Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (4. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir (1 Mobil) - 2 Masaüstü1 Mobil
5 sn
534
Cevap
164
Favori
323.046
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
8 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:

    "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

    Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar.

    Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.

    İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

    Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu” der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."

    En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

    "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?"

    Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?"

    "Ne istiyorsan veririm."

    Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

    "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

    Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

    Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

    Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

    Bilge sorar:

    "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

    Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

    Bilge hoca çok kısa cevap verir:

    "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

    Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

    Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...


    Alıntıları Göster
    beyler devam edin hepsini okudum..


    TEMİNAT
    Çok şık giyimli adamın biri New York şehrinin en iyi bankalarından birine girer. Sırasını bekledikten sonra, müşteri temsilcisinin önündeki koltuğa oturur ve utangaç bir eda ile;
    - Çok acele 5,000 dolara 3 haftalığına ihtiyacım var, bunu sizden hemen temin edebilir miyim diye sorar ?
    Müşteri temsilcisi adamın giyiminden ve konuşmasından çok etkilenmesine rağmen, kendi bankaları ile daha önce hiç çalışıp çalışmadığı veya herhangi bir referansı olup, olmadığı gibi beylik sorularını, ezberletildiği şekilde sorar.
    Adam, bunun üzerine kibarca ve ezilerek bunların aslında hepsini kendisine temin edebileceğini, fakat çok acelesinin olduğunu ve müşteri temsilcisinin temkinli yaklaşımını da gayet anlayışla karşıladığını anlatır ve sorar:
    - Benim aklıma bir çözüm yolu geliyor; kapınızın önünde 200.000 dolar değerinde Rolls Royce arabam var, bunu size teminat olarak bırakayım, 3 hafta sonra 5.000 doları ve faizini ödedikten sonra arabamı geri alırım, böyle bir çözüm sizce uygun mu?
    Müşteri temsilcisi bunu hemen sevinçle kabul eder, adamın Rolls Royce'u bankanın garajına park edilir ve adam arzu ettiği 5.000 doları alıp gider.
    Adam 3 hafta sonra yine aynı müşteri temsilcisinin önüne gelir, borç aldığı 5.000 doları ve 3 haftalık süre için tahakkuk eden 15 dolar 42 cent faizi öder. Müşteri tam Rolls Royce'u ile bankanın önünden ayrılırken, müşteri temsilcisi biraz utanarak:
    - Kusura bakmayın ama, sizin gibi bir beyefendi nasıl olur da, kredi kartı ile çekebileceği 5.000 dolar için 200.000 dolar değerindeki Rolls Royce arabasını rehin bırakıp 5.000 dolar kredi alır ? diye sorar.
    Bunun üzerine müşteri:
    - Peki siz New York'da Rolls Royce'umun başına bir şey gelmeyeceğinden bu kadar emin olduğunuz ve 3 haftalık park ücretinin 15 dolar 42 cent tuttuğu başka bir park yeri biliyor musunuz? sorusuyla cevap verir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Unzerstörbar -- 4 Mayıs 2012; 21:13:04 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Unzerstörbar

    beyler devam edin hepsini okudum..


    TEMİNAT
    Çok şık giyimli adamın biri New York şehrinin en iyi bankalarından birine girer. Sırasını bekledikten sonra, müşteri temsilcisinin önündeki koltuğa oturur ve utangaç bir eda ile;
    - Çok acele 5,000 dolara 3 haftalığına ihtiyacım var, bunu sizden hemen temin edebilir miyim diye sorar ?
    Müşteri temsilcisi adamın giyiminden ve konuşmasından çok etkilenmesine rağmen, kendi bankaları ile daha önce hiç çalışıp çalışmadığı veya herhangi bir referansı olup, olmadığı gibi beylik sorularını, ezberletildiği şekilde sorar.
    Adam, bunun üzerine kibarca ve ezilerek bunların aslında hepsini kendisine temin edebileceğini, fakat çok acelesinin olduğunu ve müşteri temsilcisinin temkinli yaklaşımını da gayet anlayışla karşıladığını anlatır ve sorar:
    - Benim aklıma bir çözüm yolu geliyor; kapınızın önünde 200.000 dolar değerinde Rolls Royce arabam var, bunu size teminat olarak bırakayım, 3 hafta sonra 5.000 doları ve faizini ödedikten sonra arabamı geri alırım, böyle bir çözüm sizce uygun mu?
    Müşteri temsilcisi bunu hemen sevinçle kabul eder, adamın Rolls Royce'u bankanın garajına park edilir ve adam arzu ettiği 5.000 doları alıp gider.
    Adam 3 hafta sonra yine aynı müşteri temsilcisinin önüne gelir, borç aldığı 5.000 doları ve 3 haftalık süre için tahakkuk eden 15 dolar 42 cent faizi öder. Müşteri tam Rolls Royce'u ile bankanın önünden ayrılırken, müşteri temsilcisi biraz utanarak:
    - Kusura bakmayın ama, sizin gibi bir beyefendi nasıl olur da, kredi kartı ile çekebileceği 5.000 dolar için 200.000 dolar değerindeki Rolls Royce arabasını rehin bırakıp 5.000 dolar kredi alır ? diye sorar.
    Bunun üzerine müşteri:
    - Peki siz New York'da Rolls Royce'umun başına bir şey gelmeyeceğinden bu kadar emin olduğunuz ve 3 haftalık park ücretinin 15 dolar 42 cent tuttuğu başka bir park yeri biliyor musunuz? sorusuyla cevap verir.

    Alıntıları Göster
    Bu cok iyimis..


    TERSTEN YAŞAM
    Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir.
    Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel hatta mükemmel olurdu.
    Nasıl mı ?
    Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliginize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
    Tabuttan dogruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak.
    Herkes etrafınızda büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.
    Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
    Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel , hazır maaş , hazır ev...
    Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
    Sağlığınız gittikçe düzeliyor
    Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
    Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..
    Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz.
    Herkes karşınızda elpençe divan...
    Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor, gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz
    Diğer hormonal aktiviteler artıyor , fevkalade..... Aman ne güzel günler başlıyor...
    Derken bir gün patron size artık Üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor.
    Bu arada Babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..."
    Keyfe bakar mısınız ?
    Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor.
    Partiler, Diskotekler, Kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve Babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor. Araba kullanma derdi de yok artık...
    Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine bak oyuncaklarınla oyna" diyorlar...
    Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar , hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
    Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
    Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.
    Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
    Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok , bir kordondan besleniyor sıcacık yumuşacık gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
    Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
    Ve günün birinde müthiş keyifli bir orgazm ile hayatınız bitiyor....
    Nasıl ama ; İŞTE YAŞAMAK
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Unzerstörbar

    beyler devam edin hepsini okudum..


    TEMİNAT
    Çok şık giyimli adamın biri New York şehrinin en iyi bankalarından birine girer. Sırasını bekledikten sonra, müşteri temsilcisinin önündeki koltuğa oturur ve utangaç bir eda ile;
    - Çok acele 5,000 dolara 3 haftalığına ihtiyacım var, bunu sizden hemen temin edebilir miyim diye sorar ?
    Müşteri temsilcisi adamın giyiminden ve konuşmasından çok etkilenmesine rağmen, kendi bankaları ile daha önce hiç çalışıp çalışmadığı veya herhangi bir referansı olup, olmadığı gibi beylik sorularını, ezberletildiği şekilde sorar.
    Adam, bunun üzerine kibarca ve ezilerek bunların aslında hepsini kendisine temin edebileceğini, fakat çok acelesinin olduğunu ve müşteri temsilcisinin temkinli yaklaşımını da gayet anlayışla karşıladığını anlatır ve sorar:
    - Benim aklıma bir çözüm yolu geliyor; kapınızın önünde 200.000 dolar değerinde Rolls Royce arabam var, bunu size teminat olarak bırakayım, 3 hafta sonra 5.000 doları ve faizini ödedikten sonra arabamı geri alırım, böyle bir çözüm sizce uygun mu?
    Müşteri temsilcisi bunu hemen sevinçle kabul eder, adamın Rolls Royce'u bankanın garajına park edilir ve adam arzu ettiği 5.000 doları alıp gider.
    Adam 3 hafta sonra yine aynı müşteri temsilcisinin önüne gelir, borç aldığı 5.000 doları ve 3 haftalık süre için tahakkuk eden 15 dolar 42 cent faizi öder. Müşteri tam Rolls Royce'u ile bankanın önünden ayrılırken, müşteri temsilcisi biraz utanarak:
    - Kusura bakmayın ama, sizin gibi bir beyefendi nasıl olur da, kredi kartı ile çekebileceği 5.000 dolar için 200.000 dolar değerindeki Rolls Royce arabasını rehin bırakıp 5.000 dolar kredi alır ? diye sorar.
    Bunun üzerine müşteri:
    - Peki siz New York'da Rolls Royce'umun başına bir şey gelmeyeceğinden bu kadar emin olduğunuz ve 3 haftalık park ücretinin 15 dolar 42 cent tuttuğu başka bir park yeri biliyor musunuz? sorusuyla cevap verir.

    Alıntıları Göster
    Çok bilinen bir öykü, ama bilmeyenler vardır belki...


    Adam yorgun argın eve döndüğünde,
    5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

    Çocuk babasına,
    "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu..

    Zaten yorgun gelen adam,
    "Bu senin işin değil" diye cevap verdi.

    Bunun üzerine çocuk,
    "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi.

    Adam,
    "İllâ da bilmek istiyorsan 20 lira" diye cevap verdi.

    Bunun üzerine çocuk,
    "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu.

    Adam iyice sinirlenip,
    "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.

    Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
    Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü.

    "Belki de gerçekten lazımdı"...

    Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...
    Yatağında olan çocuğa,
    "Uyuyor musun" diye sordu.

    Çocuk,
    "Hayır" diye cevap verdi...

    "Al bakalım, istediğin 10 lira.
    Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm.
    Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi..

    Çocuk sevinçle haykırdı,
    "Teşekkürler babacığım"...

    Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.
    Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
    Bunu gören adam iyice sinirlenerek,

    "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun, diye bağırdı.

    Çocuk,
    "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi
    Ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;

    "İşte 20 lira... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Çok bilinen bir öykü, ama bilmeyenler vardır belki...


    Adam yorgun argın eve döndüğünde,
    5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

    Çocuk babasına,
    "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu..

    Zaten yorgun gelen adam,
    "Bu senin işin değil" diye cevap verdi.

    Bunun üzerine çocuk,
    "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi.

    Adam,
    "İllâ da bilmek istiyorsan 20 lira" diye cevap verdi.

    Bunun üzerine çocuk,
    "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu.

    Adam iyice sinirlenip,
    "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.

    Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.
    Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü.

    "Belki de gerçekten lazımdı"...

    Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...
    Yatağında olan çocuğa,
    "Uyuyor musun" diye sordu.

    Çocuk,
    "Hayır" diye cevap verdi...

    "Al bakalım, istediğin 10 lira.
    Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm.
    Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi..

    Çocuk sevinçle haykırdı,
    "Teşekkürler babacığım"...

    Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.
    Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.
    Bunu gören adam iyice sinirlenerek,

    "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun, diye bağırdı.

    Çocuk,
    "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi
    Ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;

    "İşte 20 lira... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."

    Alıntıları Göster
    KURABİYE HIRSIZI

    Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına.
    Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.

    Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde Aralarında duran paketten birer birer kurabiye Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de.

    Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken,
    Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş Tüketirken kurabiyelerini.
    Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini.
    Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini!"

    Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
    Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca
    "Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine.
    Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle
    Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye.
    Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına.

    Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve
    "Aman Allahım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam,
    Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!"
    Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında,

    Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
    Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına,
    Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na.
    Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna,
    Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına.

    Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla.
    Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye!
    Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer;
    Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!"
    Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
    Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    KURABİYE HIRSIZI

    Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında, Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına.
    Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.

    Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde Aralarında duran paketten birer birer kurabiye Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de.

    Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken,
    Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş Tüketirken kurabiyelerini.
    Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini.
    Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım, morartırdım şu adamın gözlerini!"

    Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
    Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca
    "Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine.
    Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle
    Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye.
    Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına.

    Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve
    "Aman Allahım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam,
    Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!"
    Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında,

    Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
    Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına,
    Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na.
    Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna,
    Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına.

    Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla.
    Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye!
    Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer;
    Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!"
    Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
    Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.

    Alıntıları Göster
    Mükemmel konu, mükemmel hikayeler
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: daikataNa~

    Etkileyici gayet.

    Aynen.

    Alıntıları Göster
    mesajım bulunsun
  • Güzel
  • her hikayeyi ayrı bi keyifle okudum, paylaşan arkadaşlara teşekkür ederim :) devamını bekliyoruz
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Chidori

    Güzel
    bunca yıl konu dışına takılıyorum böyle konu görmedim
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: daikataNa~

    Etkileyici gayet.

    Aynen.

    Alıntıları Göster
    takipteyim konuyu apaçi hikayeleri olmasında
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: daikataNa~

    Etkileyici gayet.

    Aynen.

    Alıntıları Göster
    Harbi çok kısaymış. O yazıyı kim okuyacak? Bunu ne düşündün de yazdın?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: KilliKarpuz

    takipteyim konuyu apaçi hikayeleri olmasında

    Alıntıları Göster
    HAYATA HEP GÜZEL BAKMAK

    Hastahanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu.Bunlardan
    koğuşa ilk gelen pencerenin önüne,ikincisi ortaya,üçüncüsü ise kapı
    kenarına yatırılmıştı.
    Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için,neşeli konuşmalarıy-
    la ötekileri eğlendiriyor ve kederlerini azaltmaya çalışıyordu.
    Soğuk bir kış gecesi,pencerenin yanındaki hasta öldü.Onu kaldırdık-
    tan sonra ortadaki hastayı pencerenin önüne,kapının yanındakinide
    ortaya yatırarak,boşalan yere yeni bir hasta getirdiler.
    Pencerenin önüne alınan iyimser hasta,dışarıda gördüklerini anlatmaya
    başladı.
    Yol kenarındaki parkı,dev çınar ağaçlarını,cıvıldaşan kuşları
    işlerine koşan insanları,neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek
    dolu tarlaları uzun uzun anlatarak,çaresiz durumdaki arkadaşlarını
    rahatlatıyordu.Adam kısa bir süre sonra,gelip geçenlere isimler tak-
    maya başladı.Öteki hastalar,artık sabah işe gidenlerin,seyyar satıcı-
    ların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin öykülerini dinleye
    dinleye,onları gözleri önünde canlandırıyordu.
    Kısa bir süre sonra hastahanenin ruha ağırlık veren havası dağıl-
    mış ve türlü geçmek bilmeyen can sıkıcı saatleri tatlı öyküler doldur-
    muştu.Bir gün ortadaki hastanın aklına bir fikir geldi.Eğer pencere-
    nin önündeki hastaya birşey olursa oraya kendisi geçecek ve onun öy-
    külerini dinlemektense,dışarıdaki renkli ve canlı yaşamı kendi göz-
    leriyle görecekti.Bu düşünce günlerce kafasına yer etti.Yattığı yer-
    den hep bunu düşünüyor ve çareler araştırıyordu.Sonunda onuda buldu
    Pencerenin önündeki hastaya bazen kalp krizleri geliyordu.Adam bu
    durumda komodinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hasta
    bakıcı olmadığından ilacı kendisi alıyordu.
    Bir gece,pencere önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde,ortadaki
    hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını devirevirdi.Şişe
    yere düşmüş ve paramparça olmuştu.Ertesi sabah,pencerenin önündeki
    hastayı ölü buldular.Ve onu kaldırdıktan sonra,ortada yatan hastayı
    cam kenarına geçirdiler.Adam göreceği manzaranın heyecanıyla dışarıya
    baktığında beyninden vurulmuşa döndü.!
    Pencerenin bir kaç metre ötesinde,simsiyah bir duvardan başka
    hiç birşey yoktu...
  • arkadaslar hikayeler super, ellerinize saglik, takipteyim
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: daikataNa~

    Etkileyici gayet.

    Aynen.

    Alıntıları Göster
    kan kusana altın tas yaramaz mış vay be.uygun bir ara okucam çok uuzn yazmayın
  • quote:

    Orijinalden alıntı: HÜSAMCIK

    kan kusana altın tas yaramaz mış vay be.uygun bir ara okucam çok uuzn yazmayın

    Alıntıları Göster
    konu amacına ulaştı.. herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum güzel paylaşımları için.. tam gaz devam.. lütfen aynı kalitede hikayeler paylaşmaya devam edelim
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    konu amacına ulaştı.. herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum güzel paylaşımları için.. tam gaz devam.. lütfen aynı kalitede hikayeler paylaşmaya devam edelim

    Alıntıları Göster
    Yeni bir gün... Yeni bir öyküyle başlangıcı yapayım...


    Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarindayken bir trafik kazasi geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş.

    Oysa çocuğun büyük bir ideali varmiş. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş.

    Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasına gidip yapilacak bir şeyin olup olmadığını sormuş..

    Hoca: Getir çocuğu ..bir bakalim, demiş.

    Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına.. Hoca çocuğu süzmüs ve: Tamam demiş.. Yarın eşyalarını getir, Çalışmalara basliyoruz.

    Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş.



    Çocuk bir hafta aynı hareketi çalısmış.. Sonra hocasınin yanına
    gitmiş. Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye
    sormuş.

    Hocanın cevabı: - Çalışmaya devam et olmuş...

    2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş.. Çocuk bu bir
    yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.

    Hocanın yanına tekrar gitmiş: Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana baska hareket
    göstermeyecek misiniz?

    - Sen aynı hareketi çalış oglum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..

    2 yıl ,3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.

    Bir gün hocası yanına gelip. ..."Hazir ol ! " demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!"..

    Delikanlı şok olmuş.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var.

    Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış.

    Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmis. Derken.. ikinci ,üçüncü maç....çeyrek, yari final ve final...

    Finalde Delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış. ....

    Tam bir üstat, delikanlı dayanamayıp hocasının yanına kosmuş.. "Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var.. Bu kadar bana yeter.. Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.."

    - Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil.

    Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç baslamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldiktan sonra hocasının yanına koşmuş:

    -Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var.

    Nasıl oldu da ben kazandım ?

    -Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok.

    Bu bir,

    İkincisi de o hareketin tek bir karşi hareketi vardir. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!

    Bunu anlatan kişi bir de şunu ekledi:

    "İnsanlarin eksiklikleri bazen, aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin..!!"
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Yeni bir gün... Yeni bir öyküyle başlangıcı yapayım...


    Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarindayken bir trafik kazasi geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş.

    Oysa çocuğun büyük bir ideali varmiş. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş.

    Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasına gidip yapilacak bir şeyin olup olmadığını sormuş..

    Hoca: Getir çocuğu ..bir bakalim, demiş.

    Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına.. Hoca çocuğu süzmüs ve: Tamam demiş.. Yarın eşyalarını getir, Çalışmalara basliyoruz.

    Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş.



    Çocuk bir hafta aynı hareketi çalısmış.. Sonra hocasınin yanına
    gitmiş. Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye
    sormuş.

    Hocanın cevabı: - Çalışmaya devam et olmuş...

    2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş.. Çocuk bu bir
    yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.

    Hocanın yanına tekrar gitmiş: Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana baska hareket
    göstermeyecek misiniz?

    - Sen aynı hareketi çalış oglum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..

    2 yıl ,3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.

    Bir gün hocası yanına gelip. ..."Hazir ol ! " demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!"..

    Delikanlı şok olmuş.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var.

    Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış.

    Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmis. Derken.. ikinci ,üçüncü maç....çeyrek, yari final ve final...

    Finalde Delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış. ....

    Tam bir üstat, delikanlı dayanamayıp hocasının yanına kosmuş.. "Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var.. Bu kadar bana yeter.. Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.."

    - Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil.

    Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç baslamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldiktan sonra hocasının yanına koşmuş:

    -Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var.

    Nasıl oldu da ben kazandım ?

    -Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok.

    Bu bir,

    İkincisi de o hareketin tek bir karşi hareketi vardir. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!

    Bunu anlatan kişi bir de şunu ekledi:

    "İnsanlarin eksiklikleri bazen, aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin..!!"

    Alıntıları Göster
    TUZLU KAHVE (Richard Fawler)

    Kıza bir partide rastlamıştı. Harika birşeydi. O gün peşinde koşan o kadar çok delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
    "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi. "Kahveme koymak için".
    Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı...
    Kahveye tuz!..
    Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi.
    Delikanlı anlattı:
    "Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki".
    Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.
    İçini bu kadar samimi döken, evini ailesini bu kadar özleyen bir adam evi, aileyi seven bir olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri. Ev duyusu olan biri.
    Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu. Tatlı ve sıcak.
    Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii.
    Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine, içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.
    40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu satırlarında:
    "Sevgilim, bir tanem.
    Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken "tuz" çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da".
    Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.
    Lafı açıldığında bir gün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl birşey?" diye soracak oldu.
    Gözleri nemlendi kadının.
    "Çok tatlı!.." dedi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    Yeni bir gün... Yeni bir öyküyle başlangıcı yapayım...


    Japonya'da bir çocuk 10 yaşlarindayken bir trafik kazasi geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş.

    Oysa çocuğun büyük bir ideali varmiş. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş.

    Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasına gidip yapilacak bir şeyin olup olmadığını sormuş..

    Hoca: Getir çocuğu ..bir bakalim, demiş.

    Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına.. Hoca çocuğu süzmüs ve: Tamam demiş.. Yarın eşyalarını getir, Çalışmalara basliyoruz.

    Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş.



    Çocuk bir hafta aynı hareketi çalısmış.. Sonra hocasınin yanına
    gitmiş. Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye
    sormuş.

    Hocanın cevabı: - Çalışmaya devam et olmuş...

    2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş.. Çocuk bu bir
    yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.

    Hocanın yanına tekrar gitmiş: Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana baska hareket
    göstermeyecek misiniz?

    - Sen aynı hareketi çalış oglum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..

    2 yıl ,3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.

    Bir gün hocası yanına gelip. ..."Hazir ol ! " demiş.. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!"..

    Delikanlı şok olmuş.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var.

    Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış.

    Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmis. Derken.. ikinci ,üçüncü maç....çeyrek, yari final ve final...

    Finalde Delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış. ....

    Tam bir üstat, delikanlı dayanamayıp hocasının yanına kosmuş.. "Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var.. Bu kadar bana yeter.. Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.."

    - Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil.

    Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç baslamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak.! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldiktan sonra hocasının yanına koşmuş:

    -Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var.

    Nasıl oldu da ben kazandım ?

    -Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok.

    Bu bir,

    İkincisi de o hareketin tek bir karşi hareketi vardir. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!

    Bunu anlatan kişi bir de şunu ekledi:

    "İnsanlarin eksiklikleri bazen, aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin..!!"

    Alıntıları Göster
    herkese günaydın, unsal güzel bir başlangıç yapmış, devamını getiriyim bende..


    > Yayin Tarihi 1 Ekim, 2008
    >
    > Yaşlı kadın yatağından kalktı. Sabah ezanının insan
    > ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88
    > yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru
    > yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi
    > ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları
    > doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak
    > yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu.
    > Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa
    > yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler
    > atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos
    > masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü
    > çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının
    > üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
    > Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara
    > yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği
    > göz alan bir kadın birbirlerine bakarak
    > gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın 'Günaydın Anne,
    > Günaydın Baba' dedi. Usulca yerine koyduğu
    > çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir
    > çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay
    > üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı.
    > Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü.
    > 'Günaydın Kocacığım' dedi. Kadın bu
    > çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son
    > çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu.
    > Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp
    > 'Günaydın Evlatlarım' dedi. Tüm çerçevelere
    > kısaca göz atıp 'Sizleri, hepinizi çok
    > özledim' dedi.
    >
    > Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için
    > bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır
    > doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi.
    > Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan
    > adama 'Bir taksi istiyorum' dedi ve adresi verdi.
    > Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi.
    > Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu
    > merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır
    > ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi
    > şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu.
    > 'Patlama be adam' dedi. Nihayet taksiye binebildi.
    > 'Teyze hoş geldin' dedi 25-30 yaşlarındaki
    > şoför. 'Nereye gidiyoruz?' Kadın kısa bir
    > sessizliğin sonunda 'Tüm bir gün beni
    > taşırmısın?' diye sordu. 'Sana 500 lira
    > veririm.' Adam küçümser bir gülümseme ile,
    > 'Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze'
    > dedi.
    >
    > Kadın gülümsedi
    >
    > 'O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?'
    >
    > 'Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım.
    > İlk önce nereye gideceğiz?'
    >
    > 'Anıtkabir'e'
    >
    > 'Anıtkabir'e mi?
    >
    > 'Evet'
    >
    > 'Tamam teyzeciğim'
    >
    > 'Yaş kaç teyzeciğim?'
    >
    > 'Seksen sekiz'
    >
    > 'Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim'
    >
    > 'Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum'
    >
    > 'Haklısın teyzecim'
    >
    > Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför
    > 'Teyzeciğim geldik' dedi. Dalgın görünen kadın
    > 'Evladım burada yardımına ihtiyacım var' dedi.
    > 'Benimle gel' Adam şaşırmıştı. 'Tabii
    > teyze' dedi. Kuşkulu gözlerle 'Bizi buraya
    > alırlar mı?' diye sordu.
    >
    > O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda
    > irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak 'Ne demek
    > almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?' dedi
    >
    > 'Hayır'
    >
    > 'Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?'
    >
    > 'Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme'
    >
    > 'Ee o zaman'
    >
    > 'Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram
    > olmayınca burası kapalı sanıyordum ben'
    >
    > Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.
    >
    > Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere
    > kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför
    > kuşkulu bir şekilde
    >
    > 'Nasıl çıkacaksın Teyze?' diye sordu.
    >
    > 'Her ay nasıl çıkıyorsam öyle'
    >
    > 'Her ay geliyormusun?'
    >
    > 'Evet'
    >
    > Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye
    > doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi.
    > Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının
    > koluna girmişti. Kadının nefes alışları
    > sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın
    > şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını
    > açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru
    > ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla
    > olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin
    > döküldüğünü fark etti. 'Hayatım boyunca sana
    > verdiğim sözü tutmak için çalıştım' Ağır
    > ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya
    > başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona
    > katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra 'Hadi
    > gidelim' dedi.
    >
    > Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya
    > döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye
    > başlamıştı. 'Yoruldun mu Teyze' dedi.
    >
    > Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra 'Evet hem de
    > çok yoruldum' diye cevapladı.
    >
    > 'Nereye gidiyoruz?'
    >
    > 'Bankaya'
    >
    > Şoför arabasındaki kadının herhangi biri
    > olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının
    > Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda
    > dayanamadı.
    >
    > 'Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?'
    >
    > 'Sor bakalım evladım'
    >
    > 'Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi
    > söylemiştiniz. O söz nedir?'
    >
    > 'Uzun hikaye evladım'
    >
    > 'Olsun be teyze anlat ne olur'
    >
    > 'Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk.
    > Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği
    > verdiğimde bana ismimi sordu. Bende 'Adalet' dedim.
    > Bunun üzerine 'Ne güzel ismin varmış' dedi.
    > 'Okulu bitirince ne olacaksın' dedi bana. Hemşire
    > dedim. Oda 'Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine
    > çok yakışır' dedi. Ben kadından hakim olmaz ki
    > dedim. Kaşlarını çattı, 'Sen istedikten sonra olur.
    > Senden söz istiyorum hakim olacaksın' dedi .'
    >
    > 'Sen ne dedin peki?'
    >
    > 'Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.'
    >
    > 'Peki olabildin mi Adalet Teyze?'
    >
    > 'Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.'
    >
    > 'Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze'
    >
    > 'Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin
    > hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların
    > hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha
    > anlayışlı davranabilirsin'
    >
    > 'Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek
    > istediğin'
    >
    > 'Evet'
    >
    > 'Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?'
    >
    > 'Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi
    > evladım'
    >
    > 'Osman teyzeciğim'
    >
    > 'Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al
    > olur mu?'
    >
    > 'Tamam teyzeciğim'
    >
    > Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman
    > öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek
    > boyunca Adalet hanımı düşündü. 'Kim bilir neler
    > yaşamış, neler görmüştür' diye düşündü. Tam
    > vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık
    > gecikme ile geldi.
    >
    > 'Hoş geldin Hakim Teyze'
    >
    > 'Çok uzun zamandır bana Hakim
    > denmemişti.'
    >
    > 'Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?'
    >
    > 'Yok aksine hoşuma gitti. Sağol'
    >
    > 'Nereye gidiyoruz?'
    >
    > 'Seyranbağlarına'
    >
    > 'Tabii'
    >
    > 'Hakim Teyze çok yer gezmişsindir
    > sen'
    >
    > 'Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik
    > rahmetli kocamla'
    >
    > 'Ne iş yapardı amca?'
    >
    > 'Subaydı.'
    >
    > 'Ne zaman vefat etti?'
    >
    > '1952²de'
    >
    > 'Çok olmuş.Gençmiş'
    >
    > 'Kore savaşında şehit oldu.'
    >
    > 'Allah rahmet eylesin Hakim teyze'
    >
    > ' Sağol'
    >
    > 'Seyranbağları'na geldik nereye
    > gideceğiz?'
    >
    > 'Sağa sap. İkinci binanın önünde
    > dur.'
    >
    > 'Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi
    > ben'
    >
    > 'Yok bekle burada'
    >
    > Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti.
    > Binanın uzaktan görünen levhasına baktı.
    > 'Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu' yazısını
    > okudu. Anlam veremedi. 'Bu kadın burada ne yapar
    > ki?' diye düşündü.
    >
    > Yarım saat sonra Adalet hanım göründü.
    > Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet
    > hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın 'Adalet
    > Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman
    > yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur
    > arayı çok uzatmayın. Yine gelin' dedi.
    >
    > Adalet hanım, buğulu gözlerle 'İnşallah. Kızlara
    > selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara
    > iyi bakın' dedi.
    >
    > Araba hareket etti.
    >
    > 'Nereye Hakim Teyze?'
    >
    > 'Hemen iki sokak öteye'
    >
    > Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir
    > binanın önüne park etti. Bu binada da 'Ankara
    > Seyranbağları Huzurevi' yazıyordu.
    >
    > 'Bekle beni'
    >
    > 'Tabii Hakim Teyze'
    >
    > Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu
    > sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla
    > çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra
    > oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet
    > Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
    >
    > 'İyi misin Hakim Teyze'
    >
    > 'İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş
    > oluyor'
    >
    > 'Nereye gidiyoruz?'
    >
    > 'Cebeci Asri Mezarlığına'
    >
    > 'Tamam'
    >
    > 'Teyze nerelisin sen?'
    >
    > 'Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev
    > hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa
    > gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle.
    > Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye
    > döndük. Allah'a Şükür Babam'da sağ salim
    > döndü savaştan.'
    >
    > 'Sonra ne oldu?'
    >
    > 'Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada
    > Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için
    > İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada
    > rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu
    > o zaman. Mezun olunca evlendik..'
    >
    > 'Çocuğunuz var mı?'
    >
    > 'Bir kızım bir oğlum vardı.'
    >
    > 'Neredeler şimdi?'
    >
    > 'Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.'
    >
    > 'Ne güzel'
    >
    > '1978de Fransa'da Ermeniler öldürdüler.'
    >
    > 'Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da
    > babası gibi şehit oldu yani'
    >
    > 'Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye
    > evlat acısı vermesin.'
    >
    > 'Amin. Ya kızın?'
    >
    > 'O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu.
    > Öğretmendi. 1999da depremde hepsi vefat ettiler.'
    >
    > 'Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm
    > seni Hakim Teyze kusura bakma'
    >
    > 'Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı
    > evladım.Sen üzülme sağol'
    >
    > 'Geldik Teyze'
    >
    > 'Tamam evladım. Al işte paran artık
    > gidebilirsin.'
    >
    > 'Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni
    > bekleyeyim eve bırakayım.'
    >
    > 'Yok beni alacaklar buradan'
    >
    > 'Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan
    > söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet
    > beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para
    > istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal
    > karşılığı yok zaten.'
    >
    > 'Çocukların var mı?'
    >
    > 'İki tane ellerinden öperler.' Taksinin
    > güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp
    > gösterdi.
    >
    > 'Adları nedir?'
    >
    > 'Kemal ve Ayşe'
    >
    > 'Oğlumun adı da Kemaldi.'
    >
    > Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı
    > ittirdi Adalet Hanım..
    >
    > 'Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama
    > yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile
    > büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi
    > içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de
    > vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.'
    >
    > Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi
    > evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım
    > mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken;
    > Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en
    > büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı
    > acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından
    > almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar
    > verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.
    >
    > Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu.
    > Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden
    > almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran
    > gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
    > Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli
    > olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı.
    > Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri
    > genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber
    > dikkatini çekti.
    >
    > 'Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında
    > bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın
    > Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi.
    > Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine
    > ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün
    > bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye
    > bölerek Seyranbağları'ndaki bir kız yetiştirme
    > yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi.
    > Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için
    > gittiğini düşünüyor.'
    >
    > Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel
    > olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey
    > anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu
    > yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın
    > bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında
    > 'Gökler bile sana ağlıyor' diyerek
    > ağladığı...
    >
    > NOT: Bu Öykü, Nuriye ÖZDİNÇER tarafından
    > gönderilmiştir.
  • Ulan Snn yuzunden duragi kacirdm nyse takip aksam devam ederm
  • quote:

    Orijinalden alıntı: M_aTRa_X

    Ulan Snn yuzunden duragi kacirdm nyse takip aksam devam ederm
    Frank Lapidus'un Adalet Teyze ile ilgili öyküsü gerçekten başlığa uygun bir şekilde içime işledi. Diğer arkadaşlardan da katkılar bekliyoruz.




    Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi. Bugün, 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti. Aslında bunu yapmakta geç bile kalmıştı.
    'Bitmeli!' dedi içinden. 'Hergün bu tatsız uyanış bitmeli!' Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de bekletmemeliydi. İstanbul, soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gök yüzüne bakarak iç geçirdi; 'Bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor,onlar bile ağlıyor halimize...'
    Artık Kadıköy iskelesindeydi. Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü. Şimdi midesindeki ağrı daha da artmıştı.
    Beşiktaş'a geçtiler. Yolculuk sırasında hiç konuşmadılar. Genç kız, sevgilisinin bu durgunluğuna anlam verememişti. Nereden bilecekti ki bugün ayrılık çanlarının çalacağını...
    Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafe'de oturdular. Genç kız anlamıştı sevgilisinin kendisine birşey söylemek istediğini. 'Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?' diye sordu. Genç adam, gözlerini kaçırarak 'Evet.' dedi. Genç kız heyecanlanmıştı, biraz da sinirlenerek 'Söylesene, ne diye bekliyorsun?' dedi. Genç adam içini çektikten sonra 'Sence biz nereye kadar gideceğiz?' diye sordu. Genç kız, 'Bunu sorma gereğini niye duydun?' diye yanıt verdi. Genç adam söze başladı:
    'Birkaç ay önce akşam 23.00'te sana telefon açıp senin için yazdığım şiiri okumak istemiştim. Sen bana 'Sırası mı şimdi canım yaa, işin gücün yok mu?' demiştin. Biliyor musun, o an nakavt olan bir boksör gibi hissettim kendimi. Özür dileyip telefonu kapatmıştım. Daha sonra benden bu şiiri hiç istememiştin. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sende gelmiş, Meral'in 'Sen şanslısın, sevgilin sana bakar.' sözüne 'İşim yok da sana mı bakacağım, annen baksın.' demiştin. Hatırladın mı?
    Genç kız, 'Biliyorsun, ben duygusallığı sevmiyorum. Hem hasta bakıcı gibi göründüğümü kimse söyleyemez.' diye yanıtladı. Genç adam güldü, 'Evet canım, haklısın. Zaten olmak istesen de, bu kalbi taşıdığın sürece hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın.'
    Genç adam devam etti... 'Bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj cektin? Hiç! Hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin. Ama sen, seni seven insanları da mutlu etmeyi sevmiyorsun. Halbuki ben senin tam tersine, kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, her akşam, her gece, yani seni andığım her saat tatlı bir mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben akla kara gibiyiz.' Genç kız anlamamıştı, 'Yani ne istiyorsun benden, şair olmamı mı?'
    Genç adam tekrar gülümsedi içinden. Dün geceki ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşündü. 'Hayır.' dedi, 'Şair olmanı istemiyorum. Olamazsın da... Biz ayrılmalıyız. Ayrılırsak, ikimiz için de en hayırlısı bu olacak.'
    Genç kız şaşırmıştı, 'Neden ama? Ben seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini sanıyordum.'
    Genç adam iç çekerek 'Hayır canım, sen beni sevdiğini zannediyorsun. Eğer beni sevseydin, şimdi başka şeyler konuşurduk' dedi.
    Genç kızın gözleri yaşarmıştı. Genç adam cebinden çıkarttığı mendili uzattı, genç kız gözyaşlarını silerek 'Sen bilirsin, umarım beni bir başkası için bırakmıyosundur...' dedi.
    Genç adam 'Nasıl böyle birşey düşünürsün, senden başka kimse olmadı ve uzun zaman da olacağını sanmıyorum.' yanıtını verdi. Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları bu masada artık iki yabancıydı. Birkaç dakika sessizce oturdukdan sonra genç kız 'Tamam o zaman, sana mutluluklar dilerim.' diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu. Genç adam, 'İstersen arkadaş kalabiliriz.' dedi. Birbirlerine son kez sarıldılar.
    Genç adam doğru yaptığına inanıyordu. Eve döndüğünde yürümekten bitap bir haldeydi. Odasına girdi. Gece bitmek bilmiyordu. Sabah erken kalkıp işe gidecekti, uyumalıydı. Birkaç saat sonra uykuya dalmayı başardı. Sabah 7'de saatin ziline uyandı. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 cevapsız arama vardı. Yorgun olduğu için duymamıştı telefonun sesini. Aramalar ve mesaj sevgilisindendi. Heyecanla mesajı açtı, şunlar yazıyodu:

    Sadece onları sevmeyi sevdim
    Hepsini onlarsız yaşadımda
    Bir seni sensiz yaşayamıyorum
    Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyuorum
    Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim
    Ve seni severek öleceğim,elveda birtanem...

    Genç adam şaşırmıştı. Onu tanıdığı günden beri ilk defa şiir alıyordu ve üstelik sabahın beşinde yazmıştı. Heyecanla onu aradı, telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam 'Nalan'la görüşebilir miyim?' dedi. Ama karşıdaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra hem de... Ben onun annesiyim yavrum, kızım bu sabah intihar etti. Gece sabaha kadar birilerini arayıp durdu. Sabah odasının ışığını sönmemiş görünce girdim. Yavrum kendini asmıştı...
    Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi. Olduğu yere yığılıp kaldı...
    Birkaç ay sonra iki doktor konuşuyordu hastanede. Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyordu. Doktor yanıt verdi...
    'Haaa, o mu? Üç ay önce getirdiler. Kendisi yüzünden bir kız intihar etmiş. O günden sonra cep telefonunu hiç elinden bırakmamış. Devamlı birşeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim. O uyurken, gönderdiği numarayı aradım. Numara 3 ay önce iptal edilmiş. Gelen mesajlarda bir şiir var. Bu adam duygusal mı bilmem, ama benim anladığım kadarıyla şiiri yazan çok duygusal biriymiş...'
  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.