Şimdi Ara

Tasavvuf felsefesine göre biz kimiz?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
7
Cevap
0
Favori
693
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Tasavvuf felsefesine göre Biz aslında kimiz? Bize kim olduğumuz sorulduğunda, ilk söyleyeceğimiz şey ismimiz olur. Halbuki, ismimiz bize sonradan giydirilen kültürel elbiselerden biridir. Bu soru üzerinde derin düşününce şunun farkına varırız: Kim olduğumuzu düşündüğümüz şey ile gerçekte kim olduğumuz farklıdır. Genellikle kimliğimizi, sonradan edindiğimiz, kazandığımız kültürel ya da biyolojik özellikler ile belirtiriz. Bir ismimiz vardır, cinsiyetimiz vardır, etnik bir kimliğimiz vardır, lisanımız, bir annemiz ve babamız vardır. Daha sonra da, dünya ile ilgili dinsel, politik görüşümüz vardır ve “kişiliğimiz” de bu gibi şeylere göre şekillenir. Yani “ben” dediğimiz şeyi, kültürel ve biyolojik çeşitli kazanımlarla açıklamaya çalışırız. “Ben mühendisim”, “Ben müzisyenim”, “Ben memurum” deriz.

    Peki bedenimiz “ben” midir? “benim ayağım”, “benim elim” deriz, “benim kalbim”, “benim beynim” deriz ama çoğumuzun bu organların nasıl çalıştığı konusunda en ufak bir fikri bile yoktur. Zaten bedenimizi oluşturan hücreler 7 yılda bir nerdeyse tamamen değişir ve yenilenir. Saçlarımız kesildiğinde ya da bir parmağımızı kaybetsek, “ben”liğimizden de bir şey kaybetmiş olmayız, “ben”den bir şey eksilmez. Ben, bedenimiz değil, bedenimize de sahip olan bir şeydir.

    Düşüncelerimize de bazen “ben” deriz, duygularımıza da… Ancak 7 yaşındaki “ben” ile 70 yaşındaki “ben”in düşünce ve duygu bazında da pek bir ortak noktası olmasa gerek. Ancak bizde 7 yaşında da 70 yaşında da değişmeyen bir “his” vardır. Küçükken de ben, benim yaşlılığımda da ben, başkası değil ama “ben”im. Her zaman bir “ben” düşüncesi vardır. Peki “kişilik” dediğimiz şey “ben” midir? Örneğin çok “utangaç bir kişiliği” olan bir insan, eğitimle, çalışmayla, cesaretle bu duygusunu tamamen geride bırakabilir ve tam zıt bir şekilde son derece atak biri haline gelebilir. Hatta fobiler bile yenilebilir. Kişilik “ben” değildir.

    Peki o halde hafızamız “ben” midir? Kafa bölgesine aldığı darbelerden sonra ya da Alzheimer gibi hastalıklardan sonra ailesini, yaşantısını, çocuklarını, eşini hatta kendi ismini bile hatırlayamayan insanlar vardır. Hiçbir şey hatırlayamazlar ancak “ben” duygusuna hala sahiptirler. Benzer şekilde, sarhoşken ne yaptığımızın bilincinde olmayız. Kendimize geldiğimizde, o anlardaki yaşananları hatırlamayız. Demek ki beden, kişilik, duygular, hafıza da “ben” değil, “ben”in sahip olduğu olgulardır. Bütün bu şeyler değişir ama değişmeyen şey, kişi çok utangaçken de çok atakken de aynı “ben” duygusuna sahiptir. Başkası değildir o, kendisidir. İşte bu “ben” duygusu, varolma hissidir. Birdir, çok sayıda değildir, herkeste ve her şeyde aynıdır. Bu olguya, “izleyici”, “tanık”, “tanrı”, “ruh” gibi isimler de verebiliriz.

    Daha derinlerde, bir şeyi düşündüğümüzde düşündüğümüzün farkında olan, kızdığımızda kızgınlığın farkında olan, duygulandığımızda duygulanıldığının farkında olan bir “izleyici” vardır ve bunu “görmek” imkansızdır çünkü bu bir obje değil sujedir. Eski Hint mistik metni Brihadaranyaka Upanishad şöyle der:

    “Görüleni göreni göremezsin, duyulanı duyanı duyamazsın, düşünüleni düşüneni düşünemezsin, bilineni bileni bilemezsin. İşte bu şey, senin benliğindir ve herkesin, her şeyin içindedir” Brihadaranyaka Upanishad 3.4.2

    Derin bir şekilde düşünürsek varacağımız sonuç şu olur: “Ben” dediğimiz şey, bize kültürel olarak giydirilen elbiseler değil, bu elbiseyi bizzat giyen bir ilke olmalıdır. Bu “ben” en derinlerde bir izleyicidir, düşüncelerden, biyolojik/genetik özelliklerden, duygulanımlardan daha derinlerde bir yerdedir. O adeta sessiz bir tanık gibidir. Hakikat öğretisi der ki işte bu ben, bu tanık, sonsuz potansiyel Tanrı`nın “tanım, gözlemci” tezahüründen başka bir şey değildir. O şey herkesin içindedir ve herkeste aynıdır. Bu en ama en derinimizdeki izleyen tanık, gözlemleyen ilke, çok sayıda değil, bir tanedir ve kendini “ben”, “sen”, “o” olarak yani herkes olarak deneyimlemekte, izlemekte veya biz olarak tezahür etmekte, “rüya” görmektedir. Çinli ünlü Zen ustası Huangbo Xiyun, bu ilkeyi “evrensel zihin” olarak şöyle anlatır:

    "Tüm Buddhalar ve insanlar tek bir evrensel zihinden başka bir şey değil. Onun dışında hiç bir şey yok. Bu zihnin başlangıcı yok, doğumu yok, ölümü yok. Ne yeşil ne sarı, biçim ve görünümden uzak, ne varlık ne de yokluk denilebilir ona. O ne uzun ne kisa, ne buyuk ne kucuk cunku o butun kiyaslamalarin, ölçülerin, limitlerin ötesinde.”

    Isha Upanishad, bu ilkenin herkesin ve her şeyin içinde olduğunu şu sözlerle anlatır:

    …O, hareket ediyormuş gibi görünür ama her daim durağandır, herkesin içindedir ve herkesi aşar, tüm canlıları içlerinde görenler ve kendilerini de tüm canlılarda görenler keder nedir bilmezler, hayatın çokluğu nasıl olur da onun birliğini göreni aldatır? (Isha Upanishad, 5-8)

    Aynı ilkeyi İbn arabi, "Allah" ifadesini kullanarak şöyle açıklar:

    “Arif, Allah`ı her şeyde gören, Her şeyi de Allah`ta gören kişidir” İbn Arabi Füsus el Hikem

    Bu ilke, bazen kişileştirilerek insanlara anlatılmaya çalışılmıştır zira tamamen aynı düşünce, ünlü mistik Hint metni Bhagavad Gita`da da dile getirilmiştir:

    “Her şeyde beni ve bende her şeyi görebilen biri için ben asla kaybolmam. o kişi de benim için kaybolmaz. Benim bütün canlılarda bulunan varlığıma saygı gösteren bilge yaşam biçimi ne olursa olsun bende var olur” (Bhagavad Gita 6:29-32)

    Mahayana Buddhist metni Maharatnakuta Sutra şöyle der:

    “Evrensel zihin, (nihai anlamda) formlardan ve görüntülerden yoksundur. Fakat bütün evren; siyah, beyaz, sarı, kırmızı gibi çeşitli renklere ve şekillere sahip bütün canlılar, sakinlik ve asabiyet gibi özelliklere sahip bütün canlılar bu zihnin içinde bulunur. Bu zihnin dışında ne herhangi bir canlı vardır ne de fenomenler dünyası…O bütün bilgeliğin kaynağıdır.”

    İşte pek çok yerde duyduğumuz “hepimiz biriz” öğretisinin anlamı budur. Örneğin İncil hikayelerindeki zaman zaman “abartı” denecek derecede olan “herkesi, düşmanları bile koşulsuz olarak sevme”, “bir tokat atana diğer yanağını çevirme” gibi öğretilerin asıl amacı da bu birlik öğretisini halka anlatabilmekti. Bütün insanlar, en derin yerde “tek bilinç” olgusunu paylaştıkları için “bir” idi, insanlar, ortak bir merkezden “bilinç”ten çıkan çok sayıda yarıçap olarak düşünülüyordu. En derin olan merkezde ayrılık yoktur, herkes bu ortak noktayı paylaşır.

    Tek bir bilinç, kendini herkes ve her şey olarak ifade etmektedir ve herkes/her şey, aynı bilincin kendini ifade etmesinden ibarettir. Yani varoluşun gizem potansiyeli, evren ve bizler olarak ortaya çıkıyor ve kendisini bu şekilde deneyimliyor/biliyor. Potansiyel içinde oluşan izlenimler "etki" ler (imprint), uygun (proper) bir "media" yani taşıt/kabuk/beden gerektiriyor ve sonsuz gizem/potansiyel/enerji, uygun bir araç / beden-zihin organizması şeklinde (proper media) tezahür ederek onunla özdeşleşiyor. Böylece gazlarla, taşlarla...vs başlayan bu süreç evrim ile nerdeyse tam bilinç de kazanarak insan olarak devam ediyor.

    "Ben" den anladığımız egosal ya da bireysel anlam aslında bir ilüzyondur. Nihai gerçekliği yok. Tıpkı denizdeki geçici şekil değişimleri olan dalgalar gibi. Dalgaların aslında sudan başka bir şey olmaması gibi, bizler de aynı olan sonsuz potansiyelden başka bir şey değiliz. (Vahdeti Vücud) Tıpkı her yerde olan havanın bardak ters çevrilince bardak içinde kalması gibi. Tıpkı, içine girdiği nesneye göre şekil alan su gibi sonsuz form da beden/zihin organizmalarıyla özdeşleşince "ayrı benlik" ilüzyonu doğuyor. Bu ilüzyon, sonsuz potansiyelin kendi içine bakması/kendisini deneyimlemesi, kendisini gerçekleştirmesi için gereklidir (Deneyimleyen/deneyimlenen ikiliği gereklidir. Işığın, aydınlık potansiyelini "olur"a çevirmek için bir şey üzerinde yansıması gereklidir.)

    Firatb84



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi firatb84 -- 8 Aralık 2014; 15:49:25 >







  • "Pil bozuntusu"
    Matrix
  • Tasavvuf felsefesine göre siz kimsiniz?

    Özet geçeyim, ''kulsunuz''

    ama yaratıcının kulu ama sultanın kulu orasını bilemem.
  • selamun aleykum

    tasavvuf oldukça geniş bir alan. bu yüzden tek bir açı ya da tek bir bakış açısı kişiyi ya da kanatı açıklaması bakımından yeterli bir dozajlama yapamaz. aslında her felsefi duruş da bu açıdan klişe olanı değil yolun sonundaki mutlak ışıktan pay almaya çalışan idealize edilmiş entellektüel gerçeği arar.

    sufi anayışın temelleri bence doğumla başlamaktadır. ölüm doğum düğün gibi kavramlar içiçedir. kişinin maddesel varlığı babasında mevt eder annesinde dirilir annesinde mevt eder dünyada dirilir. dünya dahi bu ölüm ve dirim için yeterli bir alan olmadığından orda da vefat eder ve dirilmesi denen süreç anlam kazanır.

    kişisel anlamda ben denen nesneye aslında bir sperm değildir demek zorunda kalmam insani olan bedenime bakmamdan dolayı değil toprağa karışıp da un ufak olacak bedenimin bana bildirdiği hakikatten dolayıdır.

    sufi anlayışta ben denen nesne varlığı ile değil düşünsel manada tefekkür ettirdiği oranda varlık kazanır ve bu tefekkür kişinin toprağa alaza olduktan sonraki halini dahi anlatmak durumundadır.

    dünyevi anlayışta kişiye verilen veya takılan isim değil kişinin daha öncesi ve daha sonrası denen hali anlam kazanmaya başlamışsa kişi benlik denen hali idrak ile anmaya başlayacaktır.

    kişiye verilen maddi görüntüsünde sahip olduğunu sandığı şeyleri mesela gözü kulağı idraki tek tek ondan alınsaydı ne olurdu? insan sahibi olmadığı bir bedene misafir edilmiş bir yolcuyu anlatacaktı. sufizmdeki ben denen kavramın özündeki değerde aslında budur. ben denen kimse her zaman ve şartta aslında konakçısında bir mühlet kazanmış misafir olan bir şeydir.

    dünya bir misafirhane ise berzahda bir misafirhanedir hatta ukba dahi bir misafirhanedir. cennettin üstü vardır ve bu rida makamıdır. rida makamında kişi artık kendisne ait olduğunu düşünebileceği bir libas giyer ve artık tüm çıplaklığından kurtulmuş halde insanların seyredebileceği bir kimse haline gelir. hakikatin çıplaklığından kurtulan kimse için ise artık sahip olma ve misafir olmayıp misafir eden kimse olup kendi gerçek ben-ine ulaşması beklenir.




  • tasavvuf felsefesine göre biz tanrıyız, her şey tanrıdır, ondan başka hiçbir şey yoktur. Yanılmıyorsam bazı deist düşünce biçimlerinde de her şey tanrının bir parçasıdır şeklinde fikirler vardı, aynı şekilde putperestlikte de insanlar putun tanrının bir parçası olduğu felsefesinden hareketle o puta tapınırlar, bildiğimiz panteizmdir aslında hepsinin temeli.

    İnsanların kafasını karıştıran nokta ise tasavvufçuların islami bir jargon kullanmalarıdır, bilinçli yapılmıştır. Daha çok mürit toplamak için yapılmıştır. Bu kitabı bana Muhammed peygamber verdi demeseydi de başka birinin adını söyleseydi, bu kitap bana Allah tarafından yazdırıldı demeseydi de genel olarak tanrı tarafından yazdırıldı deseydi veya devam eden süreçlerde islami bir üslup kullanmasalardı bugün Müslümanlar saf saf tasavvufu savunur olmayacaktı. Ancak sırf o kelimelerle ve biraz da iki yüzlülük ile süslendiğinden dolayıdır ki bazı müslümanlar tasavvufu islam ile bağlantılı bir şey sanıyorlar. Hayır efendim tasavvuf panteizm(mistisizm) temelli ayrı bir dindir, islam açısından da şirktir.
    (çabuk çabuk yazdım hatalı veya eksik bilgi varsa affola)




  • Tasavvuf anlamak ve yasamak zorunda kalan bir nefsin kendisine ayrilan payi aramasidir.

    Anlamak hayatin yarisi yasamak yarisi ise bana ne kaldi
    Kalan bir semazenin dondugu gibi evvabdi

    bu pay evvab olarak bir nefsin payidir. evvablar tekrar donecektir nefsi yaradana. Bu acidan putperestligi kiran ne ise evvabini de kilan odur. Mevlevilik onu aleyhisselam isar eder. Bu mecliste evvablar rabbe yonelenler donenler bulunur. Bunlar bir rasule aleyhisselam namaz ile arz edilir. Namaz ise putu kiran bir kimsenin aleyhisselam nisani gibidir. Nefs olumle evlenir ve bu halde rab tealaya teslim olur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HADO77 -- 24 Nisan 2015; 19:01:45 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İslam tarihi boyunca tasavvufçuların,tarikatçıların,şeyh takımının dinin nasıl içini boşalttığını,müslümanları nasıl körelttiğini anlatan konu açacaktım,üşeniyorum yahu.
    Bu adamların yatacak yeri yok,bunun vebalini ödeyemeyecekler.(orası Allah'a kalmış tabi)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Irk ve Milliyet kavramları
    16 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.