Şimdi Ara

İyot ve Tuz Hakkında

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
29
Cevap
3
Favori
15.593
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar rafine edilmiş tuz kullanımını ailecek bıraktık. Bir taraftan iyot alırken bir taraftan rafine tuzlar ile zehirleniyoruz. İyotsuz sofrada öğütme kristal kaya tuzu kullanıyoruz. Vücut için gerekli iyotu nereden sağlayabilirim? Hangi besinlerde yeteri kadar var? yada ilaç olarak mı satılıyor? Kullanımı nasıl oluyor? Konu hakkında bilgili kişilerin yardımlarını bekliyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi tizar -- 18 Mart 2011; 20:16:00 >



  • Bütün marketlerde iyotlu tuz satılıyor, ben iyotsuz tuz kullandığımızı hatırlamıyorum. Başka türlü gerekli oranda iyot almanız pek mümkün değil gibi.
    Tuz haricinde deniz balığı ve diğer deniz ürünlerinde yüksek oranda bulunur. Ayrıca gördüğüm kadarı ile birçok besin desteğinde de iyodin takviyesi var.
  • bu ay sonu çankırıdan kaya tuzu gelecek . ve evde rafine tuzunu artık kullanmayacağım .

    şimdi bendede soru işareti oldu.

    bununla ilgili bir makale vardı bulursam bu akşam buraya koyarım
  • Kaya tuzunun sihirli gücü
    e-Posta Yazdır
    Kaya tuzunun sihirli gücü

    Kaya tuzunun sihirli gücü

    Son yıllarda medya ve basın organlarında “tuz”a karşı büyük bir savaş var. Tuz her yerde kötüleniyor ve uzmanlar sofradan tuzu kaldırın diyor. Amerika’da bazı lokantalar masalara tuzluk koymamaya başlamış. Sağlık Bakanlığı ve sivil sağlık kuruluşları az tuz tüketilsin diye yaygın bir şekilde uyarılarda bulunuyorlar. Aykırı fikirleri ortaya koyan biri olarak bu sizin konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Bu öneriler ne kadar doğru? Tuz hakikatten bu kadar kötü mü?

    Evet, fazla tuz tüketmek bazı insanlarda yüksek tansiyona neden olarak böbrek ve kalp hastalıklarına, felçlere yol açabiliyor. Ama bu tuz kısıtlaması konusu fazla abartılıyor ve nerdeyse açık bir tuz düşmanlığı yapılıyor. Bu durum beni çok tedirgin ediyor. Çünkü bu önerilere körü körüne uymak faydadan çok zarar getirebiliyor.

    Bir kere önce şunu söyleyeyim. Tuz kalitesine miktarına dikkat edilmek şartı ile düşmanımız değil tam tersine kadim dostumuz. Tuz hayatın vazgeçilmez unsuru, çünkü onsuz hayat mümkün değil. Dünyanın dörtte üçü denizlerle kaplı. Biliyorsunuz deniz suyu tuzlu. İnsan vücudunun da üçte ikisi su ve tuz. Suyun damarlarımızda ve hücrelerimizde durabilmesi tuz olmadan olmuyor. Tuz ayrıca sinirlerimizin iletisini sağlıyor, kaslarımızı kasıyor, çeşitli besin maddelerinin hücre içine girmesini sağlıyor. Tuz olmadan hiçbir şey düşünemiyor ve hareket edemiyorsunuz.

    Tuz’un tarihini araştırdığımızda geçmişte çeşitli topluluklar arasında tuz savaşları yapıldığını öğreniyoruz. Büyük uygarlıklar tuz üretimini kontrol ederek yükselmiş, tuz ticareti sayesinde zenginleşmiş gelişmiş (1). Dikkat ederseniz eski yerleşim yerlerinin birçoğu tuz ocaklarına yakın.

    Romalılar maaşları (salary) tuz (sal) ile öderlermiş. Hatta tuz o kadar kıymete binermiş ki Avrupalı ve Afrikalı kaşifler bir fincan tuz almak için 1 fincan altın tozu verirlermiş. Yani tuz kıt bulunduğu yörelerde altın kadar kıymetli imiş, hatta tuza beyaz altın diyorlarmış.

    O halde otoriteler niçin tuzu kısıtlamamızı söylüyorlar?

    Birçok hekim hipertansiyonun tedavisi ve önlenmesinde hasta olsun olmasın her kese tuzu azaltılmış bir diyet öneriyor. İlk bakışta tansiyon hastalarına tuz kısıtlaması yapmak çok doğruymuş gibi gözüküyor. Çünkü kanımızda dolaşan tuz miktarı artarsa, bu fazla tuz hücre içindeki suyu kendi tarafına çeker. Damar içindeki sıvı miktarı artar, bu da kan basıncını artırır. Ama gerçek bu kadar basit değil. Tuz tansiyonu yükseltir’ söylemi fazlaca düz bir mantığa dayalı. Tuza duyarlı genetik özelliklere sahip bazı etnik gruplar dışında tuz kısıtlamasından tansiyon açısından fayda görenlerin oranı düşük; duyarlı grubun Dünyadaki oranı ise yüzde 30’u geçmiyor.

    Bazı insanlar tuza duyarlı iken, çoğunlukta bu duyarlılık yok demek istediniz anladığım kadarı ile; bu farklılığın belli bir nedeni var mı?

    Vücudumuzda su ve elektrolit dengesini ayarlayan hassas bir hormonal sistem var, renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi diye. Vücudumuz susuz ve tuzsuz kaldığında beyin hücrelerini susuz bırakmamak için her türlü tedbire başvuruyor. Amaç beyine yeterli kanı göndermek. Bu durumda eğer yeterli tuz ve sıvı almazsanız renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi etkinleşiyor. Bu durumda kas, deri ve eklem gibi önceliği olmayan dokuların damarlarını büzüştürüyor. Bu dokular susuz kalıyor; deyim yerinde ise buruşuyor. Böylece hayati beyin gibi organlara daha fazla kan gidiyor. Su ve tuzu fazla aldığımız zaman ise RAA sistemi faaliyetini durduruyor.

    Şimdi köle ticaretinin dorukta olduğu yüzyılları düşünün. O zamanki Afrikalıların bir bölümü (özellikle Büyük Sahra, Kuzey Afrika) tuz ocaklarının yakınında yaşadıkları için yeterli sodyum almakta idiler bu nedenle RAA sistemleri aşırı aktif değildi. Orta ve Güney Afrika’nın iç kısımlarında yaşayan daha ilkel şartlarda tuz ocaklarına uzak yaşayanlar ise sadece yiyeceklerde bulunan sodyumu tüketirler, bulamadıkları için ilave tuz alamazlarmış. İşte bu insanlar çok az aldıkları sodyumun böbrekten atılmasını iyice azaltmak için RAA sistemlerini aktif halde tutacak genetik yatkınlığa sahip olmuşlar.

    16. yüzyılın başından 19 yüzyılın sonuna kadar çok sayıda Afrikalı esir olarak Amerika’ya ve başka kıtalara götürülmeye başlanmış (bunların çoğu Afrikanın Güney ve Orta kısmından alınmış) . Esirlerin haftalar süren yolculuklarda gemi ambarlarında sıcağa maruz kalmaları, tuz kaybına yol açmış. Bu nedenle esirlerin bir bölümü tuz kaybına bağlı susuzluktan ölmüşler. RAA sistemleri aktif olanlar, tuz kaybından daha az etkilenmiş ve daha az ölmüşler ve böylece Amerika kıtasına gelmişler. Yani tuz tutma özellikleri fazla olanların (yani bulundukları doğal yaşama ortamında fazla tuz alma imkanı olmayanlar) yaşama şansı artmış.

    Bu kıtaya ulaşan tuza duyarlı Afrikalılar daha farklı bir beslenme düzenine geçmek zorunda kalmışlar. Çünkü beyaz adamların diyetlerinde sodyum daha yüksek ve potasyum daha düşükmüş. Tuza duyarlı bu kara derili grup insanlarda, aynı diyeti alan beyazlardan daha çok hipertansiyon olduğu saptanmış(2).

    Özetle söyleyecek olursak insanların yaklaşık %30’u tuza duyarlı ve bu insanlarda böbrekten salgılanan renin adlı hormon düşük. Bu hastalarda tuz kısıtlaması hastaların hipertansiyonunun düzelmesine yardımcı oluyor. Fakat insanların %70i ise tuza duyarlı değil ve renin seviyeleri yüksek. Bu kişilerde tuzu kısıtlamak zaten yüksek olan renini artırarak kan basıncını da artırıyor.

    Tuza duyarlı olup olmadığımızı nasıl anlarız?

    Maalesef tuza duyarlı ve duyarsız kişileri ayıran hassas bir test yok. Siyahilerde, yaşlılarda ve obezlerde tuza duyarlı olanlar daha yüksek oranda. Bence bütün hipertansiyonlulara hiçbir ilaç vermeden çok aşırı olmamak koşulu ile tuz kısıtlaması yapmak, iki hafta içinde tansiyonda beklenen düşme olmuyorsa, o kişi tuz duyarlı değildir ve bu diyette ısrar etmemek lazım.

    Tuza duyarlı olmayan o büyük gruptaki insanlar tuz kısıtlaması yaparlarsa ne gibi zararlara uğrarlar?

    Şimdi söylediklerime çok şaşacaksınız. Bir araştırmada tuz kısıtlaması yapılan hipertansiyonlu hastaların, yapılmayanlara oranla daha fazla enfarktüs geçirdiklerini gösterilmiş (3). Başka bir araştırmada da az tuz tüketenlerde ölüm oranları daha yüksek bulunmuş(4). Ama nedense tıp dünyası bu tarz çalışmaları görmezden geliyor!

    Az tuz almak kemik kırıklarını ve kemik erimesini de artırıyor. Mesela bir araştırmada 364 kırıklı yaşlı hastanın (65 yaştan büyük) ve aynı sayıda kırıksız hastanın serum soydun seviyelerine bakılmış (5). Kırıksızlarda %4.1’inde kan soydun değerleri düşük bulunurken kırıklılarda bu oran iki kattan daha fazla imiş (%9.1).

    Araştırıcılar tuz tadı ve motivasyon ve duygulanım ile ilgili süreçlerin limbik önbeyinde iç içe girdiğini göstermişler(6). Bu nedenle tuz dengesindeki değişiklikler mizaç ve davranış bozukluklarına yol açabiliyor. Bir araştırmada tuzu kısıtlanan farelerin daha önceleri zevk aldıkları faaliyetleri yapmadıkları saptanmış. Biliyorsunuz hayattan zevk almamak depresyonun en önemli özelliği. Yani tuzun antidepresan bir özelliği var. Belki de bu yüzden bazı insanlar tuza çok düşkünler.

    Tuz eksikliği iştahsızlık, konsantrasyon azlığı, dikkat eksikliği, yorgunluk, baş ağrısı, uyku bozuklukları, tükenmişlik hissi, ağız tadının bozulması ve susuzluk hissi gibi belirtilere de yol açıyor. Birçok insanda bu belirtiler olabiliyor, ama bunlar nadiren tuz eksikliğine bağlanıyor.

    Şimdi anladım tuzun azı da zarar, çoğu da zarar diyorsunuz özetle.

    Evet öyle, ortası karar. Fakat önemli bir problem var. İnsan sağlığı ile ilgili birçok kanaat önderi genellikle tuzun fazla miktarda alınmaması konusuna odaklanmışlar. Tuzun kalitesi, yani doğal olup olmaması onları nedense fazla ilgilendirmiyor.

    Bakkaldan, marketten aldığımız rafine tuzlar kalitesiz mi yani? Biz yemeklerde rafine tuz kullanıyoruz. Ancak turşu kuracağımız ya da salamura balık yapacağımız zaman kaya tuzunu kullanıyoruz, ucuz olduğu için. Yoksa rafine tuzlarda bir sorun mu var?

    Var tabii.

    Peki hangi tuz daha kaliteli, rafine tuz mu? Kaya tuzu mu? Bize bu tuzların özelliklerinden bahsetseniz

    Olur bahsedeyim. Dünyadaki tuz üretiminin %93-94'ü direkt olarak endüstriye gidiyor. Tuzsuz ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar, cilalar, ne de yağlar üretilebiliyor. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise sadece NaCl gerekli. Çünkü doğal tuz kristalinin içerdiği diğer elementlerin tümü üretimde sıkıntılara sebep oluyor (7). Bu elementler rafinasyon sırasında ayıklanıyor ve geriye sadece NaCl kalıyor. Bu işlemler için ayrıştırılan tuz'dan endüstride kullanılmayan %6'lık kısım da gıda sektörüne aktarılıyor. Üstelik rafinasyon işlemleri sırasında birçok toksik madde tükettiğimiz tuza karışıyor. Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin temizliği. Örneğin Türkiye'nin büyük oranda tuzunu karşılayan Tuz Gölü maalesef kanalizasyonlar ve kirletici sularla kirlenmiş vaziyette.

    Rafine tuzlar ile doğal tuzlar arasında çok büyük farklar var. Rafine tuzun %97.5’i sodyum klorür; geri kalan %2.5’inde iyot ve nem soğurucu kimyasallar var. Başlıca nem soğurucular kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat ve Alzheimer hastalığına da yol açtığı söylenen alüminyum hidroksit. Bu kimyasallar tuzun serpilmesini kolaylaştırıyorlar, yani akıcılığını artırıyorlar.

    Bu tuz rafinasyon işlemi sırasında 650oC sıcaklığa maruz kalıyor ve bu sıcaklık tuzun kimyasal yapısını bozuyor. Rafine tuz birbirinden ayrılmış kristallerden oluşuyor. Bu nedenle metabolize olması için vücudunuzun çok enerji harcaması gerekiyor. Aşırı rafine tuz aldığınızda su molekülleri sodyum klorür molekülünün etrafını sarıyor ve vücudunuz bunu nötralize etmeden hemen sodyum ve klorüre ayrıştırıyor. Bu işin oluşması için hücre içinden su çekilir ve hücreleriniz buruşuyor, bu arada tansiyonunuz da yükseliyor. Her 1 gram fazla sodyum için hücrelerden 23 gram su çekiliyor. Bu durum tansiyonumuzu yükseltirken hücrelerimizi de susuzluktan kurutuyor.

    Bilimsel açıdan doğal tuz kristalinin kendine has bir yapısı var. Diğer tüm kristal yapıların tersine, tuzun atomik yapısı moleküler değil, elektriksel ve tuzu değişken yapan faktör de bu (8).

    Doğal tuzda, rafine tuzda olmayan ne gibi mineraller var?

    Doğal tuzun %84’ü sodyum klorür; geri kalan %16’lık bölümünü lityum, fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi doğal mineraller oluşturuyor. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hariç tüm elementler (84 element) doğal tuz kristalinde mevcut. İnsan bedeni de tuz gibi 84 elementten oluşmakta. Yani doğal tuz mineral ihtiyaçlarımızın tamamını sağlıyor! İşin kötü yanı doğal tuz dışında bazı doğal mineralleri alacağımız doğru dürüst bir kaynak yok. Bu mineraller kaynak suyu ve maden sularında da bulunuyorlar ve sağlığımız için çok önemli. Sadece bir örnek vermek istiyorum ABD’de Texas’ta lityumdan fakir suların içildiği bölgelerde cinayet, hırsızlık, soygunculuk, tecavüz ve intihar olgularının daha çok görüldüğü saptanmış(9). İşte bu yüzden “doğal-işlenmemiş tuzlar” ile “rafine beyaz tuzun” birbirine hiç benzemiyor.

    Rafine tuz vücudumuzu neden tahrip ediyor?

    Vücut rafine tuzu saldırgan bir zehir olarak algıladığı için tüketilen rafine tuzu kendini korumak amacıyla bir an önce atmak istiyor ve bu nedenle de tüketilen aşırı miktarda tuzun süzülmesi ve atılması başta böbreklerimiz olmak üzere tüm boşaltım sistemi üzerinde önemli bir yük ve baskı oluşturuyor. Bu durumda rafine tuz vücudumuzda aşırı su birikimlerine (ödem) sebep oluyor ki kalp yetersizliğine yol açabiliyor. Kadınların en önemli şikâyetlerinden biri olan selülitin temel sebeplerinden biri de yine bu.

    Vücuttan atılamayan rafine tuz ise tekrar kristalleşerek direkt olarak eklem ve kemiklerde depolanıyor ki bu artrit, gut gibi değişik türdeki romatizmal hastalıklar ile safra kesesi ve böbrek taşı oluşumlarının önemli sebeplerinden. Tekrar kristalleştirerek saklama çözümü orta ve uzun vadede hastalıklara sebep oluyor ama, atılmasını gerçekleştiremediği aşırı miktarda rafine tuzun kendisine vereceği akut zararı engellemek için vücudun bulabildiği tek çözüm bu. Yani zararı zamana yayıyor.

    Deniz tuzu da faydalı mı?

    Aslında kaya tuzları da eski jeolojik devirlerde oluşan deniz tuzları. O nedenle deniz tuzları kaya tuzlarının özelliklerine sahip, ve onlar kadar faydalı; rafine edilmemişse tabii. Ama maalesef piyasada satılan bu tuzların çok büyük bir bölümü rafine.

    Ben de deniz tuzlarını doğal sanırdım. Peki bir tuzun rafine olup olmadığını nasıl anlayacağız?

    Çok kolay. Bir tuz çok rahat akıyorsa o rafinedir. Hangi tuzu kullanıyorsanız kullanın önce tuzunuzu test edin, sonra karar verin. Yarım çay bardağı üzüm sirkesi içine1 tatlı kaşığı tuz atın. 5-10 dakika kadar bekleyin. Sirke yeni açılmış gazlı içecekler gibi aşağıdan yukarı doğru köpürmeye başlıyor ve bir süre sonra bulanıklaşıyorsa o tuz doğal değildir.

    İşlenmiş gıdalara neden tuz konuyor?

    Buzdolabının olmadığı devirlerde yiyecekleri kokuşmadan saklamanın başlıca yolu tuzlama idi. Çünkü tuz kokuşma yapan bakterilerin yaşamasına izin vermiyor. Günümüzde soğuk hava depoları ve kimyasal koruyucularla bu ihtiyaç büyük ölçüde ortadan kalktı. Ama yine de paketlenmiş gıdalara çok miktarda tuz konuluyor.

    Neden?

    Tuzun gıdaların raf ömrünü artırması dışında başka özellikleri de var. Çünkü tuz olmazsa doğal yapısı değiştirilmiş o tatsız yiyecekleri kimse yemez. Tuz bunlara tat katmanın en ucuz yolu. Tuz ayrıca iyi bir stabilizatör. Paketlenmiş gıdaların içindeki unsurların bir arada durmasını, dağılmamasını sağlıyor.

    Raf ömrü artırılmış yiyeceklerin içinde sadece sodyum klorür yok, başka sodyum bileşikleri de var; monosodyum glutamat, sodyum bikarbonat (yemek sodası), sodyum nitrat ve sodyum sakkarin gibi. Bu durum farkında olmadan tükettiğimiz tuzun aşırı miktarlara çıkmasına neden oluyor. İşin önemli yanı bu sodyum bileşiklerinin tuz tadında olmaması. Böylece tuzlu bir şey yediğinizi de anlamıyorsunuz. Ayrıca bu katkıların çoğu sağlığımız için sakıncalı.

    Yani bilmeden çok miktarda sodyum alıyoruz, o halde?

    Tamamen öyle.

    Ülkemiz doğal tuz kaynakları bakımından zengin mi?

    Evet oldukça zengin. Çankırı, Iğdır ve Kastamonu gibi illerimizde tuz mağaraları bulunuyor ve buralardan çıkan kristal kaya tuzları doğal tuz olarak tanımladığımız, doğanın bize hediyesi olan tuzlar. Çankırı Tuz Mağarası yaklaşık 5000 yıldır yararlanıldığı tahmin edilen Türkiye'nin en büyük kaya tuzu rezervlerinin bulunduğu bir yer. Buradaki kaya tuzu yataklarının Hititler zamanından beri kullanıldığı tahmin ediliyor.

    Doğal yaşayan topluluklar günlük ne kadar tuz tüketiyorlar?

    Yeni Gine yaylalarında doğal şekilde beslenen yerlilerin (ki hiç ilave tuz kullanmıyorlar) yiyeceklerle aldıkları tuz 0.5 gram ve sağlıkları oldukça iyi. Ve kalp-damar hastalıkları sıfıra yakın. Ortalama taş devri insanının ortalama tükettiği miktar ise 1-1.5 gram kadar. Ama daha fazla tuz tüketen doğal topluluklar da var; Tibet’teki Fala Nomadlar gibi. Bu insanların ana menüleri süt, peynir, antilop, yak ve tereyağı. Nerdeyse hiç meyve ve sebze yemiyorlar, ama çok bol tuz tüketiyorlar (Himalaya tuzu). Tuzun kendilerini sağlıklı yaptığına inanıyorlar. Nitekim bu Tibet kabile bireylerinin kan basıncı değerleri, bizimkilerden çok daha düşük ve çok uzun yaşıyorlar (10).

    Gördüğünüz gibi doğal yaşayan topluluklarda tuz tüketimi ırklara, tuz kaynaklarına yakın-uzak olmaya ve RAA sisteminin aktif olup olmamasına göre değişiyor. Türkiye’de ise kişi başına 18 gram, ABD’de 10 gram kadar günlük tuz tüketildiğinin saptanmış. Bu ise çok yüksek bir miktar. Çünkü böbreklerimizin günlük tuz süzme kapasitesi cinsiyete, yaşa ve kişinin yapısal özelliklerine göre 5 gr ile 7 gr arasında. Fazla su tüketenlerde ve kristalize tuz tüketenlerde kapasite daha yüksek olabiliyor.

    Birçok kişi maalesef sofraya oturuyor ve daha yemeğin tadına bakmadan tuz katıyor. Yeteri kadar da su içmiyorsa ciddi sorunlar olabiliyor; hele de rafine tuz alıyorsa. Bu nedenle tüketilen tuz miktarının düşürülmesi öneriliyor.

    ABD’de FDA’nın tuz için önerisi ise günde 2.4 gramın (2.5 silme çay kaşığı kadar; tepeleme değil) aşılmaması. Amerikan Kalp Topluluğunun sınırı ise 1.5 gram. Ama maalesef her iki kuruluş da tuzun rafine edilmiş olup olmamasından hiç bahsetmiyor.

    Otoriteler 100 gram yiyecek içinde 500mg’dan fazla sodyum olmaması gerektiğini söylüyorlar. Ama salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünlerinin 100 gramında 800mg kadar tuz var!

    Benim tuz tüketimi hakkındaki fikrim şöyle. Eğer rafine tuz tüketiyorsanız, günlük miktarı 1500-2000mg’a kadar kısıtlamanız uygun olur. Ama sağlığınız iyi ise, rafine edilmemiş tuz tüketimini 3000mg’a hata daha fazlasına kadar artırabilirsiniz. Bu arada günlük su tüketiminin 2 litreden daha az olmaması gerekiyor. Eğer fazla tuz almışsanız, tükettiğiniz su miktarını da artırın.

    Konjestif kalp yetersizliği ve böbrek yetersizliği gibi su ve tuz atılımını zorlaştıran hastalıklarda ise tuz tüketiminin ayarlanması hekimin gözetimi altında yapılmalı. Bence hasta bir kişinin sodyum ihtiyacını belirleyecek en iyi yol kan sodyum düzeyleri izlemek, ki alt sınırı 136mEq/L, üst sınırı ise 145mEq/L. İdeali seviyeyi 140 civarı. Eğer değerleriniz 145’in üzerinde ise daha az tuz tüketmelisiniz. Sodyum değeri düşük ya da alt sınıra yakın olan hastalarda hipertansiyonu düşürmek için kan sodyum düzeylerini düşürmek çok tehlikeli.

    Böbreküstü bezi yetersizliği ve kistik fibroz gibi tuz kaybettiren hastalıklarda ise olağandan daha fazla tuz tüketmek gerekiyor. Tuz kısıtlaması böbrekleri de tahrip edip hipertansiyona sebep olabiliyor. O nedenle çok dikkatli olmak lazım. Birçok yaşlı hastaya sıcak havalarda dışarı çıkmayın deniyor. Bu kişiler tuz kısıtlaması yapıyorlarsa bayılabiliyor ve kalp krizi geçirebiliyor.

    Hocam ‘sole’ denilen bir tuzlu su varmış. Çok faydalı diyorlar, doğru mu?

    Su ve kristal tuz karışımına sole deniyor. Sol Latincede güneş demek. Sole güneş ışığının sıvılaşmış halinden başka bir şey değil. Su tuzla birleştiğinde, tuzun pozitif iyonları suyun negatif iyonlarını sarıyor; suyun pozitif iyonları da tuzu negatif iyonlarını. Sonuçta iyonlar hidrolize oluyor. Bu süreç sırasında tuzun ve suyun geometrik yapısı değişiyor ve tamamen üç boyutlu yeni bir yapı oluşuyor. Elde edilen şey artık ne su, ne de tuz.

    Bu kristal yapı doğanın rezonans frekansına ve vibrasyon patternine aynen sahip. Hastalık halinde insanın bu enerji ve vibrasyona ihtiyacı var. Sole vücudun iletkenliğini artırıyor, vücut pH’sını alkali tarafa çeviriyor ve ağır metallerin eliminasyonuna yardımcı oluyor.

    Bu soleyi nasıl hazırlayabiliriz?

    1 cam bardak ya da kap içine tuz kristallerini koyun. İçine su doldurun. 24 saat içinde tuzun eriyip erimediğine bakın. Eğer tuz erimediyse üzerine bir miktar daha su ekleyin. Eğer erimişse biraz kristal daha ekleyin. Sonunda belli bir sınıra gelince tuz artık doyacak ve artık erimeyecektir; işte bu %26 bir konsantrasyona denk geliyor. İşte sole dedikleri bu. Tuz artık aşırı doymuştur. Sole eriyiği azaldıkça üzerine tekrar kristal ve sukoyarak eksilen miktarı karşılamış olursunuz. Bu solüsyondan her sabah aç karnına 1 tatlı kaşığı alın ve bir bardak içme suyuyla inceltin ve içilir hale getirin. Gün boyunca 8-10 bardak su içmeyi de ihmal etmemek gerekiyor. Bu karışım çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan oda sıcaklığında bozulmadan uzun süre saklanabiliyor.

    Sole ile cilt temizliği de yapılıyormuş.

    Evet yapılıyor. Eğer daha pürüzsüz bir cilde kavuşmak isterseniz 50 mL (yarım çay bardağı) konsantre bir haldeki soleyi 1 lt. suda çözün. Pamuk tampona çözeltiyi emdirerek süzün ve yüzünüze koyun. Kurumaya bıraktıktan sonra duru suyla yüzünüzü yıkayın. Sırt ve dekolte bölgeleri için pamuklu bir beyaz gömleği bastırıp sıkın. Nemli bir şekilde giyinin, sonra kurumasını bekleyin. Kuruduktan sonra duru suyla bir duş yapın. Bu yöntem kaşıntılara ve böcek ya da sinek ısırıklarına da iyi geliyor.

    Tuzun insan sağlığında başka kullanım alanları var mı?

    Var tabii. Mesela tuzlu banyo suyu. Bir küvet su içinde 0.5-1 kg kristal tuzu eritiyor ve ortalama sıcaklığı ortalama vücut sıcaklığına getiriyor ve bu suyun içinde en az 20 dakika yatıyorsunuz (11). Daha sonra duş alarak durulanmadan sadece havlu ile kurulanıyorsunuz. Bu suyun detoksife edici, nemlendirici, kaşıntıyı azaltıcı, yorgunluğu alıcı ve sakinleştirici bir etkisi var. Tıpkı deniz suyu gibi.

    %1’lik tuz eriyiği: 1 silme çay kaşığı (1 gram) tuz, 1 standard çay bardağı suyun (100mL) içinde eritiliyor. Bu derişim fizyolojik serumunkine yakın. Bu suyu burnunuza çekip burun ve sinüslerinizi yıkayabilirsiniz. Aynı işlemi tahriş olmuş gözlerinize de uygulayabilirsiniz. Zaten eczanelerde satılan deniz suyu da bu hazırladığınız suyun aynısıdır. Üstelik çok daha ucuzdur. Bu eriyik ile gargara yaptığınızda boğaz ağrınızı azaltabilirsiniz.

    Bir de tuz lambaları var. Onlar süs olmak dışında ne işe yararlar?

    Tuz lambaları ve yararları kristal lambalar tuz kayasının benzersiz doğal biçimi ve kristal yapısını elde etmek için dikkatli bir şekilde elle oyulurlar. Kristal tuz lambalarımız eksi iyonlar üreterek havanın kalitesini arttırırlar (12).

    Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi. Örneğin bizim beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı kristal tuz lambaları da veriyor.

    Televizyon seyrederken 100 – 160 Hrtz. civarında frekanslara maruz kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız kaçınılmaz. Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunların yaptığı tahribatı tuz lambaları ile azaltmak mümkün.

    Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz. Örnek verirsek; atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.

    Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı

    Kaya tuzu doğal iyonlaştırıcıdır, bu yüzden lambaları eksi iyonlar (hava vitaminleri) üreterek etkili bir şekilde havanın kalitesini arttırmasıyla bilinirler.Ayrıca bu lambaların kullanımı günümüz ürün ve cihazlarının elektrik yüklü sisinden oluşan artı iyonların zararlı etkilerini de azaltır. Tıbbi bir cihaz olmamasına rağmen kristal tuz lambaları yorgunluğu, stresi, astım nöbetlerini, alerjileri, baş ağrılarını, cilt rahatsızlıklarını, havadaki nemi ve kokuyu hafifletmekle bilinirler ve rahat uyku ortamı yaratırlar.Bu lambaların birçok çeşidi tansiyonu,ruhsal ve psikolojik sorunları olan hasta lara yardımcı olurlar.

    Eksi iyonlar havayı şu unsurlardan temizler: Toz, polen (çim,yabani ot ve ağaç poleni), toz zerrecikleri, hayvan tüyleri, küflü sporlar, saman nezlesi, astım, hava arındırıcısı ve ferahlatıcısı, koku azaltıcı, duman, depresyon, kronik yorgunluk.

    Lambaların serin oldukları zaman bile yararlı etkileri var ama yandıklarında ürettikleri az miktardaki ısı daha fazla miktarda iyonu içine çeker. Piyasadaki birçok iyonlaştırıcı insan yapımı makineler iken, kristal tuz lambaları hava kalitesini arttırmak için doğa tarafından oluşturulmuş güzel, daha az masraflı, bakım gerektirmeyen bir alternatiftir.
    KAYNAKLAR

    1. İnsanlığın Tuzlu Tarihi / Mark Kurlansky- Aykırı Yayıncılık İstanbul 2003
    2. Wilson TW, Grim CE. Unnatural selection: the history of the trans-Atlantic slave trade and blood pressure today. In Inikori JE, Engerman S, eds. The Atlantic Slave Trade: Effects on Economics, Societies, and Peoples in Africa, the Americas, and Europe. Durham, NC: Duke University Press; 1992:339-359.
    3. Alderman MH, Madhavan S, Cohen H, Sealey JE, Laragh JH. Low urinary sodium is associated with greater risk of myocardial infarction among treated hypertensive men. Hypertension. 1995;25(6):1144-52.
    4. Alderman MH, Cohen H, Madhavan S. Dietary sodium intake and mortality: the National Health and Nutrition Examination Survey (NHANES 1). Lancet 1998; 351: 781-785.
    5. Sandhu HS, Gilles E, DeVita MV, Panagopoulos G, Michelis MF. Hyponatremia associated with large-bone fracture in elderly patients. Int Urol Nephrol. 2009;41(3):733-7.
    6. Morris MJ, Na ES, Johnson AK. Salt craving: the psychobiology of pathogenic sodium intake. Physiol Behav. 2008;94(5):709-21.
    7. Nihal Doğan. Rafine Tuz mu? Kaya Tuzu mu?http://beslenmebulteni.com/besin/index.php?option=com_content&view=article&id=99:rafine-tuz-mu-kaya-tuzu-mu&catid=58:akll-beslenme&Itemid=386
    8.http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=160003
    9. Schrauzer GN, Shrestha KP, Flores-Arce MP. Lithium in scalp hair of adults, students and violent criminals. Effects of supplementation and evidence for interactions of lithium with Vitamin B and other trace elements. Biological Trace Element Research, 1992(2): 161–76.
    10.http://www.thehealthierlife.co.uk/natural-health-articles/high-blood-pressure/salt-effect-blood-pressure-00733.html
    11.http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2010/08/25/why-has-this-lifesustaining-essential-nutrient-been-vilified-by-doctors.aspx
    12.http://www.tuzlambaci.com/shop/default.asp?gb=islevsel
  • Rafine Tuz mu? Kaya Tuzu mu?
    e-Posta Yazdır
    hangi tuz ?

    hangi tuz ?

    Tuz hayatımızda çok önemli; azı da zarar, çoğu da. Fakat insan sağlığındaki kanaat önderleri genellikle tuzun fazla miktarda alınmaması konusuna odaklanmışlar. Tuzun kalitesi, yani doğal olup olmaması onları nedense fazla ilgilendirmiyor.

    Üstelik halk da daha pahalı olan rafine tuzu, doğal kaya tuzundan daha sağlıklı sanıyor. Halbuki doğal tuzda, doğadaki 84 element bulunuyor ve bu elementler vücudumuzun nerdeyse bütün mineral ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Buna karşılık rafine tuz sadece NaCl.

    Üstelik rafinasyon işlemleri sırasında birçok toksik madde tükettiğimiz tuza karışmakta. Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin temizliği. Örneğin Türkiye'nin büyük oranda tuzunu karşılayan Tuz Gölü maalesef kanalizasyonlar ve kirletici sularla kirlenmiş vaziyette. Halbuki turşu kurduğunuz kaya tuzu oldukça temiz. Bu sayımızda Nihal Doğan’ın ‘Doğal tuz, sodyumun nefretine karşı!’ başlıklı yazısını okuyacaksınız.
    Doğal tuz, sodyumun nefretine karşı!

    Hayat su ve tuz ile başlıyor.

    Tuz’un tarihini araştırdığımızda 14.000 farklı kullanım alanı olduğunu, tarihte medeniyetler arasında tuz savaşları yapıldığını, tuza hakim toplumların gelişip zenginleştiğini öğreniyoruz.

    Tuz ile ilgili en eski kalıntılar, M.S.1000 yılına ait. O dönemde yaşayan Büyük Maya Uygarlığı, tuz üretimini kontrol ederek yükselmiş, tuz ticareti sayesinde zenginleşmiş ve tuz kaynaklarının kontrolü için yapılan sürekli savaşlara rağmen gelişmiştir.
    Avrupalılar geldiğinde Maya Uygarlığı çöküş aşamasındaydı ve bu durumun temel göstergelerinden biri de tuz ticaretindeki krizdi.

    Mayalar tuz’u; doğum kontrolü için mercanköşkü ve xul ağacının yaprakları ile, epilepsi için yağ ile, doğum sancısını hafifletmek için bal ile karıştırarak kullanmışlar.

    Mayalar bitkilerden tuz elde etmesini de biliyordu. Otlarla birlikte bitki ve bazı palmiye türlerini yakıyor ve küllerini daha sonra buharlaştırdıkları salamuraya atıyorlardı.

    Bu teknik tüm Amerika ve Afrika’da dış dünyadan ayrı yaşayan orman kabilelerinde kullanılıyordu.
    Tuz eski geleneklerde; hem doğum hem de ölümle ilgili törenlerde kullanılırdı. Yeni evlilerin evlerinin dört köşesi de tuzlanırdı, bunu da kötü ruhları kovmak veya uzak tutmak için diye açıklarlardı.

    Tuz'un içinde fizik bedeni de oluşturan her tür titreşim oranının mevcut olduğu çok eskilerden beri fark edilmişti. Masada tuz'unuzu paylaştığınız kişiyle dost olursunuz, çünkü onunla aynı frekansta titreşirsiniz.

    Eskiden beri yemeklere konulan tuz, aslında düşünme yetisine sahip olabilmek için konuluyordu.
    Bütün düşüncelerimiz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlı!

    Doğada var olan doğal tuz’da 84 element bulunuyor, insan bedenindeki tuz da aynı doğadaki tuz gibi 84 elementten oluşmakta. Doğa aslında doğal olan her şeyde ihtiyaçların tamamını sağlıyor! Bedeninizde tuz olmasaydı hiçbir şeyi düşünemeyeceğinizi biliyor muydunuz?

    Bütün düşüncelerimiz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlı.

    Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha şuurlu olmak için belirli bir suyu içmeniz veya tuzu yemeniz söz konusu, çünkü şuurlu olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

    Biyofiziksel olarak baktığımızda tuz, tüm enformasyonu alabiliyor ve biyokimyasal olarak da tüm bedenimizi dengede tutan elektrolit dengemizi koruyor.

    Son yüzyılda endüstri ve kimyanın gelişimiyle, görsel anlamda standartlar yüksek görünse de, ruhsal, duygusal ve fiziksel anlamda yaşam kalitemizde bozukluklar ortaya çıktı.

    Sonuç; üretimde yoğun olarak kullanılan kimyasal katkı maddeleri ile “yapay” bir yaşam!

    Kendimize her zaman ne kadar canlı ve doğal gıda aldığımızı sormamız gerekir.
    Eğer kimyasal miktara değil de kaliteye dikkat ederseniz, organizmanın ne kadar az gıdaya ihtiyacı olduğunu saptarsınız.
    ‘Sodyumun nefreti’

    “Doğal tuz ile Rafine tuz arasındaki farklara baktığımızda aslında, aklımıza takılan birçok sorunun cevabı ortaya çıkıyor”.

    Mark Kurlansky’ın İnsanlığın Tuzlu Tarihi kitabında ‘Sodyumun Nefreti’ bölümünde, 1875 – 1956 arasında yaşamış Britanyalı yazar Edmund Clerihew Bentley tarafından taşlama olarak kaleme alınan dörtlük dikkat çekici:

    Sir Humprey Davy,
    Mide bulandırıcı adam-döndü köşeyi,
    Keşfedince Sodyumu,
    Nefret kapladı toplumu

    Sir Humprey Davy kendini yetiştirmiş bir kimyacı ve 1807’de dünyada en sık rastlanan yedinci element olan sodyum dahil bir dizi elementi ilk kez elektroliz yoluyla ayrıştıran bilim adamı. Yani sodyumun babası diyebiliriz.

    Bugünkü modern tıp tuzsuz beslenmemizi öneriyor. Bildirilen tuz rafine edilmiş NaCl'dür.
    Ve gerçekten de bu söz konusu ‘Sodyum Klorür’den mümkün olduğunca az almalıyız.

    Normalde günde 0,2gr. tuz almalıyız. Günlük yediğimiz rafine gıdalardan istemeyerek günde 12 gr. kadar tuz almış oluyoruz.

    Beden, ancak belirli bir dereceye kadar hücre suyunu nötralize etmek için kurban edebilir, çünkü daha fazlası ödem oluşumuna sebep olur. Bunlar, hazır gıdalarla almış olduğunuz diğer inorganik cüruflar için mükemmel bir çöplük olarak hizmet eden su dokularıdır.

    Ve birdenbire ağırlaştıkça ağırlaşırsınız.

    “Size tavsiyemiz: kendinizi rafine edilmiş ürünlerden ve insanlardan koruyunuz”.
    Tuz ve endüstri

    Dünyadaki tuz üretiminin %93-94'ü direkt olarak endüstriye gidiyor.

    Tuzsuz ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar, ne de yağlar, üretemezdik. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise sadece NaCl gerekli. Bu işlemler için doğal tuzun içindeki diğer elementler kimyasal reaksiyonları etkileyeceğinden önce rafine işlemleri ile diğer maddeler ayrıştırılıyor ve geriye sadece NaCl kalıyor. Bu işlemler için ayrıştırılan tuz'dan endüstride kullanılmayan %6'lık kısımda gıda sektörüne aktarılıyor.

    Bu yüzden de eskiden uğruna savaşlar verilen tuz, diğer adıyla beyaz altın, artık çok ucuza her yerden elde edilebiliyor. Ama elinize geçen tuz artık gerçek tuz değil, elinizde bir artık mahsul tutuyorsunuz. Bu da yoğun agresivitesinden ve fiyatından dolayı gıda sektöründe gıdaları uzun süreli muhafaza etme işleminde, konserve işleminde kullanılıyor ve tüm hazır gıdaların uzun ömürlülükleri bu şekilde sağlanıyor. Kalan bir kısım da yemek tuzu olarak sofralarımıza geliyor.
    Rafine tuz ve kimyasal katkılar

    Sofra tuzlarına ayrıca bazı maddeler ilave ediliyor. Bunlardan biri iyot minareli.
    Yemek tuzlarına iyot eklenerek vücudun ihtiyacı karşılanmak isteniyor. Almanya'da iyot tuzlara ve endirekt olarak ekmeklere de girdi. Her fırıncı, her kasap bu tuzu kullanmak zorunda.

    Fakat bu iyotlama işleminden sonra hastalıkların oranı %28 arttığı da gözlenmiştir.

    Kalp çarpıntıları, kalp ritim bozuklukları, yorgunluk, konsantrasyon eksiklikleri, uzun süre iyileşmeyen yaralar ve kronik akne gibi rahatsızlıklarda artışlar mevcut.

    İyot alımı ile bedeninize yüksek agresivitesi olan bir metal daha almış oluyoruz.

    Yemek tuzlarına bir de flor ilave ediliyor. Tuzlarınıza bir de flor ilave edildiğinde, irade gücünüz tamamen zayıflıyor.

    Tuza, kimyasal isimleri çok fazla yer tutacağından üzerinde hiçbir zaman yazılmayan ve zaman zaman harfler ve rakamlarla kısaltılan (E-530, E-533, E 550 gibi) maddeler de ilave ediliyor. Mesela sofra tuzunun iyi serpilebilmesi için alüminyum hidroksit ilave ediliyor. Ve bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer hastalığına yakalanma şansınız da yüksek. Beyninizde sinir iletişim hatlarında içtepiler iletilemedikçe, adınızı bile hatırlayamazsınız.
    Doğal tuz ve “sole”

    Ve siz tekrar gerçek doğal tuz almaya başladığınızda, bedeninize ihtiyacı olanı, eksik olanı sağlayarak kendinizi canlandırırsınız. Fiziksel veya manevi şekilde biriktirdiğiniz her şey önce tekrar ortaya çıkar, bundan dolayı önce ağrınız olan yerinizde iltihaplanma oluşur ve ardından iyileşme gerçekleşir. % 26 oranında doğal tuzu, doğal kaynak suyu ile karıştırdığınızda, kısa bir süre içinde % 26'lık “sole” dediğimiz bir karışım oluşacaktır, Bu karışımın çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan uzun süre saklanabilir. Bu “sole”den her gün 1 çay kaşığı dolusu alıp bir bardak su ile birlikte içilir ve neticede 6 dakika içinde elektrolit dengenizi düzeltmiş oluyorsunuz.

    Burada enteresan olan bedenimizin asit-baz dengesini tuzun sağlıyor olması. Normal koşullarda bedenimizde %70 baz ve % 30 asit olmalı, fakat gıdalarımızın endüstriyelleşmesinden dolayı bu denge %80 asit - % 20 baz'a doğru kaymış durumda.
    Tuzun sırrı

    Bedeninizde herhangi bir dokunun strüktürel yapısı değişmeye başlamışsa, orada kanser oluşacaktır. Bunun için yine üst nano metrekarede bulunan belli bir dalga boyuna ihtiyacınız var. Bunu da dışarıdan tuz kristal lambaları ile yapabilirsiniz. Havada dengeli bir iyon potansiyeline ihtiyacımız var.

    Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi olduğundan, tuz kristal lambaları bu konuda çok önemli görev yapmakta. Örneğin bizim beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı tuz lambalarda vermekte.

    Televizyon seyrederken 100 – 160 Hrtz. civarında frekanslara maruz kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız kaçınılmaz. Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunun yaptığı tahribatı siz düşünün. Tuz lambaları ile bu durumu düzeltmek mümkün.

    Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz.

    Örnek verirsek; atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor. Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı.
    Çankırı tuz mağaraları

    Ülkemiz doğal tuz kaynakları bakımından zengin bir ülke.

    Çankırı, Iğdır ve Kastamonu gibi illerimizde tuz mağaraları bulunuyor ve buralardan çıkan kristal kaya tuzları doğal tuz olarak tanımladığımız, doğanın bize hediyesi olan tuzlar.

    Çankırı Tuz Mağarası yaklaşık 5000 yıldır yararlanıldığı tahmin edilen Türkiye'nin en büyük kaya tuzu rezervlerinin bulunduğu bir yer.

    Yurt dışında buraya benzer mağaralar astım, depresyon, ruhsal ve psikolojik bazı rahatsızlıklar, tansiyon vb. birçok hastalığın tedavisinde kullanılmakta.

    Buradaki kaya tuzu yataklarının Hititler zamanından beri kullanıldığı tahmin edilmekte.

    Çankırı’nın doğusunda yaklaşık 20 km. mesafede bulunan Tuz Mağarası, kaya tuzu yataklarının işletilmesi maksadıyla açılmış olup, bugün nispeten dar girişinin devamında modern karayolu tünellerini andıran birçok galeriden meydana gelmiş büyük bir mağaradır.

    Çankırı Tuz Mağarası'ndan çıkartılan kaya tuzları, kaya tuzunun doğal kristal yapısını muhafaza etmek için el ile oyularak tuz lambaları imal ediliyor.
    Kristal kaya tuzu, havadaki artı iyonları nötr hale getiriyor!

    Şimdi "Himalaya tuz lambası mı Çankırı lambası mı daha fazla eksi iyon yayıyor" diye sorabilirsiniz... Bu bir araştırma konusu olabilir!

    Tatil dönemi yaklaşıyor, alternatif tatil seçeneği olarak cennet ülkemizin tuz mağaralarını gezmeye ve hayatımız için bu kadar önemli olan doğal kaya tuzunu yakından görmeye ne dersiniz?
    Kaynaklar:

    İnsanlığın Tuzlu Tarihi / Mark Kurlansky- Aykırı Yayıncılık İstanbul 2003
    Su ve Tuz / PeterFerraira
    nihaldogan@iyibilgi.com
  • İyot ilave edilmiş kaya tuzu bulunmuyor mu peki piyasada ? Ha rafine tuz tüketmişiz, ha iyotsuz tuz tüketmişiz. İyot eksikliği de metabolizmayı mahveder, guatr'a yol açar.
    Kaya tuzu iyotlu olarak bulunabiliyorsa gerçekten iyi olur.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Umutcan

    İyot ilave edilmiş kaya tuzu bulunmuyor mu peki piyasada ? Ha rafine tuz tüketmişiz, ha iyotsuz tuz tüketmişiz. İyot eksikliği de metabolizmayı mahveder, guatr'a yol açar.
    Kaya tuzu iyotlu olarak bulunabiliyorsa gerçekten iyi olur.


    Hayır rafine edilmemiş olduğu için kaya tuzunda iyot olmaz doğaldır. Milletin çocuklarına iyot eksikliği olmasın diye yedirdikleri tuzların zehirden farkı yok millet uyutuluyor bir güzel hastanalerde bile iyotlu tuz kullanın afişleri var. Sanayi artıklarını bunca sene bilinçsizce tükettik.
  • Arkadaşlar kelp adında bir su yosunu duydum, doğal bir iyot kaynağı olduğu belirtilmiş. Sofra tuzunu tamamen bırakıp doğal kaya tuzu ile birlikte günde 1 tablet
    besin desteği olarak kelp(iyot) alsak mantıklı olur mu, bir zararı olabilir mi ? Bu şekilde iyot gereksinimi %100 rda ile karşılanabilir gibi gözüküyor.
    Diyette olduğum için ben de detaylı olarak araştırmaktayım bu tarz doğal tuzları ve iyot kaynaklarını.
  • Biz de son 8 aydır Çankırı kristal tuzu kullanıyoruz, yemeklerde vs...

    Yukarıda sayılan faydalarına bir ilave katkıda ben bulunayım;

    1) Boyun fıtığım ve kulunçlarım var yıllardır fena halde bunaltır, bir başladımı haftalarca sürer. Kas gevşetici iğneler, fizik tedavi vs...

    Bu tarz şikayetleri olanlar bilirler, ya havluyu ütüler koyarız ağrılı bölgeye, ya masaj aletleriyle uzanmaya çalışarak kollarımızı daha çok yorarız, ısıtıcı aletler rahatlatır, ya kalorifer peteğine yaslanır ya da sobaya yanaşırız ki ısınınca kulunçlar gevşer, ağrılar hafifler...
    Ben bu ısıtma mantığından yola çıkıp bir şey yaptım. Çankırıdan getirdiğim kaya tuzunu (bulaşık makinesi için olanların küçük kırılmış boyutta olanından) fırında tepside yaklaşık yarım saat ısıtıp, bir yastık kılıfına doldurup ağzını bağladım. Yastığımın üstüne boynumu ve sırtımı kapsayacak şekilde yerleştirip sabaha kadar öyle yattım. 3 gün uyguladım kulunçlar ve fıtık yumuşadı rahatladım, iyileştim sandım bıraktım tekrarladı. O zaman fizik tedavinin neden en az 15 gün yapıldığını anlayıp tekrar başladım 10 gün kadar devam ettim ve uzun süredir öyle rahatım ki anlatamam, iğnelerden, ağrılardan (hele de başıma migren gibi zonklar tarzda verdiği o korkunç ağrılardan ) kurtuldum.

    2) Kızım saçlarına tuz kili ile maske yapıyor, saçlarındaki dökülme durdu, canlandı ve çok çabuk uzuyor.

    3) Eşimin ayaklarında ve bir arkadaşımın kardeşinin ellerindeki egzama akşamları 15 dk. tuzlu su karışımına koyarak kayboldu.

    Şimdilik benim keşfettiklerim bunlar...

    Ancak iyot konusu benimde kafamı meşgul ediyor, buna bir cevap alabilirsek ben de çok mutlu olacağım.

    Allahın bize bir lütfu olarak görüyorum bu tuzu, ama internetteki Himalaya tuzu adı altındaki fiyatları görünce üzülüyorum,
    Çankırı Kristal kaya tuzu ve lambası fazlasıyla ihtiyacı karşılıyor çok daha ucuz olarak.
  • Ben bu kaya tuzundan bulamadım marketlerde falan, ama şimdiden iyot takviyesi aldım. Kelp adlı bir su yosununun tabletler halinde destekleri satılıyor.
    İçinde günlük alınması gereken miktarı %150 olarak karşılayan iyot takviyesi var. Dolayısıyla iyotsuz tuz bile kullansak bu şekilde desteklenebilir gibi.
  • Arkadaşlar Tuzlar hakkında bayaa bir bilgi sahibiyim sorularınız var ise memnunniyetle cevaplarım.
    Marketlerde satılan iyotlulu tuz tam bir kandırmacadır. Çünkü İyot bir gazdır ve aldığınız paketi açtığınızda bu İyot gazı uçar gider. Az miktarda tuzun içinde kalan İyot gazı da yemek pişirme esnasında ısıyla beraber uçup gider ve Vücut iyot alamaz yani.

    İyotu vicudumuza almak için 3 yol izleyebiliriz. vardır.

    1. Bir Elmanın Tüm çekirdeklerini çiğneyerek yutulunca.
    2. Tentürdiyotun kapağını açıp bir miktar solumak çünkü tendürtüyotun içinde İyot gazı bulunur.
    3. Eczanalerde satılan İyot tabletlerinden.
  • Sağlık açısından iyotlu bile olsa sıfır tuz tüketmeli.
    Zaten vücut için gereken mineraller dengeli beslenme ile alınabiliyor.
  • Arkadaşlar
    Çankırı'lıyım ve İstanbul Üsküdar'da yaşıyorum. Memlekete gittiğim gelirken yada memleketten birileri gelirken bol miktarda Çankırı kaya tuzu getiriyorum. İstanbuldaki yakınlarıma da sipariş üzere getiriyorum. Şu an elimde 100kilo civarından kayatuzu var. Arzu eden olursa kilosu 5TL'den satıyorum.
  • İstanbul Avrupa yakasında çankırı kaya tuzu bulabilceğim yer var mıdır ?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Latissimus Dorsi

    İstanbul Avrupa yakasında çankırı kaya tuzu bulabilceğim yer var mıdır ?

    dükkan fatihte

    http://www.sadepazar.com/


    buradan alabilirsin.
  • kaya tuzu en saglıklısıdır himalaya tuzlarıda iyidir rafine olmazsa cok daha guzel olur.

    iyotu sorarsanızda deniz kenarına gidin bir iki derin nefes cekin yeter. iyotu alırsınız vucudunuza zaten..

    bizim tuz golunde golunden gelen tuzlara zaten basta iç anadolu olmak uzere tum turkiyenin kanalizyonu karısıyor. yagmur suları vs ile yeraltı sularına karısan kirli sular tuz gounde toplanıyor ve onlardan tuz uretilip birde içerisine iyot ekleniyor hatta katkı maddesi olarak topaklanmayı onleyici siyanur katanlar bile var.. o yuzden imkanınız varsa kaya tuzu tuketin cankırı daki kaya tuzu Türkiyenin en iyi tuzlarından birisidir. olmazsa herhangi bir kaya tuzunuda alabilirsiniz. gri renkli olanları daha makbuldur..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: maxelll

    kaya tuzu en saglıklısıdır himalaya tuzlarıda iyidir rafine olmazsa cok daha guzel olur.

    iyotu sorarsanızda deniz kenarına gidin bir iki derin nefes cekin yeter. iyotu alırsınız vucudunuza zaten..

    bizim tuz golunde golunden gelen tuzlara zaten basta iç anadolu olmak uzere tum turkiyenin kanalizyonu karısıyor. yagmur suları vs ile yeraltı sularına karısan kirli sular tuz gounde toplanıyor ve onlardan tuz uretilip birde içerisine iyot ekleniyor hatta katkı maddesi olarak topaklanmayı onleyici siyanur katanlar bile var.. o yuzden imkanınız varsa kaya tuzu tuketin cankırı daki kaya tuzu Türkiyenin en iyi tuzlarından birisidir. olmazsa herhangi bir kaya tuzunuda alabilirsiniz. gri renkli olanları daha makbuldur..



    aktarda kaya tuzu sordum yoktu deniz tuzu varmış. deniz tuzu tavsiye eder misin ?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Latissimus Dorsi

    quote:

    Orijinalden alıntı: maxelll

    kaya tuzu en saglıklısıdır himalaya tuzlarıda iyidir rafine olmazsa cok daha guzel olur.

    iyotu sorarsanızda deniz kenarına gidin bir iki derin nefes cekin yeter. iyotu alırsınız vucudunuza zaten..

    bizim tuz golunde golunden gelen tuzlara zaten basta iç anadolu olmak uzere tum turkiyenin kanalizyonu karısıyor. yagmur suları vs ile yeraltı sularına karısan kirli sular tuz gounde toplanıyor ve onlardan tuz uretilip birde içerisine iyot ekleniyor hatta katkı maddesi olarak topaklanmayı onleyici siyanur katanlar bile var.. o yuzden imkanınız varsa kaya tuzu tuketin cankırı daki kaya tuzu Türkiyenin en iyi tuzlarından birisidir. olmazsa herhangi bir kaya tuzunuda alabilirsiniz. gri renkli olanları daha makbuldur..



    aktarda kaya tuzu sordum yoktu deniz tuzu varmış. deniz tuzu tavsiye eder misin ?

    http://www.sadepazar.com/
  • quote:

    Orijinalden alıntı: yusufziya

    quote:

    Orijinalden alıntı: Latissimus Dorsi

    quote:

    Orijinalden alıntı: maxelll

    kaya tuzu en saglıklısıdır himalaya tuzlarıda iyidir rafine olmazsa cok daha guzel olur.

    iyotu sorarsanızda deniz kenarına gidin bir iki derin nefes cekin yeter. iyotu alırsınız vucudunuza zaten..

    bizim tuz golunde golunden gelen tuzlara zaten basta iç anadolu olmak uzere tum turkiyenin kanalizyonu karısıyor. yagmur suları vs ile yeraltı sularına karısan kirli sular tuz gounde toplanıyor ve onlardan tuz uretilip birde içerisine iyot ekleniyor hatta katkı maddesi olarak topaklanmayı onleyici siyanur katanlar bile var.. o yuzden imkanınız varsa kaya tuzu tuketin cankırı daki kaya tuzu Türkiyenin en iyi tuzlarından birisidir. olmazsa herhangi bir kaya tuzunuda alabilirsiniz. gri renkli olanları daha makbuldur..



    aktarda kaya tuzu sordum yoktu deniz tuzu varmış. deniz tuzu tavsiye eder misin ?

    http://www.sadepazar.com/

    uzak kalıyor orası bana
  • Elimde bolca memleketten getirdiğim Çankırı Kaya tuzu bulunmakta. Üsküdar Libadiye Caddesinde ikamet ediyorum dilerseniz benden de çok uygun fiyatdan satın alabilirsiniz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mmc18 -- 26 Haziran 2012; 17:01:34 >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.