Şimdi Ara

Victor Hugo

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
1
Favori
1.403
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Victor Hugo adına yapılmış bir sayfa göremedim,üzüldüm ve ben açma gereği duydum.
    Konuyu paylaşımlarınızla desteklerseniz daha iyi olur.
     Victor Hugo



    Alttaki Spoilerde hayatnın uzun bir şekilde yazılmış olanı mevcuttur.Okumak isteyenler spoileri açıp okuyabilirler.

    Victor Hugo, 26 Şubat 1802'de Fransa'nın Besancon kasabasında dünyaya geldi. Babası Leopol Hugo bir generaldi. Hugo, yetişmesinde annesine çok şey borçludur. Bundan dolayı annesini her zaman minnetle anmıştır. Victor Hugo'nun çocukluğuna rastlayan devir Fransa'nın en çalkantılı devridir. Bu yüzden hayatının ilk yılları oradan oraya göçmekle geçmiştir. Victor, okula başladıktan kısa bir zaman sonra hayret verici gelişmeler gösterir. Bir süre sonra babası tarafından bir manastır mektebine verilir. Bu okulda tanıdığı kırmızı ve çirkin yüzlü bir kambur hademe onun sonraları yazacağı "Notre Dame'ın Kamburu" adlı ünlü romanın kahramanı olacaktır. Manastırdan bir yıl sonra ayrılmak mecburiyetinde kalır. Bu arada bulabildiği her çeşit kitabı okumayı sürdürmektedir. Kısa bir süre sonra, daha 13 yaşına gelmeden manzumeler yazmaya başlar. 15 yaşında ise, Fransız Akademisi'nin açtığı "Hayatın Çeşitli Halleri Karşısında Bilginin Sağladığı Saadet" mevzuundaki şiir yarışmasında birincilik mükafatını alır. Bu yarışma aynı zamanda kabiliyetini ilk defa dışarıya göstermesine vesile olmuştur. 1819'da 17 yaşında Toulouse Akademisi'nin şiir yarışmasında en büyük mükâfat olan "Altın Zambak"ı kazandı.

    İlk şiir kitabı 1822 de "Methiyeler" adıyla neşredildi. İlk romanı ise 1823'de 4 cilt halinde çıkan "İzlandalı Han" olmuştu. Victor Hugo'nun gerek edebiyat muhitlerinde gerek yayın hayatında ünü gittikçe artıyordu. 1824'te "Yeni Methiyeler", 1826'da "Bug Jurgal" ve daha sonrada her yıl verdiği yeni eserler, onu kısa zamanda aranan yazar haline getirmişti. Fakat Hugo, kendisini dünya çapında şöhret yapan eserlerini olgunluk çağında vermiştir. Bu eserler; 1831'de "Notre Dame'ın Kamburu", 1859'da "Asırların Efsanesi" 1862'de "Sefiller"dir. Diğer mühim eserleri: Dinler ve Din, Ulu Merhamet, Allah, Şeytanın Sonu, Deniz İşçileri"dir. Büyük yazar 15 Mayıs 1885'de geçirdiği rahatsızlıktan 7 gün sonra hayata gözlerini kapamıştır.

    Fransız romantizminin öncüsü sayılan ve romantizmi edebiyatta yeni bir ekol olarak kabul ettiren Victor Hugo'nun "Sefiller"i romantik akımın dev eserlerinden biridir. Yazılmasına 1840'ın ilk aylarında başlanan "Sefiller," daha sonraki 10 sene zarfında Hugo'yu meşgul etmiştir. Ancak 1862'de tamamlanan eserinin önsözünde Victor Hugo şöyle der:
    "Yeryüzünde kanunlar, ananeler yoluyla meydana getirilen sun'i cehennemler, Allah vergisi kaderi uğursuz insanların elinin karıştırdığı cemiyetler bulundukça; asrımızın başlıca üç meselesi ”erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşmesi, çocuğun okumamışlık yüzünden kabiliyetlerinin mahvolması ” halledilmedikçe; bazı bölgelerde cemiyetin insanları boğması mümkün oldukça, daha geniş bir zaviyeden başka bir tabirle yeryüzünde cehalet, sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır."

    Victor Hugo bu kitabı yazmaktaki gayesini şöyle hülasa eder:
    "Şu anda okuyucunun eli altında bulunan kitap, eksikleri, üstün veya zayıf tarafları ne olursa olsun, bir baştan bir başa bütünü de, teferruatlarında kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten hakikate, geceden gündüze, ihtirastan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan vazifeye, cehennemden cennete, sefaletten Allah'a doğru bir yürüyüştür. Çıkış noktası madde, vardığı nokta ruhtur. Başlangıçta canavar neticede melektir."

    Bu eser çok geniş bir çerçeve içinde çeşitli tabakalardan şahıslarla, cemiyet hayatından kalb sızlatıcı sahnelerle, insan ruhunun türlü sıkıntılarıyla örülmüş bir sanat abidesidir. İçtimaâ sefaletleri, bütün teferruatları sebep ve neticeleriyle incelemekte, insanın saadeti için çareler göstermektedir. Romanın baş kahramanı Jean Valjean edebiyat tarihinin unutulmaz şahıslarından biri olarak kalmıştır.

    Hâdise 19. yüzyıl Fransa'sında geçer. Fakir bir genç olan Jean Valjean dürüst, saf bir köylüdür. Kızkardeşinin aç çocuklarını doyurabilmek için ekmek çalar ve yakalanır. Beş yıl ağır kürek cezasına mahküm olur. Daha sonra kaçmaya teşebbüs ettiği için cezası 19 yıla çıkarılır. Nihayet 1815'de serbest bırakılır. Ne var ki, ufak bir sebep yüzünden girdiği hapishanelerde senelerdir çektiği azap ruhunu karartmış, iyilik hislerini köreltmiştir. Hapishaneden çıkması soğuk bir kış gününe rastlar. Fakat barınacak bir yer bulamaz. Yemek ve yatmak için nereye başvurur ise sabıkalı olduğundan bütün kapılar yüzüne kapanır. Yalnız iyilik sever ve faziletli bir din adamı olan Myriel onu evine alır. Jean Valjean, Myriel'in sıcak alakasına şaşar. Ama insanlara karşı kin dolu olduğundan, gece din adamının çok kıymet verdiği gümüş şamdanları çalıp kaçar. Fakat polis tarafından yakalanır. Myriel polise şamdanları kendisinin verdiğini söyler. Böylece Jean Valjean serbest bırakılır. Yalnız kaldıkları zaman din adamı şamdanları Valjean'a hediye eder. Myriel'in bu asil davranışı ve iyilik tavsiyeleri Jean Valjean'ın içinde fazilet ışığını yakar.

    Bir süre sonra Jean Valjean bir başka şehirde Madeleine adıyla yaşamaya başlar ve kısa zamanda zengin olur. Halk, Valjean'ı iyilik meleği gibi görür. Bu arada Valjean, Fantine adlı hasta fakir bir kadının acıklı hikâyesine şahit olur. Kadın parasızlık yüzünden küçük kızını kötü kalpli bir aileye emanet etmek mecburiyetinde kalmıştır. Fantine hastalığı sebebiyle ölürken Valjean ona kızını kendisinin bakacağına dair söz verir. Diğer yandan kasabanın polis müfettişi Javert, Jean Valjean'dan şüphelenmektedir. Bu şüphelerini polis müdürlüğüne bildirir. Fakat gelen cevapta Valjean'ın yakalanmış olduğunu öğrenir. Javert bunun üzerine Madeleine'ye kendisini eski bir kürek mahkumu olan Jean Valjean'a benzettiğini fakat gerçek Valjean'ın yakalanmış olduğunu bildirir ve ondan özür diler. Valjean bunun üzerine kendisinin yerine yanlışlıkla başkasının yakalandığını anlayarak vicdan azabından kurtulmak için polise teslim olur. Fakat bir süre sonra tekrar kaçar ve Fantine'in küçük kızı Cosette'i yanına alarak yaşamaya başlar. Uzun süre kızı gibi sevdiği Cosette ile saadet dolu günler geçiren Valjean'ın, Cosette'in Marius adlı bir gençle evlenmesiyle saadeti son bulur. Çünkü Valjean, Marius'a eski bir kürek mahkumu olduğunu söylemiş, Marius da bunun üzerine Valjean'ın kızını görmesini engellemiştir. Zavallı adam sadık hizmetçisi ile birlikte evine kapanır. Üzüntüsünden ve Cosette'e olan hasretinden gün geçtikçe çökmeye başlar. Bu arada Marius, Valjean'ın ne kadar iyi bir insan olduğunu öğrenir. Cosette'i alarak Jean Valjean'ın yanına gelir. Ancak, Valjean ölmek üzeredir. Çektiği ızdıraplara rağmen bu iki genci bağrına basar. Din adamının kendisine verdiği gümüş şamdanları onlara verir ve ölür.

    Victor Hugo'nun din, tabiat, cemiyet üçlemesinden meydana getirdiği bu büyük şaheserini yazmaktaki maksadını kısaca şu sözlerinden anlamak mümkündür:
    "Hiç şüphesiz bir başka âlemin bekleme salonu olan bu dünyada tam manası ile mesut insan yoktur. Aslında insanlar ikiye ayrılırlar. Aydınlıkta olanlar ve karanlıkta olanlar. Karanlıkta olanların sayısını azaltmak, işte hedef! Biz bunun için maarif ve ilim diye haykırıyoruz."

    Hugo'nun Sefiller'de anlatmak istediği tedrisat ve ilim anlayışı içinde, dini maarifde yer almaktadır. Bunu da Fransız kurucu meclisinde yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklar :
    "Din tedrisatı bugün her zamankinden çok daha lüzumludur. İnsan büyüdükçe daha fazla inanmak mecburiyetindedir. Şahıs Allah'a yaklaştıkça Allah'ın sıfatlarını görmek mecburiyeti ile karşı karşıyadır. Zamanımızda bir felaket var ki, o da herşeyi maddi hayata bağlı görme temayülüdür. Bu, insana gaye olarak yalnız dünya hayatını göstermekle bütün sefaletlerin tesirini ağırlaştırıyor. Bedbahtların acılarına, fakirliğin çekilmez yükü ekleniyor. İşte içtimâi kıvranışlar bundan ileri geliyor. Geçici sefaletlerimiz ebedi ümitlerin işin içine girmesi ile ne kadar azalıyor. Hepimizin vazifesi, kanun koyucu olarak veya din adamı veya yazar sıfatıyla maddi ve manevi sefaletle mücadele etmek, onun her şeklini yok etmek için bütün içtimaî gücü ortaya koymak ve kullanmaktadır. Aynı zamanda başları göğe doğru kaldırmak, bütün ruhları ve bütün dikkatleri adaletin gerçekleşeceği bir gelecek hayata yöneltmektir. Hiç kimsenin haksız ve faydasız yere acı çekmeyeceğini söylemektir. Maddi dünyanın kanunu denge olduğu gibi, manevi dünyanın kanunu da doğruluktur. Ve herşey Allah'a varır. Şunu unutmamalı ve herkese öğretmeli: İnsan bütünüyle ve ebedi olarak ölecek olsaydı hayatın değeri kalmaz, hatta hayat, harcanan zahmete değmezdi. Izdırabı hafifleten, gayreti mükâfatlandıran, insanı güçlü, iyi , iffetli, sabırlı, iyiliksever, adaletli aynı zamanda hem ağırbaşlı hem büyük yapan idrâka ve hürriyete kabiliyetli kılan şey bu hayatın karanlıkları arasında ebedi dünyanın sürekli müşahedesidir.

    Victor Hugo, dinin insan için gerekliliğine inanır. Allah tanımaz felsefeye karşı çıkar. Bununla beraber felsefenin zaruri olduğunu kabul ederdi. Aşağıdaki sözlerinden felsefe hakkındaki görüşlerini öğrenebiliriz:
    "Dua etmek şekline gelince hepsi iyidir. Yeter ki, samimi olsun. Kitabınızı ters çevirin, sonsuzluğa dalın. Sonsuzluğu reddeden bir felsefe olduğunu biliyoruz. Bir de güneşi inkar eden felsefe var. Bu bir çeşit hastalıktır. O felsefenin adı körlüktür. En tuhaf olanı da Allah'ı gören felsefeye karşı bu gözü kapalı felsefenin yukarıdan bakan acıma dolu halleridir. Sanki bir köstebeğin bağırdığı duyulur:
    "Güneşlerinden dolayı onlara acıyorum."

    Hep biliyoruz ki pek tanınmış inkârcılar vardır. Gerçekten bunlar kendi vicdanlarıyla hakikate döndüklerinde, imansız olduklarından pek de emin değillerdir. Bu, onlar için bir tarâf hadisesidir. Her ne olursa olsun, Allah'a inanmasalar da üstün zekâlar olduklarından Allah'ı ispat ederler.

    Ebediyeti inkâr, dosdoğru hiçbir şeye inanmamaya götürür. Herşey sonunda bir ruh mefhumuna dayanır. Hiçbir şeye inanmayanla tartışılamaz. Çünkü böyle biri, karşısındakinin varlığından şüphe eder. Kendi varlığından da emin değildir. Onun görüş noktasından kendisi de kendisi için düşündüğü bir mefhum olabilir. Yalnız inkâr ettiği şeyi, bir tek "düşünce" kelimesini söylemekle toptan kabul ettiğinin farkında değildir. Kısaca, herşeyi bir tek kelime ile "Hayır"a bağlayan bir felsefeyle, düşünceye hiçbir yol açık değildir. Hayır'a bir tek karşılık vardır; evet. Hiçbir şeye inanmamanın alanı dardır. Gerçekte "mutlak hiçlik" diye birşey yoktur. Herşey bir şeydir. İnsan ekmekten çok, birşey kabul etmekle yaşar. Görmek, yükselmek bile yetmez. Felsefe bir güç olmalıdır. Bir başkâ deyişle saadet adamından hikmet adamını çıkarmalıdır. İlim kalbe kuvvet vermeli. Zevk almak, ne acı bir hedef, ne zavallı bir ihtiras! Düşünmek, işte ruhun gerçek zaferi... Düşünceyi insanların ebediyetine uzatmalı, onların hepsine, iksir gibi Allah inancını vermek, insanda vicdana ilmi kardeş etmek, bu esrarlı karşılaştırmalarıyla insanı âdil hale getirmek... Gerçek vazifelinin vazifesi işte budur. Ahlâk gerçeklerin bir açıklamasıdır. Düşünmek, harekette bulunmaya sevkeder, böylece, felsefeyken din mertebesine yükselir.
    Felsefe, bilinmezleri rahatça seyretmek için, meraka rahatlık sağlamaktan başka neticesi olmayan, bilinmezliğin üzerine oturtulmuş basit bir çıkıntı olmamalıdır. İki üç kaynağı olan şu iki kuvvet olmadan; inanmak, sevmek, ne çıkış noktası olarak insanı kabul ederiz, ne de hedef olarak ilerlemeyi. Terakki hedeftir, idealdir. İdeal nedir? Allah'tır. İdeal, kesinlik, mükemmeliyet, ebediyettir."
    Hugo, için ahiret hayatına inanabilmek Allah'a inanabilmekle mümkündür ve kendisi her fırsatta Allah'a inandığını belirtirdi
    "Allah'a inanıyorum... Hem de, kendime inandığımdan daha çok. Kendi varlığımdan çok, Allah'ın varlığından eminim".
    "Herşeyin arkasında Allah vardır. Ama herşey de Allah'ı izler. Bazı düşünceler dua gibidir, öyle anlar vardır ki, gövdenin duruşu ne olursa olsun, ruh secdeye kapanır."
    Hugo, tabiatın sinesinde Allah'ı bulur ve bütün kalbini bu inançla doldurur.
    "Tabiat başlıbaşına bir şiirdir, onu anlamak için ruh kuvveti ister, coşku ister, iman ister" der.
    Altmış senelik yazarlığının meyvesi olan irili ufaklı elliyi aşkın eserlerinin hemen hemen hepsinde Allah'a, dine veya ruha yer veren Hugo, bir defasında şöyle söylüyordu.
    "Allah'ım senin iyi, merhametli, müsamahakâr ve adil olduğuna inanıyorum. Sana geliyorum. Senin önünde insan rüzgârla sallanan bir başaktan başka birşey değildir.
    Hastalığının beşinci günü ise dostu Paul Mevrice ile şöyle konuşmuştu:
    "Aziz dostum ölüm ne kadar güçmüş.
    ” Fakat siz ölmeyeceksiniz ki...!
    ” Bu gelen ölümdür, hoş geldi safâ geldi."
    Hugo, ölümü büyük bir sükûnetle karşılıyordu. Ruhun ebediyetine iman ettiği için ölümü sadece mevcudiyetin değişmesi olarak telâkki ediyor ve mezarı yüce âlemin kapısı kabul ediyordu. Bu manalı konuşmadan 2 gün sonra dünyaya gözlerini yumdu.
    Allah'a inandığı halde kiliselerin batıl itikatlarına inanmaz, onların peygamberler hakkındaki görüşlerine karşı çıkar, Allah'ı onların anlattıkları gibi kabul etmezdi. Ona göre Tevrat'ı yanlış tefsir etmekle, İncil'i hatalı anlamak birdi. Ayrıca, "Asırların Efsanesi" adlı eserinde "İslam" namı altında üç manzumesinin birinde Peygamber Efendimizin (sav) vefatını, tarihi rivayetlere hayli yakın ve bazı noktalarda daha tafsilatlı olarak ve çok tesirli bir lisanla anlatmış olması enteresandır. Bu manzumede, Peygamberin (sav) büyüklüğü, karakteri, vasıfları, vefatından evvelki vak'alar, veda hutbesi, ümmetinden helallik talebi, nihayet Azrail'in (as) müsaade isteyerek içeri girmesi ve Allah'ın onu istediğini tebliğ etmesini müteakiben de ruhunu alışını heyecanlı bir şekilde dile getirir.
    1885 yılında ölüm döşeğinde iken;
    "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir."
    diyerek 22 Mayıs 1885 yılında hayata gözlerini yummuştur.

    Victor Hugo 26 Şubat 1802'de Fransa'da doğdu. Liseyi bitirdikten sonra kendini tümüyle edebiyata adadı. 1824 yılında Fransız coşumcularının (romantikler) yayın organı olan La Muse Française dergisini kurdu. Cenacle adını taşıyan coşumcu sanatçılar çevresinin üyesi ve onun odak noktası oldu. 1830-1843 arasında en verimli dönemlerinden birini yaşadı. Romanları, tiyatro yapıtları ve şiirleriyle başarıdan başarıya koştu. 1831'de Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı büyük romanını yayımladı. 1841 yılında Fransız Akademisi'ne üye seçildi. Çok sevdiği kızı Leopoldine'nin 1843'de kazayla boğularak ölmesi üzerine 1852'ye dek yeni yapıt vermedi. 1848 Devrimleri'nden sonra parlemento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı.
    Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. O dönem yazarlığının en üretken yılları olmuştur. 1862 yılında başyapıtı olan Les Misêrables (Sefiller) adlı romanını yayımladı. Bunu 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit(Gülen Adam) gibi önemli romanları izledi.
    Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysada sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.
    1885 yılında ölüm döşeğinde iken;
    "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir."
    diyerek 22 Mayıs 1885 yılında hayata gözlerini yummuştur.

    Aslında hayatının en güzel özeti Sefiller kitabında verilendir bana göre internette bulamadım o yüzden bu ikisini koydum.




     Victor Hugo



    Şiirler:
    Odes et poesies diverses (1822; Odlar ve Çeşitli Şiirler)
    Nouvelles Odes (1824; Yeni Odlar)
    Odes et Ballades (1826; Odlar ve Baladlar)
    Les Orientales (1829; Doğulular)
    Les Feuilles d'automne (1831; Sonbahar Yaprakları)
    Les Chants du crêpuscule (1835; Şafak Türküleri)
    Les Voix interieures (1837; Gönülden Sesler)
    Les Rayons et les Ombres (1840, Işınlar ve Gölgeler)
    Les Châtiments (1853; Azaplar)
    Les Contemplations (1856; Düşünceler)
    La Lêgende des siêcles (1859, 1877, 1883; Yüzyılların Efsanesi)
    Les Chansons des rues et des bois (1865; Sokak ve Orman Şarkıları)
    L'Annêe terrible (1872; Korkunç Yıl)
    L'Art d'être grand-pêre (1877; Büyük Baba Olma Sanatı)
    Le Pape (1878)
    La Pitiê suprême (1879)
    L'Âne (1880)
    Religions et religion (1880)
    Les Quatre Vents de l'esprit (1881; Usun Dört Rüzgarı)
    La Fin de Satan (1886; Şeytanın Sonu)
    Toute la Lyre (ös 1888, 2 dizi; 1893, 1 dizi; Bütün Lir)
    Dieu (1891; Tanrı)
    Les Annêes funestes, 1852-1870 (ös 1898; Uğurusuz Yıllar: 1852-1870)

    Romanlar:
    Han d'Islande (1823; İzlanda Hanı)
    Bug-Jargal (1818)
    Le Dernier Jour d'un condamnê (1829; İdam Mahkumunun Son Günü)
    Notre-Dame de Paris (1831; Notre Dame'ın Kamburu)
    Claude Gueux (1838)
    Les Misêrables (1862; Sefiller)
    Les Travailleurs de la mer (1866; Deniz İşçileri)
    L'Homme qui rit (1869; Gülen Adam)
    Quatrevingt-treize (1874; Doksan Üç İhtilali)

    Oyunlar
    Cromwell (1827)
    Amy Robsart (1828)
    Hernani (1830; Hernani)
    Marion de Lorme (1831; Marion de Lorme)
    Le roi s'amuse (1832; Kral Eğleniyor)
    Lucrêce Borgia (1833)
    Marie Tudor (1833)
    Angelo, tyran de Padoue (1835; Padova Tiranı Angelo)
    Ruy Blas (1838; Ruy Blas)
    Les Burgraves (1843; Derebeyler)
    Thêâtre en libertê (1886; Özgürlükte Tiyatro)

    Diğer
    Le Rhin (1842; Ren)
    Napolêon le Petit (1852; Küçük Napolyon)
    Actes et paroles - Avant l'exil (1841-1851; 1. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Önce)
    Actes et paroles - Pendant l'exil (1852-1870; 2. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Sonra)
    Actes et paroles - Depuis l'exil (1870-1885; 3.-4. c. Eylemler ve Sözler - Sürgünden Bu Yana)
    Histoire d'un crime (1877; Bir Suç Öyküsü)
    Alpes et Pyrênêes (ölümünden sonra 1890; Alpler ve Pireneler)
    La France et la Belgique (ölümünden sonra 1894; Fransa ve Belçika)
    Choses vues (ölümünden sonra 1887-1899, 2 cilt; Görülen Şeyler)


    Efsane sözleri:

    -Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur. Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır. Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder Sevişenler daima gözlerle yemin eder.

    -Kapına geldim ve ben olmaktan vazgeçtim. Sen 'kim o' de yeter ki: Çünkü, kim olmamı istiyorsan o olmaya geldim.

    -Hayatta kimseye güvenmeyeceksin demek saçmalıktır inan. Ama kime 'iki defa güveneceğini' hesaplamalı insan.

    -Belki de yalancı arkadaşlarına bir teşekkür borçlusun, Sana gerçek dostlarının kıymetini hatırlattıkları için.

    -En anlamlı yemin söz vermektir, En büyük intikam affetmektir, En adi söz hiç sevmedim demek; Ve en güzel cevap gülüp geçmektir.

    -Yalan zeka işidir, dürüstlük cesaret, Eğer zekan yetmiyorsa yalan söyleme, Cesaretini kullanıp dürüst olmayı dene.

    -İyi bir kadınla iyi bir erkek birlikte değildir. Çünkü kadınlar, kötü erkeklere aşık olup iyi erkeklerle dertleşir".

    -Yarınlar Hep Güzel Olacak Denir. Oysa Bugünler, Dünün Yarınları Değilmidir ?

    -Hayat, her gidenin ardından koşmaya değmez bilmelisin. Sen gelecek olanları bekle, gidecek varsa bırak gitsin..

    * Kalp boşaldıkça kese dolar.
    * Kadınlar zayıftır ama anneler kuvvetlidir.
    * Eğer biri beni aldatırsa ona ayıp, ikince kere aldatırsa bana ayıp.
    * Gülmek için mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölürsünüz.
    * Şöhret, gençlik ve gurur… Mezar hepsini alır.
    * Özgürlük döndüğünde ben de döneceğim.
    * Çocuğunu kaybeden bir anne için hergün ilk gündür; bu ızdırap ihtiyarlamaz.
    * İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmak.
    * Rüyalar gecelerin akvaryumudur.
    * Kapalı gözler ruhu seyretmenin en güzel şeklidir.
    * Kişinin sahip olduğu tek şey çekiçse, çevresindekileri çivi gibi görmeye başlar.
    * Çalışmak hayat, düşünmek ışıktır.
    * Hiçbir ordu, zamanı gelmiş bir düşünceye karşı koyamaz.
    * Tembellik iki çocuklu bir anadır. Kızının adı açlık, oğlunun adı hırsızlıktır.
    * Az yalan söylenemez, yalan söyleyen her yalanı söyler.
    * İnsanlar yalan söylemek zorunda kaldıkları kimselerden nefret ederler.
    * Herkes ölür ama herkes gerçekten yaşamaz.

    En çok bilinen şiirleri:

    Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

    Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
    Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

    Sevmek için güzele mi bakmalı?
    Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

    Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
    Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

    Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
    Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

    Solması için gülü dalından mı koparmalı?
    Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

    Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
    Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
    ******

    Bakışların

    Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur
    Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur...

    Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır
    Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.

    Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder
    Sevişenler daima gözlerle yemin eder.
    ******

    Diana

    Bahçelerde koşardık kiraz toplamaya
    Paros mermeri gibi güzel ak kollarıyla
    Ağaçlara tırmanır, dalları eğerdi.

    Yapraklar ince ince ürperirdi rüzgarda.
    Ak gerdanı güneşle, gölgeyle dalga dalga

    Al meyvaya uzanırdı incecik parmakları.
    Kirazların her biri bir ateş damlasıydı.

    Ardısıra çıkardım; bacağını açarken
    Tutuşan gözlerime usulca 'susun! ' derdi

    Sonra şarkı söylerdi.
    Bazen ak dişlerinde türkü yerine meyva

    -Tıpkı o güzel erden, o yabanıl Diana-
    O güzelim ağzıyla kiraz sunardı bana.

    Dudağımda, konarken, bir sevda gülücüğü
    Düşürürdüm kirazı, alırdım öpücüğü...
    ******

    Dilenci

    Sen, hergün köşe başlarında
    Yırtık urbanla kirli ellerinle

    Avuç açan, sefil insan.
    İnan yok farkımız birbirimizden.

    Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
    Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,

    Ötekinden isteyeceksin.
    Ama ben, tüm yaşamım boyunca

    Tek bir kez dilendim,
    Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.

    Öylesine boş öylesine açık kaldıki elim,
    Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.
    ******

    Gece

    Günün tükendiği bu saatlerde
    Tüm doğa canla başla çalışıyor.

    Gece vakti bu yıldızlardan inen
    Ne acayip bir korkudur kim bilir?

    Etkisinde kalmış nice gizemin,
    Kaygılı, bir yandan tir tir titriyor,

    Karanlıkta, bilinmeyen bir gücün
    Gözlerini üstünde hissediyor.

    Ne büyük dehşet kendini tanımak!
    Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak,

    Ebediyetin içinde devinen
    Varlığın merhametine kalmak!

    Bu nasıl kara, zor bir bulmaca
    Amaçlar ve çözümler gizleniyor,

    Birileri titrerken aşağıda,
    Yukarda birileri düş görüyor.
    *****

    Mezar ve Gül

    “Senin gibi bir aşk çiçeği ne yapar
    Seher vakti yağdığında yağmurlar? ”

    Diye mezar sordu güle.
    “Ya senin o kuyu gibi ağzına

    Düşen insan ne yapar daha sonra? ”
    Diye sordu ona gül de.

    “Ey karanlık mezar, amber ve bal
    Kokusuna döner o damlacıklar

    Anladın mı beni şimdi? ”
    Mezar da dedi ki “Ey dertli çiçek,

    Melek olup göklerde süzülecek
    İçime düşen her kişi.”
    ******

    Neler mi istiyorum?

    Neler mi istiyorum uyaninca her sabah
    Ne bahardan bir nese, ne de yazdan bir cicek

    Siyah, siyah cok siyah kadife kadar siyah
    Bir saçın buklesini bana kim getirecek

    Neler mi istiyorum gurbette akşamlardan
    Ne rüzgardan bir buse, ne de bir pembe kelebek

    Derin, derin cok derin, ufuklar kadar derin
    Bir cift gözün rengini bana kim getirecek
    *
    GURURUM VAR*
    Söylesem, ah söyleyebilsem derdimi,
    mehtaplı bir gecede açabilsem sana kalbimi,
    göreceksin seninle dolu...
    Desem, diyebilsem ki seviyorum seni,
    çılgınca aşığım sana...
    Ama demem diyemem,
    çünkü aramızda dağlar, denizler,
    ve benim o kahrolası gururum var...
    Bu böyle sürüp gidecek,
    sen, seni sevdiğimi bilmeyecek,
    öğrenmeyeceksin...
    Ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim,
    sana asla...
    Çünkü aramızda dağlar, denizler,
    ve benim o kahrolası gururum var...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Emperor Karl Franz -- 7 Nisan 2013; 19:28:09 >







  • Guzel bir konu olmus eline saglik.

    Bir sey duydum V. Hugo Turk dusmaniymis, dogru mu? Bu nedenle Turkiye Is Bankasi Yayinlari onun kitabini basmiyormus deniyor.
    Herhangi bir kaynakta bu konu hakkinda bir bilgi bulamadim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Eline sağlık hocam
  • quote:

    Orijinalden alıntı: tembelizm

    Guzel bir konu olmus eline saglik.

    Bir sey duydum V. Hugo Turk dusmaniymis, dogru mu? Bu nedenle Turkiye Is Bankasi Yayinlari onun kitabini basmiyormus deniyor.
    Herhangi bir kaynakta bu konu hakkinda bir bilgi bulamadim.

    Aksine Türk aşığıdır kendisi,zaten bir ırka düşmanlık yapıcak bir yapıya sahip değildir..Sefiller kitabında bir kaç kere Türklerden bahseder mesela örnek vereyim: Jan valjanı gömüceklerdir ve adam buna derki seni kefene sarıp gömücez buda Türklerde ölülerini kefene sarıp gömerler bu benim için daha iyidir der.
     Victor Hugo

    Sanırım açıklayıcı olmuştur ?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Emperor Karl Franz -- 7 Nisan 2013; 20:17:28 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: byabancı

    quote:

    Orijinalden alıntı: tembelizm

    Guzel bir konu olmus eline saglik.

    Bir sey duydum V. Hugo Turk dusmaniymis, dogru mu? Bu nedenle Turkiye Is Bankasi Yayinlari onun kitabini basmiyormus deniyor.
    Herhangi bir kaynakta bu konu hakkinda bir bilgi bulamadim.

    Aksine Türk aşığıdır kendisi,zaten bir ırka düşmanlık yapıcak bir yapıya sahip değildir..Sefiller kitabında bir kaç kere Türklerden bahseder mesela örnek vereyim: Jan valjanı gömüceklerdir ve adam buna derki seni kefene sarıp gömücez buda Türklerde ölülerini kefene sarıp gömerler bu benim için daha iyidir der.
     Victor Hugo

    Sanırım açıklayıcı olmuştur ?

    Cok tesekkurler bilgiler icin

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Jean Paul roux okunur mu?
    8 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.