Şimdi Ara

Yaklaşık üç aylık İngilizce öğrenme deneyimim.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
119
Cevap
7
Favori
10.410
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Tam günlerini saymadım, tam olarak ne zaman başladığımı da hatırlamıyorum. Muhtemelen iki buçuk ya da üç aydır günde yaklaşık on saat İngilizce çalışıyorum. Ne ile çalıştığım da o kadar önemli değil. Bir setten söz etmek istemiyorum bundan sonra. Kendi bakış açımdan üzerinde çalıştığım seti beğeniyorum ama, herkesin işine yarar mı, emin değilim.

    Bu kadar yoğun çalışmak hem kolay değil, hem de bazen ciddi derecede başağrısı ve bıkkınlık yaratıyor. Ama düşünün ki, okulda uyduruk bir Almanca görmüştüm ve neredeyse hiç İngilizce bilmiyordum. Daha önce de biraz çalışmıştım, sadece o kadar.

    İlk karşılaştığımda mesela "It is too cold." cümlesi beni şoke etmişti. "It" ne idi; "it is" derken "o olmak" anlamına gelen bu cümle kurma yapısı nasıl bir şeydi?... Aklım şaşmıştı. Çok ama çok zorlanmıştım.

    Okan isimli arkadaşımız geçenlerde bir şey söylemişti: "Dil öğrenimi bilinçaltını eğitmekten ibarettir" şeklinde. Aslında söylediği tamamen doğru idi. Ama bunu yapmak sanıldığı ve söylendiği kadar kolay değil.

    Neden dil öğrenimi bilinçaltı ile ilgilidir? Çünkü, bilinçaltı bizim otomatikman ve ezberden yaptığımız tüm iş ve hareketleri kontrol eden mekanizmadır. Biz günlük hayatımızda yüzlerce, binlerce cümle kurarken düşünmeyiz aslında. "Ali okula mı gidiyorsun?" diye sorarken, nasıl cümle kurmamız gerektiğini, hangi ekleri kullanmamız gerektiğini düşünmeyiz. Sadece ezberden, yani bilinçaltından otomatikleşmiş sözcük ve kalıpları kullanırız. Hoş, aslında çoğumuz günlük yaşamın akıntısı içinde pek de düşünmez. Düşündüğünü sanmak ile düşünmek arasında çok büyük, devasa bir fark var. Felsefe ile derinlemesine ilgilenenler bunu daha iyi bilirler.

    Dolayısı ile bilinçaltını eğitmek için, onun kullanmaya alışkın olduğu ezber ve kalıpları kırabilmek, bir anlamda onunla inatla mücadele etmek gerekiyor. Gerçekten böyle. Ona, kullanabileceği yeni bir sistemi verebilmek, kabul ettirebilmek gerekiyor. İŞTE BU YÜZDEN YABANCI DİL ÖĞRENİMİNDE EN ÖNEMLİ ŞEY PRATİKTİR. Bu ise hem oldukça sıkıcı ve hem de çok zaman almaktadır.

    Pratik önemli, çünkü otomatik tüm alışkanlıklar bilinçaltı tarafından ancak pratikle hazmedilebiliyor. Mesela, El örgüsü öğrenen bir bayan ilk başladığı zamanlarda hangi ilmiği nereden geçireceğine, ne yapması gerektiğine özellikle dikkat etmek zorundadır. Ama zamanla bu bilinçaltı tarafından benimsenir ve hazmedilir ve o kişi, arkadaşları ile konuşurken, kafası başka bir şey ile meşgulken, bilinçaltında yerleşik ezberler sayesinde el örgüsünü otomatik olarak sürdürüp yapabiliyor.

    Fakat bu yabancı dil öğreniminin sadece pratik ve tekrardan ibaret olduğu anlamına gelmesin. Çünkü bilinçaltı, belli eylemleri otomatik olarak gerçekleştirebilmek için belli bir sisteme, mantığa ihtiyaç duyar. Tıpkı, bir fabrikadaki bir makineyi çalıştıran bir program, yani yazılım gibi. Bir makineyi çalıştıran yazılımın kendi içinde bir mantığı ve sistemi vardır. Bu sayede bir kol lehimi hangi noktaya basacağını belirleyebilir.


    Evet, sanırım iki buçuk ya da üç ay civarı bir şey oldu. Bazı günler hakikaten çok daral geldi. Bugün de biraz böyle hissediyorum. Eskiden benim setteki Language bölümünde kısa cümleler var idi. O zamanlar pek bir şey bilmediğim için her bir cümle epey zamanımı alıyordu. Şimdi ise cümleler uzadığı ve diyaloglar şeklinde verildiği için çok zamanımı alıyor. Hatta daha fazla zamanımı alıyor. Yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı pratiğe çok önem veriyorum, ki zaten adamlar da çok önem vermiş. Her bir cümleyi, o cümlede geçen olayları yaşıyormuşum ya da izliyormuşum gibi kafamda canlandırıyor ve en az üç-dört defa tekrarlıyorum. Bu "kafada canlandırma" olayı gerçekten çok önemli. Çünkü bir çocuk kendi dilini yaşayarak, görerek öğreniyor. YANİ SOMUT OLARAK ÖĞRENİYOR. Ben orada yaşamadığıma göre ancak kafamda canlandırıp yaşayarak bunu yapabilirim. Bu çok fazla enerji gerektiriyor, beyni çok yoruyor. Ama bu şekilde, hem konuşma otomatikleşmeye başlıyor ve hem de mümkün olduğunca İngilizce sözcükleri nesne ve eylemlerle eşleştirmiş oluyorsunuz. Yani Türkçeye yönelip çeviri yapmadan İngilizce'yi kendi yapısı içerisinde öğrenmeye başlamış oluyorsunuz.

    İki buçuk ay desek, günde yaklaşık on saat, toplamda 750 saat kadar bir şey tutuyor. Çok şey öğrendim mi? Maalesef hayır. Gerçek şu ki, İngilizce cümle kurma bakımından çok zengin bir dil. Çok farklı cümle kurma biçimler, farklı ifade yöntemleri ve çok fazla kullanılan kelimeler var. Düşünün ki, tahminen iki ya da üç bin civarı kelime gördüğüm halde, yine de bir filmde karşılaştığım çoğu şey bana yabancı geliyor. Bu da gösteriyor ki günlük yaşamlarında bile çok fazla kelime kullanıyorlar.

    Şu ana kadar, geniş zaman, şimdiki zaman ve basit geçmiş zamanı öğrenmiş oldum. Tabii düzensiz fiiller ayrı bir olay. Sayıları çok ve bunlar standart bir ek alma biçimine sahip değiller. Şu anda ise Quantifier, yani nicelikleri öğrenmekteyim. Daha doğrusu, bunları epey önceden görmeye başlamıştım ama, benim setimde önceden verilmeye başlanan şey, sonradan üzerinde yoğun şekilde durularak daha sıkı şekilde öğretilmeye çalışılıyor. Böylece hem pekiştirmiş, hem hatalarınızı görmüş oluyorsunuz.

    Let's start diye bir CD ile başladım ve ne yazık ki şu an ancak üçüncü CD'nin başındayım. Bundan sonra bende dört CD daha var. Ama tahmin ediyorum, yılmadan, bıkmadan aynı şekilde devam edebilirsem, intermediate seviyesini bayağı iyi bir şekilde öğrenmiş olacağım. Gerçi daha Basic 2'deyim ama, en azından öğrendiğimi iyi öğrenmiş oluyorum diye düşünüyorum. Çünkü şu anda durumum fena değil.


    Şimdilik bu kadar....



    NOT: Ayrıca şunu merak ediyorum, ben bu kadar çalıştığım halde fazla bir şey öğrendiğimi sanmıyorum, ama şu özel hocalardan işte 40 saatlik ders filan alanların o 40 saatlik öğrenim ne işine yarayacak, onu da anlayabilmiş değilim.







  • Bir de, burada milliyetçi reflekslerle ısrarla Türkçe'nin daha zor olduğunu iddia edenler var. Bunların tutumu doğru değil. Çünkü milliyetçilik farklı bir şey, gerçekler çok farklı bir şey.

    Benim gözümde İngilizce Türkçe'den daha zor bir dil. Bazı nedenlerini yazmıştım. Onları tekrarlamayayım. Ama mesela Türkçede sayılabilen ve sayılamayan şeyler için ayrı bir sözcük, edat, ek kullanma durumu var mı? Yok.

    Many, much ayırımı yok, "little" gibi sadece sayılamayan şeyler için kullanılan bir sözcük yok vb... Bu tür sözcüklerin hepsini göz önünde bulundurduğunuzda doğru sözcüğü doğru yerde kullanmak için özel bir çaba gerektirdiği de açık.

    Biz Türkler kendimizi kandırmaya, kendimizde, dilimizde büyük özellikler olduğunu düşünmeye, böylece egomuzu tatmin etmeye bayılırız. Hayatımız böyle geçer adeta ve bu yönde kanıtlar arar, birilerinin ağzından bu türde laflar duymak için çırpınır dururuz.

    Kişi olarak da, bu toplumun bir ferdi olarak da beni kimse övmüş ya da övmemiş benim umurumda olmaz. Ego tatmini için çılgınca uğraşan biri değilim. İnternette bir ara, gerzek bir Amerikalı ile karşılaşmıştım. Bana "İngilizce konuş" diyordu dayatarak. Çünkü kendinde ve dilinde çok büyük özellikler görüyor ve büyük bir kibirle benim kendi dilinde konuşmam gerektiğini düşünüyordu. Midemi bulandırmıştı. Onun gibi olmak ister miyim? Asla. Midemi bulandıran bir kişi gibi niye olmak isteyeyim ki? Ayrıca aptaldı da, çünkü bu tür davranışları benim gözümde ancak kendini bir şey sanan zavallı bir aptal sergileyebilir.

    Ben felsefe ile çok uğraştım ve hayatım boyunca tek derdim gerçek ne ise onu yazıp söylemek oldu. Neyin doğru ve gerçek olduğuna inanırsam onu söylerim. Doğru, yanılıyor da olabilirim elbette, benim söylediğim her şey gerçek ve doğru diye bir şey yok. O yüzden zaten diyorum ki benim gözümde İngilizce Türkçe'den zor. En azından çok çok fazla kelime içeriyor. Bunun nedeni de İngilizlerle ilgili değil. İngilizce ortak bir dil olmaya başlayalı beri çok sayıda toplum katkı yaptığı için. Amerika'yı düşünün. Hollandalısı da var, Fransızı da var, Çinlisi de var, İtalyanı var, İspanyolu var, Eskimosu bile var. Ve üstelik bunlar bazı geniş olanaklar buldukları ve kısmen de olsa özgür fikirli insanlar yetiştirebildikleri için bilimsel gelişmede öncü rolü oynamışlar ve bilimsel terimlerin çoğu da onlara ait doğal olarak. Bu yüzden zengin bir dil.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HerhangiBiriyim

    Bir de, burada milliyetçi reflekslerle ısrarla Türkçe'nin daha zor olduğunu iddia edenler var. Bunların tutumu doğru değil. Çünkü milliyetçilik farklı bir şey, gerçekler çok farklı bir şey.

    Benim gözümde İngilizce Türkçe'den daha zor bir dil. Bazı nedenlerini yazmıştım. Onları tekrarlamayayım. Ama mesela Türkçede sayılabilen ve sayılamayan şeyler için ayrı bir sözcük, edat, ek kullanma durumu var mı? Yok.

    Many, much ayırımı yok, "little" gibi sadece sayılamayan şeyler için kullanılan bir sözcük yok vb... Bu tür sözcüklerin hepsini göz önünde bulundurduğunuzda doğru sözcüğü doğru yerde kullanmak için özel bir çaba gerektirdiği de açık.

    Biz Türkler kendimizi kandırmaya, kendimizde, dilimizde büyük özellikler olduğunu düşünmeye, böylece egomuzu tatmin etmeye bayılırız. Hayatımız böyle geçer adeta ve bu yönde kanıtlar arar, birilerinin ağzından bu türde laflar duymak için çırpınır dururuz.

    Kişi olarak da, bu toplumun bir ferdi olarak da beni kimse övmüş ya da övmemiş benim umurumda olmaz. Ego tatmini için çılgınca uğraşan biri değilim. İnternette bir ara, gerzek bir Amerikalı ile karşılaşmıştım. Bana "İngilizce konuş" diyordu dayatarak. Çünkü kendinde ve dilinde çok büyük özellikler görüyor ve büyük bir kibirle benim kendi dilinde konuşmam gerektiğini düşünüyordu. Midemi bulandırmıştı. Onun gibi olmak ister miyim? Asla. Midemi bulandıran bir kişi gibi niye olmak isteyeyim ki? Ayrıca aptaldı da, çünkü bu tür davranışları benim gözümde ancak kendini bir şey sanan zavallı bir aptal sergileyebilir.

    Ben felsefe ile çok uğraştım ve hayatım boyunca tek derdim gerçek ne ise onu yazıp söylemek oldu. Neyin doğru ve gerçek olduğuna inanırsam onu söylerim. Doğru, yanılıyor da olabilirim elbette, benim söylediğim her şey gerçek ve doğru diye bir şey yok. O yüzden zaten diyorum ki benim gözümde İngilizce Türkçe'den zor. En azından çok çok fazla kelime içeriyor. Bunun nedeni de İngilizlerle ilgili değil. İngilizce ortak bir dil olmaya başlayalı beri çok sayıda toplum katkı yaptığı için. Amerika'yı düşünün. Hollandalısı da var, Fransızı da var, Çinlisi de var, İtalyanı var, İspanyolu var, Eskimosu bile var. Ve üstelik bunlar bazı geniş olanaklar buldukları ve kısmen de olsa özgür fikirli insanlar yetiştirebildikleri için bilimsel gelişmede öncü rolü oynamışlar ve bilimsel terimlerin çoğu da onlara ait doğal olarak. Bu yüzden zengin bir dil.



    Bir dilin zorluğu onun iyi&güçlü&süper bir dil olduğunu göstermez. Bu göreceli bir şeydir.
    Dilin zorluğu da -dediğiniz gibi- kişiden kişiye değişir.
    Dilde çok kelime olması da dilin zorluğu veya güzelliği için belirleyici bir özellik olamaz.
    Örneğin bir kelimenin 4-5 farklı mânaya gelmesi benim için güzel bir özellik iken, bir başkası için zorlayıcı veya kötü bir şey olabilir.

    Artı olarak felsefe ile uğraşmışsınız fakat genelleme yapmaktan kaçınmıyorsunuz.

    "Biz Türkler kendimizi kandırmaya, kendimizde, dilimizde büyük özellikler olduğunu düşünmeye, böylece egomuzu tatmin etmeye bayılırız. Hayatımız böyle geçer adeta ve bu yönde kanıtlar arar, birilerinin ağzından bu türde laflar duymak için çırpınır dururuz."

    Böyle bir cümleden tüm Türklerin bu yönde hareket ettiği çıkar. Ki böyle bir genellemenin doğrulanamayacağını sizde bilirsiniz. Gerzek bir Amerikalı derken nasıl özelleştiriyorsanız, Türkler için de söylediğiniz cümleyi özelleştirerek söylemelisiniz. Yoksa sürekli kendi ırkını diğer ırklardan düşük gören, aşağılık kompleksine kapılmış birinden ne farkınız kalır ?

    Bana göre kendi ırkını düşük görmek, kendi ırkını yüceltmekten farklı değildir. İkisi de saçmadır.

    Neyse göreceli kavramları bir kenara bırakıp konunun aslına dönersek, bence de "kafada canlandırma" olayı bir dili kolay öğrenmenin en önemli yoludur. Çünkü kendim böyle öğrendiğim şeyleri kolay kolay unutmamaktayım. Herkese tavsiye ederim.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Reaswon

    Bir dilin zorluğu onun iyi&güçlü&süper bir dil olduğunu göstermez. Bu göreceli bir şeydir.
    Dilin zorluğu da -dediğiniz gibi- kişiden kişiye değişir.
    Dilde çok kelime olması da dilin zorluğu veya güzelliği için belirleyici bir özellik olamaz.
    Örneğin bir kelimenin 4-5 farklı mânaya gelmesi benim için güzel bir özellik iken, bir başkası için zorlayıcı veya kötü bir şey olabilir.

    Artı olarak felsefe ile uğraşmışsınız fakat genelleme yapmaktan kaçınmıyorsunuz.

    "Biz Türkler kendimizi kandırmaya, kendimizde, dilimizde büyük özellikler olduğunu düşünmeye, böylece egomuzu tatmin etmeye bayılırız. Hayatımız böyle geçer adeta ve bu yönde kanıtlar arar, birilerinin ağzından bu türde laflar duymak için çırpınır dururuz."

    Böyle bir cümleden tüm Türklerin bu yönde hareket ettiği çıkar. Ki böyle bir genellemenin doğrulanamayacağını sizde bilirsiniz. Gerzek bir Amerikalı derken nasıl özelleştiriyorsanız, Türkler için de söylediğiniz cümleyi özelleştirerek söylemelisiniz. Yoksa sürekli kendi ırkını diğer ırklardan düşük gören, aşağılık kompleksine kapılmış birinden ne farkınız kalır ?

    Bana göre kendi ırkını düşük görmek, kendi ırkını yüceltmekten farklı değildir. İkisi de saçmadır.

    Neyse göreceli kavramları bir kenara bırakıp konunun aslına dönersek, bence de "kafada canlandırma" olayı bir dili kolay öğrenmenin en önemli yoludur. Çünkü kendim böyle öğrendiğim şeyleri kolay kolay unutmamaktayım. Herkese tavsiye ederim.

    Tabii sizin de haklı olduğunuz yönler var. Ona gelmeden önce bir şeyi söylemek isterim.

    Ben Facebook filan ile uğraşan biri değilim. Sevmem. Ama 4-5 yıl önce bir arkadaş ısrar etti, birlikte biraz poker oynayalım diye şu Facebook'taki Texas Holdem'e girmiştik. Bir Amerikan serverında idik. Arkadaşla aramızda Türkçe konuşuyorduk, suratından bile geri zekalı olduğu belli olan bir Amerikalı, "Speak English idiots!" gibi bir şey söyledi.

    Şimdi bakın, ben bu geri zekalının konuştuğu dili bilip konuşmak zorunda mıyım? İster Türkçe konuşurum, ister İspanyolca, ister Rusça. Geri zekâlı kendi dilini herkesin öğrenip konuşması gereken özel bir dil olarak görüyor. Evet ben bugün İngilizce öğrenmeye çalışıyorum ama uluslararası bir dil olduğu için ve o dilde kitap yazmak istediğim için.

    Bize yönelik yaptığım genellemeye gelince. Elbette haklısınız ama, ciddi bir çoğunluğa dair izlenimim öyle olunca genelmiş gibi dile getirdim.

    Ayrıca ben ırk olarak da değil, ulus olarak söyledim. Ben kimsenin ırkına, şuyuna buyuna bakmam. Bence aklı başında kimse de ırkçılıkla filan uğraşmaz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 21 Nisan 2013; 16:54:09 >




  • konu ingilizce mi siyaset mi anlayamadım.
  • Neyse. Konu farklı yerlere gitmesin de, sadece aklımda olan bir şeyi yazdım. Azıcık konu dışına saptığım için kusura bakmayınız.

    Şimdi tekrar konuya dönecek olursam, bir hayli uzun cümlelerle karşılaşmaktayım.

    Ama bence hoş. Uzun cümleler üzerinde durmak, tekrarlar yapmak, düşünmek benim açımdan zahmetli ama zahmetli olduğu kadar da hoş.

    Mesela en son şu cümle ile karşılaştım:


    You can find all different kinds of food at the supermarket, and you may want to buy more than you need.


    Doğrusu bu kadar cümleleri pek de zorlanmadan anlamak hoş bir şey. Birkaç ay önce kısa kısa cümlelerle uğraşıyordum.

    Dediğim gibi çok çalışıyorum. Mesela dün de yaklaşık 11 saat çalıştım. Verdiğim aralar bunun dışında. Çok tekrar yapıyorum ki uzun cümleler için çok zaman alıyor.

    Ve beni asıl sevindiren şey, sanırım yakında starter seviyesinin biraz üstündeki kitapçıkları okuyabilecek duruma geleceğim. Ki, yıllar önce Ankara'dan aldığım 10 kitapçık kenarda okunmayı bekliyor.

    Üzerinde çalıştığım CD'de gramer bölümü beni çok uğraştırdı ve çok uzun sürdü. Ki, halen de bitmiş değil. Ondan sonrası daha hızlı gidebilir diye ümit ediyorum.




    Bu arada, bazı yerlerde farklı düşünceler de görmüştüm. Güya can ile izin istenmez filan diye. Palavra!

    Can ile izin istenir ama benim gördüğüm kadarıyla izin verildiğini belirtmek için can değil may kullanılıyor. "Yapabilirlik" ya da" yapılamazlık" olarak algılanmasın diye. "You may" ya da "you may not" gibi.


    Örnek vereyim:


    -Can Susan and I bake a cake?

    -No, you may not. I just cleaned the kitchen.

    Bunlar benim sözlerim de değil, CD'deki öğrenim programını hazırlayan Amerikalı uzmanların olduğuna göre, "can ile izin istenmez" lafının bir palavra olduğu da açık.


    Ama şu var: Daha resmi, tanımadığınız insanlara yönelik izin ve rica için May ya da Could kullanılıyor.


    EDIT: Bu can ile izin isteme işini şundan dolayı yazdım: Bundan birkaç ay önce internetten görmüştüm. Güya bazı İngilizce hocaları demiş ki "can yapabilirlik bildiren bir yardımcı fiildir, can ile izin istenmez." Bunu diyen hoca gelsin, ben yüzlerce örnek göstereyim. Bir de bunlar güya İngilizce öğretiyor. Önce kendileri bir öğrensinler.

    Kaldı ki can ve may ihtimal belirtmek için de kullanılıyor. O halde niye sadece yapabilirlik eki oluyormuş?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 21 Nisan 2013; 18:10:37 >




  • Aşağıdaki cümle de, benim İngilizce setini hazırlayan Amerikalı uzmanların görüşü olarak CD'nin içinde yer alıyordu.



    English is not as difficult to learn as Japanese, but it's harder than French.

    Anlamı: İngilizce öğrenmek Japonca kadar zor değil ama, Fransızca'dan daha zor.


    Tabii, bu tür görüşlerin bir ölçüde doğruluğu olsa da, çoğu zaman kişisel deneyimlerle ilgilidir.

    Evet, "İngilizce dünyadaki en kolay dillerden biri" diye atıp tutanlara da bunu yazmış olayım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 23 Nisan 2013; 19:12:23 >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Kardeşim sen neden bu kadar artniyetli birisin yahu, sana insanlar moral vermeye çalışıyorlar sen ise terbiyesizlik yapıyorsun milleti tersliyorsun sürekli göndermeler falan, nedir derdin birader ? her dil zordur özellikle senin gibilere daha da zordur, günde 10 saat çalışınca 2 ayda bitecek mi sandın ? onun yerine 2 saat çalış her gün çalış uzun yıllar alacak göze al...başka dil öğrensende böyle olacak, o zamanda internette kaynak yok, pratik yapacak kişi yok, izleyecek film yok diye, müzik yok, pc oyunu yok, veryansın eder durursun bahaneden bol ne var ayrıca şu anki zerzenişlerinden daha geçerli bahaneler değil mi ?.. sen veya 10 tane hoca ingilizce zor desede 100 tanesi kolay der bu oran böyledir, boşuna çırpınmana gerek yok, bu güne kadar bir sürü kaynakta gördük ingilizce kolay dilelr arasında ancak sen kolay deyince çok çok kolay olmasını bekliyorsun herhalde yok öyle bir dünya? bakın öğrenemedim demek ki çok zor herkesin morali bozulsun bu mudur amacın ?


    Sürekli milletin moralini bozma derdindesin nasıl bir art niyet ve karamsarlık ve bu karamsarlığı başkasına bulaştırma çabasıdır, senin kafana almıyor demek ki neyi kanıtlama derdindesin ? olabilir sevmediğin bir şeyi zaten öğrenemezsin, ingilizceden nefret ediyorsan madem Fransızca dene ? ya da Rusça dene, hem görürsün kolaymıymış send rahatlarsın bizde, ayrıca bellide olmaz, belki çok hoşlanırsın ve güzelce öğrenirsin bundan da mutluluk duyarız senin adına....


    iyi geceler iyi çalışmalar......

    son not ;şu english plus gibi setler falan çok eski sanırım daha faydalı kaynaklar bulabilmen mümkün olabilir...saygılar..




  • Sonunda o kibarlık maskeni çıkarıp karakterini, seviyeni açıkça ortaya koymandan memnun oldum.
  • Zorluk kişiden kişiye göre değişir bence de mesela Almanca hepsinden zor.
    Mark Twain amcamız da bu konuda demiş ki:
    "my philological studies have satisfied me that a gifted person ought to learn english (barring spelling and pronouncing) in thirty hours, french in thirty days, and german in thirty years. it seems manifest, then, that the latter tongue ought to be trimmed down and repaired. if it is to remain as it is, it ought to be gently and reverently set aside among the dead languages, for only the dead have time to learn it."

    meali:
    "dilbilim araştırmalarım bana gösterdi ki, yetenekli bir kişi ingilizceyi (imla ve telaffuz hariç) otuz saatte, fransızcayı otuz günde, almancayı otuz yılda öğrenebilir. öyleyse, bu dilin kırpılıp tamir edilmesi gerektiği apaçık ortadadır. olduğu gibi kalacak olursa, nazikçe ve saygı ile ölü dillerin arasına yerleştirilmelidir, zira yalnızca ölüler onu öğrenecek zamana sahiptir".




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Weezer

    Zorluk kişiden kişiye göre değişir bence de mesela Almanca hepsinden zor.
    Mark Twain amcamız da bu konuda demiş ki:
    "my philological studies have satisfied me that a gifted person ought to learn english (barring spelling and pronouncing) in thirty hours, french in thirty days, and german in thirty years. it seems manifest, then, that the latter tongue ought to be trimmed down and repaired. if it is to remain as it is, it ought to be gently and reverently set aside among the dead languages, for only the dead have time to learn it."

    meali:
    "dilbilim araştırmalarım bana gösterdi ki, yetenekli bir kişi ingilizceyi (imla ve telaffuz hariç) otuz saatte, fransızcayı otuz günde, almancayı otuz yılda öğrenebilir. öyleyse, bu dilin kırpılıp tamir edilmesi gerektiği apaçık ortadadır. olduğu gibi kalacak olursa, nazikçe ve saygı ile ölü dillerin arasına yerleştirilmelidir, zira yalnızca ölüler onu öğrenecek zamana sahiptir".

    Almanca'nın hepsinden zor olduğua kesinlikle katılmıyorum. Hatta bana göre Almanca daha kolay bir dil. Böyle genellemeler yapmak yanlış. Bir arkadaşıma da Rusça çok kolay gelmişti. Bana çok zor geldi bıraktım. Ama Almanca-İngilizce bilenler Almanca'nın daha sistemli ve mantıklı dil olduğunu söylerler. Yani kıyaslama yapabilmeniz için 2 dilinde dil bilgisi üzerinde çalışmış olmanız gerekir. Mark Twain'e gelince dil ile ilgili böyle efsane sözler vardır. Sadece söyleyeni bağlar. Yoksa 30 saatte ingilizce öğrenilmeyeceğini herkes bilir. Benim gibi Anadolu Lisesinde Almanca öğrenen arkadaşlarımdan Almancayı çok iyi öğrenip Sprachdiplom'u alıp Almanya'daki üniversitelerden burs alıp okuyan arkadaşlarım oldu.




  • Aslında işin püf noktası şu: Herkese kendi dili kolay. Neden?

    Olayın aslı şurada yatıyor:

    Dil, bir ortak iletişim nesnesidir. Belli bir olayı, eylemi, oluşu filan bir diğer kişiye anlatmak, aktarmak için kullanılır. Yani kısaca yaşamı ifade etmek için kullanılır.

    Demin bir cümle ile karşılaştım. Üzerinde biraz düşündüm. Çünkü, evet cümleyi anlıyorum ama yine de bir sorun var.

    Cümle şu: Today the store isn't as busy as it was before the holiday.

    Bugün mağaza, tatilden önceki kadar yoğun değil, diyor.

    Fakat, siz o olayı, o sözcükler ve o cümle yapıları ile ifade etmeniz gereken şekilde yaşamıyorsunuz ki. Olsa olsa en fazla kafanızda canlandırmaya ve bir dükkanın tatilden önce yoğun olduğunu ve tatil sonrasında işlerin kesat olduğunu düşünmeye çalışabilirsiniz. Ama, bu da bir yere kadar işe yarıyor. Olayları o şekilde yaşayıp sözcükler ve cümle yapıları ile nesne ve olayları ilişkilendiremediğiniz için, hiç değilse duyarak algılamak ve anlamakta ciddi sıkıntılar yaşarsınız. Yani kâğıt üstünde çok iyi bilseniz bile oralara gittiğinizde kimse size her söyleneni kâğıda yazıp vermeyecek. En zor dil bile, orada doğup büyüyen bir aptal için daha kolaydır bu nedenle.

    Dilin zorluğu kişiden kişiye değişir ama, cümle yapılarının, ifade etme mantığının çok farklı olması halinde, yabancı dil öğrenmek daha da zorlaşır. İngilizce ile Türkçe çok farklı. Akraba değiller ifade etme biçimleri bakımından.


    Mesela biz, Bir bardak su, derken; onlar A glass of water diyorlar. Türkçeye çevirirsek, "Su -dan bir bardak" diyorlar.

    Bizde "it's" diye bir şey hiç yok, aslında karşılığı da yok zaten. Mesela biz hava sıcaklığı için, "o olmak çok sıcak" gibi bir söz asla kullanmıyoruz. Türkçenin yapısına da uymuyor zaten. Bakış, düşünme ve ifade farklılığından kaynaklanan bir şey.

    Ama kişiden kişiye göre değişmeyecek şeyler de var zorluk bakımından.

    Mesela, İngilizcede filler ek alarak başka bir fiil olabiliyor. Get, get up gibi. Fakat, ek alan bu fiilleri de normal fiiller gibi kullanmıyorlar. Pick- Pick up, Pick it up gibi... Pick up it değil; pick it up. Bunlar İngilizce'nin kendine has zorluklarının bir parçası mesela.

    Ama genel bir kanı var ki, dünyanın en zor dilinin Çince olduğu söylenir. Bu doğrudur da, çünkü bildiğim kadarı ile her kelimeleri tek heceden oluşuyor ve üstelik alfabeleri de farklı. Her kelime tek heceden oluşuyorsa korkunç sayıda çok kelime türetmeniz gerekir günümüz dünyası için. Ekleri nasıl yapıyorlar, o da ayrı bir mevzu.

    Demek ki kişiden kişiye göre değişmeyen şeyler de varmış.




  • İngilizce'de dikkat çekici bir şey var. Belki çoğu kişi farkındadır ya da bazılarının gözünden kaçmış da olabilir.

    Eklerle fiil kökünden çok fazla yeni fiil türetmişler ama ilginç olan bunu yapma sebepleri.


    Mesela, "learn" de öğrenmek demek, "find out" da öğrenmek anlamında kullanıalbiliyor..

    Ama arada bir fark var. Bir şeyi, bir eylemi bir dili öğrenmeyi ifade etmek için "learn" kullanabiliyorlar. Yani, okulda filan size verilen bilgiler çerçevesinde öğrendiğiniz şeyleri anlatmak için daha çok learn kullanıyorlar.

    AMA, eğer merak ederek ve araştırarak siz bir şeyi kendiniz öğreniyorsanız, bu durumda "find out" kullanıyorlar.

    Fill, fill in, fill out için de ve daha çok sayıda bu şekilde ortaya çıkarılan fiil için de aynı şey söz konusu. Yani genel olarak aynı kategoride ele alınabilecek bir eyleme ilişkin küçük bir farklılık varsa, onu ifade etmek için yeni fiil türetiyorlar.

    Mesela bizde bir kovayı suyla doldurmak ile bir formu doldurmak gerektiğinden söz etmek için sadece "doldur" sözcüğünü kullanıyoruz. Adamlarda öyle değil. Bir formu doldurmak için fill out, bir yazılı metindeki eksik yerleri doldurmak için fill in, bir kovayı doldurmak için ise sadece fill kullanıyorlar.

    Bu, İngilizce öğrenmeyi zorlaştıran şeylerden biri.


    Yok eğer kara düzen gidiyorsanız, "learn", "find out" farkı gözetmeden yazıyor ve konuşuyorsanız onu da bilemem.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 28 Nisan 2013; 19:20:11 >




  • Sonradan öğrenilen dilin zorluğu kişinin ana diline, yabancı dili kaç yaşında öğrenmeye başladığına göre de değişir. Eğer siz küçükken çevrenizde İngilizce ya da Çince ya da xxx dili konuşulsa idi o dili hiçbir şekilde zorlanmadan konuşacaktınız.

    Ana dili Fransızca olan birisi için İspanyolca öğrenmek, ana dili Türkçe olan birisinden çok daha kolaydır. Dil ailesi, dil yapısı vb. sürüsüyle faktör var burada. Ve evet, Türkçe öğrenmek zordur. Cem Yılmaz'ın son gösterisindeki gibi '' ben var gelmek istanbula 3 defa '' gibi konuşan herkesi dili biliyor sayıyorsak ayrı tabii.

    İngilizce yabancı dil olmaktan başka bir boyuta büründü artık. Küçüklükten itibaren etkisi altındayız ve ileride de olacağız ama ülkemizde hala bu dili hakkıyla bilmek bir ayrıcalık. Benim için Almanca, Japonca vs. yabancı dildir, İngilizce ana dilin yanında gelen ekstra bonus gibi bir olay sanki.




  • Doğru söylüyor olabilirsiniz. zaten neticede şöyle bir drum var. İngilizce ve Türkçe'nin ifade biçimleri oldukça farklı. Ben de az önce bir cümle üzerinde bunu düşünüyordum.


    O cümle şu: Don't stay home alone this evening.

    Şimdi parça parça alalım.

    Don't stay : Kalma.

    Don't stay home : Evde kalma

    Bu hali ile cümle "evde kalma" der gibi olumsuz bir anlam ifade ederken....

    Don't stay home alone. : Evde yalnız kalma. (İşler ve cümle değişti.)

    Ve nihayet:

    Don't stay home alone this evening :Bu akşam evde yalnız kalma.



    Türkçe'ye bakalım.

    Bu akşam... İngilizce'de en son söylenen bizde başta söyleniyor ve henüz ortada anlaşılabilir bir şey yok.

    Bu akşam evde.... Akşam evde bir şeylere ilişkin bir söz söylenecek ama halen ortada anlaşılabilir bir şey yok.

    Bu akşam evde yalnız.... Doğrusu halen ortada anlaşılabilir bir şey yok.

    Bu akşam evde yalnız kalma. Ve sonunda emir kipi çerçevesinde konuşulan kişiye söylenen bir şey olduğu anlaşılıyor.


    Çok farklı ifade biçimleri olan iki dil.


    Ama tabi sadece bir cümle ile bir sonuca varmamak gerekiyor. Her dilin kendine özgü zor yanları vardır. İngilizce bilip Türkçe öğrenmeye kalksaydım, "lanet olsun bu ne zor ve karmaşık bir dil" der miydim, onu da bilemem.


    quote:

    Orijinalden alıntı: EhrimeN



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 28 Nisan 2013; 20:16:26 >




  • o cümle ''dont stay at home'' şeklinde preposition alması gerekmiyormuydu.
  • Oh, I can't wake up early, if I go the bed late the night before.

    İngilizce'nin bir zorluğu da şu tür cümlelerde ortaya çıkıyor.


    Oh, I can't wake up early, if I go the bed late the night before.


    "Before" sözcüğünü hep bir şeylerden önce görürüz. Wash your hands before you eat dinner. gibi....

    Ama yukarıdaki cümlede en sonda. Bu hali ile ilk anda ne anlama geldiğini kavrayamadım. Sonradan "önceki gece" demek için kullanıldığını anladım. Ve bu kullanım şekli de last night'tan oldukça farklı. Last night ile sadece belli bir gece kastedilirken, burada the night before ile genel çerçevede birçok gece kastediliyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 28 Nisan 2013; 21:02:22 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: banamii

    o cümle ''dont stay at home'' şeklinde preposition alması gerekmiyormuydu.

    O şekilde de kullanılabiliyor ama çoğu kez "home" sözcüğü bir zarf olarak doğrudan "evde" anlamına geliyor. Aslında "home" şeklinde kullanılışı galiba daha fazla.

    Mesela I'm going to home değil, hatırladığım kadarıyla hemen her zaman I'm going home kullanılır.

    Ama "house" için farklı. I'm going to the house demek gerekiyor. Çünkü house zarf değil.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HerhangiBiriyim -- 29 Nisan 2013; 19:35:46 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: banamii

    o cümle ''dont stay at home'' şeklinde preposition alması gerekmiyormuydu.

    Bu arada kızmayın lütfen ama ben size başka bir şey daha söyleyeyim.

    "gerekmiyormuydu" yazmışsınız ama, Türkçe'de soru ekleri her zaman ayrıdır. Gerekmiyor muydu şeklinde olması gerekir yani.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: banamii

    o cümle ''dont stay at home'' şeklinde preposition alması gerekmiyormuydu.

    Bak mesela şunu da yazayım. Daha yeni benim CD'de karşılaştım.




    I'm sending postcards to all my friends at home.


    Burada mesela edat olarak at kullanılmış. Postalama işleminin postaneden değil de evden yapıldıpğını(posta kutusuna atılarak) vurgulamak için kullanılmış.

    Yani, işte o kadar da kolay değil, home için ne zaman at kullanıp kullanmayacağımızı belirlemek.

    Keza, mesela "We're painting outside of the house." cümlesinde "of" kullanılırken, "There is a bus stop outside the art museum" cümlesinde kullanılmamış. Çünkü ikinci cümlede outside doğrudan zarf olarak kullanılmış. Bu durumda "outside of the art museum" diyemeyiz. Çünkü, "We're painting outside" derken, "dışını boyuyoruz" deniliyor o o "dış" bir şeyin dışı. Bu nedenle aitlik belirtmek için "of the house" diyoruz. Ama diğer cümlede bir aitlik ilişkisi yok, "dışında", "dışarısında" diyor ve bu nedenle "There is a bus stop outside the art museum." şeklinde bir ifade ortaya çıkıyor.

    Ben de bunları unutmadan, karıştırmadan kullanabilir miyim diye kaygılanıyorum doğrusu.




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.