Şimdi Ara

Tolstoy - İtiraflarım

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
17
Cevap
0
Favori
20.011
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  •  Tolstoy - İtiraflarım

    "Bir düzlükte karşısına öfkeli bir hayvan çıkan yolcu, kurumuş bir kuyunun içine girer, ama aşağıya baktığında kuyunun dibinde ağzını açmış kendisini yutmaya hazırlanan bir ejderha görür. Talihsiz adam öfkeli hayvan tarafından öldürülmek korkusuyla ne kuyudan dışarı çıkabildiğinden, ne de ejderha tarafından yenilmek korkusu nedeniyle kuyunun dibine inebildiğinden, kuyunun içindeki çatlaktaki bir dalı yakalar ve ona tutunur. Ellerinde gitgide güç kalmamakta, o da az sonra kendisini yukarda ve aşağıda bekleyen ölüme boyun eğmek zorunda olacağını düşünmekte ama yine de dala sıkı sıkıya tutunmaya devam etmektedir. Derken 2 fare görür. Bir siyah bir beyaz fare... Fareler sürekli olarak onun tuttuğu dalın üzerinde gezinmekte ve dalı kemirmektedirler. Az sonra dal kopacak ve adam ejderhanın ağzının içine düşecektir. Yolcu bunu görür ve ölümden kurtuluş olmadığını anlar. Dala tutunmaya devam etmekte, ama aynı zamanda etrafına da bakınmaktadır. Dalın yapraklarında birkaç damla bal görür. Bal damlalarına diliyle uzanır ve onları yalamayı başlar.Beyaz ve siyah fareler, gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler. Ejderhayı açık seçik görüyorum ve bal bana tatlı gelmiyor artık. Ben sadece, kendilerinden kaçamıyacağım o ejderha ile fareleri görüyorum, gözümü onlardan çeviremem ve bu bir masal değil, bir gerçektir. Aksi ispatlanamaz ve herkesin algılayabileceği bir hakikattir.


    Kendimce buradaki simgeleri anlamdırayım:
    Bu dünya kuyu…
    Günlük hayattaki, insanların elde etmek için kendilerini paraladıkları zevkler, bal…
    Tutunduğu dal görünenin ötesindeki hayata dair düşüncelerin ve inancın…
    Siyah fare, bizim inancımızı yiyip bitiren endişeler, kuruntular…
    Beyaz fare içimizi kemiren kurduğumuz olmaz hayaller…
    Ejderha ve hayvan kaçınılmaz ölüm...

    Okuduğum en iyi kitaplardan birisi.3 kere okudum.Kendisi hakkında bu kadar bilgi sahibi ve açık olan bir insan görüyorsunuz her şeyden önce.Kendisini bilmesi sayesinde insanları da tanıyor.Hayata dair bir kaygısı olan herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap bence.

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=69337&session=71098025188224986524&LogID=







  • Burada bal damlaları diliyle yalayabileceği kadar yakındaymış. Peki daha uzakta olsalardı elini bırakıp gene de onların tadına bakar mıydı acaba? Yani bile bile ölüm..
    Olmayacak hayaller için ölünür mü? yoksa elde edebileceği kadarı ile mutlu olmalı insan bunu mu demek istiyor balı yakına koymakla?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: gymim

    Burada bal damlaları diliyle yalayabileceği kadar yakındaymış. Peki daha uzakta olsalardı elini bırakıp gene de onların tadına bakar mıydı acaba? Yani bile bile ölüm..
    Olmayacak hayaller için ölünür mü? yoksa elde edebileceği kadarı ile mutlu olmalı insan bunu mu demek istiyor balı yakına koymakla?

    Aslında çok güzel bir noktaya değinmişsin."Bal" olayı herkes için farklı farklı bence de.Ve öncelikle şunu söyleyeyim ben asla dünyadaki zevklerin kötü ve uzak durulması gereken şeyler olduğunu düşünmedim.Sadece bunlarında dışında olan ve insanın yaşama gayesini oluşturan görünenin ötesinde bir hayat olduğunu hayal ettim.

    "Bal"ın kimisine yakın kimisine uzak olması (bazı insanların zengin bazılarının fakir olması gibi.) başlangıcı ve sonu etkileyen şeyler değil.Aslında hayata bu pencereden bakınca kimilerine göre adil olmayan hayatın aslında son derece adil görünür.Tabi üst boyuttadüşünebilenler için böyle.Yoksa çoğu insan için kendisinin parası yokken başkalarının rahat içnde yaşaması adaletsizliktir.Aslında bir kör de kendi içinde anlamlı ve mutlu bir hayat yaşayabilir.Mutluluk ve huzur anlamında üst boyutta fakirlik,zenginlik vs belirleyici etmen değildir.Bir fakir de topal da...Bu konu uzun ve ayrı bir konu.("PAradır tek mutluluk veren" diyenlere insat ayrı bir topicte tartışmaya açacağım bu konuyu.)

    "Bal" aslında herkese aynı mesafede.SAdece "bal"la tanımlanan şeyler farklı insanar için...Bir kör için bir göz,aç için bir ekmek,birisi için bir araba,diğeri için bir sevgili vs...

    "Bal" ile tasvir edilen şeyler aslında insanoğlunun asıl varoluş amacını gerçekleştirirken estetize edilmiş bir hayat yaşaması için konulmuş güzellikler olarak da tanımlanabilir.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: StranGe_PassenGer


    "Bal" aslında herkese aynı mesafede.SAdece "bal"la tanımlanan şeyler farklı insanar için...Bir kör için bir göz,aç için bir ekmek,birisi için bir araba,diğeri için bir sevgili vs...



    Eğer yanlış anlamadıysam "bal" istekler değil ihtiyaçlar senin yazdıklarına göre. Yani insan istekleri ile değil ihtiyaçlarının karşılanması ile mutlu olur öyle mi? Yanlış mı anladım yoksa?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: gymim
    quote:

    Orjinalden alıntı: StranGe_PassenGer
    "Bal" aslında herkese aynı mesafede.SAdece "bal"la tanımlanan şeyler farklı insanar için...Bir kör için bir göz,aç için bir ekmek,birisi için bir araba,diğeri için bir sevgili vs...

    Eğer yanlış anlamadıysam "bal" istekler değil ihtiyaçlar senin yazdıklarına göre. Yani insan istekleri ile değil ihtiyaçlarının karşılanması ile mutlu olur öyle mi? Yanlış mı anladım yoksa?

    "İstek" ve "ihtiyaç" kavramları çok fazla göreceli kavramlar.İnsan neye ihtiyaç duyar?İnsan neyi ister?İnsan ihtiyaç duyduğunu mu ister yoksa ihtiyaç duyduğunu sandığı şeyi mi ister?Bence bir körün göz istemesi ile basit bir memurun ev ve araba istemesi arasında fark yok...Acımsızca gelebilir...Şimdi Maslow'un ihtiyaç teorisi geyiğine dönmeden şunu belirteyim:SAnırım hepimiz hem fikiriz ki; insanın ihtiyaçları ve istekleri ancak ölünce biter.Kör olan insana bir göz verince mutlak mutluluk ve huzura kavuşacak mıdır????Hayır.Sadeec hayatı eskisinden daha kolay olacaktır ve yeni bir şeyler istemeye, ihtiyaç duymaya başlayacaktır.

    istek ve ihtiyaç konusunda benim temel varsayımım, insanlar gerçekten ihtiyaç duydukları şeyi istemiyorlar.Bu yüzden de bir türlü mutlu olamıyorlar.Sürekli olarak kavuşmayı istedikleri şeye kavuştukça hayal kırıklığına uğruyorlar ve başka bir şeyi istemeye devam ediyorlar.

    "Bal" ile insanın gerçek ihtiyaçları arasında bir bağ kurulamaz bence.Benim kişisel fikrim odur ki; insanın gerçekten ne istediği bu hikayede yok.Bu hikayede anlatılan hayat Necip FAzıl'ın "kendisi ile yalan" dediği hayat."Yaradanı ile gerçek olan hayat" ise farklı.






  • İnsanın hayatı istemek ve elde etmek arasında geçiyor..
  • Bir aç için karınını doyurma ihtiyacını bir kuru ekmek karşılayabilecekken insan bunun yerine yaş pasta yemek isteyebilir. İhtiyaçlar ufak basit şeylerle karşılanabilir ancak istekler bana göre yaşam kalitesine göre devamlı artar. Bir eve sahip olan barınma ihtiyacını karşılar ancak arkasından yazlık ister. Sorsan yazlık tatil ihtiyacımı karşılayacak diyebilir cevap olarak. Tabi bu benim dediklerim hep maddi yönleri hayatın. Manevi olarak ihtiyacımız ne peki? İnanç, vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek, huzur...? Nedir?
    Senin sık sık bahsettiğin görünenin ötesindeki hayat anlayışının içindeki nedir bilemiyorum ancak;
    Ben huzur arıyorum benim ihitiyacım olan bu. Huzura ermek için ise gerekli olan etmenler:İnanç vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek. Tabiiki bunların inanç,vicdan ve merhamet kısmı bu dünya gibi diğer dünyada da huzur bulmam için. Diğerleri de bu dünyada mutlu ve huzurlu olmam için sanırım. Ama insan bu dünyada huzurlu olmazsa ne yazıkki öbür dünyası için pek fazla birşey götüremez çünkü kendisini mutsuz ettiği gibi çevresinide mutsuz edip kafasını bedenini hep bunlarla meşgul edecektir.
    Hikayedeki "bal" bu dünyada yaşadığın mutluluklar ancak öbür dünyayıda unutmadan bana göre.




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Nutuk - Yayınevi Tavsiyesi
    11 yıl önce açıldı
    Alamut Kalesi Kitapları
    11 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orjinalden alıntı: gymim
    ...Manevi olarak ihtiyacımız ne peki? İnanç, vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek, huzur...? Nedir?

    Senin sık sık bahsettiğin görünenin ötesindeki hayat anlayışının içindeki nedir bilemiyorum ...


    Bu saydıklarının hepsi istese de istemese de insanın içinde olan şeyler...İnsan pskilojisi olan varlıktır.Bu saydıkların da psikoloji ile alakalı.İnanç da dahil...Ama benim "görünenin ötesindeki hayat " tanımlamam farklı.Bunların dışında bir şey.Hep dediğim şeylerden biridir: "Kaynağı mantıktan gelmeyen şey, mantıkla açıklanamaz."

    Yurt zamanlarında arkadaşla konuşurduk.Anlatırdım o sorardı.Sohbetlerimizde dini de bir içerik olurdu her zaman.Açıkça söyleyeyim:O kadar okudum düşündüm.Merkezinde "Allah" olmayan hiç bir hayat sorgulaması sonuca ulaşmamış...Bu hayata dair bir şeyleri çözeceksek merkezinde "Hakikat" olmalı...Yanlış anlamasın hiç kimse.Asla Necip FAzıl'ın deyimiyle "Ham-Softa Kaba yobaz" olmadım ve hiç bir tarikatle de alakam yoktur.BEn hayatı sorgularken Nesimi, Bayezid Bestami , Hallacı Mansur,Şems TEbrizi,IBN Arabi gibi evliyaları okudum... Bu evliyalar farklıdır.Hem yaşamları hem de söyledikleri farklıdır.HEpsinin ölümüne bakın.HEpsi de din adına öldürülmüşlerdir.IBN ARABI "sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır" demiştir.Bu sözü yüzünden linç edilmiştir.Daha sonra bu sözü söylediği yer kazıldığında mücevher,altın çıkmıştır...Mana açıktır.

    Hayatı nasıl algıladığıma dair basit bir örnek vereyim:Ben "Bir"e inanırım.Şöyle ki, tüm insanların ortak bir hayatı yaşadığını düşünüyorum.Afrikadaki bir açın yüreğinde duyduğu acı, bir Iraklının gördüğü zülumun gönlünde yarattığı tahribatın,oğlunu şehit vermiş bir annenin feyadının her şeyin benim gönlümde ve ruhumda bir etki yarattığını düşünüyorum.Eğer insanoğlu onca elde ettiklerine rağmen bir türlü huzuru bulamıyorsa sebebi dünyadaki acılardır.Bunun bedelini sen de ben de herkes de ödüyor ve ödemeye devam edecek.Ve bunu sadece bu zaman boyutunda düşünme.Tarih boyunca çekilen ızdırapları buna kat.Bütün bu acıların karşısında hala bu hayat ve dünya yok olmuyorsa bunun tek sebebi yeni doğan o masum bebekler, çiçekler, ağaçlar ve o Peygamberler,evliyalardır.İnanıyorum ki bir insana göre bu hayat ve varoluş içinde değeri kat kat fazla olan ağaçlar, böcekler vardır.

    Birey olarak bu kötlüklere engel olmamız çok da mümkün değil.Bir şeylere "dur" demek istiyorsa insan, kendinden başlamalı."Benim derdim kendimle" diyorum hep.Bu yüzden.Bu hayatı yaşarken olumsuz enerrjimi minimize etmek istiyorum.İnsanlara ve hayata yaymak istemiyorum.Tersine olabildiğim kadar olumlu olarak bu hayatta bir denge yaratmak istiyorum.VE bunu da enerji boyutunda düşünüyorum.Çünkü inanıyorum ki bu anlamda 1 doğru 10 yanlışı götürür.Çok uç gelebilir ama benim bir insanla gülümseyerek bir şeyler paylaşmam olumlu bir enerji sunmam hayata bu mezalimleri yapanların yüreğindeki ızdırabı bir nebze olsun dindirir.Ve belki de daha iyi olmaları yönünde bir adım sağlar.Bunun etkisinin ölüçüsü ne kadardır, o benim konum değil...

    BEn "görünenin ötesindeki hayat" dediğim zaman her alanında "Allah" olan bir hayatı kast ediyorum.Her ne kadar yakalayabilene küçük küçük mutlulular sunsa da bu hayat sonuçta biz sürgündeyiz.Ait değiliz aslında bu hayata.Burdayız çünkü nasıl ki bir balık suyun içindeyken suyu anlayamaz, biz de Elest aleminde Allah'ı anlayamadık.O yüzden biz bu hayatta sudan çıkmış balıklarız.


    quote:

    Orjinalden alıntı: gymim
    ancak;
    Ben huzur arıyorum benim ihitiyacım olan bu. Huzura ermek için ise gerekli olan etmenler:İnanç vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek. Tabiiki bunların inanç,vicdan ve merhamet kısmı bu dünya gibi diğer dünyada da huzur bulmam için. Diğerleri de bu dünyada mutlu ve huzurlu olmam için sanırım. Ama insan bu dünyada huzurlu olmazsa ne yazıkki öbür dünyası için pek fazla birşey götüremez çünkü kendisini mutsuz ettiği gibi çevresinide mutsuz edip kafasını bedenini hep bunlarla meşgul edecektir.
    Hikayedeki "bal" bu dünyada yaşadığın mutluluklar ancak öbür dünyayıda unutmadan bana göre.

    Bu isteklerin hiç biri ket vurulması gereken şeyler değil.Oldukça mantıklı ve hayatın görünen yüzünde yaşanması gerken şeyler.


    Bu konuda son söz olarak şunu söyleyeyim.Benim hayatı algılama yönünde yukarda saydıkların herkesin bilmesi,öğrenmesi,uygulaması gereken şeyler değildir.Asla da olmamıştır.Her insan birey olarak bu hayatta var olacak.Tek yapılması gereken "herşeye rağmen, bu hayat yaşamaya değer" diyebilmek.Bunu insan dediği sürece bu hayatta başka bir şeye ihtiyacı olmayacaktır.




  • Çok güzel düşünceler gercektten de.
  • Ben burdan şunu çıkardım en boru anda bile balı yalıcaksın abicim başka yolu yok..
  • SEKİZİNCİ SÖZ

    ŞU DÜNYA ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

    Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."

    Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:

    İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi. Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını almışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki,
    bir incir ağacıdır. Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var.

    İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu adi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir işlettirici var olduğunu intikal etmedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryat ve figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecahül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi, o ağacın meyvelerini yemeye başladı. Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.

    Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: 3 Yani, "Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla, gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor. Biz de şu meş'umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız.

    İşte şu mübarek akıllı zat gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.

    İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti. Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zat ise, "Herşeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.

    Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi. Birden, hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı. Çünkü, hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle, "Şu sahrânın bir hâkimi var. Ve bu arslan o hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var" diye düşünüp tesellî buldu. Fakat yine kaçtı. Ta altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rast geldi, kendini içine attı. Biraderi gibi, ortasında bir ağaca eli yapıştı, havada muallâk kaldı. Baktı, iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi, bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti-fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünkü güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş; ve güzel fikir ise, ona herşeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte, bu sebepten şöyle düşündü ki:

    "Bu acip işler birbiriyle alâkadardır. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyleyse bu işlerde bir tılsım vardır. Evet, bunlar bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyleyse ben yalnız değilim. O gizli hâkim bana bakıyor, beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevk edip davet ediyor."

    Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder ki: "Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acip yolla bir maksada sevk eden kimdir?"

    Sonra, tanımak merakından, tılsım sahibinin muhabbeti neş'et etti. Ve şu muhabbetten, tılsımı açmak arzusu neş'et etti. Ve o arzudan, tılsım sahibini razı edecek ve hoşuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neş'et etti.

    Sonra, ağacın başına baktı, gördü ki, incir ağacıdır. Fakat başında binlerle ağacın meyveleri vardır. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünkü kat'î anladı ki, bu incir ağacı bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî hâkim, bağ ve bostanındaki meyvelerin nümunelerini, bir tılsım ve bir mucize ile o ağaca takmış ve kendi misafirlerine ihzar ettiği et'imeye birer işaret suretinde o ağacı tezyin etmiş olmalı. Yoksa, bir tek ağaç, binler ağaçların meyvelerini vermez.

    Sonra niyaza başladı. Ta tılsımın anahtarı ona ilham oldu. Bağırdı ki:

    "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."

    Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki, ejderha ağzı o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.

    İşte ey tenbel nefsim ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz, bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık nasıl fenalık getirir, görelim, bilelim.

    Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor.


    --------------------------------------------------------------------------------

    Sekizinci Söz - s.14

    Ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.

    Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir marifet içinde garip şeyleri seyir ve temâşâ ediyor.

    Hem o bedbaht, vahşet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.

    Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor.

    Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tacil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.

    Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliğiyle kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir.

    Ve şu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemaline hürmet eder, rahmetine müstehak olur. İşte, "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil"4 olan hükm-ü Kur'ânînin sırrı zâhir oluyor.

    Daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen, anlayacaksın ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir mânevî cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.

    Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!

    Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur'ân'ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.

    Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eğer fehmettinse, hakikat-i dini ve dünyayı ve insanı ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim; incelerini sen kendin istihrac et.

    İşte, bak: O iki kardeş ise, biri ruh-u mü'min ve kalb-i salihtir. Diğeri ruh-u kâfir ve kalb-i fâsıktır. Ve o iki tarikten sağ ise, tarik-i Kur'ân ve imandır. Sol ise, tarik-i isyan ve küfrandır.

    Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beşeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyedir ki, hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki, "Huz mâ safâ, da' mâ keder" kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalble gider.

    Ve o sahrâ ise, şu arz ve dünyadır. Ve o arslan ise, ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ı hayattır. Ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü galibî olan altmış seneye işarettir. Ve o ağaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattır. Ve o siyah ve beyaz iki hayvan ise gece ve gündüzdür.

    Ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarik-i berzahiye ve revâk-ı uhrevîdir. Fakat o ağız, mü'min için, zindandan bir bahçeye açılan bir kapıdır. Ve o haşerat-ı muzırra ise, musibât-ı dünyeviyedir. Fakat, mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazât-ı İlâhiye ve iltifatât-ı Rahmâniye hükmündedir.

    Ve o ağaçtaki yemişler ise, dünyevî nimetlerdir ki, Cenâb-ı Kerîm-i Mutlak, onları âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müşabihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri davet eden nümuneler suretinde yapmış.

    Ve o ağacın, birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedâniyenin sikkesine ve rubûbiyet-i İlâhiyenin hâtemine ve saltanat-ı Ulûhiyetin turrasına işarettir. Çünkü birtek şeyden herşeyi yapmak, yani, bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak, hem bir sudan bütün hayvanâtı halk etmek, hem basit bir yemekten bütün cihazât-ı hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber herşeyi birtek şey yapmak, yani, zîhayatın yediği gayet muhtelifü'l-cins taamlardan o zîhayata bir lâhm-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar, Zat-ı Ehad-i Samed olan Sultan-ı Ezel ve Ebedin sikke-i hassasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklit edilmez bir turrasıdır. Evet, birşeyi herşey ve herşeyi birşey yapmak, herşeyin Hâlıkına has ve Kadîr-i Külli Şeye mahsus bir nişandır, bir âyettir.

    Ve o tılsım ise, sırr-ı imanla açılan sırr-ı hikmet-i hilkattir. Ve o miftah ise, Yâ Allah, Lâ ilâhe illâllah
    5 dur.

    Ve o ejderha ağzı bahçe kapısına inkılâb etmesi ise işarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuğyan için vahşet ve nisyan içinde zindan gibi sıkıntılı ve bir ejderha batnı gibi dar bir mezara açılan bir kapı olduğu halde, ehl-i Kur'ân ve iman için, zindan-ı dünyadan bostan-ı bekaya ve meydan-ı imtihandan ravza-i cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmân'a açılan bir kapıdır. Ve o vahşî arslanın dahi munis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olması ise, işarettir ki, mevt, ehl-i dalâlet için, bütün mahbubâtından elîm bir firak-ı ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezara ithal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubudiyet ve imtihanın talim ve talimâtından bir paydostur.

    Elhasıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennetin intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: StranGe_PassenGer

     Tolstoy - İtiraflarım

    "Bir düzlükte karşısına öfkeli bir hayvan çıkan yolcu, kurumuş bir kuyunun içine girer, ama aşağıya baktığında kuyunun dibinde ağzını açmış kendisini yutmaya hazırlanan bir ejderha görür. Talihsiz adam öfkeli hayvan tarafından öldürülmek korkusuyla ne kuyudan dışarı çıkabildiğinden, ne de ejderha tarafından yenilmek korkusu nedeniyle kuyunun dibine inebildiğinden, kuyunun içindeki çatlaktaki bir dalı yakalar ve ona tutunur. Ellerinde gitgide güç kalmamakta, o da az sonra kendisini yukarda ve aşağıda bekleyen ölüme boyun eğmek zorunda olacağını düşünmekte ama yine de dala sıkı sıkıya tutunmaya devam etmektedir. Derken 2 fare görür. Bir siyah bir beyaz fare... Fareler sürekli olarak onun tuttuğu dalın üzerinde gezinmekte ve dalı kemirmektedirler. Az sonra dal kopacak ve adam ejderhanın ağzının içine düşecektir. Yolcu bunu görür ve ölümden kurtuluş olmadığını anlar. Dala tutunmaya devam etmekte, ama aynı zamanda etrafına da bakınmaktadır. Dalın yapraklarında birkaç damla bal görür. Bal damlalarına diliyle uzanır ve onları yalamayı başlar.Beyaz ve siyah fareler, gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler. Ejderhayı açık seçik görüyorum ve bal bana tatlı gelmiyor artık. Ben sadece, kendilerinden kaçamıyacağım o ejderha ile fareleri görüyorum, gözümü onlardan çeviremem ve bu bir masal değil, bir gerçektir. Aksi ispatlanamaz ve herkesin algılayabileceği bir hakikattir.


    Kendimce buradaki simgeleri anlamdırayım:
    Bu dünya kuyu…
    Günlük hayattaki, insanların elde etmek için kendilerini paraladıkları zevkler, bal…
    Tutunduğu dal görünenin ötesindeki hayata dair düşüncelerin ve inancın…
    Siyah fare, bizim inancımızı yiyip bitiren endişeler, kuruntular…
    Beyaz fare içimizi kemiren kurduğumuz olmaz hayaller…
    Ejderha ve hayvan kaçınılmaz ölüm...



    Yazar zaten açıkça siyah ve beyaz farenin gece - gündüz olduğunu belirtmiş. Tutunulan dal hayattır. Gece ve gündüz bizi ölüme hergün yaklaştırıyor.Ejderha ölüm ve ondan kaçış yok. İnsan bu durumda bile sahte bir balla kendini avutmayı düşünüyor. Hayattaki gözleri kör eden zevk ve istekler diye düşünüyorum.

    Okuduğum en iyi kitaplardan birisiydi.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: demon

    Yazar zaten açıkça siyah ve beyaz farenin gece - gündüz olduğunu belirtmiş. Tutunulan dal hayattır. Gece ve gündüz bizi ölüme hergün yaklaştırıyor.Ejderha ölüm ve ondan kaçış yok. İnsan bu durumda bile sahte bir balla kendini avutmayı düşünüyor. Hayattaki gözleri kör eden zevk ve istekler diye düşünüyorum.

    Okuduğum en iyi kitaplardan birisiydi.

    Yazarın neyi kastettiği 2. derecede önemlidir benim için. Eğer yazarlara böyledi bir tabiyeyetle bağlanırsak kendi akıllarımızı rafa kaldırmamız gerekir. Zaten bu küçük hikayecik de Tolstoy'a ait değildir. Kitapta "eski şarkta anlatılan bir hikayeye göre..." diyerek anlatmaya başlamıştır Tolstoy.

    Lütfen bu tür simgesel anlatımlarda belli açıklamalara saplanıp kalmayalım. bu hayatı algılamaya yönelik bir şeyler düşünecek ve sorgulayacaksak her şeyden önce kendi aklımızı kullanmamız gerekir. Ondan sonra farklı düşünceleri süzgeçten geçirmeliyiz.




  • realitysearcher demeseydi ben dicektim,tolstoydan koyduğunuz kısa alıntı,Üstad ın eseri olan risalelere çok benziyor,hatta aynı bile diyebiliriz.


    Gerçekten çok benziyor

    Dostoyevski veya tolstoy biri müslümandı hangsiydi?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-2D6B32B7D -- 24 Şubat 2007; 3:10:56 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: StranGe_PassenGer


    quote:

    Orjinalden alıntı: demon

    Yazar zaten açıkça siyah ve beyaz farenin gece - gündüz olduğunu belirtmiş. Tutunulan dal hayattır. Gece ve gündüz bizi ölüme hergün yaklaştırıyor.Ejderha ölüm ve ondan kaçış yok. İnsan bu durumda bile sahte bir balla kendini avutmayı düşünüyor. Hayattaki gözleri kör eden zevk ve istekler diye düşünüyorum.

    Okuduğum en iyi kitaplardan birisiydi.

    Yazarın neyi kastettiği 2. derecede önemlidir benim için. Eğer yazarlara böyledi bir tabiyeyetle bağlanırsak kendi akıllarımızı rafa kaldırmamız gerekir. Zaten bu küçük hikayecik de Tolstoy'a ait değildir. Kitapta "eski şarkta anlatılan bir hikayeye göre..." diyerek anlatmaya başlamıştır Tolstoy.

    Lütfen bu tür simgesel anlatımlarda belli açıklamalara saplanıp kalmayalım. bu hayatı algılamaya yönelik bir şeyler düşünecek ve sorgulayacaksak her şeyden önce kendi aklımızı kullanmamız gerekir. Ondan sonra farklı düşünceleri süzgeçten geçirmeliyiz.



    Evet zaten bende anladığımı yazmışım




  • quote:

    Orijinalden alıntı: StranGe_PassenGer

    quote:

    Orjinalden alıntı: gymim
    ...Manevi olarak ihtiyacımız ne peki? İnanç, vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek, huzur...? Nedir?

    Senin sık sık bahsettiğin görünenin ötesindeki hayat anlayışının içindeki nedir bilemiyorum ...


    Bu saydıklarının hepsi istese de istemese de insanın içinde olan şeyler...İnsan pskilojisi olan varlıktır.Bu saydıkların da psikoloji ile alakalı.İnanç da dahil...Ama benim "görünenin ötesindeki hayat " tanımlamam farklı.Bunların dışında bir şey.Hep dediğim şeylerden biridir: "Kaynağı mantıktan gelmeyen şey, mantıkla açıklanamaz."

    Yurt zamanlarında arkadaşla konuşurduk.Anlatırdım o sorardı.Sohbetlerimizde dini de bir içerik olurdu her zaman.Açıkça söyleyeyim:O kadar okudum düşündüm.Merkezinde "Allah" olmayan hiç bir hayat sorgulaması sonuca ulaşmamış...Bu hayata dair bir şeyleri çözeceksek merkezinde "Hakikat" olmalı...Yanlış anlamasın hiç kimse.Asla Necip FAzıl'ın deyimiyle "Ham-Softa Kaba yobaz" olmadım ve hiç bir tarikatle de alakam yoktur.BEn hayatı sorgularken Nesimi, Bayezid Bestami , Hallacı Mansur,Şems TEbrizi,IBN Arabi gibi evliyaları okudum... Bu evliyalar farklıdır.Hem yaşamları hem de söyledikleri farklıdır.HEpsinin ölümüne bakın.HEpsi de din adına öldürülmüşlerdir.IBN ARABI "sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır" demiştir.Bu sözü yüzünden linç edilmiştir.Daha sonra bu sözü söylediği yer kazıldığında mücevher,altın çıkmıştır...Mana açıktır.

    Hayatı nasıl algıladığıma dair basit bir örnek vereyim:Ben "Bir"e inanırım.Şöyle ki, tüm insanların ortak bir hayatı yaşadığını düşünüyorum.Afrikadaki bir açın yüreğinde duyduğu acı, bir Iraklının gördüğü zülumun gönlünde yarattığı tahribatın,oğlunu şehit vermiş bir annenin feyadının her şeyin benim gönlümde ve ruhumda bir etki yarattığını düşünüyorum.Eğer insanoğlu onca elde ettiklerine rağmen bir türlü huzuru bulamıyorsa sebebi dünyadaki acılardır.Bunun bedelini sen de ben de herkes de ödüyor ve ödemeye devam edecek.Ve bunu sadece bu zaman boyutunda düşünme.Tarih boyunca çekilen ızdırapları buna kat.Bütün bu acıların karşısında hala bu hayat ve dünya yok olmuyorsa bunun tek sebebi yeni doğan o masum bebekler, çiçekler, ağaçlar ve o Peygamberler,evliyalardır.İnanıyorum ki bir insana göre bu hayat ve varoluş içinde değeri kat kat fazla olan ağaçlar, böcekler vardır.

    Birey olarak bu kötlüklere engel olmamız çok da mümkün değil.Bir şeylere "dur" demek istiyorsa insan, kendinden başlamalı."Benim derdim kendimle" diyorum hep.Bu yüzden.Bu hayatı yaşarken olumsuz enerrjimi minimize etmek istiyorum.İnsanlara ve hayata yaymak istemiyorum.Tersine olabildiğim kadar olumlu olarak bu hayatta bir denge yaratmak istiyorum.VE bunu da enerji boyutunda düşünüyorum.Çünkü inanıyorum ki bu anlamda 1 doğru 10 yanlışı götürür.Çok uç gelebilir ama benim bir insanla gülümseyerek bir şeyler paylaşmam olumlu bir enerji sunmam hayata bu mezalimleri yapanların yüreğindeki ızdırabı bir nebze olsun dindirir.Ve belki de daha iyi olmaları yönünde bir adım sağlar.Bunun etkisinin ölüçüsü ne kadardır, o benim konum değil...

    BEn "görünenin ötesindeki hayat" dediğim zaman her alanında "Allah" olan bir hayatı kast ediyorum.Her ne kadar yakalayabilene küçük küçük mutlulular sunsa da bu hayat sonuçta biz sürgündeyiz.Ait değiliz aslında bu hayata.Burdayız çünkü nasıl ki bir balık suyun içindeyken suyu anlayamaz, biz de Elest aleminde Allah'ı anlayamadık.O yüzden biz bu hayatta sudan çıkmış balıklarız.


    quote:

    Orjinalden alıntı: gymim
    ancak;
    Ben huzur arıyorum benim ihitiyacım olan bu. Huzura ermek için ise gerekli olan etmenler:İnanç vicdan, merhamet duygusu, sevmek, sevilmek, beğenilmek, kabul görmek, takdir edilmek. Tabiiki bunların inanç,vicdan ve merhamet kısmı bu dünya gibi diğer dünyada da huzur bulmam için. Diğerleri de bu dünyada mutlu ve huzurlu olmam için sanırım. Ama insan bu dünyada huzurlu olmazsa ne yazıkki öbür dünyası için pek fazla birşey götüremez çünkü kendisini mutsuz ettiği gibi çevresinide mutsuz edip kafasını bedenini hep bunlarla meşgul edecektir.
    Hikayedeki "bal" bu dünyada yaşadığın mutluluklar ancak öbür dünyayıda unutmadan bana göre.

    Bu isteklerin hiç biri ket vurulması gereken şeyler değil.Oldukça mantıklı ve hayatın görünen yüzünde yaşanması gerken şeyler.


    Bu konuda son söz olarak şunu söyleyeyim.Benim hayatı algılama yönünde yukarda saydıkların herkesin bilmesi,öğrenmesi,uygulaması gereken şeyler değildir.Asla da olmamıştır.Her insan birey olarak bu hayatta var olacak.Tek yapılması gereken "herşeye rağmen, bu hayat yaşamaya değer" diyebilmek.Bunu insan dediği sürece bu hayatta başka bir şeye ihtiyacı olmayacaktır.





    Allah razı olsun.selam ve dua ile.




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.