli gruplarından olmasıdır (memeli türlerinin yarısı kemirgendir). En az türü olan memeli gruplarından biri ise balinalardır (80 kadar tür).
    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/5/59/Cetaceans.svg/1024px-Cetaceans.svg.png

    Şimdi buradan ne anlamamız gerekiyor? Yarasaların tür sayısı çok çünkü hem tarihsel olarak daha eskiler hem de türleşme hızları daha fazla. Balinaların ve primatların tür sayıları ise nispeten daha yeni olmaları ve türleşme hızlarının nispeten düşük olmasıdır. Bu ve bunun gibi unsurlarla evrimsel açıdan bir varyans matrisi çıkarılabiliyor. Yani bunun meali ıraksaklık derece ölçütü veya benzerlik-farklılık kıyası diyebiliriz. Genetik olarak bakılıyor ve artık kaç milyon yıl önceye ortak atanın dayandığı görülebiliyor. Fizyolojik olarak da fosillerle de kıyaslanarak bir cetvel oluşturulabiliyor ve bazı istisnalar dışında güvenilir bir sonuç veriyor. İstisnalara örnek olarak mesela penguenler verilebilir. Örnek vereyim ki istisna çıkmasının sebebinin yöntemin yanlışlığı değil, doğanın istisnai yapısı olduğu anlaşılsın. Penguenler su dışında düzgün kaçamazlar ve kendilerini iyi savunamazlar. Ancak nispeten az avcı seçilimi olduğu içi sadece yüzmek için seçilime uğrarlar. Foklardan kaçıp balık yakalayabilmeleri gerekir. Bu sebeple tüm penguen türleri birbirlerinden aşırı ıraksamadan benzer kalmışlardır. Ancak kuzenleri kuzey kutup martısı çok farklıdır çünkü karasal avcı seçilimine uğrar.
    https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=BayYVZWWKa6z8weCuZ6oBQ#q=puffin&stick=H4sIAAAAAAAAAONgecToyC3w8sc9YSmLSWtOXmM04uIKzsgvd80rySypFFLhYoOypLh4pDj0c_UN0gzTkzUYpLi44DweAK0dGWdGAAAA
    Ve bu tür penguenden farklı olarak uçabilir. Ancak penguenlerle kuzendir. Kovaryans matrisi ölçütüyle bu türlere bakıldığında akrabalık görülür ve geçmişte hangi zamanda bir ortak atayla birleştikleri bulunabilir. Penguenler arası yöntem istisnası varsa da penguenlerin ortak atası ile kutup martısının ortak atası kovaryans matrisinin öngördüğü tarihlere ait fosillere dayanır. Bu da evrimi gösterir. Ayrıca penguenin yüzgeçlerinin bire bir kanat yapısında olması ve dizlerinin deri içinde saklı olmasına rağmen yürümeye değil, sıcak tutan yağ tabakasını tutmaya yaraması da evrimsel adaptif değişimi yansıtır.

    Farklı canlı takımlarına bakılarak yatkın olunan evrim hızı görülebilir. Bu da iyi bir güvenilirlik derecesinde zaman olarak ölçülebilir. Tabi ki bu zaman ölçümü eskiye gittikçe daha büyük bir küsürat çıkarır ama yine de 100 milyon yıl öncesi için birkaç milyon yıllık hata payı yeterli bir güvenilirlik sağlar. Genetik saat yöntemi bu matrise yardımcı bir unsurdur.

    Akrabalık konusunda ve tanımı konusunda diyeceğim de, iyi bir şekilde evrimi ortaya koyacak kadar veri var. Yani akrabalık söylemi gerçeği yansıtıyor.

    Makaklar ve lemurlar konusunu da yanlış anlamışsın. Ben hiçbir türün bir yere özgü "gökten düştüğünü v.s." söylemedim. Makaklar Fas'tan Japonya'ya kadar bulunurken neden yüzlerce lemur türü bir adada kapalı dedim! Yani eğer makaklar mesela Kuzey Afrika'ya özgü ise neden bazı türleri Çin ve Japonya'da bile var? Peki neden eğer lemurlar tropik ortama özgü ise sadece Madagaskar'da var? Tek tropik ortam orası mı? Endemik türlerin dağılımı da evrime göredir. Yoksa bir anda orada türediklerine dair bir olgu yok. Eğer kahve sadece Doğu Afrika ve Yemen'e özgü bir türse nasıl oluyor da insanlar artık Brezilya'da da kahve yetiştirebiliyor? Yoksa türlerin dağılımı konusunda felsefi bir olgudan ziyade olgusal bir örüntü mü var?

    Göz konusunda iyi yerden girmişsin ama indirgenemez karmaşıklık bilimsel değil bunu tekrar edeyim. Çünkü değil 40, 40 bin farklı doku olsa da göz veya başka herhangi bir organik yapı indirgenebilir. İndirgenemezlik konusunu kapattığımızı sanıyordum ama birkaç cümleyle ele alırsak şöyle oluyor: Diyorsun ki "insan gözünün indrgenmişi yok", evet tabi ki bire bir atamızdan örnek günümüzde yok ama mesela planarya örnek verildiğinde arkaik nematodların özdeşi olarak verilir. Çünkü günümüzdeki farklı takımların çoğunun göz yapısı analogdur. Doğrudan akraba yapılar değildir. Ancak yine de "bir göz tam olursa görür" demek de senin burada kastettiğin yanlışın aslında ta kendisi oluyor; tam göz ne? Bir gözün tam olabilmesi için geçerli sınır, milat ne? Elbette bundan gözün ortadan ikiye kesilmiş halini "eksik göz" diye göstermeye çalışanların üzerini derhal çiziyoruz. Çünkü arkaik, ilkel, atasal demek bir şeyin yarısı veya çeyreği gibi algılanmamalı. Mesela bir yönden geriyken bir yönden ileri olabilir eski form. Canlılık dünyasında birçok göz biçim olması indirgenemezlik gibi bir saçmalığı çürütür. Trilobitlerinde tarihsel olarak eski familyaları yenilerine göre daha ilkel gözler içerir. Yani petek göz indirgenebilirdir. Aynı şekilde nematod gözü de omurgalı gözünden unsurlar içermesine rağmen bize kıyasla "eksik"tir. Mercek yoktur. Yani indirgenmiş haldedir. Günümüzde de bazı türler bu şekilde yaşamayı sürdürebildikleri için tükenmemişlerdir. Yani bizim açımızdan "eksiklik" her ortamda ve her zamanda eksiklik demek değildir.

    Seçilim dediğin gibi random işler. Ancak seçilim random olmaz; burada bilinçsiz bir plan olur (daha doğrusu ister kendiliğinden doğada oldu de, isterse doğa üstü bir vaarlığa atfet; random olmasını değiştirmez). Yani hiçbir dinozor isteyerek kanatlanmaz. Genlerin genetik sürüklenme sistemi ve çevrenin etkisi sonucu bir soysal patikaya girer. Eğer bu yol olumlu ise daha da çoğalıp çeşitlenir; değilse yok olur. Mesela geçenlerde birisi bana "tavus kuşu kendi rengini fark edemiyor ki; nasıl süslü hale gelecek" demişti evrim hakkında. Oysa ki bu sorunun mantığı bile yanlış. Zaten erkek tavus kuşu kendini görmeyecek, dişisi onu görüp beğenecek. Ayrıca bu sistem de istemli değildir. Erkek neden kuyruğunu açıp dans ettiğin bilmez. Yumurta hayali kurmaz. Yuva kurmak için yanıp tutuşmaz. Sadece yapar. Bunu da önceki nesillerde içgüdünün seçilimi sonucu yapar. Ne kadar iyi yavruya bakarsan o kadar çok şansın olur. Ancak ne kadar sağlıklıysan bunu o ölçüde yaparsın. Ne kadar gösterişli ve bakımlıysan da o kadar sağlıklısın. Yani süsünü göstererek seçilimi devam ettiriyor. Dişi en iyi erkeği seçip soyunu daha iyi devam ettiriyor. Ancak dişi de seçerken bilinçli değil, sadece iyiyi seçiyor. Neden seçtiğini bilmiyor. Acaba hiç düşündün mü güzel kızlara bakış açını? Kendinden örnek veriyorum ki daha iyi anlaşılsın. Sen bir kızı beğenirken "vay be, şundan olacak çocuk daha iyi olur, daha düşük olumsuzluğu var" falan diye düşünerek mi beğenirsin; yoksa sadece "beğenir" misin? Hayvanlarda da öyle; uzun zamanlı planlama yoktur. Filler yaşlı ağaçları yıkarak yenilerine yer açıp ağaçlara hizmet ederle ama bunu ağaçlara hizmet etmek için değil, sadece karınlarını doyurmak için yaparlar. Yani türlerde (biz hariç) bilinç yok. (Hatta bizde de içgüdüsel olarak bilinç yok).

    Varyasyonu sormuşsun; evet, varyasyon olmadan seçilim olmaz. Her birey bir diğerinin ikizi olsa ne seçilecek? Fark yok ki seçilsin! Bir soğuk geldiğinde tüm bireyler donacaksa nerede burada ölçüt? İlla ki kaçınılmaz farklar olur bireyler arasında. Belli koşullarda da ayrı ayrı bu unsurlar seçilir. Ayrıca bahsettiğim gececi memelilerin farklı tür oldukları yakın zamandaki genetik analizlerden anlaşıldı. Yani güvenilir. Farklı tür olmalarının ölçütü de evet, üreyebilme kapasitesi. Çiftleşme değil. Bunu yanlış ifade etmişsin. Farklı türler çiftleşebilir ama boşuna olur. Yoksa eşeğe veya tavuğa falan hallenen insanları onlarla aynı tür mü sayacağız? Bu arada bu kısımdaki doğal seçilim tanımın, açıklaman doğru.

    Çiftleşememeyi tekrardan yanlış bir örnek olarak vermişsin doğal seçilim meselesinden sonra. Dediğim gibi çiftleşememek değil, verimli ürün verememek tür ölçütüdür. Yani mesela bazen tavşan kediye atlıyor; o zaman aynı tür mü olmuş oluyorlar? Verimli döl önemlidir ki laboratuvarda da meyve sinekleriyle yapılan deneylerden bir çeşidi de gamet alarak yapay döllemedir ve yeni türeyen türler genelde yapay döllenmeye bile cevap vermez. Yani olayın lab'da olup olmaması bir şey değiştirmiyor. Tür olma ölçütü verimli çoğalabilmektir.

    Fosiller konusunda Ö.F. Noyan'ı örnek vermişsin ama çok eksikleri olan birisi o. Bu videodan da belli ki, ilk amfibilerle ilk sürüngenler arasında en az 15 milyon yıl zaman farkı olduğundan bile habersiz biri (ayrıca son davalar kapsamında tutuklananlar arasında);
    https://youtu.be/okOeyaj2RtY?t=25m9s

    Canlının yumuşak dokusunun bulunmamasına rağmen nasıl bilindiğini paleontoloji kısmında detaylıca anlattım zaten. Kemiklerden kas bağlantı noktaları ve kas genişlikleri, fizyolojisine göre cilt ve post hakkında güvenilir tahminler, yaşadığı ortam ve nişi gibi detaylar genelde bilinebiliyor. Yumuşak doku olmaması sıkıntı değil ki. Hatta bazen olmaması daha iyi oluyor; yavaş çürürken kayaya izi kalan iç organlar bile bazen iz olarak görülebiliyor. Öyle olmasa yumuşakça fosilleri falan olmazdı zaten. Büsbütün ahtapot fosilleri falan var. Ayrıca tamamını bulmak da şart değil. Bulunan farklı örnekler karşılaştırılıp eksikler tamamlanabiliyor. Çocuk oyuncağı değil fosilbilim, koskoca bir bilim dalı. Ciddi sıkıntı da yok. Yine de her bilim dalında olan kadar sıkıntılar var tabi.

    Coealacanth türünün değiştiği nereden belli diyorsun da; günümüzdeki fosille aynı değil de ondan biliyoruz. Uydurulmuyor ki bu! Bu tıpkı bir orangutan fosili gösterip "işte bu da şempanze, 10 milyon yıldır değişmemiş" demek gibi bir şey oluyor.

    Hâlâ bazı şeyleri ısrarla anlatılmamış sanmaya devam ediyorsun. Daha önce ne demiştim; fenotip büyük oranda genotipi yansıtır. Yani genin neyse osundur. Bir çene kemiği de genetik olarak değerlidir, çünkü benzeri gibi genetiğe sahip olduğunu gösterir. Aynı şekilde embriyo gelişimi de genetik olarak belirlenir. Genlerde ne varsa oluşum ona göre olur. Kambriyen'de "patladıkları", tür olarak saçılıp "bir anda" ıraksadıkları saçmalığına maruz kalan ana takımlar aslında embriyolojik olarak bir ağaç oluşturur. Misal dediğim gibi salyangozlarla çok da uzak değiliz. Yani embriyolarımızın temelde aynı oluşup sonra farklılaşıyor olması gerekir. Ne kadar farklı türler olsak da ve na kadar farklı takımlarda olsak da aslında komşu takımlardanız. Bazı embriyolar blastosit evresinden sonra iki kez içe katlanır ve ortada kalan doku iç organları oluşturur. Bazıları dört defa katlanır ve farklı bir gelişim gösterir. Bazıları ise hiç katlanmaz ve iç organı olmayan türleri oluşturur. Yumuşakçalar da akraik solucanlarla akraba oldukları için embriyo gelişimleri benzer kategoridedir. Aynı şekilde biz de "fazla gelişmiş solucanlar" (deyime takılma) olduğumuz için solucanlarla ve yumuşakçalarla aynı erken embriyolojik dönemi geçiririz. Mesela yassı solucanlar embriyolojik olarak katlanmazlar ve iç organsız yassı bir hayat geçirirler. Bizde ise erken dönemde embriyo pizza gibi açılır ve sonra içine katlanır. En içteki kesim kemik ve kıkırdak dokuyu oluşturur. Orta kesim iç organları ve özel dokuları, dış kısım ise deri, kıl, ter bezi, tırnak v.s. oluşturur. Bu oluşum sürecinin farklı olması farklı türler ortaya çıkarabilir. Bunun için de genetiğin değişik olması gerekir az da olsa. Yani embriyoloji de paleontoloji ve fizyoloji de genetikle bağlantılı.

    Dinozor ve kuş meselesi öyle ha deyince açıklanacak mini bir konu değil. Onun için yeri geldiğinde daha detaylı açmak için onu yedekte bırakıyorum. Burada asıl mesele işin mantığı. Diyorsun ki "akrabalık mı önce geliyor yoksa olgu tespiti mi". Mecburen öncelikle tahmin işe giriyor. Çünkü bir yapbozu birleştirirken önce bir parçaya bakıp "buraya uygun galiba" dersin. Ancak yapboz üzerinde fiilen deneyene kadar emin olamazsın. Zamanında da aynı şekilde Compsognathus cinsi dinozorların anatomik olarak kuşlara çok benzemelerinden yola çıkılmış ilk kez. Sonraları çeşitli analizler ve kıyaslar yoluyla anlaşılıyor ki, compsognathus aslında kuşların atası değil, atasından türeyen yakın kuzenleridir. Hep dediğim gibi bu sonuçlar atmasyon değil, birçok başlıkta toplanan yılların birikimidir. Bunun ardından mutasyon meselesine falan girmişsin ve "mutasyon bu kadar türü nasıl ortaya çıkarıyor" demişsin. Zaten bu kadar türün olmasının sebebi mutasyon. Ne anlatıyoruz!!!

    Sürüngen meselesinde isme takılmamanı tavsiye ederim. Çünkü bilimde bir isim kalıplaşınca yanlış da olsa öyle kalıyor. Sürüngen İngilizce'de (raptile) aşağılık, adi anlamına da geliyor. Yani Türkçe'ye çevrilirken sürünme fiilinin benimsenmesi belki bundandır. Daha çarpıcı örnekler de var. Mesela Paleozoik (540-251 myö) kelime olarak "hayvan öncesi" demek ama artık bu adlandırmadan beri hayvanların 580 myö'den beri, yani bu çağın başlangıcından da önce var olduklarını biliyoruz. Sürüngen deyince aklına sürünen şeyler gelmesin hep. Şunlar da sürüngen sınıfında unutma;
    http://www.recessanytime.com/wp-content/uploads/2015/04/Pterodactyl_Fossil.jpg
    http://www.palaeo.gly.bris.ac.uk/Palaeofiles/Pictures/marine/Ichthyosaur.jpg
    http://www.fossilguy.com/gallery/vert/dinosaur/tyrannosaurus/t-rex-fossil-tyrannosaurus-skeleton.jpg
    https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d8/Liopleurodon_ferox_Tubingen.JPG
    https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/736x/f7/b6/48/f7b6488ce78668cd12a4a0a2dae10b91.jpg

    Yani sürüngenin sürünmesi şart değil. Yani fiil olarak değil isim olarak düşün.

    Psödogen olayını da %100 yanlış anlamayı başarmışsın; seni tebrik ederim. Tür içi gen transferi yatay değil "dikey" yani soydan gelen olur zaten. Yatay gen transferinin özelliği türler arası olması, yoksa yatay transfer denmez zaten. Bu yanlışını düzelterek ilgili kısmı bir daha oku. Tekrar izaha gerek yok, yeterince açık anlattım. Ayrıca bir hatan daha var; retrovirüsler büyük oranda evrime olumlu veya olumsuz etki etmezler. Bu sayede nötr genomda taşınırlar ve akrabalığı yansıtırlar. Yani evrimin temel mekanizmalarından değil kanıtlarındandır.

    Sıradaki kısımda retrovirüsleri yanlış anladığını göstermişsin. Retrovirüsler RNA kullanır ve bu şekilde etki ettikleri için protein işlemlerini ve hücre bünyesini random bozabilir. Sonuçta A türünden bir kısım genomu kesip bünyesine alıp sonra B türüne yapıştırabilir. Ancak bu kısımlar çok büyük ihtimalle (%99) işlevsiz olur. DNA fosilinden kastım buydu. Bundan hareketle dediğim gibi ilgili kısmı bir daha oku anlayacaksın.

    Lensk deneyi ve random mutasyon olayında da hayır, sadece o türün evrimleştiğini göstermez. Çünkü tüm türler istisnasız aynı genetik altyapıyla çalışır. Kalıtım fizyolojisi aynıdır. Yani bir türde gördüğümüz evrim hızı değişse de her türde olduğunu gösterir.

    Lenski konusunun ardından tekrar psödogenlere girmişsin. Yukarıda dediklerim burası için de geçerli. Hastalık konusuna gelirsek, evet, bazı genetik hastalıklar evrime katkıdır. Kör köstebeklerin göz perdeleri asla açılmaz. Yani gözleri olmasına rağmen deriyle örtülüdür. Atasının genetik temeline bağımlı olduğu için sil baştan başlayamaz ve evrimsiz bir sistemde asla olmayacak şekilde eksiksiz bir göz oluşur ancak asla göremez, çünkü embriyolojik dönemde gözün önündeki deri hücreleri zamanında lizozom intiharı yapmaz ve hayvan sağlam bir gözle ama kör olarak doğar. Bunun da sebebi atalarından aldığı deri mutasyonudur. Bu temelde bir bozukluktur çünkü ama hayvan toprak altındayken göze zaten ihtiyacı olmadığı gibi gözüne toprak girmesi de olumsuz etkiler. Onun için bu mutasyon birçok başka kazıcı türde olmamasına rağmen random şekilde bu türde seçilmiştir.

    Hastalık olayına tekrar girmişsin ama kanser gibi doku mutasyonlarının soya geçmeyeceğini özelden zaten söyledim. Onun için on kısmı geçiyorum. Mavi göz ilk aşama mıdır, evet. Çünkü bir fark olabiliyorsa bir başkası da olabilir. Sonra bir başkası, sonra bir başkası. Uzun zaman sonra bir bakmışsın ki torun tip ata türden bayağı farklılaşmış. Ayrıca şu mutasyonun popülasyonda yayılmasının zorluğunu kabul et artık! Ne istiyorsun, yalan mı söyleyelim? İhtimali az işte! Ama olmuş, ne yapalım! Olmuşla (mutasyon) ölmüşe (seçilim) çare bulunmaz! Yakın türlere akraba derken uzak türlere de uzak akraba deriz, bu kadar basit. Çünkü illa ki bir kıyas ölçütü var. Tüm organik dünya hem genetik olarak hem yaşantı olarak zincir gibi birbirine bağlı.

    Gösterdiği mutasyon fotoları elbette türleşmeye örnek değil ama ilk aşamadır. Genetik hastalıkları da yerinde değerlendirmek gerekir. Misal siyah tem güneş radyasyonuna bağlı kanser riskini azaltır. Beyaz birisi beyaz olduğu için şanslı (!) olduğunu düşünerek Ekvator'a gittiğinde aslında o ortamın ölçüsüyle "hasta" olduğunu fark edecektir. Çünkü genetik olarak zaten "hasta"dır. Mutantlar gezegeninde yaşıyoruz bunu fark et artık. Tüm organizmalar mutant. Beyaz insanlar da mutant, siyahlar da, tüm insanlar mutant. Hastalık ve fayda ortama göre değişir. Türe göre görecelidir. Köstebek örneğini verdiğim için yeni örneğe gerek yok sanırım. DNA onarım mekanizmalarını ayrıca konuşuruz.

    Fosiller ve akrabalık konusunu tekrar açmışsın son olarak. Burada da bir örnek vererek konuyu bağlamak istiyorum. Daha önce tespit yöntemlerini tek tek izah ettim. Fizyolojik, kronolojik v.s. etkenler var. Yüzücü süüngenler familyası (pistosauroidea) var. Hepsi yok olmuş fosil türlerden ibaret (245-65 myö arası). Bu türlere baktığımızda fizyolojik-anatomik benzerlik görürüz. Bunu tablolaştırdığımızda da taksonomik bir ağaç belirir. Bunu da kronolojiye döktüğümüzde anlamlı bir soy kütüğü ortaya çıkar. Misal bu bir cinsinin boy kıyası;
    https://danniteboul.files.wordpress.com/2013/06/journal-pone-0065989-g024-2.png

    Bu da tüm kıyas cetveli;
    http://blogs.scientificamerican.com/tetrapod-zoology/files/2013/01/plesiosaur-phylogeny-Benson-et-al-2012-600-px-tiny-Jan-2013-Darren-Naish-Tetrapod-Zoology.jpg

    Bu bilgilerden yola çıkarak ve genel-geçer kaideleri de göz önüne alarak (genetik metot dünyada ortaktır, dünyada organik çerçeve bellidir, familya içi morfolojik kıyas uygundur, genel taksonomiye uymaktadır v.s.) akrabalığı ve soy ağacını ortaya koyarız. Merak ediyorsan buradan familyayı detaylı okuyabilirsin;
    https://en.wikipedia.org/wiki/Pistosauroidea



    quote:

    Orijinalden alıntı: Jgdpanzer



    Genetik tespit akrabalığı taksonomik olarak gösterir. Yani misal A-B-C-D-E-F-G günümüz türleri ve A'-B'-C' ve D' fosil türleri olsun. Genetik olarak A ile B'nin (mesela insan ve şempanze) akrabalığıı görürüz. Aynı şekilde mesela C ve D'nin yakın akrabalığını ve E,F ve G'nin akrabalığı gördük diyelim genetik olarak. Fosil türlerden ise genelde gen elde edemediğimiz için anatomik, fizyolojik, coğrafi, kronolojik bulgulara bakarız. Sonuçta mesela A ile B'nin atası A' çıkar (mesela Egyptopitecus bizimle diğer insansıların ortak atası). Mesela C ve D'nin ortak atası B' çıkar (mesela şebek ile makak). E, F ve G'nin ortak atası da C' olsun (mesela lemur, cadımaki ve galago). Kronolojik olarak hepsinden eski fosilleri bulunan bir başka tür olan D' ise çeşitli tetkiklerin ardından bunların hepsinin ortak atası olsun (D masillae gibi). Kıyas yapıldığı taktirde A ile B'nin diğerlerinden daha çok birbirine benzeyeceği görülür. C ile D ve E,F ile G de kendi aralarında familyalarının özelliklerini gösterirler. Ayrıca familyaların benzerliği de akrabalıklarının uzaklığı ölçüsünde azalır, fark artar. Ancak bir ağaç örüntüsü göstererek sınıflandırılırlar. Aynı şekilde A', B' ve C' türlerinin de kendi aralarında bir familya benzerliğinde olmaları beklenir. D' ise aralarında en eski tür olduğu ve hepsinin ortak atası olduğu için hepsinden bir parça özelliği arkaik olarak içerir. Tetkikler hangi türe yapılırsa yapılsın bu sonuçlar evrimi gösteriyorsa evrim nasıl yanlış olabilir?






    Charles Darwin DNA hiçbir şey bilmiyordu. Tüm informasyonları içinde barındıran ve bizi biz yapan bu moleküller yapidir.Burada bizimle ilgili her şey bu molekülün icine yazılmıştır. Her tür bilgi kim ya da ne olursa olsun doğadaa yasayan her canlida bu Enformasyon dedigimiz olay vardir.Fenotip karşı Genotip bu ne anlama geliyor?. Genotip genlerin toplam içeriği, başka bir deyişle, bize ait yazılmış tüm bilgiler bu genotip dir.Ama genotip teki tüm Varyasyon olasılıklarıni (zenginlikleri) biz görmeyiz, gördügümüz sadece fenotip.Tüm bilgi genotip dedir, Fenotip sadece bu bilgiden olabilecek olasiliklardir .Baba ve Annenin bir çocugu çok farklı görünebilir, göz rengi örneğin farklı olabilir bu tür çocuklarin olduğunu biliyoruz.
    Burada resesif genler olabilir.Darwin'in doğal seleksiyonu sadece Phänotip üzerinde oluyor.
    Vahşi parkta iki arkadaşın dolaştığını düşünelim. Birisi uzun ve güçlü diğer arkadaş ise kısa ve kilolu.Aslan bunlarin hangisini yakalar hepimiz biliyoruz.Ama aslani genotip ilgilendirmiyor o sadece fenotipi yemis oluyor.
    Evrimbilimcileri genotipin bildigimiz gibi şans eseri olduguna inaniyor. Başka bir örnek. Önünde bir kitap düşün. F-16 uçağının oluşturabilecek bilgilerin Tümü bu kitabın içinde olsun.Uçak fenotip ve genotip kitapimiz. Biz Bu uçağın uçabildiğini anca inşasi bitiginde anlariz degilmi.Bu kitap biyolojik anlamda genotipi olur. Ama biz bu kitapin mühendisleri tarafından,veja kim tarafından yazıldigni biliriz.Ama biyoloji Yaratici bir gücün resmini alirza o zaman bu kitabi kim yazmis olabilir?.TESSSADÜFFFF.
    Doğal seleksiyon değil doğal seleksiyon sadece uçak olduğunda devreye girer.Kitap tesadüfen meydana gelmesi durumunda, uçağain bitmesine ne kadar beklememiz lazim?.Sonsuz zaman desem ne kadar yalan olur?. Unutmayin matematik arkadasimiz bize bunlarin cevabini veriyor.Ben kitabın okur nerede birisi olması gerekir.Bu kitabi birisinin okuyup anlamasi da gerekir degilmi.Bunuda atlamayalim burasi cok önemli deyilmi ama. Düsünün orada bir kitap var kimse okuyamiyor jada anlamiyor ,kitab o zaman bir ise yarar mi ,yaramaz. Demeki bu kitabi okuyup icnindeki bilgileri ucagin yapiminda uygulaya bilen birine muhtac var. Tüm bu süreç kendiliğinden nasıl oluştu?. doğal seçilim doğal seleksiyonun burada hiçbir etkisi yoktur, Çünkü doğal seleksiyonun bir yaratıcı gücü yoktur.Doğal seleksiyon, sadece zaten var olan iki şey arasında seçim yapabilir. Oluşan gelişen olaylar sadece tesadüflerle açıklanır.

    Mutasyon tipleri nelerdir bir göz atalim.

    Nokta mutasyon türleri, (kromozom mutasyon).
     

    1) baz değişimi hatalar
    2) Yerleştirme (ekleme)
    3) silme (silme)

    Buraya bir göz atacak olursak karşımıza çok ilginç şeyler çıkmakta.mutasyonla tüm farklı formlar olusmus deniyor.Ama sorun burada. Çok hücreli bir hayvan aynı olan hücrelerin sadece bir bölümü değil fakat farklı hücrelerden oluşan bir canlidir.Örneğin, çok karmaşık bir kas hücresi ve sinir hücresi tamamen farklı görünüyor.Kas hücresi sinir hücrelerinden tamamen farklı genler tarafından temsil edilir.Ama ilkel hücrenin genleri sadece bir set ten olusuyordu degilmi.
    Iyide diğer genler nereden geliyor o zaman?.

    Ilkel hücre sadece bir hücre idi, şimdi iki hücremiz var.Bunlar çeşitli yerlerde, devre vejya devre dışı birakila bilinilmesi icin bu yüzden bir şalter gen gerekir. Bir organizatör de lazim bu alanda sadece kas genlerin şalterini tetikleyen. Bu mekanizmanın aynısı sinir genlerine de geçerlidir. Bu genler nereden çıktı?.Sadece şans eseri ortaya çıkabilir mi.Ama bilim tesadüfen geliyor diyor. Bu genlerin çok ayrıntıli karmaşık olmasi,bir süper Mühendisin olma ihtiyacıni doğurmuyormu. .Bir genin hesaplamaları yani oluşbilme olasılığı 10 üzeri 80 deniliyor.Bir Ormanda bombanın patlaması sonucu patlamadan bir ev kendiliğinden oluşabilir
    mi. Ve patlama sadece sadece bir kere değil, genlerin tüm çeşitliliği için geçerlidir.Karmaşık bir süreç genleri etkin ve devre dışı bırakır. Bu genler düzeyinde değil fenotipleri düzeyinde olur.

    Bir tırtıl düşünelimBu tırtıldan bir zaman sonra Kelebek oluyor . Tırtıl da kelebeğin genleri var mı yok mu?. Olması lazım değil mi, Çünkü sonrasinda kelebek olamayacak. Peki kelebekte tırtılın genleri var mı?, olması lazım değil mi Çünkü bir sonraki generasyon yine tırtıl olmasi lazım. Peki tırtılın o anki durumunda kelebeğin genleri ne oluyor?.Evet aynen Klebegin genleri Takur tukur takur tukur kapatılıyor.Tirltil Iste o an kopyalayıp ve sonra kelebek oluyor. Peki tırtılın genleri ne oluyor?.Takur tukur takur tukur kapatılıyor,ve Takur tukur takur tukur kelebeğin gen şalterleri atıyor.Bütün bu mekanizma tırtıldan kelebeğe dönüşüm şalterleri ile nasıl oluştu. Dikkat ediniz genotip den bahsediyoruz,bu nasıl oluştu?. Tesssadüfff.

    Bu iki hücre birbiri ile çalışmıyorsa neye yarar deyilmi.Sinir hücresi, kas hücresi ne söyle lütfen bir sey yapsin.Burdada birkaç genlere ihtiyacımız var, çünkü is bu kadar kolay değil.
    kas olduğunu söyleyen yapısal genler ve bir sinir hücresine, sen simdi acik ve simdi kapalisin diyen promotör genler lazim.bu Psyiologie kontrolü olayi için gen lazim.Embriyolojisini kontrol etmek için bir gen lazim ki bunlar konuşma bilsin.
    Bu genlerin hepsi nereden geliyor böyle?Tesssaadüüfffff.
    Bu kadar inanılmaz tesadüflere İnana bilmek gerçekten sıkı bir inancı gerektiriyor.Genetikçilerin çalışmalari Darwinizmin kafasına o kadar çok darbe indiriyor ki kacan kurtulur.Biyokimyasal yollarin kökeni ,bağımsız olarak farklı tiplerde olmalari gerekir ama bu imkansız çünkü hepsi aynı.Her organizmanin Kansersiklusu vardır.Her organizmanin benzeri bir Glykoges döngüsü vardır.Bu döngüleri en gelişmiş canlidan en basit yaşam formlarina kadar Görüyoruz.Bu yüzden bu karmaşık enformasyon en başından beri olmasi lazim.

    BU konuda köpek irklari güzel misaldir. vahşi Kurttan Köpeklerin türlerini ayrı çekersek en Küçük köpekten taa Sivas kangalı na kadar bu varyasyon olanaklarıni buluruz.
    Yani demek istediğim bu vahşi kurtun içinde tüm bu varyasonlarin insasi vardi.
    Fenotip olan vahşi Kurt bunu sadece ifade etmiyordu,o sadece bir kurt gibi görünüyordu.Ama biz yetiştirme yoluyla bütün bu enformasyonu ayirip çekerek ayri cinsleri görmüs oluruz ,varyason iste budur. Bu varyasyon genlerin alellerine yazılmıştır. Bu varyasyonlar genotipe nerden gelyior ki .Doğal seleksiyon tarafından dedgim gibi ortaya çıkmış olamaz.Bu varyasonlar tasarım seçeneklerinden baska bir sey degildir.

    Bu örnegi bir cok canli üzerinde, misal kelebeklerde ,güvercinlerde olsun kulana biliriz.Gerekli bileşenlerin küçük adımlar üzerinden değişikliklerin gerekli eşzamanda nasil oluşduğu hala bilinmemektedir.Böylece evrimsel değişikliklerin nedenleri üzerinde merkezi bir soru cevapsız kaliyor.Her ne kadar canlılarin değişiklikleri birçok mekanizmaları bilinsede onlar sadece varyasyonların temel türlerde varolan yapıların icindeki değişikliklerdir .Örnek-at gibi at ailesi, eşekler ve Zebralar gibi.Misal hayvancılık ,bu canlıların DNA sindaki esnekliğini bize gösterir.
    Mutasyon ve evrim arasında temel farklılıklar vardır.Canlılar çeşitli dünya tarihinin başlangıcından itibaren aniden ortaya çıkar.Erimsel ara formlar bugünün dünyasında da olduğu gibi korunmuş organizmaların fosileri arasında gruplar arasında makul uygun geçişler ile köprü formları eksik.Canlıların özellikleri birçok aile ağaçlarıni yeniden inşa etmek zordur ve bu genellikle mümkün net bir şekilde olmadığı kadar sistemsiz dağıtılır.

    DNA daki Enformasyonu modüler (sistem) yazilim gibi görebiliriz.Canlıların genetik materyalindeki enformasyonun (Genom) organizasyonunda bilincli modüler(sistem) oldugunu canlilardan görüyoruz.

    Bizim sorunumuz bilinc ve tesadüf meselesi.Tsedadüf gibi görünsede Karsimizda tek bir tesadüf yoktur.Ar arda gelen tesadüfler, Matemtikte olasik tartismasini aciyor.Ve ben burada matematigin gemisine atliyorum.Matematik olamaz diyorsa o zaman bu modüler yazilim (Genom) bir kanuna göre islemesi gerekir.

    Misal Mayıs böceklerindeki renk türleri ilkbaharda siyah renkli olur ve sonbaharda olanlar kirmizi siyah renkli olur.
    Hayvanlarin kisin tüglerini döktügünü biliyoruz. Bu hormonal olabilir ama normalinde genetik dir.Iklimdeki sicak sogukluk meselesini burda görmezden gelemeyiz. Yada cöl de aydinlik ortaminda yasayan havanlarin acik renkli ve ayni türden hayvanlar taslarin arasinda yasadiklarindan dolayi renklerinin kapali oldugunu biliyoruz.
    Bu modüler yazilimin Dna nin tesadüf degilde bilincli bir sekilde deigisdigini burada apacik görebiliyoruz. Bu degisimler tek tük olsa tesadüf diyebiliriz, ama iste yok öyle bir sey.Bilincli bir sekilde bu degisimler oluyor ,kanun gibi.
    canlıların değişimlerini sağlayan mekanizmalar bilinsede bu mekanizmalar sadece türlerin varyasyonlarıni özelleşmelerini (=
    Mikroevolution) açıklayabiliyor.

    Ornitorenk
    kendi içinde birleştiren memeli özellikleri (meme bezleri, kıl)var.Sürüngenlerin özellikleri (yumurta bırakır) ve bir kuş özelliği gibi Boynuz Gagasi var
    .Özel olarak suda yaşadigindan araları perdeli elleri ve manevra icin dönem kuyruguna sahip.

    Genomunun yüzde 82 si, insanlar, fareler, opossum (bir keseli hayvan hayvan türü), ve kuşlarin ki gibiymis.Sütü ile yavrularını beslediginden Bilimadamlari Ornitorenkleri bugün açıkça memeliler arasına sokuyor.Besleme olayi nasil ve neye göre ön plana cikariliyor. Yumurta birakma olayi neden öne cikmiyorda memeli oluyor. Öne cikarmaya kimin hakki var.Insana ,farelere bilmem neye benziyormus yazilimi , iyide insanin yazilimi da bildigimiz mus ile 87% mi 85% mi hatirlamiyorum ayni geliyor.Yazilim enformasyon üzerinden Akrabalik mi kurulurmus.Musun da o zaman bir payi var bu akrabaliklarda . Bende musu akrabamiz ilan ediyorum o zaman.Buna bilim acisindan kim karsi cikacak. Madem Dna benzerligi alin size benzerligi.

    Yazilim dili ayni diye akrabalik araniyor.

    Bilgisayar oyunu düsünelim. Birisi Tarim merkezli strateji oyunu olsun(ekonomi). Birisi de Dövüslü oyun olsun.
    Digeri ise simdi buraya Dikkat Age of empires(Cok severim) 3 gibi bir Strateji oyunu düsünün.

    Age of empires de ekonomi oldugu gibi ayni zamanda catismada var. Bunlar simdi birbirleriyle
    Akrabami olmus oluyor.

    Tabiki Oyun yazilimlari da bir evrim gecirmistir,Bu baska olay.Önemli olan oyunun yazilimidir.Bu oyun yazilimlarininda tesadüf olmadigini lütfen unumayalim.

    Oyunun karekterini degistiren yazilimdir.Oyunu olusturan bilincli yazilimdir. Oyunlarin benzerlikleri üzerinden yazilimlari üzerinden bilimi kulanarak bunlara akrabalik yakistirmak ,yorumdan baska bir sey degildir.

    Bilimin isi yazilimi anlamak di yorum yapmak degil ,Yorumu insan düsüncesi yapar.Insan düsüncesi ,fikirleri,yorumlari metafizik degilmidir.Metafizik olan fikir neden metafizigi dislar.
    Yorum da metafizik bir sey degilmidir.

    Metafizik bilim yapiyor ve bilimle metafizigi metafizik olanla disliyor, iste benim anlayamadigim nokta burasi.




  • Adam ciddi ciddi tum canlilarin gokten indigini tanrinin cani sikildikca satranc gibi oynadigini dusunuyor ilginc

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Adam ciddi ciddi tum canlilarin gokten indigini tanrinin cani sikildikca satranc gibi oynadigini dusunuyor ilginc


    Canlilarin gökten inisini sizinkiler söylüyor ,bizde yok öyle bir sey.

    Genetik bilgi dışarıdan bir anlam yükleme meselesidir. Bu atomların moleküllerin kendi içinden çıkacak bir Hadise değildir. Moleküller atomları bir araya gelince söyle Emirler çıkar böyle Emirler çıkar kes kopyala yapıştır Emri çıkar diye bir fizik kimya kuralı yoktur. Maddi alemde böyle bir özellik yoktur, onun için bu bilgilerin madde dışından önceden yüklenmiş olması gerektiğini bazi uzmanlarda ifade ediyorlar.

    Harfler nedir, biz A olarak B olarak algılarız, Biz hiçbir zaman olarak onları çizgi olarak düşünmeyiz.
    Fakat onlar çizgiden ibarettir. Mesaj Çince bilmiyorsunuz öbür sürü çizgiler şekiller görüyorsunuz ama size hiçbir şey ifade etmiyor. Siz onlara bir anlam yükleyebilirsiniz onlarda anlam olur.

    Onun için yazı anlam taşıyıcıdır yazı anlamın kendisi değildir. çizgi çizmişsiniz buna A ; B ;C demişsiniz

    A ya C diye bilirisiniz yani anlamını siz dışarıdan yüklüyorsunuz. Aynen bunun gibi genetik bilginin de dışarıdan yüklenmesi gerekiyor, yani yazıya anlamını nasıl yüklüyorsak genetik bilgide A ;T :G; C moleküllerinede bu anlamların emirlerin başka biri tarafından yüklenmesi ve Komuta edilmesi gerekiyor. Onun için genetik bilginin menşei metafizik dir. Bu bilgi kendiliğinden çıkmaz ,rastgele olmaz anlam orada bu şekilde kendiliğinden tesadüfen oluşmaz. Onun için bütün çekirdekler genetik bilgiler bir yaratıcı gücün
    varlığına apaçık işaret diyorum.

    Kimyada ve fizikte bir Molekülün kendisini eşlemesine dair ,kopyelemesine dair bir özellik ,bir kural var mı?.YOK . Ehhh yoksa o zaman rahatlikla bir yariticiya inanila bilinir.

    Bu molekül kendisini neden esler , yanlisini bilir,dogruyu bilir. Yanlislari nasil koparir birakir dogrulari alir nasil götürür yeniden yapistirir ,hatalari düzeltir.Bunlari sorgulasak bu bize yetecek zaten .

    Genetic bilgi dedigimizde bunlari düsünmemiz gerekiyor.Hücrenin bölünme sayisi zamani geldiginde, her bir hücreye ayri emir geliyor, sen deri olacaksin , sen kemik olacaksin her birisi özelesmeye gidiyor.Aslinda her kök hücrede tüm yazilim var, ama deri hücresi olacak diger kisimdaki genlerin hepsi susuyor sadece derinin olusumu ilgili genler calisiyor.Kemikle ilgili genler calisiyor diyerleri susuyor.Susmasaydi insanin 52 gözü, 90 tane kafasi 20 ,30 tane eli ayagi salkim sacak bir yapi ortaya cikardi.Bu yüzden calisan genler var susan genler var hepsi düzenli bir koro halinde calisiyor.
    Günümüzde bilim okadar ugrasmasina rahmen bu canlilik meselesini anlamis degil. Kolay kolay cözülebilecek gibide görünmüyor.
    Icimizde takur tukur takur tukur birseyler oluyor ama nasil isledigini bilemiyoruz.Nasil isledigini bilmiyoruz ama Yorum yapmakta sampiyonuz.Bilmedigimiz halde
    Bu öyle olmusdur söyle gitmisdir den öte gidemiyoruz. Canlilik hakkinda hic bir sey bilmiyoruz dene bilecek sevyedegiz hala. Hala diyorum.

    Sen Tsadüfler ile yasa mutlu ol,benim karnim tesadüfler doyurmuyor.




  • dine mine ne kullanıcısına yanıt
    Demek istedigini anladim.fakat evrimin oldugu gercegini degistirmez ki bunlar sen neyi savunuyorsun anlamadim? Hokus pokusla olusamayacagina gore yada bir baligin fil doguramayacagina gore. Sen o zaman evet evrim var ama bunun arkasinda bir tanri da var demek istiyorsun. Iyide evrim buna karsi cikmiyor ki burda gunlerce tartisilan konu, olup olmamasi tanri yapmis yapmamis degil ki.

    Videoyu izledin mi bu arada?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarja Turunen

    Demek istedigini anladim.fakat evrimin oldugu gercegini degistirmez ki bunlar sen neyi savunuyorsun anlamadim? Hokus pokusla olusamayacagina gore yada bir baligin fil doguramayacagina gore. Sen o zaman evet evrim var ama bunun arkasinda bir tanri da var demek istiyorsun. Iyide evrim buna karsi cikmiyor ki burda gunlerce tartisilan konu, olup olmamasi tanri yapmis yapmamis degil ki.

    Videoyu izledin mi bu arada?

    Ben neyimi savunuyorum bak şimdi.

    Bildiklerimizi bir toparlayalım.

    1) prekambriyen zamanında katmanlarda (her yerde) bakterilerin yani ilkel tek hücreli canlıların olduğunu biliyoruz değil mi.

    2) Tek hücreli canlıların ac kaldıklarında birbirileriyle kaynasdigini da günümüzden biliyoruz degilimi.(AÇLIĞI BURADA MEZKANIZMA GIBI DüŞüN)

    Eveeeet şimdi Patoloji katmanlarına göre yani prekambriyen ve kambriyene
    göre nasıl bir şey olmuş olabilir diye bizde fikir yürütelim.

    3) Şimdi bir tarla düşün . Bu tarla dünya olsun. Toprağın kendisinide bu bakterilerden olusdugunu düşün,ilkel hücre (bakteri) değimiz canlının kendini kopyalayıp cogalta bildiğini unutmuyorsun degilmi.Unutma ,çünkü bu çok önemli.. Şimdi Bu bakteriler acligindan bir anda kaynaşmaya başlayıp zamanla daha büyük canlılar olusdurdugunu düşün. Bunu gözünün önünde canlandırmaya çalış lütfen. Bu bakterilerin kaynaşmasını itekleyen açlık olsada önemli olan bunların içindeki DNA. Bu DNA daki bilgiyi hamur gibi düşün,bu hamurdan istediğini sekilendire bildiğini düşün,yani her canlının atası bu hamur olmuş oluyor.

    İşte asil genotip dediğimiz bu hamur {(ATA)/ (enformasyon)} Ilkel bakteri. Fenotip dedgimizde Bu hamurdan(enformasyondan)Bakterilerin birleşmeleri sonucu ırklara canlıların ayrılışı.Bir Avuç Topraktan (Bakteri) kaynaşma sonucu düşün ki bir ot olmuş . Bir avuç bakteri kaynaşarak gitmiş akrep olusdurmus.

    Böylece istediğin canlıları olusdura olusdura gide bilirsin.Genetik kod (hamur dedgimiz) bilinen tüm türler ve geniş canlı organizmalar için aynıdır.

    Şimdi buraya dikkat:
    Bu kaynasmada oluşan misal kertenkeleler kendi dna larını koruyorlar,başka kaynasmadan oluşan başka ırklar(canlılar) ile birlesmiyorlar . İşte bariyer değimiz olay bu.

    Her Irk kendi kaynaşmasını koruyor.Zamanındaki bir avuç bakteriden gelen ırklar kendi kaynaşmasını koruyor. O kaynaşma organize etmiş kendisini. Başkasını kabul etmiyor etmediği için de kendini koruyor.At eşek katır misali.Bu insana da geçerlidir. Insan bir maymunla ciftlesemiyorsa anla ki bizim kaynasmamiz aynı değil .AtA filan aynı değil.İnsanoğlu kendi yolunda kendi evrimini izlemiştir.Belki akıl ve zekâsı gelişmemiş ola bilir,görünümüde vahşi olabilir ama mutlaka içinde bu neyin nesi diyen bir merakı vardı.Onu öbür canlılardan ayıran en önemli faktör belkide zayıf olmasıydı. Bu birlik duygusu belkide bu zayifligimizdan geliyor. Bu birlik beraberlikten sevgi ne bileyim bağımlılık duygusu gelişmiş ola bilir.Belkide insanoğlu bu sevgi yüzünden korkusunu yenip canlılık dünyasındaki korku kanunu yıkarak gücü eline aldı. Sevdiğini korumak için kendini fedakârlıkla organize edebilen canlıdan daha tehlikeli ne var bu dünyada. Hayvan düynyasinda ölümü göze alma olayı bir tek disilerde görülür.

    Ben profesör değilim.Iki tane Patalojik katmanlardaki bilgileri birlesdirdim.Ogün ne varmış diye baktım. O günkü canlı hakkında biz bugün ne biliyoruz diye baktım.
    Olsa olsa böyle olmuş olabilir dedim ,olay bu.

    Bu canlıların aniden ortaya çıkışını benim teori de acikliyamasa bile bence bir çok şeyi açıklıyor. En önemliside Matematiğe ters düşmüyor.Ters düşmüyor derken Canlının oluşumundan bahş etmiyorum.Bilimde fizikte yok böyle bir örnek,oluşum mevzusu zaten başlı başına bir mucize.Bilimadamlarida zaten açıklayamadığı için taşı atmışlar asteroidlere.


    Ama benim teoride en azında microp ademin götü terlemiyor.Güzel kardeşim bu kısa sürede bu kadar canlıyı dallanarak hemde üstüne üstelik mutasyon üzerinden
    aciklamya kalkmak Ideolojik fikirden başka bir şey değildir.

    Kızma lütfen arkadaşım ama verdiğin linkte benzerliklerden başka bir şey yok,.Bir şeyin bir şeyden türediğini göstermek öyle olmaz ki.Kafataslarını yan yana koyup olmaz bu işler.
    Bu türden videolar izletmene de gerek yok ,bunlari bildigimizden ama bize yetmediginden biz zaten evrimi elestiriyoruz.




  • Evrimin yontemini anlayamamis bir dahi daha

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.