Şimdi Ara

Yok Artık Citizen Burayıda mı Hackledin ?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
30
Cevap
0
Favori
1.591
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj



  • _____________________________
  • banada 4-5 kez çıkmıştır bu kelime
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ome r

    banada 4-5 kez çıkmıştır bu kelime
    citizen her yerde
    _____________________________

    Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi,
    seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Cebren ve hile ile aziz
    vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her
    köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde,
    iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen;
    Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: FuK

    citizen her yerde

    Alıntıları Göster
    citizen kim yahu,
    _____________________________
    Dünya üzerindeki canlıların, DNA zincirinde sadece dört Nükleotit bulunur. Her canlı varlık, bu dört temel yapı taşlarının değişik kombinasyonlarıyla yaratılmıştır. Bizim gen zincirimizde ise; Boşluklar vardır. Bunlar beşinci ve altıncı DNA Nükleotidir. Şu an gen aktarımını tamamladık, yeni bir tür yaratmayı başardık, Bu tür insan ile uzaylı melezidir,
  • Sitizen gittiginden beri forum cokmedi ne is?
    _____________________________

    9 EYLÜL ÜNİVERSİTESİ BİLGİSAYAR MÜHENDİSLERİ
  • Bir yere gittigi yok, hala utanmadan programcı sıfatıyla ortalıkta dolanıyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Persona Grata -- 5 Mayıs 2011; 11:46:19 >
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe
    citizen kim yahu,

    Bimin prezervatif markasi
    _____________________________
    Samsung Galaxy Note 2 16 GB | Samsung Galaxy Note 5 32 GB
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: whtswrongstupid


    quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe
    citizen kim yahu,

    Bimin prezervatif markasi

    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: whtswrongstupid


    quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe
    citizen kim yahu,

    Bimin prezervatif markasi

    _____________________________

    Nikon D300/\Nikkor 18-70AFS-DX/\Nikkor 50mm/\Sigma 70-300/\Cosina 100mm 1:1 Macro/\SB-800
    93" Honda Civic 1.6si---Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik
    Huawei Ideos X5<>Nikon d80<>Fujifilm s2950<>HP dv6-3100et
    YENİ NESİL OTOMOBİL PROGRAMI YAKINDA SİZLERLE
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe

    citizen kim yahu,


    Cveabı olmayan bir soru bu? Başlıyormuyuz?
    _____________________________
    Başlangıç Elektro Gitar Paketi (SIFIR 466TL) DÜKKANDA
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe

    citizen kim yahu,

    Citizen halkın kendi kendini yönetmesidir
    _____________________________
    kolon yağı
  • quote:

    Orijinalden alıntı: whtswrongstupid


    quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe
    citizen kim yahu,

    Bimin prezervatif markasi

    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe
    citizen kim yahu,

    Citizen ilk Gazel şairidir.
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: darklord111


    quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe

    citizen kim yahu,


    Cveabı olmayan bir soru bu? Başlıyormuyuz?

    Başlamayalım hiç çekilmez şimdi
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-91C8836C4

    quote:

    Orijinalden alıntı: darklord111


    quote:

    Orijinalden alıntı: Robinson_Crusoe

    citizen kim yahu,


    Cveabı olmayan bir soru bu? Başlıyormuyuz?

    Başlamayalım hiç çekilmez şimdi

    Alıntıları Göster
    citizen liselinin gelişmişidir...
    _____________________________




    Life AND Death


    121.'İNCİ Jandarma Er Egitim Alayı Komutanlığı / Serinyol / Hatay




  • quote:

    Orijinalden alıntı: 11sinann

    citizen liselinin gelişmişidir...

    Alıntıları Göster
    Citizen fırtınadan önceki sessizliktir.
    _____________________________
    CPU: AMD Ryzen 5600x | Cooling: Scythe Fuma 2 | MB: MSI B450 Gaming Plus Max | GPU:EVGA Rtx 3070 FTW | RAM: Crucial 16GB 3800 @16-20-16-38 | SSD: JAMESDONKEY JD12 512GB NVMe | MONITOR: SAMSUNG LC24FG73 24' 144Hz 1Ms | CASE: MSI Mag Vampiric 010M | PSU: GIGABYTE G750H 750W 80 Gold | KEYBOARD: CORSAIR K68 Cherry MX Red Switch | MOUSE: RAZER Deathadder V2 | PAD: STEELSERIES Qck | HEAHPHONE: LOGITECH G PRO X
  • quote:

    Orijinalden alıntı: DH | equ*

    Citizen fırtınadan önceki sessizliktir.

    Alıntıları Göster
    citizen çorbadaki tuzdur peh
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Zouzuni

    citizen çorbadaki tuzdur peh

    Alıntıları Göster
    Citizen Usame bin Ladin'in ölmemiş olan 5. oğludur. Dh aracılığı Fbi'ı ele geçirmeye çalışmaktadır.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kuflenmispeynir -- 5 Mayıs 2011; 18:34:26 >
    _____________________________
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Zouzuni

    citizen çorbadaki tuzdur peh

    Alıntıları Göster
    Citizen:

    Ortaçağ sanatı, Hırıstiyanlığın yayıldığı ülkelerde doğmuş ve onun hizmetinde gelişmiş olan dinsel nitelikli bir sanattır. Roma İmparatorluğu 4.yüzyılda Hıristiyan dinini kabulünden sonra ikiye ayrılınca, Ortaçağ sanatı da Batı ve Doğu Hıristiyan Sanatı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ortodoks mezhebine bağlı olan Doğu Hıristiyan Sanatı, Katolik Roma’dan farklı bir yol izlemiş ve “Bizans Sanatı” olarak adlandırılmıştır.

    Bu dönem 0-1 yaş arasındaki bebeklik dönemini kapsar. Oral dönemde temel haz kaynağı emmedir. Emme pasif ve bağımlı bir davranıştır. Freud’a göre anne ya da anne yerine geçen yetişkin tarafından çocuğun memeden erken kesilmesi ya da aksine çok uzun emzirilmesi onun bu döneme bağımlı olmasına neden olmaktadır.Emme ihtiyacı daha sonraki yaşamında da sürmektedir. Örneğin, öğrencilerin sinirli ve gergin olduğunda tırnak yemeleri, Freud’un oral bağımlılık olarak tanımladığı durumun bir göstergesidir. Psikoanalitik görüşe inanan psikologlara göre çocuğun yaşama küsmesi ya da onu sevmesi annenin tutumuna bağlıdır. Çocuğun ilerde göstereceği ruhsal özelliklerin temelini oluşturur. Örneğin,çocuğun birden bire sütten kesilmesi yaşama küsmesine yol açar. Bunu yapan anneye karşıda çocuk düşmanlık duyguları geliştirir. Sevme ve düşmanlık duyguları gibi iki zıt durumda kalan çocuk bilinçsiz olarak ruhsal bir çatışmanın içine girer. Böyle bir kimse anne aracılığıyla diğer insanlara karşı olan sevgi ve bağımlılığını da yitirir. Buda onun toplumsal gelişimini gene olumsuz yönde etkiler. “Doğumdan önceki bir yıl oral dönem olarak anılmaktadır. Bu evrede haz kaynağı,pasif ve bağımlı bir davranış olan emmedir. FREUD’ a göre bebeğin bu evrede anne tarafından aşırı şekilde emzirilmesi veya memeden kesilmesi oral evreye takılmakla sonuçlanır. Dolayısıyla ağız yoluyla haz alma davranışı ilerde başka yaşantılara genellenmekte ve kişilik oral karakter kazanmaktadır. Oral karakterdeki kişiler gergin bağımlı ve karmaşık bir duygusal yapıya sahiptirler.

    Hıristiyanlık, başlangıçta çoktanrılı Roma’nın baskısı yüzenden rahat yayılma olanağı bulamamış, ancak resmi din olarak kabul edildikten sonra gelişme gösterebilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu topraklarında yaşayan Hıristiyan toplulukları 4. yüzyıla kadar inançlarını yayma konusunda özgür değillerdi. Ölülerini gömerken gösterişli ayinler yaptıkları, bu yüzden de kovuşturmaya uğradıkları için mezarlıklarını yer altında yapmak zorunda kalmışlardır. Uzun ve karmaşık dehlizlerden oluşan bu yeraltı şehirlerine “Katakomb” adı verilir. Araştırmacılar tarafından uzun süre Hıristiyanların gizlice yaşadıkları şehirler sanılan katakombların sonradan yalnızca ölü gömülen ve ibadet edilen yerler oldukları anlaşılmıştır Nitekim, katakomblarda duvarlarına mezarlar oyulmuş dar koridorlardan ve girişteki ibadet salonundan başka, yaşamaya elverişli mekanlara rastlanmamıştır.

    Eğitimden bahsedildiğinde, genellikle, eğitim işine eğitimci ve öğrenci olarak katılanlar; öğretmenler ve öğrenciler, çocuklar ve gençler, anaokulu öğretmen ve bakıcıları, çıraklar ve ustalar, anne-babalar ve okul yöneticileri vs. akla gelir. Yâni eğitim deyince ilk akla gelen,eğitici ile eğitilenler arasındaki kişisel ilişkilerdir. Daha açık bir söyleyişle; öğretmen ili öğrenci arasındaki karşılıklı ilişkilerin şekli ve izleri, çocuk gelişiminin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, eğitsel ilişkinin meydana geldiği okul ve çevre ortamı, eğitime etki eden çevre faktörleri, çocukların tecrübe kazanmaları ve yetenekleri, eğiticinin pedagojik hedefleri, kullanılan eğitim araç ve metodları ile ilgileniriz.

    Eğitim, toplumun sosyal kurumlarından bir tanesidir. Her çocuk belirli bir aile içinde doğar, belirli bir sosyal tabakanın dilini ve görgü kurallarını öğrenir, bir köy veya şehir ortamında büyür, ilkokulda ve öğretim sisteminin diğer okullarında okur. Küçük çocukluk yaşlarından itibaren çeşitli arkadaş çevredeki içine girerek oyunlarını bu çevreler içinde oynar, sohbet eder, bu gruplarla bütünleşir. Kitap, gazete, dergi okur; sinemaya, tiyatroya gider, radyo dinler, televizyon seyreder... Bütün bunlar insanların ve özellikle yeni yetişen nesillerin içinde yaşadıkları toplumdan etkilenme yollarından bazılarıdır. İçinde yaşanılan bu ortamlar, çocukları ve gençleri hayatın amacı, önyargılar ve değer hükümleri, tutumlar, vaziyet alışlar, bütün düşünce ve davranış yönlerinden etkiler, yönlendirir ve kalıplaştırır. İşte burada kısaca değinilmeye çalışılan toplum ile eğitsel yetiştirme arasındaki karşılıklı ilişkileri, bağlantıları ve etkilemeleri inceleyen bilim dalına Eğitim Sosyolojisi denir.

    Türkiye'de eğitim sosyolojisi olarak adlandırılan bilim dalı, dünyada kendisi ile ilgili literatürdeki ikili yaklaşımın ikisini birden ifade etmektedir. Bu bilim dalının tarihinde özellikle etkili olmuş bu ikili yaklaşım şunlardır: Toplumun sosyal yapısını bir bütün kabul ederek onun kurumlarından birisi olan eğitimi ele alıp incelemektedir. Burada sosyolojik metodlar kullanıldığı gibi, araştırmaların odak noktası ve konuya bakış açısı da sosyolojiktir. Türkçeye "Eğitsel Sosyoloji" olarak çevrilebileceğimiz "Educational Sociology" ("Paedagogische Soziologie") ise odak noktası olarak eğitimi almakta; eğitim sistemi, öğretmen-öğrenci ilişkileri, sınıfların durumu, ders programları, eğitimde uygulanan metodları vs. incelemektedir. Yaklaşımlar farklı olmasına rağmen ele alınan konular aşağı yukarı aynı olduğu için, Eğitim Sosyolojisi derslerinde her iki yaklaşımın da eğitim ve toplum konularını ele alma tarzları ve çıkardıkları sonuçlar birlikte verilmeye çalışılmaktadır. Zaten son yıllarda bu tartışmaların en yoğun olduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde de iki akımın birbirine yaklaştığı ve birleştiği görülmektedir.

    Eğitim Sosyolojisinin ana konularına girmeden önce, eğitim ve sosyoloji kelimelerini, bizim için ne ifade ettikleri noktasından ele almak lâzımdır. Sosyolojik açıdan eğitim, bireyin içinde yaşadığı toplumda yeteneğini, tutumlarını ve olumlu yöndeki diğer davranış biçimlerini geliştirdiği bir süreçler toplamıdır. Başka bir tanıma göre de eğitim, bireyin toplumsallaşması ve ferdî gelişimini - ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda - en yüksek düzeye çıkarması için düzenlemiş, kontrollü bir çevredeki toplumsal süreçtir. Sosyolojiye göre eğitim, bir sosyalleşme veya sonradan topluma katılanlar için bir integrasyon (bütünleşme, kaynaşma, intibak) sürecidir. Sosyoloji ise, insanların meydana getirdikleri toplulukların ve toplumsal kurumların sistematik incelemesini yapan bir bilimdir. Sosyoloji, insanın sosyal davranışlarını inceler, toplumsal davranışın kalıplaşmış şekillerini, bu alandaki toplumsal kuralları ve "toplumsal yasaları" tespit etmeye çalışır; modern toplumlarla ilgilenir.

    Eğitim, toplum içinde cereyan eden bir sosyalleşme olgusu olarak ele alındığında, okullar ve diğer eğitim-öğretim birimleri de bu toplumsal olguyu organize ettiğinden eğitim de bir sosyal olay olarak ele alınmakta; eğitim olgusuna sosyal yönden yapılan yaklaşım ve incelemeler de Eğitim Sosyolojisi adı altında toplanmaktadır.

    Hıristiyanlık, başlangıçta Yahudiliğin tasvir yasağını benimsediği için ilk resim örnekleri, ancak 3. yüzyıldaki katakomb duvarlarında karışmıza çıkar. Bu resimler genellikle çok basit ve şematiktir. Okuma yazma bilmeyen Hıristiyanların vaazlarda anlatılan dinsel olayları gözlerinde canlandırabilmeleri için yapılmışlardı. Aslında bu resimlerin her biri basit birer semboldürler. Ama bu basit semboller bile, o dönemde inançlı kişilerin zihinlerinde bir takım dinsel imgeler uyandırmaya yetiyordu. Örneğin, Roma’daki Priscilla Katakombu’nda tasvir edilen İsa’nın oniki havarisiyle birlikte yediği ve onlara kutsal ekmekle şarap dağıttığı Son Akşam Yemeği sahnesi, ıncil’de geçen ve tüm Hıristiyanların bildiği bir olaydır. Bu yüzden resmi yapan sanatçı, olayı ısa ile yalnız altı havarisini basit bir sofra önünde göstermekle yetinmiştir.

    Batı Roma, 4. yüzyıldan başlayarak Kuzeyli kavimlerin istilasına uğramıştı. Amansız Hun akınlarıyla yurtlarından atılan Cermen ulusları, Avrupa’nın çeşitli yörelerine yayılmışlar, zayıf düşen Roma bunlarla başa çıkamamıştır. Ostrogotlar ve Lombartlar ıtalya’da, Franklar orta ve batı Avrupa’da, Vizigotlar ıspanya’da, Vikingler ve Anglosaksonlar ıskandinavya ve ıngiltere’de egemenlik kurmuşlardır. Romalıların “barbar” saydıkları bu kavimlerin aslında kendilerine özgü uygarlıkları ve sanatları vardı. Bu kavimler, Hıristiyanlığı benimsedikten sonra yerleştikleri ülkelerin kültürünü de özümleyerek, 11. yüzyılın ortalarına kadar güçlü bir sanat etkinliği yaratmışlardır. Bugün Osla Gemi Müzesi’nde bulunan 9. yüzyılı ait bir Viking Gemisi’nin burnu, Vikinglerin başarılı tahta oymacılı¤ını yansıtan güzel bir örnektir.

    Erken Hıristiyan sanatının oluşumunda Helen-Latin kültürü kadar kuzey kavimlerinin de katkısı olmuştur. Bu dönemin sanatı putperestlik inançlarından izler taşımakla birlikte aslında tümüyle Hıristiyanlı¤ın hizmetindeydi. Bu dönemde dinsel olmayan tek örnek, Bayeux Halısı’dır. 70 metre boyundaki bu ola¤anüstü yapıtta Normanların ıngiltere’yi istilası anlatılmıştır. 6. yüzyıl başında ıtalya’nın Ravenna kentinde yapılmış olan Ostrogot kralı Büyük Thedoric’in Mezar Anıtı ise erken mimarlık örneklerinden biridir. Bu görkemli anıtta merkezi planlı, dışı mermer kaplı Roma yapılarının etkileri kolayca farkedilir. Lombartların 7. yüzyılda Kuzey ıtalya’nın Perugia kentinde inşa ettikleri Kilise de eski Yunan ve Roma tapınaklarını anımsatmaktadır. Benzerlik, özellikle dışa açık sütunlu cephede ve üçgen alınlıklı çatı örtüsünde dikkati çeker.

    8. yüzyılda batı ve orta Avrupa’ya hakim olan Franklar, ünlü kralları Charlemagne döneminde topraklarını daha da genişleterek, Avrupa’nın en güçlü devletini kurmuşlardır. Charlemagne, bir cermen prensliğinden Roma anlamında bir imparatorluk yaratmıştır. Kendini Kutsal Roma-Cermen İmparatoru ilan etmiştir. Birleşik bir Avrupa’nın kurulması ve Batı kültürünün temellerinin atılması bakımından önem taşıyan bu döneme “Karolenj Rönesansı” adı verilmiştir. Bu dönemin en tipik mimarlık örneği başkent Aachen’daki İmparatorluk Kilisesi”dir. Çevresi daha sonraları Gotik üslupta yapılarla kuşatılmış olan bu kilise, sekizgen gövdeli, yüksek kasnaklı, dilimli kubbeli bir yapıdır. Çevresindeki yapılardan ayrı düşünülürse, anıtsal bir görünüm taşıdığı hemen anlaşılır. Charlemagne’ın kurdurduğu bu merkezi planlı yapıya Ravenna’da bulunan 546 tarihli bir Bizans kilisesi olan San Vitale’nin örnek olduğu düşünülmektedir. Aachen şapeli’nin iç yapısı da ilginçtir. Sekiz masif ayağı dayanan kubbeli orta mekan iki katlıdır. Bu mekan altta bir koridor, üstte ise sütunlu galerilerle çevrilidir. Yapının dış görünümündeki anıtsallık, damarlı ve renkli mermerlerle kaplı iç mekanda daha da belirgindir.

    Patlıcanları temizleyin, soyun ve ortasından yarın, sonra enlemesine de bir yarık yapın. Tuzlayıp, yarım saat sonra yıkayıp bir tabağa çıkarın.Soğan ve sarımsakları piyaz biçimi doğrayın. Üç domatesi ufak ufak kesin. Patlıcanları sararıncaya kadar zeytinyağda kızarttıktan sonra pişireceğiniz tencereye dizin, aynı yağda soğan ve sarımsağı kavurun, ardından domatesleri de katıp çevirin. 15 dakika pişirin. Maydanozu katın, daha sonra bu içi patlıcanlara doldurun. Suyunu koyun. Üzerine 2 domates ve biber dilimleri koyarak yarım saat pişirin, soğutun.

    Karolenj İmparatorluğu 10. yüzyılda ikiye bölünmüş, doğu kesimi Kral Büyük Otto’nun yönetimine geçmiştir. Yeni bir canlanışa sahne olan bu dönemin ve yörenin sanatı, “Otto Sanatı” diye tanımlanır. Bu dönemin mimarlık yapıtlarına örnek olarak 11. yüzyılın ilk yarısında yapımı tamamlanan Hildesheim’daki Saint Michael Manastırı gösterilebilir. Bu kilisede bazilika planı uygulanmıştır. Vatikan’da bulunan San Pietro Kilisesi’nin 16. yüzyılda çizilmiş eski bir resmi, bazilikal plan tipinin ana hatlarını göstermesi bakımından önemlidir. Bu çizimde görüldüğü gibi, erken örnekleri Geç Roma ve Bizans’a dayanan bazilikal plan tipinde uzunlamasına ana mekan, sütunlara dayanan kemerlerle yan mekanlara açılmaktadır. Bu yan mekanlara orta ve yan nefler denir. Orta nefte, girişin karışsındaki duvar, yarım daire biçiminde dışarı taşırılmıştır. Dini törenlerin yapıldığı, ilahilerin okunduğu bu bölüme “Apsis” adı verilir. Genellikle apsis yönünde nefleri dik olarak kesen uzun bir mekan daha yer alır. Kral galerisinin ve kilise orgunun bulunduğu bu mekana ise “Transept” denir. Saint Michael Kilisesi’nde olduğu gibi bazen giriş yönüne de ikinci bir transept eklenir, orta nefle transeptin kesiştiği bölümler, birer kuleyle yükseltilirdi. Yuvarlak kemerlerin, masif ayakların ve kalın duvarların kullanıldığı bu yapılar, daha sonraki yüzyılda görülen Romanesk mimarinin öncüleri olmuştur.

    Gerek Charlemagne gerekse Otto döneminde el sanatları ve kitap resimleri alanlarında da ilginç örneklerle karışlaşılır. Dini törenlerde kullanılan 8. yüzyıla ait kutsal bir şarap kabı olan Tassilo Kalisi (Kremsmünster Manastırı) hem biçim hem işçilik bakımından dönemin yetkin bir örneğidir. III. Otto İncili’nin (Bayerische Staatsbibliothek, Munich) altın kaplamalı ve değerli taşlarla süslü cilt kapağının ortasında yer alan fildişi kabartma da dönemin ince el işçiliğini gösteren güzel bir örnektir. Bu kabartmada “Meryem’in Ölümü” konu edilmiştir.

    Fasulyelerin kılçıklarını ayıklayın ve çapraz küçük parçalar halinde (Baklavaya benzer şekilde) kesin. Tuzlu suda, ağzı kapalı bir tencerede, 15 dk kadar haşlayın. Fasulyelerin fazla yumuşamamalarına dikkat edin. Pırasayı çok ince doğrayın. Tereyağını büyük bir tavada eritin ve doğranmış pırasayı ekleyip, 2-3 dk sote edin. Haşlanmış taze fasulyeyi de ekleyip, 10 dk daha kavurmaya devam edin. Yumurtaları el mikseriyle çırpın ve pırasalı fasulye karışımına ilave edip, 3-4 dk daha, devamlı karıştırarak, pişirin. Tuz ve karabiber katıp, hemen servis yapın.

    Erken dönemde duvar resminin yanı sıra minyatür adı verilen kitap resmi de yaygınlık kazanmıştır. Bu dönemin minyatür sanatında görülen özellikleri başarıyla yansıtan örneklerden biri de 845 tarihli Bamberg İncili’nde (Staadliche Bibliothek, Bamberg) yer alan Adem ile Havva kompozisyonudur. Bu minyatürde Adem ile Havva’nın yaradılışından, şeytana uyup yasak meyvayı yemelerine, cennetten kovulmalarına ve yeryüzünde çileli bir hayat sürmelerine kadar geçen olaylar anlatılmaktadır. Basit ve şematik bir anlatım söz konusudur. Bütün bu olaylar şerit halindeki sahnelerde bir yazı okur gibi izlenebilir. Bu özellik, Ortaçağ resminde yaygın bir anlatım biçimidir. Otto dönemine ait kitap resimlerinde ise daha ileri bir aşamaya tanık olunur. Kral Otto’ya sunulan bir kitabın (Musée Condé, Chantilly) ilk sayfasında Hıristiyan dünyasının hakimi olarak tahtında oturan kral ve buyruğundaki eyalet prensleri gösterilmiştir. Sahne, dengeli bir kompozisyon düzeni ve başarılı bir renk uyumu içinde resimlenmiştir.

    1066 yılında İngiltere’yi işgal eden Normanlar, yeni bir mimari üslubu da beraberlerinde getirmişlerdir. Bu üslup ıngiltere’de “Norman üslubu”, Avrupa kıtasında ise “Roman üslubu” adını almıştır. 1050’lerde başladığı kabul edilen Romanesk, Avrupa’nın yeni bir canlanış dönemi olmuştur. Özellikle Haçlı seferleri, değişik sınıftan kişilerin birbirine kaynaşmasını sağlamış, kilise her tür sanatın koruyuculuğunu yapacak bir düzeye ulaşmıştır.

    Romanesk sanat deyince ilk akla gelen, Ortaçağ’ın büyük manastır yapılarıdır. Bunlar, yalnız dinsel değil, sosyal ve kültürel etkinlikleri de içeren yapı kompleksleridir. Romanesk kiliseler ise kalın taş duvarları, masif kuleleri ve heybetli görünümleriyle kimi zaman bir şatoyu anımsatırlar. Romanesk mimarlık üslubuna Avrupa’nın değişik yörelerinde rastlanır. Ama en tipik ve anıtsal örnekler daha çok Almanya, Fransa ve ıngiltere’de toplanmıştır.

    Uzun yüzyıllar boyunca eğitim, toplumun ahlâk kurallarının, ekonomik ve politik yapısının belirlediği - ama kesin olarak belirlediği - ve mevcut toplumsal düzeni aynen devam ettirmeyi sağlayacak vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlayan bir sistem olarak görüldü. Öyle ki, toplum düzeni ve onun felsefî ahlâki ve politik kuralları, öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişkiyi, eğitimin amaçlarını, eğiticinin hedeflerini, eğitim araçlarını ve vasıtalarını tek başına belirliyordu. Avrupa'da 18. yüzyılın ortalarına kadar hem okullarda hem de okul dışı dinî ve meslekî eğitim kurumlarında verilen eğitim, eğiticilerin öğrenciler üzerindeki kesin egemenliğine dayanıyor ve yeni nesiller mevcut toplumsal düzenin devamını sağlamak için zamanın toplumsal ihtiyaçlarına ve gereklerine göre düzenleniyordu.Antik Roma, M.Ö. 9. yüzyılda İtalya Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden doğarak tüm Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adıdır. Yaklaşık 12. yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür.Fetih ve asimilasyon yollarıyla Batı Avrupa ve Akdeniz'i çevreleyen bölgede egemen olan Roma İmparatorluğu, iç istikrarsızlıkların ve özellikle de göçebe toplulukların akınlarıyla yıpranmaya başlamıştır. Bu etkiler sonucunda Hispanya, Galya ve İtalya'yı içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. İmparatorluğun batı kesiminin dağılması, tarihçiler tarafından Antik Çağlar'ın sonu, Orta Çağ'ın, aynı zamanda Karanlık Çağ'ın da başlangıç tarihi olarak kabul edilir. Öte yandan İstanbul'dan yönetilen doğu imparatorluğu, 1453 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.Roma uygarlığı, kültürel olarak yoğun biçimde ilham ve örnek aldığı Antik Yunan ile birlikte "klasik antikite"ye dahil edilir. Antik Roma Batı dünyasındaki hukuk, savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir.

    Tarihte artık klâsik olmuş olan bu tezi ilk defa 1888 yılında W.Dithey, "eğitim, toplumun bir fonksiyonudur" şeklinde formüle etmişti. Buna göre eğitim hedefleri toplumun hedeflerinin aynısı idi. Eğitim düşünce ve hareketleri sosyal yapıya bağlı ilişkiler tarafından, "toplumsal güç" ve politik çıkarlar bakımından belirleniyordu. Öyle ki eğitim, mevcut yönetim-yönetilen (iktidar-halk) ilişkilerinin sağlamlaştırılarak sürdürülmesine yarıyordu.

    18. yüzyılın ortalarından itibaren aşırı derecede hızlanmış olan toplumsal değişmede eğitim, çok önemli bir rol oynayamadı. W.F. Ogburn'ün "kültürel geri-kalma" (cultural lag", "kulturelles Zurückleiben") teorisine göre, toplumdaki bütün kültürel unsurlar aynı değişme sürecini paralel zamanlar içinde geçirmediler; "maddî kültür" dediğimiz bilim ve teknik keşifleri, bilgi ve metodları, "manevî kültür" ("immaterialle Kultur") dediğimiz toplumsal kurumlar, değerler, kurallar, dünya görüşleri, örgütler vs. den daha yavaş bir gelişme gösterdiler ve onların gerisinde kaldılar. Oysa günümüzde ise tam tersi bir durumla karşılaşmaktayız. Bugün maddî kültür unsurları alabildiğine bir gelişme içinde bulunmalarına karşın, manevî kültür unsurları önemli bir gerilik içinde bulunmakta; yeni değerler yaratılmadığı gibi eskilere karşı da vaziyet alınmakta ve insanlar büyük bir manevi boşluk içinde bunalımlara düşmektedirler.

    Genellikle Eğitim Sosyolojisinin kurucusu olarak kabul edilen Fransız sosyologu E.Durkheim, eğitimi toplumun bir fonksiyonu olarak görmeye devam etti. Ona göre eğitim, topluma bağlı değişkenlerden biri idi ve amacı da çocukları ve gençleri, içinde yaşadıkları topluma katmak, oraya uyum yapmalarını sağlamak; bu toplumsal ve politik sistemi anlamalarını ve işleyişine katılmalarını temin etmek idi. Hatta bazı anne-babalar istemeseler bile, çocukların başarılı olabilmeleri için, içinde bulundukları toplum düzenine uygun, sosyal yönden arzu edilen çerçevede yetiştirmek zorundadırlar. Bu, çocukların hayatta başarılı olabilmeleri için vazgeçilmez bir esastır.

    Eğitim-toplum ilişkilerindeki bu aşırı görüş insanın tamamen toplum tarafından şekillendirildiğini kabul ediyor ve onu, toplum düzeni içindeki sosyal rollerden kendisine uygun düşenleri seçip oynayan bir "rol oyuncusu" olarak görüyordu. Ancak bu görüşün bir antitezi olarak, eğitim toplumdan bağımsız bir değişken olduğu ve toplumun eğitim tarafından şekillendirilip değiştirdiği görüşü savunulmaktadır. Dilthey'in tezine tamamen zıt olan bu görüşe göre de "toplum, eğitimin bir fonksiyonudur". Eğitim, toplumu yenileştirme ve değiştirme, mevcut toplumsal, politik güç ve fikirleri kontrol altına alma, şekillendirme gücüne sahiptir. Sosyal bilimler tarihinde bu tip bir görüşün ilk savunucularından biri J.G.Fichte idi. Ona göre, eğitim sisteminde ve bilhassa ilkokul düzeyindeki eğitim-öğretim yürüten öğretmenlerin çalışmalarıyla toplum yapısında büyük değişikler olur. Fichte, Alman milletinin Napolyon'un işgalinden kurtulmasının ancak bu yolla mümkün olabileceğini savunuyordu. Tanınmış Amerikalı eğitim düşünürü J. Dewey de 1899'da yayınladığı "Eğitim ve Toplum" adlı eserinde, eğitim sistemini, toplumsal değişimin doğrudan doğruya bir aracı olarak görüyor; toplumsal reformların yapılmasını okullardan bekliyordu.

    Yukarıda kısaca söz edilen görüşler, eğitim ile toplum arasında diyalektik bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu kitapta işlenecek olan eğitim ile toplum arasındaki bağlantılara, düşünce tarihinin ilk dönemlerinden beri dikkat çekilmektedir. Platon, Aristoteles, Poseidonius, Çiçero gibi antik Yunan ve Roma dönemi düşünür ve siyasetçilerinin eserlerinde eğitim olgusuna toplumsal, felsefî ve politik yaklaşımlar görülmektedir. Ortaçağ düşünce hayatında da, toplumsal yaşam ile eğitim bir görülmeye devam etmiştir. Ancak daha sonra eğitim ve toplum, felsefî ve teolojik görüşlerin kontrolünden kurtulmuştur. Bu, İngiltere'de de J.Locke; Fransa'da, J.-J. Rousseau ve Almanya'da J.G.Herder tarafından gerçekleştirilmiştir. Bilimsel ve teknik keşifler, icatlar, gittikçe artan nüfus, üretim tekniğinde ortaya çıkan yeni düzenlemeler sosyal yaşayış biçimindeki değişiklikleri zorunlu kılmıştır. Bu arada politik iktidarlar da toplumsal değişmeye ayak uydurmak zorunda kalmışlardır. O zaman bu sosyo-ekonomik değişiklikler içerisindeki insanlarda kendi çıkarlarını düşünen, rasyonel davranan, feodal yapılardan ve geleneksel meslek bağlarından kurtulan bireyler olarak ortaya çıktılar. Bunun sonucu olarak da, eğitim ve öğretim anlayışı ferdin kendini bağımsızlaştırmasına ve toplum yapısındaki değişikliklere uymak zorunda kaldı.

    J.-J. Rousseau, ferdin doğuştan getirdiği saf tabiatını temele alan bir eğitim teorisi geliştirdi. Onun "Emile veya Eğitim Üzerine" adlı pedagojik romanında vurgulamak istediği, ferdin doğuştan esas olarak temiz olduğu, ancak feodal toplumun ve eğitim dahil bütün toplumsal kurumların daha sonra kişinin temizliğini ve ahlâkını bozduğu idi. Ona göre eğitim, toplumun, dinî, felsefî, ahlâki ve politik sistemlerin çocuğa kabul ettirilmesi değil; çocuğun serbest gelişimini, "tabiî gelişimini" sağlayıcı bir düzen olmalı idi. Rousseau'nun eğitim anlayışı yalnız bu değildir; onun eğitim anlayışını toplum anlayışı ile birlikte ele almalıdır. Ona göre toplum, o topluma katılan insanların bağımsız ve mantıklı düşünüp anlaşmalarıyla ("sosyal sözleşme") kurulmalıdır; bu da ancak demokratik bir cumhuriyet şeklinde mümkündür. Onun "tabiata geri dönme" şeklindeki eğitim görüşü toplum ve medeniyet düşmanı bir görüş değil, sosyal eşitsizliğe ve çatışmalara yol açan o zamanki eğitim ve toplum düzenine karşı bir vaziyet alıştır.

    Rousseau'nun açtığı bu çığır, daha sonra da devam etmiş ve bugün de hâlâ temsilcileri bulunmaktadır. Bunların en tanınmışları M.J.A. Condorcet, I.Kant, W.v. Humboldt, K.Marx, S.Freud, W.Reich, H.Marcuse, J.Habermas tır. Bunlar eğitimden, insanın kendini gerçekleştirmesi ve haklarını elde etmesi ("Emanzipation") yolunda ona yardım etmesini istemekte ve genellikle radikal ütopyalar şeklinde, daha iyi ve çocuklara uygun bir toplum kurulmasını hayal etmektedirler. Bunlara göre toplumsal statüler, çocukların kimin çocuğu olarak doğduklarına veya ailelerin servetlerine bakılmaksızın, şans eşitliğine dayalı bir eğitim sistemi içinde yetişecek çocukların yükselebilecekleri yerlere göre verilmelidir. Yani eğitim, bir taraftan çocukları ve gençleri toplumsal ve geleneksel bağlardan kurtardığı gibi, öte yandan da toplumsal yapı, eğitim tarafından belirlenmiş olmaktadır. Toplumun eğitimi veya eğitimin toplumu belirlediği şeklindeki diyalektik görüşlere gerçekçi bir yaklaşımla bakıldığında bunların aslında iç-içe oldukları, birbirlerini karşılıklı etkiledikleri ve belirledikleri ortaya çıkmaktadır.

    Eğitimin toplumsal olarak üstlendiği görev, diyalektik bir yapı göstermektedir; eğitim hem yetiştirdiği çocukları ve gençleri içinde yaşayacakları topluma uyan birer şahsiyet olarak yetiştirmek için toplum düzenini ve kültürünü onlara aktarmakta hem de bu çocuklara ve gençlere, toplum yapısını değiştirici, düzeltici ve ileriye götürücü, eleştirici düşünceyi vermeye çalışmaktadır.

    Eğitimde bu iki yöne daima dikkat edilmelidir; gençler hem devlet ve toplum için, onların kültür ve kanunlarına uyacak şeklinde yetiştirilmeli hem de ileriye yönelik olumlu değişiklikleri yapabilecek güçte olmalıdırlar. Aslında birbirine zıt gibi görünen bu hususlar, daha dikkatlice incelendiğinde, sadece görünürde bir zıtlık olduğu ortaya çıkar; eğitimde her iki husus ne kadar mükemmel bir şekilde gerçekleştirilse, zıtlığın o kadar belirsiz bir şekilde ortadan kalktığı görülecektir. Yalnız burada toplumsal ve bireysel ilgi ve ihtiyaçlar çok dikkatli değerlendirilmelidir.

    Romanesk mimarinin en yaygın formu, çok nefli ve transeptli bazilikal formdur. Bu üsluptaki kiliselerde orta nef ile yan neflerin bağlantısı, 11. yüzyılda yapımına başlanan Speyer Katedrali’nde olduğu gibi masif ayaklara dayanan yuvarlak kemerlerle sağlanmıştır. Roma yapılarından alınan yarım daire biçimli yuvarlak kemer, Romanesk mimarinin en belirgin özelliklerinden biridir. Bu dönemde yapıların örtü biçimleri de değişmiştir. Erken dönemlerde kullanılan ahşap kirişli çatılar bu dönemde de kullanılmakla birlikte artık esas örtü biçimi, “tonoz” olmuştur. Yuvarlak kemerlerle dörtgen bölümlerin oluşturulduğu neflerin üzerini dilimli kubbeleri andıran çapraz tonozlar örtmektedir.

    Bu dönemde mimarlık ön plandaydı, öteki sanat dalları ise onun zenginlik ve anlamını arttırmak için birbiriyle yarışıyorlardı. Örneğin, Romanesk heykel sanatı mimariden ayrı düşünülemez. 11. yüzyılda tamamlanan Poiters’deki Notre-Dame Kilisesi’nin cephesinde ayakta duran, oturan, bir konuyla ilgili olarak gruplaşan çok sayıda kabartma figür görülmektedir. Bu kabartmalar, yapının cephesini görkemli bir biçimde süslemekle kalmayıp, ona hareket, soluk alan bir canlılık da katmaktadırlar. Romanesk heykel, yalnız cephelerde değil, iç mekanda da mimari organlara bağlı olarak geniş yer tutar. ıçiçe geçmiş çok sayıda figürden oluşan sütun ve ayaklar, bunun en ilginç örnekleridir. Kimi sütun başlıkları da neredeyse birer heykele dönüşmüştür. Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden biri de Chauvigny’deki Saint Pierre Kilisesi’nde bulunan sütun başlığıdır. Sanatçı, sütun başlığı gibi dar bir alana yargı gününde günahların tartılması konusunu ustalıkla sığdırmayı başarmıştır. Dönemin heykel ustaları yalnız yapı cephelerinde değil, alınlıklarda, silmelerde, tunç ve ahşap kapı kanatlarında da Tevrat ve ıncil’de anlatılan olayları ve kişileri betimlemekten geri durmamışlardır.

    Heykel alanındaki bu açılıma karışlık, dönemin resim sanatında özellikle kitap resminde daha sıkı kalıplara, daha belirgin şemalara bağlı bir anlatıma tanık olunur. 1188 tarihli bir Kitap Resmi’nde (Welfenchronik, Weingarten Manastırı) İmparator Frederich Barbarossa ve oğulları Kral Henry ile Kont Frederich betimlenmiştir. ılk göze çarpan özellik, konuyla ilgili sahne düzenlemesinin statik bir soyut kalıp içine alınması, nakış ögelerinin de bu soyutluğu arttırmış olmasıdır. Romanesk duvar resimlerinde de aynı katı ve soyut anlatım kalıbı kullanılmıştır. Bugün Barselona’da Catalina Güzel Sanatlar Müzesi’nde bulunan 1123 tarihli bir Duvar Resmi’nde, Hiristiyan dünyasının tek hakimi anlamında betimlenmiş ısa fügürü, bu özelliği en iyi yansıtan örneklerden biridir.

    Romanesk dönemi Ortaçağ’ın son büyük aşaması olan “Gotik dönem” izlemiştir. 12. yüzyıl ortalarında başlayan Gotik sanat, Rönesans dönemine kadar sürmüştür. Romanesk deyince akla manastır yapıları geliyordu, Gotik denildiğinde ilk akla gelen ise, sivri çatı ve kuleleriyle göğe doğru yükselen, dev boyutlu katedral yapılarıdır. Gotik mimarlığın 1122’de Abbot Suger tarafından tasarımlanan, Paris yakınındaki St. Denis Manastır Kilisesi ile başladığı kabul edilir. Ama en yetkin klasik örnekler Fransa’nın Ile de France bölgesinde, yapımlarına 13. yüzyılda başlanan Laon, Chartes, Reims, Amiens ile Paris Notre-Dame Katedralleri’dir.

    Katedraller, Ortaçağ kentlerine biçim vermiş, kent ekonomilerinin gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır. Bu dev yapıların tamamlanması, çok kere yüzyıldan fazla sürüyor, kent, onun çevresinden başlayarak halkalar halinde genişliyordu. Ayrıca yapı, il ve çevresinden çok sayıda işçiyi kendine çekiyor, ekonomik etkinlik de o ölçüde canlanıp büyüyordu. Bir Romanesk kiliseden çıkıp, bir Gotik katedrale girildiğinde aradaki büyük fark hemen anlaşılır. Gotik katedrallerde daha geniş nefler, daha ışıklı bir ortam ve kendini yukarlara çeken daha hafif bir mekan ile karışlaşılır. Gotik mimarinin bu başarısı iki yeni buluşa dayanır. Birincisi sivri kemerlere dayanan kaburgalı tonoz sistemidir. ıkincisi ise yapıyı dıştan destekleyen payanda kemerlerinin kullanılmış olmasıdır. Romanesk mimaride kullanılan yuvarlak kemerlerin yerini Gotik mimaride sivri kemerler almıştır. Böylece kemere binen yükün yanlara doğru zorlaması azaltılıp, aşağı doğru akması sağlanmıştır. Ayrıca kaburgalı yapısıyla tonozun ağırlığı azaltılmış, kemere daha az yük bindirilmiş olur. Ama kemerler sivri olsa da bir ölçüde dışa zorlama söz konusuydu. Kemerleri taşıyan demet biçimi sütun ya da ince ayaklar bu zorlamaya dayanmayabilirdi. Mimarlar bu sakıncayı gidermek için kritik noktalarda payanda kemerleri kullanmışlardır. Payanda kemerleri yapıların yan ve arka cephelerinin bir yapı iskelesi görünümü almasına yol açıyordu. Ancak dış duvarların kitlesel görünümünüde önlemiş oluyordu. yan ve arka cephelerin bu durumuna karışlık, katedrallerin ön cepheleri gerçekten çok görkemli ve anıtsal bir görünüm taşırlar. Ön cephelerde genellikle kapıların üstünde içeri doğru kademeli olarak daralan büyük alınlıklar, kademeleri oluşturan silmelerde ise çok sayıda aziz figürü yer alır. Orta bölümde vitraylı yuvarlak bir pencere ile iki yanda dar ve yüksek pencereler bulunur. Üst bölümde yine bir sıra aziz figürü taşa işlenmiştir. Her iki yanda ise görkemli çan kuleleri yükselir. Klasik bir Fransız katedrali olan Reims’in cephesi bu tanıma en iyi uyan örnektir.

    Katedraller, Avrupa’nın değişik yörelerinde gerek plan gerek dış görünüm bakımından farklı biçimler kazanmıştır. Gotik mimari ıngiltere’de değişik özellikler taşır. ıngiliz Gotik mimarı Lincoln Katedrali’nde olduğu gibi, iç mekan örtüsünde de değişik ve ilginç uygulamalara gitmiştir. Londra Westminster Katedrali şapelinde tonoz kaburgalarının yelpaze biçimini aldığı görülür. Böylece taşıyıcı organlar, aynı zamanda dekoratif bir işlev de kazanmışlardır. ıtalyan Gotiğinin başarılı yapılarından biri olan Milano Katedrali’nin arka cephesinde ise mimar, ustalıklı bir düzenleme ve ince bir taş işçiliği ile payanda kemerlerinin yapı iskelesini andıran görünümünü gizlemeyi başarmıştır.

    Gotik katedrallerde bütün ağırlık sivri kemerlerle sütun ve ayaklara aktarıldığı için taşıyıcı öge olarak duvara gerek kalmıyordu. Böylece ara bölümlere boydan boya pencereler açılabiliyor, bunlar da renkli camlarla kaplanabiliyordu. Çeşitli motiflerle ve figürlerle süslenen bu renkli camlara “vitray” adı verilir. Paris Notre-Dame Katedrali cephesindeki “gül pencere”, dönemin vitray sanatının en görkemli örneklerinden biridir. Gotik katedrallerde çok sayıda renkli pencere, iç mekanın aydınlanmasını sağlamakla kalmıyor, renkli ışıklar yapının içinde büyülü bir dinsel atmosfer oluşturuyordu. Gotik sanatta vitray, iç mekana büyülü bir hava vermekle kalmaz, resim sanatını da kapsar. Chartres Katedrali’ndeki vitrayda “Meryem’in Ölümü” sahnesinin büyük bir ustalıkla betimlendiği görülür.

    Heykel sanatı, Gotik dönemde de mimariyle bağıntısını sürdürmüştür. Bu bağıntı özellikle cephe dekorasyonunda dikkati çeker. Katedralin bir parçası durumundaki bu heykellerin, yapının yüksekliğine uygun olarak normalden daha uzun yapıldıkları görülür. Bunlar donmuş gibi dimdik duran figürlerdir. Heykel sanatındaki bu donmuşluk, 13. yüzyıl ortalarında yumuşamaya, aziz figürleri bol giysileri içinde kımıldamaya, donuk yüzlü melekler gülümsemeye başlarlar. Kucağında çocuk ısa’yı taşıyan bakire Meryem heykellerindeki dini ağırlığın giderek dünyasal bir ana oğul sevgisine dönüşüp, hafiflediği sezinlenir. Gotiğin son döneminin resim sanatında da katı kalıpların gevşediğini, şematik anlatımların yerini doğalcı betimlere bırakmaya başladığını görürüz.
    _____________________________
    ''My friend, do you fly away now?
    To a world that abhors you and I?

    All that awaits you is a somber morrow
    No matter where the winds may blow''




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kuflenmispeynir

    Citizen Usame bin Ladin'in ölmemiş olan 5. oğludur. Dh aracılığı Fbi'ı ele geçirmeye çalışmaktadır.

    Alıntıları Göster
    Citizien kafkasayada açan bir çiçektir ayrıca yiğitlik, mertlik anlamlarınada gelmektedir.
    _____________________________
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.