Şimdi Ara

II.Abdülhamit Neden Sevilmezdi?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
4 Misafir (1 Mobil) - 3 Masaüstü1 Mobil
5 sn
104
Cevap
1
Favori
29.892
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Günümüzde kimilerine göre Osmanlı'nın en başarılı padişahı olarak gösterilen II.Abdülhamit,hüküm sürdüğü dönemde çoğu kişi tarafından sevilmez,devlet işlerini kaldıramayacak kadar basiretsiz ve çapsız olarak görülürdü.Mehmet Akif Ersoy "Semerci ve Eşekler" şiirinde Abdülhamit'i eşeğe,devletide semere benzetmiş,yine aynı şiirinde,1905 yılında Yıldız Camii'nde Ermeniler tarafından gerçekleştirilen ancak başarılı olmayan suikaste ithafen "keşke geberseydi,değmeyin keyfe!" dizilerini söylemiştir.Tevfik Fikret'de bu suikast girişimini ve suikastçi Ermeni'yi öven "Bir Lahza-i Taahhur" şiirini yazmıştır.
    Şimdi benim sorum,günümüzde bu kadar övülen bir padişah o dönemde neden sevilmezdi? Baskıcı ve otoriter yönetim anlayışından dolayı mı?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HEISENBERG -- 30 Mayıs 2014; 9:48:24 >
  • Siyasi bir başarısı yok çünkü. Her ne kadar tersi iddia edilse de. Ben dönemi başarılı sanıyordum mesela. Ama inceleyince görüyorsun herhangi bir başarı yok. Rusya'yı idare etmek, Fransa'yı idare etmek siyasi başarı değil. Kimse kendini kandırmasın.
  • Dahi derler bu adama bir de.
    Adamın tek yaptığı; insanları baskı altına alıp 30 yıllık bir despot düzende, dağ gibi biriken sorunların çözülmesini erteleyerek, devletin kangren olmasını sağlamaktı.

    Bu adamı ve dönemini iyi tahlil etmek için seraskeri Rıza paşa ile Bahriye Nazırı hasan rami paşa'nın anılarını okumak gerekir. O zaman dönem hakkında olumlu konuşmak imkansız hale gelir.

    Atap izzet holo gibi onlarca kan emiciyi devlete musallat etmesi yetmezmiş gibi, kendi paranoyaklığı yüzünden jurnalcilere muazzam para dağıtmış, niteliksiz insanları paşa yapmıştır.
  • Rıza tevfik::Tarihler adını andığı zaman,sana hak verecek hey koca sultan,bizdik utanmadan iftira atan,asrın en siyasî padişahına."

    Mehmet Akif:"Giden semerciyi, derler bulur muyuz şimdi? , ya böyle kalfa değil, basbaya muaalimdi. nasılda kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş: semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! "
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Aragorn0734

    Rıza tevfik::Tarihler adını andığı zaman,sana hak verecek hey koca sultan,bizdik utanmadan iftira atan,asrın en siyasî padişahına."

    Mehmet Akif:"Giden semerciyi, derler bulur muyuz şimdi? , ya böyle kalfa değil, basbaya muaalimdi. nasılda kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş: semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! "
    Onun vaktindeki dış baskılar şimdi yoktu da o yüzden adamın amcasının kesiyorlar onunda korkusu var. Edebiyatçılara baskı kurduğu için zaten onun zamanında toplumsal olaylarla değinememişlerdir.


    "nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
    semer değilmiş o rahmetlininki; devletmiş!"

    Mehmet akif
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarîhçî

    Siyasi bir başarısı yok çünkü. Her ne kadar tersi iddia edilse de. Ben dönemi başarılı sanıyordum mesela. Ama inceleyince görüyorsun herhangi bir başarı yok. Rusya'yı idare etmek, Fransa'yı idare etmek siyasi başarı değil. Kimse kendini kandırmasın.

    Bu arkadaşa katılıyorum rusyayı fransayı idare etmek siyasi başarı kabul edilemez kimseyi kandırmaya gerek yok çünkü biz ona diplomatik başarı diyoruz siyaset miyaset hikaye

    @hashus1099un kangren tabiri gayet yerinde, aslında siyasi konularda alternatif yollar yok değildir ama her yolu denemek de mümkün değildir, tabiki dönemi ayrıntılı bilenler olumlu olumsuz daha iyi analiz yapacaklardır, ancak bunu da dönemin üzerinden zaman geçip de daha geniş bakış açısı kazandıkları için sağlıyorlar dönemi yaşayanlara göre bir artıları işte

    şu da var ki kahraman kazanırsa kahramandır, başarısız olanları kahraman ilan etmezler zaten
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Alister_Lee

    Bu mesaj silindi.

    Alıntıları Göster
    Ne özelliği var ki? Toprak kaybetmedi desen mısır, kıbrıs gitmiş.1881'de osmanlı maliyesi iflas etmiş.Öyle bir tek islamcılık politikasıyla işler yürümüyor.
    Bence tek olumlu yanı okul açtırması ve telgraf hatları çektirmesiydi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: hashus1099

    Bahriye Nazırı hasan rami paşa'nın anıları...

    Kısa bir şekilde özetleyebilmeniz mümkün mü acaba? II. Abdülhamid hakkında sizin gibi düşünmüyorum ancak bu anılarda çürütülen donanmadan bahsediliyorsa biraz sizden anlatmanızı isteyecektim.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ottoman_PoweR

    quote:

    Orijinalden alıntı: hashus1099

    Bahriye Nazırı hasan rami paşa'nın anıları...

    Kısa bir şekilde özetleyebilmeniz mümkün mü acaba? II. Abdülhamid hakkında sizin gibi düşünmüyorum ancak bu anılarda çürütülen donanmadan bahsediliyorsa biraz sizden anlatmanızı isteyecektim.

    Donanmayi Haliç'te çüruttu diyor ne diyecek başka.
    Ama bilmezler ki o Avrupa'nın en güçlü (!) 3. donanması 93 Harbinde Karadeniz’de ufacık Rus istimbotları ile bile başa çıkamıyordu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Aragorn0734 -- 31 Mayıs 2014; 13:45:03 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarîhçî

    Siyasi bir başarısı yok çünkü. Her ne kadar tersi iddia edilse de. Ben dönemi başarılı sanıyordum mesela. Ama inceleyince görüyorsun herhangi bir başarı yok. Rusya'yı idare etmek, Fransa'yı idare etmek siyasi başarı değil. Kimse kendini kandırmasın.

    Abdülhamid Han (Göksultan)

    Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

    Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?

    Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.

    Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.

    Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:Türk, Musevi, Rum, Ermeni,Gördük bu rûz-ı rûşeni!şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

    Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.

    İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?

    İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

    Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.

    Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

    Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

    Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

    Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

    Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

    Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?

    Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

    Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

    “Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.

    Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

    Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

    Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

    O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

    Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

    Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.

    Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

    Ve sokmadı da…

    Ne diyelim? Durağı cennet olsun…

    Nihal ATSIZ

    Ocak Dergisi , 11. Sayı , 11 Mayıs 1956



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi green_fire -- 1 Haziran 2014; 15:53:51 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Sir Wentor

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tarîhçî

    Siyasi bir başarısı yok çünkü. Her ne kadar tersi iddia edilse de. Ben dönemi başarılı sanıyordum mesela. Ama inceleyince görüyorsun herhangi bir başarı yok. Rusya'yı idare etmek, Fransa'yı idare etmek siyasi başarı değil. Kimse kendini kandırmasın.

    Abdülhamid Han (Göksultan)

    Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

    Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?

    Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.

    Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.

    Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:Türk, Musevi, Rum, Ermeni,Gördük bu rûz-ı rûşeni!şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

    Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.

    İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?

    İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

    Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.

    Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

    Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

    Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

    Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

    Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

    Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması… Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?

    Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

    Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

    “Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.

    Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

    Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

    Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

    O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

    Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

    Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.

    Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

    Ve sokmadı da…

    Ne diyelim? Durağı cennet olsun…

    Nihal ATSIZ

    Ocak Dergisi , 11. Sayı , 11 Mayıs 1956


    Bunun orijinali var mı
  • Doğru hocam o yazı Nihal Atsız'a ait ama orjinali nerden bulunur bilemiyorum.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Aragorn0734

    Doğru hocam o yazı Nihal Atsız'a ait ama orjinali nerden bulunur bilemiyorum.

    Gerçeğini görmeden yorum yapmak istemem hocam. Hele internet ortamında. Copy paste çok fazla oluyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ottoman_PoweR

    quote:

    Orijinalden alıntı: hashus1099

    Bahriye Nazırı hasan rami paşa'nın anıları...

    Kısa bir şekilde özetleyebilmeniz mümkün mü acaba? II. Abdülhamid hakkında sizin gibi düşünmüyorum ancak bu anılarda çürütülen donanmadan bahsediliyorsa biraz sizden anlatmanızı isteyecektim.

    özetle yunan harbi öncesi ve sonrasındaki donanmanın durumundan ve bürokratik sıkıntılardan, sürekli jurnallerden bahsediliyor. kitaptan uzun uzadıya alıntı yapacak vaktim malesef yok.
    osman öndeş'in kitabı aynı zamanda rauf orbay'ın anılarına da başvuruyor ve tamire gönderilen gemilerin nasıl üstünkörü onarılıp devletin büyük zarara uğratıldığından, bahriye okullarında padişahın bazı paranoyaları nedeniyle eğitim almanın sıkıntısından bahsediyor kitap.

    çürütülen donanma+donanmanın ne kadar çağ dışı kaldığı hakkında yeterli bir bilgi edinilebilir.
    şu an zaman sıkıntım olmasa önemli bazı kısımları yazardım.

    kitap zaten 200 küsür sayfa bir şey, okumanı tavsiye ederim.
  • Mesajlarıma tarihsel bilgisiyle cevap veremeyenler şikayet edip sildirmiş. En azından bir sonraki konuya kadar kitap okusun o arkadaşlar.
  • Bende Mücella'ya ve guguğa niye kızdılar anlayamadım?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: neommy

    Bende Mücella'ya ve guguğa niye kızdılar anlayamadım?

    Onlar kim reyiz yeni mi düştüler
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tarihçi

    quote:

    Orijinalden alıntı: neommy

    Bende Mücella'ya ve guguğa niye kızdılar anlayamadım?

    Onlar kim reyiz yeni mi düştüler

    Alıntıları Göster
    Anadolu ve Türkiye dışındaki topraklarda halen daha severler fakat İstanbul ve çervesinde sevmezlerdi çünkü tam bir dikta dönemi idi. 3 kişi yan yana dolaşamazdınız hemen birileri gelir kafanıza dikilirdi en basit sebebi bu. Yani aşırı bir sıkı yönetim tarzı mevcuttu yani eli sopalı bir yönetimdi. Fakat kesinlikle başarısızdı lafını kabul edemem. Abdulhamid son imparatordur. Evet döneminde büyük yenilgiler alınmış vs fakat Osmanlı'nın dünya savaşına kadar ayakta kalabilmesini de o sağlamıştır. Daha iyisini yapabilir miydi tartışılır, daha kötüsünden uzun bir süre korumuştur bu bir gerçek.
    Tabiki Mustafa Armağan ve türevi tarihçi çakmalarına inanmamak gerekiyor onlara göre neredeyse ilah konumundadır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: neommy

    Bende Mücella'ya ve guguğa niye kızdılar anlayamadım?

    Mesaj içeriklerinde ne sorun vardı çok merak ettim, konuyla alakasız diye mi siliniyor diycem bunlar da silinir şimdi, 140 yıllık hukuk idolü ayıp oldu mücellaya Abdülhamid in tatbik ettiği kanun konuyla çok da alakasız değil ama

    geçen de aynısı oldu hep de bu arkadaşla münakaşada oluyor
    @Tarîhçî hadi ona gıcık kapıyorsunuz benim mesajlarımı niye şikayet ediyorsunuz, sanki ışık hızında giden arabada el frenini çekince sonuçların ne olacağından bahsediyoruz, bırakın da arkadaşa iki birşey öğretelim



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-0299B8CF8 -- 2 Haziran 2014; 8:10:26 >
  • Senin bana bir şeyler öğretmen için kırk fırın ekmek yemen lazım.


    Mesela en basitinden Edward Carr'ın Tarih Nedir kitabından başla da biraz Metodoloji öğren sonra gel. Önce usul erkan öğren.
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.