Önemli olan kanalın kendisi değil, video'nun içeriği diyelim. Gerçek bir konu işlendiği için paylaştım, yalnızca bir örnekleme. |
Osmanlı'nın 250 sene boyunca matbaayı yasaklaması (7. sayfa)
-
-
Bu konu dahil olmak üzere benzer birçok konuda yorum yapan ve sürekli olarak "şuan toplum şu şekilde, bu şekilde, yarısı şöyle, yarısı böyle" gibi ifadeler kullanarak yargıda bulunan arkadaşların, kendilerini bahsettikleri topluluktan ayrıştıran kriterleri çok merak ediyorum.
-
Yalnız konuyu açan ortalığı karıştırmak için iyi bir konu seçip kenara çekilmiş sesi soluğu çıkmıyor.
-
Biri de ilk matbaayı saniye de 100 çıktı alan cihaz zannedecek.
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Avrupa'da, ortacagda matbaada en cok basılan kitap Incil'dir.
Hem de Latinceden kendi diline cevirip bastılar.
Luther'in Almancaya cevirip bastığı Incil bugun Almanlarin kullandıği ortak dil olmuştur. Yani temel Almancadır.
Osmanlı bu aydinlanmanin cok gerisinde kalmıştır.
Üstelik kitabimızi bugun bile Arapça okuyoruz. Kitabını okuyup öğrenen yok. Cahilligi nasil sevap yaparlar?
" Dil" bir insanin işletim sistemidir. Bizim isletim sistemimiz Türkçe.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi bulcelik -- 10 Ocak 2023; 19:33:44 >
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Hocam sadece Fransa'da matbaanın gelmesini müteakip milyonlarca baskı yapıldı. Daha ilk yılda
Reformist Martin Luther'in yazıları milyon adet basıldı
Matbaa bize gelmeden önce yapılan baskı adetleri en kötü ihtimalle onmilyonlar ki çok daha yukarda rakamlar veren de var.
Oralarda bilginin insanlara ulaşmasında ter akıtan insanlara küçümser yaklaşmanız hiç olmamış. Bi lazer degilmis de biseymis
O dönem basılan tıpkı basımlara bir bakın muazzam işler var.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Sen o dönemin hattatlarına bak. Matbaadan hızlı kitap yazıyorlar. 10.000 den fazla hattat vardır.
Ne zaman matbaa hattatların hızını geçti matbaa devreye alındı.
Aynı şey çizimciler içinde geçerli, vesikalık türü fotoyu çizim ile yapıyorlardı. F. Makina devreye girince ortadan kalktı.
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Dönemlerinin harika zanaatkarları ve sanatkarlarıdır. Onları bu konuda da saygı ve hürmetle anmamızı sağlamanız aslında iyi oldu. Hattatlara saygım sonsuz. Yazdıklarınız bununla alakasız ama. Bir hattat ne matbaa ile ne de lazer yazıcı ile karşılaştırılmamalı.
Hattatlar kaç tane bilimsel tabloyu ya da makaleyi çoğalttılar hocam- hattatların amaçları matbaa ile gayet alakasız. Matbaa ile Newtonun defterlerini 100 öğrencinize bir günde o teknoloji ile bile basarsınız. Harflerin kargacık burgacık olması matbaayı hiç ilgilendirmez.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
kardeşim boş atıyorlar sen bakma onlara
-
Geçen tv kanallarının birinde Atatürk dönemi gazete manşetlerini gösteriyordu üç tane fabrika yapılmış ,Atatürk'ün çiftliğine bir traktör almışlar okullar da Türkiye modern tarıma geçti okutuyorlar , 1980 yılında köylerde ya bir taraktör vardı ya da yoktu o da ağalar da, Osmanlıyı vergilerle eleştirirken biraz utanın , Çerkez Etem hatıralarında Ankara da kiler için "hayatında yüz lirayı bir arada görmeyenler halktan zorla topladıkları vergilerle ayda üç bin lira maaş alıyorlar" malum tek partinin vergi zulmünü bu halk biliyor.
Doksan senede bir toplu iğne yapamayanlar çıkıp burada yazmasınlar.
-
Divit ile yazılmış mini bir yazı ile matbaanın dev baskısını karşılaştırmıyorum. Harf dizme eziyetini saymaya gerek yok. 1000 hatta ver kitabı akşama çıksın 1000 adet. İstersen 10000 olsun, yazacak kadar hattat var.
Matbaa verimi hattat ile kıyas edilmez.
Matbaa ile hattatın çalışmasını kıyaslamak hattatın kaleminden çıkan kitaba hakaret olur.
Kıyas edilmeyecek bir konuyu denkleştirmeye çalışıyoruz.
Matbaa verimli olmaya başladığında geçiş kaçınılmaz oldu.
Başka birşey arayan yanlış sonuçlar varır.ğ
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Ben sarayda Osmanlıca konuşuyorum. Cahil halk beni anlamıyor.
Matbaayi getirip hangi dilde kitap basıcam. Bastıgimi kim okuyacak? Gereksiz teknoloji. Hic ugrasmaya degmez...
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Osmanlı ecdadımız mi degilmiye kaymış olay
Soruyorum kendinizi türk olarak tanımlıyor musunuz ? Eğer evetse Osmanlı ecdadiniz olamaz.
En beğenilen ve milliyetçi sanılan yavuz sultan selim bildiğin Araplara yaranmak ve halifeligini kabul ettirmek için devlet dilini arapça yapmaya çalışmıştır ????
Ben şimdi bu adama ecdadın mi diycem ?
Kuteybenin artıklarının ecdadi olabilir ama benim kendi öz benliğim ve kişiliğinin vazgeçilmez parçası olan dilime kim el uzatiyorsa o benim ecsadim değil kanlı dusmanimdir.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kasatka -- 11 Ocak 2023; 0:25:53 >
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Ben ortaya durumu tartışmaya mahal bırakmayacak bir olgu bırakıyorum. Sen, bana ilkokul çocuklarına öğretilen ezberleri yazıyorsun. İddiamın yanlışlanması için gereken şey, Anadolu'nun Mustafa Kemal döneminde muazzam bir refah seviyesine yahut önemli ölçüde iyileşmeye gösterdiğinin gösterilmesidir. Herkes bunun ne kadar gülünç olduğunu bilir.
Bırak 1919’u ben sana 1980’leri hatta büyük bir kısmının bugün hala var olduğu bu rezillikleri anlatayım. Köylü yakacak ihtiyacını Ahmet Haşim’in aktardığı gibi tezekten karşılar. Fakir, hayvanı olmayan köylüler yaylalardan hayvan dışkısı toplar, onu tezek yapardı. Gidip köylerde bunu görebilirsin. Tuvalet diye bir şey yoktur. Köylü harabe evlerde işini görür, harabe ev yoksa evinin arkasında işini görürdü. Bu bugün hala böyledir. Millet Mektepleri öyle güzel şeylere imza atmıştır ki aklın durur: Köylüler griple mücadele için kadın şalvarını başlarına bağlarlarmış. Gözlerde ortaya çıkan arpacık için köpek yalağındaki suyla yüzlerini yıkarlarmış ki arpacık geçsin. Çocuk sancılarını, sarışın insanların idrarını içererek geçirmeye çalışırlarmış. Şahit olduğum başka bir olayda, köydeki sözde dişçi, dişi ağrıyan vatandaşı, kerpetenle dişini çekerek çenesinde büyük oranda hasar meydana getirmiş. Şehre hastaneye gidip aylarca ameliyat için plastik cerrah peşinde koşmuşlar. Ameliyat olmasına rağmen o deformasyon hala kalmış, gözümle gördüm. Yine benzer bir şekilde köylerde sınıkçı bulunur, her türlü kırığa bunlar bakarmış. Duyduğum bir hikayede attan düşüp kolunu kıran çocuğun kolunu bezle sıkıca sarıp kolda kangren oluşmasına sebep olmuş. Apandisite yakalanan bir kız çocuğu köyde doktor olmadığı için acilen şehre götürülmek istenmiş, ama kar nedeniyle yollar kapalı olduğu için o kız orada ölmüş. Yine benzer bir şekilde kafasına bit düşen çocuğunu diazinon ile temizleyen bir annenin çocuğun ölümüne sebep olması başka bir faciadır.
Aşar kaldırılmadan önce 26 kere tartışılmış bir meseleydi. Buna rağmen hükümet aşarı kaldırmayı aklında bile geçirmedi. Şeyh Sait İsyanı patlak verince, hükümet, köylü sınıfının, isyancıların propagandasına kapılma ihtimalinden korkması sebebiyle köylü sınıfının çıkarına hareket ediyormuş gibi davrandı. Aşar hakkındaki tasarıyı aciliyetle odak noktası haline getirdi ve tasarıyı onaylayarak Aşarı kaldırdı. Bir diğer sebep, mültezimler yoluyla isyancılara para aklamanın önüne geçmektir.
GSYH'nın büyük bir bölümünü tarımdan karşılayan bir ülkede tarımdan gelen vergileri kaldırmaya yönelik bir politika uygulamak, artık-değer birikiminden gelen sermayeyle sanayileşmeye engel olmak, kalkınma hamlesinin önünü kesmek demektir. Nitekim Kaldor Raporunda da bunlara değinilmiştir. Aşarın kaldırılması kısa vadede çiftçilerin refahını arttırsa da uzun vadede herkesin refahı düşüş gösterecektir. Bu nedenle, klasik bir siyasi kurnazlık olan bir verginin açığını başka bir vergi getirerek kapatma hamlesine başvuruldu. Aşar kaldırılarak yerine Mahsulat-ı Arziye vergisi getirildi. Bu yalnızca araziden alınan bir vergi biçimi değil, başka bölgelere sevk edilecek mahsullerden de vergi almasını şart koşuyordu. Ayrıca Ağnam vergisinin oranı da arttırılmıştı. Aşar elde edilen mahsule göre alınıyordu. Bu tarımdan istenen verimin alınamaması, kuraklık gibi olumsuz durumlarda köylüyü rahatlatıyordu. Yeni vergi biçimiyse bu gibi durumlarda bile vergi verilmesini şart koşuyordu.
Devlet sermayesini verimsiz topraklara akıtıp çiftlikler kurarak toprak ağalığına girişmek, örnek çiftlikler adı altında pazarlanıyor. Karnını doyurmak için mahsul eken çiftçinin bunları uygulamaya koymak için sermayesi mi vardır? Güldürmeyin Allah aşkına. Hangi köylü bu çiftliklere erişim sağlamıştır, kimlere yol göstermiştir? Bu çiftlikler olsa olsa para babalarına, toprak ağalarına yol gösterici olur. Atatürk bunlarla da kalmamış bira, malt, deri, buz, soda ve gazoz, demir, süt fabrikaları ve daha niceleri… Atatürk, Türkiye’nin ilk burjuvasıdır.
Tarım Kredi Kooperatifleri benzeri yapılar Osmanlı Devleti’nde de mevcuttu zaten. Bu tür kurumlar çiftçilerin kredi bulmak gibi sorunlarını gidermeye çalışan kurumlardır. Hayat standartlarını iyileştirecek gözle görülür şekilde iyileştirecek sihirli değnekler değildir. Değiştirmemiştir de.
Buraya yazılacak daha çok şey var fakat kendimi yormak istemiyorum. Forum yetkilileri ya bu mesajlarımı siler ya da ifade özgürlüğünden dem vurduğu halde Atatürk hakkında işine gelmeyen iddiaları(herhangi bir yargı bildirmeme, sadece kaynakları aktarmama rağmen) hakaret diyerek cezalandırır. Ama bilmesi gerekir ki: Ceza ateşi daha da körükler, sonunda iş adamın tepesine biner, ejderha olsan deviremezsin!
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-0792EAEAE -- 11 Ocak 2023; 1:55:28 >
-
Bir kaynak olarak "duyduklarım". Süper olguymuş.
Burjuva olması Atatürk için ancak bir övgü kaynağı olur. Komünist olup milleti perişan etmediği için gayet memnunum.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Ortaya tartışmaya mahal bir olgu bırakmıyorsun.Sadece demagoji yapıyorsun.Burada kimse X padişah dönemi ile Mustafa Kemal Paşa dönemini kıyaslamıyor.Kıyaslanan dönemler Osmanlı rejimi ile Cumhuriyet rejimidir.Ancak siz konuyu Mustafa Kemal Paşa dönemine indirgeyerek anlatmaya çalışıyorsunuz ki bu hatalı bir yaklaşımdır.
Mesela Cumhuriyet döneminde yani 1923-2023 tarihleri arasında Anadolu'nun gözle görülür birşekilde geliştiğini ve imar edildiğini herhalde inkar etmeye kalkmazsınız.Ancak benzer büyük gelişimi 1823-1923 tarihleri arasında pek göremiyoruz.Bunun nedeni neydi peki?Neden Anadolu yüzlerce yıl bakımsız ve ihmal edilmiş bir halde kaldı?Osmanlı imparatorluğunun en gelişmiş bölgeleri Balkanlar değil miydi?Neden Hicaz'a demiryolu döşetmeyi akıl edenler Anadolu'yu demiryolları ile donatmayı akıl edememişti?Bizim tartıştığımız konu aslında bu..
Örneğin I.Dünya Savaşında Osmanlı'nın Sarıkamışta ağır bir facia yaşamasının nedenleri arasında harekat tarihinin kış mevsimine denk gelecek şekilde seçilmesi olduğu kadar Osmanlı'nın ikmal yönünden Anadolu'da zayıf kalmasınında etkisi büyüktür.Eğer Anadolu demiryolları ve karayolları ile imar edilmiş olsaydı Sarıkamışta harekata katılacak birliklere kışlık elbiseler vaktinde gönderilebilirdi.Sarıkamıştan sonra bile bölgedeki birliklere yeni askeri birlikler ve cephane gönderimi hep bu imarsızlık yüzünden zor şartlar altında gerçekleşmiştir.Milli Mücadele döneminde dahi D.Cephesinden Batı Cephesine takviye birlikler ve cephane desteği aylar süren yolculuklar ardından yapılabilmişti.Dahası İnebolu ve Ankara arasındaki cephane taşımacılığında da benzer sahneler görülürdü.Bu nedenle 1923'te yeni devlet kurulduğunda Ankara hükümetinin en çok üstüne eğildiği konu Anadolu'yu baştan başa demiryolları ile örmeye çalışmak olmuştur.İlk defa Cumhuriyet rejimi ile İstanbul'da yaşayan bir vatandaş Ankara'ya,Ankara'dan Erzurum'a,Erzurumdan Kars'a kadar tek bir vasıta ile gider hale gelebilmişti.Bugün Türkiye genelindeki demiryollarının büyük bir kısmının da Atatürk döneminde inşa edildiğini ve millileştirildiğini hatırlamakta fayda var.Ancak onun vefatından sonra demiryolları uzun bir süre ihmal edilmiştir.
Ayrıca Atatürk dönemini ele almak istiyorsak Atatürk'ün nasıl bir Anadolu'yu devir aldığını da bilmek gerekir.Ahmet Haşim'in mektubu buna en iyi örnektir ancakl anlaşılan biraz daha detaylandırmak gerekiyor.
1)Cumhuriyet ilan edildiğinde B.Anadolu,G.Doğu ve D.Anadolu düşmanla yaşanılan çatışmalar nedeniyle iyice harabe haldedir.Düşmanın tamamen yaktığı köy sayısı 830,yakılan ve yıkılan bina sayısı 114.408'dir.Üstüne 1923 Lozan anlaşması gereği Yunanistandan 500 bin Türk Anadolu'ya 'beş parasız' birşekilde gelmiştir.Hem bu köylerin hem de binaların yeniden inşa edilmesi üstüne Anadolu'ya getirilen 500 bin Türk'ün iskan edilmesi meselesi yeni devletin karşılaştığı en büyük zorluklardan biridir.
2)Yaklaşık nüfus 12 milyon ve bu 12 milyon'un 3 milyonunda trahomu var.Frengi,tifüs,verem,tifo hastalıkları salgın birşekilde görülüyor.Buna karşılık ülke genelinde sadece 337 doktor,434 sağlık memuru ve 60 eczacı var.Doktor başına düşen hasta sayısı yaklaşık 30 bin kadar.Bebek ölüm oranı %60 seviyesinde.Ülke genelinde sadece 136 eğitimli ebe var.
3)Modern tarım teknikleri bilinmiyor.Tarım mühendisi neredeyse hiç yok.Sığır vebası çiftlik hayvanları arasında yaygın bir sorun.Veterinerlik hizmetleri belli başlı büyük şehirler dışında hiç yok.Onlarda yetersiz durumda
4)Ülke genelinde telefon alt yapısı neredeyse hiç yok.Telgraf hatları sadece belli başlı şehirlerde ve askeri birliklerde var.Radyo ise yok.
5)Ülke genelinde elektrik sadece belli başlı büyük şehirlerde var.Ülke genelinde bir elektrik hattından söz edilemiyor.Anadolu'nun elektrikte ve barajlarla tanışması da Atatürk dönemine denk gelir.
6)Ülke genelinde sadece 4.770 ilkokul bulunuyor.Buna karşılık 153 ortaokul ve lise var.Öğretmenlerin çoğu öğretmenlik eğitimi almamış bir halde.Sadece tek bir tane üniversite var o da İstanbul'da bulunuyor.Ancak üniversiteden daha ziyade büyük medreseye benzer bir yapısı var.Devlete ait modern tek bir ilkokul,ortaokul,lise ve üniversite yok.Buna karşılık yabancıların modern eğitim veren okulları var.Bunların tamamı da Tevhid-i Tedrisat kanununun çıkartılmasıyla MEB'e bağlanacaktır.
7)Osmanlıdan sadece dört fabrika Anadolu topraklarında bulunuyor.Bunlarda bildiğimiz ağır sanayi türünden fabrikalar değil.Bu fabrikalar;Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik,Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikalarıdır.1915'te Ermenilerin tehcir edilmesi,1923 Lozan Anlaşmasıyla Rumların Yunanistan'a mübadelesi ile Anadolu'da ticaretten anlayan ve ticari işleri yürütecek bir nüfus kalmamış.Türkler bu koşullar altında üstelik ilk defa kapitülasyonlarında kaldırılmasıyla yabancılarla eşit koşullarda ticarete girme imkanına kavuşacaklardır.
8)Osmanlıdan doğru düzgün bir donanma devir alınamamıştır.Koskoca Osmanlı donanmasında ciddi anlamda işe yarayan tek gemi 1914'te Çanakkale boğazlarını geçerek Osmanlı donanmasına katılan Goeben yani Yavuz zırhlısıdır.Ticari ve sivil alanda Türklerin sahip olduğu gemi sayısı bundan da kötü bir haldedir.1926'da Kabotaj Kanunun çıkartılmasıyla Türklerin sivil ve ticari alanda denizlere yönelmesinin önü açılabilmiştir
Kıssadan hisse Atatürk adeta sıfırdan yeni bir devlet ve yeni bir rejim kurmuştur.Bu devletinde 100 yılda Anadolu'yu Osmanlıdan daha iyi imar ettiği ve Türk milletinin yaşam standartını Osmanlı döneminde görülmemiş ölçüde arttırdığı bir gerçektir.Osmanlı'da evet yükseliş dönemine denk gelen zamanlarda Türkler rahat etmiş olabilir ancak özellikle 17.yüzyılda başlayan Celali ayaklanmaları ile Anadolu Türklerinin sefalete doğru süreklendiği görülebilir.Üstelik bu sefalet önlenememiş her geçen yıl ve yüzyıl daha da artmıştır.
İşi Atatürk özeline indirgemeye kalksak bile açık ve nettir ki Osmanlının yüzlerce yıl Anadolu'ya yapmadığı imar hareketini Atatürk döneminde yapıldığını rahatlıkla görürüz.Yani Atatürk dönemi aslında Osmanlının son üç yüz yılına göre daha ileri seviyedir.Şimdi buraya Atatürk döneminde inşa edilen fabrikaları, barajları, yolları,okulları,inkılapları vs yazsak ona da ''ezbere bilgiler'' deyip geçiştirirsin değil mi?
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 11 Ocak 2023; 14:42:34 >
-
Atatürk burjuva mı? Daha neler. Adam devlet sermayesiyle sanayi tesisleri kurdu diye burjuva mı oldu? Özel sektör bu tesisleri yapacaktı da devlet mi yaptı? Fabrika kurmakta suç oldu öyle mi? Salsaydı kendi haline ülkede demir çelik tesisi bile olmasaydı.
Sonra sağlık meslelerine takmışın. Plastik cerrah yazmışın o yıllarda plastik cerrah ne arar? Cerrahı buldun bir de plastik cerrah arıyorsun öyle mi? Köylerde o yok bu yok demekle olmuyor. Bugünde köylerde hiçbiri yok. İlçeye gidiyorlar ilçe küçükse hastanesinde çoğu doktor olmuyor. Hastanenin adı hastane. 1980'lerde ilkokul mezunu devlet memuru olurken lise mezununa müdürlük veriliyordu. 80'lerde köylerde ve küçük ilçelerde insanlar televizyon ve radyo dışında hangi kaynaktan bilgi alacak? Tabi televizyon köyde 1-2 tane varsa. Sen 80'leri salla 90'larda çeşme gibi lüks yerde hastane yeni yapılmıştı doğru düzgün birşey yoktu. Ne zengin çocukları kaza geçirip ambulansla şehre giderken öldü gitti.
Köylünün evlerini örnek vermişin. Köylülere özel ev mi yapılacaktı? Hala öyle köyler var. Tezek yakıyorlarmış etrafta orman yoksa tezek yakar. Şimdi de yakıyorlar. Orman varsa gider odun keserler. Memlekette her yerden kömür mü çıkıyordu .Hem kömür bedava mı? Tezeğe para vermiyor, orman varsa oduna para vermiyor. Dibinde orman olan köylüye kömür satamazsın.
Geçmişe laf atmak çok kolay değil mi? Atatürk zamanı kurulan tarım tesisleri sayesinde yurtdışındaki bir sürü meyve türü getirilip ülkede yetiştirildi. Birçok limon türü bile dışarıdan getirilip ülkede yayıldı. Çay tarımı bile ülkede yoktu. Sen tamamen art niyetli yazmışın. Kaynak falanda bildirmemişin ben gördüm, ahmet haşim böyle yazmış demişsin. Savunduğun kaldor raporu da berbat birşey. Topraklarını verimli işletemiyor diye köylüye ağır vergiyi koyup topraklarını sattıracaksın, özel sektöre vergiyi arttıracaksın, ekonomide kamu sektörünü en güçlü tutacaksın. Bunu mu savunuyorsun?
Bu raporu 1962'de yazmış. 60-80 arası devletçi politikalarla 1980'de devlet battı ve bu politikayı terk etti. Batının büyük devletleri bile 75 sonrası devletçiliği terk edip liberalleşti. Öyle iktisatçıların her savunduğu fikir doğru çıkmıyor. Hem devletçiliği savunup hem de Atatürkün açtığı fabrikaları eleştirmişin? Madem devletçisin acaba seni memnun edecek hangi fabrikaları açmalıydı?
Millet mektebi dediğin okullarda okuma yazma öğretmek için açılan okullardır. Sen başka birşey demek istedin ama mesela köy enstitüsü gibi ama adını bilmiyorsun. Yani boşuna demedim art niyetlisin. Başka bir konudan olan kinini öyle değilmiş gibi göstererek farklı alanlardan vurmaya çalışmışın.
-
Yani onlara gerek yok avrupa müslüman rakibiyle yine de ugrasırdı ellerinden geleni yapıp osmanlıyı eninde sonunda yine yıkarlardı.. osmanlı hıristiyan olsaydı ancak o dediğin olurdu.. tüm avrupa onları daha kolay kabul ederdi.. Belki de simdi Türkiye Almanya gibi büyük olurdu hatta ondan bile büyük olurdu.. Roma imparatorları direkt osmanlı padisahları olurlardı ve Türkiye direkt Romanın devamı olurdu..
Zaten osmanlı padisahları istanbulu aldıktan sonra, biz rumların imparatoruyuz dediler hatta basileus ünvanını kullandılar basileus = bizans imparatoru demektir.. Yani kendileri de doğu roma olmak istiyorlardı.. Fakat avrupa onları müslüman oldukları icin benimsemedi eğer hıristiyanlığa gecselerdi hic ugrasmadan her seye sahip olurlardı..
Bence Türkiye müslümanlıktan bugünkü durumundadır.. Hıristiyan bir osmanlı olsaydı böyle olmazdı..
Hatta avrupa birligine üye olamamak da tamamen bu sebepten.. Yani hıristiyanlar hala müslüman Türkiye'yi kendilerinden görmüyorlar.. Eğer ki isteselerdi, insan hakları, gelismemislik, ekonomik durumlar falan falan bunlar hic sorun olmazdı.. Adamlar bulgaristanı bile almıs Türkiye'yi mi almayacaklardı? Bunun cevabı bu kadar basit.. Yani din farkı dolayısıyla da kültür farkından dolayı onların gözünden bakarsak, Türkler = Yabancı ve Düsmandır.. Üstelik avrupa sehrine el koymus bir düsman.. Bu olay degismez..
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Warlord384 -- 11 Ocak 2023; 20:2:58 >
-
Türkiye'nin AB üyesi olamamasında bu uygarlıksal veya kültürel argüman bilhassa da Avrupa'daki Hıristiyan demokrat ve sağ unsurların uygarlıkçı yaklaşımı dolayısıyla sıkça dillendirilir ama üye olması imkansızdır demek de 1999 Helsinki Zirvesi ve Türkiye'nin katılım sürecinin başlatılması ve Kopenhag Kriterleri gündemi göz önüne alınırsa pek de doğru olmaz. İmkansız olsaydı en başından böylesi bir girişim olmazdı çünkü. AB kolay kolay herkese böyle bir fırsat sunmazdı; Türkiye bir dereceye kadar bu fırsatın tepilmesinde rol oynamıştır. Başka faktörler de var. Avrupa Parlamentosu'nu Türkiye'nin büyük nüfusuyla domine edeceği, Avrupa'da ağır basan Fransız-Alman eksenini İtalyan-İspanyol vb veyahut Doğu Avrupa ekseni lehinde kırabileceği gibi kaygılar Paris ve Berlin'in gerek Konsey'de gerek Parlamento'da Türkiye kuşkularını ve Türkiye'nin tam üyeliğine yönelik gelişen aleyhtarlıklarını perçinlemiş, en azından Türkiye'yi almama konusunda bazı ilave teşvikler sunmuştur. Tabii temel ve popüler bir yorum Helsinki'de Türkiye'ye açılan fırsat kapısını Almanya'da Hıristiyan demokratlarla aynı katılıkta bir uygarlıksal görüşü paylaşmayan sosyal demokratların iktidara gelmesini bağlar. Sosyal demokratlar Hıristiyan muhafazakarların aksine olaya daha inşaacı bir açıdan bakıp belirli kriterlere uyulması halinde Türkiye gibi bir ülkenin Avrupa Birliği'ne üye olma konusunda prensipte bir sorun olmayacağına inanmışlardır. Yani birçok faktör devreye girip Türkiye'nin AB'ye katılımına engel olsa da AB'ye katılım hiç de imkansız değildi. Şu anda bile bence değil ama kısa hatta orta vadede rafa kalktı. Son olarak ne olursa olsun, AB'ye katılamamak kesinlikle dünyanın sonu değil.
Avrupa Birliği boyutu haricinde malum Rum mevzusuna gelirsek Ortodoks Hıristiyan olsaydık da Avrupa bizi millet tabanlı bakış açısıyla Rum'dan ziyade yine Türk olarak görecekti. Avrupa Grekçe konuşup yazan has Bizans Rumu'nun Romalılığını - istisnalar hariç büyük ölçüde - tanımamış, Türk'ün Roma/Rum olma iddiasını da tanımazdı. Ki Müslüman Türk'ün Rumluk iddiasını da tanımadı, padişahlar özellikle Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren Müslüman jargonunda kayzer-i Rum, Rum jargonunda ise Rumların basileusları veya otokratları addedilmelerine rağmen. Ama ilginçtir, Avrupa'nın aksine İslam aleminde Rum'u Roma olarak tanımakta bir sakınca bulunmaz; adı üstünde zaten Rum-Roma. İslam alemi Bizans adını bilmez ve kullanmaz. O sebeple gerek Selçuklu olsun, gerek Osmanlı olsun; Küçük Asya Türkleri ve hükümdarları Müslüman aleminin geri kalanında "Rum" olarak bilinmiştir. Çünkü Küçük Asya Türkleri Müslüman alemine göre Rum ülkesi Romania'da (Diyar-ı Rum ya da Rum memleketinde) hakimiyet kurmuş Rumî Müslümanlardır. Modern Türkiye'nin Batı ve Orta taraflarıyla modern Trakya ve Yunanistan'ı kapsayan belirli bir alan orijinal tarihsel "Romanya'dır" yani "Roma ülkesi". Historyagrafyanın Bizans dediği tarihsel mekan, coğrafya vs.
Bizans adı kullanışlı bir etiket olmanın ötesinde hatalı ve ideolojik bir adlandırmadır çünkü sadece Rum'un eski başkenti İstanbul'un adıdır. Bu şuna benzer: Türkiye Cumhuriyeti'nin günün birinde ortadan kaybolması ve bizim kendimize Türk dememizden memnun olmayan veya olmamış bir grup insanın cumhuriyetimizin tarihsel bağrı ve siyasi merkezi olan Ankara'dan yola çıkarak devletimize "Ankara Cumhuriyeti", hepimize de "Ankaralılar" demesine. İzmir, Antalya, Kayseri'den gelseniz de ve hayatınızda Ankara'yı görmemiş olsanız da birileri size Türk demek istemediği için "Ankaralı' ilan edilirsiniz. Benzer çerçevede pekala her Rum "Bizanslı" yani "İstanbullu" değildi. Günümüzde de değildir. Eski Rum bağlamında "Bizans" başkentlerinin (diğer isimleri kadar popüler olmayan) adlarından birisiydi. Onun için ünlü Bizantolog Anthony Kaldellis'in "Bizans Batılıların Rum'a yapıştırdığı ideolojik bir isimdir" argümanına katılmaktayım. Rum'un yani "Bizans'ın" ana kaynakları bu gerçeklere işaret etmektedir.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X