Şimdi Ara

2.Abdülhamit NASIL BİR PADİŞAH'tı??? (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
129
Cevap
2
Favori
20.117
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: mr.respekt


    Tarihe kızıl sultan olarak geçmiştir ama döneminde bir kişi dahi idam edilmemiştir. Namık Kemalin, Tevfik fikretin o dönem gazetelere sultan Abdülhamit hakkında Yazdıklarını bir okursanız anlarsınız. Bugün birisi başındakilere buna benzer şeyler yazsın vallahi diyorum ipe götürürler. Ama o bu cezayı döneminde hiç kimseye vermemiş.

    Ermeni birisinin faytonuna yerleştirdiği bomba patlar ama padişah yara almadan kurtulur. Tevfik Fikret bunu gazetede şu şiiriyle dile getirir; Ah güzelim el ah. attın yiğitce attın ama tutmadı ne yazık oldu tutmadı vah. Gibi adice bir yaklaşımla suikastin başarısızlığından elim elim yakınır.




    ben sadece bunu gördüm yukarıda.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: mr.respekt


    Tarihe kızıl sultan olarak geçmiştir ama döneminde bir kişi dahi idam edilmemiştir. Namık Kemalin, Tevfik fikretin o dönem gazetelere sultan Abdülhamit hakkında Yazdıklarını bir okursanız anlarsınız. Bugün birisi başındakilere buna benzer şeyler yazsın vallahi diyorum ipe götürürler. Ama o bu cezayı döneminde hiç kimseye vermemiş.

    Ermeni birisinin faytonuna yerleştirdiği bomba patlar ama padişah yara almadan kurtulur. Tevfik Fikret bunu gazetede şu şiiriyle dile getirir; Ah güzelim el ah. attın yiğitce attın ama tutmadı ne yazık oldu tutmadı vah. Gibi adice bir yaklaşımla suikastin başarısızlığından elim elim yakınır.




    ben sadece bunu gördüm yukarıda.


    Hatta başka bir arkadaşta aynı şiiri benden sonra kopyalamış ama denk gelemediniz herhalde!Bu şiir Abdülhamit Han tahttan indirildikten sonra kaleme alınmıştır.




    --------------------------------------------------------------------------------

    Padişahlığı zamanında kendisini tenkid edenler sonraki adareleri gördükten sonra pişman olup onun idaresini aramışlardır.Nitekim Filozof Rıza Tevfik ve şair Süleyman Nazif onun devrini aradıklarını şiirlerle dile getirmişlerdir.İşte Rıza Tevfik;

    Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han,
    Feryadım varır mı bargahına?
    Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
    Şu nankör milletin bak günahına!

    Tarihler adını andığı zaman,
    Sana hak verecek, hey koca Sultan;
    Bizdik utanmadan iftira atan
    Asrın en siyasi padişahına.

    Divane sen değil, meğer bizmişiz,
    Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
    Sade deli değil edepsizmişiz,
    Tükürdük atalar kıblegahına.

    derken Süleyman Nazif de;


    Padişahım gelmemişken yada biz
    İşte geldik senden istimdada biz
    Öldürürler başlasak feryada biz
    Hasret olduk eski istibdada biz.

    mısraları ile pişmanlığını dile getiriyordu.




  • Ermeni asıllı Fransız Yazar Albert Vandal'ın"Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları mı baz alarak bu sultana saldırıda bulunacağız?El insaf!

    Madem bu kadar kötü bir padişahtı kendisini tahttan indirmek için türlü türlü oyunlara niçin müracaat ettiler acaba büyük devletler?Ermeni komitacıları ve milletlerarası siyonizmin temsilcileri, davalarına engel gördükleri II. Abdülhamid’i yok etmek üzere, terörist Belçikalı Jorris ile anlaştılar. 21 Temmuz 1905’de Cuma Selamlığında patlayan bomba, Padişahı yok etmek için patlatılmıştı; ama Allah korudu.Devleti içten çökertmek için kurulan Jön Türkler daha sonra isim değiştirerek İttihad ve Terakki adını alan cemiyet Abdülhamit Han'ı tahttından indirmekle kalmamış politikasını beğenmedikleri padişahın ardından uyguladıkları siyasetlerle devleti ardı ardına savaşlara sokarak yüzbinlerce vatan evladının kaybedilmelerine sebep olmuşlardır.Abdülhamid Han'a hal' kararını tebliğ eden dört kişi arasından biri dahi ne Türk ne de Müslümandı!Bu kişiler Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni Komitecisi Aram Efendi, Arnavud Es’ad Toptani Paşa ve Gürci Ârif Hikmet Paşa idiler.Türk ve Müslüman bir devlet başkanına hal'kararını tebliğ edenlere bakın!Bu öenek bile devletin o zamanlar ne halde olduğunu gözler önüne seriyor.Anlayanlar için tabii!




  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61

    Ermeni asıllı Fransız Yazar Albert Vandal'ın"Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları mı baz alarak bu sultana saldırıda bulunacağız?El insaf!

    Madem bu kadar kötü bir padişahtı kendisini tahttan indirmek için türlü türlü oyunlara niçin müracaat ettiler acaba büyük devletler?Ermeni komitacıları ve milletlerarası siyonizmin temsilcileri, davalarına engel gördükleri II. Abdülhamid’i yok etmek üzere, terörist Belçikalı Jorris ile anlaştılar. 21 Temmuz 1905’de Cuma Selamlığında patlayan bomba, Padişahı yok etmek için patlatılmıştı; ama Allah korudu.Devleti içten çökertmek için kurulan Jön Türkler daha sonra isim değiştirerek İttihad ve Terakki adını alan cemiyet Abdülhamit Han'ı tahttından indirmekle kalmamış politikasını beğenmedikleri padişahın ardından uyguladıkları siyasetlerle devleti ardı ardına savaşlara sokarak yüzbinlerce vatan evladının kaybedilmelerine sebep olmuşlardır.Abdülhamid Han'a hal' kararını tebliğ eden dört kişi arasından biri dahi ne Türk ne de Müslümandı!Bu kişiler Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni Komitecisi Aram Efendi, Arnavud Es’ad Toptani Paşa ve Gürci Ârif Hikmet Paşa idiler.Türk ve Müslüman bir devlet başkanına hal'kararını tebliğ edenlere bakın!Bu öenek bile devletin o zamanlar ne halde olduğunu gözler önüne seriyor.Anlayanlar için tabii!

    Hakani tahttan indirmek icin gelen heyetin icinde birde yahudi var. istmi emanuel karasu. Bir ermeni, arnavut ve iki beyni sulanmis türk. Bes kisilik heyet gelir onu tahttan indirmeye. Resmen intikam kokan bir heyet. herseyi sembolik yerli yerine koymuslar korkmadan ve cekinmeden. heyetin genetik yapisi bile sembolik.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61


    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: mr.respekt


    Tarihe kızıl sultan olarak geçmiştir ama döneminde bir kişi dahi idam edilmemiştir. Namık Kemalin, Tevfik fikretin o dönem gazetelere sultan Abdülhamit hakkında Yazdıklarını bir okursanız anlarsınız. Bugün birisi başındakilere buna benzer şeyler yazsın vallahi diyorum ipe götürürler. Ama o bu cezayı döneminde hiç kimseye vermemiş.

    Ermeni birisinin faytonuna yerleştirdiği bomba patlar ama padişah yara almadan kurtulur. Tevfik Fikret bunu gazetede şu şiiriyle dile getirir; Ah güzelim el ah. attın yiğitce attın ama tutmadı ne yazık oldu tutmadı vah. Gibi adice bir yaklaşımla suikastin başarısızlığından elim elim yakınır.




    ben sadece bunu gördüm yukarıda.


    Hatta başka bir arkadaşta aynı şiiri benden sonra kopyalamış ama denk gelemediniz herhalde!Bu şiir Abdülhamit Han tahttan indirildikten sonra kaleme alınmıştır.




    --------------------------------------------------------------------------------

    Padişahlığı zamanında kendisini tenkid edenler sonraki adareleri gördükten sonra pişman olup onun idaresini aramışlardır.Nitekim Filozof Rıza Tevfik ve şair Süleyman Nazif onun devrini aradıklarını şiirlerle dile getirmişlerdir.İşte Rıza Tevfik;

    Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han,
    Feryadım varır mı bargahına?
    Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
    Şu nankör milletin bak günahına!

    Tarihler adını andığı zaman,
    Sana hak verecek, hey koca Sultan;
    Bizdik utanmadan iftira atan
    Asrın en siyasi padişahına.

    Divane sen değil, meğer bizmişiz,
    Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
    Sade deli değil edepsizmişiz,
    Tükürdük atalar kıblegahına.

    derken Süleyman Nazif de;


    Padişahım gelmemişken yada biz
    İşte geldik senden istimdada biz
    Öldürürler başlasak feryada biz
    Hasret olduk eski istibdada biz.

    mısraları ile pişmanlığını dile getiriyordu.



    hocam rıza tevfikle , tevfik fikret in alakası ne. bunlar aynı kişiler mi.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61


    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: mr.respekt


    Tarihe kızıl sultan olarak geçmiştir ama döneminde bir kişi dahi idam edilmemiştir. Namık Kemalin, Tevfik fikretin o dönem gazetelere sultan Abdülhamit hakkında Yazdıklarını bir okursanız anlarsınız. Bugün birisi başındakilere buna benzer şeyler yazsın vallahi diyorum ipe götürürler. Ama o bu cezayı döneminde hiç kimseye vermemiş.

    Ermeni birisinin faytonuna yerleştirdiği bomba patlar ama padişah yara almadan kurtulur. Tevfik Fikret bunu gazetede şu şiiriyle dile getirir; Ah güzelim el ah. attın yiğitce attın ama tutmadı ne yazık oldu tutmadı vah. Gibi adice bir yaklaşımla suikastin başarısızlığından elim elim yakınır.




    ben sadece bunu gördüm yukarıda.


    Hatta başka bir arkadaşta aynı şiiri benden sonra kopyalamış ama denk gelemediniz herhalde!Bu şiir Abdülhamit Han tahttan indirildikten sonra kaleme alınmıştır.




    --------------------------------------------------------------------------------

    Padişahlığı zamanında kendisini tenkid edenler sonraki adareleri gördükten sonra pişman olup onun idaresini aramışlardır.Nitekim Filozof Rıza Tevfik ve şair Süleyman Nazif onun devrini aradıklarını şiirlerle dile getirmişlerdir.İşte Rıza Tevfik;

    Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han,
    Feryadım varır mı bargahına?
    Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
    Şu nankör milletin bak günahına!

    Tarihler adını andığı zaman,
    Sana hak verecek, hey koca Sultan;
    Bizdik utanmadan iftira atan
    Asrın en siyasi padişahına.

    Divane sen değil, meğer bizmişiz,
    Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
    Sade deli değil edepsizmişiz,
    Tükürdük atalar kıblegahına.

    derken Süleyman Nazif de;


    Padişahım gelmemişken yada biz
    İşte geldik senden istimdada biz
    Öldürürler başlasak feryada biz
    Hasret olduk eski istibdada biz.

    mısraları ile pişmanlığını dile getiriyordu.



    hocam rıza tevfikle , tevfik fikret in alakası ne. bunlar aynı kişiler mi.


    Hayır aynı kişiler değil.İsimleri karıştırmışım.Yalnız aynı kafadan olan kişiler.İkisinin de fikirleri hemen hemen örtüşüyordu.Bir zamanlar kendisini övmek için yarıştığı, methiyeler doğum tebrikleri yazdığı Sultan Abdülhamid Hanın daha sonra amansız düşmanı olmuştur.Hatta bir şiirinde:

    Ey şanlı avcı!Damını beyhuda kurmadın,
    Attın...Fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!

    diyerek Abdülhamid Hana tuzak kuran Ermeni anarşistini coşkuyla alkışlamıştır.Ardından Abdülhamid Hanı tahttan indiren İttihatçıların Abdülhamid Hanı şiddetle aratan acemice ve diktatörce hareketleri karşısında İttihatçılar hakkında tenkidlerle dolu bir şiir kaleme almıştır.

    Han-ı Yağma*

    Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
    Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
    Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
    Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
    Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
    Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
    Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
    Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
    Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
    Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
    Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
    Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
    Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
    Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
    Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
    Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
    Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
    Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
    Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

    Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
    Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

    Yabancı hesaplara çalışan Ermeni bir suikastçı tarafından öldürülmek üzere iken kılpayı kurtulan Sultan hakkında suikastçının beceriksizliğine için için yanarak şiir kaleme alan bu şahsı mı referans alacağız!Galiba düşmanları karıştırıyoruz!




  • ABDÜLHAMİD HAN - II;
    Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu. Sultan
    Abdülmecid’in ikinci oğlu olup 1842’de Tir-i Müjgan Sultandan doğdu. On yaşında iken annesini
    kaybeden şehzade Abdülhamid, babasının emriyle Perestu Kadın Efendinin himayesine verildi. Özel
    hocalar tayin edilerek iyi bir eğitime tabi tutuldu. Arapçayı, Ferid ve Şerif efendilerden, Farsçayı
    kazasker Ali Mahvi Efendi ve Sadrazam Safvet Paşadan; tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini Gümüşhanevi
    Ömer Hulusi Efendiden; Fransızcayı Gardet, Edhem ve Kemal paşalardan ve diğer din ve fen ilimlerini
    de sahasında üstad olan hocalardan öğrendi. Tahsilinden artan zamanlarını; ata binmek, silah
    kullanmak ve spor yapmakla değerlendirirdi.
    Şehzade Abdülhamid’in zeka ve hafızasının son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti, amcası olan
    Sultan Abdülaziz’in dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha serbest bir ortamda
    yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Şehzade Abdülhamid de bu
    imkanlardan en iyi şekilde istifadeye çalıştı. Yabancı basını devamlı takib ederek dış devletlerin niyet
    ve emellerini ve gayelerine ulaşabilmek için uyguladıkları metodları çok iyi etüd etti. Ayrıca o, ticari
    faaliyetlerde de bulundu. Kendisinin marangoz atölyesi ile çiftliği vardı. Toprak işleriyle meşgul oldu.
    Koyun besletti. Üstübeç madenleri işletti. Son derece cömerd olan Şehzade, kazandığı paraları
    saltanatı sırasında din ve devlet işleri ile fakir ve yoksullara harc etti.
    İngilizlerden para alarak düşmanın kuklası haline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim Rüşdi,
    Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar, şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile anlaşarak 1876’da Sultan
    Abdülaziz’i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehid ettiler. Yerine çıkardıkları şehzade Murad,
    rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta kalabildi. Bunun üzerine şehzade Abdülhamid otuz dört
    yaşındayken 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı tahtına oturdu.
    Sultan Abdülhamid Han tahta çıktığında devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek ve
    Bulgar ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Girit’te huzursuzluk had
    safhadaydı. Rusya, bu karışıklıkta devletten en büyük payı kapma sevdasıyla savaş hazırlıkları
    yapıyordu. Yeni Osmanlı Padişahı ise aktif bir siyaset takip ediyordu. Bütün hükümet üyeleriyle
    mabeyn personelini saraya davet ederek bir yemek verdi. Burada yaptığı konuşmada da milli birliğe
    duyulan ihtiyacı dile getirdi. Tersaneye giderek bahriyelilerle birlikte oturup asker yemeği yedi. Zaman
    zaman haber vermeden çeşitli camilere gidip, halkın arasında aynı safta namaz kıldı. Sultanın bu
    hareketleri asker ve halkın hoşuna gidiyordu. Nitekim herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi
    görüldü. Bunun neticesi olarak Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar kazanmaya başladı. Osmanlı
    ordusu Belgrat’a girmek üzereyken büyük devletler işe karıştılar. Rusya’nın savaşa derhal son
    verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan ile üç aylık ateşkes imzalandı. Diğer taraftan
    İngiltere, Şark Meselesinin İstanbul’da toplanacak bir konferansta ele alınmasını istedi. 23 Aralık
    1876’da İstanbul’da toplanan Tersane Konferansından sonra batılı devletler Osmanlı Devletinin
    bağımsızlığını tehlikeye sokacak ağır hükümler taşıyan teklifler sundular. Bu toplantıdan bir gün önce
    23 Aralık 1876’da Osmanlı Devletinde Kanun-i Esasi ilan edilmiş ise de batılılar bunu nazar-ı dikkate
    almamışlardı.
    Tersane Konferansı kararlarını reddetmenin, devletini Rusya ile karşı karşıya bırakacağını bilen Sultan
    Abdülhamid Han, bu teklifleri kabul etmiş görünerek ortalığı yatıştırmak istiyordu. Ancak İngilizlerin
    kendilerini destekleyeceği vadine aldanan sadrazam Midhat Paşa, mecliste gayri müslimleri de kendi
    tarafına çekmek suretiyle Rusya aleyhine bir konuşma yaptı. Harb aleyhinde rey kullanacak olanları;
    peşinen vatan sevgisizliği ve ihaneti ile itham etti. Neticede meclis, Tersane Konferansı kararlarını
    reddetti. Ayrıca Sultan Abdülhamid’in devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini siyasi geleceği
    açısından tehlikeli gören Midhat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını aramaya başladı. Hatta
    Osmanlı Hanedanını dahi ortadan kaldırmayı planlayan Midhat Paşa, konağında topladığı Namık
    Kemal, Ziya ve Rüşdi paşalarla kendi taraftarı olan diğer devlet ileri gelenlerine “Al-i Osman yerine Al-i
    Midhat denilse ne olur?” demişti. Yine sadareti müddetince Müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu
    vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek ve Osmanlı ordusunun temeli durumundaki Harbiye Mektebine
    Rum talebe almak gibi Osmanlı Devletini temelinden yıkabilecek faaliyetler içerisindeydi. Onun bu
    zararlı icraatları üzerine Sultan Abdülhamid Han, Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye
    dayanarak Midhat Paşayı sadrazamlıktan uzaklaştırdı ve yurd dışına sürdü.
    Diğer taraftan Midhat Paşa sadrazamlıktan uzaklaştırılmış ancak Tersane Konferansı kararlarını
    mecliste reddettirmekle Osmanlı Devletini Rusya ile karşı karşıya getirmişti. Nitekim 24 Nisan 1877
    günü Rusya, Osmanlı Devletine resmen harb ilan etti. Mali 1293 senesine rastladığı için “93 Harbi”
    denilen bu savaş, Edirne Mütarekesine kadar dokuz ay sürdü. Plevne’de Gazi Osman Paşa, doğuda
    Ahmed Muhtar Paşanın kısmi başarılarına rağmen savaş umumi bir bozgunla neticelendi. Ruslar
    Edirne’ye girdiler ve Yeşilköy’e kadar geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş ve Rus kuvvetleri Erzurum’a
    yaklaşmıştı (Bkz. Doksanüç Harbi). Savaşlarda on binlerce Müslüman-Türk şehid olurken, bir o kadarı
    da İstanbul’a akın etti. Muhacirler bir plan içinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye
    çalışıldı. Bu sırada memleketin tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve
    milletvekilleri hiçbir meselede bir araya gelememekte idiler.
    Bu vaziyet karşısında Sultan Abdülhamid Han, İngiltere’yi devreye sokarak savaşın sona erdirilmesini
    sağladı. Arkasından devletin başına böyle bir felaketin gelmesine sebeb olan, savaşın bitmesi ile de bu
    durumda hiçbir mesuliyeti yokmuş gibi padişahı suçlamaya başlayan Meclis-i Meb’usan’ı süresiz
    kapattı (13 Şubat 1878). Bu arada Rusya ateşkesin sağlanmasından hemen sonra Osmanlı Devleti ile
    antlaşma imzalayarak galip gelmenin avantajını iyi kullanmak istiyordu. Nitekim 3 Mart 1878’de
    imzalanan Ayastefenos Muahedesi, Osmanlılar için çok ağır ve feci şartlar getiriyordu. 29 Maddelik
    antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan prensliği kurulacak, Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli
    bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya
    verilip, Karadağ ve Sırbistan’ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusya’ya 245
    milyon Osmanlı altını harb tazminatı verecekti.
    Sultan Abdülhamid Han devleti için çok tehlikeli olan bu antlaşmayı kabul etmedi. Diğer taraftan Hind
    yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere de, Paris Antlaşmasını ihlal ettiği iddiasıyla Ayastefenos
    Antlaşmasının milletlerarası bir konferansta gözden geçirilmesini istedi. Ayrıca İngiltere toplanacak
    olan bu konferansta Osmanlı Devletini desteklemek vadi ile bazı tavizler kopardı. Kıbrıs’ın idaresinin
    geçici olarak İngiltere’ye bırakıldığı antlaşma, 4 Haziran 1878’de imzalandı. Sultan Abdülhamid Han
    hükumetin bir oldu bitti ile imzaladığı bu antlaşmayı kabul etmemek için çok direndi. İngilizler askeri
    tehditte bulundular. Bunun üzerine Padişah, Kıbrıs’ta hükümranlık haklarına asla zarar verilmeyeceği
    konusunda İngilizlerden bir belge almak suretiyle antlaşmayı onayladı. Buna rağmen İngiltere 13
    Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Muahedesinde Osmanlılara vaad ettiği desteği vermedi. Her ne
    kadar Berlin muahedesi ile daha önce kaybedilen bazı topraklar geri alındı ise de Osmanlılar ümid
    ettikleri sonuca ulaşamadılar. Çünkü Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılmış olması diğer devletlerin de bu
    konudaki faaliyetlerini arttırdı. İngiltere’nin teşvikiyle Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı.
    1881’de Fransa Tunus’a, ertesi yıl İngiltere Mısır’a bir oldu bitti ile el koydular. Bulgarlar da 1885’te
    Doğu Rumeli eyaletini işgal ettiler.
    Sultan Abdülhamid Hanın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda padişahın sorumluluğu yok
    denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet adamları yabancı
    diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Devletin yüksek menfaatlerini bir kenara iterek yabancı
    devletlerin çıkarlarına alet olmuşlardı. Bu yanlış tutum dolayısıyla devletin dış itibarı sarsılmış, İstanbul
    ve Berlin kongrelerinde devlet adamları hakaret derecesine varan muameleye maruz kalmışlardı. Bu
    sebeple milletlerarası politikada devletin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü savunmayı birinci hedef
    gören Sultan Abdülhamid Han, hükümet üyelerinden bu hususta raporlar istedi. Ayrıca son yüz yıldır
    Osmanlı Devletinin başına gelen felaketlerin dış devletlerin piyonu olmuş Osmanlı devlet adamlarının
    basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni Paşa gibi İngilizlerden para bile
    alanları gören Padişah, devlet hizmetinde çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbarat teşkilatı
    kurdu. Nitekim Sultan Abdülhamid de bu teşkilatı; “Vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları, Osmanlı
    nimetiyle gırtlaklarına kadar dolu olduklar halde devletine ihanet edenleri tanımak ve takib etmek için”
    kurduğunu belirtmektedir.
    Gerçekten de Sultan Abdülhamid’in bu tedbirleri almasındaki isabeti çok geçmeden görüldü. İngiliz
    taraftarı olup devletin ancak İngiliz yardımı ile kurtulabileceğine inanan Ali Suavi, Galatasaray Lisesi
    Müdürlüğünden azledilmesini hazmedemeyerek Çırağan Sarayına bir baskın düzenledi. Ali Süavi’nin
    hedefi, Sultan Abdülhamid Hanı saltanattan düşürmek ve yerine Beşinci Murad’ı tekrar padişah
    yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Paşa, kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma
    sırasında Ali Suavi öldürüldü (20 Mayıs 1878).
    Sultan Abdülhamid Han, amcası Sultan Abdülaziz’i şehid ettiren Midhat Paşa ve arkadaşlarının
    yargılanması için 27 Haziran 1881’de Yıldız Mahkemesini kurdurdu. Bu sırada suçluluğun verdiği bir
    duygu ile mahkemeye çıkmaktan korkan Midhat Paşa, İzmir’de Fransız Konsolosluğuna sığındı.
    Fransızlar, Midhat Paşayı teslim etmek istemedilerse de Padişah’ın sert direktifi karşısında duramayıp
    teslime mecbur kaldılar. Nitekim mahkeme sonucunda da suçlu görülen Midhat Paşa ve arkadaşları
    idama mahkum edildiler ise de, Padişah verilen cezaları müebbed hapse çevirdi.
    Öte yandan devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid Han, bilhassa
    savaşlardan kaçınma yoluna gitti. O, savaşlardan zaferle sona erenlerin dahi milleti yorup bitirdiği
    görüşündeydi. Saltanatı müddetince daima idareli davrandı. Devletin pekçok ihtiyaçlarını hazineden
    para almak yerine kendi kesesinden karşıladı. Padişah öncelikle devleti ekonomik alanda düştüğü
    borç bataklığından kurtarmak istiyordu. Alacaklı devletlerin başında İngiltere ve Fransa geliyordu.
    Rusya da, Berlin Muahedesine göre tazminat alacaklısı durumundaydı. Padişah, 20 Aralık 1881’de
    yayınlanan Muharrem Kararnamesiyle borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu
    kararnameye göre devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bazı imtiyazlı
    eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan Duyun-i Umumiye teşkilatına bırakılıyordu. Bu suretle
    İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar verdikleri borçları muntazam bir şekilde tahsil
    edebileceklerdi. Bunun karşılığında 278 milyon borcun 161 milyonu, yani yarısından fazlası Türkiye
    lehine siliniyordu. Alacaklılar alacaklarını belirli şekilde tahsil edebilecekleri için memnundular.
    Meselenin bu şekilde halli ve Osmanlı Devletinin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan
    Abdülhamid’in büyük başarılarından biri oldu.
    Osmanlı Devletine hasta adam gözü ile bakıldığı ve paylaşma hesapları yapıldığı bir devrede başa
    geçen Sultan Abdülhamid Hanın, devletin idaresini bizzat eline aldığı 1878’den sonraki dış siyaseti
    dahiyane bir mahiyet arz etmektedir. Padişah’ın dış siyaseti prensip itibariyle basit fakat uygulaması
    bakımından zordu. O, dünyadaki politik gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi
    merkezi kurdu. Osmanlı ülkesiyle ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden Padişah’a
    gelen raporlar burada toplanır ve değerlendirilirdi. Abdülhamid Han, zaman zaman önemli gördüğü
    meselelerde yerli ve yabancı ilim adamlarından dış politika konusunda bilgi alırdı. Padişah’ın dış
    politikada hedefi Osmanlı Devletini savaştan uzak, barış içinde yaşatmak ve her bakımdan güçlü bir
    hale getirmekti. Devletler arası rekabetin Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştığı bir devirde böyle bir
    siyaseti uygulamak gerçekten zordu. Padişah bilhassa Avrupa devletlerinin Türkiye üzerinde
    birbirleriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından faydalanmaya çalıştı. Bu sebeple milletler arası şartlar
    değiştikçe onun siyaseti de değişiyordu.
    Sultan Abdülhamid Hanın İslam dünyasındaki itibarı pek fazlaydı. Doğu Türkistan ve Orta Afrika’daki
    Sultanlıklar bile onun adına hutbe okutup, para bastırıyor ve ona tabi oluyorlardı. Padişah’ın, Almanya
    İmparatoru ve Prusya Kralı İkinci Wilhelm ile şahsi dostluğu vardı. Avusturya ve Macaristan ile dostluk
    kurulmuş olup, İtalya ile münasebetler iyiydi. Sırbistan ve Romanya etkisizdi. Karadağ ve Bulgaristan
    prensleri ise, Padişah’a bağlıydılar. Yanya ve Girid vilayetlerine göz diken ve Osmanlı hududunda
    tecavüzkar faaliyetlerde bulunan Yunanistan’a ise, 18 Nisan 1897’de harp ilan edildi. Büyük devletler
    işe karışmadan Yunanistan’ın işini bitirmek isteyen Sultan Abdülhamid, başkumandan Edhem Paşaya
    yıldırım savaşı istediğini bildirdi. Avrupalıların altı ayda geçilemez dedikleri Tırhala-Çatalca hattını bir
    kaç günde aşan Osmanlı birlikleri, Dömeke önlerinde Yunan ordusunu büyük bir bozguna uğrattılar.
    Artık Atina’ya 150 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak Yunanistan’ın Osmanlılar eline geçeceğini
    anlayan Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri, Sultan Abdülhamid’den harbin durdurulmasını
    rica ettiler. Babıali 10 milyon altın savaş tazminatı ve işgal edilmiş olan Teselya’nın teslimi karşılığında
    mütarekeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak mütareke sırasında işe karışan Avrupa devletleri tazminatın
    4 milyon altına indirilmesini ve Türkiye’nin küçük bazı toprak parçaları ile yetinmesini sağladılar.
    Böylece Osmanlı Devleti, bütün hıristiyan devletlerin bir araya gelmeleri neticesinde, zaferle çıkmış
    olduğu bir harbin bile faydasını göremedi. Fakat Yunanlılar önemli ölçüde ezilmiş oldu.
    Sultan Abdülhamid Hanın fevkalade akıllı ve tedbirli siyaseti ile bütün İslam alemini kendisine
    bağladığını gören İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve yıkmak için faaliyetlerini
    yoğunlaştırdılar. Bir taraftan Padişah aleyhine faaliyette bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetini
    desteklerken, diğer taraftan Arabistan Yarımadasında bedevi kabilelerini ve Doğu Anadolu’da
    Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. Bu arada Osmanlı Devletinden Berlin antlaşmasının,
    Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde ıslahat yapılmasını isteyen 61. maddenin kesinlikle tatbik
    edilmesini istediler. Bu uygulamanın ermeni muhtariyetini doğuracağını bilen Sultan Abdülhamid Han,
    İngilizleri yıllarca oyalıyarak böyle bir teşebbüse fırsat vermedi. Ayrıca ermenilerin, Avrupa devletlerinin
    dikkatlerini çekmek üzere giriştikleri isyanları anında bastırdı. Hatta bu iş için polis ve jandarmadan
    ziyade sivil halkı kullandı (1895-1896). Bunun üzerine Ermeniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli
    bomba ile Padişah’ı Cuma namazından çıkışta öldürmek istediler. Fakat Abdülhamid Han, bu
    suikastten kurtuldu. Bütün bu faaliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar döndürmedi.
    Anadolu'yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar Albert Vandal, bu Türk Hakanına "Le
    Sultan Rouge=Kızıl Sultan" diyerek iftiralar yağdırdı. Ne yazık ki bu satırlar Osmanlı ülkesindeki
    İslamiyet ve Türklük düşmanları tarafından da aynen alınarak Padişah'a karşı kullanıldı. Günümüzde
    dahi bazı gafiller bu iftiraları eserlerine koyarak genç nesilleri aldatmaktadır.
    Sultan Abdülhamid Hanın kabul etmediği ve sonuna kadar direttiği önemli konulardan birisi de Filistin
    meselesiydi. Siyonistler, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için Sultan Abdülhamid’e başvurdular
    ve Osmanlı maliyesinin en büyük problemi olan dış borçların bir kalemde silineceğini bildirdiler.
    Padişah bu teklifi şiddetle reddettiği gibi, Yahudilerin çeşitli yollarla Filistin’e gelip yerleşmelerine engel
    olacak tedbirleri de aldı.
    Bu arada İngilizlerin Arabistan’da Cemaleddin Efgäni ve meşhur casus Lawrens yolu ile hilafet
    meselesini kurcalamaya başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamid de bölgeye büyük bir derviş kafilesi
    gönderdi. Aynı şekilde bir kafileyi de Hindistan’a gönderen Padişah, böylece İngilizlerin
    propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Padişah’ın bu faaliyetleri üzerine İngilizler onu saltanattan
    uzaklaştırmadıkça emellerine kavuşamıyacaklarını anladılar. Bunun için İttihad ve Terakki Cemiyetinin
    faaliyetlerine hız verdirdiler. Başta Adana olmak üzere memleketin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkardılar.
    Neticede İttihad ve Terakki Partisine mensup bazı Türk subayları, Padişah’ı, Kanun-i Esasi’yi ilan
    etmeye zorladılar. İkinci Abdülhamid Han da 23 Temmuz 1908’de anayasayı tekrar yürürlüğe
    koyduğunu ilan etti. İkinci Meşrutiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı Devletinin
    dağılmasını daha da hızlandırdı. Avusturya-Macaristan imparatorluğu 1908’de Bosna-Hersek’i işgal
    ettiğini bildirdi. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Bir gün sonra da Girit Yunanistan’a
    katıldığını açıkladı. Bu olaylar cereyan ederken 17 Aralık 1908’de yeni seçilen Meclis-i Meb’usan
    toplandı. En azılı Osmanlı düşmanları dahi mebus seçilerek meclise girmişti. Mecliste Osmanlı
    düşmanları daha etkiliydi.
    Meşrutiyete göre Sultan, sadece sadrazam ile şeyhülislamı seçebiliyordu. Sadrazam da nazırları
    seçiyor, kabine güven oyu alırsa çalışıyor, meclis istediği zaman hükümeti düşürebiliyordu. Neticede
    devletin idaresi ehliyetsiz, tecrübesiz ellere geçti. Böylece çeşitli din, dil ve ırka mensup meb’usların
    hepsi Osmanlı Devletinden ayrılarak istiklallerini ilan etmek için her türlü gayr-i meşru vasıtalara
    başvuruyorlardı. Binlerce Müslümanın kanına giren Yunan, Sırp, Bulgar ve Ermeni çeteleri için umumi
    af ilan edildi. Osmanlı Devletinden kaçan ne kadar isyancı varsa, hepsine yeniden kapılar açıldı ve
    bunlar İstanbul’a geldiler. İngilizler, Ruslar ve diğer hıristiyan devletler, azınlıklara el altından bol
    miktarda silah gönderdiler.
    İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri, yaptıkları acemi siyasetleri ile ortalığı birbirine karıştırmışlardı.
    Yapacakları icraatlarda kendilerine destek olması için, Selanik’ten avcı taburlarını getirerek taş kışlaya
    yerleştirdiler. Kendilerine karşı olanları çekinmeden öldürüyorlar, memlekette terör havası
    estiriyorlardı. Kısa zamanda halkın huzuru kaçtı. İttihatçılar lanetle anılmaya başlandı. Yine bunların
    baskısıyla hükumet alaylı subayları ordudan çıkarttı. Bu sırada bazı gazeteler, İttihatçılara karşı halkın
    dini duygularını galeyana getiren neşriyat yaparak, halkı ve orduyu isyana teşvik ediyordu. Rumi 31
    Mart günü dördüncü avcı taburuna bağlı askerler gece yarısı isyan ederek subaylarını hapsettiler.
    Padişah Abdülhamid Han, isyanı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucu öğrendi.
    İsyancılar sadrazamın azledilmesini, görevden alınan alaylı subayların tekrar orduya alınmasını
    istiyorlardı. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı sadrazamlıktan azl ederek yerine Tevfik Paşayı
    getirdi ve Müşir Edhem Paşayı da harbiye nazırı yaptı. Mabeyn başkatibi ile isyancılara isyandan
    vazgeçtikleri takdirde affedildiklerine dair bir hatt-ı hümayun gönderdi. Bunun üzerine isyan bir mikdar
    yatıştı. Ancak, ertesi gün yine alevlendi.
    İsyanın Rumeli’deki yankısı büyük oldu. Hadisenin kim tarafından hazırlandığı belli olmadığı için,
    Sultan boy hedefi oldu. Üçüncü ordu ile gönüllü Bulgar müfrezesi ve Sırp, Yunan, yahudi, Arnavut
    çetecilerden müteşekkil bir ordu kurularak İstanbul’a sevk edildi.
    Mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu, 24 Nisan’da Topkapı ve Edirnekapı’dan şehre girerek yol
    üzerindeki askeri karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezaretini işgal etti. Taksim kışlası ile Taşkışla’daki
    mukavemet, şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Bu arada Yıldız Sarayının işgali sırasında Sultan
    Abdülhamid Han kendisine sadık olan Birinci ordu ile, Hareket ordusuna karşı konulması hususunda
    yapılan teklifleri kabul etmeyerek; “Müslümanların halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana
    kırdıramayacağını” söyledi. Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan Birinci Orduya, karşı koyma emri
    verilseydi, derme çatma olan Hareket ordusu bir anda dağıtılabilirdi. Padişah’ın emrine boyun eğen
    askerler silahların teslim edince, 25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’a hakim oldu. Mahmud
    Şevket Paşa, sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idam ettirdi. Yüzlerce Balkan
    çetesiyle saraya girerek kıymetli eşyaları yağmaladı. İttihad ve Terakki hakimiyetini devam ettirmek için
    İstanbul’da terör havası estirmeye başladı.
    27 Nisan 1909 günü Ayan ve Mebuslar meclisi toplandı. Ayan’dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa, kürsüye
    gelerek, önceden kararlaştırıldığı gibi Padişah’ın hal’ edilmesini teklif etmişti. Bu teklif kabul edildikten
    sonra, yine Gazi Ahmet Muhtar Paşa, hal’ kararının bir fetvaya istinad ettirilmesi lüzumuna işaret
    etmişti. Hal’ fetvasının ilk müsveddesini mebuslardan Elmalılı Hamdi Yazır hoca yazmıştı. Fetvada
    Sultan Abdülhamid Hana 31 Mart İsyanına sebeb olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak,
    devletin hazinesini israf etmek, insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek... gibi asılsız suçlar
    yükleniyordu. Fetva emini Hacı Nuri Efendi bu suçlamaların iftira olduğunu ileri sürerek fetvayı
    imzalamadı. Ancak Meclis, bu fetva gereği Sultan’ı hal’ kararı aldı.
    Nihayet, hal’ kararını Padişah’a tebliğ için, Ayan ve Mebusanı temsilen bir heyet seçilmiş ve Yıldız
    Sarayına gönderilmişti.
    Sultan Abdülhamid Hana hal’ini tebliğ için Yıldız’a gönderilen heyetin teşekkül tarzı ise, Türk tarihinin
    en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile
    teşekkül olunan hey’ette tek bir Türk yoktu. Bunlar; Yahudi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptani,
    Ermeni Aram Efendi ve Padişah’ın uzun seneler yaverliğini yapmış olan katışık soydan Arif Hikmet
    Paşa idiler. Padişah, hal’ kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu, mabeyn başkatibi Cevad Beye
    sorup öğrenince; “Bir Türk padişahına, İslam halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir
    Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?!” demekten kendini alamadı.
    İttihatçılar, o gece (27 Nisan 1909) Sultan Abdülhamid Hanı İstanbul’dan çıkararak, kontrol altında
    tutabilecekleri Selanik’e naklettiler.
    Bu sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Padişah’a yolculuğunda üç kızı ile oğullarının ikisi
    refakat etti. Selanik’te Alatini Köşkü kendisine tahsis edildi. Burada çok sıkı bir nezaret içinde acıklı
    yıllar geçirdi. Gazete okumasına dahi izin verilmedi.
    Sultan Abdülhamid Han, Selanik’te üç yıldan fazla kaldı. Yunanistan’ın Osmanlı Devletine harb ilan
    etmesi üzerine, Büyük kabine denilen Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, Sultan Abdülhamid Han’ın
    Selanik’te muhafazası zorlaşacağından, İstanbul’a nakledilmesini kararlaştırdı. Sultan Reşad da bu
    kararı tasdik etti.
    1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile İstanbul’a getirilen Hakan-ı sabık (eski padişah), ikametine
    tahsis olunan Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi.
    Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz üç yıl
    dahiyane bir denge siyaseti ile harp riskine sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı devletin bir oldu bittiye
    getirilerek harb-ı umumi felaketine sürüklendiğine şahid oldu.
    İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerdi. Boğaz istihkamlarının
    dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine geçebileceğinden endişe edildiği için
    bir tedbir olarak padişahın ve hükumetin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştı. Durum Abdülhamid Hana
    bildirilince; “Ben Fatih’in torunuyum. Hiçbir vakit Bizans İmparatoru Kostantin’den aşağı kalamam.
    Dedem İstanbul’u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür. Biraderim nereye
    giderse gitsinler. Fakat o ve hükumet, İstanbul’dan ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben
    Beylerbeyi Sarayından ayağımı dışarıya atmam!” diye cevab verdi. Onun bu kararlılığı karşısında
    hükumet İstanbul’da kaldı. Böylece devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş oldu.
    Abdülhamid Han, Harb-ı Umuminin sonuna yaklaşıldığı 1918 yılının Şubat ayı başında hastalandı.
    Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat
    1918 günü akşamı vefat etti ve Çemberlitaş’taki Sultan Mahmud türbesine defnedildi.
    Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren paşalar ise sonunda, memleketi düşman çizmeleri altında
    bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver Paşa, Talat Paşa, Doktor Behaeddin Şakir, Doktor Nazım, 30 Ekim
    1918’de Mondros Antlaşmasını imza ettikten sonra, gece yarısı ülkeyi terkettiler. Talat Paşa, 1921’de
    kırk dokuz yaşında Berlin’de, Enver Paşa 1922’de kırk yaşında Türkistan’da, Cemal Paşa da 1922’de
    elli yaşında Tiflis’te öldürüldüler.
    Sultan Abdülhamid zamanında: Her vilayette mektepler, hastaneler, yollar, çeşmeler, yapıldı.
    Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi açıldı. 1876’da Mekteb-i Mülkiyeyi
    yaptırdığı gibi 1879’da da bir müze yaptırdı. 1880’de Hukuk Mektebi ve Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay)
    kurdu. Beyoğlu Kadın Hastanesini yaptırdı. 1881’de Güzel Sanatlar Akademisi, 1883’te Yüksek Ticaret
    Mektebi, 1884’te Yüksek Mühendis Mektebi ve Yatılı Kız Lisesi açıldı. 1886’da Terkos Suyunu
    İstanbul’a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1887’de Alman İmparatoru İstanbul’a geldiğinde, Sultan
    Ahmed Meydanında Alman Çeşmesi yapıldı. 1889’da Bursa’da İpekçilik Mektebini yaptırdı. 1891’de
    Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi ile Kağıthane’de bir poligon kurdurdu. 1890’da Bursa demiryolunu ve
    Aşiret Mektebini yaptırdı. 1891’de Üsküdar Lisesi ve Rüşdiyye Mektebleri ve yeni postane binası ve
    Osmanlı Bankası ile reji binalarını ve Yafa-Kudüs demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1892’de
    Hamidiye Kağıt Fabrikası, Kadıköy Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893’te
    Osmanlı sigorta şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik demiryolu yapıldı. 1894’te Şam-Horan
    demiryolu ve Eskişehir-Kütahya demiryolu yapıldı. Yine 1894’te Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi ve
    Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşa edildi. 1895’te Beyrut-Şam demiryolu,
    Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul
    Lisesi binası, İstanbul-Selanik demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1896’da Tuna
    Nehrinde Demirkapı Kanalını, Kapalıçarşı tamirini yaptırdı. Akıl Hastanesini, 1900’de Medine-i
    münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902’de Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işledi.
    Kağıthane’deki Hamidiye suyu İstanbul’a getirildi. Yeni balıkhane, Haydarpaşa Rıhtımı, Maden Arama
    Mektebi, Şam’da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. Haydarpaşa’da 1903’te Askeri Tıbbiye Mekteb-i Şahanesi,
    1904’te Dilsiz ve Sağırlar Mektebi açıldı. 1904’te Bingazi’ye telgraf hattı yapıldı. 1905’te
    İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon Binası yapıldı. Beşiktaş Tepesindeki Yıldız
    Sarayı ve önündeki camiyi yaptırdı. Velhasıl Avrupa’da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde
    yurdumuzda yaptırdı.
    Ne yazık ki, 1909’da tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı.
    Abdülhamid Han, İstanbul-Eskişehir-Ankara ve Eskişehir-Adana-Bağdad ve Adana- Şam-Medine
    demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve
    edebiyat ile ilgili pekçok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kitaplar gönderdi. Harp
    gücünü kaybetmiş olan eski gemileri Haliç’e çekip Avrupa’da yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar
    ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı öyle şerefli olmuştu ki, bir kahvenin önünden bir binbaşı
    geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının
    evinde pişen yemekten, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini
    severdi.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35


    quote:

    Orjinalden alıntı: driver

    doğru bir strateji,doğru siyaset ve çağının gerisinde kalmış-ekonomik yönden zayıf bir hasta imparatorluğu 32 sene bir arada tutmak...
    bumu hüsran...?!




    Bulgaristan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Tunus, Mısır gitmiş. Bu kadar büyük kayıp başka hangi padişah döneminde var?
    Hangi başka padişahın döneminde Osmanlı Maliyesine el konulmuş?

    Yazılanları bile okumadan...
    "dediğim dedik, çaldığım düdük" budur herhalde.



    mevcut durumda imparatorluk olarak kalıp,bir dünya savaşına daha taraf olmak,bir arada tutmaktır.olay devletin bekasıdır.önemli olan devlettir.zayıf durumda bunu sağlamak başarıdır.zaten milliyetçilik akımları,vs. kopmalar kaçınılmazken,işgaller ikinci sınıf bile olabilir.

    o geldğinde zaten her tarafta ayaklanmalar vardı.93 harbi cabası,dış borç ödenmeye bitecek gibi değil,abdulhamid mi sebep olmuş maliyeye el konulmasına,ne kadar dış borç ödemiş abdulhamid,bu esnada kaç savaşı finans etmiş,kaç ulusu bir arada tutmuş.devlet vazifelerini ne kadar yapmış,eğitim,sağlık ne durumdan ne duruma gelmiş,çağın büyükleri sömürgecilerle nasıl rekabet etmiş, bunlara bakmak lazım.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: driver


    quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35


    quote:

    Orjinalden alıntı: driver

    doğru bir strateji,doğru siyaset ve çağının gerisinde kalmış-ekonomik yönden zayıf bir hasta imparatorluğu 32 sene bir arada tutmak...
    bumu hüsran...?!




    Bulgaristan, Bosna-Hersek, Kıbrıs, Tunus, Mısır gitmiş. Bu kadar büyük kayıp başka hangi padişah döneminde var?
    Hangi başka padişahın döneminde Osmanlı Maliyesine el konulmuş?

    Yazılanları bile okumadan...
    "dediğim dedik, çaldığım düdük" budur herhalde.



    mevcut durumda imparatorluk olarak kalıp,bir dünya savaşına daha taraf olmak,bir arada tutmaktır.olay devletin bekasıdır.önemli olan devlettir.zayıf durumda bunu sağlamak başarıdır.zaten milliyetçilik akımları,vs. kopmalar kaçınılmazken,işgaller ikinci sınıf bile olabilir.

    o geldğinde zaten her tarafta ayaklanmalar vardı.93 harbi cabası,dış borç ödenmeye bitecek gibi değil,abdulhamid mi sebep olmuş maliyeye el konulmasına,ne kadar dış borç ödemiş abdulhamid,bu esnada kaç savaşı finans etmiş,kaç ulusu bir arada tutmuş.devlet vazifelerini ne kadar yapmış,eğitim,sağlık ne durumdan ne duruma gelmiş,çağın büyükleri sömürgecilerle nasıl rekabet etmiş, bunlara bakmak lazım.






    Zaten o kadar borç altındayken başka çare mi vardı da hayata geçirmedi Abdülhamid Han!Evet Düyun-i Umumiye devletin içinde devlet gibiydi.Ancak Osmanlı'nın yüksek borçlarından dolayı Avrupa devletleri sık sık içişlerine müdahalede bulunuyorlardı.Ne demişler 'Borç alan emir alır.'Düyun-i Umumiye'den başka bir çare bulunamamıştı o dönemde.Bu sayede devletin borçları 250 milyon altından 106 milyon altına indirilmişti.Bu büyük bir başarıydı.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61



    Zaten o kadar borç altındayken başka çare mi vardı da hayata geçirmedi Abdülhamid Han!Evet Düyun-i Umumiye devletin içinde devlet gibiydi.Ancak Osmanlı'nın yüksek borçlarından dolayı Avrupa devletleri sık sık içişlerine müdahalede bulunuyorlardı.Ne demişler 'Borç alan emir alır.'Düyun-i Umumiye'den başka bir çare bulunamamıştı o dönemde.Bu sayede devletin borçları 250 milyon altından 106 milyon altına indirilmişti.Bu büyük bir başarıydı.


    biz buna sömürgeleşme ,kompradorlaşma diyoruz. maliyeyi teslim ederk, yasaları avrupa nın isteklerine,

    beklentilerine uydurmaya çalışarak geçmiş bir 32 yıl. niyeti ne olursa olsun , bu padişah sömürgeleşme sürecini

    hızlandırmıştır. dağılmayı önlemek için ,avrupayla tam entegrasyon yolunu seçmiştir. kaleyi içten

    fethetmelerine izin vermiştir.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61



    Zaten o kadar borç altındayken başka çare mi vardı da hayata geçirmedi Abdülhamid Han!Evet Düyun-i Umumiye devletin içinde devlet gibiydi.Ancak Osmanlı'nın yüksek borçlarından dolayı Avrupa devletleri sık sık içişlerine müdahalede bulunuyorlardı.Ne demişler 'Borç alan emir alır.'Düyun-i Umumiye'den başka bir çare bulunamamıştı o dönemde.Bu sayede devletin borçları 250 milyon altından 106 milyon altına indirilmişti.Bu büyük bir başarıydı.


    biz buna sömürgeleşme ,kompradorlaşma diyoruz. maliyeyi teslim ederk, yasaları avrupa nın isteklerine,

    beklentilerine uydurmaya çalışarak geçmiş bir 32 yıl. niyeti ne olursa olsun , bu padişah sömürgeleşme sürecini

    hızlandırmıştır. dağılmayı önlemek için ,avrupayla tam entegrasyon yolunu seçmiştir. kaleyi içten

    fethetmelerine izin vermiştir.


    Kaleyi içten feth etmelerine izin verseydi Yahudi Teodor Herz'in Filistin karşılığında Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifini de Abdülhamid Han'ın kabul etmesi gerekirdi.Herz'e verdiği tokat gibi cevabı hatırlıyorsundur herhalde!




  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61


    Kaleyi içten feth etmelerine izin verseydi Yahudi Teodor Herz'in Filistin karşılığında Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifini de Abdülhamid Han'ın kabul etmesi gerekirdi.Herz'e verdiği tokat gibi cevabı hatırlıyorsundur herhalde!


    bu iddia ve bu tokat a dair bir kaynak gösterirseniz seviniriz.

    kaldı ki ,içten fethetme ve sömürgeleşme kavramlarıyla iddia ettiğiniz tekilfin alakası yok.

    devleti ,hukuku ,ekonomiyi sömürgeleştirmekten bahsediyoruz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq


    quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61


    Kaleyi içten feth etmelerine izin verseydi Yahudi Teodor Herz'in Filistin karşılığında Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifini de Abdülhamid Han'ın kabul etmesi gerekirdi.Herz'e verdiği tokat gibi cevabı hatırlıyorsundur herhalde!


    bu iddia ve bu tokat a dair bir kaynak gösterirseniz seviniriz.

    kaldı ki ,içten fethetme ve sömürgeleşme kavramlarıyla iddia ettiğiniz tekilfin alakası yok.

    devleti ,hukuku ,ekonomiyi sömürgeleştirmekten bahsediyoruz.


    Çok alakası var.Şayet hain olsaydı devleti en rahat satacak kişilerin başında olurdu.İstediğiniz kaynak:

    Yahudilerin, Filistin'e yönelik yerleşme, yurt ve bağımsız ülke kurma operasyonları Temmuz 1882'lerde resmen başlamıştır. Önceleri Batılı Yahudi zenginlerin Filistin'den para ile Yahudiler için Osmanlı'dan toprak satın alma girişimleri ile başlayan bu operasyonlar, siyonizmin lideri Theodor Herzl'in 1896-1902 yılları arası tam beş defa İstanbul'u ziyaret ederek amacına ulaşmak için yaptığı girişimlerle yeni bir boyut kazanmıştı.1 II. Abdülhamid Theodor Herzl'in her teklifini -vaat ettiği para ve medya desteğine rağmen- kesin bir dille reddetmiş, padişah, arkadaşı Newlinski aracılığı ile Theodor Herzl'e şu ültimatomu göndermişti:

    ''Eğer Bay Herzl, senin arkadaşın ise ona söyle, bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsüldar kılmışlardır. o bizden ayrılıp uzaklaşmadan, tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi bile geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Devlet-i Aliyye bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun hiç bir parçasını veremem. Bırakalım Musevi'ler milyonlarını saklasınlar; benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin 'i karşılıksız ele geçirebilirler.Fakat yalnız bizim cesetlerimiz parçalanarak, bu ülke taksim edilebilir. Ben, canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına asla müsaade edemem.”
    Kaynak:http://www.osmanli.org.tr/index.php

    1 Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991, 3. Baskı, Çağ Yayınları, s. 53-55
    2 Yaşar Kutluay, Türkiye ve Siyonizm, İstanbul, 1973, s.108-109
    3 Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 91
    4 Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 83-98
    5 Mim Kemal Öke, A.g.e., s. 97
    6 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Dahiliye, 30 Ca. 1311, nr:40
    7 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK.AZJ 27/39
    8 Ahmet Fettahoğlu, “Yüce Adalet Evi’nin Sakinleri:Bahailer”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat 2001, sayı:16, s. 12-23
    9 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Y.PRK.AZJ 27/39




  • 9 tane kaynak var ama hangisi hangisinden belli değil. örneğin başbaknalık arşivi daha güvenilirdir.

    burada duyun u umumiye ,filistin den daha önemli bir husustur. devlet ipotek altına alınımış demektir. hainlik

    demek istemem ama vatansever bir davranış olmadığı kesindir.

    ayrıca bir diğer husus şu. hangi padişah ya da kral gönüllü olarak koca bir ülkeyi satar ki. mesela osmanlı da

    para karşılığı toprak satan padişah hangisidir. abdülhamit e atfedilen dini vurgu mu, bu padişahı allayıp

    pullamaktadır acaba.
  • olayları bu kadar subjektif değerlendirmeyin.içişlerine müdahale yada sömürge olmak o kadar basit midir?
    bu kısır döngüye doğru gidiyor yine.vesselam

    o bırakırken osmanlıya kim nasıl içişlerine müdahale yapmış,verin bir örnek değerlendirelim beraber...

    padişah ı allayıp pullamak ne kadar yanlışsa,kızıl sultan diyip karalamak da o kadar yanlıştır.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    9 tane kaynak var ama hangisi hangisinden belli değil. örneğin başbaknalık arşivi daha güvenilirdir.

    burada duyun u umumiye ,filistin den daha önemli bir husustur. devlet ipotek altına alınımış demektir. hainlik

    demek istemem ama vatansever bir davranış olmadığı kesindir.

    ayrıca bir diğer husus şu. hangi padişah ya da kral gönüllü olarak koca bir ülkeyi satar ki. mesela osmanlı da

    para karşılığı toprak satan padişah hangisidir. abdülhamit e atfedilen dini vurgu mu, bu padişahı allayıp

    pullamaktadır acaba.


    Bir bilgi sadece bir kayanakta mı olur?Bir çok kaynakta olabilir.Burada da yeterince kaynak var.Allayıp pullamak değil önemli olan ne yapılmışsa objektif olarak bakabilmektir olaylara.




  • SİYONİZM;
    Alm. Zionismus (m), Fr. Sionisme (m), İng. Zionism. Filistin dışındaki bütün Yahûdîleri “arz-ı mev’ûd”
    (vâd edilmiş toprak)ta, yâni Filistin’de toplamak ve sonra da hazret-i Süleyman’ın mâbedini, Siyon
    Dağına yeniden inşâ etmek, Yahûdîleri bütün insanlığa üstün kılmak ideali.
    Mûsâ aleyhisselâm Mısır’dan çıkıp, Kızıldeniz’i geçtikten sonra Tur Dağının bulunduğu Sînâ Çölüne
    (Tih Sahrasına) gelerek Yahûdîlerle kırk yıl kadar burada kaldı. Onları Filistin topraklarında
    yerleştirmeyi vât etti. Fakat Mûsâ aleyhisselâm, Filistin topraklarına girmeden daha Şeria
    Vâdisindeyken vefât etti. Yahûdîler, bundan dolayı Filistin’e arz-ı mev’ûd (vâd edilmiş toprak) demişler
    ve oraya yerleşmek en büyük idealleri olmuştur. Târih boyunca bunun için çalışmışlardır. Hazret-i
    Süleyman zamânında buraya yerleşmeye muvaffak olmuşlardır.
    Siyonizm ve siyonistin ne olduğunu anlamak için önce Siyon’un ne olduğunu bilmek gerekir. Siyon,
    hazret-i Süleyman’ın Kudüs (Yeruşaleym)te, mâbedini yaptığı dağın ismidir. İşte siyonizm;
    Yahûdîlerin, hazret-i Süleyman zamânındaki gibi Filistin’de toplanıp, mâbetlerini Siyon Dağına kurarak
    bütün milletlerin Yahûdîlere esir ve köle olması, böylece Yahûdî Cihan hâkimiyetinin kurulması
    idealleridir. Yahûdîlerin mukaddes kitapları olan Ahd-i Atik’te yerine getirilmesi, sâdece mabedin
    varlığına dayanan yüzlerce emir bulunmaktadır. Dolayısıyla mâbed olmaksızın Yahûdî dîninin
    şartlarının yerine getirilmesine imkân yoktur.
    Bu mâbet, Asur Kralı Buhtunnasar’ın Kudüs’ü işgâli sırasında yıkıldı. Daha sonra Keyhüsrev, ikinci
    defâ yeniden inşâ ettirdi. Mâbet, Romalı Titus tarafından M.S. 70 yılında yıkıldı. Yahûdîler dağıtıldı. Bu
    târihle Kudüs’ün Yahûdîlere olan bağlılığı son buldu. M.S. 123 yılında Mescid-i Aksâ’yı Bizanslılar
    tâmir edip, Kudüs’e İlyâ ismini verdiler.
    Yahûdîler, Romalılar tarafından mâbetleri yıkılıp, Filistin’den sürüldükten sonra, Filistin’de devlet
    kuracak, onları esirlikten kurtaracak bir mesih beklemeğe başladılar. Târih boyunca çeşitli kimseler
    mesihlik iddiası ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi de İzmirli Yahûdî Sabatay Sevi (1626-1676)dir. En
    sonuncusu da 1868’de Yemen’de çıkan Şukr-el Kubeyl’dir.
    Yahûdîler, Filistin’de devlet kurmak için teşkilâtlanmaya 17. yüzyılda başladılar. 1695 yılında
    İngiltere’de Oligar Paulli adlı Yahûdî III. William’a mürâcaat ederek Filistin’de bir Yahûdî Devleti
    kurulması husûsunda yardımını talep ettiler. Bu mücâdeleleri bağımsız İsrail Devletinin kurulduğu 14
    Mayıs 1948 yılına kadar devam etti. (Bkz. İsrail)
    İsrâil Devletinin kurulması için en büyük gayreti gösteren Theodor Herzl hâtıralarında şöyle
    demektedir:
    “27 Şubat 1896’da Daily Chronicle Gazetesi’nde, Yahûdî Devleti dolayısıyla milyoner Sir Samuel
    Montagu ile yapılmış röportajım yayınlandı. Montagu’ya göre birisi Filistin’i Türklerin Sultanı’ndan iki
    milyona satın alabilir!
    19 Haziran 1896 akşamı Newlinsk, kötü haberler ve asık bir suratla Yıldız Sarayından döndü. Sultan
    Abdülhamîd’in şöyle dediğini nakletti:
    “Eğer Mr. Herzl, senin benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir
    adım atmasın. Ben iki karış dahi olsa toprak satamam. Zîrâ bu vatan bana değil milletime aittir.
    Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmışlar ve yine kanlarıyla sulayıp yeşertmişlerdir. O
    bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı
    birer birer Plevne’de şehit düşmüşler; bir tânesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muhârebe
    meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana âit değildir. Ben onun hiçbir parçasını vermem.
    Bırakalım Yahûdîler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman taksim
    edebilirler. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsâde edemem.”
    Sultan Abdülhamîd’in doğru ve büyük sözleri beni sarstı, bir zaman bütün ümitlerimi kırdı. Bu sonu
    ölüm ve parçalanmaya giden karşı koymada trajik bir güzellik var. Mamafih son nefese kadar, pasif
    mukâvemet şeklinde de olsa mücâdele edeceğiz.
    18 Mart 1900’de Sultan Abdülhamid Hana yapılan her türlü teklif, zorlama etkisiz kaldı. Hâlen bir tek
    plân aklıma geliyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar hergün biraz daha kötüye gidiyor. Sultana
    karşı bir kampanya açmalı. Bu iş içinde sürgün edilmiş prensler ve Jön Türkler kullanılmalı. Aynı
    zamanda Yahûdî sosyalistleri faaliyete geçmeli. Avrupa devletlerinin, Yahûdîlere Filistin’de toprak
    vermesi hususunda Osmanlı Devletine baskıda bulunmaları sağlanmalı.”
    1948’de İsrail Devletinin kurulmasıyla Siyonizm gâyesine ulaşmış gibi gözükürse de, bütün dünyâda
    faaliyetine ara vermeden devam etmektedir.




  • Abdülhamit zamanında ve hala günümüzde de abdülhamit i baskıcı ve zulümcü bir padişah diye tanıtanlar çok fazla. Hatta Abdülhamit e bundan dolayı kızıl sultan da denirdi. fakat bence bu yaklaşım kesinlikle yanlıştır. evet, Abdülhamit belki sert yöntemler kullanmış olabilir; fakat o dönem de böyle yapmak gerekiyordu ve o da yapılması gerekeni yaptı. Abdülhamit tahttayken balkan devletlerinin birlik olmasını engellemiştir. bunun nedeni de şudur:eğer balkan devletleri birlik olup bize karşı svaşırsa osmanlı onların karşısında durazmazdı. Abdülhamit te bunu aralarındaki anlaşmazlıkları çok iyi biliyordu bu yüzdende onların birleşmesine engel oluyordu. ama ittihat ve terakki Abdülhamit i indirip başa geçince balkan devletlerine siz neden kavga ediyorsunuz gelin birlik olun dedi ve osmanlı devleti ni belini bükemeyecek bir duruma sokan bir işe imza attı. Abdülhamit balkan savaşı nın çıktığını duyunca:Biz ecelimizi kendi elimizle çağırmışız demiştir.
    Kıscası Abdülhamit devrinde ne yapılması gerekiyorsa onu, hatta fazlasını yapmıştır. Enver paşa ve onun gibilerin bu ülkeyi batırmalarına izin wermemek için meclis-i mebusan ı kapatmıştır. Tabiiki meclis-i mebusan ı kapatarak tahta tek başına sahip olmayı da istemiştir ancak yine de Abdülhamit sadece tahta tek başına sahip olmaya çalışan bir hayalperest değil, tam aksine akıllı ve vatansever bir insandır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: habader

    Konuyu Konu DIsında açtım..Ne yazıkki Kimse yorum yazmadı.Şu an 2.Abdülhamit'in liderlik sırlarıyla ilgili bi kitap okuyorum ve sürekli merak etmişimdir hayatını......Kitapta sürekli olumlu özelliklerinden bahsettiği için nasıl bi padişah oldugunu hala kafamı kurcalamakta..


    2.Abdülhamit gerçekten bu ülke için canını bile fedaya hazır gerçek bi vatansever mıydı yoksa MEclis-i Mebusan'ı da kapatark tek başına bu ülkeyi yönetme sevdasına düşmüş bi hayalperest miydi??
    quote:

    Orijinalden alynty: habader

    Konuyu Konu DIsynda açtym..Ne yazykki Kimse yorum yazmady.?u an 2.Abdülhamit'in liderlik syrlaryyla ilgili bi kitap okuyorum ve sürekli merak etmi?imdir hayatyny......Kitapta sürekli olumlu özelliklerinden bahsetti?i için nasyl bi padi?ah oldugunu hala kafamy kurcalamakta..


    2.Abdülhamit gerçekten bu ülke için canyny bile fedaya hazyr gerçek bi vatansever myydy yoksa MEclis-i Mebusan'y da kapatark tek ba?yna bu ülkeyi yönetme sevdasyna dü?mü? bi hayalperest miydi??

    Abdülhamit bence dünaynyn gelmi? geçmi? en iyi hükümdaryydy (fatihten bile iyi) Abdül hamit yanly? zamanda gldi kanuni zamanynda gelydy ?uan heralde dünya osmalydan ibaret olurdu




  • II. Abdülhamit'i Osmanlı'nın "çöküş" sürecinde kötülediğiniz/eleştirdiğiniz padişahlardan ayırmak gerekir... Elinden geleni yapmıştır...

    II. sözüm ise; Osmanlı'nın "çöküş" sürecinde kabahatli olan Padişahları önlerinde sadece "Halife" ünvanı var diye eleştiremeyip, bundan ders almak yerine gözlerini kapatan insanlara...
  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.