Şimdi Ara

Din ve İnançlar Üzerine (13. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
362
Cevap
20
Favori
13.456
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1112131415
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: eloko

    Muazzez İlmiye Çığ ın İbrahim Peygamber(Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre)
    kitabından küçük bazı alıntıları aktarmak istiyorum,
    kitabın sonuç bölümünde ise şu yazılı;


    Bap 12 ve 50 arasındaki bölümler de varlıkları bile tam olarak kanıtlanamayan
    tektanrılı dinlerin atası sayılan İbrahim, oğlu İshak, onun
    oğlu Yakup, Yakup'un oğlu Yusufun acıları, sevinçleri, kıskançlıkları,
    aldatmaları, sevgileri, acımaları, bağışlamalarıyla dolu; her çağdaki
    insanların duygularını yansıtan serüvenleri birçok kültürün etkisiyle
    yoğrularak bir destan haline gelmiştir.
    Diğer taraftan din kitaplarının Tanrısal bir kitap olmaktan çok, çeşitli
    dinlerin ve kültürlerin etkisi ile yazılmış olduklarını söyleyebiliriz

    --------------------------------------------------------
    Kenaan Dini
    Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, İbrahim'in geldiği bu topraklara
    Ken'an (Kenaan) deniyordu. Tevrat'ta Kenan dini hakkında bir
    hayli bilgi olmasına rağmen, onların açığa çıkması, özellikle Ugarit
    metinlerinin
    bulunup çözülmesiyle olmuştur.
    Batı Samileri diye adlandırılan bu halkın, çok sayıda Tanrısı
    vardı. Onların baştanrısı El, bir boğa ile simgelenmiş. Bu, Sumer'in
    baştanrısı,……………………….
    El, aynı zamanda Akadca Ilu karşılığı. Kenan'da buna Il de deniyor.
    İbranicede de El veya Elohim. Aramicede El veya Elah. Güney
    Araplarda Il, klasik Araplarda Allah olmuş.
    İbrahim Kenan'a Geldiğinde
    Dini Nasıldı?

    Tevrat'ı izlediğimizde görüyoruz ki, İbrahim'in kendi Tanrısı var.
    Çocukları sürekli olarak, "Babamızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı" diyorlar.
    Ne demek kendi Tanrısı?
    Mezopotamya'da, daha doğrusu Sumer'de her şahsın veya ailenin
    bir Tanrısı vardı.
    Bu Tanrı'nın görevi, o şahsın veya ailenin mutluluğunu
    koruma, yapacakları işlerde önder olma, onların isteklerini
    büyük Tanrılara iletme. Onlar, büyük Tanrılarla bireyler arasında bir
    elçi gibi. İbrahim'in Tanrısı da öyle. Ona gideceği yerleri, yapacağı
    işleri söylüyor. Her zaman onunla birlikte. O aynı zamanda ailesinin
    de Tanrısı.
    Kur'an'da da bu şahsi Tanrı düşüncesini buluyoruz. Kâf Suresi,
    ayet 17-18'de: "Hiçbir kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucu ve
    denetleyicisi bulunmasın."




    Türk tarihi ile ilgili aklı başında olabilecek şeyler yazıyor Çığ. Kraven getirmişti Türklükle ilgili. Din konusuna gelice başka birisi çıkıyor ortaya. İlk Çağ tarihini pek bilmem. Çığ ın yazılarına bakınca devamlı mantık hataları gördüm. Bir kitabını biraz okuyunca sıkıldım bıraktım.

    Bu yazıda aynı tür. Allah diğer kavimlerde de kelime olarak olabilir. Aynı kelime eski ve yeni topluluklarca kullanılabilinir.

    Hz. İbrahim in tanrısı tek bir tanrı. Put değil. Diğer tanrılar put veya gök cismi şeklinde. Hz. İbrahim kendi tanrısına başkası inansa kızacak mı? Yoksa diğer insanların kendi tanrılarına inanamalarını mı arzu ediyor?

    Diğerlerinin tanrıları büyük tanrılarına elçilik yapıyor diye iddia var. Bununla ilgili belgesi olabilir. Hz. İbrahim in kendi tanrısının başka bir tanrıya elçilik yaptığını ima etmek istiyor. Oysa böyle bir belge yok. Varsa yazsın. Kaynaksız yönlendirme amaçlı bir yazı.


    Diyelim belge buldu. İslam Hz. İbrahimi bu şekilde anlatmıyor. Putlara tapmayı reddeden ve tek bir Allah a inanan Hz. İbrahim anlatılıyor.


    Ek:İnsanlar üzerindeki denetleyiciyi tanrı olarak yorumlaması ayrı bir tuhaflık.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ar_tryk -- 10 Ekim 2013; 21:46:58 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Sevgili forumdasim,
    Burada ciddi bir hata yapiyorsunuz cunku su anda soru soran insanlari mantiksizlikla suclarken, kendisine peygamberlik indigini soyleyen, yillarca tek basina daga cikip melekle konusan birinin pesinden bir tane bile merakli adamin gitmemesini mantikli goruyorsunuz ve bundan da ote, kutsal kitabinizda "Sadece peygamberlerin kalbi melekler tarafindan yikanmistir" cumlesiyle dunyada sadece peygamberlerin yalan soylememe uhtimalinin olmadigi belirtilirken, peygamber tarafindan degil de, ondan yillar sonra yazilmis olan kitabin orjinalligini sorgulamayi mantiksiz bulmamalisiniz.

    Not: Dinde mantik aramak dogru degildir ve mantikli ya da mantiksiz olmasi uzerine tartidmamak gerektigini dusunuyorum.

    Sayın webbie aşağıda ki cümlelerde ne anlatmak istiyorsunuz?
    1-"birinin pesinden bir tane bile merakli adamin gitmemesini"
    2-"kutsal kitabinizda "Sadece peygamberlerin kalbi melekler tarafindan yikanmistir" cumlesiyle dunyada sadece peygamberlerin yalan soylememe uhtimalinin olmadigi belirtilirken"
    3-" peygamber tarafindan degil de, ondan yillar sonra yazilmis olan kitabin orjinalligini sorgulamayi mantiksiz bulmamalisiniz."
    4-"Dinde mantik aramak dogru degildir"
    Cümleleri yazarken elinizde çok sağlam kanıtlar mı var yoksa "şu ayete göre şöyle olur" şeklinde iddialarla mı buraya cevap yazma gereği duydunuz?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: mehmet230023

    quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Sevgili forumdasim,
    Burada ciddi bir hata yapiyorsunuz cunku su anda soru soran insanlari mantiksizlikla suclarken, kendisine peygamberlik indigini soyleyen, yillarca tek basina daga cikip melekle konusan birinin pesinden bir tane bile merakli adamin gitmemesini mantikli goruyorsunuz ve bundan da ote, kutsal kitabinizda "Sadece peygamberlerin kalbi melekler tarafindan yikanmistir" cumlesiyle dunyada sadece peygamberlerin yalan soylememe uhtimalinin olmadigi belirtilirken, peygamber tarafindan degil de, ondan yillar sonra yazilmis olan kitabin orjinalligini sorgulamayi mantiksiz bulmamalisiniz.

    Not: Dinde mantik aramak dogru degildir ve mantikli ya da mantiksiz olmasi uzerine tartidmamak gerektigini dusunuyorum.

    Sayın webbie aşağıda ki cümlelerde ne anlatmak istiyorsunuz?
    1-"birinin pesinden bir tane bile merakli adamin gitmemesini"
    2-"kutsal kitabinizda "Sadece peygamberlerin kalbi melekler tarafindan yikanmistir" cumlesiyle dunyada sadece peygamberlerin yalan soylememe uhtimalinin olmadigi belirtilirken"
    3-" peygamber tarafindan degil de, ondan yillar sonra yazilmis olan kitabin orjinalligini sorgulamayi mantiksiz bulmamalisiniz."
    4-"Dinde mantik aramak dogru degildir"
    Cümleleri yazarken elinizde çok sağlam kanıtlar mı var yoksa "şu ayete göre şöyle olur" şeklinde iddialarla mı buraya cevap yazma gereği duydunuz?

    4.nün cevabını ben de merak ediyorum,cemaat okulundayken donanımlı olduğunu düşündüğüm bir din hocası dinde mantık aranmaz demişti




  • ChandlerBing kullanıcısına yanıt
    Dinler dogmadır ve sonuçta sizden çok daha büyük bir zekanın, sizin asla ulaşamayacağınız bir bilgi birikiminin emirleri olduğu düşünülür ve sizin aklınıza yatması değildir önemli olan. Bu nedenle de dogmadırlar ve dogmalar sorgulanmaz; uygulanır. İnanç bu noktada değerlidir ve inanmak için mantığa ihtiyacınız yoktur.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Dinler dogmadır ve sonuçta sizden çok daha büyük bir zekanın, sizin asla ulaşamayacağınız bir bilgi birikiminin emirleri olduğu düşünülür ve sizin aklınıza yatması değildir önemli olan. Bu nedenle de dogmadırlar ve dogmalar sorgulanmaz; uygulanır. İnanç bu noktada değerlidir ve inanmak için mantığa ihtiyacınız yoktur.

    Mantık aranmayan bir şeye inanmak istemiyorum ben bu yüzden kafamı kurcalıyor.her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir yaratıcının dininde mantık aramayacağımda neyde mantık arayacağım?
  • İbrahim tek kişilik ümmetti.

    Böyle bir insandan bahsediyoruz.



    Sümerlere gönderilen elçilerin tahrip edilmiş ayetlerinin bu hallerini taşlara yazan biri veya birilerini referans almak ne denli doğru, tartışılır.
  • @ChandlerBing;

    İnançta mantığı aramakla doğruya erişmeniz mümkün gözükmüyor. Akıl ve zeka arasında irdeleme yapın. Her zeki insan aynı oranda aklını kullanabilir mi?

    Ya hayvanlar? Sivrisineklerin yağmurda neden ıslanmadıklarını, neden su altında avlanmadıklarını düşünün. İnsan?

    Bu işte mantık yok.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: PaiMei

    quote:


    @PaiMei

    Çok basit sorular üzerinden gidelim; herhangi bir branş üzerine bir ilkokul ya da ortaokul öğretmeni olsanız dersin akışını ve sınıfın huzurunu bozan öğrenci grubu ile dersin akışını bozmayıp, sınıfın huzurunu da bozmayıp, aksine dersin akışına ve sınıfın huzuruna katkı sağlayan öğrenci grubunun olduğu bir sınıfta ;

    a-) Her iki gruba da ödül mü verirsiniz?

    b-) Her iki gruba da cezâ mı verirsiniz?

    c-) Her iki gruba da sessiz ve tepkisiz mi kalırsınız?



    Evet güzel soru, bakın cevaplayayım. Cevabın "hiç bir" önemi yok ama, cevaplayayım. Hatta bu sorunuzla kendinizi çok zora soktunuz esasında...

    Ben sanıyorum ki ya sadece "iyi" gruba ödül verir diğer grubu cezasız bırakırdım (ki bu da cezadır); ya da hem ödül hem ceza verirdim. Ama bunun hiç bir önemi yok. Neden?

    3 yaşındaki bir çocuk, bir suç işlediğinde geçici bir ceza vererek "ders" almasını istersiniz. Çünkü o çocuk "kusurludur". Doğası gereği, çocuk hata yapar. Ve asla "çok büyük" bir cezayı hak etmez. Zaten en merhametsizim diyen bile, çocuklara karşı son derece şefkatli olabilir. Bırakın tanrıyı, insan halimizle bile kendimizden "eksik ve güçsüz" gördüklerimize karşı "kati" tutumlar belirlemeyiz.

    Tanrı gibi yüce bir varlık karşısında da insanlar o 3 yaşındaki "küçücük" çocuklar gibiler. Çünkü ne yaptığımızdan habersiz, belirli ahlak değerlerimiz olmadan, doğruları ayıklayıp bulamadan (ki doğrular görecelidir) yaşayıp gidebiliyoruz. Bazen insanı hayat tanrının karşısında bir konuma da itebiliyor, inançsızlığa da... Hal böyle iken tanrı "hata yapacağını önceden bildiği" çocuklarına, üstelik kendisine "sonsuz" merhametli diyerek "ebedi cehennem" vaad edebiliyor.

    İnsanın sergilediği ve son derece "erdemli" bulduğumuz bir davranışın tam aksini tanrı sergileyince "hatasız" görebiliyorsak, bir "farkındalık" eksikliği içerisindeyiz demektir. Dinlerin insanlara en büyük yan etkisi bu zaten. Hayata bakış açınızla tanrınıza bakış açınız çok paralel oluyor.

    Ödül ve ceza, o kadar anlamsız ki... Sınıftaki adaleti sağlamak üzere "sonsuz süreli" bir sınıf daha icad etmem. 1 saatlik dersin sonunda kötü alan öğrencileri, hatta bana küfredip otoritemi saymayan öğrencileri ateşe atmam Bir tanrı, bir insandan nasıl daha "geride" olabilir? Başından beri bunu anlatmaya çalışıyorum size...

    Size ağız dolusu küfretmiş, sizi "yok" saymış, hatta hayatınız boyunca size hakaret etmiş bir insanı dahi; ateşe atar mıydınız? Buna cevap verin. Yoksa ateşe atmak gibi olağanüstü bir ceza karşısında merhametin getirdiği bir "anlayış" mı gösterirdiniz? Bu durum nasıl tanrısal olabilir, tanrı; insanın sahip olduğu bir "erdemden" nasıl yoksun olabilir?

    Bir tanrı, sınıfındaki "sakat ve sağlam" öğrencilere yönelik bir konuşma yaparken; "hiç bu ikisi nasıl bir olur?" diyebilir mi? Siz de bunu yanıtlayın rica edersem.

    Diğer bahsettiklerinizle ilgili de yazacağım.


    Öncelikle [Ebû Hüreyre’den naklen]şu hadisi bir bildirelim;

    "
    Allah rahmetini yüz parçaya ayırdı. Bunun bir parçasını yeryüzüne indirdi, doksan dokuzunu nezd-i uluhiyetinde tuttu. İşte mahlûkât bu bir parça rahmet sebebiyle birbirlerine merhamet ederler. Hattâ yavrulu hayvanın, bir tarafını incitmek endişesiyle ayağını yavrusundan sakınması dahi bu rahmetin eseridir.
    "

    Kaynak: Buhâri, Edeb 19, Rikâk 19, Müslim 17, (2752); Tirmizi, Daavât 107-108, (3535-3536).


    Cehennem’in varlığı ve kâfirler için sonsuz oluşu, Allah’ın sonsuz merhâmetini gölgelemez. Bu gerçeği bir önceki mesajımda izâh etmeye çalışmıştım. Tekrar bir gözatın.

    Hayattan kendim bir örnek vereyim; kendisine hedef olarak gösterilen kimseleri tanımaksızın ve inançlarını bilmeksizin öldüren bir seri kaatille hayatını Qur’an ekseninde şekillendirmeye gayret eden bir mü’minin –eğer açığa vurduğumuz / vurmadığımz, işlediğimiz / işlemediğimiz bütün kurgu ve teşebbüslerimizden haberdar bir Allah var ise ve mutlak adâlet sahibi ise bu örneği verdiğimiz iki kimsenin varacakları menzil hiç bir olur mu?

    Şimdi gelelim, Allah’ın sonzuz merhâmetine rağmen nasıl oluyor da kâfir biri ebedîyyen cehenneme sevkolunmayı hakediyor sorusuna;

    Allah, insanı yok iken var ederek, bir "hiç"ten, bir "yok"luktan "var"lık kademesine yükseltiyor; ama kudreti esas itibâriyle yine 0 noktasında. Ve Allah insana, mutlak sûrette kayıpsız – kaçaksız kendi kudretine istinâd edecek olan sınırlı bir kudreti bahşediyor. Yeryüzünde de herşey; ama herşey hâl dilleriyle Allah’ın varlığını ihbâr ediyor ve kendi kendilerine yetememeyi anlatıyor. Sözgelimi, ağaçlar, sohbaharda yapraklarını döküyor, yeri geliyor dalları kırılıp, gövdelerini hastalıklar sarıyor, buna kendi kendilernie engel olamıyorlar. Bir yerleşke, şiddetli bir depremle yerle yeksân oluyor. Bir kasırga koca bir semti âdetâ boğuyor... İnsanlar açlığa da susuzluğa da ancak bir noktaya kadar tahammül edebiliyorlar, vesâire…

    Allah bize lütfetmiş olduğu akıl olsun, el, ayak, dil, dudak, göz olsun, mal mülk olsun ve elde edilen ya da ele geçen imkânlar olsun yine kendisi yolunda kullanmamızı, bu takdirde bu tercihlerimizden doğacak sonuçları dünyevî bir menfaat vasıtası olmaktan çıkarıp sonsuz ile takas etmeyi öğütleyip teklif ediyor...

    Mademki herkes sonsuza yol alıyor ve sonsuz hayatlarının selâmeti için eldeki tek yurt da dünyadır, düşünelim, insanların sonsuz mutluluklarına, esenliklerine, huzurlarına kastetederek ve âhiret selâmetleri adına dünyada iken [inanmadıkları] âhiret için önden hiçbir iyilik göndermeyerek Allah’ın huzuruna 0 iyilikle çıkmış olmanın beraberinde tonlarca kötülükle çıkanların kusursuz adâlet sahibi olan Allah nazarındaki hükmü ne olabilir?

    Evvelki mesajımda da belirttiğim üzere, kâfirlerin bütün iyilikleri, kendilerinde Allah ve âhiret inancı olmaması sebebiyle iyiliklerini inanmadıkları âhirete intikâl ettirebilmeleri mümkünât hârici kaldığından bu kesime Allah tüm iyiliklerinin bedelini tam tekmil bu dünyada sunar. Öte dünyada kendilerini cehennem’den kurtarmaya vesile olacak âhirete taksim ettikleri tek kırıntı iyilikleri de olmadığından bu azab sürer gider.

    Doğruluğuna inandığım bir atasözüyle bir kısım sözlerimizin üzerinden geçmiş olalım;

    "Ne ekersen onu biçersin."


    Sizin ifade ettiklerinize göre ilerliyor olduğumdan yine belirteyim;

    O sınıf örneği tek bir noktaya işaret eden yüzeysel bir örnekti. İnsanların, başkalarının ebedî hayatlarına kastetmesinin bedeli, [eğer Allah’ı ve Âhiret gününü bilinçli bir şekilde reddediyorsalar] kendi ebedî hayatlarıdır. Ve bununla beraber Allah’ın varlığını, dolayısiyle otoritesini de reddedenlerin ve âhiret gününü yalanlayanların âhiret için iyilik yapmaları ihtimâldışı olduğundan ve bilmemkaç senelik ömürlerine mukâbil âhirete sıfır biirkimle göç etmek sûretiyle zor olanı başardıklarından, doğrudan doğruya işledikleri ya da dolaylı yollardan sebep oldukları günahlarının bedeli ödenemez durumdadır.




  • @casper c;

    Yazılarınızdan bir anlam çıkmıyor.

    Yazan arkadaş bir güruh temsilcisi apaçık. Dümdüz düşünmek yeterli bir insan için. Sabahları uyanıyorsun gece, uykun geliyor.
  • Dogmalar için mantık aranmaz.Zira ol dedim oldu mantığı güdülür.Mantık arayanlarda zaten itimat etmezler.Hangi dogma olursa olsun.Günümüzün koşullarına aykırı olan dogmalar ayaklar altına alınır.Ayakta kalmaya çalışan dogmalar ise günümüzde olduğu gibi şiddet ve teröre teşvik ederek güçlü olmaya çalışır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kei$er$oZe

    Dogmalar için mantık aranmaz.Zira ol dedim oldu mantığı güdülür.Mantık arayanlarda zaten itimat etmezler.Hangi dogma olursa olsun.Günümüzün koşullarına aykırı olan dogmalar ayaklar altına alınır.Ayakta kalmaya çalışan dogmalar ise günümüzde olduğu gibi şiddet ve teröre teşvik ederek güçlü olmaya çalışır.

    Yanlış yorumluyorsunuz ve antipati topluyorsunuz. Kusura bakmayın ama, sonrasında bazı insanların dine yönelttiği "delillere" ve "mantığa" dayanan fakat inançlı bir insana göre "sert" gelen eleştiriler de zaten "savunma mekanizmaları" ile mantığını gizlemeyi tercih etmiş insanlar nezdinde boşa gidiyor.

    Dogmalar "bugün" şiddet ve "töröre" yöneltmek için oluşturulmamıştır. Zamanında, çıkar sağlamak için veya bir toplum düzeni sağlamak için oluşturulmuşlardır. Siz bunu lanse ettiğiniz gibi söylediğiniz vakit "nefret" uyandırıyorsunuz. Bir baba oğluna "bak gerizekalı oğlum" diye başladığı vakit, sonraki sözleri dünyanın en "hakiki" gerçekleri de olsa önemli değildir... Teşbihte hata olmaz.

    Dinde mantığa zaten yer yoktur. Burada çok önemli bir nokta var, din; insan mantığını "manipüle" eder. Saf ve lekesiz (herhangi bir inanç ve dogmanın etkisinde bulunmayan) mantığa nazaran hayli yanlıdır, çünkü belirli bir amaca doğru çalışır. Mesela "tanrının varlığı" ile ilgili bir soruya verilen cevap, "bakın şu kırlara-kuşlara, şu bal yapan arıya" olabilir.

    Ama dinde "saf ve bağımsız" mantığa yer olsa idi, başından beri "din-mantık" çelişkisi ile ilgili sorular sormazdım Özellikle işin bu kısmında duruyorum.

    Saf ve katıksız bir mantık ile bakan için...

    Kuran'da peygamberin "özel" işleri ile ilgili ayetlerin yeri yoktur,
    Kölelik-sakatlık ile ilgili sınıflandırma yapan ayetlerin yeri yoktur,
    Peygambere çıkar sağlayacak durum/ayetlerin yeri yoktur, (nihayetinde bunlara inanmamız bekleniyorsa, daha "etik" olmalı tanrının dini, Kuran'da 2013 yılının "etik" anlayışı bulunmaz)
    Evrensel ve sonsuza kadar geçerli olduğunu beyan eden bir dinde "hırsızın elini kesme" gibi bugün penceresiyle bakıldığında neresinden bakarsan "dökülen" geleneklerin yeri yoktur.
    Hakaretlerin ve toplumları yüzyıllarca "kine" sevk edecek "genellemelerin" yeri yoktur.
    "Muallakta" bırakacak ayetlerin, "yoruma" bırakılacak hadiselerin yeri yoktur. Tanrının kitabı "açık ve net" bir bütün sergilemeli ve sunmalıdır. (Esasında tanrının bir kitabı olabileceği düşüncesinin de mantıkla pek bağdaşır yanı yoktur ya, neyse...)

    Daha nicesini sayabiliriz ama, daha da işin "mantık" kısmına inersek; zaten işin en başında insanlara "çocuklarıymış gibi" yine insan eli ile "kitap ve öğütler gönderen" ve "ödülcü-cezacı" bir tanrının mantıkta yeri yoktur. Heleki hatalı kullara karşı "edebi ödül-ebedi ceza" öngören bir tanrı...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi PaiMei -- 11 Ekim 2013; 11:50:45 >




  • Birilerine sevimli gözükmek için yorum yapmam.Dogmalar(Her dogma değil) şiddet ve terörü teşvik eder.Nedeni ise ona karşı olan kesimi başka türlü sindiremez.Örnek verirsek sözde şeriat kurallarını uygulayan ülkelerde dogmanın yanlış olduğunu yada dogmaya inanmayanların bunu hayatlarıyla ödediklerini,diğerlerininde korktukları için ses edemediklerini biliyoruz.Mantık konusuna gelirsek ;eğer dogmanın mutlak dogru olduğu kabul edilirse mantık dışı yada bilimle çelişen yanlarının olmaması gerekir.İşte birisi tvye çıkıp ademin 5-6 bin yıl önce dünyaya geldiğini iddaa edip modern insana ait 190 bin yıllık fosil bulunuyorsa burada olsun kardeşim dogma yinede doğrudur demek olmaz.Tamam herşey mantığa uygun gelmek zorunda değil.Onu anladık ama verdiğim örnekteki gibide çelişki olmasın.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kei$er$oZe -- 11 Ekim 2013; 15:15:08 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kei$er$oZe

    Birilerine sevimli gözükmek için yorum yapmam.Dogmalar(Her dogma değil) şiddet ve terörü teşvik eder.Nedeni ise ona karşı olan kesimi başka türlü sindiremez.Örnek verirsek sözde şeriat kurallarını uygulayan ülkelerde dogmanın yanlış olduğunu yada dogmaya inanmayanların bunu hayatlarıyla ödediklerini,diğerlerininde korktukları için ses edemediklerini biliyoruz.Mantık konusuna gelirsek ;eğer dogmanın mutlak dogru olduğu kabul edilirse mantık dışı yada bilimle çelişen yanlarının olmaması gerekir.İşte birisi tvye çıkıp ademin 5-6 bin yıl önce dünyaya geldiğini iddaa edip modern insana ait 190 bin yıllık fosil bulunuyorsa burada olsun kardeşim dogma yinede doğrudur demek olmaz.Tamam herşey mantığa uygun gelmek zorunda değil.Onu anladık ama verdiğim örnekteki gibide çelişki olmasın.

    Birine sevimli görünme çabası ile ilgili değil benim söylediğim mevzu...

    Evet katılıyorum, bana göre de bütün dogmalar tehlikelidir. Hatta zamanında peygamberler ve sonrasında dini yaymaya çalışanlar yalanlar uğruna kendileri gibi olmayanların tabiri caizse analarını ağlatmışlar. Hristiyanı da, musevisi de... Hatta günümüzde bile. (İnsanlar birbirlerinin sadece inanç uğruna analarını ağlatmıyorlar, bahane çok bunu da eklemek lazım. Fakat din ve inanç en etkili silah)

    Fakat kaçırdığınız bir nokta var, insanlar dogmalara onların "kötü" olduklarını düşünerek veya "bilerek" inanmıyorlar. Dogmaların onlardan götürdükleri "nötr mantık ve akılcılık" eksikliğinde inançlarının bizim söylediğimiz gibi olmadıklarını iddia ediyorlar.

    Burada eğer amacınız o insanlara bilgi vermek veya size göre "uyandırmak" ise, sanki bilinçli olarak "kötü bir amaca" hizmet ediyorlarmış gibi hitap etmek yanlış. Biraz empati lazım. Samimi olarak inanan ve Kuran'ın ve dinlerin sizin gördüğünüz gibi olduğunu anladıklarında (çok zor bir süreç) dinleri terk edecek milyonlar var, çünkü insanların çoğu "düşünmeden" kabul etmişler ve hep bir "ön kabul" ile yaşamışlardır. Yine biraz özel olacak ama, annem üzerinde test edip onayladım durumu

    Sadece din şöyle, Kuran böyle, müslümanlar şöyle derseniz elinize geçen tek şey "içinizi rahatlatmanız" ve karşıdaki insanları daha fazla "kutuplaştırmanız" olur. Sözün özü daha az "itham", daha çok "kanıt-açıklama"



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi PaiMei -- 11 Ekim 2013; 15:31:17 >




  • Yahudi inancında, soylarının Sera/dişi' den geldiğine inanılıyormuş!

    Ortodoks Hıristiyanlar da, Kutsal Meryem Ana diyerek, soylarını ana/dişiye bağlıyorlar.

    Müslümanlarda da Ana/dişi Kutsal olunca, ibadet şekilleri mi farklı kılıyor?



    ABD’li Yahudi bankacı iş adamı David Rockefeller den...
    son yüzyılın en büyük itirafları.....
    Türk'lerin ve diğer insanların bilmesi gerekenler!

    İşte David Rockefeller’in söyledikleri:

    TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK

    Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

    1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI

    Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

    BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ

    En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.

    ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI

    Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.

    TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU

    Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

    "KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK

    Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.

    TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA

    Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;

    Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:

    Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

    İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.

    Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

    EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR

    Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

    Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.

    Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.

    Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.

    MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK

    Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.

    Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.

    Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.

    OSMANLI'YI YIKMAK ZOR OLMADI

    “Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.

    Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.

    HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR

    İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.

    ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA'YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI

    Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

    İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ'NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU

    Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.

    SOVYETLER BİRLİĞİ'NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ

    Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.

    ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK

    Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.

    VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ'NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI

    Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

    Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.

    Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.

    Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.

    Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.

    Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.

    İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

    Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

    1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.

    Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.

    ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA'DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI

    Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.

    Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.

    Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.

    Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.

    Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.

    Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.

    Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.

    1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.

    Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.

    Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.

    BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ

    Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

    İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

    New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

    Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;

    DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ

    “Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.

    NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR

    Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.

    Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler!İyi okumalar sevgili insanlar!

    Sevgilerimle ;

    Batuhan Oğuz Attila

    Kağan



    -Rocke feller: 1942'de TBMM'ni bastıklarını, 1946-147'de Demokrat Partiyi kurdurduklarını, Anadolu sermayesini, başta Celal Bayar olmak üzere birçok siyasetçiyi, aydınlarını ve din adamlarını da kendi saflarına çekerek, İsmet İnönü ile birlikte çok az insanı, siyaset alanında yalnızlaştırdıklarını açıklamamış.

    1950'de DP seçimleri ABD sayesine kazanmış oldu. Adnan Menderes abd yardımları ile ülke ekonomisinin çöktüğünü görünce, abd' den Aliağa petrol tesislerinin ve şişe cam fabrikalarının kurulmasını ister. ABD izin vermez. O da "Siz kurmazsanız, ben kuracak ülkeyi biliyorum" der ve abd' den ayrılır. İngiltere adası üstünde uçağı düşürülür, fakat Menderes kurtulur.

    Menderes, bu tesisleri kurması için Ruslarla görüşmeye başlar. ABD yanlıları da 1960 darbesine zemin hazırlarlar ve 1960 darbesini abd yaptırır.

    Bu olay da hiçbir suçu, günahı olmayan İnönü ve CHP'ye yüklenir.

    Rock Feller: "Aslında insanlar tarih kitaplarını okusalar, BÜTÜN GERÇEĞİ GÖRECEKLER ama insanoğlu için duyduğuna İNANMAK yeterlidir. Okumak çok zor gelir." demiş!


    1842- 1960 arasında olanlarla ilgili, 1960 sonrası yazılmış olan hemen hemen her şey abd' nin istekleri ve çıkarları doğrultusunda yazılmıştır.

    1950 - 2013 ... ABD'nin ve AB'nin çıkarları için çalışan Anadolu insanı sömürgeleştirilmiştir.

    1960'da, darbeci subaylardan asılan oldu, ordudan atılan oldu. Ordunun başına geçen subaylar 1960'da Devrim otalarını üretmek istediler. Karşı çıkanlar, Menderes'i de astıranlar olması gerekmez mi?

    Ülkenin dış borcunu içinizde bilmeyen yoktur. Bu borcu ödeyecek bizler değiliz. Rocke Feller'in açıkladığı gibi her iki taraf da güle oynaya ödersiniz. Amin.

    Abdullah'tan OLMA, Amine'den DOĞMA! (0+, >)!














    Yorum Yaz




  • Qur’an’ı anlamak, hikmetlerini kavrayabilmek için değil, bir dizi açık aramak üzere bakan bir gözdür esas, kendi aklını, manipüle edilmenin odağı konumuna taşıyan.
    Qur’an’ı özlisaniyle anlayabilecek mertebeye yükselebilmek için islâm âlimlerinini kat’ettiği meseafeleri kat’etmeden ya da tefsir ilmini gözardı ettiğiniz müddetçe sizin ve sizinle aynı durumda olanların, mesela daha önce örneğini verdikleriniz kadar daha Qur’an’da [varolmayan; ama var zannettiğiniz] pekçok çelişkiyi sunabileceğinizden şüphem yok...

    Dünyanın bir imtihân sahası olduğunu Qur’an’da defaatle ihbâr eden Allah, eğer kendisini ve meleklerini bu dünyada apaçık görmemizi sağlasaydı dünyanın imtihânlık sıfatı kalır mıydı?

    Dünyadan gelmiş geçmiş 124 bin peygamber ve 124 milyon evliyâ – esfiya [ve bence muhtemelen en az 124 milyon âlim ve yine en az bir bu kadar daha İslâm mütefekkiri] –ki bu mümtaz şahsiyetlerin hemen hepsinin hayatları çile çile çile ile doludur; fakat yine de en fazla şükredenler ve mücâdelelerini sabırla sürdürenler yine kendileridir, Qur’an’ın –hâşâ– bir çelişkiler ve belirsizlikler yumağı olduğunu farkedemediler de Qur’an’ı özlisaniyle anlayabilecek kapasitesi dahi olmayan bizler farkettik. Bravo bize…

    Hem bugün İslâm’ın dünyada hâlâ –gerçek rakamı bilmiyorum– diyelim ki 1 milyar mensûbu varsa bunu "tesâdüf" ile mi açıklamaya çalışalım?

    O, yok varsayıldığı takdirde –herhangi bir denklemi dengede tutan unsurun devreden çıkarılması gibi– her ne açıklamada bulunmaya kalkışılırsa kalkışılsın mesele döndürülüp dolaştırılıp "tesâdüf" ile irtibatlandırılmak mantıksızlığıyla sonuçlanacaktır.

    Patlamalar, bir yıkıma bir kaosa sebep olurlarken nasıl oluyor da [sâdece bir tahminden ibâret olan] o "Büyük Patlama" çok çok daha büyük ve derin ve tahripkâr bir kaosa sebep olmuyor da nasıl dünyanın ve evrenin bütün kademeleine varıncaya değin muhteşem bir intizâmı tesis ediyor?

    Bakın bu iddia yoldan çevrilen 7 – 8 yaşlarındaki bir çocuğa anlatılsa o dahi bulanmamış, berrak zihniyle fevkalâde berrak bir tarzda bu ididayı gülüçn bulacak ve o an çocuğun yüzünde, aklını devreden çıkarmış bir insana bakışın nasıl bir bakış olduğunun resmi görülebilir.

    Bakın işte bir noktada daha anlaşıyoruz; insanlar hangi bir dînin mensûblarının yada dinsizliğin estirdiği atmosferde doğmuş olurlarsa olsunlar, bir noktadan sonra sorgulamaya başlarlar. Çok hassas ve kırılgan bir süreçten alınların akıyla çıkabilirlerse onlar için ne a’la, yok bu kırılgan süreçten bir makas farkiyle öbür tarafa sürüklenirlerse pek yazık…




  • yazı uzun olduğu için alıntılamadım. Paylaşımın ıçin teşekkürler
  • quote:

    Orijinalden alıntı: imperium

    yazı uzun olduğu için alıntılamadım. Paylaşımın ıçin teşekkürler
    Öyle bir yazılmış ki tam rakipleri alsın kullansın diye. Bu kadar tertipli itiraf olabileceğini sanmam.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ar_tryk -- 12 Ekim 2013; 20:32:39 >
  • Rock Feller: "Aslında insanlar tarih kitaplarını okusalar, BÜTÜN GERÇEĞİ GÖRECEKLER ama insanoğlu için duyduğuna İNANMAK yeterlidir. Okumak çok zor gelir." demiş!

    Allah, ahadır ahad: Allah birdir bir, tek bir!

    Yani, Allah'tan başka varlık yoktur.

    Esmâül Hüsnal
    ZÂHİR: Herşeyde tecelli eden. Tüm yarattıklarında, KENDİSİNDEN GÖRÜNEBİLİR izler, işaretler bulunan!

    - "BULUNAN"' a ne diyeceğiz: Allah mı, Müslüman mı, yoksa Abdullah, Muhammed, Musa, Evliya, Enbiya bilmem kim mi diyeceğiz?

    BÂTIN: Gözle görünmeyen, HERŞEYDE kendinden bir güç bulunan!

    - "Herşeyde kendinden bir güç bulunan"' a: Müslüman, Abdullah, Amine, Muhammed, Musa, İsa, İbrahim, evliya, enbiya mı diyeceğiz?

    KARÎB: Çok yakında olan. Kullarına şah damarından daha yakın olan. Yakarış ve çağrıları DUYMADA HİÇBİR aracıya, âlete GEREK bırakmayan!

    -"Aracı: Peygamberler, evliyalar, enbiyalar, Şıhlar, hepsi aracı değiller mi?
    --------------------------------------------------------------------------------------
    -Şimdi yazacaklarımı, Alkan hücresi: Erkek: o+, dişi: >, DNA ve genleri düşünerek!

    -Allah ahaddır! Al kan hücresi, hücre olarak ahaddır, ama içindeki erkek, dişi, DNA ve genler olarak BİZ der!

    Esmâül Hüsnal
    Tohumun/spermin içinde Alkan hücresi olmasa, bu esmalar gerçekleşebilir mi?

    ALLAH: Yaratan, yapıp eden, ezeli, ebedi olan, varlığından başkasına muhtaç olmayan, eşsiz, ortaksız kudret!

    EVVEL: İlk. Başlangıcına zaman belirlemek söz konusu olmayan! (İlk oluşan Alkan hücresinin oluşumunu bilen var mı?)

    FÂLIK: Yarıp parçalayarak ortaya yeni bir şey çıkaran, TOHUM/DANE/spermlerin içinden yeni ürün çıkaran! (Alkan hücresi kendisini/tohum/dane/spermi parçalayarak ortaya yeni bedenleri kendisinden VAR etmiyor mu, içinden yeni bedenlerini ortaya çıkarmıyor mu?)

    FÂTIR: Yaratan. Birtakım varlıkları yarıp parçalayarak yeni varlıklara ve oluşlara vücut veren! (Tohum/dane/spermin içindeki erkek "o+", dişi ">" bedenin erkek veya dişi olmasını belirler, tohum/dane/sperm kendini parçalayarak yeni varlıklara ve oluşlara "değil, oluşumlara, oluşan bedenlere" VÜCUT verendir.)

    MUSAVVİR: Şekil, renk, ve desen veren. Görünüş kazandıran, görünüşü ahenkli kılan! (Al kan hücresi değil mi?)

    HAKK: Gerçeğin kaynağı ve belirleyicisi, her yaptığı ve emri gerçeğe uygun olan. Hakkın ve hukukun kaynağı ve belirleyicisi!

    -Yani, 99 Esmayı, Alkan hücresine uygularsanız, birbiriyle birebir örtüştüğünü göreceksiniz ve yüzüncü ismi Alkan hücresi olacaktır.
    -Alkan hücresi: Uyuma, acıkmaz, içindeki erkek ve dişi çiftleşmez, tohum/dane/spermin içinde Alkan hücresi yok ise, ondan beden de çıkmaz.

    BAKIN, "Yemin olsun ki" diyor Allah/Alkan! Müslüman asla bunu görmek, duymak istemez.
    A'RAF SURESİ
    52. Yemin olsun ki BİZ onlara, İLME UYGUN biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir KİTAP getirdik. İNANAN bir topluluk için bir KILAVUZ, bir rahmettir o.

    - Hiçbir inanan/inançlı olan topluluk bu ayeti görmek istemiyor. Allah/Alkan Yemin olsun ki İLME UYGUN diyor, Müslüman ise Kuran ilimle açıklanamaz diyorlar!
    -Kuran, yalan mı yazıyor? Müslüman mı yalan söylüyor?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Dinler dogmadır ve sonuçta sizden çok daha büyük bir zekanın, sizin asla ulaşamayacağınız bir bilgi birikiminin emirleri olduğu düşünülür ve sizin aklınıza yatması değildir önemli olan. Bu nedenle de dogmadırlar ve dogmalar sorgulanmaz; uygulanır. İnanç bu noktada değerlidir ve inanmak için mantığa ihtiyacınız yoktur.

    Demekki mantık insandan insana değişebilen bir kavrammış. Öyleyse ben de rahatlıkla "inanmak için mantığa ihtiyaç var" diyebilirim. Çünkü bana göre de cansız varlıklardan canlı oluşması son derece mantıksızdır. Bir insan ömrü böyle birşeyin mantıksızlığını tecrübeyle doğrulayabilecek kadar uzundur. Nasıl ki matematikteki mantıkta sadece iki ihtimal varsa burada da sadece iki ihtimal var. Ya tesadüfle olacak ya da bir bilinç ile. Siz, mantığını kullanıp ikincisini doğru bulan birine dogmalara inanıyor derseniz bu olmaz.

    Gelelim dinlere. Bir kelimenin anlamı her sözlükte farklı yazıyor olabilir. Birşey hakkında insanlara soru sorduğunuzda herkesden farklı cevaplar alabilirsiniz. Siz kendi din tanımınızı yapmışsınız. Aynı soruyu yobaz bir müslümana, samimi bir müslümana ve gerçekten farkında olan bir müslümana sorduğunuz zaman hepsinden farklı cevaplar alırsınız. Yani demek istediğim sizin son birkaç yüzyıldaki dünyevi olayları değerlendirip dogma olarak tanımladığınız şey gerçekte farklı birşeydir.

    İnançlının yobazına yaratıcıyı nasıl kanıtlarsın dendiği zaman dinleri ve kutsal kitabını örnek gösterir. İlginç bir şekilde ateistin yobazı da aynı şeyler üzerinde görüş bildirerek yokluğunu kanıtlamaya çalışır. İş dinlere ve kitaplara gelene kadar kafada netleşmesi gereken o kadar çok şey var ki. Bunlar yerine oturmadan bütün tartışmalar boşa. Hiçkimse samimi değil.




  • Sayın @birturk

    Rockefeller ait olduğu söylenen yazını aslı astarı yoktur, yazıda geçen olayların çoğu belgesellerde yada tartışmalarda farklı farklı yerlerde geçiyordu.

    Örneğin Hitler'e bağlı olduğu kilise tarafından Alman halkının üstün halk olarak inandırılması, ülkeyi savaşa sürüklemesi, ölüm kamplarında gaz odalarında öldürülenlerin aslında pek azının gerçek yahudi olduğu, Amerika'nın Rusya'dan önce davranarak esir kamplarına girip delilleri yok ettiği, bu savaşta 4 büyük yahudi ailesinin parmağı olduğu gibi bilgileri national geographic belgesel yapmıştı, bizzat izledim fakat tabi bunlar iddia gerçekliği tartışılır.

    Asırlardır sistemli bir şekilde Dünya'yı ele geçirme planları olan, bu doğrultuda milattan önceden beri toplumsal din-inanç sistemleri geliştiren büyük yahudi kökenli aileler, bakın itiraf ediyoruz biz sizi böyle kandırdık şeklinde bir yayın yapmaları gerçekten komik olurdu, haa iddiaların belki %100 ü gerçektir birşey diyemiyeceğim ama bu yazılanların Rockefeller'a ait olduğuna dair kuvvetli bir kaynak yoktur.




  • 
Sayfa: önceki 1112131415
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.