Şimdi Ara

Din ve İnançlar Üzerine (11. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
362
Cevap
20
Favori
13.379
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 910111213
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • PaiMei kullanıcısına yanıt
    Hocam anlamadigin veya tekrar ediyorum anlatamadigim nokta su

    Siz kimin inkarci
    Kimin inanmamis
    Kimin inancli
    Kimin Allah in yolundan gittigini bilemezsiniz

    Bosuna dememisler

    Para ve imanin kimde oldugu belli olmaz
    .
    .

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: PaiMei

    quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    quote:

    Orijinalden alıntı: PaiMei

    İsveç'te doğan yüzde 1-2'nin müslüman olması, geri kalan yüzde 97-98'in cehennemi hakettiği anlamına gelir mi? Esas mantık komedisi burada işte.

    İsveç'te doğan çocuk Cehenneme gider diye Kuran2ın bir yerinde bir ibare var mı myoksa bu sözü sen mi uydurdun ? İlave edeyim, Kuran'da şurada doğan bir adam cennete gider diye bir ibare var mı ?


    Yukarıdaki çarpıtman yetmedi, şimdi yenisini mi deniyorsun?

    "İsveç'te doğan yüzde 1-2'lik müslüman kesim dışındakiler cehennemlik" demişim. Benim kullandığım bu cümle ile senin benim kullandığımı iddia ettiğin "İsveç'te doğan çocuk cehenneme gider" ifadesi aynı mı? Pes...

    Bir kere çocuklar cehenneme gitmez, bu çarpıtmayı burda sonlandıralım.

    İkincisi, İsveç'te doğan çocuklar büyüyüp mesuliyet yaşına geldikten sonraancak "tahmini" yüzde 1-2'lik oran dışında müslüman olmadan ölüyorlar. Müslüman olmadan ölenler ise "cezalarını çekene kadar" cehenneme giderler. Var mı sorun? Yok. Çarpıtmaya gerek var mıymış? Yok.

    Yani sen İsveç'te doğsaydın sevgili X Files, yüzde 98 ihtimalle cehennemde olacaktın. Orada yıllardır insanlar doğup ölüyor ve olasılıklar böyle söylüyor... Çarpıtmaya, konu dağıtmaya, uydurmaya gerek yok.

    Hele ki İsrail'de doğsa idiniz, düşünün...

    Şurada doğan insan cennete gitmez. Ama bir insanın müslüman olarak doğması ile, hindu olarak doğması ve sonrasında "aynı kıstaslarda" sınava tabii tutulmasındaki "adaleti" de siz açıklayıverin bir zahmet...

    Lafları çarpıtıyormuşum ?

    Sen niyet mi okuyorsun yoksa biletçilik mi yapıyorsun ? İfade var mı yok mu ? Yok % 98 ihtimalle falan diyorsun ama % 98 ihtimalle sen de Müslüman olacaktuın bu topraklarda olduğun için.

    Öyle mi ? Değil. Yani Sen Müslüman bir ülkede yaşamana rağmen "ben kendi iradem ile İslamı reddediyorum" diyorsun buna kafan basıyor ama diyorsun ki İsveç'teki adamın aklı yok, kendi dinini kendi seçemez...

    Pes doğrusu.

    İki yüzlüsünüz deyince kızıyorsunuz...




  • İlahiyat camiasında genelde her toplumun değerlendirilmesinin ayrı ayrı yapılacağı ifadesidir..
    yani diğer inançdan insanların direk cehenmeme gitmeyeceklerini söylemek isterler..o zaman yaratıcı neden bir elçi gönderme ihtiyacı duysun ki, değil mi.öte yandan bu ayetlerin arasındaki çelişki gündeme geliyor.ama eminim bunun da bir yorumunu yapıyorlar..
    dolayısı ile dini ve din kitaplarını rehber alarak bir düzen, yönetim kurulamaz. ki anlaşmazlık daha islamın ilk yıllarından itibaren başlıyor, ve devam ediyor.
  • emirkaans kullanıcısına yanıt
    Erkek sembolü "0+", dişi sembolü ">" bunlar. Bunları bilmeyen kişi ilkokulu bile bitirememiştir.

    birtürk'e gelince: O Türk kan hücresi içindeki "o+" erkek budur. Cennetteki Türk'tür ve ölümsüzdür. (O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak)! Birtürk beden değildir. Çünkü bedenler ölümlüdür. Her ana oluşan ve bozuşandır.

    Bilme, açıklayabildim mi?
    MEVLANA
    MESNEVİ
    Çeviren: Veled İZBUDAK
    Cilt: I. sayfa:310, Beyt: 3895
    "O zaman, yüzlerce Âdem'in perdesini yırtar, yüzlerle yeni Müslüman olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır!"

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • A'RAF Suresi:
    52. Yemin olsun ki BİZ onlara (inanmayanlara), İLME UYGUN biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap GETİRDİK. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.

    Bu ayete, ne inananlar ne de inanmayanlar olsun hep görmezden geliyorlar!

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Konunun özetini geçiyorum:

    Herkes işine geldiği gibi :P

    Çevremde çok insan var beş vakit namaz kılıp da ikiyüzlülüğün envai çeşidini yapan. Beni yalancı ikiyüzlü yerine koyan.
    Yanımda çalışan Müslümanım, aleviyim diyen Fatiha bilmez adam bile onların hepsinden daha dürüst. En azından sözünü esirgemeden insanın yüzüne konuşabiliyor. Bilmediğini bilmiyorum diyebiliyor.

    Vakit namazını teheccud yerine kılıp da daha büyük sevaba girdiğini sanan, Allah'ın adıyla halayda zikir çeken çapsız Müslümanlardan daha samimi geliyor öylesi insana.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Soru;
    Her toplum ve bu toplumdaki insanlar kendi durumlarına göre bir değerlendirmeye tabi tutulacaksa,
    yaratıcı neden 610 yılında bir elçi göndermiş?
    ("..ibrahimi inanç bozulmuş.." gibi klasik bir cevap pek doyurucu değil gibime geliyor)
    Allah inancı ve ibadetler islam öncesi ve sonrası devam ediyorsa yaratıcı sadece putları kaldırmak için mi elçi göndermiş?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    Ben insanların yeteri kadar okumadıklarına inanıyorum.

    Yeteri kadar araştırınca insanın varacağı nokta genelde Antony Flow gibi oluyor.

    Dinleri iyi anlamaya çalışmak lazım. Ne istiyorlar ve ne vaad ediyorlar ? Çünkü ne anlatmaya çalıştıklarını iyi kavramadan bir değer yargısına sahip olmak insanı hatalı yerlere götürebilir.

    Örneğin bir insanın günümüzde bir yaratıcının var olup olmadığını araştırması ve var olduğunu hükmetmesinden sonra hangi dine inanacağına kanaat getirmesi ne kadar zaman alır ?

    H.z. Ali nin güzel bir lafı var. Önce Hak'kı öğren ki sonra haklıyı öğrenebilesin.

    Antoy Flow için bu süre belki 30 seneyi buldu. Tam aksine Turan dursun da senelerce sonra Flow un tam aksi bir yönde hüküm verdi. Bu kişi ve olayların hemen hiçbirisinin doğru olduğunu söyleyemezsiniz.

    Çünkü doğru kavramı bakıldığında bir şeyin deneysel olarak test edilebilir sonuçları ile deneylemeden önce edilen ifadelerin örtüşüp örtüşmediğine bakar. Oysa din inanç üzere kurulmuştur.

    Basit bir tarif ile açıklamaya çalışayım.

    Bir binanın dışındayız. İçeride bir mutfak var. Mutfak dolabında da belirli sayıda bardaklar var. Binanın önünde de birisi var.

    Bu kişi bize bina içerisindeki bu mutfakta 50 tane bardak olduğunu söylüyor. Bizde tamam diyoruz. Bizim elimizde anahtar yok. Kapıdan geçip bu durumu görebilmemiz için de belirli bir süre geçmesi gerekecek.

    İşte din budur. Ya kapıdaki adama inanır içeride bardak olduğuna ve sayısına İNANIRSIN veya bilim insanlarının bir kısmının değdiği üzere benim için içerideki bardaklar sayılabilir veya görüntülenebilir olmak sızın ben bunların var olduğunu söyleyemem dediklerini kabul edersin.

    İşte din diyor ki, sen adına ne dersen de, bütün her şeyin sahibi o binanın da, bardağında seninde sahibin benim ve seni ben yarattım.


    İster inanırsın ister inanmazsın.


    Diğer tarafta birden fazla din olmasının veya ardı sıra gelen bazı dinlerin ve neticede cennete gidilemeyeceğinin öyküleri var. Ama kaçırdığınız bir şey var ki, İslam sadece söylevi kabul etmiyor.

    Yani şehadet getiren herkes cennete gidecek diye bir kural kaide yok. Düşünün milyarlarca insan hayatlarında bir şekilde şehadet getiriyor hatta olmadık şeyler yaparken bile söyledikleri bu kelimeyi son nefesini verirken söyleyemiyor ?

    Daha derin fıkıh içeren konular var. Dinler ile ilgili. Gerçekten okumak ve araştırmak gerekiyor.


    Bizim hatamız biz bu konuları bir kaç gün veya birkaç aya indirgemeyi çok matah bir şey olarak görebiliriz. Ama ben hak yolunda 10 sene araştırma ile geçirip Müslüman olan bir sürü insanı dinleme fırsatım oldu.

    Kimi 3 kimi 5 sene. Kimisi çok basit şeyler neticesinde kimisi arka arkaya yaşadığı şoklar ile bir inanca sahip olduklarını söylüyorlar. Ama biz yeterince araştırmıyoruz.

    Sad Suresini okuyan bir adam tasavvufi akımların etkisine katılıp kendisini Yaratıcının bir parçası olduğunu düşünmesi gayet doğal. Ama Meryem Suresini bilseydi, Sad Suresi 72. Ayeti o şekilde yorumlamazdı.Hatta bunun yanında Bakara suresinin bir bölümü Araf suresi, Mülk Suresinden haberi olsaydı Yaratıcının kendisinden ne demek istediğinin farkında olurdu.

    Ancak bizim tartıştığımız şeyler ne bunlar ne de Yeni Ahitte H.z. İsa'nın Havari Paul e kadınların saçlarını tıraş etmelerini emreden ayet ile Nisa ve Nur Surelerinin bağlantılarını H.z. Muhammet A.s. ın neden Veda Haccında "emri bil maruf" yapılmasını istediğini de H.z. İsa nın sadece havarilere dini öğretileri yaymakla görevlendirdiğini iyi bilmek lazım.

    İnsanın ne olup ne olmadığını iyi analiz etmek lazım. Evrim teorisine göre insan sadece basit bir canlı yani "hayvan" mı yoksa Bakara 30 a göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi mi ? Yoksa yine Kuran da geçen Araf Suresi 179 Ayetinde yorumlandığı gibi bir canlı mı ona karar verenin de kim olabileceğini iyi kavramak gerekiyor.

    Tabi bunlar için önce okumak sonra çevremizi gözlemlemek lazım. Trendin okumadan öğrenmeden etrafa bir şeyler anlatma arzusu içinde olan kişilerin olması ayrıca din mensuplarının hayatlarını kitaba uydurmaya çalışmak yerine kitabı kendilerine uydurmaya çalışmaları sonucu insanların kafasını karıştırıyor.

    Veya Farzları terk edip sünnetlere yapışmaya çalışan veya 1000 tane sünnetten sadece şekli olanları uygulamaya çalışıp Cumartesi Balıkçıları gibi Allah'ı ve yarattıklarını da kandırmaya çalışan kişilerin olması dinlerin değil insanların kötülüğünü göstermesi gerekirken yaşantısını meşru göstermeye çalışan kişiler tarafından kişilerin değil dinlerin hatalı olduğunu söylemeye çalışan bir kesim de var...

    Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. İşaret parmağımda yara var ve yazmakta güçlük çekiyorum biraz. İlerleyen zamanlarda konu yerli yerinde olursa yine paylaşımlarda bulunuruz...



    Verdiğin bina-bardak örneği cok talihsiz olmuş.

    Birileri bize yaratıcı var dedi diye inanmıyoruz. Sorguladığımız için inanıyoruz.

    Dolayısıyla "ya inan ya inanma" kuramı asılsızdır.

    Yine teolojide insanlar olabailite kuramına düşkündür. Burdaki kaide, objelerin kendiliğinden yaratılamayacağı olgusudur. Özellikle evren kadar sofistike bir objenin bu denli var olması ve yine insanların kendilerini bu objenin merkezinde görebilmeleri; objeleri kavrayabilmeleri onlara aslında tüm bunların bir tesadüften öte olduğunu doğruluyor. Sorgulamanın neticesinde doğrulama yankılanıyor. Çünkü evreni gözlemlediğimizde olabailite kuramı bizlere bir yaratıcının var olduğu gerçeğini doğruluyor. Dolayısıyla "inanmak" ağır basıyor. Halbuki verdiğin bina-bardak örneği tamamen pasif, sorgulama gerektirmeyen 50:50 bahis. Olabiliteden uzak...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Biraz uzunca oldu sanırım; ama konuyla alâkadar olan herkesin tamamen okumasını ricâ ederim.


    @emirkaans

    Bir devletin bir atılımının, bir taarruzunun güç için daha fazla toprak parçası için olduğunu ifade etmek o devleti zan altında bırakmaktır. Senin de hakkını teslim ettiğin hoşgörülü bir medeniyyet kâbil miki sırf daha fazla güç ve daha fazla toprak parçası elde etmek için harbetsin? Bunun elbetteki bir dizi haklı sebepleri vardır…
    Yani düşmanca niyetler taşıyan kâfir topluluklar müslüman memleketlerini işgâl edip maddeten ve mânen sömürecekler ve işkence edecekler ve siz [zamanında] dünyanın 1 numaralı otorite devleti olarak buna sessiz ve tepkisiz kalacaksınız? Kâbil mi?

    Konu mademki bu noktaya geldi ve belirtmemde de bir sakınca olmadığını düşünürek şunu belirteyim bu noktada; İslam’a inanalım ya da inanmayalım, Kadîm İmparatorluğun toprakları üzerinde yaşayan memleketleri, –geçmişte olduğu gibi– yegâne maksadları insanları sömürmek olan Haçlı Ordusu’nun karşısında bir ve beraber / tek bilek ve tek yürek tutacak olan tek tarîk İslam’dır. Peki niye? Çünkü islam, siyah-beyaz, türk-kürt-acem- arab…- müslüman-hristiyan-yahûdi-budist-ateist- vesâire ayrımı yapmaksızın, başka bir ifadeyle herkesi "insan" temel kategorisinde değerlendirerek parçalara ayrılmış olanı yeniden bütünleştirir. Yine tersinden düşündüğümüzde; misal, Türk ırkını bayraklaştırmak, önplanda tutmak,Türk ırkını mutlak sûrette yalnızlığa mahkûm eder. Çünkü Türk ırkı bayraklaştırmakla Kürt ırkına, Arab ırkına, Acem ırkına Çeçen ırkına "ikinci sınıf ırklar kategorisi" yaftası yapıştırılmış olur. Anne ve babamızın ırkını biz seçemediğimize göre, Türk bir annenin ve babanın bir evlâdı olarak doğmuş olmakla iftihâr etmek bütün bütün mantıkdışıdır. Şunu da sırf yeri geldiği için belirttiğimi bilin ki annesi de babası da Türk olan bir Türk kardeşiniz / arkadaşınızım. Türk olmam bir iftihâr vesilesi olmadığı gibi birilerin Kürt, Arab, Çerkez… olması da bir utanç vesilesi, bir tâlihsizlik aslâ değildir. Onların bizlerden ahlâken daha yüksek olamayacaklarına bir kanıt, bir sebep de değildir. [Mantıken haksız bir sûrette] Türk ırkını bayraklaştırdığımız takdirde, Kürt içerlenir buna ya, Acem gücenir, Arab utanır, Çeçen darılır… Ve bir zaman sonra açıkça görürüz ki paramparça olmuşuz...


    İkinci bir meseleye geçelim.

    Benimkisi sâdece, temeli Qur’an’a ve bu bağlamda aklıma da dayanan –istisnâların kâideleri bozmayacağı türden–bir tespite işaret etmekten ibâret. Ve böylesi bir tespit de gayr-i müslim kesimi teşkîl eden insanlardan hoşgörünün esirgenip onlara zulümkâr davranılacağı anlamına gelmez. Sâdece ve sâdece, onlara sağlanan güvencenin, iktidarı devraldıkları ya da iktidara ortak oldukları takdirde, onlar tarafından –kendi dünya görüşlerinden ötürü– müslümanlara tamamen veya kısmen sağlanmayacağına ya da nu mes’uliyetin savsaklanacağına işarette bulunuyorum. Bu gerçeği de, bilinçli müslümanların sâdece dindaşlarına değil, hangi [temelinde "Tek Allah" Ya da "çok tanrı" olan" bir] inanç sisteminin mensûbu olursa olsun ya da bu tür bir inancı olmayanlardan olsun, insanlara karşı mes’uliyet altında tutulmuş olmalarına ve bu mes’uliyetlerin ebedî hayatlarının selâmeti veya hüsrânı ile doğrudan doğruya alâkadar olmalarına karşın, Allah’ın varlığını reddedenlerin kendilerini hiçbir üstün kudrete karşı (bilhassa yürekten gelen bir teslimiyetle) biâd etmemiş olmaları, onları, son tahlilde son derece tehlikeli kılar…

    Fakat yine de bazı kâfirler –büyük olsun / küçük olsun tüm hatâları ve günahlarını hiç hesaba katmaksızın bildiriyorum–bazı müslümanlardan daha güzel bir ahlâka sahip olabilirler ve bunlar müslümanların bir kısmından çok daha büyük ve faydalı işlere vesile olmuş da olabilirler. Fakat birkaç mesaj evvel arzettiğim üzere, icraatlar Allah nezdinde ikiye ayrılırlar, dünyevî maksadlı ve uhrevî maksadlı olmak üzere. kâfirler zaten Allah’a ve âhiret hayatına inanmıyor olduklarından yaptıkları iyilikler ve vesile oldukları işler her ne kadar geniş çaplı olursa olsun ve her ne kadar geniş bir sahada yankı uyandırırsa uyandırsın, tüm iyiliklerini Allah’ın varettiği yeryüzünde ve Allah’ın nimetleri üzerinden tasarrufta bulundukları gerçeğini O’nun varlığını en baştan reddetmek sûretiyle alacakları semereyi bütünüyle dünyevî noktaya indirgediklerinden Allah da tam da istedikleri gibi ücretlerini dünyada bunlara peşin olarak takdim etmek sûretiyle bunlar âhiret hayatına bir 0 (sıfır) ile göç etmeyi tercih ettiklerinden dolayı elbetteki ve elbetteki ebedîyyen sürecek cehenneme sevkolounacaklardır. Bunun Qur’an üzeriinden bir izâhı için lütfen bakınız;

    [Qur’an’ın 40. Sûresi olan] Mü’min [ya da "Ğâfir"]Sûresi’nin [Kur’an Mesajı isimli eserde Ğâfir Sûresi olarak geçmekte] 12. Âyetine ait 10 numaralı tefsir notunda bahsi geçen zümre her ne kadar günahlarının ağrılığı sevaplarının ağrılığına galebe çıkmış olmakla eldeki sevaplarının günahlarının bir kısmına keffâret tolup geriye kalan günahlarının ağırlığı miktarınca geçici bir süreliğine cehenneme sevkolunacak zümreye yönelik olsa da meseleyi aydınlatır mâhiyettedir;


    Önceki âyetin sonunda yer alan günahkarların sorusunun cevabı, Hz. Peygamber'in şu temsili sözünde bulunabilir : ''[Hesap günü,] cenneti hak edenler cennete girecekler, cehennemi hak edenler ise cehenneme. O zaman Yüce Allah şöyle diyecektir : 'Kalplerinde bir hardal tanesi kadar imanı [veya, bazı rivayetlerde 'iyiliği'] olan herkesi [Cehennemden] çıkarın!' Bunun üzerine, o ana kadar yanmış olan cehenneme ehli oradan çıkarılacak ve Hayat Irmağı'na ( River of Life ) atılacaklar: ve sonra bir akıntının kenarında yetişen otlar gibi hayata geri dönecekler [lafzen, “filizlenecekler”]; sen onun nasıl sarardığını ve tomurcuklandığını görmez misin? (Ebû Sâ’id el-Hudrî’den naklen Buhârî, Kitâbû’l-Îmân ve Kitâbû Bed’u’l-Halk, ayrıca Müslim, Neseî ve İbni Hanbel). “Sararmış” ve “tomurcuklanmış” -yani, taze ve açık renkte- şeklinde tanımlama, bağışlanan günahkarların yeni hayatlarının tazeliğini gösterir. Bunun, hesap günü, günahkarların kendilerine yeryüzünde bir “ikinci şans” verilmesi şeklindeki ümitsiz -çünkü anlamsız- istekleriyle bir ilgisi yoktur. (karş. 6:27-28 veyâ 32:12), Ayrıca bkz. 6:128’in son cümlesi ve buna ait not 114


    Dikkât ettiniz değil mi? "Kalplerinde bir hardal tanesi kadar imanı [veya, bazı rivayetlerde 'iyiliği'] olan herkesi"

    Bütün kazanımlarını dünyevî maksadlara fedâ eden kâfirler [inanmadıkları] Âhiret hayatına 0 (sıfır) yatırımla yol almayı tercih ettiklerinden–çâresiz– ebediyyen cehenneme sevkolunacaklardan olacaklardır.


    Bence, benim gözlemlerime göre; Allah zaten düzgün bir ahlâkî hayat anlayışını kendisine rehber edinip hayat sürenlere bir zaman sonra İslam’ı tanıtıyor –ki yaradanını tanısın ve kendisinde eğri olan noktaları düzeltip eksik olanları tamama erdirsin de en ideale doğru yol alabilsin.

    Şunları da kaydedeyim; yine bence, benim gözlemlerime göre, zaten daha en başından tercihleri düzgün bir ahlâkî hayat anlayışıyla ters düşenler Qur’an ile tanışmak şerefine bile ya nâil olamıyorlar ya da Qur’an’ı esâs mânâsıyle anlama şerefine nâil olamıyorlar…

    Üzerinde düşününce, hemen her yasaklamanın, hemen her öğüdün ve hemen her tavsiyenin ve hemen her telkinin hikmet-i ilâhiyesini görebiliriz…


    Bir müslümanın mı, yoksa bir ateistin mi daha samimi olduğu sorunuza gelince;

    Bir müslüman sizin belirttiklerinizden çok çok öte şöyle düşünür; "Mademki bizi ve bütün evreni ve evrenin kapsama alanına giren heryeri ve herşeyi O Tek Allah yaratmıştır. Ve mademki bize bu aklı bahşseden de O’dur. Bir yaradılanı en iyi tanıyan ve o yaradılmış olana en iyi hâkim olan O’nu yaratandır, heleki bu yaradan, kusursuz ve bütün eksikliklerden ve bütün ihtiyaçlardan münezzehse ve buna kesinlikle inanılıyorsa kendi aklımızı Qur’an eşliğinde kullanmak sûretiyle ahlâkî açıdan en yüksek mertebelere çıkmayı hedeflemek bence son derece samimi.

    Birkaç gün önce yatağıma son derece yorgun bir şekilde kendimi bıraktığımda, gecenin sessizliğinde nefes alışverişimi gür sadâ ile duyabildiğim, hissedebildiğim gecelerden bir geceydi. Bu süreç içersinde düşündüm, göğsüm kabarıp geri çekiliyor kabarıp çekilyor, sanki bana ait değil –ki zaten öyle… Sanki esas ben bir sandalın üzerinde, ufku, durduğum yerden seçilemeyen bir denizde ilerliyor gibiyim. Ve o sandal benim vücûd elbisem, onu istediğim yere sürebiliyorum; ama enerjisi bir noktadan sonra tükenecek ve enerjisi tükendiği zaman da ondan ayrılacak gibiyim. Çok iyi idrâk edebiliyorum ki ,bana ait değil, şu elbiseye en basit bir ihtiyacı olan nefes alış-verişi sağlayamıyor olmam bile, şu çağrışımı yaratıyor zihnimde; "O hâlde gözler de kulaklar da çene, dil, dudak da senin değil, şu akıl dahi senin değil. Ancak sana bahşedilmiş birer nimet."

    Bunun akabinde binlerce kendi kendimize sorular sormak ihtiyacı doğar. Bütün bu soruları esasta bana ait olmayan bir tek aklın yordamıyla mı açıklamaya kalkayım? Böyle bir işe kalkışırken de sürekli devamededuran nefes alış-verişlerimi kime borçlu olduğumu ("Allah’ın dâimâ hayat bahşeden sınırsız kudret sahibi" olduğu gerçeğini) gözardı ederek..? O’nun silâhıyla, silahı esas turan dahi O iken O’na karşı harbetmek..? Hiçbir cihetle aklım buna müsaade etmiyor.
    Kendisine göre etik değerleri olan bir ateist de bence samimidir samimi olmasına; ama –başlarda bir yerde izâh ettiğim üzere– etik değerleri hakikatte etik olanları kendisine fayda sağlar; fakat sâdece dünya hayatında…

    Bu bağlamdaki ikinci sorunuza cevabım da şudur;

    Ezelden beri varolan ve ebediyyen de varolacak olan ve kudretinden dahi hiçbir zaman hiçbir şey eksilmemiş ve eksilmeyecek olan, kendisine hiçbirşeyin hiçbir şekilde en ufak bir yorgunluk dahi veremeyeceği Allah, evren herşeyden evvel O var olduğu için varolduğuna göre ve bizlere dünyanın bir imtihân dünyası olduğunu, bu dünyanın bir de âhireti olduğunu pekçok kere ihbâr ettiğine göre Allah’ın sözleri dururken ve va’dettikleri ayan beyân ortadayken niçin kendimize göre bir hayat anlayışı inşâ edelim ki..?

    İnsanları birer vesile olarak telâkki edip Tek esas yardımcının O olduğunu düşünüyorsak niçin bize dâimâ yâr ve yardımcı olmasını dilemeyelim? Ve niçin ebedî bir saadet ve selâmetimiz için bilmemiz lâzım geldiği hâlde bilmediklerimizi bize öğretmesi ve belletmesi için bize destek olmasını istemeyelim?

    Biz müslümanlar, eğer aklın Allah’ın bir nimeti olduğuna inanmışsak ve Allah’ın tahrif edilemez kutsal kitabı Qur’an’a inanıyorsak, aklımız ile Qur’an’ı aynı safa getirip Qur’an’ın önderliğinde niçin müttefik bir güç hâline dönüştürmeyelim? Niçin Qur’an hakkındaki telâkkimiz önyargıların ve peşin hükümlerin kurbanı olsun…?

    Allah’ın, kulları olarak bize ihtiyacı yoksa; fakat buna rağmen bu dünyanın bir imtihân dünyası olduğu husûsunda hayatın eliyle bizleri uyarıyorsa, ve öte taraftan bizim ise her soluk alışverişimize varıncaya kadar olan O’na bağımlılığımız yine de O’na biâd etmeye bizi sevketmiyorsa Allah bize niçin Qur’an’ın rehberliğini bahşetsin ve niçin Qur’an’ı derinlemesine kavramayabilmemiz için bize yardım etsin?

    Dün bir arkadaş farklı bir konu üzerinden, evreni ve evrenin içersinde olanları kabataslak olarak gösteren ve evrende âdetâ bir tur attıran duru bir şekilde hazırlanmış şu çalışmayı göstermişti;

    http://htwins.net/scale2/lang.html


    İşte Allah bu denli karmaşayı kusursuzca var eden ve kusursuzca işletedurandır.



    @PaiMei

    Çok basit sorular üzerinden gidelim; herhangi bir branş üzerine bir ilkokul ya da ortaokul öğretmeni olsanız dersin akışını ve sınıfın huzurunu bozan öğrenci grubu ile dersin akışını bozmayıp, sınıfın huzurunu da bozmayıp, aksine dersin akışına ve sınıfın huzuruna katkı sağlayan öğrenci grubunun olduğu bir sınıfta ;

    a-) Her iki gruba da ödül mü verirsiniz?

    b-) Her iki gruba da cezâ mı verirsiniz?

    c-) Her iki gruba da sessiz ve tepkisiz mi kalırsınız?


    Çevre – genetik (sanırım burada her insanın "yaradılıştan sahip olduğu yatkınlıklar"ı ya da "insan doğası"nı kastediyorsunuz) – âmel arasında kurduğunuz korelasyonda 2 adet öğe eksik; akıl ve irade.

    Sözünü ettiğiniz durum hayvanlar için geçerlidir,dilerseniz en önde gelen bilim câmialarına da danışabilirsiniz…


    Bir İsveçli’nin bir diğer İsveçli’ye ya da bir Somalili’nin diğer bir Somalili’ye "Türkiye’de yaşıyor olsaydık dîndar birer insan olurduk, öyle değil mi?" dediğini bir düşünsenize. Ya da İslam’ı bir terör dîni vehmeden ve müslümanlara da terorist gözüyle bakan pekçok Avrupa’lıya göre kendimizi bir düşünelim… Son belirttiğim hâriç, başta belirttiğim ve buna benzer şekilde türetilebilecek örneklerin tümü birer zan[dan ibâret], değil mi?

    Bazı ifadeleriniz buradaki bazı arkadaşlar gibi önermeleri aklıma getirdi, sanki şöyle bir anlam yüklüyorsunuz belirttiklerinize;

    "Birkaç İsveçli gördüm, vücûdu dövmelerle kaplıydı. O hâlde bütün İsveçlilerin vücûdları dövmelerle kaplıdır."

    "Birkaç Somalili gördüm, hemen yakınında da bir akbaba… O hâlde bütün Somalililer’i, Akbabalılar gözlerine kestirmiş durumda." Gibi…

    Bunlara ilâveten hemen sonraki mesajınızda gördüğümüz bir nokta "yok artık" dedirtecek türden, ne dir o?

    ‘ İsveç'te doğan "çoğunluk" cehenneme gidiyor ‘

    İsveç’teki bu "çoğunluk" olarak takdim ettiğiniz zümreyi mesajınızın sonunda oransal olarak da takdim ediyorsunuz, baya baya bir "çoğunluk"muş meğer; % 97 ila % 98 arası.

    Üstelik referans olarak da Qur’an’ı gösteriyorsunuz..? Fakat nereden bililyorsunuz %98’lik İsveç ve Somali halkının İslam’ı reddettiğini..?


    T.C. devletinde doğan her bebeğin kimlik cüzdanının arka yüzünde yazan "Dîni: İslam" ibâresini dînî bir seçim olarak addediyor olmanız ve sonrasında bilinçli bir zihinle yapılacak bir kabûl ve red sözkonusu olmadan Allah’ı "adâlet" konusunda noksanlıkla itham ediyor olmanızı şahsınız adına üzücü buluyorum…

    "Müslüman olarak doğmak” ya da "Hristiyan olarak doğmak" diye bir şey yoktur; sâdece içinde büyüdüğü iklimin atmosferi içinde doğmak diye bir şey vardır ki, sözgelimi Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyada doğup da Hristiyanlığı reddeden bir dolu insan vardır. Hristiyanlıktaki [müslüman âlemindeki mezhep anlayaşına benzemeyen (Şâfii, Hanefi, Maturidi, Maliki mezheplerini kastediyorum)] mesela Protestanlık mezhebinin doğuş hikâyesini araştırmanızın yararınıza olacağı kanaatindeyim.

    Hem herhangi bir dînin atmosferi ile mensûblarının estirdiği atmosfer her dönemde bir olmaz, esas sizin için zahmet olacak; ama eğer gerçekten hakikati arıyorsanız bazı gerçekleri de gözardı etmemek durumundasınız…

    Her insan bir noktadan sonra İslam’ı da Hristiyanlığı da Budizm’i ateizm'i de reddedebilr…


    Dönemin Princeton University Pofesörü Charles Mismer der ki;

    Hristiyanlar âlim olunca hristiyanlıkla alâkaları kesilir. Müslümanlar da câhil olunca müslümanlıkla alâkaları kesilir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hatira


    quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    Ben insanların yeteri kadar okumadıklarına inanıyorum.

    Yeteri kadar araştırınca insanın varacağı nokta genelde Antony Flow gibi oluyor.

    Dinleri iyi anlamaya çalışmak lazım. Ne istiyorlar ve ne vaad ediyorlar ? Çünkü ne anlatmaya çalıştıklarını iyi kavramadan bir değer yargısına sahip olmak insanı hatalı yerlere götürebilir.

    Örneğin bir insanın günümüzde bir yaratıcının var olup olmadığını araştırması ve var olduğunu hükmetmesinden sonra hangi dine inanacağına kanaat getirmesi ne kadar zaman alır ?

    H.z. Ali nin güzel bir lafı var. Önce Hak'kı öğren ki sonra haklıyı öğrenebilesin.

    Antoy Flow için bu süre belki 30 seneyi buldu. Tam aksine Turan dursun da senelerce sonra Flow un tam aksi bir yönde hüküm verdi. Bu kişi ve olayların hemen hiçbirisinin doğru olduğunu söyleyemezsiniz.

    Çünkü doğru kavramı bakıldığında bir şeyin deneysel olarak test edilebilir sonuçları ile deneylemeden önce edilen ifadelerin örtüşüp örtüşmediğine bakar. Oysa din inanç üzere kurulmuştur.

    Basit bir tarif ile açıklamaya çalışayım.

    Bir binanın dışındayız. İçeride bir mutfak var. Mutfak dolabında da belirli sayıda bardaklar var. Binanın önünde de birisi var.

    Bu kişi bize bina içerisindeki bu mutfakta 50 tane bardak olduğunu söylüyor. Bizde tamam diyoruz. Bizim elimizde anahtar yok. Kapıdan geçip bu durumu görebilmemiz için de belirli bir süre geçmesi gerekecek.

    İşte din budur. Ya kapıdaki adama inanır içeride bardak olduğuna ve sayısına İNANIRSIN veya bilim insanlarının bir kısmının değdiği üzere benim için içerideki bardaklar sayılabilir veya görüntülenebilir olmak sızın ben bunların var olduğunu söyleyemem dediklerini kabul edersin.

    İşte din diyor ki, sen adına ne dersen de, bütün her şeyin sahibi o binanın da, bardağında seninde sahibin benim ve seni ben yarattım.


    İster inanırsın ister inanmazsın.


    Diğer tarafta birden fazla din olmasının veya ardı sıra gelen bazı dinlerin ve neticede cennete gidilemeyeceğinin öyküleri var. Ama kaçırdığınız bir şey var ki, İslam sadece söylevi kabul etmiyor.

    Yani şehadet getiren herkes cennete gidecek diye bir kural kaide yok. Düşünün milyarlarca insan hayatlarında bir şekilde şehadet getiriyor hatta olmadık şeyler yaparken bile söyledikleri bu kelimeyi son nefesini verirken söyleyemiyor ?

    Daha derin fıkıh içeren konular var. Dinler ile ilgili. Gerçekten okumak ve araştırmak gerekiyor.


    Bizim hatamız biz bu konuları bir kaç gün veya birkaç aya indirgemeyi çok matah bir şey olarak görebiliriz. Ama ben hak yolunda 10 sene araştırma ile geçirip Müslüman olan bir sürü insanı dinleme fırsatım oldu.

    Kimi 3 kimi 5 sene. Kimisi çok basit şeyler neticesinde kimisi arka arkaya yaşadığı şoklar ile bir inanca sahip olduklarını söylüyorlar. Ama biz yeterince araştırmıyoruz.

    Sad Suresini okuyan bir adam tasavvufi akımların etkisine katılıp kendisini Yaratıcının bir parçası olduğunu düşünmesi gayet doğal. Ama Meryem Suresini bilseydi, Sad Suresi 72. Ayeti o şekilde yorumlamazdı.Hatta bunun yanında Bakara suresinin bir bölümü Araf suresi, Mülk Suresinden haberi olsaydı Yaratıcının kendisinden ne demek istediğinin farkında olurdu.

    Ancak bizim tartıştığımız şeyler ne bunlar ne de Yeni Ahitte H.z. İsa'nın Havari Paul e kadınların saçlarını tıraş etmelerini emreden ayet ile Nisa ve Nur Surelerinin bağlantılarını H.z. Muhammet A.s. ın neden Veda Haccında "emri bil maruf" yapılmasını istediğini de H.z. İsa nın sadece havarilere dini öğretileri yaymakla görevlendirdiğini iyi bilmek lazım.

    İnsanın ne olup ne olmadığını iyi analiz etmek lazım. Evrim teorisine göre insan sadece basit bir canlı yani "hayvan" mı yoksa Bakara 30 a göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi mi ? Yoksa yine Kuran da geçen Araf Suresi 179 Ayetinde yorumlandığı gibi bir canlı mı ona karar verenin de kim olabileceğini iyi kavramak gerekiyor.

    Tabi bunlar için önce okumak sonra çevremizi gözlemlemek lazım. Trendin okumadan öğrenmeden etrafa bir şeyler anlatma arzusu içinde olan kişilerin olması ayrıca din mensuplarının hayatlarını kitaba uydurmaya çalışmak yerine kitabı kendilerine uydurmaya çalışmaları sonucu insanların kafasını karıştırıyor.

    Veya Farzları terk edip sünnetlere yapışmaya çalışan veya 1000 tane sünnetten sadece şekli olanları uygulamaya çalışıp Cumartesi Balıkçıları gibi Allah'ı ve yarattıklarını da kandırmaya çalışan kişilerin olması dinlerin değil insanların kötülüğünü göstermesi gerekirken yaşantısını meşru göstermeye çalışan kişiler tarafından kişilerin değil dinlerin hatalı olduğunu söylemeye çalışan bir kesim de var...

    Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. İşaret parmağımda yara var ve yazmakta güçlük çekiyorum biraz. İlerleyen zamanlarda konu yerli yerinde olursa yine paylaşımlarda bulunuruz...



    Verdiğin bina-bardak örneği cok talihsiz olmuş.

    Birileri bize yaratıcı var dedi diye inanmıyoruz. Sorguladığımız için inanıyoruz.

    Dolayısıyla "ya inan ya inanma" kuramı asılsızdır.

    Yine teolojide insanlar olabailite kuramına düşkündür. Burdaki kaide, objelerin kendiliğinden yaratılamayacağı olgusudur. Özellikle evren kadar sofistike bir objenin bu denli var olması ve yine insanların kendilerini bu objenin merkezinde görebilmeleri; objeleri kavrayabilmeleri onlara aslında tüm bunların bir tesadüften öte olduğunu doğruluyor. Sorgulamanın neticesinde doğrulama yankılanıyor. Çünkü evreni gözlemlediğimizde olabailite kuramı bizlere bir yaratıcının var olduğu gerçeğini doğruluyor. Dolayısıyla "inanmak" ağır basıyor. Halbuki verdiğin bina-bardak örneği tamamen pasif, sorgulama gerektirmeyen 50:50 bahis. Olabiliteden uzak...



    Ne için inandığımız ile ilgili bir açıklama yok orada.

    İnanmak ile bilimsel açıdan deneylemek ile arasındaki farklar anlatılmak için verilmiş bir örnek.

    Niçin inandığımızı anlatan Caner Taslaman ın uzunca bir makalesi vardı. Allah vardır çünkü deyip 6 madde sayarak içlerinden bir tanesi içerisinde geçen makale de uzun uzadıya bahsediyordu. Diğer yandan bahsettiğin konu dünyanın var oluş konuları ile ilgili matematiksel olarak olaylara bakarsanız Hawking'in orataya attığı entropi yasaları da mevcut.

    Ancak "inancı" salt dünyaya bakıp o zaman mutlaka bir yaratıcı vardır kaidesi temeline dayatırsanız elbet bir sebep temeline dayandırırsınız. Ebu Bekir Sıddık'a doğru mu diye sorduklarında "Kim diyor, bunu Peygamber A.S.V. demişse doğrudur" sözü inancın sadece bilimsel temellere dayanmadığını gösterir.

    Eğer zaten teoloji veya felsefi kuramları ortaya atarak bir inanç modeli oluşturma çabası içerisine girersek Allah dünyaya öğretilerini de sadece kitaplar aracılığı ile gönderirdi. Siz her ne kadar bilimsel olarak baksanız da olayı sorgulama olayına getirseniz de, tasdik etmek için ustanıza gidip hangi arabanın daha iyi olduğunu sorarsınız. Temelinde bu yapılan araştırmaların hemen hiç birisi bilimsel doğrulamayı getirmez. Sorgulamanın ardından adama inanırsınız. Dolayısı ile aracın iyi olduğunu sorgulayıp, ustanıza inanmış olursunuz ama bu o kararın doğruluğunu da açıklamaz.

    Yani basitleştirecek olursak, dünyaya geldiğimizde içimizde bulunan sorgulama güdüsü bizi tetikliyor, evet ama bu sorgulama güdüsü tek başına bize yaratıcıyı veya nasıl bir yaratıcı olduğunu doğru şekilde bulmamıza yeterli olmayabilir...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hatira


    quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    Ben insanların yeteri kadar okumadıklarına inanıyorum.

    Yeteri kadar araştırınca insanın varacağı nokta genelde Antony Flow gibi oluyor.

    Dinleri iyi anlamaya çalışmak lazım. Ne istiyorlar ve ne vaad ediyorlar ? Çünkü ne anlatmaya çalıştıklarını iyi kavramadan bir değer yargısına sahip olmak insanı hatalı yerlere götürebilir.

    Örneğin bir insanın günümüzde bir yaratıcının var olup olmadığını araştırması ve var olduğunu hükmetmesinden sonra hangi dine inanacağına kanaat getirmesi ne kadar zaman alır ?

    H.z. Ali nin güzel bir lafı var. Önce Hak'kı öğren ki sonra haklıyı öğrenebilesin.

    Antoy Flow için bu süre belki 30 seneyi buldu. Tam aksine Turan dursun da senelerce sonra Flow un tam aksi bir yönde hüküm verdi. Bu kişi ve olayların hemen hiçbirisinin doğru olduğunu söyleyemezsiniz.

    Çünkü doğru kavramı bakıldığında bir şeyin deneysel olarak test edilebilir sonuçları ile deneylemeden önce edilen ifadelerin örtüşüp örtüşmediğine bakar. Oysa din inanç üzere kurulmuştur.

    Basit bir tarif ile açıklamaya çalışayım.

    Bir binanın dışındayız. İçeride bir mutfak var. Mutfak dolabında da belirli sayıda bardaklar var. Binanın önünde de birisi var.

    Bu kişi bize bina içerisindeki bu mutfakta 50 tane bardak olduğunu söylüyor. Bizde tamam diyoruz. Bizim elimizde anahtar yok. Kapıdan geçip bu durumu görebilmemiz için de belirli bir süre geçmesi gerekecek.

    İşte din budur. Ya kapıdaki adama inanır içeride bardak olduğuna ve sayısına İNANIRSIN veya bilim insanlarının bir kısmının değdiği üzere benim için içerideki bardaklar sayılabilir veya görüntülenebilir olmak sızın ben bunların var olduğunu söyleyemem dediklerini kabul edersin.

    İşte din diyor ki, sen adına ne dersen de, bütün her şeyin sahibi o binanın da, bardağında seninde sahibin benim ve seni ben yarattım.


    İster inanırsın ister inanmazsın.


    Diğer tarafta birden fazla din olmasının veya ardı sıra gelen bazı dinlerin ve neticede cennete gidilemeyeceğinin öyküleri var. Ama kaçırdığınız bir şey var ki, İslam sadece söylevi kabul etmiyor.

    Yani şehadet getiren herkes cennete gidecek diye bir kural kaide yok. Düşünün milyarlarca insan hayatlarında bir şekilde şehadet getiriyor hatta olmadık şeyler yaparken bile söyledikleri bu kelimeyi son nefesini verirken söyleyemiyor ?

    Daha derin fıkıh içeren konular var. Dinler ile ilgili. Gerçekten okumak ve araştırmak gerekiyor.


    Bizim hatamız biz bu konuları bir kaç gün veya birkaç aya indirgemeyi çok matah bir şey olarak görebiliriz. Ama ben hak yolunda 10 sene araştırma ile geçirip Müslüman olan bir sürü insanı dinleme fırsatım oldu.

    Kimi 3 kimi 5 sene. Kimisi çok basit şeyler neticesinde kimisi arka arkaya yaşadığı şoklar ile bir inanca sahip olduklarını söylüyorlar. Ama biz yeterince araştırmıyoruz.

    Sad Suresini okuyan bir adam tasavvufi akımların etkisine katılıp kendisini Yaratıcının bir parçası olduğunu düşünmesi gayet doğal. Ama Meryem Suresini bilseydi, Sad Suresi 72. Ayeti o şekilde yorumlamazdı.Hatta bunun yanında Bakara suresinin bir bölümü Araf suresi, Mülk Suresinden haberi olsaydı Yaratıcının kendisinden ne demek istediğinin farkında olurdu.

    Ancak bizim tartıştığımız şeyler ne bunlar ne de Yeni Ahitte H.z. İsa'nın Havari Paul e kadınların saçlarını tıraş etmelerini emreden ayet ile Nisa ve Nur Surelerinin bağlantılarını H.z. Muhammet A.s. ın neden Veda Haccında "emri bil maruf" yapılmasını istediğini de H.z. İsa nın sadece havarilere dini öğretileri yaymakla görevlendirdiğini iyi bilmek lazım.

    İnsanın ne olup ne olmadığını iyi analiz etmek lazım. Evrim teorisine göre insan sadece basit bir canlı yani "hayvan" mı yoksa Bakara 30 a göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi mi ? Yoksa yine Kuran da geçen Araf Suresi 179 Ayetinde yorumlandığı gibi bir canlı mı ona karar verenin de kim olabileceğini iyi kavramak gerekiyor.

    Tabi bunlar için önce okumak sonra çevremizi gözlemlemek lazım. Trendin okumadan öğrenmeden etrafa bir şeyler anlatma arzusu içinde olan kişilerin olması ayrıca din mensuplarının hayatlarını kitaba uydurmaya çalışmak yerine kitabı kendilerine uydurmaya çalışmaları sonucu insanların kafasını karıştırıyor.

    Veya Farzları terk edip sünnetlere yapışmaya çalışan veya 1000 tane sünnetten sadece şekli olanları uygulamaya çalışıp Cumartesi Balıkçıları gibi Allah'ı ve yarattıklarını da kandırmaya çalışan kişilerin olması dinlerin değil insanların kötülüğünü göstermesi gerekirken yaşantısını meşru göstermeye çalışan kişiler tarafından kişilerin değil dinlerin hatalı olduğunu söylemeye çalışan bir kesim de var...

    Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştım. İşaret parmağımda yara var ve yazmakta güçlük çekiyorum biraz. İlerleyen zamanlarda konu yerli yerinde olursa yine paylaşımlarda bulunuruz...



    Verdiğin bina-bardak örneği cok talihsiz olmuş.

    Birileri bize yaratıcı var dedi diye inanmıyoruz. Sorguladığımız için inanıyoruz.

    Dolayısıyla "ya inan ya inanma" kuramı asılsızdır.

    Yine teolojide insanlar olabailite kuramına düşkündür. Burdaki kaide, objelerin kendiliğinden yaratılamayacağı olgusudur. Özellikle evren kadar sofistike bir objenin bu denli var olması ve yine insanların kendilerini bu objenin merkezinde görebilmeleri; objeleri kavrayabilmeleri onlara aslında tüm bunların bir tesadüften öte olduğunu doğruluyor. Sorgulamanın neticesinde doğrulama yankılanıyor. Çünkü evreni gözlemlediğimizde olabailite kuramı bizlere bir yaratıcının var olduğu gerçeğini doğruluyor. Dolayısıyla "inanmak" ağır basıyor. Halbuki verdiğin bina-bardak örneği tamamen pasif, sorgulama gerektirmeyen 50:50 bahis. Olabiliteden uzak...



    Ne için inandığımız ile ilgili bir açıklama yok orada.

    İnanmak ile bilimsel açıdan deneylemek ile arasındaki farklar anlatılmak için verilmiş bir örnek.

    Niçin inandığımızı anlatan Caner Taslaman ın uzunca bir makalesi vardı. Allah vardır çünkü deyip 6 madde sayarak içlerinden bir tanesi içerisinde geçen makale de uzun uzadıya bahsediyordu. Diğer yandan bahsettiğin konu dünyanın var oluş konuları ile ilgili matematiksel olarak olaylara bakarsanız Hawking'in orataya attığı entropi yasaları da mevcut.

    Ancak "inancı" salt dünyaya bakıp o zaman mutlaka bir yaratıcı vardır kaidesi temeline dayatırsanız elbet bir sebep temeline dayandırırsınız. Ebu Bekir Sıddık'a doğru mu diye sorduklarında "Kim diyor, bunu Peygamber A.S.V. demişse doğrudur" sözü inancın sadece bilimsel temellere dayanmadığını gösterir.

    Eğer zaten teoloji veya felsefi kuramları ortaya atarak bir inanç modeli oluşturma çabası içerisine girersek Allah dünyaya öğretilerini de sadece kitaplar aracılığı ile gönderirdi. Siz her ne kadar bilimsel olarak baksanız da olayı sorgulama olayına getirseniz de, tasdik etmek için ustanıza gidip hangi arabanın daha iyi olduğunu sorarsınız. Temelinde bu yapılan araştırmaların hemen hiç birisi bilimsel doğrulamayı getirmez. Sorgulamanın ardından adama inanırsınız. Dolayısı ile aracın iyi olduğunu sorgulayıp, ustanıza inanmış olursunuz ama bu o kararın doğruluğunu da açıklamaz.

    Yani basitleştirecek olursak, dünyaya geldiğimizde içimizde bulunan sorgulama güdüsü bizi tetikliyor, evet ama bu sorgulama güdüsü tek başına bize yaratıcıyı veya nasıl bir yaratıcı olduğunu doğru şekilde bulmamıza yeterli olmayabilir...



    Evet.

    Gönderilen elçilerin zaten -her ne objeye tapmalarına rağmen- insanlara aktardıkları, kendi öngördükleri veya tarafından gönderildikleri yaratıcıyı benimsemeleri için onlara her defasında hiç yoktan yaratılma ve bunların tesadüf olamayacağı mesajıdır. Yani kullanılan propaganda metodu kuram/teoridir. Pratikte ise gerçekleştirdikleri "mucize"ler (ki bunlar tartışmaya açık) kendilerinin seçilenler olduğunu tasdik ettirmek içindir.

    Yani insanlar zaten bir yaratıcıya tapmalarına rağmen gönderilen elçiler kendilerine "asıl" yaratıcıyı tanıtma ve ona nasıl tapılması konusunda bilgi vermektir. Ancak temelde yatan ise insanların her defasında bir yaratıcıya tapma geregi duymasıdır. En "mantıklı" (bilimsel olmaksızın) olan dini benimsemektedirler. Ancak şunu da unutmamamız gerekir ki cagimizdaki kominikasyon ve popüler kültür nedeniyle artık insanlar ailelerinin benimsediği dini değil, bizzat kendileri araştırıp kendi benimsedikleri dinlerini seçmektirler. Veya tüm bunların tesadüf olsuğuna inanmaktadirlar. Dolayısıyla yukarıda verilen "Yunanistan'da doğan Zeus'a tapacaktı" ornegi vaktin çağında gecerli olsa da günümüz global dünyasında gecersizdir. Aslolan ise inanmak veya inanmamaktır. Bunu belirlemek için kullanılan metod ise sorgulamadır. Neticede kuramdır. Teoridir. Teolojidir. Bilimin getirisi ile kanıtlanamayacagına göre evet, din, kuramdan öteye gidemeyecektir...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Şeriat Sucuğu

    Konunun özetini geçiyorum:

    Herkes işine geldiği gibi :P

    Çevremde çok insan var beş vakit namaz kılıp da ikiyüzlülüğün envai çeşidini yapan. Beni yalancı ikiyüzlü yerine koyan.
    Yanımda çalışan Müslümanım, aleviyim diyen Fatiha bilmez adam bile onların hepsinden daha dürüst. En azından sözünü esirgemeden insanın yüzüne konuşabiliyor. Bilmediğini bilmiyorum diyebiliyor.

    Vakit namazını teheccud yerine kılıp da daha büyük sevaba girdiğini sanan, Allah'ın adıyla halayda zikir çeken çapsız Müslümanlardan daha samimi geliyor öylesi insana.

    vakit namazından hesap sorulacak farz cunku

    teheccud sunnet

    ne demek istediğini anlayamadım? Zikir in sana itici gelen yönlerini halay olarak nitelendirirsen yanlış olur dostum, senin zikirin sessiz içten yaparsın onlar o şekilde yapar

    bir ağacın dalları gibi

    hepsi aynı dalda olmak zorunda değildir




  • quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    Lafları çarpıtıyormuşum ?

    Sen niyet mi okuyorsun yoksa biletçilik mi yapıyorsun ? İfade var mı yok mu ? Yok % 98 ihtimalle falan diyorsun ama % 98 ihtimalle sen de Müslüman olacaktuın bu topraklarda olduğun için.

    Öyle mi ? Değil. Yani Sen Müslüman bir ülkede yaşamana rağmen "ben kendi iradem ile İslamı reddediyorum" diyorsun buna kafan basıyor ama diyorsun ki İsveç'teki adamın aklı yok, kendi dinini kendi seçemez...

    Pes doğrusu.

    İki yüzlüsünüz deyince kızıyorsunuz...

    Aman yarabbi Ben hayatımda bu kadar "kusurlu" bir mantık görmedim, kusura bakmayın. Üzerine bir de "iki yüzlü" yapıştırmasını da ihmal etmemişiz

    İsveç'te doğan adam da, ben de tamamen "özgür irade" ile seçimler yapmıyoruz. Daha benim ne demek istediğimi anlamamışsın ki... İsveç örneğini, İsrail örneğini vermem zaten insanların tamamen "özgür" ve "adil" şartlarda olmadığını anlatmaktı. Ben Somali'de doğsaydım bu düşünceleri paylaşmayacaktım. İsveç'te doğsa idim yaşantım doğrultusunda koyu bir hristiyan olacaktım belki de...

    Evet bu topraklarda olduğum için yüzde 98 değil de, yüzde 80-90 ihtimalle kendisini samimi bir "müslüman" olarak ifade eden bir insan olacaktım. Ama olmadım, çünkü yüzde 10-20'lik dilimdeyim. Bu kadar basit.

    Neden yüzde 10'luk dilimdeyim? Zeki olduğum için değil, gerçekleri herkesten çok gördüğüm için değil. Belli bazı şartlardan dolayı. Siz benim yerime doğmuş olsaydınız aynı genetik miras ile ve benimle aynı yaşantıya sahip olsaydınız siz de "ben" olacaktınız.

    Gördün mü? İki yüzlülük ile uzaktan yakından alakası yokmuş. Ama senin derdin ne? Bağcıyı döverek bağı korumaya çalışmak. Sen yine bağını koru da, bağcıya kör kütük sallayıp komik oluyorsun o kötü...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ahm3tt

    Hocam anlamadigin veya tekrar ediyorum anlatamadigim nokta su

    Siz kimin inkarci
    Kimin inanmamis
    Kimin inancli
    Kimin Allah in yolundan gittigini bilemezsiniz

    Bosuna dememisler

    Para ve imanin kimde oldugu belli olmaz
    .
    .


    Kiliseye gidip de müslümanlara "terörist" olarak bakan adamın inancı bellidir. Kuran da net şekilde ayırmış zaten üstadım, gereksiz uzatıyoruz bu mevzuyu.

    Ben de diyorum ki, ABD'nin bir kasabasında dünyadan kopuk bir yaşam sürse idin; sen de öyle olacaktın
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Casper_C

    Biraz uzunca oldu sanırım; ama konuyla alâkadar olan herkesin tamamen okumasını ricâ ederim.


    @emirkaans

    Bir devletin bir atılımının, bir taarruzunun güç için daha fazla toprak parçası için olduğunu ifade etmek o devleti zan altında bırakmaktır. Senin de hakkını teslim ettiğin hoşgörülü bir medeniyyet kâbil miki sırf daha fazla güç ve daha fazla toprak parçası elde etmek için harbetsin? Bunun elbetteki bir dizi haklı sebepleri vardır…
    Yani düşmanca niyetler taşıyan kâfir topluluklar müslüman memleketlerini işgâl edip maddeten ve mânen sömürecekler ve işkence edecekler ve siz [zamanında] dünyanın 1 numaralı otorite devleti olarak buna sessiz ve tepkisiz kalacaksınız? Kâbil mi?

    Konu mademki bu noktaya geldi ve belirtmemde de bir sakınca olmadığını düşünürek şunu belirteyim bu noktada; İslam’a inanalım ya da inanmayalım, Kadîm İmparatorluğun toprakları üzerinde yaşayan memleketleri, –geçmişte olduğu gibi– yegâne maksadları insanları sömürmek olan Haçlı Ordusu’nun karşısında bir ve beraber / tek bilek ve tek yürek tutacak olan tek tarîk İslam’dır. Peki niye? Çünkü islam, siyah-beyaz, türk-kürt-acem- arab…- müslüman-hristiyan-yahûdi-budist-ateist- vesâire ayrımı yapmaksızın, başka bir ifadeyle herkesi "insan" temel kategorisinde değerlendirerek parçalara ayrılmış olanı yeniden bütünleştirir. Yine tersinden düşündüğümüzde; misal, Türk ırkını bayraklaştırmak, önplanda tutmak,Türk ırkını mutlak sûrette yalnızlığa mahkûm eder. Çünkü Türk ırkı bayraklaştırmakla Kürt ırkına, Arab ırkına, Acem ırkına Çeçen ırkına "ikinci sınıf ırklar kategorisi" yaftası yapıştırılmış olur. Anne ve babamızın ırkını biz seçemediğimize göre, Türk bir annenin ve babanın bir evlâdı olarak doğmuş olmakla iftihâr etmek bütün bütün mantıkdışıdır. Şunu da sırf yeri geldiği için belirttiğimi bilin ki annesi de babası da Türk olan bir Türk kardeşiniz / arkadaşınızım. Türk olmam bir iftihâr vesilesi olmadığı gibi birilerin Kürt, Arab, Çerkez… olması da bir utanç vesilesi, bir tâlihsizlik aslâ değildir. Onların bizlerden ahlâken daha yüksek olamayacaklarına bir kanıt, bir sebep de değildir. [Mantıken haksız bir sûrette] Türk ırkını bayraklaştırdığımız takdirde, Kürt içerlenir buna ya, Acem gücenir, Arab utanır, Çeçen darılır… Ve bir zaman sonra açıkça görürüz ki paramparça olmuşuz...


    İkinci bir meseleye geçelim.

    Benimkisi sâdece, temeli Qur’an’a ve bu bağlamda aklıma da dayanan –istisnâların kâideleri bozmayacağı türden–bir tespite işaret etmekten ibâret. Ve böylesi bir tespit de gayr-i müslim kesimi teşkîl eden insanlardan hoşgörünün esirgenip onlara zulümkâr davranılacağı anlamına gelmez. Sâdece ve sâdece, onlara sağlanan güvencenin, iktidarı devraldıkları ya da iktidara ortak oldukları takdirde, onlar tarafından –kendi dünya görüşlerinden ötürü– müslümanlara tamamen veya kısmen sağlanmayacağına ya da nu mes’uliyetin savsaklanacağına işarette bulunuyorum. Bu gerçeği de, bilinçli müslümanların sâdece dindaşlarına değil, hangi [temelinde "Tek Allah" Ya da "çok tanrı" olan" bir] inanç sisteminin mensûbu olursa olsun ya da bu tür bir inancı olmayanlardan olsun, insanlara karşı mes’uliyet altında tutulmuş olmalarına ve bu mes’uliyetlerin ebedî hayatlarının selâmeti veya hüsrânı ile doğrudan doğruya alâkadar olmalarına karşın, Allah’ın varlığını reddedenlerin kendilerini hiçbir üstün kudrete karşı (bilhassa yürekten gelen bir teslimiyetle) biâd etmemiş olmaları, onları, son tahlilde son derece tehlikeli kılar…

    Fakat yine de bazı kâfirler –büyük olsun / küçük olsun tüm hatâları ve günahlarını hiç hesaba katmaksızın bildiriyorum–bazı müslümanlardan daha güzel bir ahlâka sahip olabilirler ve bunlar müslümanların bir kısmından çok daha büyük ve faydalı işlere vesile olmuş da olabilirler. Fakat birkaç mesaj evvel arzettiğim üzere, icraatlar Allah nezdinde ikiye ayrılırlar, dünyevî maksadlı ve uhrevî maksadlı olmak üzere. kâfirler zaten Allah’a ve âhiret hayatına inanmıyor olduklarından yaptıkları iyilikler ve vesile oldukları işler her ne kadar geniş çaplı olursa olsun ve her ne kadar geniş bir sahada yankı uyandırırsa uyandırsın, tüm iyiliklerini Allah’ın varettiği yeryüzünde ve Allah’ın nimetleri üzerinden tasarrufta bulundukları gerçeğini O’nun varlığını en baştan reddetmek sûretiyle alacakları semereyi bütünüyle dünyevî noktaya indirgediklerinden Allah da tam da istedikleri gibi ücretlerini dünyada bunlara peşin olarak takdim etmek sûretiyle bunlar âhiret hayatına bir 0 (sıfır) ile göç etmeyi tercih ettiklerinden dolayı elbetteki ve elbetteki ebedîyyen sürecek cehenneme sevkolounacaklardır. Bunun Qur’an üzeriinden bir izâhı için lütfen bakınız;

    [Qur’an’ın 40. Sûresi olan] Mü’min [ya da "Ğâfir"]Sûresi’nin [Kur’an Mesajı isimli eserde Ğâfir Sûresi olarak geçmekte] 12. Âyetine ait 10 numaralı tefsir notunda bahsi geçen zümre her ne kadar günahlarının ağrılığı sevaplarının ağrılığına galebe çıkmış olmakla eldeki sevaplarının günahlarının bir kısmına keffâret tolup geriye kalan günahlarının ağırlığı miktarınca geçici bir süreliğine cehenneme sevkolunacak zümreye yönelik olsa da meseleyi aydınlatır mâhiyettedir;


    Önceki âyetin sonunda yer alan günahkarların sorusunun cevabı, Hz. Peygamber'in şu temsili sözünde bulunabilir : ''[Hesap günü,] cenneti hak edenler cennete girecekler, cehennemi hak edenler ise cehenneme. O zaman Yüce Allah şöyle diyecektir : 'Kalplerinde bir hardal tanesi kadar imanı [veya, bazı rivayetlerde 'iyiliği'] olan herkesi [Cehennemden] çıkarın!' Bunun üzerine, o ana kadar yanmış olan cehenneme ehli oradan çıkarılacak ve Hayat Irmağı'na ( River of Life ) atılacaklar: ve sonra bir akıntının kenarında yetişen otlar gibi hayata geri dönecekler [lafzen, “filizlenecekler”]; sen onun nasıl sarardığını ve tomurcuklandığını görmez misin? (Ebû Sâ’id el-Hudrî’den naklen Buhârî, Kitâbû’l-Îmân ve Kitâbû Bed’u’l-Halk, ayrıca Müslim, Neseî ve İbni Hanbel). “Sararmış” ve “tomurcuklanmış” -yani, taze ve açık renkte- şeklinde tanımlama, bağışlanan günahkarların yeni hayatlarının tazeliğini gösterir. Bunun, hesap günü, günahkarların kendilerine yeryüzünde bir “ikinci şans” verilmesi şeklindeki ümitsiz -çünkü anlamsız- istekleriyle bir ilgisi yoktur. (karş. 6:27-28 veyâ 32:12), Ayrıca bkz. 6:128’in son cümlesi ve buna ait not 114


    Dikkât ettiniz değil mi? "Kalplerinde bir hardal tanesi kadar imanı [veya, bazı rivayetlerde 'iyiliği'] olan herkesi"

    Bütün kazanımlarını dünyevî maksadlara fedâ eden kâfirler [inanmadıkları] Âhiret hayatına 0 (sıfır) yatırımla yol almayı tercih ettiklerinden–çâresiz– ebediyyen cehenneme sevkolunacaklardan olacaklardır.


    Bence, benim gözlemlerime göre; Allah zaten düzgün bir ahlâkî hayat anlayışını kendisine rehber edinip hayat sürenlere bir zaman sonra İslam’ı tanıtıyor –ki yaradanını tanısın ve kendisinde eğri olan noktaları düzeltip eksik olanları tamama erdirsin de en ideale doğru yol alabilsin.

    Şunları da kaydedeyim; yine bence, benim gözlemlerime göre, zaten daha en başından tercihleri düzgün bir ahlâkî hayat anlayışıyla ters düşenler Qur’an ile tanışmak şerefine bile ya nâil olamıyorlar ya da Qur’an’ı esâs mânâsıyle anlama şerefine nâil olamıyorlar…

    Üzerinde düşününce, hemen her yasaklamanın, hemen her öğüdün ve hemen her tavsiyenin ve hemen her telkinin hikmet-i ilâhiyesini görebiliriz…


    Bir müslümanın mı, yoksa bir ateistin mi daha samimi olduğu sorunuza gelince;

    Bir müslüman sizin belirttiklerinizden çok çok öte şöyle düşünür; "Mademki bizi ve bütün evreni ve evrenin kapsama alanına giren heryeri ve herşeyi O Tek Allah yaratmıştır. Ve mademki bize bu aklı bahşseden de O’dur. Bir yaradılanı en iyi tanıyan ve o yaradılmış olana en iyi hâkim olan O’nu yaratandır, heleki bu yaradan, kusursuz ve bütün eksikliklerden ve bütün ihtiyaçlardan münezzehse ve buna kesinlikle inanılıyorsa kendi aklımızı Qur’an eşliğinde kullanmak sûretiyle ahlâkî açıdan en yüksek mertebelere çıkmayı hedeflemek bence son derece samimi.

    Birkaç gün önce yatağıma son derece yorgun bir şekilde kendimi bıraktığımda, gecenin sessizliğinde nefes alışverişimi gür sadâ ile duyabildiğim, hissedebildiğim gecelerden bir geceydi. Bu süreç içersinde düşündüm, göğsüm kabarıp geri çekiliyor kabarıp çekilyor, sanki bana ait değil –ki zaten öyle… Sanki esas ben bir sandalın üzerinde, ufku, durduğum yerden seçilemeyen bir denizde ilerliyor gibiyim. Ve o sandal benim vücûd elbisem, onu istediğim yere sürebiliyorum; ama enerjisi bir noktadan sonra tükenecek ve enerjisi tükendiği zaman da ondan ayrılacak gibiyim. Çok iyi idrâk edebiliyorum ki ,bana ait değil, şu elbiseye en basit bir ihtiyacı olan nefes alış-verişi sağlayamıyor olmam bile, şu çağrışımı yaratıyor zihnimde; "O hâlde gözler de kulaklar da çene, dil, dudak da senin değil, şu akıl dahi senin değil. Ancak sana bahşedilmiş birer nimet."

    Bunun akabinde binlerce kendi kendimize sorular sormak ihtiyacı doğar. Bütün bu soruları esasta bana ait olmayan bir tek aklın yordamıyla mı açıklamaya kalkayım? Böyle bir işe kalkışırken de sürekli devamededuran nefes alış-verişlerimi kime borçlu olduğumu ("Allah’ın dâimâ hayat bahşeden sınırsız kudret sahibi" olduğu gerçeğini) gözardı ederek..? O’nun silâhıyla, silahı esas turan dahi O iken O’na karşı harbetmek..? Hiçbir cihetle aklım buna müsaade etmiyor.
    Kendisine göre etik değerleri olan bir ateist de bence samimidir samimi olmasına; ama –başlarda bir yerde izâh ettiğim üzere– etik değerleri hakikatte etik olanları kendisine fayda sağlar; fakat sâdece dünya hayatında…

    Bu bağlamdaki ikinci sorunuza cevabım da şudur;

    Ezelden beri varolan ve ebediyyen de varolacak olan ve kudretinden dahi hiçbir zaman hiçbir şey eksilmemiş ve eksilmeyecek olan, kendisine hiçbirşeyin hiçbir şekilde en ufak bir yorgunluk dahi veremeyeceği Allah, evren herşeyden evvel O var olduğu için varolduğuna göre ve bizlere dünyanın bir imtihân dünyası olduğunu, bu dünyanın bir de âhireti olduğunu pekçok kere ihbâr ettiğine göre Allah’ın sözleri dururken ve va’dettikleri ayan beyân ortadayken niçin kendimize göre bir hayat anlayışı inşâ edelim ki..?

    İnsanları birer vesile olarak telâkki edip Tek esas yardımcının O olduğunu düşünüyorsak niçin bize dâimâ yâr ve yardımcı olmasını dilemeyelim? Ve niçin ebedî bir saadet ve selâmetimiz için bilmemiz lâzım geldiği hâlde bilmediklerimizi bize öğretmesi ve belletmesi için bize destek olmasını istemeyelim?

    Biz müslümanlar, eğer aklın Allah’ın bir nimeti olduğuna inanmışsak ve Allah’ın tahrif edilemez kutsal kitabı Qur’an’a inanıyorsak, aklımız ile Qur’an’ı aynı safa getirip Qur’an’ın önderliğinde niçin müttefik bir güç hâline dönüştürmeyelim? Niçin Qur’an hakkındaki telâkkimiz önyargıların ve peşin hükümlerin kurbanı olsun…?

    Allah’ın, kulları olarak bize ihtiyacı yoksa; fakat buna rağmen bu dünyanın bir imtihân dünyası olduğu husûsunda hayatın eliyle bizleri uyarıyorsa, ve öte taraftan bizim ise her soluk alışverişimize varıncaya kadar olan O’na bağımlılığımız yine de O’na biâd etmeye bizi sevketmiyorsa Allah bize niçin Qur’an’ın rehberliğini bahşetsin ve niçin Qur’an’ı derinlemesine kavramayabilmemiz için bize yardım etsin?

    Dün bir arkadaş farklı bir konu üzerinden, evreni ve evrenin içersinde olanları kabataslak olarak gösteren ve evrende âdetâ bir tur attıran duru bir şekilde hazırlanmış şu çalışmayı göstermişti;

    http://htwins.net/scale2/lang.html


    İşte Allah bu denli karmaşayı kusursuzca var eden ve kusursuzca işletedurandır.



    @PaiMei

    Çok basit sorular üzerinden gidelim; herhangi bir branş üzerine bir ilkokul ya da ortaokul öğretmeni olsanız dersin akışını ve sınıfın huzurunu bozan öğrenci grubu ile dersin akışını bozmayıp, sınıfın huzurunu da bozmayıp, aksine dersin akışına ve sınıfın huzuruna katkı sağlayan öğrenci grubunun olduğu bir sınıfta ;

    a-) Her iki gruba da ödül mü verirsiniz?

    b-) Her iki gruba da cezâ mı verirsiniz?

    c-) Her iki gruba da sessiz ve tepkisiz mi kalırsınız?


    Çevre – genetik (sanırım burada her insanın "yaradılıştan sahip olduğu yatkınlıklar"ı ya da "insan doğası"nı kastediyorsunuz) – âmel arasında kurduğunuz korelasyonda 2 adet öğe eksik; akıl ve irade.

    Sözünü ettiğiniz durum hayvanlar için geçerlidir,dilerseniz en önde gelen bilim câmialarına da danışabilirsiniz…


    Bir İsveçli’nin bir diğer İsveçli’ye ya da bir Somalili’nin diğer bir Somalili’ye "Türkiye’de yaşıyor olsaydık dîndar birer insan olurduk, öyle değil mi?" dediğini bir düşünsenize. Ya da İslam’ı bir terör dîni vehmeden ve müslümanlara da terorist gözüyle bakan pekçok Avrupa’lıya göre kendimizi bir düşünelim… Son belirttiğim hâriç, başta belirttiğim ve buna benzer şekilde türetilebilecek örneklerin tümü birer zan[dan ibâret], değil mi?

    Bazı ifadeleriniz buradaki bazı arkadaşlar gibi önermeleri aklıma getirdi, sanki şöyle bir anlam yüklüyorsunuz belirttiklerinize;

    "Birkaç İsveçli gördüm, vücûdu dövmelerle kaplıydı. O hâlde bütün İsveçlilerin vücûdları dövmelerle kaplıdır."

    "Birkaç Somalili gördüm, hemen yakınında da bir akbaba… O hâlde bütün Somalililer’i, Akbabalılar gözlerine kestirmiş durumda." Gibi…

    Bunlara ilâveten hemen sonraki mesajınızda gördüğümüz bir nokta "yok artık" dedirtecek türden, ne dir o?

    ‘ İsveç'te doğan "çoğunluk" cehenneme gidiyor ‘

    İsveç’teki bu "çoğunluk" olarak takdim ettiğiniz zümreyi mesajınızın sonunda oransal olarak da takdim ediyorsunuz, baya baya bir "çoğunluk"muş meğer; % 97 ila % 98 arası.

    Üstelik referans olarak da Qur’an’ı gösteriyorsunuz..? Fakat nereden bililyorsunuz %98’lik İsveç ve Somali halkının İslam’ı reddettiğini..?


    T.C. devletinde doğan her bebeğin kimlik cüzdanının arka yüzünde yazan "Dîni: İslam" ibâresini dînî bir seçim olarak addediyor olmanız ve sonrasında bilinçli bir zihinle yapılacak bir kabûl ve red sözkonusu olmadan Allah’ı "adâlet" konusunda noksanlıkla itham ediyor olmanızı şahsınız adına üzücü buluyorum…

    "Müslüman olarak doğmak” ya da "Hristiyan olarak doğmak" diye bir şey yoktur; sâdece içinde büyüdüğü iklimin atmosferi içinde doğmak diye bir şey vardır ki, sözgelimi Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı bir coğrafyada doğup da Hristiyanlığı reddeden bir dolu insan vardır. Hristiyanlıktaki [müslüman âlemindeki mezhep anlayaşına benzemeyen (Şâfii, Hanefi, Maturidi, Maliki mezheplerini kastediyorum)] mesela Protestanlık mezhebinin doğuş hikâyesini araştırmanızın yararınıza olacağı kanaatindeyim.

    Hem herhangi bir dînin atmosferi ile mensûblarının estirdiği atmosfer her dönemde bir olmaz, esas sizin için zahmet olacak; ama eğer gerçekten hakikati arıyorsanız bazı gerçekleri de gözardı etmemek durumundasınız…

    Her insan bir noktadan sonra İslam’ı da Hristiyanlığı da Budizm’i ateizm'i de reddedebilr…


    Dönemin Princeton University Pofesörü Charles Mismer der ki;

    Hristiyanlar âlim olunca hristiyanlıkla alâkaları kesilir. Müslümanlar da câhil olunca müslümanlıkla alâkaları kesilir.
    quote:


    @PaiMei

    Çok basit sorular üzerinden gidelim; herhangi bir branş üzerine bir ilkokul ya da ortaokul öğretmeni olsanız dersin akışını ve sınıfın huzurunu bozan öğrenci grubu ile dersin akışını bozmayıp, sınıfın huzurunu da bozmayıp, aksine dersin akışına ve sınıfın huzuruna katkı sağlayan öğrenci grubunun olduğu bir sınıfta ;

    a-) Her iki gruba da ödül mü verirsiniz?

    b-) Her iki gruba da cezâ mı verirsiniz?

    c-) Her iki gruba da sessiz ve tepkisiz mi kalırsınız?



    Evet güzel soru, bakın cevaplayayım. Cevabın "hiç bir" önemi yok ama, cevaplayayım. Hatta bu sorunuzla kendinizi çok zora soktunuz esasında...

    Ben sanıyorum ki ya sadece "iyi" gruba ödül verir diğer grubu cezasız bırakırdım (ki bu da cezadır); ya da hem ödül hem ceza verirdim. Ama bunun hiç bir önemi yok. Neden?

    3 yaşındaki bir çocuk, bir suç işlediğinde geçici bir ceza vererek "ders" almasını istersiniz. Çünkü o çocuk "kusurludur". Doğası gereği, çocuk hata yapar. Ve asla "çok büyük" bir cezayı hak etmez. Zaten en merhametsizim diyen bile, çocuklara karşı son derece şefkatli olabilir. Bırakın tanrıyı, insan halimizle bile kendimizden "eksik ve güçsüz" gördüklerimize karşı "kati" tutumlar belirlemeyiz.

    Tanrı gibi yüce bir varlık karşısında da insanlar o 3 yaşındaki "küçücük" çocuklar gibiler. Çünkü ne yaptığımızdan habersiz, belirli ahlak değerlerimiz olmadan, doğruları ayıklayıp bulamadan (ki doğrular görecelidir) yaşayıp gidebiliyoruz. Bazen insanı hayat tanrının karşısında bir konuma da itebiliyor, inançsızlığa da... Hal böyle iken tanrı "hata yapacağını önceden bildiği" çocuklarına, üstelik kendisine "sonsuz" merhametli diyerek "ebedi cehennem" vaad edebiliyor.

    İnsanın sergilediği ve son derece "erdemli" bulduğumuz bir davranışın tam aksini tanrı sergileyince "hatasız" görebiliyorsak, bir "farkındalık" eksikliği içerisindeyiz demektir. Dinlerin insanlara en büyük yan etkisi bu zaten. Hayata bakış açınızla tanrınıza bakış açınız çok paralel oluyor.

    Ödül ve ceza, o kadar anlamsız ki... Sınıftaki adaleti sağlamak üzere "sonsuz süreli" bir sınıf daha icad etmem. 1 saatlik dersin sonunda kötü alan öğrencileri, hatta bana küfredip otoritemi saymayan öğrencileri ateşe atmam Bir tanrı, bir insandan nasıl daha "geride" olabilir? Başından beri bunu anlatmaya çalışıyorum size...

    Size ağız dolusu küfretmiş, sizi "yok" saymış, hatta hayatınız boyunca size hakaret etmiş bir insanı dahi; ateşe atar mıydınız? Buna cevap verin. Yoksa ateşe atmak gibi olağanüstü bir ceza karşısında merhametin getirdiği bir "anlayış" mı gösterirdiniz? Bu durum nasıl tanrısal olabilir, tanrı; insanın sahip olduğu bir "erdemden" nasıl yoksun olabilir?

    Bir tanrı, sınıfındaki "sakat ve sağlam" öğrencilere yönelik bir konuşma yaparken; "hiç bu ikisi nasıl bir olur?" diyebilir mi? Siz de bunu yanıtlayın rica edersem.

    Diğer bahsettiklerinizle ilgili de yazacağım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi PaiMei -- 8 Ekim 2013; 11:39:25 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ahm3tt

    quote:

    Orijinalden alıntı: Şeriat Sucuğu

    Konunun özetini geçiyorum:

    Herkes işine geldiği gibi :P

    Çevremde çok insan var beş vakit namaz kılıp da ikiyüzlülüğün envai çeşidini yapan. Beni yalancı ikiyüzlü yerine koyan.
    Yanımda çalışan Müslümanım, aleviyim diyen Fatiha bilmez adam bile onların hepsinden daha dürüst. En azından sözünü esirgemeden insanın yüzüne konuşabiliyor. Bilmediğini bilmiyorum diyebiliyor.

    Vakit namazını teheccud yerine kılıp da daha büyük sevaba girdiğini sanan, Allah'ın adıyla halayda zikir çeken çapsız Müslümanlardan daha samimi geliyor öylesi insana.

    vakit namazından hesap sorulacak farz cunku

    teheccud sunnet

    ne demek istediğini anlayamadım? Zikir in sana itici gelen yönlerini halay olarak nitelendirirsen yanlış olur dostum, senin zikirin sessiz içten yaparsın onlar o şekilde yapar

    bir ağacın dalları gibi

    hepsi aynı dalda olmak zorunda değildir

    Vakit namazı vaktinde kılınır.

    Yatsı namazının yattıktan sonra gece 3 te kılındığı nerede görülmüş ?

    İslam da müzik yokken ellerinde tef ile halay sırasında zikir ne demek ?

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Şeriat Sucuğu


    quote:

    Orijinalden alıntı: Ahm3tt

    quote:

    Orijinalden alıntı: Şeriat Sucuğu

    Konunun özetini geçiyorum:

    Herkes işine geldiği gibi :P

    Çevremde çok insan var beş vakit namaz kılıp da ikiyüzlülüğün envai çeşidini yapan. Beni yalancı ikiyüzlü yerine koyan.
    Yanımda çalışan Müslümanım, aleviyim diyen Fatiha bilmez adam bile onların hepsinden daha dürüst. En azından sözünü esirgemeden insanın yüzüne konuşabiliyor. Bilmediğini bilmiyorum diyebiliyor.

    Vakit namazını teheccud yerine kılıp da daha büyük sevaba girdiğini sanan, Allah'ın adıyla halayda zikir çeken çapsız Müslümanlardan daha samimi geliyor öylesi insana.

    vakit namazından hesap sorulacak farz cunku

    teheccud sunnet

    ne demek istediğini anlayamadım? Zikir in sana itici gelen yönlerini halay olarak nitelendirirsen yanlış olur dostum, senin zikirin sessiz içten yaparsın onlar o şekilde yapar

    bir ağacın dalları gibi

    hepsi aynı dalda olmak zorunda değildir

    Vakit namazı vaktinde kılınır.

    Yatsı namazının yattıktan sonra gece 3 te kılındığı nerede görülmüş ?

    İslam da müzik yokken ellerinde tef ile halay sırasında zikir ne demek ?

    vakti geçince sen ondan muaf olmuyorsun ki, mecbur kaza edeceksin

    etmezsen hesabını vereceksin farz cunku.

    diğerinden asla hesap sorulmayacak farkı solemeye gerek yok

    önce halay diyorsunuz sonra tef e girdiniz ben cevap verince zurna falan diyecekseniz boşuna cevap vermeyeyim siz baştan ne demek istediğinizi anlatın




  • İslam öncesi ile islam sonrası dini ibadetler neden aynı?(namaz, oruç,hac,kurban..vs.)
    islam öncesinde de örneğin 5 vakit namaz var..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: eloko

    İslam öncesi ile islam sonrası dini ibadetler neden aynı?(namaz, oruç,hac,kurban..vs.)
    islam öncesinde de örneğin 5 vakit namaz var..

    ''çünkü islam hz.adem den beri var'' diyecekler .
  • Tabi ki bir cevap , yorum vs vardır ,benim merak ettiğim bir konu da şu,
    şimdi genelde devamlı olarak islam öncesi toplum kötülenir, karanlık bir çağ olarak sunulur. her toplumun yaşantısında olumlu olumsuz yönler, adetler gelenekler vardır, dört dörtlük değildir ama anlatıldığı gibide karanlık bir dönem değil.
    bunu insaflı ilahiyatçılar söylüyor zaten.
    peki, bu "öncekini kötüleme " empozesi ile ibadetlerini yapan bir müslüman kötülenen dönemdeki insanların ibadetlerinin aynısını yaptığını öğrenince nasıl bir düşünceye kapılır, çünkü bunu bilmeyen bir çok kişi olduğunu biliyorum.
    bilen de var tabiki ve bundan rahatsız olmuyor ve bunun mantıki bir açıklamasını kendine göre yapabilir.
  • 
Sayfa: önceki 910111213
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.