Şimdi Ara

Çift yarık deneyi (9. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
8 Misafir - 8 Masaüstü
5 sn
236
Cevap
15
Favori
15.442
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Gözlemcinin sonucu etkilemesinin nedeni sanırım "Heisenberg Belirsizlik İlkesi" ile açıklanabilir. Merak edenler için:

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Belirsizlik_ilkesi



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi muuzoo -- 14 Aralık 2009; 2:02:44 >
  • yıllar yılı elalemin kafa yorup sonuçlandıramadığı, naçizane şahsım tarafından şıppadanak çözülen problem. kedi tabiyki ölü olacaktır. zira foton aynı anda iki durumdadır ama tetik kuvantum diyil ki birader! benim şimdik parmağım kuvantum olsa, tabancanın tetiğini hem çekse hem çekmese, noolur? çekmeyen parmak ilerde durur, çeken parmak tetiği çeker... yani silah ateş alır, kedi ölür... daha iyi anlaşılabilmesi için olayı şöyle canlandıralım: ahmet kuvantum bir kişi olsun. elinde de bir silah olsun. onu da kediye doğrultmuş olsun. fekat tabiyki bu ahmet aslında kuvantum olmadığı için bunun diğer durumunu mehmet canlandırıyor olsun. tabi onun da elinde bir silah olsun ve kediye doğrultsun... şimdii, biri ateş etsin biri etmesin!.. kedi öldü mü?.. öldü... olay bu kadar basit...
    alinti
  • quote:

    Orijinalden alıntı: metintosyali

    yıllar yılı elalemin kafa yorup sonuçlandıramadığı, naçizane şahsım tarafından şıppadanak çözülen problem. kedi tabiyki ölü olacaktır. zira foton aynı anda iki durumdadır ama tetik kuvantum diyil ki birader! benim şimdik parmağım kuvantum olsa, tabancanın tetiğini hem çekse hem çekmese, noolur? çekmeyen parmak ilerde durur, çeken parmak tetiği çeker... yani silah ateş alır, kedi ölür... daha iyi anlaşılabilmesi için olayı şöyle canlandıralım: ahmet kuvantum bir kişi olsun. elinde de bir silah olsun. onu da kediye doğrultmuş olsun. fekat tabiyki bu ahmet aslında kuvantum olmadığı için bunun diğer durumunu mehmet canlandırıyor olsun. tabi onun da elinde bir silah olsun ve kediye doğrultsun... şimdii, biri ateş etsin biri etmesin!.. kedi öldü mü?.. öldü... olay bu kadar basit...
    alinti


    bunu söyleyen kişi olayı zaten hiç anlamamış. İki parmak biri tetiği çekiyo biri çekmiyo şeklinde bi anlatım yanlış olur, burada bir sonuçtan çok tüm ihtimallerin bir arada olduğu bi durum var.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi caneker -- 14 Aralık 2009; 9:29:21 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: speedy_

    belki de schrödinger gerçektende bu örneği verirken atomik parçanın bozunma olasılığı ile gözlem arasında bir ilişki kurmak istemiştir bilmiyorum. ancak bence kuantumu ilginç kılan özellik bu değil. kuantumu akılalmaz yapan olasılıklı yapısı, bir parçacığın aynı anda birden fazla yerde olabiliyor olması. aynı zamanda bir şeyin veya herşeyin hem dalga hem de parçacık özelliği gösteriyor olması. buna ışık da dahil.
    ve yine bir parçacığın yerinin veya momentumunun veya herhangi bir şeyinin tam olarak bilinemiyor olması. işte bunlar bence kuantumu akılalmaz yapıyor.
    çünkü bizim beynimiz ve gözle gördüklerimiz hiç de böyle değil. birşey ya vardır ya da yoktur. ya doğrudur ya da yanlış. ama aslında olan bu değil herhalde...
    umarım bir gün bütün bu sorular anlamlı bir kalıba oturacak ve biz evreni ve etrafımızı bambaşka bir gözle göreceğiz...

    quote:

    Orijinalden alıntı: caneker

    Evet ama schrödinger neden böyle bir düzenek kurup biz gözlem yapana kadar kedinin aynı anda hem ölü hem de diri olduğunu söylemiş?
    Veya ay örneğini veren profesör neden biz bakana kadar ayın dalga şekline geçtiğini söylemiş?
    Quantum u ilginç kılan özellik gözlemin maddeye etki etmesini ortaya koyuşu, buna katılmıyormusun?





    işte ne zaman dalga özelliği gösteriyor?, biz gözlem yapmadığımız zaman, bu noktayı atlıyosun. Bir parçacık aynı anda birden fazla yerde ama yerini tespit etmeye çalışmadığımızda durum böyle.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: dh_experience


    quote:

    Orijinalden alıntı: dh_experience

    quote:

    Orijinalden alıntı: speedy_

    bilye denmesinin nedeni onun bir parçacık olduğunun söylenmek istenmesidir ama burada söylenmek istenen başka bir şey de aslında hem bilye gibi davranıp hem de davranmadığıdır. kuantum mekaniğini gizemli ve idrak edilemez yapan da budur zaten. 1. soruda dediğiniz kütle çekimi diye birşey de yoktur aslında. einstein bunu kanıtlamıştır genel göreliliğinde. kütle çekimi bir kuvvet değil. kütlelerin uzay zamanı eğip bükmesidir.
    ve yine 1. soruda geçen, fizik tarihinin şu an ki en büyük ve keşfedilmeyi beklenen sorunu da kütle çekimi ile atomaltı parçacıkların rol aldığı kuantum mekaniğini birbiri ile bağdaştıran bir formüldür.
    2. soruda adı geçen gözlemci ise olayı etkileyen şeyin ta kendisidir. yapılan ölçümler neticesinde elektronlar artık bir olasılıklar dalgası gibi değil bir minik bilya gibi davranmaya başlarlar. çünkü ölçerek sistemi etkilemiş oluruz. yani burada gözlemci bakınca parçacık bakmayınca dalga özelliği gösterir demek değil, gözlemci zaten gözle bakıp da görebileceği birşey değildir bu olay. cihazlar yardımı ile o elektronu etkiliyor.


    quote:

    Orijinalden alıntı: dh_experience


    quote:

    Orijinalden alıntı: experienced


    quote:

    Orijinalden alıntı: SSH

    Gördükleri her ilginç deneyi tanrıya bağlamaya çalışan ve bu tür konulara sürekli atlayan bu kadar çok üye olması hiç şaşırtıcı değil. Burada bilimden bahsediliyor, bir kere de bir konuyu dine çekmeyin de zevkle okuyabilelim. Bu tip konuları konu dışı yerine kültür bilim kategorisine açarsanız konu amacına ulaşacak ve daha iyi yerlere varacaktır.

    arkadaşım bu video belgeselin sadece bir kısmını gösteriyor, başından izlemeye şansın olsaydı aslında konun direk manevi bir boyuta bağlı olarak gelişen bir durum olduğunu anlardın.
    quantum bilim ile tanrıyı bir birine bağlayan ,bir çok sorusu ve az cevaba ulaşılmış olan bir bilimdir.




    tamamını nerede bulabiliriz acaba?



    peki şu soruma nasıl cevap verilebilir arkadaşlar:


    1) Tüm bu davranışlar yani bilya ve dalganın davranışları yeryüzünün fiziksel kurallarına bağlı hareket ediyorken parçacık evreninde de aynı davranışları göstermesi beklenemez. mesela elektronlar atomun etrafında dönerken yerçekiminden etkileniyorlar mı? Hayır. Öyleyse yeryüzü fizik kurallarını parçacık veya atom ve altı dünyada aynı davranmasını nasıl bekleyebiliriz. Karşılaştırma yapmak bence bundan dolayı yanlış olur bilye ile elektronu. Haksız mıyım?

    2) diğer bir meselede olayın can damarı olan gözlemci meselesi. Gözlemcinin olaya bir etkisi olmadan gözlemleme yaptığı konusunda bir delilimiz var mı?

    yani olay şöyle gelişiyor mu:

    1. deney (gözlemci var. hareket dalga özelliği)
    2. deney (gözlemci yok. hareket bilya özelliği)
    3. deney (gözlemci var. hareket dalga özelliği)

    ....

    ....

    Bu olayı ard ardına sürek li böyle tekrar etsek hep aynı sonucu mu buluruz. Buluyorsak demek oluıyor ki gözlemcinin bir şekilde etkisi var.

    Gözlediğimizde kimi zaman dalga kimi zamanda bilya özelliği gösteriyorsa O zaman gözlemcinin fonksiyonu yoktur deriz. Gözlemcinin olması her defasında aynı sonucu veriyorsa burada gözlemcinin deneye fiziksel etkisi var demektir. BUnu nasıl açıklarsınız.


    2)-- Deneyi diğer bir şekilde yapalım:

    Gözlemciyi deneye bir koyalım bir çekelim. Bu sefer deney sonucu hem bilye, hemde dalga özelliği aynı anda oluyor mu? olmuyor mu? ona bakmak lazım. Böyle bir deney gözlemcinin etkisini daha net anlamamıza neden olmaz mı?






    sorularımdaki şekilde deneyler çeşitlendirilebilmiş mi acaba. Benim bu kadar tartışmadan, konuşmadan çıkardığım şu:

    bazı olaylar gizem li ve sanki bu gizemli olaylar izlenilmeyi istemiyor. İzlenirlerse normal davranışlarının dışında davranıyorlar yani şaşırtma taktiği uyguluyorlar. (bir şekilde bilinç)

    Dünya üzerinde her canlı hayatta kalmak için hileye baş vurur.

    dikkat edin şimdi belkide tüm fizikcilerin yaklaşamadığı bir şekilde yaklaşmak istiyorum olaya:

    Ortada bilinç varsa diyorum ki: " elektron canlı olabilir mi" . Evet yanlış duymadınız: " canlı olabilir mi? Bir şekilde bir sırrını vermemek için taktik uyguluyor, numara yapıyor. Kusursuz programlanmış bir canlı madde, cansız madde değil.


    siz ne dersiniz.?


    İKİNCİSİ:

    Şöyle bir paradoxta var gibi geliyor bana aslında:

    her sonuç bir gözlemleme sonucunda bize oluşuyor. Öyleyse gözlemleme her koşulda var. O zaman gözleme göre değişim varsa, bu her koşulda nasıl aynı olmuyor veya gözlemci olmadındaki sonucu biz hangi gözlemle anlıyoruz. Bir gözlemle anlıyorsak, ortada bir gözlemci yine olmuş olmuyor mu?





    benim sorularım hakkında bir kaç cümle edebilir mi üstadlar.

    Gerçekten şu konuyu okudum, bir çok şeyi kafaya taktım. Çözemessem rahatlayamam.


    Birinci sorunun cevabını bende bilmiyorum, elektronun değişmesini sağlayacak bir sistem olabilir, tüm kainat aslında bir bütün vs. gibi yorumlar da yapılıyo..
    ikinci soruna gelirsek gözlemlemeden kasıt elektronun hangi delikten geçtiğini izleme, gözlemlemediğimizde nasıl davrandığını deneyindeki arka planda oluşan girişim modeli ile anlıyoruz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi caneker -- 14 Aralık 2009; 9:26:29 >




  • tamamıyla aynı fikirdeyim ki zaten olan da bu, yerini tesbit etmeye çalıştığımızda yani sisteme müdahale ettiğimizde o artık tek bir yerdedir. benim anlamaya çalıştığım bunun nasıl olduğu, bence bu öyle baktığımız için olacak bişey değil. tesbit etme yönteminden ileri geliyor. elektron nerden bilecek ona gözle baktığımızı. aa bana bakıyolar dur kendime bi çeki düzen vereyim mi diyor yani. hayır kesilikle değil. gözlemci olayı gözleyerek ve parçacığın nereden geçtiğini tesbit etmeye çalışarak sisteme müdahale eder, müdahale ardından da parçacık sonsuz olasılıklar içinden artık bir konumu seçer

    quote:

    Orijinalden alıntı: caneker


    quote:

    Orijinalden alıntı: speedy_

    belki de schrödinger gerçektende bu örneği verirken atomik parçanın bozunma olasılığı ile gözlem arasında bir ilişki kurmak istemiştir bilmiyorum. ancak bence kuantumu ilginç kılan özellik bu değil. kuantumu akılalmaz yapan olasılıklı yapısı, bir parçacığın aynı anda birden fazla yerde olabiliyor olması. aynı zamanda bir şeyin veya herşeyin hem dalga hem de parçacık özelliği gösteriyor olması. buna ışık da dahil.
    ve yine bir parçacığın yerinin veya momentumunun veya herhangi bir şeyinin tam olarak bilinemiyor olması. işte bunlar bence kuantumu akılalmaz yapıyor.
    çünkü bizim beynimiz ve gözle gördüklerimiz hiç de böyle değil. birşey ya vardır ya da yoktur. ya doğrudur ya da yanlış. ama aslında olan bu değil herhalde...
    umarım bir gün bütün bu sorular anlamlı bir kalıba oturacak ve biz evreni ve etrafımızı bambaşka bir gözle göreceğiz...

    quote:

    Orijinalden alıntı: caneker

    Evet ama schrödinger neden böyle bir düzenek kurup biz gözlem yapana kadar kedinin aynı anda hem ölü hem de diri olduğunu söylemiş?
    Veya ay örneğini veren profesör neden biz bakana kadar ayın dalga şekline geçtiğini söylemiş?
    Quantum u ilginç kılan özellik gözlemin maddeye etki etmesini ortaya koyuşu, buna katılmıyormusun?





    işte ne zaman dalga özelliği gösteriyor?, biz gözlem yapmadığımız zaman, bu noktayı atlıyosun. Bir parçacık aynı anda birden fazla yerde ama yerini tespit etmeye çalışmadığımızda durum böyle.




  • Bana görede
    olay şöyle gerçekleşiyor.Kuantumun mekaniğinin veya fiziğinin ana çıkış noktasından hareket edin.Kuantum kavramı, atom düzeyindeki,hatta daha küçük parçacıkların fizik kurallarını tanımlar. Kuantum mekaniği, burada anlatılmayacak kadar karmaşık

    öyle bir paradoks çıkıyoki.videodaki İlk baştaki bilya deneyinde bilyayı göremiyecek kadar ufak olduğunu varsayarsak ozaman ne yapacaktı?.Bu deneye göre girşim modeli,ama biz bilyayı görebildiğimiz için, gözlem yapılan elektron gibi davranıyor yani çift yarık modelini.Ayrıca çift yarıktan geçen elektron veya parçacık hangi dış etkenle dalga konumuna geçiyor veya geçmiyor?.çift yarık modeline gelmeden öncemi parçacık modelinden şekil değiştirip dalga konumuna geçiyor, yoksa yarıktan geçtikten sonra mı?peki buna etki eden unsur nedir elektron neden bunu yapıyor gözlem olmadığından bunu açıklamak imkansız.Olay nerden tutarsanız tutun metafizik konusuna geliyor.Her nekadar dine bağlanmasada konu buna çıkıyor.He araştırılmayacakmı elbetteki kafa patlatılacak bu konu yüzünden çok kişi kafayı yiyecek belki.ama ben inanıyorum ki buda bir kanuna bir sisteme bağlanmıştır.

    Olay gözlem etkisi gözle görebilsek eğer zaten etkilemiş olacaz.Mikroskop veya hassas algılayıcı madde bunların hepsi bizim görebileceğimiz konuma indirgeyen araçlar.Elektrona herhangibir etkisi yok yani.Olay tamamen fantastik bir boyutta.İster schrödingerin kedisi olsun ister aya bakınca konumu hakkında olsun kimse olayı karıştırmaktan öteye gidemez..Bu konuşma ve tartışmalarda boş aslında.

    biz bunu anlıyamacağımız kesinleşti gibi.Bana göre yapılması gereken tek şey.Parcacıkların dalga konumuna geçerken sonuca varmasında ki mükemmeliyetlik ve kararlılıktır.Her hangi bir olasılığa net ve ksusrsuzca ulaşmasıdır.ve tüm bunların hepsi bir hesaba göre yapılıyor olmasıdır.Hesabı olmasa olsalık formülleri gerçekleşmez.Şunuda unutmayın parçacık dalga konuma dönüşmüyor sadece dalga fonksiyonundaki eğrinin birinde varoluyor ama sonuçta dalga hareketi gibi davranıyor?!..Bence buradan yola çıkılmalı dalga modelinde parçacığın normal dalga gibi her yerde bir eğri boyunca yani bildiğimiz dalga eğrisi boyunca olamadığına yani sadece dalga çizgisinin herhangi bir noktasında ama hesaplı ve kusursuzca varolmasındaki
    sırrı çıkarmlıyız.






    ayrıca bunu okumanızda fayda var
    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/pdf/genelgorelilik.pdf


    özetlenmiş hali ilk önce bundan başlangıç yaparsanız daha kolaylaşır anlamak
    Evren

    Evreni düşünen ilk insanlar Sümerlerdi. Onları Mısırlılar, Çinliler ve eski Yunanlılar takip etti. Yunanlılar yaratılışın temelinde toprak, hava, ateş ve suyun bulunduğuna inanıyorlardı. Dünya'nın, evrenin merkezinde yer aldığı sanılıyordu. Evrenin ilk bilimsel incelenmesi Ptolemaios tarafından yapıldı. Ptolemaios ilk yıldızlar haritasını yaptı. Güneş ve yıldızların Dünya'nın etrafında döndüğünü söyledi. Bu inanış 16. yüzyıla kadar devam etti.

    Polonyalı bilgin Nikolaos Kopernikus 1543 yılında yayımladığı kitabında, Dünya ve diğer gezegenlerin Güneş'in etrafında döndüklerini belirterek modern astronomiyi kurdu ve kendinden önce 1300 yıl boyunca inanılan Dünya merkezli inanışı yıktı. Kopernikus gezegenlerin Güneş etrafındaki hareketlerinde tam bir daire çizdiklerini de belirtti. 1582'de Danimarkalı Tycho Brahe ilk gözlemleri yaparak gezegenlerin pozisyonlarının hassas ölçümlerini buldu ve bir yılın uzunluğunu bir saniyelik hassasiyetle hesapladı. Asistanı Alman Johannes Kepler, Brahe'nin hesaplarını kullanarak gezegenlerin çizdikleri yörüngelerin birer elips şeklinde olduğunu keşfetti.

    1608 yılında teleskop bulundu. Teleskopla ilk bilimsel gözlemleri İtalyan Galileo yaptı. Galileo, Jüpiter'in etrafında dönen uyduları ve Samanyolu içindeki sayısız yıldızların varlığını gördü. Daha sonra Newton bugünün modern teleskoplarının dayandığı eğri yüzü olan aynalı teleskopu imal etti. 1781'de William Herschel 124 cm'lik aynalı teleskopla Uranüs ve kuyrukluyıldızları keşfetti. Kopernikus'u takip eden 400 yıl içinde astronomide büyük gelişmeler oldu. Fakat esas gelişme, Einstein'ın genel relativite teorisi, kuantum mekaniği, Doppler etkisinin bulunmasından sonra meydana geldi. 20. yüzyılın başlarında modern kozmolojinin temelleri atılmış oldu.

    Modern kozmoloji astronomiyi, matematik, relativite, parçacık fiziğini de geliştirdi. Doppler etkisi ile galaksilerin bir- birlerinden büyük hızlarla uzaklaştıkları bulundu. Parçacık fiziği evrenin milyarlarca yıl önce tek bir noktadan başlamış olabileceği fikrini doğurdu. Radyo astronomi bulundu, uzay teleskopları imal edildi ve evrene ait birçok sır çok kısa bir süre içinde çözülmüş oldu. İnsanoğlu artık içinde yaşadığı evreni anlamıştı.

    Evrenin bugün bilinen genişliği 1024 kilometre, yani trilyon kere trilyon km kadardır. Bir küre şeklinde olan ve her an müthiş bir hızla genişlemeye devam eden evrenin içinde yaklaşık 100 milyar galaksi bulunmaktadır. Galaksiler içlerinde gaz ve toz bulutlarından oluşan nebulaları, yıldızları, gezegenleri ihtiva eder. Bazı galaksilerde onlarca milyon yıldızın bulunmasına karşın bazılarında yüzlerce milyar yıldız vardır. Birbirine yakın olan galaksiler grupları, onlar da dev galaksi gruplarını oluşturur. Şu ana kadar 3000 adet galaksi grubunun kataloğu yapılmıştır.

    Galaksilerin içlerinde birçok olay geçmektedir. Her an yeni yıldızlar şekillenmekte ve birçok yıldız da ölmektedir. Galaksiler spiral, eliptik, dağınık gibi birçok çeşitli şekillerde olurlar. Radyo astronomi ile bugün 1021 km uzaklıktaki galaksiler tanımlanabilmektedir. Galaksilerin bize olan uzaklıkları Cepheid denilen değişken yıldızlar kanalı ile hesaplanır. Cepheid'lerin parlaklıklarındaki değişiklikler 1-50 gün arasında hassas olarak meydana gelir. 1784'ten beri bilinen bu değişken yıldızların hassas periyotları ve gerçek parlaklıkları arasındaki oran evrensel uzaklıkları hesaplamakta referans olarak kullanılmaktadır.

    İçinde yer aldığımız galaksiye Samanyolu ismi verilir. Galaksimiz 200 milyar adet yıldızı ihtiva etmektedir. Bunların çoğunun gezegenlere sahip olduğu tahmin edilmektedir. 100.000 ışık yılı genişliğindeki Samanyolu etrafında spiral kolları olan bir disk şeklindedir. Yıldızların çoğu 30.000 ışık yılı genişliğindeki orta merkez bölgesindedir. Eteklerde ise yıldızlar seyrek olarak dağılmış olup, genellikle gaz ve toz bulutları vardır. Bu toz ve gaz bulutlarından meydana gelen genç yıldızlar da genellikle eteklerde yer alır. Merkezde ise yaşlı ve kızıl yıldızlar mevcuttur. Etrafında dönmekte olduğumuz Güneş galaksinin merkezinden 28.000 ışık yılı uzaklıkta spiral kollardan birinin ortalarında yer almaktadır. Birçok kozmik olayın olduğu yoğun merkezden uzak ve sakin bir yerde bulunduğumuz için şanslı sayılırız.

    Evrendeki her cisim hareket halindedir. Galaksiler birbirlerinden uzaklaştıkları gibi kendi eksenleri etrafında da dönerler. Samanyolu'nun Güneş'in yer aldığı bölge merkezin etrafında saniyede 230 km hızla dönmekte olup bir tam dönüşünü 220 milyon yılda tamamlar. Merkezden 60.000 ışık yılı uzaklıktaki bölgenin dönüş hızı ise yaklaşık saniyede 300 kilometredir. Galaksimizin merkezinden şiddetli şekilde X-ışınları gelmektedir. Bu ışınlardan orada yıldız çarpışmalarının, süpernova patlamalarının olduğu ve ayrıca merkezde büyük bir kara deliğin yer aldığı anlaşılmaktadır.

    Samanyolu, içinde yirmiden fazla galaksinin yer aldığı bir galaksi grubundadır. Buna yerli grup denir. Grubun boyu 3 milyon ışık yılı kadardır. En yakın komşularımız, 31.000 ışık yılı genişliğinde ve bizden 150.000 ışık yılı uzaklıktaki Büyük Magellan ve 24.000 ışık yılı çapında ve bize 173.000 ışık yılı mesafedeki Küçük Magellan Bulutları'dır. Bunlar güney yarımküreden çıplak gözle görülebilirler. Her iki bulut, Samanyolu'nun gravitasyon kuvveti ile birbirinden ayrılmış fakat birbirine oldukça yakın konumda bulunmaktadır. Büyük bulutun içinde 200 ışık yılı genişliğinde Tarantula Nebulası adı verilen ve 100 adet çok parlak yıldız tarafından aydınlatılan geniş ve parlak bir bölge vardır.

    Daha uzaklardaki, yerli grubun en büyük üyesi ve bir spiral galaksi olan Andromeda bizden 2.3 milyon ışık yılı uzaklıkta olup içinde bir trilyon yıldızı barındırır. Çapı 130.000 ışık yılı kadardır. Yerli grubun içinde ayrıca ikili ve üçlü sistemler halinde diğer galaksiler bulunmaktadır. Grubumuzun dışında çok büyük diğer gruplar da mevcuttur. 50 milyon ışık yılı uzaklıktaki Virgo galaksiler grubu en büyüklerindendir.

    Büyük Patlama

    İnanılması zor da olsa, 15 milyar yıl önce içinde sonsuz yoğunlukta ve sonsuz sıcaklıkta maddenin sıkışmış olduğu ‘iğne ucu' büyüklüğündeki bir nokta birden patladı ve bu müthiş patlamanın şiddetiyle etrafa yayılan madde bugün içinde yaşadığımız evreni meydana getirdi. Bütün veriler bunu göstermektedir. Evrenin oluşumuna ait bugünün tek ve en ciddi teorisi Big Bang adı verilen Büyük Patlama'dır.

    1842'de Avusturyalı Christian Doppler yaklaşan ve uzaklaşan ses dalgalarının duran bir gözlemciye göre konumlarını keşfetti. Buna göre, gözlemciye yaklaşan ses dalgaları daha sık aralıklarda ve kısa dalga boylarında geliyor, ses kaynağı uzaklaştıkça dalgaların boyları uzuyordu. Daha sonra bu durum ışık dalgalarına tatbik edildi ve aynı şey bulundu. Uzaklaşan ışık kaynağından çıkan ışınların çıkardığı çizgilerin spektrumun kırmızı tarafına kaydığı görüldü.

    1868'de William Huggins bu tekniği kullanarak Sirrus yıldızının Dünya'dan uzaklaştığını ve uzaklaşma hızını hesap etti. 1929'da Edwin Hubble aynı metodu kullanarak bütün galaksilerin birbirlerinden büyük hızlarla uzaklaştıklarını gösterdi. Uzaklardaki galaksilerin uzaklaşma hızları ise daha büyüktü. Yani evren durmadan genişliyordu. Bir zamanlar ise bir nokta halindeydi. Bu keşif, Büyük Patlama teorisinin başlangıcı oldu.

    Teoriye göre, sonsuz yoğunluk ve sıcaklıktaki bir nokta halindeki madde birdenbire patladı ve düşünülemeyecek miktarda bir enerji serbest kaldı. Patlama ile birlikte ‘zaman' akmaya başladı. Galaksiler, yıldızlar oluştu. Büyük Patlamadan önce bir uzay yoktu. Uzay, Büyük Patlama ile meydana geldi. Hesaplamalar patlamanın 15 milyar yıl önce olmuş olduğunu göstermektedir.

    Şişmekte olan bir balonun üzerinde bulunan noktaların, balon şişerek genişledikçe, birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evren de hâlâ şişmeye devam etmekte ve içindeki bütün madde, galaksiler, yıldızlar, birbirlerinden durmadan uzaklaşmaktadır. Evrenin merkezinde hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey de evrenin merkezi değildir. Merkezde sadece bir zamanlar bir nokta halinde olan sonsuz yoğun madde bulunmaktaydı.

    1956'da George Gamow, eğer böyle bir patlama olduysa ondan arta kalan bir ısının evrende bugün bile bulunması gerektiğini matematiksel olarak ifade etti. Isı 1964 yılında bulundu. Bulunan 2.74 K sıcaklığındaki ısı, 15 milyar yıl önce olmuş patlamadan bugüne kadar gelebilmiş bir kırıntıydı. 2.74 K'lık, arka alan radyasyonu denilen bu ısı kırıntısının bulunması, galaksilerin birbirlerinden uzaklaşmakta olmalarının keşfi, hidrojen atomunun bugünkü değerinin geriye gidilerek patlama anındaki değeri ile karşılaştırıldığında bulunan uyumluluk, fotonun proton ve nötronlara oranı, patlamadan hemen sonra şekillenen proton ve nötronun oranları arasındaki uyum, Büyük Patlama'yı destekleyen en önemli delillerdir.

    Büyük Patlama modeli birtakım soruları da birlikte getirdi. 2.74 K'lık arka alan radyasyonu neden her taraftan aynı şiddette ve üniform şekilde alınmakta, galaksiler nasıl şekillendi, evrendeki madde miktarı nedir, evren genişlemeye ne süre devam edecek ve bir gün genişleme son bulup evren kendi içine çökmeye başlayacak mı, vs? Bütün bunlara çeşitli cevaplar verildi. Büyük Patlama üzerinde yapılan muhtelif düzeltmelerin en önemlisi 1980'de Alan Guth'dan geldi.

    Guth, enflasyon modelini ileri sürdü. Bu modele göre Büyük Patlama'dan hemen sonraki genişleme üniform bir şekilde olmadı. Patlamanın hemen sonrasındaki çok kısa bir süre içinde doğal kuvvetlerin operasyonu değişti ve gravitasyonun etkisi tersine döndü. Gravitasyon kuvveti çekici yerine itici hale geldi. Gravitasyon kuvveti, cisimler arasındaki, cisimlerin kütlelerinin büyüklüğü ile doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olan bir kuvvettir. Temel maddenin sonsuz yoğunlukta olması itici gravitasyonun düşünülemeyecek büyüklükte bir ikinci patlamayı meydana getirmesine neden oldu. Bu esnada oluşan evren çok küçük ve sıcaklığı ise çok büyük olduğundan derhal ısısal eşdeğerine ulaştı. Bu da arka alan radyasyonunun üniformluğunu sağladı.

    İlk saniyenin çok ufak bir kesrinde evren 1030 kat büyümüştü. Doğa yasaları ortaya çıkmıştı. Sonra çabuk soğuma oldu ve parçacıklar şekillenmeye başladı. İlk saniyenin bir milyonuncu anında kuarklar, proton ve nötronları oluşturmaya başladılar. Bu sırada, proton ve nötronların sıcaklığı onları bir arada tutacak bağlanma enerjisinin çok üzerinde olduğundan atom şekillenemiyordu.

    Birinci saniyenin sonunda sıcaklık 10 milyar K'ye inince hidrojen ve helyum gibi en hafif çekirdekler gözüktü. Bu çekirdekler ancak 100.000 yıl sonra etraftaki elektronları tutarak bir atomu meydana getirebildiler. Sıcaklık 10.000 K'ye düşmüştü. Atomun yapısı kurulunca normal gravitasyon tekrar işlemeye başladı. Gravitasyonun işlemesiyle galaksileri oluşturacak madde şekillenmeye başladı.

    Enflasyon modeline göre patlamadan çıkan arka alan radyasyonunun günümüze kadar ulaşmış olması ve uzayın her yönünden aynı sıcaklık ve şiddette alınması uyumlu bulunmaktadır. 1990 yılında COBE yapay uydusundan alınan veriler enflasyon modelini teyit etmektedir. COBE'nin verdiği bilgilere göre, Büyük Patlama'dan 10-43 saniye sonra enerjide bir değişiklik oldu ve ani bir genişleme meydana geldi. Bu ikinci genişlemeden 300.000 yıl sonra galaksilerin malzemesini oluşturacak bir üçüncü genişleme daha meydana geldi. Ve evrenimiz bugün 15 milyar yıl sonraki genişliğine ulaştı.


    MODERN FİZİK :

    Relativite

    Relativiteye dilimizde izafiyet veya görecelilik de denmektedir. Relativite kuramları, öğrencilik yılları oldukça zor geçen, İsviçre'deki patent bürosundaki memurluğu sırasında teorik fizik konusunda okuduğu makalelerle kendisini yetiştiren Albert Einstein tarafından ortaya atıldı. Ondan beş yıl önce Max Planck tarafından başlatılan kuantum teorisinin de gelişmesine neden olan Einstein'ın teorilerine bilim adamları uzun süre şüphe ile baktılar. Çünkü teorileri Newton tarafından 1666'da kurulmuş olan klasik fiziği yıkıyor ve evren boyutunda geçerli olan yepyeni, modern fizik bilimini getiriyordu.

    Einstein'ın relativite teorileri iki bölümde incelenir. 1905 yılında yayımladığı özel relativite ve 1916 yılında yayımladığı genel relativite teorisidir. İlk teorisi yayımlanmasından sekiz yıl sonra kabul gören Einstein bu buluşu ile bilimde yeni bir çığır açtı ve modern fiziğin başlamasına neden oldu. Einstein, teorilerine o zamana kadar hiç kimsenin aklına gelmeyen, ışığı ve zamanı soktu ve kendisinden önceki bilimsel inanışları tamamen değiştirdi.

    1800'lerin ortalarında ışığın bir elektromanyetik dalga hareketi olduğu anlaşılınca, onun ancak bir ortam içinde yol alabileceğine inanıldı. Bu ortama eter adı verildi. Bütün evrenin eter denilen madde ile kaplı olduğu sanılıyordu. Zira ses hava, katı veya sıvı gibi bir ortam içinde gittiğine göre ışığın da yol alabilmesi için bir ortamın bulunması gerekliydi. 1880'lerde herkesi sürpriz içinde bırakan bir deney yapıldı. Dünya, Güneş'in etrafındaki yörüngesinde uzayda bir eter içinde yol aldığına göre, yeryüzündeki bir kaynaktan Dünya'nın gidiş yönünde çıkan bir ışık demetinin ilerideki bir noktaya gidip yansıdıktan sonra kaynağa geri dönmesi için geçen sürenin, Dünya'nın gidiş yönünün yan tarafındaki aynı eşit uzaklığa gidip geri dönmesi için geçecek süreden daha az olması gerekirdi. Deney sonucu, ışığın her iki yönde gidiş ve geri dönüş süreleri eşit çıktı.

    Albert Michelson ve Edward Morley tarafından yapılan bu deneye ilk tepki George F. Fitzgerald‘dan geldi. Fitzgerald, maddenin hareket yönünde büzüleceğini ileri sürdü. Daha sonra Hendrick A. Lorentz hareket yönünde kütlenin artacağını belirtti. Michelson-Morley deneyi ve Fitzgerald ve Lorenz'in çalışmalarında uzayda bir eterin izine rastlanmadı. Işığın içinde yol alabileceğine inanılan eterin bulunamaması bilim adamlarının kafasını karıştırdı. Ta ki Einstein'ın 1905'te yayımladığı özel relativite teorisine kadar.

    Özel Relativite Teorisi

    1905'te yayımlanan özel relativite teorisi, birbirlerine göre hızlanma ve yavaşlama olmaksızın yani ivmesiz, sabit hızlarda hareket eden cisimleri inceler. Özel relativitenin birinci sonucu uzayda eterin mevcut olmadığını açıklar. Evrendeki bütün cisimler hareket halindedir ve hiçbiri sabit ve durağan değildir. Eğer bir eter bulunmuş olsaydı bunlar sabit hızlara sahip olacaklardı. Evrendeki cisimlerin hareketlerinde referans olarak alınabilecek bir sabit cisim bulunmamaktadır.

    Uzayda bütün yıldızlardan uzak, boşlukta bir gemi içinde yol alan bir insan hareket edip etmediğini asla anlayamaz. Çünkü civarında referans alabileceği bir gökcismi yoktur. Hareket ettiğini ancak görebileceği başka bir cisme göre söyleyebilir. Bir cismin hareketi sadece başka bir cisme göre tarif edilebilir ve ancak bu durumda hareket mutlaktır. Gerçekte evrendeki bütün hareketler relatif yani izafidir. Yeryüzü üzerinde yol alan bir cisim, hareketini ve hızını ancak üzerinde bulunduğu Dünya'ya göre tarif edebilir. Aynı cisim uzay boşluğunda ise hareket ettiğini bilemez. Dolayısıyla, evrende eter denilen bir madde yoktur ve olsaydı bile Dünya'dan tespit edilemezdi.

    Özel relativitenin ikinci konusu ışık hızıdır. Buna göre ışık hızı sabittir, asla değişmez. Işık, ışığın çıktığı yönde veya tersi yönde çok büyük hızla giden hangi cisimden çıkarsa çıksın daima aynı hızda yol alır. Işık hızına ne bir hız ilave edilir ne de ondan başka bir hız çıkartılır. Boşlukta ışık hızı son hızdır ve bu evrendeki en büyük hızdır. Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Bu durum doğada sadece ışığa ait olan bir özelliktir.

    Bir cismin hızı arttıkça boyu kısalır. Işık hızına ulaşınca cismin boyu sıfır olur ve cisim ortadan kaybolur. Cismin hızı arttıkça o cismin kütlesi artar ve ışık hızına ulaşınca cismin kütlesi sonsuz olur. Yani ışık hızında cisimlerin boyu sıfır, kütleleri sonsuz olur. Dolayısıyla bunlar olamayacağından ışık hızına asla ulaşılamaz. Bir cismi ışık hızına ulaştırmak için ona sonsuz miktarda enerji vermek gerekir ki bu da imkânsızdır.

    Bir cismin hızı yükseldikçe kütlesi artar. Kütle artınca onun enerjisi de artar. Çünkü eşit hızlarda, ağır bir cismin enerjisi hafif cisimden daha fazladır. Hız yükseldikçe kütle artacağından, kütleye gelen ilave kütleye ait enerji, kütle ile birlikte fazlalaşır ve ışık hızına ulaşıldığında cisimdeki kütle ve enerji eşit olur. Bu durum E=mc2 (Enerji = kütle x ışık hızının karesi) formülü ile ifade edilir.

    Hız arttıkça geçen zaman yavaşlar. Işık hızına ulaşıldığında zaman tamamen durur. Hareket eden iki uzay gemisinin içindeki insanların saatleri birbirine göre yavaşlamış görünür. Bunun nedeni, gemiler arasında yol alan ışık dalgalarının bir gemiden diğerine ulaşması için geçen zamanın aralığıdır. Işık hızına yakın hızlarda uzaktaki bir yıldıza yolculuk eden bir insan için gidiş ve dönüş süresi çok kısa olmasına karşılık, onu Dünya'dan uğurlayan insanlara bu süre çok uzun görülecektir. Buna zamanın genleşmesi adı verilir.

    Işık hızının %80'i bir hızda 4 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldıza yolculuk yapan bir insan için gidiş ve dönüş süresi 6 yıl olur. Onun Dünya'da bıraktığı ikiz kardeşi için ise bu süre 10 yıl olarak hesap edilir. Seyahat eden kardeş dönüşünde ikizinden 4 yıl daha genç olur. Dolayısıyla, hızlı hareket eden insanlar daha uzun süre yaşarlar. Ve ışık hızına ulaşabilenler ise hiç ölmezler. Fakat bu durum daha önce belirtilen nedenlerden dolayı mümkün olamaz. Günlük yaşamda zaman bir cisme veya bir olaya dayanılarak ölçülür. Zaman için ideal olan standart ışık hızı olup, relatif olan zaman hareket eden ve duran gözlemciler için farklı bir şeydir.

    Genel Relativite Teorisi

    1916 yılında yayımlanan genel relativite teorisi, birbirine göre hızlanan veya yavaşlayan yani sabit olmayan ivmeli hızlarda hareket eden cisimleri inceler. Bu teori, özel relativitenin daha genişletilmiş hali olup, Einstein'ın en büyük eseri ve tarihin en önemli kuramlarından biridir. Kütlelerin birbirine yaptıkları çekim kuvveti üzerine kurulmuş olan teori uzay ve zamanın mutlak olmadığını açıklar.

    1687'de Isaac Newton, evrende kütlesi bulunan bütün cisimlerin birbirlerini çektiklerini bularak, evrensel gravitasyon kuvvetini yaratmıştı. Newton teorisinde gezegenlerin Güneş etrafındaki hareketlerinde daireye çok yakın bir eliptik yörünge çizdiklerini de öngörmüştü. Genel relativiteye göre, gezegenlerin yörünge düzlemleri aynı konumda kalmayıp dönmektedir. Çok küçük miktarlarda olan bu düzlemsel dönüşler ancak milyonlarca yıl sonra tam bir dönüş haline gelmektedir.

    Genel relativite gravitasyonun kütleler arasındaki bir kuvvet olmadığını belirtir. Teoriye göre evrendeki ağır cisimler uzayı ağırlıklarından dolayı çukurlaştırmaktadır. Cismin ortasında yer aldığı bu çukura civarındaki daha az ağır cisimler çekilmektedir. Güneş'in etrafında milyarlarca yıldan beri dönüp duran gezegen ve Ay'lar, onun uyguladığı çekim kuvvetinden değil, Güneş'in çukurlaştırdığı ve eğdiği uzay-zaman içinde kalıp çukurun dışına çıkamadıkları için dolanmaktadır. Nitekim, Güneş'in arkasındaki uzak bir yıldızdan Dünya'ya gelen ışık ışını Güneş'in yanından geçerken onun etrafındaki uzay-zamanın eğriliğine girer, yolunu değiştirerek Dünya'ya ulaşır. Böylece kütlesel çekim yerini uzay-zaman devamlılığında ağır cisimlerin oluşturdukları bükülmüş uzay-zamana bırakmış oldu.

    Teori, büyük kütleli cisimler üzerindeki zamanın, küçük kütleli cisimlerdeki zamandan daha yavaş akacağını da öngörmektedir. Dünya'daki saatler Güneş'te yavaşlar. Ay'daki bir saat Dünya'dakine göre daha hızlı çalışır. Aynı şekilde Dünya üzerindeki bir yüksek binanın üst katında bulunan bir saat alt katta bulunan saatten daha hızlı ilerler. Bunun sebebi, Dünya'nın çekim merkezine daha yakın olan alt kattaki saatin çekim merkezinin etkisinde kalmasıdır.

    Genel relativite, üç boyutlu evrene bir dördüncü boyut olan zamanı ilave etti. Uzay ve zaman birbirinden bağımsız olmayan değerlerdir. Evrendeki bütün cisimler biri zaman, diğer üçü de uzay olan dört boyutlu uzay-zamanda hareket etmektedir. Uzay-zaman ağır cisimlerin etrafında eğrilmiş olduğundan ağır cisimlerin etrafından geçen daha hafif cisimler eğrilmiş yüzeyin eğriliğini takip eder. Gravitasyon kuvveti, uzay-zamanın bu eğriliğinin yerini almaktadır. Ağır ve hafif cisimlerin birlikte bir gravitasyon alanı içinde hareket etmeleri ve cisimlerin kütleleri ne olursa olsun, hareketleri uzay-zamanın eğriliğine bağlıdır. Bu yüzden ağır ve hafif iki cisim aynı hızla düşer.

    Genel relativitenin sonuçlarından evrenin, genişlemekte olan açık bir evren olduğu hesap edildi. Evrenin ortalama yoğunluğunun kritik bir değere olan oranı, evrenin durumunu belirtecektir. Bugünkü bilgiler ortalama yoğunluğun kritik değerin altında olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla evren devamlı genişlemektedir.

    Atom Teorisi

    Cisimlerin gözle görülemeyecek kadar küçük nesnelerden meydana gelmiş olduğu fikri ilk defa Demokritos tarafından ileri sürüldü. Eski Yunanlı filozof Demokritos bu nesnelere atom adını verdi. Atom teorisinin babası olan Demokritos'tan 2200 yıl sonra John Dalton atomu tarif etti ve atomların görülemeyen ve değişmez parçacıklar olduğunu söyledi.

    Daha sonra J. J. Thomson katot tüpünde yaptığı bir deneyde, katot ışınlarının floresan ekran üzerinde belirgin noktaların bir manyetik alan içinde saptıklarını gördü ve bunların pozitif kutupta çekildiklerini, negatif kutupta ise itildiklerini gözledi. Thomson bu noktada parçacıkların negatif yüklü olduklarını, sonradan bunlara elektron adı verilecek yeni parçacıklar olduğunu anladı. Sapmaların miktarından bu yeni parçacıkların kütlelerini hesaplayarak bir hidrojen atomunun kütlesinden 2000 defa daha küçük olduklarını keşfetti. Böylece bir atomdan daha küçük olan ilk parçacık bulunmuş oldu.

    Atomun kendisinden daha küçük olan bir parçacığının bulunduğunun anlaşılması üzerine onun yapısı üzerindeki çalışmalar yoğunlaştırıldı. Bu sıralarda Ernest Rutherford radyoaktivite üzerinde çalışıyordu ve radyoaktif cisimlerden çıkan ışınların pozitif yüklü alpha ve negatif yüklü beta ışınları olduğunu ve alpha ışınlarının helyum atomunun çekirdeklerinden meydana geldiğini biliyordu.

    Rutherford alpha parçacıklarını çok ince bir altın levhaya ateşledi. Parçacıklardan çoğu levhadan geçip gitti. Her 20.000 parçacıktan biri ise levhaya çarpıp geri döndü. Geri dönen bu parçacıklar Rutherford'u çok şaşırttı ve Rutherford bu olaydan atomun içinin boş olduğunu ve ayrıca alpha parçacıkları gibi pozitif yüklü bir merkezi olabileceğini tahmin etti. Zira, aynı yüklerin birbirini ittiği halen biliniyordu ve pozitif yüklü alpha parçacıkları aynı yüke sahip merkeze çarpıp geri dönüyor olmalıydı.

    Rutherford 1911 yılında atom modelini kurdu. Buna göre, atomun merkezinde yer alan pozitif yüklü bir çekirdek bütün atom hacminin sadece çok küçük bir kısmını işgal ediyordu. Çekirdeğin etrafındaki geniş boşlukta da negatif yüklü elektronlar yer alıyordu. Rutherford, çekirdekte bulunan pozitif yüklü parçacığın elektrondan 1800 kat daha ağır olduğunu hesaplayarak bu parçacığa proton adını verdi. Çekirdekle ters yüklü olan elektronlar onun etrafında hızlı bir şekilde dönebilmek için kendilerine ait birer enerjiye sahip olmalıydılar. Rutherford, çekirdek etrafındaki yörüngelerinde dolanan elektronların çekirdeğin çekim kuvvetini dengeleyecek miktarda bir açısal hıza sahip olduklarını ileri sürdü. Ayrıca bir atomun elektriksel bakımdan nötr olabilmesi için her protona karşılık bir adet elektronun bulunması gerektiğini de belirtti.

    Hidrojen atomu, çekirdeğinde bir adet proton ve bir adet elektrona sahiptir. Helyum atomu iki proton ve iki elektron, lityum üç proton ve üç elektrona haizdir. Rutherford, iki tane protona sahip olan helyum çekirdeğinin kütlesinin iki kat olması gerektiğini hesap etti. Önceleri helyum çekirdeğinde ikisinin iki adet elektronla nötrleştirildiği dört proton bulunduğunu düşündü, sonra çekirdekte proton ile aynı kütleye sahip yüksüz başka bir parçacığın da bulunması gerektiğini anladı. Bu yüksüz yeni parçacık onun asistanı James Chadwick tarafından 1934'te keşfedildi ve adına nötron dendi. Rutherford tarafından bulunan bu klasik atom modeli tarih boyunca yapılmış en büyük keşiflerden biri olmuştur.

    Hidrojen, çekirdeğinde nötron bulunmayan tek atomdur. Tek protonu ve tek elektronu vardır. Helyum atomunda iki proton iki nötron ve iki adet de elektron bulunur. Bu sayılar diğer atomlarda böylece devam eder. Çekirdeklerdeki proton adetleri atomik sayıları ifade eder. Proton sayıları birer adet ilave edilerek, hidrojenden 92 protonlu uranyum atomuna kadar devam eder ve farklı ağırlıklardaki elementleri meydana getirir. Doğadaki elementlerin en ağırı 92 adet protonu bulunan uranyumdur.

    Çekirdekteki nötronların sayısı protonlar gibi birer sayı ilavesiyle çoğalmaz. Birçok ağır atom çekirdeğinde proton sayısından daha fazla nötron bulunur. Keza, birçok aynı sayıda protona sahip aynı elementin atom çekirdeğinde farklı sayıda nötron yer almaktadır. Uranyum atomlarının birçoğu 238 proton kütlesine sahip olup, bunun 92'si proton, 146'sı ise nötrondur. 235 sayılı uranyumun 92 protona karşılık 143 adet nötronu vardır.

    Atomlar özel biçimlerde birleşerek kimyasal bileşimleri oluştururlar. Atomların bu birleşmelerini çekirdek etrafında dönen elektronlar sağlar. Böyle birleşmelerin özellikleri de atomdaki elektronların, dolayısıyla protonların sayısı ile ifade edilir. Aynı sayıda protonu fakat farklı sayıda nötronu olan atomlara izotop adı verilir. İzotopların fiziksel özellikleri nötronların sayısı ile belirlenir. Nötron sayısı daha fazla olan ağır atomlar pek dayanıklı olmayıp kırılarak iki proton ve iki nötrondan oluşan alpha parçacıkları çıkarır. Çekirdekten iki proton eksilince atom farklı bir atom haline gelir ve farklı kimyasal özelliklere sahip bir element ortaya çıkar. Bu tür elementlere de radyoaktif element denir.

    Danimarkalı Niels Bohr, Rutherford'un atom modelini yeterli bulmadı. Bohr, bir dairesel yörüngede durmadan dönen elektronun gittikçe hızlanacağını, devamlı radyasyon çıkaracağını ve enerji kaybederek sonunda spiral bir hareketle çekirdeğe çarpacağını iddia etti. Bu problemin çözümü olarak Bohr, elektronların sadece ve sadece belli ve izin verilmiş yörüngelerde dönmeleri gerektiğini söyledi. Elektronlar bu belli yörüngelerde dolanırken radyasyon çıkarmamalıydılar. Her elektron kendi yörüngesinde belli bir enerjiye sahipti ve sahip olduğu potansiyel enerjisi çekirdekten olan uzaklığına, kinetik enerjisi de onun hareketine bağlıydı. Her bir yörünge özel bir enerji seviyesini belirtiyor ve her bir elektron aniden yüksek bir enerji seviyesinden düşük bir enerji seviyesine hareket edebiliyordu. Böyle farklı enerji seviyeleri arasında sıçrama olunca aradaki enerji farkı bir kuanta veya özel bir frekansa sahip bir elektromanyetik radyasyon paketi olarak dışarı çıkacaktı.

    Bohr'un bu modeli Erwin Schrödinger tarafından tamamlandı. Schrödinger dalga mekaniğini ileri sürdü ve bunu 1926'da matematiksel olarak izah etti. Daha sonra De Broglie elektronların bir dalga karakterine sahip olduklarını ispat etti. Böylece Bohr'un modeli de tamamlanmış oldu.

    Rutherford-Bohr modeline göre yörüngelerde dönen elektronların sayısı çekirdekteki protonların sayısına eşittir. Her bir yörüngede yer alan elektron sayısı limitli olup, birinci yörüngede ikiden fazla, ikinci yörüngede sekizden fazla, üçüncü yörüngede on sekizden fazla elektron yer alamaz. Ve bu böyle devam eder. Eğer bir elektron enerji kazanırsa bir üst yörüngeye sıçrar. Her yörüngenin kendine ait bir enerji seviyesi vardır ve elektronlar yörüngeler arasında gidip geldikçe ya enerji kaybederler ya da enerji kazanırlar. Elektron bir üst yörüngeden bir alt yörüngeye indiğinde kaybettiği enerji, elektromanyetik radyasyonun parçacığı olan foton şeklinde atomun dışına çıkar. Dışarı çıkan fotonlar da ışığı meydana getirir.

    Kuantum Teorisi

    Kuantum teorisi bir atomun içinde bulunan, atomdan daha küçük boyutlardaki parçacıkları inceler. Teorinin fikir babası olan Max Planck bir atomun içindeki parçacıklardan her birinin kendine ait özelliklere ve kuanta denilen enerjilere sahip olduğunu ortaya attı. Planck ile başlayan ve sonraki yıllarda geliştirilen kuantum teorisi, bilim tarihinin en başarılı buluşlarından biri olarak, doğadaki olayların çoğunun anlaşılmasına yardımcı olmuştur.

    1600'lerin ortalarında Isaac Newton ışığın çok küçük parçacıklardan oluşmuş bir yağmur şeklinde ilerlediğini belirtmişti. 1807 yılında Thomas Young bunun doğru olmadığını ve ışığın dalgalar halinde yayıldığını ileri sürdü ve bu durumu meşhur çift yarık deneyi ile ispat etti. Birbirine yakın iki dar yarığın içinden geçen bir ışık demetinin arkadaki bir ekran üzerinde çıkardığı girişim şeklinden, ışığın dalgalar halinde ilerlediği anlaşılıyordu. Bu durum, Einstein'ın ışığın parçacıklar halinde yol aldığını ispatlamasına kadar devam etti. 1905 yılında Einstein'ın fotoelektrik etkiyi bulması ile ışığın hem dalgalar halinde hem parçacıklar halinde yayıldığı anlaşılmış oldu.

    Evrendeki bütün cisimler, dalga boyları sıcaklıklarına bağlı olmak üzere, elektromanyetik radyasyon çıkarırlar. Çok sıcak cisimlerin çıkardığı radyasyonun dalga boyları spektrumun görünen ışık bölgesinde olup çok kısa dalga uzunluklarındadır. Soğuk cisimlerin çıkardıkları dalgaların boyları ise daha uzundur. En uzun dalga boyuna sahip dalgalar ise en soğuk bölgelerden geçen mikrodalga ve radyo dalgalarıdır.

    Klasik fiziğe göre, dalga boyu kısaldıkça daha büyük enerji ortaya çıkar. Bunun sebebi, sabit olan ışık hızında dalga boyu ve frekansın birbiri ile ters orantılı olmasıdır. Yani dalga boyu büyüdükçe frekans azalır veya tersi olur. Dolayısıyla, enerji ile frekans orantılıdır. Bu teoriye göre, morötesi ışınımın enerjisinin çok yoğun ve büyük, dalga boyunun da çok kısa olması gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir. Nitekim, çok kısa dalga boylu x-ışınları insanları yakıp kavurmaktadır. Teoride bir yanlışlık olmalıydı. Problemin çözümünü 1900 yılında Max Planck yaptı.

    Planck, ışık dahil bütün elektromanyetik radyasyonun sadece durmadan yayılan dalgalar olmadığını, aynı zamanda, kuanta adını verdiği çok küçük enerji paketleri seli olduğunu ve çıkan bu enerji paketçiklerinin belli bir minimum ölçünün üzerinde bir boyutta bulunduklarını ileri sürdü ve bu paketlerin enerjisi ile frekansları arasındaki ilişkinin E=hf (E=enerji, f=frekans, h=6.6262x10-34 Joule x saniye) formülü ile ifade edilebileceğini gösterdi.

    Bilim tarihinin en önemli formüllerinden biri olan bu eşitlik birçok olayı açıklığa kavuşturmuştur. Elektronların atom çekirdeğinin etrafında sadece belli enerji seviyelerine sahip yörüngelerde yer alabilecekleri, bir yüksek enerji seviyesinden düşük enerji seviyesine sıçradıklarında bir radyasyon neşredecekleri, yüksek sıcaklık ve frekanslarda bir radyasyon çıkarabilmek için büyük enerjinin gerektiği vs. bu formülle izah edilmiştir.

    Planck'ın çalışmasından etkilenen Einstein 1905 yılında fotoelektrik etkiyi buldu. Buna göre, ışık veya bir elektromanyetik radyasyon bazı metal cisimlerin üzerine düştüğünde metalden elektron çıkarıp fırlatır. Einstein bu olayın sadece Planck'ın teorisinin doğru olması halinde, yani ışığın kuanta denilen küçük enerji paketleri ve belli enerji seviyelerinde ve dalga boylarında olması durumunda, geçerli olabileceğini ileri sürdü. Böylece ışığın, dalga karakterinin yanında belli enerji seviyesinde ve belli dalga boyunda paketçikler halinde yayıldığı ispat edilmiş oldu. Einstein, bu ışık paketçiklerine foton ismini verdi.

    Louis de Broglie, Einstein'ın buluşunu elektronlara uyguladı ve elektronların da ışık gibi, hem dalgalar hem de parçacıklar halinde hareket ettiklerini ispat etti. De Broglie, bir parçacığın dalga uzunluğunun, Planck sabitinin parçacığın momentumuna bölümüne eşit olduğunu gösterdi. Planck sabiti 6,6262x10-34 gibi son derece küçük bir değer olduğundan, büyük momentumlara sahip günlük yaşamdaki cisimler çok küçük dalga boyuna sahip olup, onların dalgasal hareketleri fark edilememektedir. Momentumu küçük olan atomdan daha ufak parçacıklar ise, bu formüle göre, uzun dalga boylarındadır.

    Maddenin günlük yaşamdaki halinde gözlenemeyen dalga-parçacık ikiliği, atomik boyutlardaki her davranışta görülür. Sonuçta, doğadaki maddeyi oluşturan bütün nesnelerin hem dalgalar hem de parçacıklar halinde davrandıkları açıklığa kavuşmuş oldu.

    1927 yılında Werner Heisenberg, atomik boyutlarda maddenin ölçüm ve gözlem hassasiyetlerinin farklı olduğunu, bir parçacığın pozisyonunu hassas olarak ölçmek için yapılacak bir uğraşın onun hızını etkileyip değiştireceğini ve keza hızının ölçülmesinin pozisyonunu etkileyeceğini ileri sürdü. 1600'lerden beri kullanılan klasik fizik cisimlerin belli bir andaki pozisyon ve hızlarının hesaplanabileceğini öngörüyordu. Ve bu durum Dünya üzerindeki elle tutulur büyüklükteki cisimler için geçerliydi. Atom boyutlarındaki küçük nesneler için ise durum tamamen farklıydı. Heisenberg ise, çok küçük parçacıkların hız ve yerlerinin, aynı bir an içinde, hassas olarak ölçülemeyeceğini, birinin ölçülmesinin diğerini bozacağını belirterek, teorisine belirsizlik ilkesi adını verdi. Pozisyondaki belirsizlik miktarı ile momentumdaki belirsizlik miktarının çarpımının, 6.6262x10-34 olan Planck sabitine eşit veya ondan büyük olduğunu hesapladı.

    Böylece Newton'un kurduğu klasik fizik son buldu ve yepyeni bir fizik olan kuantum mekaniği ortaya çıktı. Atomu yani maddeyi meydana getiren, atomdan daha küçük boyutlardaki parçacıkların hiçbir kaideye uymayan tuhaf davranışlarını açıklayan kuantum mekaniği bilimde bir çığır açtı. Bir atomun içindeki dünyalar anlaşıldı, parçacık fiziği, nükleer fizik ortaya çıktı, elektronik gelişti, maser ve laser, bilgisayar, hesap makineleri gibi binlerce cihaz onun sonucu olarak, daha küçük boyutlarda daha hızlı ve verimli olarak üretildi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi LE10 -- 14 Aralık 2009; 18:26:25 >




  • 3 sayfa boyu yazı var hepsini okuyamadım.
    Benim olay ile ilgili daha önce öğrendiğim; ölçüm cihazının elektronları etkilediği idi.
    Ölçüm cihazının maynetizması veya cihazdan çıkan ışık vs gibi bir şey elektronları etkiliyor olabilir.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: metalok

    3 sayfa boyu yazı var hepsini okuyamadım.
    Benim olay ile ilgili daha önce öğrendiğim; ölçüm cihazının elektronları etkilediği idi.
    Ölçüm cihazının maynetizması veya cihazdan çıkan ışık vs gibi bir şey elektronları etkiliyor olabilir.

    sanırım yazının başınıda okumamıssınız veya anlıyamamssınız
  • @LE10
    Yazı için teşekkürler, özellikle son kısım baya aydınlatıcı bilgiler veriyor.
    @speedy_
    Kesinlikle bir müdahale var tabii ki, önemli olan bu etkinin nasıl bir etki olduğu, aynı şeyi söylüyoruz yani, gözlem yaparak nasıl bir etki yapıyoruz sorusu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi caneker -- 15 Aralık 2009; 1:10:16 >
  • videonun tamamını indiriyorum bir de alt yazı bulursam tamamdır.

    eğer türkçe dublaj bulabilirsem 20 lirayı geçmezse orijinal de almak isterim.
    nette gören olursa linkini buraya koysun. bir kaç yerde gördüm ama stokta yoktu

    orijinal ismi: What The Bleep Do We Know?!
    türkçesi: Ne Biliyoruz ki?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hobar

    videonun tamamını indiriyorum bir de alt yazı bulursam tamamdır.

    eğer türkçe dublaj bulabilirsem 20 lirayı geçmezse orijinal de almak isterim.
    nette gören olursa linkini buraya koysun. bir kaç yerde gördüm ama stokta yoktu

    orijinal ismi: What The Bleep Do We Know?!
    türkçesi: Ne Biliyoruz ki?


    what the beep we know un devamı down to rabbit hole.
    internette altyazı mevcut.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: 34

    İlginç.

    +1
  • the elegant universe serisini de kesinlikle tavsiye ederim. 3 videodan oluşuyor
  • su lekesi diye bir sitede şöyle bir bakış açısı buldum okumanızı tavsiye ederim. resimleri ekleyemedim. ama resimler çift yarık deneyi resimleri, biliyoruz yani...

    Bugün Kuantum Kuramı’na göre parçacık ve dalga kavramları birbirinden ayrık düşünülemez. Çünkü doğa, parçacık veya dalga tanımlarının ancak kısmen yapılabilmesine olanak verecek bir kurgudaymış gibi görünüyor. Mekanda Çift Yarık Deneyi (MÇYD) gibi mevcut deneyler, bunu güzel bir şekilde örnekliyor.


    Resim-1: Mekanda Çift Yarık Deneyi


    MÇYD’de elektron gibi bir parçacık, üzerinde iki tane yarık olan bir duvara gönderilir ve duvarın arkasında bulunan perde üzerinde elektronların çarptığı yerler görünür hale getirilir. Yarıklarda varlama/yoklama niteliğinde bir gözlem yapılıp, yapılmaması elektronun davranışını belirler [1]. Elektronun hangi yarıktan geçtiği öğrenilmek istenirse, elektron parçacık davranışı (Resim-1 A); aksi taktirde ise dalga davranışı (Resim-1 B) gösterir.


    Gözlem yapıldığı durumda, elektronlar gündelik algılarımızla, yani klasik mekanikle uyumlu olarak yarıkların arkasına karşılık gelen bölgelerde kümelenir (Resim-1, siyah noktalar). Bu bölgelerde bulunan bazı noktalarda gözlem yapılmadığı durumda hiç elektron ulaşmaz! (bkz: Resim-1, kırmızı eşleştirme doğrusu) Tam tersi, gözlem yapılmadığı durumda perde üzerinde elektronların çarptığı bazı noktalar da bu bölgelerin dışındadır (bkz: Resim-1, mavi eşleştirme doğrusu): Yarıklarda gözlem yapılmayınca, perde üzerinde dalgalara özgü olan girişim deseni oluşur!


    Resim-2: Dalga Mekaniği ve Girişim Deseni


    Çift yarık üzerine gönderilen bir dalga (Resim-2) yarıklardan geçerken farklı doğrultularda kırınır. Bir anlamda, iki yarık da yeni birer dalga kaynağı gibi davranır (Resim-2 A) ve bunlardan gelen dalgalar bazı noktalarda birbiriyle kesişir (Resim-2 A–B). Kesişen, daha doğrusu girişen iki dalganın tepe noktaları üst üste biniyorsa (Resim-2 A–C, kırmızı eşleştirme doğrusu) girişim yapıcı olur ve o noktada dalganın genliği artar. Bir dalganın tepesi diğerinin çukuru ile üst üste biniyorsa (Resim-2 A–C, mavi eşleştirme doğrusu) da girişim yıkıcı olur ve o noktada dalganın genliği sıfır olur. Kullanılan dalga bir ışık dalgasıysa, yapıcı girişim noktaları aydınlık (Resim-2, sarı noktalar), yıkıcı girişim noktaları karanlık (Resim-2, siyah noktalar) kalır.


    Resim-2 B’deki gibi bir girişim deseni elde edilebilmesi için dalganın dalga boyu ile yarıklar arası uzaklık benzer mertebede olmalıdır. MÇYD’de parçacığın dalga davranışı gösterebilmesi için de yarıklar arası uzaklığın tersi, parçacığın kütlesi ile aynı mertebede olmak zorunda. Buna göre, parçacıkların da birer dalga boyu olduğu varsayılırsa, parçacıkların dalga boyu kütleleri ile ters orantılı olur. Bu bağlamda, görünebilir parçacıkların dalga boyunun parçacıkların boyutundan çok daha küçük olması, gündelik hayatta bu tür girişim olaylarıyla neden karşılaşılmadığını ve makro parçacıkların neden dalga mekaniği yerine klasik mekanik yasalarınca davrandığını açıklayabilir.

    Olasılık Genliği

    Gözlemlenilmeyen elektron parçacığının uygun şartlarda dalga gibi davranmasını Kuantum Kuramı olasılık genliği kavramı üzerinden açıklıyor. Yapılan deneyler olasılık p ile karmaşık bir sayı (a=x+iy) olan olasılık genliğinin mutlak değer karesinin (|a|^2=x^2-y^2) eşit olduğunu gösteriyor. Örnek olarak, bir parçacığın bir konumdaki olasılık genliğinin mutlak değer karesi |a(x)|^2, parçacığın o konumda bulunma olasılığı p(x) oluyor. Varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşim söz konusu olana kadar toplama ve çarpma gibi bildik olasılık işlemleri bilindik şekilde ama olasılık yerine olasılık genlikleri kullanılarak yapılmalıymış gibi görünüyor. Varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşimin ardından ise olasılık genliği olasılık ile yer değiştiriyor.


    Herhangi bir konumdaki değeri bir parçacığın o konumda bulunma olasılık genliğine eşit olan fonksiyona konum dalga fonksiyonu, kısaca <!--[if gte mso 9]> Normal 0 21 <![endif]--> psi(x) deniliyor. MÇYD dalga fonksiyonu formülleştirmesi (/formalizmi) ile an’laşılımaya çalışılırsa, elektronun konum dalga fonksiyonu yarıklarda kırınıp, daha sonra kendisiyle girişmeli. Elektron perdeye ulaşınca varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşime girmiş olmalı ve karmaşık bir fonksiyon olan dalga fonksiyonu, yıkıcı girişim noktalarında 0, yapıcı girişim noktalarında ise 1 gerçel değerinde olan olasılık fonksiyonuna (P(x)=|psi(x)|^2) çökmeli. Perde üzerinde bir girişim deseni böylece oluşabilir.

    Elektronun oradan geçip, geçmediğini anlamak için yarıklarda gözlem yapılıyorsa, gözlem dalga gibi davranma eğiliminde olan elektronu parçacık gibi davranmaya zorlamalı: Gözlem için kullanılan ışık dalgası parçacık gibi davranıp, elektronla etkileşmeli ve bu varlayıcı/yoklayıcı etkileşim dalga fonksiyonunun daha perdeye ulaşmadan, yarıklarda gerçel uzaya çökmesine sebep olmalı. Dalga fonksiyonunun yarıklarda olasılık fonksiyonuna çökmesi yüzünden bundan sonraki olasılık işlemlerine genlikler üzerinden değil de, olasılıklar üzerinden devam edilmeli. Yarıklarda gözlem yapıldığı durumda girişim deseni yerini yarıkların arkasına karşılık gelen bölgelerde kümelenmeye böylece bırakabilir.

    Dalga fonksiyonu ile MÇYD için makul bir tablo çizilebilse de kuantum doğası olan bütün nicelikleri inceleyebilmek için dalga fonksiyonu kavramı yeterli olmuyor ve çoğu zaman onun yerine durum vektörü kavramını kullanmak gerekiyor [2]. MÇYD’yi daha iyi kavrayabilmek için de durum vektörü daha iyi bir zihinsel araç. Birbirine dik (almaşık) tüm durumlar temel durum olarak adlandırılırsa; durum vektörü, bileşenleri temel durumların olasılık genliklerine karşılık gelen vektörüdür. Bir anlamda, bir ölçümden önce durum vektörü, temel durumların doğrusal bir kombinasyonudur. Ölçüm işlemi ise durum vektörünü bir temel durum üzerine iz-düşürmek, yani bileşik durumu temel durumlardan bir tanesine çökertmek anlamına gelir.

    MÇYD’de elektronun birinci yarıktan geçmesi |1>, ikinci yarıktan geçmesi ise |2> durumu olsun. Elektronun birinci yarıktan geçme olasılık genliği a, ikinci yarıktan geçme olasılık genliği b olarak işaretlenirse, varlayıcı/yoklayıcı bir gözlem yapmadan önce elektronun durum vektörü |psi>, a|1>+b|2> = (a b) oluyor. Yarıklarda ölçüm yapmak ise durum vektörü |psi>’yi |a|^2 olasılıkla |1>’e, yani (1 0) vektörüne; |b|^2 olasılıkla da |2>’ye, yani (0 1) vektörüne çökertiyor. Buna göre, 100 tane elektron yarıklara doğru gönderilirse ve yarıklarda varlayıcı/yoklayıcı bir gözlem yapılırsa, 100 x |a|^2 tane elektron birinci yarıktan, 100 x |b|^2 tane elektron da ikinci yarıktan geçmeli [3] ki deneysel sonuçlar bunu doğruluyor.

    Peki yarıklarda gözlem yapılmadığında ne oluyor? Girişim deseni göz önünde bulundurulursa, |psi> = a|1>+b|2> durumunun fiziksel karşılığı nedir? Bir parçacık |a|^2 olasılıkla birinci yarıktan, |b|^2 olasılıkla ise ikinci yarıktan mı geçmiş oluyor? Yani, parçacık her iki yarıktan da aynı anda ama farklı varlık değerlerinde mi geçiyor? [4] Diyelim ki öyle, peki ölçümden hemen önce bir şekilde aynı anda iki yarıkta birden bulunan elektron ölçüm yapıldığında neden yarıklardan sadece bir tanesinde beliriyor? Gözlem (/ölçüm) denilen şey olasılık genliğinden olasılığa ya da bulanık mantıktan klasik mantığa [4] geçişleri nasıl sağlıyor? Daha da gizemlisi, tek bir parçacığın hareketi göz önünde bulundurulduğunda, ölçüm sonrası parçacığın hangi yarıkta belireceğine, yani durum vektörünün ölçüm sonrası temel durumlardan hangisine çökeceğine karar veren işlerge ne?

    Aklın Üstünlüğü – Kopenhag Yorumu

    Bohr ve Heisenberg gibi Kuantum Kuramı’nın kurucularının bazılarının düşüncelerine göre, ki bu düşünme şekli Kopenhag Okulu olarak adlandırılır, “Ölçüm yapılmadığında ne olur?” sorusunun yerine “Ölçüm yapıldığında ne olur?” sorusunu sormak daha anlamlı olur.

    Bir fiziksel değişkenin iki ardışık ölçümü arasındaki değerini tahmin etmek için ölçüm değerleri arasında bir süreklilik olduğu varsayımında bulunmak, ne kadar makul olsa da, keyfi bir tercihtir. Bu bağlamda, Kopenhag Okulu tercihini aksi yolda kullanıyor ve ölçüm yapılmadığı zamanlarda kuantum mekaniksel bir değişkenin, dolayısıyla da ait olduğu sistemin durumunun, fiziksel gerçekliğinden bahsetmenin anlamlı olmayacağını söylüyor. Bu okula göre ölçüm edilgen değil, etken bir süreç. Öyle ki, fiziksel gerçekliği yaratan şey ölçümün ta kendisi!

    Kuantum Kuramı’nın Kopenhag Yorumu, üzerinde ölçüm yapılacak bir kuantum sisteminin bileşik durumunu fiziksel gerçekliği olmayan bir dünyada, kuantum dünyasında resmediyor. Aynı resimde, ölçüm aletleriyle beraber gözlemci ise fiziksel gerçekliği olan dünyada, klasik dünyada yaşıyor. Gözlemci kuantum sistemi üzerinde ölçüm yaptığında, bileşik durumun tamamen gelişigüzel [5] bir şekilde olası temel durumlardan birine çökmesine sebep oluyor. Bir anlamda, gözlemcinin yaptığı ölçüm, klasik dünyada sistemin üzerine çöktüğü temel durumun fiziksel gerçekliğini yaratıyor. Fakat hangi durumun fiziksel gerçekliğini yaratacağını seçemiyor.

    Çizilen bu resimde, gözlemlenmediği sürece bir şeyin varlığıyla yokluğu kuantum dünyasında birbirine karışırken, evrenin fiziksel gerçekliği olmayan bu dünyaya dahil edilemeyecek tek bileşeni bilinçli gözlemci, yani akıl gibi görünüyor. Böylece diğer şeylere fiziksel gerçekliğini veren akıl, yani zihinsel etkinlik, ontolojik (varlık-bilimsel) olarak maddesel her şeyin üstünde kabul ediliyor. Edimsel olarak ise sınırlandırılmış durumda, çünkü tam olarak neye fiziksel gerçeklik vereceğini seçemiyor!

    Paralel Evrenler – Everett’in Yorumu

    Everett, doktora tezinde “Ölçüm yapıldığında ne olur?” sorusuna “Durum vektörü bir ölçüm ile gelişigüzel olarak çöker ve fiziksel gerçeklik yaratılmış olur” cevabından başka bir cevap aradı.

    İlk olarak Bohr’un ortaya attığı “gelişigüzel çökme” kavramı aslında Kuantum Kuramı’nın matematiğine aykırıydı [6] ve ancak bir belit (/aksiyom) olarak kabul edilebilirdi. von Neumann, “ölçüm ile gelişigüzel çökme” işleminin iz-düşüm işlerleri [7] ile sağlanabileceğini göstermişti. Böylece ölçüm yapılmadığı zamanlarda belirlenebilir bir şekilde evrilen dalga fonksiyonunun (ya da durum vektörünün), ölçüm yapıldığında gelişigüzel bir şekilde evrildiği kabul edilebilirdi. Fakat Everett gibi bazı fizik-bilimcilerine göre bu biraz zorlama olmuştu.

    Everett’e göre maddesel şeylere hükmeden Kuantum Kuramı’nın yasaları, zihinsel etkinliğe de hükmetmeliydi. Yani, bilinçli gözlemci ve ölçüm aletleri de kuantum dünyasında yaşamalıydı. Zira, onlar da maddeseldi ve MÇYD’de dalga davranışı gösterecek birçok parçacığın bir araya gelmesiyle oluşuyordu.

    Bu bağlamda evren, birbiriyle etkileşim içinde olan birçok kuantum sisteminden oluştuğu için, büyük bir kuantum sistemi olarak düşünülebilirdi. Böylece onun da bileşik kuantum durumlarında bulunabilen bir durum vektörü (ya da dalga fonksiyonu) olmalıydı. Evrenin dışarısı olamayacağı için, evren dışarıdan değil de içeriden gözlemlenmeliydi. Bu noktada Everett’in varsayımı şuydu: Bileşik bir durumda bulunan evren üzerinde içeriden bir gözlem yapıldığında, evren olası sonuç sayısınca çoğalıyor olabilirdi. Böylece oluşan her paralel evrende, olası sonuçlardan birisi gerçekleşiyorsa, Kuantum Kuramı tamamen belirlenebilir bir kuram olurdu [8], [9].

    Bu yoruma göre yarıklarda gözlem yapılırsa, MÇYD sonrası evren sayısı iki katına çıkar. Oluşan paralel evrenlerden birinde gözlemci parçacığın birinci yarıktan geçtiğini görürken, diğerinde gözlemciye göre parçacık ikinci yarıktan geçer. Fakat gözlemcilerin birbirinden haberi olmaz. Zira içinde bulundukları evrenlerin durum vektörleri birbirine diktir.

    Notlar:

    1) Bir gözlemin gözleneni etkileyişini Stern-Gerlach Deneyi daha açık bir şekilde gösteriyor. Ayrıntılı bilgi için Zaman 3 adlı yazıya bakılabilir.

    2) Durum vektörü |psi> ise, konum dalga fonksiyonu psi(x) = |x>* |psi> = <x|psi> olarak tanımlanır.

    3) |a|^2+|b|^2 = 1. Yani tüm olasılıkların toplamı bire eşit. Bu olgu olasılıkların korunumu olarak bilinir.

    4) Bir parçacığın yarıklardan birinden geçip, geçmediği bir düzenek sayesinde kesin olarak biliniyorsa, o yarıktan geçme olasılığı 0 ya da 1 değerini alıyor demektir. Dolaysıyla, bu durumda parçacık için varlık/yokluk 0 ve 1 dışındaki önerme değerlerine izin vermeyen klasik mantık kurallarına göre değerlendirilmeli. Yarıklarda ölçüm yapılmadığı durumda ise parçacık için varlık/yokluk 0 ve 1 arasındaki önerme değerlerine de izin veren bulanık mantık kurallarına göre değerlendirilmeli.

    5) Einstein, ortaya çıkışında büyük katkıları bulunduğu, yerel olmayan Kuantum Kuramı’nı özellikle bu yorum ve içerdiği gelişigüzellik yüzünden yıllarca kabullenememiştir. Onun öncelik ettiği bir akım Kuantum Kuramı’nca bilinmeyen bir çeşit saklı değişkenler olabileceğini iddia eder. Bu akım hem Kuantum Kuramı’nı, hem de bu saklı değişkenleri kapsayan daha tam ve yerel bir kuramın, varlığın doğasına dair ortaya çıkan gizem ve gariplikleri ortadan kaldırabileceğini varsayar. Ne yazık ki fizik-bilimci Bell bu varsayımların öngördüğü bazı eşitsizliklerin doğada çiğnendiğini bulmuştur. Einstein’ın öğrencisi Bohr, Bell eşitsizlikleriyle uyumlu bir Saklı Değişkenler Kuramı geliştirmeyi başarsa da, onun kuramı da Kuantum Kuram’ı gibi yerel değildir.

    6) Shrödinger’in geliştirdiği dalga mekaniği formülleştirmesine göre, dalga fonksiyonu belirlenebilir (/deterministik) Schöridinger Denklemi’ne tabi olarak evrilir.

    7) Heisenberg’in dalga mekaniği formülleştirmesine almaşık olarak geliştirdiği matris mekaniği formülleştirmesine göre, durum vektörü kendisine doğrusal işlerlerin vurulmasıyla evrilir ve bu işlerler matrislerle temsil edilebilir.

    8) Tanrı’nın zar atmadığına inan Einstein bu yorumu görse, belki kurama karşı daha farklı yaklaşabilirdi. Fakat Bohr, durum vektörünü gelişigüzel bir şekilde çökerten ölçüm yerine evren sayısını çoğaltan ölçüm yorumunu pek sevmedi. Her iki yorum da aynı ölçüde tuhaf ve gizemli olsa da..

    9) Zamanla paralel evren sayısı çok fazla artar ve mevcut evrenler birbirinden oldukça farklı hale gelir. Fakat farklı değişimler geçiren bu evrenler, gelecekte aynı olası sonuçları içeren eş zamanlı bir gözlem ile kesişebilir. Kesişen bu noktada girişim gerçekleşir ve bazı evrenlerin olasılık genliği artarken, bazılarının olasılık genliği azalır. Böylece paralel evren sayısı sonsuza gitmez.




  • speedy_

    çok güzel bi paylaşım, okuyunca bilim kurgu geliyor ve gerçek değilmiş hissi uyandıyor çok acayip bi olay....

    Başta karşı çıktığınız fiziksel gerçekliği yaratan şey ölçümün ta kendisi olgusunu da anlatıyor...
    Felsefe bunu zaten söylüyordu, yani madenin ben hisettiğim için var olduğu belirtiyordu, mantık olarak ben hissetmiyorsam benim için yoktur...fizik ise aslında sadece benim için değil gerçekte de yok olduğunu matematiksel olarak ispatlamış gibi görünüyor.
    Yani diğer herşeye fiziksel gerçekliğini veren akıl diyor, bu durumda akıl dediğimiz şey fiziksel bi oluşumun sonucu olamaz, yani ruh dediğimiz soyutsal bir algılayıcı akıl merkezi var. Yani fiziksel gerçekliği oluşturan akıl ve insan fiziksel reaksiyonlar sonucu meydana gelmiş olamaz değil mi?
    Peki fiziksel gerçekliğin dışında var olmak nasıl açıklanabilir? Akıl dediğimiz algılayıcı benliğimiz nerede?, ölüm fiziksel gerçeklikten kopmak demekse, fiziksel vucudumuz ölünce, fiziksel gerçekliği oluşturan akıllı benliğimize ne oluyor? gibi sorular geliyor insanın aklına.....



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi caneker -- 16 Aralık 2009; 8:55:41 >




  • cok ilginç... gözlemlendiğini anlayınca değişiyor demıs bazı arkadaşlar o gözlemleyen kameramı herneyse ondan etkileniyor olabilir mi? kamerada dalga gibi bişey yayıyordur ondan etkilenıyormudur acaba yoksa insan gözüylede bakınca değişiyyormu

    cevap beklıyorum meraklandım
  • @speedy_ ;)

    Fizik-Bilim III: Varlık Nedir?

    Zihinsel hijyen adına Kaos Oyunu adlı yazıda gelişigüzellik kavramı, olasılık kavramı üzerine yapılandırılmıştı. Yazının sonunda tamamen belirlenebilir (/deterministik) bir süreçle elde edilen karmaşık bir sonucun, oldukça gelişigüzel bir süreçle de elde edilebileceği gösterilmişti. Fizik-Bilim yazı serisinin (bkz: I – Yaşam Nedir? ve II- Bilinç Nedir?) devamı olan bu yazıda ise öncelikle olasılık kavramının kendisi modern fiziğin bulgularıyla yeniden yapılandırılacak ve buradan elde edilecek düşünsel araçlarla felsefenin an’lam uzayına bir türlü sığamamış olan varlık kavramın doğası tartışılacaktır.

    Madde
    Kuantum Kuramı’ndan önce madde, fiziksel gerçekliğin iki farklı biçeminden birisiydi ve parçacıklardan oluştuğu düşünülüyordu. Fiziksel gerçekliğin diğer biçemi olan “alan”ı ise dalgalar oluşturuyordu. Einstein 1905 yılında fotoelektrik olay ile ışık dalgasının parçacık gibi davranabildiğini gösterdi. Ondan yirmi yıl kadar sonra da doğanın simetrik olması gerektiğini düşünen de Broglie “Dalgalar parçacık gibi davranabiliyorsa, parçacıklar da dalga gibi davranamaz mı?” diye sordu. Sorunun cevabı olumluydu ve bu cevap ile Klasik Fizik yasalarınca açıklanamayan atomların kararlı yapılarının gizemi çözüldü. Cevabın içerdiği gizem ortadan kaldırdığı gizemden daha çok olsa da.. Bu gizem biraz daha açık bir şekilde an’lanmalı sanırım.

    Bugün Kuantum Kuramı’na göre parçacık ve dalga kavramları birbirinden ayrık düşünülemez. Çünkü doğa, parçacık veya dalga tanımlarının ancak kısmen yapılabilmesine olanak verecek bir kurgudaymış gibi görünüyor. Mekanda Çift Yarık Deneyi (MÇYD) gibi mevcut deneyler, bunu güzel bir şekilde örnekliyor.


    Resim-1: Mekanda Çift Yarık Deneyi


    MÇYD’de elektron gibi bir parçacık, üzerinde iki tane yarık olan bir duvara gönderilir ve duvarın arkasında bulunan perde üzerinde elektronların çarptığı yerler görünür hale getirilir. Yarıklarda varlama/yoklama niteliğinde bir gözlem yapılıp, yapılmaması elektronun davranışını belirler [1]. Elektronun hangi yarıktan geçtiği öğrenilmek istenirse, elektron parçacık davranışı (Resim-1 A); aksi taktirde ise dalga davranışı (Resim-1 B) gösterir.

    Gözlem yapıldığı durumda, elektronlar gündelik algılarımızla, yani klasik mekanikle uyumlu olarak yarıkların arkasına karşılık gelen bölgelerde kümelenir (Resim-1, siyah noktalar). Bu bölgelerde bulunan bazı noktalarda gözlem yapılmadığı durumda hiç elektron ulaşmaz! (bkz: Resim-1, kırmızı eşleştirme doğrusu) Tam tersi, gözlem yapılmadığı durumda perde üzerinde elektronların çarptığı bazı noktalar da bu bölgelerin dışındadır (bkz: Resim-1, mavi eşleştirme doğrusu): Yarıklarda gözlem yapılmayınca, perde üzerinde dalgalara özgü olan girişim deseni oluşur!


    Resim-2: Dalga Mekaniği ve Girişim Deseni


    Çift yarık üzerine gönderilen bir dalga (Resim-2) yarıklardan geçerken farklı doğrultularda kırınır. Bir anlamda, iki yarık da yeni birer dalga kaynağı gibi davranır (Resim-2 A) ve bunlardan gelen dalgalar bazı noktalarda birbiriyle kesişir (Resim-2 A–B). Kesişen, daha doğrusu girişen iki dalganın tepe noktaları üst üste biniyorsa (Resim-2 A–C, kırmızı eşleştirme doğrusu) girişim yapıcı olur ve o noktada dalganın genliği artar. Bir dalganın tepesi diğerinin çukuru ile üst üste biniyorsa (Resim-2 A–C, mavi eşleştirme doğrusu) da girişim yıkıcı olur ve o noktada dalganın genliği sıfır olur. Kullanılan dalga bir ışık dalgasıysa, yapıcı girişim noktaları aydınlık (Resim-2, sarı noktalar), yıkıcı girişim noktaları karanlık (Resim-2, siyah noktalar) kalır.

    Resim-2 B’deki gibi bir girişim deseni elde edilebilmesi için dalganın dalga boyu ile yarıklar arası uzaklık benzer mertebede olmalıdır. MÇYD’de parçacığın dalga davranışı gösterebilmesi için de yarıklar arası uzaklığın tersi, parçacığın kütlesi ile aynı mertebede olmak zorunda. Buna göre, parçacıkların da birer dalga boyu olduğu varsayılırsa, parçacıkların dalga boyu kütleleri ile ters orantılı olur. Bu bağlamda, görünebilir parçacıkların dalga boyunun parçacıkların boyutundan çok daha küçük olması, gündelik hayatta bu tür girişim olaylarıyla neden karşılaşılmadığını ve makro parçacıkların neden dalga mekaniği yerine klasik mekanik yasalarınca davrandığını açıklayabilir.

    Olasılık Genliği
    Gözlemlenilmeyen elektron parçacığının uygun şartlarda dalga gibi davranmasını Kuantum Kuramı olasılık genliği kavramı üzerinden açıklıyor. Yapılan deneyler olasılık p ile karmaşık bir sayı (a=x+iy) olan olasılık genliğinin mutlak değer karesinin (|a|^2=x^2-y^2) eşit olduğunu gösteriyor. Örnek olarak, bir parçacığın bir konumdaki olasılık genliğinin mutlak değer karesi |a(x)|^2, parçacığın o konumda bulunma olasılığı p(x) oluyor. Varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşim söz konusu olana kadar toplama ve çarpma gibi bildik olasılık işlemleri bilindik şekilde ama olasılık yerine olasılık genlikleri kullanılarak yapılmalıymış gibi görünüyor. Varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşimin ardından ise olasılık genliği olasılık ile yer değiştiriyor.

    Herhangi bir konumdaki değeri bir parçacığın o konumda bulunma olasılık genliğine eşit olan fonksiyona konum dalga fonksiyonu, kısaca psi(x) deniliyor. MÇYD dalga fonksiyonu formülleştirmesi (/formalizmi) ile an’laşılımaya çalışılırsa, elektronun konum dalga fonksiyonu yarıklarda kırınıp, daha sonra kendisiyle girişmeli. Elektron perdeye ulaşınca varlayıcı/yoklayıcı bir etkileşime girmiş olmalı ve karmaşık bir fonksiyon olan dalga fonksiyonu, yıkıcı girişim noktalarında 0, yapıcı girişim noktalarında ise 1 gerçel değerinde olan olasılık fonksiyonuna (P(x)=|psi(x)|^2) çökmeli. Perde üzerinde bir girişim deseni böylece oluşabilir.

    Elektronun oradan geçip, geçmediğini anlamak için yarıklarda gözlem yapılıyorsa, gözlem dalga gibi davranma eğiliminde olan elektronu parçacık gibi davranmaya zorlamalı: Gözlem için kullanılan ışık dalgası parçacık gibi davranıp, elektronla etkileşmeli ve bu varlayıcı/yoklayıcı etkileşim dalga fonksiyonunun daha perdeye ulaşmadan, yarıklarda gerçel uzaya çökmesine sebep olmalı. Dalga fonksiyonunun yarıklarda olasılık fonksiyonuna çökmesi yüzünden bundan sonraki olasılık işlemlerine genlikler üzerinden değil de, olasılıklar üzerinden devam edilmeli. Yarıklarda gözlem yapıldığı durumda girişim deseni yerini yarıkların arkasına karşılık gelen bölgelerde kümelenmeye böylece bırakabilir.

    Dalga fonksiyonu ile MÇYD için makul bir tablo çizilebilse de kuantum doğası olan bütün nicelikleri inceleyebilmek için dalga fonksiyonu kavramı yeterli olmuyor ve çoğu zaman onun yerine durum vektörü kavramını kullanmak gerekiyor [2]. MÇYD’yi daha iyi kavrayabilmek için de durum vektörü daha iyi bir zihinsel araç. Birbirine dik (almaşık) tüm durumlar temel durum olarak adlandırılırsa; durum vektörü, bileşenleri temel durumların olasılık genliklerine karşılık gelen vektörüdür. Bir anlamda, bir ölçümden önce durum vektörü, temel durumların doğrusal bir kombinasyonudur. Ölçüm işlemi ise durum vektörünü bir temel durum üzerine iz-düşürmek, yani bileşik durumu temel durumlardan bir tanesine çökertmek anlamına gelir.

    MÇYD’de elektronun birinci yarıktan geçmesi |1>, ikinci yarıktan geçmesi ise |2> durumu olsun. Elektronun birinci yarıktan geçme olasılık genliği a, ikinci yarıktan geçme olasılık genliği b olarak işaretlenirse, varlayıcı/yoklayıcı bir gözlem yapmadan önce elektronun durum vektörü |psi>, a|1>+b|2> = (a b) oluyor. Yarıklarda ölçüm yapmak ise durum vektörü |psi>’yi |a|^2 olasılıkla |1>’e, yani (1 0) vektörüne; |b|^2 olasılıkla da |2>’ye, yani (0 1) vektörüne çökertiyor. Buna göre, 100 tane elektron yarıklara doğru gönderilirse ve yarıklarda varlayıcı/yoklayıcı bir gözlem yapılırsa, 100 x |a|^2 tane elektron birinci yarıktan, 100 x |b|^2 tane elektron da ikinci yarıktan geçmeli [3] ki deneysel sonuçlar bunu doğruluyor.

    Peki yarıklarda gözlem yapılmadığında ne oluyor? Girişim deseni göz önünde bulundurulursa, |psi> = a|1>+b|2> durumunun fiziksel karşılığı nedir? Bir parçacık |a|^2 olasılıkla birinci yarıktan, |b|^2 olasılıkla ise ikinci yarıktan mı geçmiş oluyor? Yani, parçacık her iki yarıktan da aynı anda ama farklı varlık değerlerinde mi geçiyor? [4] Diyelim ki öyle, peki ölçümden hemen önce bir şekilde aynı anda iki yarıkta birden bulunan elektron ölçüm yapıldığında neden yarıklardan sadece bir tanesinde beliriyor? Gözlem (/ölçüm) denilen şey olasılık genliğinden olasılığa ya da bulanık mantıktan klasik mantığa [4] geçişleri nasıl sağlıyor? Daha da gizemlisi, tek bir parçacığın hareketi göz önünde bulundurulduğunda, ölçüm sonrası parçacığın hangi yarıkta belireceğine, yani durum vektörünün ölçüm sonrası temel durumlardan hangisine çökeceğine karar veren işlerge ne?

    Aklın Üstünlüğü – Kopenhag Yorumu

    Bohr ve Heisenberg gibi Kuantum Kuramı’nın kurucularının bazılarının düşüncelerine göre, ki bu düşünme şekli Kopenhag Okulu olarak adlandırılır, “Ölçüm yapılmadığında ne olur?” sorusunun yerine “Ölçüm yapıldığında ne olur?” sorusunu sormak daha anlamlı olur.

    Bir fiziksel değişkenin iki ardışık ölçümü arasındaki değerini tahmin etmek için ölçüm değerleri arasında bir süreklilik olduğu varsayımında bulunmak, ne kadar makul olsa da, keyfi bir tercihtir. Bu bağlamda, Kopenhag Okulu tercihini aksi yolda kullanıyor ve ölçüm yapılmadığı zamanlarda kuantum mekaniksel bir değişkenin, dolayısıyla da ait olduğu sistemin durumunun, fiziksel gerçekliğinden bahsetmenin anlamlı olmayacağını söylüyor. Bu okula göre ölçüm edilgen değil, etken bir süreç. Öyle ki, fiziksel gerçekliği yaratan şey ölçümün ta kendisi!

    Kuantum Kuramı’nın Kopenhag Yorumu, üzerinde ölçüm yapılacak bir kuantum sisteminin bileşik durumunu fiziksel gerçekliği olmayan bir dünyada, kuantum dünyasında resmediyor. Aynı resimde, ölçüm aletleriyle beraber gözlemci ise fiziksel gerçekliği olan dünyada, klasik dünyada yaşıyor. Gözlemci kuantum sistemi üzerinde ölçüm yaptığında, bileşik durumun tamamen gelişigüzel [5] bir şekilde olası temel durumlardan birine çökmesine sebep oluyor. Bir anlamda, gözlemcinin yaptığı ölçüm, klasik dünyada sistemin üzerine çöktüğü temel durumun fiziksel gerçekliğini yaratıyor. Fakat hangi durumun fiziksel gerçekliğini yaratacağını seçemiyor.

    Çizilen bu resimde, gözlemlenmediği sürece bir şeyin varlığıyla yokluğu kuantum dünyasında birbirine karışırken, evrenin fiziksel gerçekliği olmayan bu dünyaya dahil edilemeyecek tek bileşeni bilinçli gözlemci, yani akıl gibi görünüyor. Böylece diğer şeylere fiziksel gerçekliğini veren akıl, yani zihinsel etkinlik, ontolojik (varlık-bilimsel) olarak maddesel her şeyin üstünde kabul ediliyor. Edimsel olarak ise sınırlandırılmış durumda, çünkü tam olarak neye fiziksel gerçeklik vereceğini seçemiyor!

    Paralel Evrenler – Everett’in Yorumu

    Everett, doktora tezinde “Ölçüm yapıldığında ne olur?” sorusuna “Durum vektörü bir ölçüm ile gelişigüzel olarak çöker ve fiziksel gerçeklik yaratılmış olur” cevabından başka bir cevap aradı.

    İlk olarak Bohr’un ortaya attığı “gelişigüzel çökme” kavramı aslında Kuantum Kuramı’nın matematiğine aykırıydı [6] ve ancak bir belit (/aksiyom) olarak kabul edilebilirdi. von Neumann, “ölçüm ile gelişigüzel çökme” işleminin iz-düşüm işlerleri [7] ile sağlanabileceğini göstermişti. Böylece ölçüm yapılmadığı zamanlarda belirlenebilir bir şekilde evrilen dalga fonksiyonunun (ya da durum vektörünün), ölçüm yapıldığında gelişigüzel bir şekilde evrildiği kabul edilebilirdi. Fakat Everett gibi bazı fizik-bilimcilerine göre bu biraz zorlama olmuştu.

    Everett’e göre maddesel şeylere hükmeden Kuantum Kuramı’nın yasaları, zihinsel etkinliğe de hükmetmeliydi. Yani, bilinçli gözlemci ve ölçüm aletleri de kuantum dünyasında yaşamalıydı. Zira, onlar da maddeseldi ve MÇYD’de dalga davranışı gösterecek birçok parçacığın bir araya gelmesiyle oluşuyordu.

    Bu bağlamda evren, birbiriyle etkileşim içinde olan birçok kuantum sisteminden oluştuğu için, büyük bir kuantum sistemi olarak düşünülebilirdi. Böylece onun da bileşik kuantum durumlarında bulunabilen bir durum vektörü (ya da dalga fonksiyonu) olmalıydı. Evrenin dışarısı olamayacağı için, evren dışarıdan değil de içeriden gözlemlenmeliydi. Bu noktada Everett’in varsayımı şuydu: Bileşik bir durumda bulunan evren üzerinde içeriden bir gözlem yapıldığında, evren olası sonuç sayısınca çoğalıyor olabilirdi. Böylece oluşan her paralel evrende, olası sonuçlardan birisi gerçekleşiyorsa, Kuantum Kuramı tamamen belirlenebilir bir kuram olurdu [8], [9].

    Bu yoruma göre yarıklarda gözlem yapılırsa, MÇYD sonrası evren sayısı iki katına çıkar. Oluşan paralel evrenlerden birinde gözlemci parçacığın birinci yarıktan geçtiğini görürken, diğerinde gözlemciye göre parçacık ikinci yarıktan geçer. Fakat gözlemcilerin birbirinden haberi olmaz. Zira içinde bulundukları evrenlerin durum vektörleri birbirine diktir.

    Notlar:

    1) Bir gözlemin gözleneni etkileyişini Stern-Gerlach Deneyi daha açık bir şekilde gösteriyor. Ayrıntılı bilgi için Zaman 3 adlı yazıya bakılabilir.

    2) Durum vektörü |psi> ise, konum dalga fonksiyonu psi(x) = |x>* |psi> = <x|psi> olarak tanımlanır.

    3) |a|^2+|b|^2 = 1. Yani tüm olasılıkların toplamı bire eşit. Bu olgu olasılıkların korunumu olarak bilinir.

    4) Bir parçacığın yarıklardan birinden geçip, geçmediği bir düzenek sayesinde kesin olarak biliniyorsa, o yarıktan geçme olasılığı 0 ya da 1 değerini alıyor demektir. Dolaysıyla, bu durumda parçacık için varlık/yokluk 0 ve 1 dışındaki önerme değerlerine izin vermeyen klasik mantık kurallarına göre değerlendirilmeli. Yarıklarda ölçüm yapılmadığı durumda ise parçacık için varlık/yokluk 0 ve 1 arasındaki önerme değerlerine de izin veren bulanık mantık kurallarına göre değerlendirilmeli.

    5) Einstein, ortaya çıkışında büyük katkıları bulunduğu, yerel olmayan Kuantum Kuramı’nı özellikle bu yorum ve içerdiği gelişigüzellik yüzünden yıllarca kabullenememiştir. Onun öncelik ettiği bir akım Kuantum Kuramı’nca bilinmeyen bir çeşit saklı değişkenler olabileceğini iddia eder. Bu akım hem Kuantum Kuramı’nı, hem de bu saklı değişkenleri kapsayan daha tam ve yerel bir kuramın, varlığın doğasına dair ortaya çıkan gizem ve gariplikleri ortadan kaldırabileceğini varsayar. Ne yazık ki fizik-bilimci Bell bu varsayımların öngördüğü bazı eşitsizliklerin doğada çiğnendiğini bulmuştur. Einstein’ın öğrencisi Bohr, Bell eşitsizlikleriyle uyumlu bir Saklı Değişkenler Kuramı geliştirmeyi başarsa da, onun kuramı da Kuantum Kuram’ı gibi yerel değildir.

    6) Shrödinger’in geliştirdiği dalga mekaniği formülleştirmesine göre, dalga fonksiyonu belirlenebilir (/deterministik) Schöridinger Denklemi’ne tabi olarak evrilir.

    7) Heisenberg’in dalga mekaniği formülleştirmesine almaşık olarak geliştirdiği matris mekaniği formülleştirmesine göre, durum vektörü kendisine doğrusal işlerlerin vurulmasıyla evrilir ve bu işlerler matrislerle temsil edilebilir.

    8) Tanrı’nın zar atmadığına inan Einstein bu yorumu görse, belki kurama karşı daha farklı yaklaşabilirdi. Fakat Bohr, durum vektörünü gelişigüzel bir şekilde çökerten ölçüm yerine evren sayısını çoğaltan ölçüm yorumunu pek sevmedi. Her iki yorum da aynı ölçüde tuhaf ve gizemli olsa da..

    9) Zamanla paralel evren sayısı çok fazla artar ve mevcut evrenler birbirinden oldukça farklı hale gelir. Fakat farklı değişimler geçiren bu evrenler, gelecekte aynı olası sonuçları içeren eş zamanlı bir gözlem ile kesişebilir. Kesişen bu noktada girişim gerçekleşir ve bazı evrenlerin olasılık genliği artarken, bazılarının olasılık genliği azalır. Böylece paralel evren sayısı sonsuza gitmez.



    Kaynak



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mastenc -- 16 Aralık 2009; 14:33:03 >




  • çıplak gözle bakınca fark olmuyor tabi. çünkü çıplak gözle elektronun hangi yarıktan geçtiğini göremezsiniz ama bunu fark edebilecek aygıtlar kullanıldığında işler değişiyor. elektron artık hangisinden geçtiğini bize gösteriyor, madem görmek istiyorsunuz işte buradayım der gibi...

    quote:

    Orijinalden alıntı: GiZLi PeNCeRe

    cok ilginç... gözlemlendiğini anlayınca değişiyor demıs bazı arkadaşlar o gözlemleyen kameramı herneyse ondan etkileniyor olabilir mi? kamerada dalga gibi bişey yayıyordur ondan etkilenıyormudur acaba yoksa insan gözüylede bakınca değişiyyormu

    cevap beklıyorum meraklandım
  • evet mastenc teşekkürler, yazı resimleri ile beraber buydu...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi speedy_ -- 16 Aralık 2009; 18:12:48 >
  • 
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.