Şimdi Ara

AZİZ NESİN KÖŞESİ

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
12
Cevap
0
Favori
998
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Merhaba arkadaşlar 1000.mesajımı Aziz NESİN üstada, şiirlerine,yazılarına açılacak bir kapı olması umudu ile konu açarak hazırlamak istedim.
    Üstadın en sevdiğim şiirlerinden ikisini paylaşmak istiyorum..



    AŞK ÜZRE

    Sevişirken yılan bile dokunmaz
    Tapınmakta aşktan saygın olamaz
    Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
    İstiyorsan uzak kalmak ölümden
    Hep aşk üzre olmalısın a caanım
    Ki ölüm de sevişirken kıyamaz


    Aziz NESİN





    KENDİME ÖĞÜT

    Uslanma hiç hep deli kal
    Büyüme sakın çocuk kal
    Es deli deli böyle kal
    Son harmanında sevdanın
    Tüken toz toz savrula kal
    Suçüstü bulmalı ölüm
    Ölürken de sevdalı kal ...


    Aziz NESİN



  • sonsuz abimi saygıyla anıyorum.bu güzel konuyu açtığın içinde sana teşekkür ederim defender kardeş
  • Güzel konu olmuş, ilgilenenlerin şu konuyu da gözardı etmemesini öneririm;

    http://forum.donanimhaber.com/m_26767000/tm.htm
  • Acının Duvarı Asılınca


    Kendisi çatlamadan
    Toprağı çatlatamaz tohum

    Aşmışım sınırını mutsuzluğun
    Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum

    Acısını artık duyamıyorum
    Ki kendim öyle bir acı olmuşum

    Nasıl görmezse göz kendini
    Kendimi arıyor bulamıyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi K.MARX -- 2 Kasım 2008; 1:16:50 >
  • "Sizin memlekette eşşek yok mu ? "
    İsimli kitabı ve kitapla aynı ismi taşıyan hikayesi günümüz politikacılarına okutulması gereken hoş bir hikayedir. Özelleştirme veya yabancılara mülk edinme altında yapılan satışlar yabancılara aynı soruyu sormamızı gerktirir. Sizin memlekette eşşek yok mu ? Çok hoştur gerçekten bu kısa hikaye. Okuyun mutlaka...

    (:
  • SİZİN MEMLEKETTE EŞEK YOK MU?


    Dişi ağrıyor gibi bir eli yüzünde, başını sağa sola sallaya sallaya içeri girdi. Biyandan elini
    yanağına vuruyor, biyandan da,
    - Tuh rezil olduk, rezil olduk... diyip duruyordu.
    Oysa çok kibar bir adamdır. Kapıdan girer girmez, daha selam bile vermeden "Tuh, rezil
    olduk..." diye dövünmesine pek şaştım.
    • Hoş geldiniz, dedim, buyrun... Oturun rica ederim...
    • Rezil olduk, rezil...
    • Nasılsınız?
    • Daha nasıl olalım; nasıl olacağımız kaldı mı, rezil olduk işte...
    Tuuu!....
    Başına bir felaket geldi sandım, belki de ailesinden yana bir felaket.
    • Yerin dibine geçtik, iki paralık, iki paralık olduk.
    • Neden, ne oldu da?...
    • Daha ne olsun, bir kart uyuz eşeği adama ikibinbeşyüz liraya
    sattılar.
    Biraz geri çekilip, dikkatle yüzüne baktım: Yoksa çıldırmış mıydı? Korktuğumu
    saklayacak değilim. Karımı çağırmaya bahane olsun diye,
    • Bir kahve içer misiniz? dedim.
    • Bırak şimdi kahveyi, dedi, rezil olduk... Bir nalsız kart eşek ikibinbeşyüz
    lira eder mi?
    • Hiç eşek alıp satmadığımdan bilemeyeceğim...
    • Canım, ben de eşek cambazı değilim ama, bir eşeğin ikibin
    beşyüz lira etmeyeceğini bilirim...
    • Sinirleriniz mi bozuk sizin?
    • Bozuk ya... Benim sinirim bozulmasın da kimin bozulsun?
    Siz hiç ikibinbeşyüz lira eden eşek gördünüz mü?
    • Aşağı yukarı yirmi yıldan çok oldu, hiç eşek görmedim...
    87
    • Ben size bir eşeğin ikibinbeşyüz lira edip etmeyeceğini soru
    yorum.
    • Ne diyeyim bilmem ki... Marifetli bir eşekse, belki o kadar eder...
    • Ne marifeti canım efendim, eşek bu.. Nutuk atacak değil ya...
    Basbayağı eşek işte... Üstelik, hem uyuz, hem de kart.. . Adama ikibinbeşyüz
    liraya sattılar. En kötüsü de ne biliyor musunuz, bu
    satışa ben alet oldum.
    • Yaaaa... Nasıl oldu bu iş?
    • Ben de onu anlatmaya geldim... istanbul Üniversitesi'nden,
    Amerika'nın davetlisi olarak karımla gitmiştik ya... Biliyorsunuz,
    Amerika'da bir yıl kalmıştık.
    • Biliyorum.
    • Amerika'da bir profesörle tanıştım, dost olduk... Bana çok
    yardım etti. Çok iyiliği oldu. Türkiye'ye dönünce de mektuplaş
    maya devam ettik... Türk dostu, Türkler'i çok seven bir adam...
    Bir mektubunda, bir arkadaşının Türkiye'ye geleceğini, bu arkada
    şının antika halı uzmanı olduğunu, halı üzerine hazırlayacağı bir
    kitap için Türkiye'de inceleme ve araştırmalarda bulunacağını yaz
    dı ve bu mektubunda bu arkadaşına yardım edip edemeyeceğimi
    soruyordu.
    Ben de, halı uzmanı olan arkadaşı, üniversitenin tatil olduğu aylarda Türkiye'ye gelirse,
    kendisine memnunlukla elimden gelen yardımı yapacağımı cevabımda bildirdim. Halı uzmanı
    da önce Hindistan'a, İran'a gidip oralarda inceleme ve araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye'ye
    geleceği için, zaman bana da uygun düşüyordu.
    Halı uzmanı temmuz ayında geldi. Amerikalı profesör arkadaşımdan, benim adresimi,
    telefon numaramı almış gelirken. Kaldığı otelden bir gün bana telefon etti. Ben de kalkıp
    otele gittim. Cin gibi bir adam. Alman asıllı bir Amerikalı. Galiba yahudilik de var, belki
    Alman yahudisi de sonradan Amerikalı olmuş.
    Daha önce dolaştığı yerlerden dört büyük bavul dolusu halı, kilim, heybe getirmiş.
    Bavullarını açıp antikalarını gösterdi. Bunlar, çok eski hali, kilim, heybe parçalarıydı...
    Topladığı parçalardan çok memnun görünüyordu. Bunların, değeri ölçülemeyecek bir hazine
    olduğunu söylüyordu. Hele, ancak üç karış eninde, beş on ka-
    88
    nş boyunda bir eski halı parçası vardı, bunun en azından otuzbin dolar değeri olduğunu
    söylüyordu. Ama o bunu, bir İranlı köylüden bir dolara satın aldığını övünerek anlatıyordu.
    Üstelik İranlı yoksul köylü, bir dolar karşılığı olan dinarlarını eline alınca şaşırmış da,
    sevincinden dualar etmiş.
    O eski halı parçasının neden bu kadar çok para ettiğini sordum. "Çünkü" dedi, "bu halının
    her santimetrekaresinden seksen ilmik var. Bu bir şaheserdir." Adeta şehvetli bir istekle
    durmadan halı üstüne bilgi veriyordu. Şimdiye kadar en çok, santimetrekaresinde yüz ilmik
    olan bitek halı varmış yeryüzünde, o da bilmem hangi müzedeymiş, bir duvar halısıymış.
    Bir keçe gösterdi, "Bunu elli sente aldım" dedi, keyfinden kurnaz kurnaz gülüyordu. "Bu
    keçe de en az beşbin dolar eder" dedi.
    "Nasıl bu kadar ucuza alabiliyorsunuz bu kıymetli eşyaları?" dedim.
    "Kırk yıldır bu işle uğraşıyorum" dedi, "bizim de kendimize göre usullerimiz vardır."
    Sonra öyle usuller anlattı ki, şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Halı albümüyle, halı üstüne üç
    kitap yayınlamış. Dünyadaki en zengin bikaç halı koleksiyonundan birine de o sahipmiş.
    Anadolu gezisine çıktık. İl il, ilçe ilçe dolaşıyorduk. Camilerdeki, kendince değerli
    bulduğu halılann renkli fotoğraflarını çekiyor, durmadan notlar alıyordu. Bikaç kişiden eski
    heybeler, halılar, keçeler, kilimler de satın aldı. Söylediğine göre burda aldıkları, Hindistan'da,
    Afganistan'da, Çin Türkmenistan'ında, İran'da aldıklarının yanında hiç kalırmış.
    "Çok değerli Türk halıları da vardır a-ma, hiç rastlamıyoruz" dedi.
    Arkeolojik kazılar yapılan bir bölgeye geldiik. Bir Amerikan, bir de Alman arkeoloji
    heyeti, beş on kilometre arayla kamp kurmuşlar, kazı yapıyorlar. Yerin altını üstüne
    getirmişler, dağlan tepeleri hallaç pamuğu gibi atmışlar. Tepeler unufak olmuş, toprak tiftiği
    atılmış.
    Kazı yapılan yer, aşağı yukan bir kasaba genişliğinde. Biçok çadırlar kurulmuş. Buralarda,
    İsa'dan önce onuncu yüzyıldan günümüze kadar bikaç uygarlık, toprağın altında üstüsteymiş.
    Yerin altından bir değil, bikaç şehir çıkarmışlar, saraylar, mezarlar filan...
    Çok ilginç bir yer olduğu için, tarihe ve arkeolojiye meraklı tu-
    89
    rist arabaları buralarda cirit atıyor. Her iki üç kilometrede bir, beş on turiste rastlanıyor.
    Kazı yapılan yerlerin dolaylarındaki köylüler de buraya dolmuşlar, yeraltından bulup
    çıkardıkları tarihi, arkeolojik çanak çömlek parçalarını turistlere satıyorlar. Turistler bunları
    kapışıyor. Köylü çocuklar bile yol boylarına dizilmişler, turistlere, yeraltından çıkardıkları
    halkaları, yazılı taşlan, kırık vazo parçalarını satıyorlar. Küçük küçük yalınayak kızlar
    oğlanlar "Van dalır", "Tuu dalır..." diye çığrışarak turistlerin üstlerine koşuyorlar.
    Nasıl olsa buralara kadar gelmişken, ben de hatıra olsun diye bişey alayım dedim. Ancak
    on yaşında görünen sarı saçlı bir kızın elinde bir vazo kulpu, yanındaki oğlanın elinde de
    adam kafası biçiminde küçük bir mavi taş vardı. Bu mavi taşın bir yüzük taşı olabileceğini
    düşündüm.
    - Kaça yavrum onlar?... dedim.
    Kız vazo kulpuna kırk lira, oğlan da insan kafası biçimindeki mavi taşa onbeş lira istedi.
    Bildiğimden değil ya, ucuz alayım diye,
    - Pahalı... dedim.
    Kızla oğlan, büyük bir adam gibi anlatmaya başladılar. Hiç pahalı olur muymuş!
    Babası günlerce toprağı kazmış da, yerin beş metre altında bulmuşlar onları.
    Alacaktım. Ama halı uzmanı Amerikalı arkadaşım, bunların ne tarihi, ne arkeolojik
    değerleri olduğunu anlattıktan sonra Doğu'da gezip dolaştığı her yerde durumun aynı
    olduğunu söyledi: "Oralarda da tıpkı böyle işte. Turistlerin uğrağı olan kazı yerlerinde köylüler,
    kadını erkeği, çoluk çocuk turistlerin önlerini keserler. Ellerine ne geçmişse, antika diye
    yuttururlar."
    Bu kurnaz köylüler, eski eserleri öylesine ustalıkla taklit ederlermiş ki, ünlü arkeologlar
    bile aldanır, ora köylülerinden yüksek fiyatla bunları satın alıp kazıklanırlarmış. Hatta bir
    Amerikalı turiste, tüylerini tıraş ettikleri bir çoban köpeği leşini, kral mumyası diye
    yuttururlarmış. Bu dalavereleri anlatırken kıh kıh diye sesler çıkararak kurnaz kurnaz
    gülüyordu. Ama sahteci köylülerin yaptıkları bu taklit eşya da yabana atılır şeyler değilmiş
    yani, büyük hüner, ustalık işiymiş. Mesela demin çocuğun elinde gördüğünüz,
    90
    insan kafası biçimindeki küçücük mavi taş... Kolay mı, böyle bir iş yapmak...
    Kiraladığımız cipte gidiyorduk. Hava da çok sıcak... Yol üstünde iki üç kavak ağacı bir de
    kuyu gördük. Gölgede yemeklerimizi yiyecektik. Kavağın gölgesine uzanmış yaşlı bir köylü
    uyukluyordu. Köylünün az ötesinde de bir eşek oturuyordu.
    Yaşlı köylüyle selamlaştık, konuşmaya başladık. Köylünün sözlerini Ingilizceye çevirip
    Amerikalı'ya aktanyordum.
    • Buradaki köylerde ne yetişir daha çok?
    • Hiç de bişey yetişmez... dedi. Eskiden ekim biçim vardı, tahıl
    yetişirdi. Ama bu kazılar başlayalı beri, var bir yirmi senedir, köy
    lü iyice tembelleşti, hiçbişey ekmez oldu gayri...
    Amerikalı,
    • Aynen başka yerler de böyle, dedi.
    Yaşlı adama,
    • Peki neyle geçinir köylü? diye sordum.
    - Yerin altından çanak çömlek kırığı, taş maş parçalan çıkart
    mak moda olduğundan beri, köylüler işi boşladılar, kazmayı kapan
    kazdı toprağı, ne bulduysa, ne çıkardıysa, buralara doluşan ecnebi
    lere sattı boyuna...
    Amerikalı,
    - Aynen,başka yerlerde olduğu gibi... dedi.
    Köylü,
    - Bizim bura insanları çok bir alçaktırlar, dedi, memleketin bü
    tün hazinelerini yok fiyatına sattılar ecnebiyeye... Toprakların al
    tında öyle taş direkler, mezarlar çıktı ki, bunlan değerini bulup sataymışız,
    daha böyle on Türkiye yeniden kurulurmuş. Bu senin ec
    nebiye dediğin de kimler? Hepsi hırsız... Toprağın altından çıkan
    antikaları çalıp çalıp kaçırdılar... Burdan kaçırdıklarını götürüp
    kendi memleketlerine koca koca şehirler kurmuşlar yeniden onlar
    la... Kimisi kendi kazıp çıkardı, kimisi köylünün çıkardığını, kandınp
    elinden bedavaya aldı...
    Amerikalı,
    • Aynen, başka yerlerde de böyle olmuştur... dedi.
    • Artık, dedi, toprağın altında da çıkaracak bir bok kalmadı...
    Varsa da kulak asma, hükümet gözünü açtı gayrı, kimseye bişey
    kaptırmıyor. Bu ecnebiye eğer gene çalıyorsa, hükümetten çahyor-
    91
    dur. Ula ki, hükümet kendisi satıyordur değer tıyatına... Amerikalı,
    • Evet, dedi, aynen başka yerlerde de böyle olmuştur.
    • Öyleyse köylüler şimdi nasıl geçiniyor?
    • Sonra... Buralarda altı köy vardır. Evlerine git, bir çul çaput
    parçası bile bulamazsın, ne bardak, ne desti, ne çanak... Hepsinin
    evi tamtakır...
    • Neden?
    • Neden olacak, bu turistlere satıyorlar. Evlerde bir kıymık kal
    madı. Her neleri varsa hepsini antikaya çevirip satıyorlar. Toprağın
    altında çürütüp, paslandırıp, bozuk antikaya çeviriyorlar. Bizim
    bura insanının ahlakı iyice bozuldu bey. Geçen gün, bacak kadar
    bir oğlan, bir de baktım, benim eşeğin boynundan boncukları çalı
    yor. Boncuklan çalıp da toprağa gömecek, anladın mı, sonra top
    raktan çıkarıp antika diye yutturacak... Evlerde gelinlik kızlar hep
    antikacı kesildi, parmak kadar bir taş eline geçiren, kesip oyup, ol
    madık hüner çıkarıyor ortaya... Eşek nalından madalya, eski para
    yapıyorlar.
    Amerikalı,
    - Ben size söylemiştim ya, dedi, başka yerlerde de aynen böyle
    dir.
    Yaşlı köylüye,
    • Sen nasıl geçiniyorsun, ne iş yapıyorsun? dedim.
    • Ben eşek alıp satarım... dedi.
    Bunu söylerken de, kuyudan su çekip, kuyu yalağında eşeğine su verdi. Eşek su içerken
    Amerikalı birden fırladı eşeğin yanına gitti. Biz köylüyle konuşuyorduk.
    • Eşek ticaretiyle geçinebiliyor musun?
    • Hamdolsun... Beş senedir bu işle geçinirim, şükürler olsun...
    • Ne kazanırsın mesela?
    • Hiç belli olmaz.. Eşeğine göre...
    • Bir eşeği ne kadar zamanda satabilirsin?...
    • Hiç belli olmaz... Bazı bakarsın, üç ay, beş ay eşek satılmaz,
    elinde kalır... bazı da bakarsın bir günde beş eşek birden satılmış...
    Amerikalı yanıma geldi. Pek heyecanlıydı.
    - Aman, dedi, aman... Eşeğin üstünde bir halı parçası var, gör
    dün mü?
    ingilizce konuştuğu için köylü anlamıyordu. Eşeğin sırtında
    eski püskü, çamurdan bir çul vardı...
    • Şu pis bez mi? dedim.
    • Aman, dedi, bu bir harika, bir şaheser... Demindenberi siz
    burda konuşurken, ben o halıyı inceliyordum. Renkler de, desen de
    harika, işçilik fevkalade.... Santimetrekaresinde tam yüzyirmi il
    mik var. Dünyada böyle bişey görülmemiş, emsalsiz bişey...
    • Satın alacak mısınız? dedim.
    • Evet, ama... dedi, köylü halıyı alacağımı anlamasın... Ben
    bunları çok iyi bilirim. Atacakları eski, yırtık çarığı satın almaya
    kalksan, demek bunun kıymeti varmış, demek antikaymış diye
    dünyanın parasını isterler. İstedikleri bişey değil, ne kadar para
    versen gözleri doymaz, fiyatı yükseltirler boyuna... Onun için köy
    lüye çaktırmayalım...
    O sırada yaşlı köylü,
    • Ne dangırdıyor gavur, fan fing ediyorsunuz... dedi.
    • Hiç, dedim, buralarını çok sevmiş de...
    - Sevilecek nesi var buralarının, kel kıraç tepeler işte...
    Amerikalı,
    • Ben size ucuza satın alma metodlanm var demiştim ya, bakın
    şimdi bir metod kullanacağım., dedi.
    • Nasıl?
    • Halıya istekli olmayacağız, eşeği satın alacağız. Tabii bu köylü
    halının kıymetini bilemediğinden, biz eşeği alınca eski çulu da eşe
    ğin sırtında bırakacak... Biz sonra halıyı alır, az ilerde eşeği salıveri
    riz. Siz şimdi benim eşeği satın almak istediğimi söyleyin köylüye...
    Köylüye,
    • Sen eşek satıyordun değil mi? dedim.
    • Hee, eşek satıyorum... dedi.
    • Mesela bu eşeği kaça satarsın?
    • Alıcısına göre...
    -Biz alıcı olsak...
    Güldü.
    • Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Sizin gibi bey takımı eşeği
    n'idecek?
    • Ne yapacaksın sen canım... Alalım biz bu eşeği. Kaça vere
    ceksin?
    93
    • Alıcısına göre, dedik ya... Sen mi alacaksın, yoksa bu gavur
    mu?
    • O alacak...
    • Ne milletten o herif?
    • Amerikalı...
    • Hımmmm... Yabancı değelmiş, bizden sayılır... Yahu, bu ga
    yetle kart bir eşektir, söyle ona, bu eşek işine yaramaz.
    Amerikalıya söyledim.
    • Aman çok iyi, demek ucuza verecek... dedi.
    • Kart olsun, razı o...
    • Amerikalı'ya ayıp olur canım, sonra herif memleketine gider
    de Türkler beni kazıkladı, der.
    Amerikalı'ya söyledim.
    - Türk köylüsü çok saf, çok doğru insan... dedi, başka yerlerde
    olsa hemen satarlardı. Madem ki o bu kadar iyi kalpli bir adam,
    ben de ona çok para vereceğim.
    Köylüye,
    • Amerikalı razı... dedim.
    • İyi ama Bey, bu eşek Amerika'ya varmadan yolda ölür. Hemi
    de bu eşek uyuzdur gayetle, her bir yanı vıcık uyuz...
    • Sana ne canım, istiyor adam...
    • Allah Allah... Yahu, bu kancık eşek değel ki bir işine yara
    sın.. Ne yapacak bu uyuz kart eşeği?
    • Nene gerek senin? ... Sen alacağın paraya bak... Kaça veriyor
    sun şimdi bu eşeği?
    Köylü,
    - Çok merak ettim, dedi, hele bir sor o Amerikalı efendiye, onun
    memleketinde hiç eşek yok muymuş...
    • Sizin memlekette eşek yok mu, diye soruyor.
    Amerikalı biraz düşündükten sonra,
    • Var ama, dedi, böylesi yokmuş, deyiniz...
    Köylüye söyledim.
    • Hımmmm.... Demek Amerikan eşeğini beğenmiyor da Türk
    eşeğine meraklı. Eh ne yapalım, benden günah gitti... Ben eşeğir
    herbi kusurunu saydım. Şimdi ecnebiyeden bir herifin hatırını kıra
    cak değiliz ya, bir uyuz eşek için... Satalım öyleyse...
    • Kaça?
    94
    • Sizin için onbine olur...
    • Nee? Deli misin sen yahu, çıldırdın mı? En halis Arap cinsi
    koşu atı iki üç bin lira...
    - Öyleyse eşeği nidecek, koşu atı alsın en halisinden...
    Amerikalı'ya adamın onbin lira istediğini söyleyince,
    - Ben demedim mi, dedi, alıcı oldun mu, bunlar böyledir işte...
    Demek kıymeti yüksekmiş diye çok para isterler. Ya halıyı almaya
    kalksaydık, yüzbin lira isterdi. Şimdi ben bu eşeğe onbin lira veri
    rim. Ama, vermeye kalksam, ellibin ister... Onun için sıkı pazarlık
    etmeli..
    Köylüye,
    • Doğru söyle dedim, sen bu eşeği kaça aldın?
    • Bende yalan yok, dedi, bak şimdi abdestliyim, yalan söyleye
    cek değilim ya... Ben bu eşeği, derisinden çarıklık çıkarmak için
    beş liraya aldım. Nasıl olsa bugün yarın geberir, ben de derisini
    yüzerim... Başka da bir işe yaramaz...
    • insaf yahu... Beş liraya aldığın eşeği, nasıl onbin liraya satma
    ya kalkıyorsun?
    • Canım biz satıcı olmadık, siz alıcı oldunuz.. Kart dedim, ol
    sun diyor adam. Uyuz dedim, razı.. Kancık değil dedim, gene isti
    yor. Yarına çıkmaz ölür dedim, iyi diyor gene... Hele az daha unu
    tacaktım, topal da bu eşek, ard ayağı aksar bunun...
    • Olsun..
    • Gördün mü? Demek bir kıymeti, bir kerameti var bu eşeğin
    benim anlayamadığım. Yoksa bu Amerikalı gavuru, ne diye uyuz
    ve de kart ve de erkek ve de topal bir eşeği almaya kalksın... Değil
    mi? Onbin... Aşağı kurtarmaz... Veremem...
    Amerikalı'ya,
    - Aşağı inmiyor, verelim mi onbini?... dedim.
    İki saat pazarlık ettik. Arada bir vazgeçmiş gibi görünüp yürüdük. O hiç aldırmadı. Dönüp
    geldik yanına...
    • Döneceğinizi biliyordum ben sizin... dedi.
    • Nerden biliyorsun? dedim.
    - Bilinmez mi canım? Böyle bir kelepir eşek düşürmüşsünüz,
    kaçıracak değilsiniz ya...
    Cipin şoförüne, cipi götürüp, ilerde yol üstünde bizi beklemesini söyledim. Eşeği orda
    başıboş bırakıp cipe binecektik.
    95
    Neyse efendim, çekişe çekişe pazarlıktan sonra ikibinbeşyüz liraya uyuştuk. Paralan
    saydık eline. Köylü de, sırtındaki çulu alıp eşeğin yularını elimize verdi.
    - Haydi hayrını görün! dedi.
    Sonra da ekledi:
    - Herhal ucuz gitti bizim kart uyuz eşek ya, neyse... Malın hayınm
    görün.
    Amerikalı'nın gözleri açılmış, köylünün elindeki halı parçasına bakıyordu. Şimdi ne
    olacak?
    - Aman belli etmeyelim, dedi, eşeği alıp biraz gidelim, sonra
    hiç umursamazdan gelip dönelim, "Aman eşeğin beli üşür, şu çulu
    ver de üstüne örtelim" diyelim... Adam, asıl halı parçasını istediği
    mizi sakın anlamasın...
    Eşeği ipinden tutup yürüdük. Yürüdük dedimse lafın gelişi, biraz zor yürüdük...
    Amerikalı arkadan iter, en önden çekerim, eşek yine de yürümez bitürlü... Kart eşekte
    yürüyecek derman kalmamış... Halıyı köylünün elinden kurtarsak bir, eşeği bırakıp
    savuşacağız...
    Eşeği ite kaka, yirmi otuz adım açıldık, köylü arkamızdan seslenerek seğirtti:
    - Durun, durun, eşeğin şeyi kalmış...
    Aman! Adam çulu kendiliğinden getiriyor diye bir sevindi ki... Adam koşup geldi,
    tepeyi aştı:
    - Yahu, dedi, eşeğin kazık demirini unuttunuz. Amerika'ya gö
    türünce bu eşeğin bağını nereye çakacaksınız? Düşünmezsiniz:
    Hiç kazıksız eşek alınır mı? Acemi olduğunuz nasıl da belli...
    Ucu halkalı demir kazığı da aldık elinden... Amerikalı bana:
    - Hadi sırası, şimdi de halıyı iste... Aman belli etme... "Şu pis
    çulu da veriver" de...
    Köylüye,
    • Bu eşek çok zayıf, hastalıklı da... Üşüyecek yazık, dedim. Sen
    hayvanın üstüne eski bir çul örtmüştün, o pis çulu ver de üstüne atalım...
    • Yooo, dedi, çulu veremem... Siz benden eşeği aldınız, çulu de
    ğil...
    • Evet, eşeği aldık... Çulu da üstüne örtelim. Zaten eski, pis...
    Para da etmez.

    • Evet, eski ve de pis... Ve de para etmez... Ama veremem.
    • Neye?
    • Veremem beyim... Baba yadigarı bir çuldur, verilmez... Ata
    dan dededen kalma bir hatıra... Veremem...
    Amerikalı'ya "Vermiyor, babadan kalma yadigarmış" dedim. "Ne işine yararmış sanki, sor
    bakalım" dedi.
    - Bu pis çul parçası ne işe yarar sanki... dedim...
    Köylü birden ciddileşti:
    • Ne demek ne işime yarar, şimdi bir başka uyuz eşek alıp sırtı
    na koyacağım. Kısmetim varsa, sizin gibi bir meraklısını bulur, Allahın
    izniyle onu da satarım. Bu çul bana uğur getirir, uğur... Ben
    size kazığı da üste bedavadan verdim. Ona bişey dedim mi?
    • Canım çula da bikaç kuruş verip alalım, örtelim hayvana...
    • Amma yaptın. Sonra ben eşekleri nasıl satacağım?... Beş yıl
    dır kart uyuz eşekleri hep bu çul sayesinde satıyorum... Hadi güle
    güle... Vann malın hayrını görün...
    Amerikalı'nın yüreğine inecek diye korktum. Koluna girdim. Köylü bikaç adım açıldıktan
    sonra uzaktan seslendi:
    - Eşeği bırakacaksanız, zahmet edip uzağa götürüp bırakmayın
    da hiç mi değil, yorulmayayım...
    Eşeği orada bırakıp, cipin olduğu yere kadar yürüdük. Amerikalı halı uzmanı,
    - Başka yerlerde işte bu yoktu, hiç başıma gelmemişti, dedi,
    hepsi aynen, ama bu başka numara...
    Cipe bindik. Kazık hâlâ elindeydi. Onu elinden atmıyordu.
    • Ne yapacaksınız bu demir kazığı? dedim.
    • Hatıra olarak bu kazığı, halı koleksiyonuma koyacağım, dedi,
    kıymetli bir kazık, ikibinbeşyüze çok ucuz aldık...
    • Yaaaa, rezil olduk âleme, rezil.... Tuuuh...
    "Rezil olduk" diye diye elini başına vurup duruyordu.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ferfecir

    "Sizin memlekette eşşek yok mu ? "
    İsimli kitabı ve kitapla aynı ismi taşıyan hikayesi günümüz politikacılarına okutulması gereken hoş bir hikayedir. Özelleştirme veya yabancılara mülk edinme altında yapılan satışlar yabancılara aynı soruyu sormamızı gerktirir. Sizin memlekette eşşek yok mu ? Çok hoştur gerçekten bu kısa hikaye. Okuyun mutlaka...

    (:

    tüm kitap çok güzeldir.anadolunun kokusunu gerçekten çok güzel yansıtır.
  • haftanın ilk gününe "gülümseten hikayeler ve düşündüren şiirler" ile başlayalım.
    AZİZ NESİN ustada günaydın :)
  • Ben yaşar yaşamazı okudum. Bitiremedim gerçi ama türkiyeyi gerçekten çok güzel yansıtan bi kitaptı.
  • Sosyalizm Geliyor Savulun - Aziz NESİN


    Niyazi bu adama,
    -Bendeniz de bir miktar sosyalistimdir, dedi, ama buyurduğunuz gibi sosyalizmin de hududu var... Bir insan yüzde yirmi, yüzde otuz, hatta yüzde kırk sosyalist olabilir... Ama her şeyin fazlası haram...
    Daha önce gittiklerimize de uğruyorduk. Onlar da gittikçe sosyalist oluyorlar ve sosyalist oldukça da bize verdikleri para azalıyordu. Son gittiğimiz büyük işadamı,
    - Ben yüzde altmış sosyalistimdir... dediği gün, Niyazi kahvede bize,
    - Arkadaşlar, artık bu iş tamam, bu herifler yüzde altmış sosyalist oldu mu, olmadı mı... Bize iş yok... dedi.
    - Neden? diye sordum.
    - İşadamları böyledir, dedi, bütün hisse senetlerini alıp şirkete sahip olmak isterler, görüyorsunuz ya heriflerin yüzdeleri gittikçe artıyor, yakında yüzde yüz sosyalist oldular mı, işte o zaman yandık! Baktılar ki, sosyalizmi başka türlü önleyemeyecekler, kendileri sosyalist olup sosyalizmi de bombok edecekleri...


    Güzel Kitaptır
  • bitki olacaksam
    çayır çimen olayım
    aman baldıran değil

    yol altında kalacaksam
    gelin arabaları geçsin üstümden
    çelik paletler değil

    üstümde çocuklar koşuşsun
    ne kaçan ne kovalayan
    askerler değil

    kerpiç yapacaksanız beni
    okullarda kullanın
    ceza evlerinde değil

    soluğum tükenmez de kalırsa
    ıslık öttürsünler
    aman ha düdük değil

    kalem yapın beni kalem
    şiirler yazın sevgi üstüne
    ölüm kararı değil

    ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında
    sakın ola ki
    silahlarda değil.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.