Şimdi Ara

Serbest Sohbet Köşesi (158. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
14.031
Cevap
17
Favori
401.155
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
5 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 156157158159160
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Merhaba, bebek 6 ay olmak üzere. 4 aylıkken topuğun arkasındaki tendon, basit bir operasyonla gevşetildi. Ameliyatın hemen ardından iki hafta kadar alçıda kaldı. Ardından Ponseti adı verilen bir ayakkabı verildi. Bu ayakkabıların altında omuz genişliğinde metal bağlantı var. Ayrıca ayakkabının bağlı olduğu noktada açı verilebilen ve çıkartılmasına yarayan vidalar var. İlk üç ay 24 saat, daha sonra sadece uyurken kullanacak. İki ay kadar daha 24 saat kullanacak.

    Sen nasılsın? Güzel bir konu bul da yazalım ağız tadıyla...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr

    Merhaba, bebek 6 ay olmak üzere. 4 aylıkken topuğun arkasındaki tendon, basit bir operasyonla gevşetildi. Ameliyatın hemen ardından iki hafta kadar alçıda kaldı. Ardından Ponseti adı verilen bir ayakkabı verildi. Bu ayakkabıların altında omuz genişliğinde metal bağlantı var. Ayrıca ayakkabının bağlı olduğu noktada açı verilebilen ve çıkartılmasına yarayan vidalar var. İlk üç ay 24 saat, daha sonra sadece uyurken kullanacak. İki ay kadar daha 24 saat kullanacak.

    Sen nasılsın? Güzel bir konu bul da yazalım ağız tadıyla...


    Anlaşılan ailece oldukça meşakkatli bir süreçten geçiyorsunuz, Allah kolaylık versin hocam. Tedavinin başarı oranı oldukça yüksek ya asıl önemli olan da bu.


    Ben iyiyim, bir yaramazlık yok çok şükür.

    Sabahlara kadar süren tartışmaları, şöyle ağız tadıyla, doya doya yazmayı özledik aslında.






  • İSTİKLÂL MARŞI

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.

    Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
    Kahraman ırkıma bir gül! ne bu şiddet bu celal?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal,
    Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklal!

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım;
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar.
    "Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
    Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
    Doğacaktır sana vaadettiği günler Hak'kın;
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Bastığın yerleri "toprak" diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
    Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda!
    Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

    Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli;
    Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
    Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
    Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli

    O zaman vecdile bin secde eder varsa taşım;
    Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naşım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!
    Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.
    Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hak'ka tapan milletimin istiklal!


    MEHMET AKİF ERSOY





    İSTİKLAL MARŞI NASIL MİLLİ MARŞ OLARAK KABUL EDİLDİ?


    1 Mart 1921 tarihinde Meclis'te ilk defa okunan İstiklal Marşı, okunmasından 11 gün sonra 12 Mart 1921'de TBMM'de Milli Marş olarak kabul edilir.

    İstiklal Marşı'nın Milli Marş olarak kabulünün 86. yıldönümü kutlanırken, bu şiiri 12 Mart 1921'de Milli Marş olarak kabul eden TBMM, Kurtuluş Savaşı'nın yoğun dönemlerinde belli bir süre de Milli Marş'ı belirlemek için çalışır. Milli Marş'ın kabulü Kurtuluş Savaşımızla aynı orantıda gelişmiş Kurtuluş Savaşı'nda kazanılan başarıların ardından, sıra bu milli heyecanı ifade edecek Milli Marş'a gelmiştir. Bu konuda Maarif Vekaletince (Eğitim Bakanlığı) açılan yarışmaya 724 eser katılır ve gelen eserlerden hiçbiri milli heyecanı yansıtmakta yeterli bulunmaz. Daha önce ödül olduğu için yarışmaya katılmayan Akif ödül almayacağı konusunda ikna edilince o günlerde yalnız oturduğu Tacettin Dergahı'nda yarışmanın bitimine 48 saat kala İstiklal Marşı'nı yazar.

    İSTİKLAL MARŞI İLK DEFA TBMM'DE OKUNUYOR…

    1 Mart 1921 günü tarihi günlerinden birini yaşayan TBMM Gazi Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında toplanır. Gazi, açış konuşmasında alkışlar eşliğinde İstiklal Mücadelesi'nde gelinen noktayı değerlendirir. Gazi'nin Meclis'i duygu ve heyecana boğan konuşmasının ardından ilk defa 'Paşa' rütbesiyle Meclis'e hitap eden İsmet İnönü de, İstiklal Savaşı ile ilgili bir konuşma yapar.

    Konuşmaların ardından sıra Karesi Mebusu (milletvekili) Hasan Basri'nin (Çantay) İstiklal Marşı'nın güftesinin Hamdullah Suphi Bey tarafından Meclis kürsüsünden okunmasına dair önergesine gelir. Önergenin kabul edilmesi üzerine Meclis'e başkanlık eden Gazi tarafından kürsüye çağrılan Maarif Vekili Hamdullah Suphi yaptığı konuşmada 'istiklal mücadelesinin ruhunu terennüm edecek' bir marş için şairlere müracaat edildiğini ve gelen şiirlerden 7 tanesinin en fazla aranılan niteliklere haiz olduğunu anlatır. Fakat 'fevkalade kuvvetli bir şiir aramak lüzumundan dolayı' şahsen Mehmet Akif'ten bir şiir yazmasını rica ettiğini belirtir. Akif'in çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiğini ifade eden Hamdullah Suphi Akif'e katılmama sebebi için uygun bir çözüm bulunacağını bir mektupla yazdığını anlatır. Bunun üzerine Akif'in kendilerine çok nefis bir şiir gönderdiğini söyleyen Hamdullah Suphi bu şiirle birlikte 6 şiiri milletvekillerinin görüşlerine sunacağını ifade eder.

    Hamdullah Suphi bundan sonra İstiklal Marşı'nı okur. İlk "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" satırının ardından milletvekillerinden şiddetli alkışlar yükselir. Hamdullah Suphi her kıtasında alkışlar eşliğinde İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını okur.

    İstiklal Marşı'nın yarattığı heyecanla Meclis'te büyük bir duygu sağanağı oluşur. Akif ise mahcubiyetinden başını kollarının arasına sokmuş adeta sıranın üzerine çökmüştür. Sürekli alkış ve gözyaşları arasında marşın okunması biterken Nafia (bayındır) Vekili İsmail Fazıl Paşa şiir bitince tekrar okunmasını haykırır. Şiir milletvekilleri tarafından dört defa ayakta dinlenir.

    Hamdullah Suphi daha sonra hatıralarında o günü şöyle anlatır: "Akif'in ölmez eserini Büyük Millet Meclisi'nde ben okudum. Meclis tarafından büyük tezahüratla karşılandı. Alkışlandı; defalarca alkışlandı. Meclis manzumeyi ayakta dinlediği gibi Atatürk de ayağa kalkmış alkışlıyordu; herkes heyecan içinde idi"

    MÜZAKERELER SIRASINDA TARTIŞMALAR YAŞANIR

    İstiklal Marşı'nın TBMM'de okunmasından 11 gün sonra (12 Mart 1921) Milli Marş'ın kabulünün müzakerelerine başlanır. Meclis Başkanı Dr. Adnan Adıvar'ın kürsüye çağırdığı Maarif Vekili Hamdullah Suphi Milli Marş ile ilgili konuşmasını yapar. Müzakereler sırasında İstiklal Marşı'nın TBMM'de ilk defa okunmasının heyecanı gölgeleyebilecek tartışmalar yaşanır. Bazı milletvekilleri 'ısmarlama' şiir olduğu iddiası ve edebi başarısının ölçülmesi amacıyla, Milli Marş'ın seçiminin daha önce Milli Marş için oluşturulan Maarif Encümeni (Komisyon) tarafından yapılmasını önerir ve bu doğrultuda önergeler verirler. Maarif Vekili Hamdullah Suphi bazı milletvekillerinin bu yöndeki taleplerine karşılık kürsüden İstiklal Marşı'nın Meclis'te ilk okunması sırasında yaşanan heyecanı anlatır ve şu konuşmayı yapar: "Halkın mümessili olan sizlerin huzurunda okunan şiirlerin heyeti aliyeniz üzerindeki tesirine bendeniz şahit oldum. Eğer halka tesirini anlamak için kalbimizden başka miyarınız varsa o, başkadır. Eğer, halka tesirini kendimiz anlayacak olursak, halkın kalbini de anlamış oluruz. Şimdi arkadaşlar bendeniz diyeceğim ki, bir encümeni edebiye havale edersek bir fayda mutasavver (tasarlanmış) olabilir; eğer encümen kararını verip bitirecek ise. Fakat, zannediyorum Meclisinizin verdiği karar ve ısrar ettiği nokta, kendisi bu işi halletmektir." Önerge ve görüşmelerin ardından Maarif Vekilinin 'Her marşın ayrı ayrı oya koyulması' teklifi kabul edilir. Daha sonra Meclis Başkanı tarafından yapılan oylamada Mehmet Akif'in şiiri büyük çoğunlukla Milli Marş olarak kabul edilir. Bu görüşmeler sırasında Meclis kürsüsünden 18 milletvekili konuşma yapar ve 11 milletvekili önerge verir.

    İstiklal Marşı'nın kabulünün ardından bazı milletvekillerinin istiklal Marşı'nın tekrar ve ayakta okunması talebi karşısında Maarif Vekili Hamdullah Suphi kürsüden İstiklal Marşı'nı okur. Milletvekilleri de şiiri ayakta ve alkışlarla dinlerler. Görüşmeler sırasında, mütevazılığı ile bilinen Akif mahcubiyetinden Meclis'te duramaz ve salona çıkma lüzumu hisseder.

    KAYNAKÇA
    1-Nalbandoğlu Muhiddin, İstiklal Marşımızın Tarihi, Cem Yayınları, İstanbul, 1964
    2-Türk Hikmet Sami, İstiklal Marşı ve Mehmed Akif Ersoy, Kültür ve Turizm Bak. Yay. Ankara 2004




    MİLLÎ MARŞ VE EDEBÎ METİN OLARAK İSTİKLÂL MARŞI


    Prof.Dr. M.Orhan OKAY
    E. Yeni Türk Edebiyatı Profesörü



    Günümüze kadar gelen tarihî bilgilerin ışığında, Türk millî marşı yarışmasına 724 şiirin katılmış olduğunu biliyoruz. Bu şiirlerini tamamını ihtiva eden bir dosya maalesef mevcut değil. Yalnız bunlar arasında bir heyetin seçerek Meclis’e takdim ettiği yedi şiirden biri o sırada kabul edilmiş olsaydı yalnız zayıf bir millî marşımız olmakla kalmayacak, aynı zamanda, belki Türkçenin en güzel şiirlerinden birine sahip olamayacaktık.
    Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinin Maarif Vekili Hamdullah Suphi de bizim şimdiki endişemizi o günden hissetmiş olmalıydı ki araya aracılar sokarak Mehmed Akif Bey’in yarışmaya mutlaka katılmasının teminini ısrarla istemiştir.
    Aradaki para mükâfatının kaldırılması şartıyla yarışmaya katılan Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı tamamlayıp Maarif Vekâletine gönderdiği, fakat henüz sonuç alınmadığı günlerde manzume ilk defa Sebilürreşad dergisinde çıkar. Şiirin baş tarafında bir ithaf vardır:

    “Kahraman Ordumuza”.

    İstiklâl Marşı’nı okurken ve dinlerken bu ithafın değerini ve önemini hatırdan çıkarmamak lâzımdır. O kahraman ordu ki, marşın yazıldığı çetin mücadele yıllarında kadın erkek her ferdiyle bütün bir milletin kendisiydi. Demek ki “Kahraman Ordumuza” ithafı, aynı zamanda “Kahraman Milletimize” manasını da taşımaktaydı.

    Şimdi, Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı Safahat’a niçin koydurmadığı ve “O benim değil, milletimindir” dediği üzerinde biraz daha durabiliriz. Akif’in bu sözünün gerçek manası sadece bu şiiri, her ferdi kahraman birer nefer olan millete ithaf etmiş olmaktan mı ibarettir? Yoksa “O benim değil, milletimindir” demesinin başka bir anlamı mı vardır?

    Dünyada millî marşların güfteleri, bir şairin kaleminin mahsûlü olmakla beraber, onu benimseyecek, yıllarca, yüzyıllarca dilinden düşürmeyecek olan milletin de karakterini aksettirmek gibi bir özelliği beraberinde taşırlar. Bu bakımdan birçok millî marş şairinin adı çok defa unutulur; bir milletin kuruluşunda, tarihi bilinmeyen devirlerde teşekkül eden destanlar gibi anonimleşir.

    Millî marş tabiri, bu özellikleri taşıyan şiirlerin bütün dünyada yaygın olan ortak adıdır. Bazı millî marşların ayrıca isimleri de vardır. Bu isimler o milletin bir vasfını veya marşın yazıldığı, kabul edildiği sıradaki olağanüstü bir hadiseyi işaret eder.

    Bizim millî marşımızın, dünya millî marşları arasında ayrı bir yeri vardır. Millî marşımızın adı “İstiklâl”dir. Bu kavram milletimizin çok önemli bir karakterini belirtmektedir. Tarihler, bilinen en eski çağlardan günümüze kadar Türklerin on altı, elli veya yüz küsur devlet kurmuş olduğunu yazarlar. Bu sayının azlığı veya çokluğu, devlet tarifinin farklılığından kaynaklanmaktadır ve pek de önemli değildir. Asıl önemli olan, milletimizin tarihinde, hiçbir devirde devletsiz bulunmadığıdır. Yazılı en eski Türkçe metinlerden olan Orhun Kitabeleri’nde de sık sık vurgulanan, Türk milletinin hür ve müstakil yaşamaya alışmış olmasıdır. Akif’in

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım
    Yırtarım dağları, enginlere sığmaz, taşarım

    mısralarında Türk milletinin tarihinin bilinen en eski devirlerinden gelen bu değişmez karakterine işaret vardır.

    Devletin çeşitli tarifleri varsa da bütün bu tariflerin içinde değişmeyen ve her zaman var olan unsur, istiklâldir. Millî marşımız, milletimizin işte bu hiç değişmeyen karakterinin yakın çağdaki tezahürü olan bir mücadelenin içinden çıkmıştır. Yirminci yüzyıl başlarında, istiklâline sahip yegâne Türk birliği Osmanlı Devleti’ydi. Hatta bağımsız yegâne İslâm devleti de Osmanlıydı. Millî marşımız, işte bu devletin, adına medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar tarafından yok edilme niyet ve teşebbüslerine karşı verilmiş bir kavganın içinden doğmuştur. Onun için adı “İstiklâl Marşı”dır. Onun için manzume İstiklâl’le başlar ve İstiklâl’le biter. Ayrıca şiirin başka kıtalarında, başka mısralarında İstiklâl kelimesi geçmese de zikredilmemiş bir istiklâl değişik motiflerle kendini hissettirir: “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraında olduğu gibi. Çünkü sancak da aslında bir milletin istiklâlinin sembolüdür. Marşımızın bu ilk mısraında da bayrak, istiklâlin sembolü olarak, hiç sönmeyeceği müjdesiyle birlikte gelir. Hem de “Korkma!” haykırışıyla zihinleri, gönülleri, yürekleri bir çığlık halinde doldurarak.

    Bestelenmiş iki kıtasının sonunda ve bütün manzumenin sonunda tekrarlanan mısra “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl”dir. Bu mısralarda milletimizin iki mühim karakteri bir arada belirtilmiştir. Biri, biraz önce belirttiğim, hiçbir devirde kaybetmediği istiklâlin onun hakkı olduğu. İkinci ise bu hakkın, istiklâl hakkının, iman duygusuyla beraber doğuşudur. İman duygusunu son mısradaki ikinci Hak kelimesinden çıkarıyoruz. Bu Hak, Allah manasındadır. Böylece millî marşımızda milletimizin dinî ve millî karakteri birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak ifade edilmiş olmaktadır.

    Görüldüğü gibi, millî marşımızın adı tesadüfî değildir. Hatta yazıldığı yıllardaki şartları düşünerek, sadece şairinin ümit ve temennisinden de ibaret olmadığı söyleyelim. Hak kelimesinin dilimizde kullanılış manalarıyla sanat halinde ifade edilmiş bir gerçeğin ta kendisidir.

    Millî marş güftelerinin bir özelliği de, içinden çıktığı milletin yaşadığı olağanüstü bir hali, bilhassa büyük felâketli zamanları, bunların arkasındaki büyük ümitleri ve zaferleri aksettirmesidir. Meselenin herkesçe bilinen tarihî teferruatı üzerinde durmaya gerek görmüyorum. Bir millî marş güftesi yazılmasının Akif’e teklifi ile İstiklâl Marşı’nın Büyük Millet Meclisi’nce kabulü tarihleri, 1920 Aralık ayı ile 1921 Mart’ı arasına rastlamaktadır. Bu tarihler İstiklâl Mücadelelerinin en kritik aylarıdır. Millî Marşımızın, “Korkma!” hitabıyla başlaması, iyi niyetli olmayan bazı itirazlara sebep olmuştur. Aslında Akif’in, şiirine bu hitapla başlaması çok manidardır. Yalnız dönemin şartlarını çok iyi bilmek gerekir. Batılı devletlerin silâhlandırdığı Yunanlıların Anadolu içlerine yürümesi, Birinci İnönü Muharebesi, iç isyanlar ve bunların bastırılması gibi olayların vuku bulduğu zamanlardır. Meclis ve onunla beraber bütün bir Türk milleti korku, ümit, ümitsizlik, zafer ve sevinç haberlerini, duygularını, heyecanlarını arka arkaya ve birbirine karışmış halde yaşıyordu. İşte bu yeis günlerinde “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” hitabıyla başlayan ve “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” mısraıyla devam eden İstiklâl Marşı doğmaktadır. Millî Marşımızın “Korkma!” diye başlaması boşuna değildir. Ümitsizliğin, inanç yokluğundan geldiğini haber veren bir dinin mensubu olan Türk milleti, bu manzume ile var olma azmini, imanını, iradesini yeniden bulmuştur. Onun için İstiklâl Marşı, bir milletin ölüm-kalım çağının destanıdır. Millî Mücadele’nin ne gibi zor hatta başarılması imkânsız gibi görünen şartlar altında yapıldığı malûmdur. Adına medeniyet denilen ve her türlü teknik donanımı haiz düşmanın, en güçlü ve yeni silâhlarla saldırarak yağma etmek istediği bir vatanda Türk milletinin güvendiği en önemli silâh imanıdır. Bu imanı hem dinî manada vatan için şehadet inancına, hem millî manada kendine güven olarak düşünebiliriz. Millî Mücadele’nin kazanılmasında Türk milletinin istiklâline düşkün bir millet olması yanında, sadakatle bağlı olduğu dinî inançların rolü unutulmamalıdır. Milletinin sinesindeki bu gücü bilen Mehmed Akif ona bu tarafıyla seslenmektedir:

    Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
    Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
    Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar

    Nihayet millî marşların üçüncü bir hususiyeti olarak, anonim karakteri taşıması meselesine geliyorum. Yani tıpkı destanlar gibi, milletçe yaşanmış, milletçe yaratılmış, sahibi bilinmeyen anonim karakterde bir şiir olması. İstiklâl Marşı anonim bir şiir değildir. Ancak Akif’in, bu marş için açılmış yarışmaya ne şartlar altında katıldığını, yahut katılmayıp ısrar üzerine sonradan ne şartlar altında şiirini gönderdiğini biliyoruz. Akif’in bu yarışmaya katılmamasındaki felsefesi açıktır: Millî marş güftesi ısmarlama olmaz. Ve marşın yazılmasından dolayı da para gibi hasis bir menfaat kabul edilemez.

    Yarışmaya katılan yüzlerce şiirin beğenilmemesi, bir milleti temsil edecek, onun karakterinin sembolü olacak değerde bulunmaması, Akif’in haklı olduğunu göstermiştir. Her iki şart da Akif’in isteği üzerine kaldırılır. Yani şiir ne yarışma için ısmarlanmış olacak, ne de karşılığında para verilecektir. Akif’in şiiri zaten ısmarlama değildi. O çetin günlerde, yarışmadan çok önce tamamen samimi duygularıyla zaman zaman yazdığı birçok mısraını parça parça dostlarına okuyordu. Daha sonra Maarif Vekili’nin ısrarı ve dostlarının aracılığıyla yarışmaya katılmayı kabul eden Mehmed Akif, o zaman, ikamet ettiği mütevazı Taceddin Dergâhı’nın odasında iç sükûnetine çekildi. O uhrevî hava içinde milletinin azmiyle, iradesiyle kendi sanatını birleştirdi. Âdeta “ruhunun vahyini” duyarak taşa geçirircesine şiirini tamamladı.

    Mehmed Akif’in bütün Safahat’ında, içinde yaşadığı topluma yabancı kalmadığını, onun dertleriyle nasıl hemdert olduğunu biliyoruz. Fakat hiçbir şiirinde, İstiklâl Marşı’nda olduğu kadar, âdetâ mistik bir ruhla, milletiyle beraber, milletiyle bir aynîleşme, özdeşleşme içinde olmamıştır. İşte bütün bu olağanüstü şartların birleşmesiyle Mehmed Akif’e göre İstiklâl Marşı artık kendisinin değil milletin ruhundan çıkmış bir şiir olmuştur, başka bir ifadeyle şiirinde milletini konuşturmuş bir medyum gibiydi. Bunun için onu Safahat’a almamış ve “o benim değil, milletimindir” demiştir.

    Şimdi Akif’in bu vasiyetini ihmal etmeyerek, biraz da onun bu şiirde gösterdiği sanatına temas etmek istiyorum. İstiklâl Marşı’mızı, başka milletlerin millî marşlarından ayıran özellikleri zikrederken unutulmaması gereken bir karakterini de belirtmek gerekir. O da, şairinin Türkiye’de bütün bir millet tarafından bilinen bir şahsiyet olmasıdır. Dünyada millî marşların çoğu, adı duyulmamış veya o milletin edebiyat tarihlerinde önemli yeri olmayan şairlerin yazdıklarıdır. Hatta çoğunun edebî değeri zayıftır ve önemi sadece ortaya çıktığı dönemin heyecanlı bir hatırasını taşımaktan ibarettir. Mehmed Akif ise yalnız İstiklâl Marşı’nın şairi olarak değil, hemen bütün şiirleriyle zamanında da, günümüzde de en çok tanınan şairdir. Belki bütün milletimizce en çok benimsenen ve en çok okunan şairdir. Safahat’ın bugün, Türkiye’de hiçbir şiir kitabının ulaşamadığı defalarca basımıyla yüz binin çok üzerinde tiraja ulaşmış olması bunun açık bir delilidir. Akif’in şiirinde fanteziye yer yoktur. Kendi şiiri hakkında söylediği “Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri” mısraı da bu gerçeği gösterir. Akif kadar milletinin acılarını, mutluluklarını samimi olarak duyan, yaşayan ve yazan başka ikinci bir şairden bahsetmek kolay değildir.

    Fakat o erişilmez tevazuu ile şiiri hakkında “samimiyeti ancak hüneri” demekteyse de, şiirinin, özellikle de İstiklâl Marşı’nın samimiyetinin dışında başka hünerleri vardır. İstiklâl Marşı edebî bir metin olarak da Türk şiirinin en güzel örneklerindendir.

    İstiklâl Marşı, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından herhangi bir millî marş güftesinin çok ilerisinde, Türk edebiyatının en güzel lirik-hamasî şiirlerindendir. Son kıtası beş mısra olmak üzere dörder mısralık on kıtadan oluşan ve aruzla yazılmış olan şiirin her kıtasının bütün mısraları tam kafiyelidir ve her kıtanın, temayı teşkil eden duyguyla uyumlu ton ve vurguların yer aldığı sağlam bir nazım yapısı vardır. Hece vezninin yaygınlaştığı ve ciddi olarak rekabete giriştiği bir dönemde geleneksel şiirimizin vezni olan aruzun Akif’in kaleminde olağanüstü bir rahatlıkla kullanıldığını bütün tenkitçiler kabul eder. Alışılmışın dışında, beklenmeyen fakat bir sehl-i mümteni gibi şairin kolaylıkla yakaladığı kafiyeler, yer yer işlenen tema ile uyumlu iç kafiyeler şiirin ses zenginliğini oluşturur:

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl

    Uyarıcı, vurgulu tonda hitap ifadeleri:

    Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    yahut
    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
    veya
    Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!
    mısraları gibi.

    Fakat dua mısralarına geldiğinde Akif secdelere kapanırcasına büyük iradenin önünde diz çöker:
    Ruhumun senden İlâhi, şudur ancak emeli:
    Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
    Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

    İşlenen temalar bakımından da sağlam bir yapısı olan İstiklâl Marşı’nda ilk iki kıtada bayrağa hitap eden şair, onun milletin varlığıyla beraber ebedî istiklâlini müjdeler. Şair üçüncü ve dördüncü kıtalarda Türk milleti adına konuşmakta, ebedî hürriyet aşkı ve imanıyla Batılıların maddî güçlerine karşı direneceğini söylemektedir. Türk askerine hitap eden beşinci ve altıncı kıtalar, üstünde yaşadığımız yerlerin alelâde bir toprak değil vatan olduğunu, onun düşmana çiğnetilmemesi gerektiğini telkin eder. Yedinci ve sekizinci kıtalarda sevilen pek çok şey kaybedilse bile vatanın kaybedilmemesini ve ezan seslerinin kesilmemesini niyaz eder. Dokuzuncu kıtada bu duası kabul edildiği takdirde kendi ruhunun da vecd içinde yükseleceğini söyler. Nihayet son kıtada yine bayrağa dönerek ona ve milletine ebediyen çöküş olmayacağını, hürriyetin ve istiklâlin ebediyen onun hakkı olduğu müjdesini tekrar eder.

    Milletin iradesine ve Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmed Akif’in şiirindeki özelliklerinden biri de millî ve ulvî değerler ile dinî motifleri dengeli bir şekilde kıtalara yerleştirmesidir. Bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk, vatan, kahramanlık gibi millî kavramlarla iman, şehâdet, helâl, cennet, Hudâ, ezan, mâbed, vecd gibi dinî motifler birbiriyle uyum halinde ve zengin bir belâgatle kullanılmış, böylece Millî Mücadele’yi gerçekleştiren halkın ruhunda mevcut iki önemli kavram İstiklâl Marşı’nın da iki temel temasını oluşturmuştur.

    Tam bir bütünlük gösteren, dört başı mamur bir şiir olan İstiklâl Marşı’nda mecazlar ve semboller de ifade sanatı bakımından manzumeyi zenginleştirmiştir. Bu kısa konuşma içinde bunları açıklamak değil sadece bu sanatların adlarını sıralamak bile mümkün değildir. Manzumenin her mısraı, her ibaresi, her kelimesi ses ve mana bakımından birbiriyle ilişkilidir. Hemen her kelime, her kavram aslî ve mecazî manalarıyla şiirde yerlerini almıştır.

    Bütün bu vasıflarıyla İstiklâl Marşı tek taşı bile yerinden oynatılmayacak muhkem, harikulâde bir ses, söz ve mana mimarîsidir.





  • Selam dostlar bayadır yoktum buralarda

    feylesof, mustafa_org hala burdasınız saygılar
  • quote:

    Orjinalden alıntı: NewVatoo

    Selam dostlar bayadır yoktum buralarda

    feylesof, mustafa_org hala burdasınız saygılar


    Selamlar. Hoşgeldin.

    Kullanıcı adını görünce 3-4 yıl öncesinden bir flashback geçti.


    @Ömer, Mehmet Akif Ersoy'un fotoğrafı sanırım ölümünden kısa bir süre önce çekilmiş. İlk defa görüyorum. Mısırda yakalandığı hastalık yüzünden çok acı çekmiş. Ama sevgilisi İstanbuluna kavuşunca acıları bir nebze de olsa dinmiş. Çektiği acılara rağmen gülümsemesinin nedeni sanırım bu.




  • Sayın feylesof sizinde dediğinizin payı vardır gülümsemesinde, ancak bence çok farklı duygularından dolayı gülümsüyor. Bizde hissedit öyle gülümseyebilsek keşke.

    Bu arada sanırım Kültür bilimin eski tadı yok. bazı kişileri göremiyorum. ondan dolayı sadece göz atıyorum arada bir yazıyorum.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: feylesof

    quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr

    Merhaba, bebek 6 ay olmak üzere. 4 aylıkken topuğun arkasındaki tendon, basit bir operasyonla gevşetildi. Ameliyatın hemen ardından iki hafta kadar alçıda kaldı. Ardından Ponseti adı verilen bir ayakkabı verildi. Bu ayakkabıların altında omuz genişliğinde metal bağlantı var. Ayrıca ayakkabının bağlı olduğu noktada açı verilebilen ve çıkartılmasına yarayan vidalar var. İlk üç ay 24 saat, daha sonra sadece uyurken kullanacak. İki ay kadar daha 24 saat kullanacak.

    Sen nasılsın? Güzel bir konu bul da yazalım ağız tadıyla...


    Anlaşılan ailece oldukça meşakkatli bir süreçten geçiyorsunuz, Allah kolaylık versin hocam. Tedavinin başarı oranı oldukça yüksek ya asıl önemli olan da bu.


    Ben iyiyim, bir yaramazlık yok çok şükür.

    Sabahlara kadar süren tartışmaları, şöyle ağız tadıyla, doya doya yazmayı özledik aslında.





    Geçmiş olsun @mustafa_ogr
    Allah acil şifalar versin.




  • Açtığım başlık ile ilgili yorumlarınız yok mu beyler?
  • Teşekkür ederim huhukomşu...

    birtürk, ben bir konu göremedim. neyle alakalıydı?
  • @mustafa_ogr,

    Evladınız nasıl? Yapabileceğimiz bir şey var mı?
  • Teşekkürler Ömer hocam. Çok şükür tedavisi olumlu bir şekilde devam ediyor. Zaten olumsuz bir durum olsa sizlerle paylaşmak isterim. Sizden isteğim duanız. Hayırlı bir hayat için...
  • İnönü konusu güzel birk konu olma yolunda ilerliyordu.
    Neden kaldırılıyor?
    E doğru, pardon burası kültür bilim, diğer taraftan serbestlik alışkanlık olmuş:)
  • Mustafa hoca bebeğinizin durumunun iyiye gittiğine sevindim. Dahada iyi olacaktır buna eminim.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------

    Her ne kadar KB ye yazmasakta ,günden güne toplumu içine almış apolotikleşmeye rağmen ,politikal depresifler yaşayan ve ahmakça yorumlar ile forumu bezemiş olan kişiliklerin KB bölümünde sanki bir kuramcı ve düşünür gibimişlercesine yetkince salına salına cirit atması gerçekten oldukça rahatsız edici bir şey. Şuan forumdaki çoğunluk, karşıt görüş diye belledikleri paradigmalar nazarında en ufak bir teoriksel ve bilimsel bilgi taşıma mahiyeti ve özelliği olmayanların kuşatmaları altında.Örneğin kendilerine sosyalist demeyi uygun görenler ile sosyalizm düşmanı demeyi uygun görenler arasında tabiri caizse bir it dalaşı mevcut. Asıl endişe verici olanda sosyalizm taraftarları ile sosyalizm karşıtlarının teoriksel olarak zayıflıklarına ve hiçliklerine rağmen bunları tartışabilmeleri yada daha doğrusu tartışabileceklerini zannetmeleri. Yukarıda bir yerlerde @Novarix inde dediği gibi ; KB bölümü bu ülkenin yansıyan bir aynası. Belkide son günlerde forum için görülebilen en doğru ve net tanımlama bu olacak.




  • İnönü

    1942-1946 tarihleri arasında Ankara'yı basan abd Köy ensistütülerinin ve Karaoğlan öğretmen okulunun kapatılması, demokrat partinin kurulması ve dini yayınların başlatılmasıdır.

    Mehmed Şevket Eygi, Envâr-ül Aşıkîn isimi kitap'ın, Takdim ve Takriz (Yazarın önsözü)'de, paragraf:3'de:

    "...Allah'a sonsuz hamd ü senalar olsun ki (Kitap'ın basım tarihi: 1977) 30 - 35 sene (1942 - 1947)'den BERİ DİN HAYATINI YENİDEN CANLANDIRMAK gayesiyle şayan-ı tebcil (büyütme, ağırlama, saygı) bir EĞİTİM ve NEŞRİYAT faaliyeti başlamış bulunuyor. Temennimiz odur ki,, BUGÜNKÜ (ABD destekli) HÜRRİYET ve SEBESTİ AZAMİ şekilde değerlendirilerek ELİNİZDE gördüğünüz (Envar-ül Aşıkîn) kitap'ı günümüz Türkçesiyle yazılmıştır."

    -Seçim meyadanlarında İnönü'ye: Bizi aç bıraktın diyenlerin sayısı, sağcı kesimve basında, azımsanamayacak kadar çok kullanılmıştır ve günümüzde de kullanılmaktadır.

    İnönü ise: Ben sizleri aç bıraktım. Ama babasız, kocasız, kızlara sevgilisiz bırakmadım diyordu. Sağcılar ise babasız, kocasız, anaları çocuksuz, kızlar ise sevgilisiz kalmadıkları için, İnönü onlara bu acıları 2. Dünya savaşına sokmamakla yaşamadıkları için, hiçbir zaman anlatamamıştır. Sağcılar ve sağcı basın bu acıları yaşamış olsaydılar, acaba AÇ bıraktın diyebilirler miydi?

    İnönü 1942-1947 yılları arasında, ABD'nin baskısı ile yapmak mecburiyetinde kalırken, sağcı aydınlar, politikacılar ve din adamları, ABD'nin sanki yanında değiller miydi?




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ice Cube

    Mustafa hoca bebeğinizin durumunun iyiye gittiğine sevindim. Dahada iyi olacaktır buna eminim.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------

    Her ne kadar KB ye yazmasakta ,günden güne toplumu içine almış apolotikleşmeye rağmen ,politikal depresifler yaşayan ve ahmakça yorumlar ile forumu bezemiş olan kişiliklerin KB bölümünde sanki bir kuramcı ve düşünür gibimişlercesine yetkince salına salına cirit atması gerçekten oldukça rahatsız edici bir şey. Şuan forumdaki çoğunluk, karşıt görüş diye belledikleri paradigmalar nazarında en ufak bir teoriksel ve bilimsel bilgi taşıma mahiyeti ve özelliği olmayanların kuşatmaları altında.Örneğin kendilerine sosyalist demeyi uygun görenler ile sosyalizm düşmanı demeyi uygun görenler arasında tabiri caizse bir it dalaşı mevcut. Asıl endişe verici olanda sosyalizm taraftarları ile sosyalizm karşıtlarının teoriksel olarak zayıflıklarına ve hiçliklerine rağmen bunları tartışabilmeleri yada daha doğrusu tartışabileceklerini zannetmeleri. Yukarıda bir yerlerde @Novarix inde dediği gibi ; KB bölümü bu ülkenin yansıyan bir aynası. Belkide son günlerde forum için görülebilen en doğru ve net tanımlama bu olacak.



    nokta atışı üstadım.

    ne güzel tartışırdık marx'ı, hegel'i önceden.
    not:thy majesty'im ben.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ice Cube

    Mustafa hoca bebeğinizin durumunun iyiye gittiğine sevindim. Dahada iyi olacaktır buna eminim.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------

    Yukarıda bir yerlerde @Novarix inde dediği gibi ; KB bölümü bu ülkenin yansıyan bir aynası. Belkide son günlerde forum için görülebilen en doğru ve net tanımlama bu olacak.



    Bu yüzden KONU DIŞI bölümünü görünce bu ülkenin geleceğine dair çok karamsar düşüncelere kapılıyorum.
  • @demonchild eski nickiniz bir ara imzanızda yazıyordu.Oradan biliyorum sizin the majesty olduğunuzu . Nasılsın uzun zamandır görüşmeyeli?
  • Turuncu

    TuruncU yazmak neden yasak acaba?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Mega Therion -- 21 Nisan 2009; 19:50:10 >
  • turuncu
  • Turuncu yasağıyla ilgili sonunda mantıklı bir açıklama buldum.


    quote:

    Orjinalden alıntı: Hazar

    Sıcak Fırsatları takip edenler bilir. Hergünucuz.com vardı bir ara, çok olaylar çıkmıştı. Onların sahibi Turuncu Elektronik. Forumda da büyük kavgası oldu. Başka bir sebebi olamaz



    Artık rahatlıkla uyuyabilirim.
  • 
Sayfa: önceki 156157158159160
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.