Şimdi Ara

Türkler zaten Tanrıya inanıyor muydu?Türkler'e peygamber gönderildi mi?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
19
Cevap
0
Favori
1.174
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Türklere Peygamber Gönderildi mi? Türk Peygamberden Söz Edilebilir mi?


     Türkler zaten Tanrıya inanıyor muydu?Türkler'e peygamber gönderildi mi?


    Türk tarihi hakkında en çok merak edilen konulardan birisi de şüphesiz 'Türklere peygamber gönderildi mi? ya da Türk Peygamber var mı?' gibi sorulardır. Kur’ân’da geçen, “…Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.”(Fatır-24); “Andolsun ki biz ‘Allah’a kulluk edin, Tağut’tan sakının’ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik…”(Nahl-36); “Her ümmetin bir peygamberi vardır…” (Yunus-47) ayetlerini nazar-ı dikkate alarak Türk tarihinde peygamber var mı? Zülkarneyn peygamber mi? yoksa Evliya mı? Hz. Nuh'un oğulları Türklerin atası mı? Osmanlı Devleti'nin mensup olduğu Kayı boyu Hz.Nuh'un oğlu Yafes'in soyundan mı geliyor? gibi sorularının cevapları Doç. Dr. Ali Kozan'ın bu yazısında bulabilirsiniz.

    İnsanoğlunun yeryüzünde yaşamaya başlamasıyla birlikte, bir ilahî gelenek çerçevesinde Allah, elçileri aracılığıyla bir takım ilkeleri hatırlatmıştır. Vahiy geleneği olarak da adlandırılabilecek olan bu süreci Sahifeler, Tevrat, Zebur, İncil ve geleneğin son parçası olarak kabul edilen Kur’an-ı Kerîm’le tamamlamıştır. Bu gelenek özünde, tarih içerisinde insanın başıboş bırakılmadığı ilkesine dayanmaktadır. Bir başka deyişle Allah dünya hayatında sınadığı insanoğluna değişik vesilelerle kendi varlığını hatırlatarak Allah-İnsan ilişkisinin nasıl olması gerektiğini peygamberî rehberlikle tekrarlamıştır.

    Her risâlet ve kutsal kitap önceki risâletlerin yenilenmesi ve Tevhid’in hatırlatılması anlamını taşımaktadır. Fakat bütün peygamberlerin getirmiş oldukları mesajın özü aynıdır. Yine bu ilkelerin gönderildiği dönem ve topluluklar farklı olsalar da nihâî anlamda mesaj ve muhatab da aynıdır. Dolayısıyla özü itibariyle Hz. Adem’e ve Hz. Peygamber’e gelen vahiy aynı maksada matuftur. Özetle vahiy ve risâlet göz önünde bulundurulduğunda, Sünnetullah da diyebileceğimiz Allah’ın tarih içerisindeki davranış biçimi tüm toplulukları tevhide çağırma eksenlidir.

    Tarih boyunca bütün topluluklara peygamber gönderildiğine dâir naklî kaynağımız ve dayanağımız ise Kur’an-ı Kerîm ve hadis literatürüdür. Kur’ân’da geçen, “…Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.”(Fatır-24); “Andolsun ki biz ‘Allah’a kulluk edin, Tağut’tan sakının’ diye(emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik…”(Nahl-36); “Her ümmetin bir peygamberi vardır…” (Yunus-47); “Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”(Yusuf-109); “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim…”(Ahkâf-9); “Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik…” (İbrahim-4); “…Biz peygamber göndermedikçe kimseye azab edecek değiliz.”(İsrâ-15) şeklindeki ayetler vahyin sürekliliğini, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu söyleyen ilk kişi olmadığını, kendilerine peygamber gönderilmemiş hiçbir topluluğun/kavmin bulunmadığını, gönderilen peygamberlerin kendi kavimlerinin diliyle tebliğde bulundukları ve her topluma kendi içlerinden bir peygamber gönderildiğini ortaya koymaktadır.

    Hz. Muhammed’in Ebû Zerr el-Gıfârî ile konuşması esnasında zikrettiğine inanılan, hadis kaynaklarında ise zayıf hadis olarak geçen, “İnsanlık tarihi boyunca 124.000 peygamber gönderildiği” mealindeki hadis rivayeti ise metnindeki sıkıntıya rağmen insanlık tarihi boyunca gönderilen peygamberlerin niceliğine dâir o devir insanının zihniyetini ortaya koymaktadır. Kur’an’da ise sayısı gerçekte belli olmayan bu peygamberlerin yalnızca 25 tanesi zikredilmektedir. Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn’in ise peygamber olup olmadıkları kesin olmamakla birlikte velî-nebî paradoksu içerisinde ele alınarak daha çok evliyâ şahsiyetler oldukları kabul edilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’da adı geçen bu peygamberler bir çok peygamberden sadece bir kaçıdır.

    Yine Kur’an’da, “İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan idi. Fakat o Hanif(Allah’ı bir tanıyan) bir Müslüman idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.”(Âl-i İmrân-67) ve “Ben hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratanın Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”(Enam-79) şeklinde ismi on iki kez zikredilerek Hz. İbrahim’le ilişkilendirilen ve Allah’a en saf ve temiz haliyle bağlanan anlamına gelen Hanif/İbrâhimî tevhid inancı geleneğine bağlı pek çok toplumun olması da bu durumu desteklemektedir. “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık.”(Mü’min/Gafir-78) ayetinde ise hangi topluma gönderildiği bilinmeyen peygamberlerin de olduğu belirtilmektedir. Fakat peygamberlerin vefatını müteakip onların tebliği zamanla unutulmuş ve fetret devri adı verilen dönemler de ortaya çıkmıştır.

    Ayetlerle desteklenen bu durumun bir uzantısı olarak günümüzde dinler tarihçileri tarafından yapılan çalışmalar, birbirinden uzak toplulukların benzer bir insanüstü ilahî varlığa inandıklarını ortaya koymaktadır. Güney Sudan’da Dinka’lar ‘Cok’ dedikleri insanüstü bir varlığa; Japonya’nın kuzeyinde yaşayan Ainu’lar göğün en yüksek tabakasında bulunduğunu kabul ettikleri ‘Kando-koro Kamui’ adlı yüce Tanrı’ya; Gana’da yaşayan Ga’lar ‘Naa Nyonmo’ adını verdikleri ve her şeyi yarattığına inandıkları bir varlığa; Güney Pasifik Okyanusu adalarında yaşayan Maoriler ise ‘Lo’ adını verdikleri bir Yüce Tanrı’ya inanmaktadırlar.

    Türklerin de İslam öncesi inançlarının tevhide dayalı bir peygamber rehberliğinde şekillendiğine dair yaklaşımlar bulunmaktadır. Geleneksel Türk dini içerisinde yer alan aşkın Allah inancı, ölümün Tanrı’nın elinde olduğu inancı, bu dünya hayatının yanında öteki hayata inanma, cennet-cehennem, kader, kurban, dua, yoğ aşı gibi dinî törenler de bu durumu sosyolojik olarak desteklemektedir. Yine birçok semavî dinde görülen ve Tanrı’nın bütün varlıkların üzerinde Fâil-i Muhtâr, Mutlak Yaratıcı ve her şeyi kontrol altında bulunduran bir güç olarak tasavvur edilmesi Türklerde de vardır. Yani Türklerin ibtidâî din anlayışında bütün dünyayı yaratan varlık ‘Tengri’ dir.

    Göktürk/Orhun Yazıtları’nda geçen, “Tanrı öyle buyurduğu için devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış.”, “Yukarıda Gök Tanrı”, “Türk Tengri”, “Yüce Tengri” ifadeleri de Gök Tanrı inancını ortaya koymaktadır. Asya Hun İmparatoru Mete’nin Çin İmparartoru’na gönderdiği mektupta, askeri zaferlerini “Gök-Tanrı’nın inayeti” ile kazandığını belirtmesi, Göktürklerde Tardu Hakan’ın savaşta atından inerek Tanrı’ya niyazda bulunması, yine farklı Türk boylarında ifade edilen ve Başkırtça hariç bütün Türk lehçelerinde ortak olarak kullanılan “Tanrı(Tanara, Teri, Ter, Tura, Tora, Tenggeri)” tabiri, Türklerde Monoteizmin varlığını ortaya koymaktadır. Hatta Çin’e kudretli varlık olarak Gök Tanrı inancını sokanların da Türkler olduğu kabul edilmektedir. Dede Korkut Hikayeleri’nde Deli Dumrul’un Tanrı için söylediği, “Yücelerden yücesin!/Kimse bilmez nicesin! Yüce Tanrı!” ifadeleri de Türklerde Tanrı tasavvurunun varlığını ortaya koymaktadır. İbn Fadlan(10. yüzyıl) Seyahatnâmesi’nde geçen Oğuzlarla ilgili olarak, “Aralarından biri zulme uğrar veya başına kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, ‘bir Tanrı!’ der. Bu Türkçede ‘bir Allah’ demektir.” rivayet de bu durumu desteklemektedir. Samanoğulları devrinde Çin’e elçi olarak gönderilen Ebu Dulef de Oğuzların bir mâbedleri olduğunu fakat içerisinde put olmadığını belirtmektedir. M. Eliade ve R. Graud’a göre de Gök Tanrı inancı neredeyse “bütün Türklerin ana kültü/inancı” durumundadır.

    Türkler ve peygamberlik meselesiyle ilgili olarak tarih, tefsir ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında rivayet edilen ilk malumat, yeryüzündeki bütün insanların onun sulbünden geldiğine inanılan Hz. Nûh’un, Ham ve Sam ile birlikte üç oğlundan biri olduğu kabul edilen Yâsef/Yâfes’in Türkler, Hazarlar, Sakâlibe ve Yecüc ile Mecüc’ün atası olduğuna dair rivayettir. İslâmî kaynaklara göre Hz. Nûh(-ki Tevrat’ta Hz. Adem’in yaratılışından 1056 yıl sonra dünyaya geldiği ve 950 yıl yaşadığı kabul edilir-), tûfan sonrası yeryüzünü oğulları arasında paylaştırınca Türkler’in atası olan Yâfes’e Doğu ülkelerini ve Rum diyarını vermiştir. Yâfes’in soyundan gelenler kızıl ve kumral tenlidir. Bu rivayetin bir uzantısı olarak Osmanlı Devleti erken dönem tarihçilerinin çoğu, kurucu hanedanı olarak kabul edilen Kayı boyuna mensup Ertuğrul Gazi’nin kökeninin Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’e dayandırmaktadırlar.

    Bununla birlikte ikinci malumat Câhiz ve Ebu’l-Farac Tarihi’nde Hz. İbrahim’in bir Türk hakanının kızı olan Ke-tü-rah(Kantura) ile evlendiği rivayetidir. Hz. Muhammed’in hadislerinde de yer alan Kanturaoğulları’nın kökeninin de böylelikle Hz. İbrahim’in Sare ile olan evliliğinden türediği görüşü öne sürülmektedir. Bunun bir uzantısı olarak da Hz. İsmail’in soyundan gelen Hz. Muhammed’in sonradan Araplaşan(Arab-ı Müsta‘ribe) bir Türk olduğu iddia edilmektedir.

    Bunların dışında Kur’an’da Kehf Suresi(83-98. ayetlerde)’nde adı geçen, doğuya ve batıya seferler düzenleyen, büyük fetihler yapan bir cihangir olan, hatta Yecüc ve Mecüc adlı korkunç bir kavme karşı bir set inşa ederek kavmini koruyan, insanları tevhide çağırdığı için başının iki tarafına vurularak öldürüldüğü rivayet edilen Zülkarneyn’in bir Türk Peygamberi olduğu ve 116 yıl yaşadığı varsayılan Oğuz Han; yahut Kehf Suresi ile Bilge Kağan Yazıtı arasında bir illiyet olduğu ön kabulünden hareketle Göktürk hakanı Bilge Kağan’la aynı şahıs olduğu şeklinde de bazı yaklaşımlar bulunmaktadır.

    Türk-İslâm edebiyatında İskendernâme türü eserlerin yazılmasına da sebep olan bir görüşe göre, Büyük İskender’in geniş bölgelere yayılmış pek çok devleti on iki yıl gibi kısa sürede itaat altına alarak büyük bir imparatorluk kurması da ancak ilahî güç ve destekle gerçekleşmiştir. Fakat ismi veya lakabı Zülkarneyn olarak zikredilen bu şahsın bir peygamber olup olmadığı konusu ihtilaflıdır. Beyzâvî Tefsiri’nde de Zülkarneyn’in Makedonyalı Büyük İskender(ö. M.Ö. 323) olduğu ve peygamber olduğu kesin olmamakla birlikte iyi bir mümin/sâlih bir kul olduğu konusunda ittifak bulunduğu zikredilmektedir.

    Osmanlı erken dönem ana kaynaklarından olan Neşri(ö. 1520)’de “Türkler şöyle sanırlar ki, Hakk Teala’nın kelâmı kadîminde zikrettiği, Yecüc ve Mecüc Seddi’bi yapan İskender-i Zülkarneyn belki de budur, yani Oğuz Han’dır.” şeklinde geçen rivayet, Türklerin Zülkarneyn’i Oğuz Han olarak kabul ettiklerini ve buna inandıklarını ifade etmektedir. Yine Osmanlı sadrazamı Rüstem Paşa(ö. 1561) ve Vanî Mehmed Efendi(ö.1684) de bu kişinin Oğuz Han olduğunu iddia etmişlerdir. Cumhuriyet devri tarihçilerinden İsmail Hami Danişmend de Türklük Meseleleri adlı eserinde Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğunu iddia etmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda, Mete Han(ö. M.Ö. 174) olarak da kabul edilen Oğuz Han’ın doğar doğmaz konuştuğu ve annesinden ilk sütü emer emmez yemek yemeye başladığı, kırk gün sonra büyüyüp yürüdüğü, tek Tanrıya iman etmedikçe hiçbir kadını zevce edinmediği, putperestliğe karşı mücadele ederek babası Kara Han’ı bu uğurda tahttan indirerek tek Tanrı inanışını hakim kıldığı, dünyanın dört bir tarafına elçiler göndererek kendisine itaat etmelerini istediği ve pek çok kavmi kendisine bağladığı rivayet edilmektedir. Destanda Hz. İbrahim’in babası Azer’le olan diyaloğuyla da benzerlik gösteren rivayetlerle peygamber şeklinde tasvir edildiği görülen Oğuz Kağan’ın Zülkarneyn’e benzetilmesi de bu olağanüstü olaylara duyulan inançla bağlantılı olabilir. Nitekim bu rivayet diğer dönem kaynaklarında geçmemektedir. Şükrullah(ö. 1488)’ın Behçetü’t-Tevârîh’inde ve 16. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Enverî’nin Düsturnâmesi’nde ise Zülkarneyn, Hz. Süleyman ile Hz. İsa arasındaki bir peygamber olarak zikredilmektedir.

    Yukarıda zikredilen ayetler göz önüne alındığında Türk yurtlarına, Çin’e, Hindistan’a ve dünyanın birçok bölgesine tevhide çağıran bir peygamber gönderildiği açıktır. Fakat kutsal kitaplarda bunların sadece cüz’î bir kısmı isimleriyle birlikte verilmiştir. Hz. İbrahim, Hz. Nuh ve Hz. Muhammed’le ilgili yaklaşımlar ise mitolojik unsurlardan arındırılarak kutsal kitaplar ve ana kaynaklara dayalı araştırmalarla yeniden gözden geçirilerek değerlendirilmelidir.

    Yakın dönemde yayınlanan Bozkırın Sırrı-Türk Peygamber adlı romanla popüler hale gelen Türk Peygamber iddiaları doğal olarak insanların dikkatini Zülkarneyn’in bir Türk peygamber olup olmadığı düşüncesine sevk etmiştir. Peygamber olup olmadığı netlik kazanmayan Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğu şeklindeki inancın, şifâhî gelenekle ve bir takım kıyaslamalarla günümüze taşınan bir bilgi olup, doğruluğu yahut yanlışlığı tartışmalı olduğu görülmektedir. Son tahlilde Kur’an’da ismi zikredilen peygamberlerin Türk olup olmaması onların faziletlerini arttırmayacağı gibi bir noksanlık olarak da görülmemelidir. Bu noktada kutsal kitaplarda peygamberlerin etnik kökeninden ziyade gönderilen tevhid mesajının esas olduğu ortadadır. Kur’an’da Hatemu’l-Enbiyâ olarak zikredilen Hz. Muhammed ile peygamberlik süreci de nihayete ermiş ve İslâmın evrensel mesajı dünya üzerindeki tüm topluluklara sunulmuştur.

    Kaynakça

    Abu’l-Farac Tarihi, c. 1, çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, s. 79.
    Annamarie Schimmel, Dinler Tarihi, Kırkambar Yayınları, İstanbul 1999, s. 21.
    Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları II, MEB, İstanbul 1997, s. 88.
    Düsturnâme-i Enverî, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2012, s. 4.
    Ebulgazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü, haz. Muharrem Ergin, İstanbul tarih yok.
    El-Câhız ve Türklerin Faziletleri, haz. Ramazan Şeşen, İSAR, İstanbul 2002.
    Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 5, Akçağ Yayınları, Ankara 1995, s. 3282-3290.
    Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1972, s. 44.
    Hasan Almaz, Behçetü’t-Tevârîh(İnceleme-Metin-Tercüme), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2004, s. 94, 158, 282.
    İbn Fadlan Seyahatnamesi, çev. Ramazan Şeşen, Yeditepe Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 10.
    İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1994, ss. 295-301.
    Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, haz. Hayrettin Karaman vd., Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997.
    Mehmet Aydın, Alemden Allaha, Ufuk Kitapları, İstanbul 2000, s. 129.
    Mehmet Paçacı, Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000, s. 81-82.
    Mevlânâ Mehmed Neşrî, Cihannümâ, haz. Necdet Öztürk, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 8.
    Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1976, s. 49-53.
    Mustafa Ekincikli, Türk İnanç ve Dinî Hayatının Tarihî Seyri, Türk Dünyası Araştırmaları, Ekim 1991, Sayı: 74, s. 28-46.
    Mustafa Öztürk, “Zülkarneyn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 44, İstanbul 2013, ss. 564-567.
    Ömer Faruk Harman, “İbrahim”, DİA, c. 21, İstanbul 2000, ss. 266-272.
    Ömer Faruk Harman, “İsmail”, DİA, c. 23, İstanbul 2001, ss. 76-80.
    Ömer Faruk Harman, “Nuh”, DİA, c. 33, İstanbul 2007, ss. 224-227.
    Ömer Faruk Harman, “Yafes”, DİA, c. 43, İstanbul 2013, ss. 174-175.
    Ömer Özsoy, Sünnetullah, Fecr Yayınevi, Ankara 1999, s. 133-134.
    Şaban Kuzgun, “Hanif”, DİA, c. 16, Ankara 1997, ss. 33-39.
    Şaban Kuzgun, Kur’an-ı Kerim’de Zülkarneyn Meselesi, Erciyes Dergisi, Kayseri 1982, s. 48.
    Taberi, Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Beyrut 1986, XXIII.
    Tarihi Taberi Tercümesi, c. 1, İstanbul 1983.
    Ünver Günay-Harun Güngör, Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2003, s. 57, 59.
    W. Bang-G.R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, Burhaneddin Basımevi, İstanbul 1936, ss. 5-33.

    Kaynak



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi AlbatrosD.IIIFazılBey -- 2 Şubat 2016; 11:47:49 >







  • Yapay Zekanın Yanıtı

    Türkler'e Peygamber Gönderildiğine Dair İslami Kaynaklar

    İslami geleneğe göre, Türklerin ataları olan Oğuz Kağan'a "Ata Boyu" adlı bir peygamber gönderildiği kabul edilir. Kaynaklarda Ata Boyu'nun adının "Salur Kazan" olduğu bilgisi yer almaktadır.

    Türklerin İslam öncesi döneminde Tanrı inancına sahip oldukları konusunda tarihçiler arasında genel bir fikir birliği vardır. Ancak bu inancın niteliği ve kapsamı hakkında farklı görüşler bulunmaktadır.

    İslam Öncesi Türk İnançları

    Türklerin İslam'ı kabul etmeden önceki inançlarına "Gök Tanrı" inancı denir. Bu inanç, gökte yaşayan ve evreni yaratan tek bir Tanrı'ya tapınmayı içerir. Gök Tanrı'nın yanı sıra, Türkler yer, su ve ateş gibi doğal güçleri de kutsal sayarlardı.

    Ata Boyu Peygamberi

    İslami kaynaklara göre, Ata Boyu peygamberi Türklerin atalarına "hak yolu" göstermek için gönderilmiştir. Türklerin İslam'ı kabul etmeden önceki inançlarına benzer şekilde, Ata Boyu'nun öğretilerinin de tek Tanrı inancına dayandığı düşünülmektedir.

    Tarihsel Kanıtların Yetersizliği

    Ata Boyu peygamberi ve Türklerin İslam öncesi inançlarına ilişkin bilgiler, esas olarak İslami kaynaklara dayanmaktadır. Bu kaynaklar tarihsel olarak güvenilir kabul edilmekle birlikte, bu konudaki arkeolojik veya yazılı kanıtlar oldukça sınırlıdır.

    Sonuç

    İslami geleneğe göre, Türklerin atalarına Ata Boyu adlı bir peygamber gönderildiğine inanılır. Ancak Türklerin İslam öncesi inançları ve Ata Boyu peygamberinin öğretileri hakkında tarihsel kanıtlar kısıtlıdır.

    Yapay Zekanın Yanıtını Genişlet
  • eros da bir peygamber olabilir mi ?
  • Bu İslamiyet öncesi Türk tarihini neden illa İslamiyet ile bağdaştırmaya çalıştığınızı anlamıyorum.

    Bunun konuyu açana söylemedim. Böyle bir grup var. İslamiyet öncesi Türkleri neredeyse yok sayıyorlardı bir dört beş yıl öncesine kadar. Sonra bunları buldular, buradan yürüyorlar artık.


    Çok saçma ve gereksiz bir çaba içindesiniz.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Gönderilmedi.
  • He gönderildi, hatta Attila da Allah'ın bir elçisiydi.
  • Dün gece Habertürk'te baya konuşuldu bu.
  • Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    TÜRKler nasıl müslüman oldu?
    17 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.

    Fakültedede okutulsa doğru değil arkadaşım. Tek taraflı bakan kaynaklar sizi bu yanılgıya sürükleyebilir.

    Hocam yukarıdaki yazıyı okumadan ahkam kesiyorsun, kaynakçalı yazıya inanmıyorsan ben ne yapıyım bilader




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.

    Fakültedede okutulsa doğru değil arkadaşım. Tek taraflı bakan kaynaklar sizi bu yanılgıya sürükleyebilir.

    Hocam yukarıdaki yazıyı okumadan ahkam kesiyorsun, kaynakçalı yazıya inanmıyorsan ben ne yapıyım bilader

    Doğa ruhları var, tanrılar var tanrıçalar var. Bunlarla mı islama benziyormuş ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Sirkadyen

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.

    Fakültedede okutulsa doğru değil arkadaşım. Tek taraflı bakan kaynaklar sizi bu yanılgıya sürükleyebilir.

    Hocam yukarıdaki yazıyı okumadan ahkam kesiyorsun, kaynakçalı yazıya inanmıyorsan ben ne yapıyım bilader

    Doğa ruhları var, tanrılar var tanrıçalar var. Bunlarla mı islama benziyormuş ?

    Hocam yazı da bilgi veriliyor,eğer okumak istemiyorsan yazıdan aşağıya alıntıladım:

    Göktürk/Orhun Yazıtları’nda geçen, “Tanrı öyle buyurduğu için devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış.”, “Yukarıda Gök Tanrı”, “Türk Tengri”, “Yüce Tengri” ifadeleri de Gök Tanrı inancını ortaya koymaktadır. Asya Hun İmparatoru Mete’nin Çin İmparartoru’na gönderdiği mektupta, askeri zaferlerini “Gök-Tanrı’nın inayeti” ile kazandığını belirtmesi, Göktürklerde Tardu Hakan’ın savaşta atından inerek Tanrı’ya niyazda bulunması, yine farklı Türk boylarında ifade edilen ve Başkırtça hariç bütün Türk lehçelerinde ortak olarak kullanılan “Tanrı(Tanara, Teri, Ter, Tura, Tora, Tenggeri)” tabiri, Türklerde Monoteizmin varlığını ortaya koymaktadır. Hatta Çin’e kudretli varlık olarak Gök Tanrı inancını sokanların da Türkler olduğu kabul edilmektedir. Dede Korkut Hikayeleri’nde Deli Dumrul’un Tanrı için söylediği, “Yücelerden yücesin!/Kimse bilmez nicesin! Yüce Tanrı!” ifadeleri de Türklerde Tanrı tasavvurunun varlığını ortaya koymaktadır. İbn Fadlan(10. yüzyıl) Seyahatnâmesi’nde geçen Oğuzlarla ilgili olarak, “Aralarından biri zulme uğrar veya başına kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, ‘bir Tanrı!’ der. Bu Türkçede ‘bir Allah’ demektir.” rivayet de bu durumu desteklemektedir. Samanoğulları devrinde Çin’e elçi olarak gönderilen Ebu Dulef de Oğuzların bir mâbedleri olduğunu fakat içerisinde put olmadığını belirtmektedir. M. Eliade ve R. Graud’a göre de Gök Tanrı inancı neredeyse “bütün Türklerin ana kültü/inancı” durumundadır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: Sirkadyen

    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.

    Fakültedede okutulsa doğru değil arkadaşım. Tek taraflı bakan kaynaklar sizi bu yanılgıya sürükleyebilir.

    Hocam yukarıdaki yazıyı okumadan ahkam kesiyorsun, kaynakçalı yazıya inanmıyorsan ben ne yapıyım bilader

    Doğa ruhları var, tanrılar var tanrıçalar var. Bunlarla mı islama benziyormuş ?

    Hocam yazı da bilgi veriliyor,eğer okumak istemiyorsan yazıdan aşağıya alıntıladım:

    Göktürk/Orhun Yazıtları’nda geçen, “Tanrı öyle buyurduğu için devletliyi devletsiz bırakmış, hakanlıyı hakansız bırakmış.”, “Yukarıda Gök Tanrı”, “Türk Tengri”, “Yüce Tengri” ifadeleri de Gök Tanrı inancını ortaya koymaktadır. Asya Hun İmparatoru Mete’nin Çin İmparartoru’na gönderdiği mektupta, askeri zaferlerini “Gök-Tanrı’nın inayeti” ile kazandığını belirtmesi, Göktürklerde Tardu Hakan’ın savaşta atından inerek Tanrı’ya niyazda bulunması, yine farklı Türk boylarında ifade edilen ve Başkırtça hariç bütün Türk lehçelerinde ortak olarak kullanılan “Tanrı(Tanara, Teri, Ter, Tura, Tora, Tenggeri)” tabiri, Türklerde Monoteizmin varlığını ortaya koymaktadır. Hatta Çin’e kudretli varlık olarak Gök Tanrı inancını sokanların da Türkler olduğu kabul edilmektedir. Dede Korkut Hikayeleri’nde Deli Dumrul’un Tanrı için söylediği, “Yücelerden yücesin!/Kimse bilmez nicesin! Yüce Tanrı!” ifadeleri de Türklerde Tanrı tasavvurunun varlığını ortaya koymaktadır. İbn Fadlan(10. yüzyıl) Seyahatnâmesi’nde geçen Oğuzlarla ilgili olarak, “Aralarından biri zulme uğrar veya başına kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, ‘bir Tanrı!’ der. Bu Türkçede ‘bir Allah’ demektir.” rivayet de bu durumu desteklemektedir. Samanoğulları devrinde Çin’e elçi olarak gönderilen Ebu Dulef de Oğuzların bir mâbedleri olduğunu fakat içerisinde put olmadığını belirtmektedir. M. Eliade ve R. Graud’a göre de Gök Tanrı inancı neredeyse “bütün Türklerin ana kültü/inancı” durumundadır.

    Gökhan--> Gök tanrısı
    Ayhan--> Ay tanrısı
    ......

    İsimlerimize bile işlemiş. Biri monoteizm mi dedi?

    Toprak ana.

    Ayrıca atalarımızdaki şamanizmi araştır.

    Onlar bizim atalarımız. Doğrusuyla yanlışıyla. Onları kabul etmek için eski inançları İslama benzer diyorsunuz. Hiçbir alakası yok. Ben atalarımı her haliyle kabul ediyorum ve onların yaptığı güzel ve başarılı işlerden gurur duyuyorum, Müslümanım.


    Hocam aşağıdaki yazıda Şamanizm'in Moğollar ve Tunguzların dini olduğu Türklerin dininin ise Tengricilik(Tek tanrı dini) olduğu hakkında bilgi var,Türk kültüründe Şamanizmin örneklerinin görülmesi ise Türklerin Moğollar ve Tunguzlar'dan kültürel olarak etkilenmesinden kaynaklanıyor, ben aşağıya konu hakkında genel bir kanaat oluşmasını sağlayacak kısmını alıntıladım:

    Tengricilikte Tanrı İnancı

    Türklerde esas Dinsel tema Tanrı yani Tengridir. Tüm diğer dinsel motifler bu inanç merkezi üzerinden şekillenmiş, tahrif olmuş, türemiş ve esinlenmiştir. Tanrı kelimesi, Göktürk ve Uygur dönemlerinde yazılmış olan Türk yazıtlarında Tengri olarak karşımıza çıkar. Türkçenin etimolojik yapısını göz önüne aldığımızda sessiz harfleri görmezden gelerek TNR anonslarını kök olarak kabul edebiliriz. Lehçe farklılıkları hasebiyle pek çok Türk Kavminde bu ifade Tenri, Tenre, Tener, Teneri, Tanara v.b. sessiz harf değişiklikleri ya da ekleriyle (TenGri gibi) karşımıza çıkabilmektedir.

    Türklerde Tengri, tapınılan tek ve yegâne unsur olmuştur. Onunla rekabet eden ya da alternatifi olabilecek başka bir tanrı yoktur. O tektir, doğumsuz ve ölümsüzdür. Bu bakımdan Türklerin tanrı inancı, tarih öncesi dönemlerdeki inanç sistemleri içerisinde benzersizdir. Zira Türklerin dışında hiçbir medeniyet Hak Dinlerin dışında Tek Tanrılı bir inanca sahip olmamıştır. Mısır tanrı olarak firavunlarını görüyor, Roma ve Batı birbirleriyle mücadele eden, doğan ve ölen tabiat tanrılarına inanıyor, Araplar, Çinliler ve Hintler tabiat güçlerine ve putlara inanıyorlardı. Türkler ise Tanrının tekliğinden ve rakipsizliğinden hiçbir dönemde ödün vermemiş, onu somutlaştırmamış hatta simgesel bile olsa resmini çizmemiştir. Bununla birlikte Bozkır kanunları olarak gördüğümüz Töre/Türe geleneğinde Tengri’nin resmini çizmek büyük bir suç olmuştur.

    Türkler, Tengri’nin gökyüzünde olduğunu kabullenir. Bu bakış açısını değerlendirecek olursak gökyüzü aslında her yerdir. Zira Tengri, Dünya’nın içerisinde değildir ve Dünyayı yaratıp onu seyretmektedir. O insanları yaratmadan önce kendisine hizmet eden ve buyruklarını yerine getiren ruhları yaratmış, sonra Dünya’yı yaratmış ve yeryüzü ile gökyüzünü yedi kat halinde meydana getirmiştir. Meydana gelen Dünya’ya ise sonradan İnsanların meskeni olmuştur.

    Tengricilik ve Şamanizm


    Tengricilik, mühim bir yanılgı olarak Şamanizm olarak algılanmış olsa da Şamanların Tengriciliğin içerisindeki rolleri kanıksanamaz. Esas itibariyle Tengricilikte din adamları yoktur. Ritüelleri ve zorunlu ibadetleri olmayan Tengricilikte ibadet etmek için bir aracı ya da lidere gerek duyulmaz. Zira Tengricilikteki yegâne ibadetler olan Dua ve İduk, kişilerin münferit eylemleri olduğu için bir din adamı eşliğinde gerçekleştirilmez. Ancak Tengricilik inancında Din adamlığı vasfının dışında hareket eden Şamanlar ve Kamlar bulunur. Aslında Kam ve Şaman aynı anlama gelir. Önceleri Kam olarak kullanılan bu telafuz, 8. YY itibariyle Şaman olarak kullanıla gelmiştir. Kamlar, sıra dışı ve dünyevi olmayan eylemleri hasebiyle din adamı gibi görünmüş, bu yönleriyle dinsel bir olgu olarak tanımlanarak içinde yaşadıkları Türk Kavminin temel dinsel motifi olarak düşünülmüştür. Tengricilik inancının temel esasları hakkında yeterli malumata sahip olunmayan araştırmalarda ortaya konulmuş olan bu tespit, Tengricilik hakkındaki bilgi ve bulguların netleşmesiyle ortadan kalkmış olsa da halen bir ifade yanlışlığı olarak telaffuz edilmektedir.

    Kamlar (Şamanlar), kişilerin ibadetlerine, dualarına ya da İduk’larına müdahil olmazlar. Bu bakımdan Tanrısal bir yetkileri ya da toplum nezdinde makamsal bir kutsallıkları yoktur. Bilakis genelde sefil ve dağınık bir görünüme sahip olan Kamlar, toplum tarafından saygı görmekten çok sevilmeyen ve hakir görülen insanlar olmuşlardır. Düzenli bir yaşamları olmayan Kamlar, kötü ruhlarla iletişim kurarak onlardan geleceğe dair haber alır, büyü yapar ve büyü bozarlar. Saatlerce süren danslarla karanlıklar âlemindeki ruhları çağırır ya da bizzat karanlıklar âlemine gider, kötü ruhlarla konuşarak büyü yapar, büyü bozar ya da geleceğe dair kehanetler öğrenirler. Bu doğrultuda onlara din adamı değil büyücü diyebiliriz. Kültürel kalıntılarla günümüze kadar ulaşan alışkanlıklar neticesinde İslamiyet sonrası inanış biçiminde Kam ve Şamanların yerlerini Büyücüler, Üfürükçüler ve Medyumlar almıştır.


    Nihai Tespitler ve Sonuç

    Türkler’in Tengricilik inancını benimsemeleri ve Tarih sahnesine çıkmaları aynı tarihsel derinliğe sahiptir. Türkleri tarih sahnesine çıkartan, Ön Türkler olarak tabir ettiğimiz Aral’lı Afanesyevo İnsanları (M.ö. 8000 – 5000) Mezopotamya’ya inerek dünyanın ilk medeniyeti olan Sümerleri kurmuşlardı. Var olduğu devirde dünyanın en büyük medeniyeti haline gelmiş olan Sümerler, Semavi kaynaklarda Nuh Tufanı olarak geçen Sel Felaketi ile sarsılıp (M.ö. 2700) Semavi dinlerin yayılmasındaki süreci başlatan Hz. İbrahim’in zuhur etmesiyle (M.ö. 2000) Tek Tanrı (Allah c.c.) inancı ile tanışmışlardı. Bu tarihte Sümer Devletinin içerisinde yaşayan Asyalı Türklerin ataları, Tek Tanrı inancına sahip çıkarak göç ettiği İç Asya’da kadim kültürlerini ve tek tanrı inançlarını muhafaza ederek 20 asır boyunca varlıklarını devam ettirmişler, aradan geçen 2000 yıla rağmen Tek Tanrı inançlarından vazgeçmemişlerdi.

    M.ö. 2000’li yıllarda İç Asya’nın demografik yapısı ve inanç şekli Türklere oldukça yabancıydı. İç Asya’nın kadim ev sahiplerinden olan Tunguzlar, Moğollar ve Amerind ardılları tümüyle tabiat tanrılarına tapınmaktaydı. Bugün Animizm olarak tanımladığımız bu inanç sistemine göre tabiattaki her nesnenin bir ruhu vardı ve tabiatın saygın ruhuna itaat edilmeli, doğanın varlığına zarar verilmemeliydi. Sümer ardılları olan ve karşımıza Asyalı Türkler olarak çıkan bu ilk Türk toplumu, demografik bakımdan sayıca az olmalarına rağmen Tek Tanrı inançlarına bağlı kalmışlar, hatta Moğol, Tunguz ve Amerind ardıllarına Tek Tanrı inancının bazı öğelerini benimsetmişlerdi.

    Elbette bu etkileşimden Türklerde etkilendiler. Türkler, M.ö. 2000’lerde göç yolculuğu İç Asya’ya ulaşmış, M.ö. 1500’lü yıllara gelindiğinde İç Asya’nın yerli halklarından biri olmuşlardı. Bu tarihlerde Asya’nın kadim halklarından olan Ön Tunguzlar İç Asya’nın Batısında, Ön Moğollar ise Doğuda bulunuyorlardı. Ön Tunguzlar ile Ön Moğollar arasındaki coğrafyada yaşayan Asyalı Türkler hem Tunguzlar hem de Moğollar ile kültürel, etnik ve politik münasebetler içerisine girdiler. Bu münasebetler neticesinde Asya’nın Kuzey bölgelerinde varlığını sürdüren Amerind ardılları neredeyse tamamen Türkleşerek Türk Kültürünü ve Tek Tanrı dinini benimsediler. Batıda bulunan ve geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Ön Tunguzlar Türkler ile çok derin münasebetlerde bulunamadılar. Ancak İç Asya’nın ev sahibi olan Ön Moğollar, Türkler ile hem kültürel hem de Dini olarak çok ciddi münasebetler içerisine girdiler. Bu tarihten sonra Moğol Kültürü, Sümer Ardılları olan Türk Kültürü’nün etkisi altıda kalmış, bunun bir yansıması olarak da Animizm inançları, Tek Tanrı inancının etkisiyle şekil değiştirmişti.

    Türklerin Moğollar ile kültürel münasebetleri Moğolların inandığı Animizm’i evirmiş, Moğol inanışları da Tengricilik inancına tesir ederek bir anlamda tahrif etmiştir. Bu kültürel alışveriş yüzlerce yıl devam ederek bugün Tengricilik olarak telafuz ettiğimiz Tek Tanrı inancını şekillendirmiştir. Moğollar, inandıkları Animizm anlayışını Tek Tanrı inancına göre şekillendirerek Tengri’yi baş tanrı, kendi tabiat tanrılarını da baş tanrının çocukları gibi addetmiştir. Türkler ise Moğolların Animizm etkisindeki tanrı inançlarını Tek Tanrı inancının bazı hususları ile bağdaştırmıştır. Bu etkileşim neticesinde Tengricilik inancına Ülgen ve Umay adlı iki tabiat gücü eklenmiştir. Moğollarda Umay ve Ülgen birer tabiat tanrısı iken Tengricilik inancıyla tanıştıktan sonra bu iki tabiat tanrısı Gök Tengri’nin çocukları olarak anılmaya başlandı. Moğollar Umay ve Ülgen’i Tengri’ni çocukları yaparken Türkler de onları Tengri’nin büyük Ruhları (Melekleri) olarak telafuz etmiştir. Muhakkakki Türklerin Moğol Animizmi üzerindeki etkileri, Moğollar’ın Tengricilik üzerindeki etkilerinden çok daha şiddetli olmuştur. Ancak Moğol Animizminin etkileri kısmen de olsa Tengricilik inancına nüfuz etmiş, Türklerin Tek Tanrı inancını değiştirmese de Animizmin Mistik etkileri göze çarpar hale gelmiştir.

    Kaynak



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi AlbatrosD.IIIFazılBey -- 4 Şubat 2016; 17:12:56 >




  • Turklerin tanri inanci hep vardi..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Fasmodey

    He gönderildi, hatta Attila da Allah'ın bir elçisiydi.

    Avrupalılar Attila'ya boşuna Tanrı'nın kırbacı demediler

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mr. Punk


    quote:

    Orijinalden alıntı: Fasmodey

    He gönderildi, hatta Attila da Allah'ın bir elçisiydi.

    Avrupalılar Attila'ya boşuna Tanrı'nın kırbacı demediler

     Türkler zaten Tanrıya inanıyor muydu?Türkler'e peygamber gönderildi mi?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi AlbatrosD.IIIFazılBey -- 4 Şubat 2016; 20:39:48 >




  • Her topluma gönderildiği yazılmış mısır tarihi eserlerinde ki yazılarda yazılan o namaz oruç benzeri inançlarda destekler nitelikte.
    Ayrıca türklerde tek tanrı ınancını benimsemiş bir toplum kimbilir belki gök tengri dedikleri şey tanrıdır
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: P. Alemdar


    quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29

    Her topluma islam gönderildi.Türkleri kimse esir edemediğinden , islamı bu kadar muhafaza edebildiler.Son dine bu kadar yakın olmasının sebebi gayet açık.Esir olup asimile olmadılar.

    İslamiyet öncesi Türklerin inancının bizim inancımızla benzerlik gösterdiğini düşünmenize sebebiyet veren husus(lar) nedir? Lise tarih bilgisi değildir umarım.

    lHocam siz ilk önce yazıyı okuyun, yazıda cevabı var, İslamiyet öncesi Türklerin inancının İslam ile benzerliği fakültede bütün hocalarca anlatılırdı.

    o zaman niye araplar Turklerin dinine gecmediler? nasilsa benzer bir din.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kutbulmus

    quote:

    Orijinalden alıntı: Mr. Punk


    quote:

    Orijinalden alıntı: Fasmodey

    He gönderildi, hatta Attila da Allah'ın bir elçisiydi.

    Avrupalılar Attila'ya boşuna Tanrı'nın kırbacı demediler

     Türkler zaten Tanrıya inanıyor muydu?Türkler'e peygamber gönderildi mi?




    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Bize gelen tarihte tam olarak boyle bir sey yok ancak bize gelen diyorum ya bize iletilmeyenler? Ben zamaninda tum insanligi aslina donusturmeye( suan islamin gayesi olan asil insana hayvanlasmis nefsinden arinmis insana ) calisan tum bilginlerin birer yaratici tarafindan gorevlendirildigine inaniyorum, dusunuyorum. 130+ bin peygamber demek ne demektir...

    Bazilari zorla islama girildigini falan soyluyor kimse kimseyi zorlamiyor cikin o zaman kardeşim. Yani bu olmadi denemez ancak turkler kendi rizasiyla oldular bu daha yuksek derecededir. Birkac boy belki zorla yaptirilmis olabilirler ama bu razilikla olan kesimi yok saymamizi saglamaz. Zorla olanlar simdi tek tek çıkabilirler ancak zorla olanlarda gördüler doğruluğu hakkı daima bu ugurda savaştılar. Aksi bilgi var mi?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ugurcankorkmaz -- 7 Şubat 2016; 12:20:3 >
    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.