Şimdi Ara

Osho okumalı mıyım?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
10
Cevap
3
Favori
25.012
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Arkadaşlar çok fazla kitap okuyan biri değilim.Kendimi bildim bileli yılda en fazla 3 kitap okumuşumdur. Bunun eksikliğini çok hissetmeye başladım. Ve kitap okumaya başlamak istiyorum. Nereden ve nasıl duydum bilmiyorum ama Osho'ya karşı bir ilgi duyuyorum. Sanki kitaplarının isimlerini beni düşünerek yazmış. Ama içeriklerini hiç bilmiyorum. Sizce Osho okumalı mıyım? Ve sizce hangisini oku malıyım? Biraz detayıyla anlatırsanız çok sevinirim.



  • http://forum.donanimhaber.com/m_69372438/tm.htm
    Bu konuya bakıp konu sahibiyle iletişime geçebilirsin, görünce aklıma geldi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: marmix

    Arkadaşlar çok fazla kitap okuyan biri değilim.Kendimi bildim bileli yılda en fazla 3 kitap okumuşumdur. Bunun eksikliğini çok hissetmeye başladım. Ve kitap okumaya başlamak istiyorum. Nereden ve nasıl duydum bilmiyorum ama Osho'ya karşı bir ilgi duyuyorum. Sanki kitaplarının isimlerini beni düşünerek yazmış. Ama içeriklerini hiç bilmiyorum. Sizce Osho okumalı mıyım? Ve sizce hangisini oku malıyım? Biraz detayıyla anlatırsanız çok sevinirim.


    Merhaba kardeşim 40 yaşındayım cok kitap okumusumdur ama Osho'nun kitapları ile tanıştığım zaman varacağım son noktayı hissettim işte dedim yaşamla ilgili tüm sorularımın cevapları Osho'da ve kitaplarını okumaya başladım,yanlız Osho'yu okumak isteyenlere tavsiyem farkındalıkları yükselmiş ise yani yaşamlarını ve cevresinde yaşanan olayların akışını bir nebze olsun sorgulayan kişiler ise Osho okumalılar.Bazı kişiler buna hazır değiller gerek gençliklerinin verdiği umursamazlık gerekse kişinin içsel yolculuguna başlama zamanına gelmemiş olması Osho okusa da bu kişilerde herhangi bir etki bırakmayacaklardır,çünkü önce aramak istemek lazım aramaya başlayacak istek kişiyi tetikler sonrasında aradığına zamanı gelmişse ulaşacaktır.Rainer Maria Rilke şöyle der: "Kalbindeki çözümlenmemiş herşey için sabırla bekleyin soruların kendisini sevmeye çalısın tıpkı kilitli odalarmış yada yabancı dilde yazılmış kitaplarmış gibi şimdi cevapları aramayın cevaplar size henüz verilemez çünkü onları yaşayamazsınız bu herşeyi tecrübe etme meselesidir.Şu an sorularla yaşamanız gerekiyor belki daha sonra yavaş yavaş belki siz farkında bile olmadan kendinizi cevapları tecrübe etmeye başlamış olarak bulursunuz."

    Osho okumaya başlamak istiyorsanız Martıları Seven Adam kitabı ile başlamanızı öneririm.Eğer kitabı okurken bu kitap benim için doğru kitap diye düşünürseniz Sırlar kitabı I ve Sırlar Kitabı II isimli kitaplarını satın almanızı öneririm.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi fatihler -- 17 Şubat 2013; 12:08:39 >




  • OSHO'nun Martıları Seven Adam kitabından bir bölüm.

    Deniz kenarında yaşayan ve martıları seven bir adam vardı.Her sabah denize inip martılarla dolaşırdı.Yanına sayılamayacak kadar çok,yüzlerce kuş gelirdi.Bir gün babası ona dedi ki:"Martıların seninle dolaşmaya geldiklerini duyuyorum - bir kaçını bana getir de oynayayım."Ertesi gün,deniz kıyısına gittiğinde.martılar başının üstünde turladılar ama aşağı inip yanına gelmediler.

    Hayatın en büyük sırrı - ve bunu asla unutma - bir armağan olmasıdır.Sen bunu hak etmedin.Bu bir hak değil.Sana bahşedilmiş onu kazanmadın.Bunu anladığında pek çok şey açıklığa kavuşacaktır.

    Yaşam bir armağan ise o zaman hayata dair her şey bir armağan olacaktır.Mutluluk,aşk,meditasyon güzel olan herşey yüce olanın,bütünün sana bir armağanıdır.Bunu hak etmen mümkün değildir ve varoluşu seni mutlu etmeye zorlayamazsın,veya seni sevecen kılmaya,veya seni meditasyona yöneltmeye.Bu tür çabalar egoya aitir.Çabanın ta kendisi mutsuzluk yaratır.O çaba seni mahvetmektedir,intiharla eşdeğerdedir.Amerikan anayasasında mutlulugun peşinde koşmak - ve ona en temel hak derler - bir hak olarak verilir.Mutlulugun peşinde koşmak imkansızdır.Kimse bunu yapamamıştır.İnsanın beklemesi gerekir ve bu asla bir "hak" değildir.Hiç bir mahkeme seni mutlu olmaya veya mutlulugu senin yanında kalmaya zorlayamaz.Devletin uygulayacağı hiç bir güç seni mutlu etmeyi başaramaz.Hiç bir dış kaynak sana mutlulugu sağlayamaz.
    Amerikayı kuranlar çok temel bir hata yapmışlar.Besbelli Thomas Jefferson mutlulukla ilgili pek fazla bir şey bilmiyordu.Politikacılar bilemez onlar yeryüzündeki en mutsuz kişilerdir.Jefferson Amerikan anayasasına bu maddeyi ekledi ve bu nedenle,sırf bu kelimelerin ifade ediliş şekli yüzünden Amerika'nın dünyada gelmiş geçmiş en mutsuz ülkelerden biri oldugunu söylersem hiç şaşırma.Mutlulugun peşinde koşunca yakalanabilecek,hak edilecek ısrarla talepedilecek,kazanılacak bir şey oldugu fikri çok aptalca.Kimsenin mutlu olma hakkı diye bir şeyi yok.Mutlu olabilirsin,ama bunun hakla alakası yoktur.Eger mutlulugun hakkın olduguna inanırsan onu her seferinde ıskalarsın,çünkü işe en baştan ters yöne bakarak başlarsın.
    Bu niye böyledir?Yaşam bir armağansa eğer,yaşama ait herşey,yaşamın içindeki herşey de birer armağandır.Onu bekleyebilirsin,ona karşı açık olabilirsin,teslim olabilir sabırla bekleyebilirsin,ama talep edemezsin ve zorlayamazsın.Emile Coue Jefferson'dan daha uyanıktı.Emile Coue,ters etki adını verdiği bir kuralı keşfetti.Bazı şeyler vardır ki yapmaya çalıştıgın zaman tam tersi olur.Eğer yapmaya kalkışmazsan yapmayı başarabilirsin.Uyumak istiyorsun ne yapabilirsin?Polisten yardım mı isteyeceksin?Uyuyamadıgın zaman ne yapacaksın?Ne yaparsan yap rahatın kaçacak çünkü tüm çabaların uykuyu engelleyecek.Uyku çabasızlık durumudur.Tamamen rahatlarsan,hiç birşey yapmadan,yavaş yavaş uykuya dalarsın.Ona doğru yüzemezsin ancak sürüklenirsin.Bu iş bilinçli çabayla olmaz.
    Uykusuzluktan şikayetçi olan insanların hepsinin ortak sorunu da işte budur.Bütün insomniyakların belirli davranış biçimleri vardır.Uykuları gelsin diye bazı şeyler yaparlar.İşte bu noktada hatalı davranıyorlar.Uykuyu nasıl zorlayabilirsin ki?Sen zorlandıkça daha da uyanık kalırsın - bilinçli,gözleri açık,tetikte.Her türlü çaban seni daha fazla uyanıkhale getirir ve uykun gittikçe daha çok kaçar.
    Uyumak istediğinde ne yaparsın?Hiç birşey yapmazsın.Sadece sakin bir şekilde beklersin.Uykunun sana gelmesine izin verirsin - onu zorlayamazsın.Talepkâr olamazsın,"gel" diye emir veremezsin.Gözlerini kapatıp karanlık bir odada başını yastığa koyup beklersin..beklerken uykuya dalarsın.Bir bulutun kayıp gitmesi gibi seninde bilincin kapanır.Tüm kontrolü yitirirsin.Kontrolü kaybetmelisin;yoksa uyuyamazsın,çünkü kontrol haline olan parçan bilincindir.Onun geri çekilmesi gerekir.Kontrolun tamamen elden bırakılması gerekir.O zaman ne zaman neden ve nasıl oldugunu bilmezsin uyursun.Ancak sabah oldugunda uyumuş oldugunu ve iyi uyuduğunu farkedersin.Uykusuzluktan muzdarip olan insanların yüzde doksandokuzu bu sorunu kendileri yaratıyor.Ben vücut kimyalarındaki bir bozukluk yüzünden uyku bozukluğu çekenlerin oranının tüm uykusuzluklar arasına yüzde biri geçmediğini gördüm.Yüzde doksandokuzu Emile Coue'nin Ters Etki Kanunu'nu bilmedikleri için bu sorunu yaşıyorlar.Onlar Jefferson'un takipçileri;uykunun bir "hak" oldugunu sanıyorlar.
    Yaşamda,haklar ancak yüzeyde ve piyasada var olabilir.Daha derine inince haklar yok olur.Daha derine indikçe armağanlarla karşılaşırsın.Bu hep hatırlaman gereken temel şeylerden biridir:Sen yaşamı hak etmedin,ama yaşam işte burada!Tamamen hak edilmemiş halde sen hayattasın ve müthiş bir enerjin var - capcanlısın!Bu nasıl oluyor?Eğer hiç hak etmediğin halde yaşam var olabiliyorsaneden mutluluk da olmasın?veya aşk?veya büyük coşku?Hepsi olabilir bunların ama önce şu kanunu anlaman gerekiyor.
    Kanun şudur:Direkt olarak uğraşma.Mutlulugun peşinde koşulmaz.Ancak ikna edebilirsin.İkna dolaylı yapılır.Bir saldırı değildir.Harekete gecersin ama direkt olarak değil,çünkü direkt olunca saldirganlaşıyorsun.Hiç birşey şiddet kadar direkt değildir ve hiç bir şey direkt davranış kadar şiddetli değildir.
    Yaşam daireler şeklinde hareket eder,direkt olarak değil.Dünya güneşin etrafında döner.Güneş daha büyük bir güneşin etrafında döner.Galaksiler tüm evren dönerek hareket eder.Mevsimler dönerek değişir.Çocukluk gençlik yaşlılık hepsi dönüşümlüdür.Yaşam daireseldir asla direkt gitmez.Direkt hedefe saplanan ok gibi değildir.Ok insan icadıdır.Yaşamda ok gibi bir şey bulunmaz.Ok insanın şiddet dolu beynidir.Ok iki nokta arasındaki en yakın yolu seçer.Ok'un çok acelesi vardır,hep zamanla yarışır,ama varoluşun acelesi yoktur.
    Geçen gün "İsa manyakları"na ait bir broşür geçti elime - yüzde doksandokuzu tamamen zırvaydı,ama yüzde biride pek güzeldi!Ve eğer sadece yüzde biri bile güzelse bu da birşeydir,çünkü hristiyan din adamlarına gidersen onların yüzde yüz zırvaladıklarını görürsün.O yüzde bir gerçekten anlamlıydı.Şöyle diyordu:"Acele ölümcüldür!Acele zaman kaybıdır."Varoluş acele etmez,Tanrı sonsuz bir sabırla hareket eder.Tanrı aylaktır,tembel tembel dolanır.Hatta Tanrı hiç bir yere gitmiyordur - zaten gideceği yere varmıştır o.O yüzden hedefi yoktur.Ok dans edip duruyordur;herhangi bir hedef bulacağı da yoktur - hedef yoktur ki.Hedef sadece olmaktır.O yüzden Tanrı,varoluş,bütün çiçeklerin yaz gecesinde havada asılı kalan parfümleri gibi ortada dolanır durur - öylesine gider gelir,gidecek belli bir yeri olmadan.
    Ve Tanrı'nın sabrı sonsuzdur.Titizlikle çalışır,hem de çok dolaylı yollardan.Bir bebek yaratır ve bu dokuz ay alır - çevresinde ona verimlilik konusunda danışmanlık yapacak uzmanlar yoktur besbelli.Bu olan milyonlarca yıldır süregelmektedir ve o hiç yeni bir şey öğrenmemiştir;yoksa bir bebeğin dokuz dakikada ortaya çıkmasını sağlayacak yöntemler geliştirebilirdi!Niye dokuz ay?Ve ta en baştan beri aynı şeyi yapmıştır;yeni birşey öğrenmemiştir.Uzmanlara,özellikle de verimlilik uzmanlarına danışmalıdır.Onlar ona toplu üretim konusunda yardımcı olup bu kadar vakit harcamamasını sağlayabilirler - bebek başına dokuz ay!
    Ama durum sırf bebeklerde böyle değildir - çiçeklerde sonsuz sabır ister;kuşlar,hatta bir çimen bile sonsuz ihtimam ve zaman ister.Acelesi yoktur.Hatta adeta Tanrı zamanın hiç farkında değildir.Zamansızlık içinde var olur,eğer onunla birlikte olmak istiyorsan acele etme;yoksa onu kaçırırsın.O hep burada ve şimdi tembellik ediyor olacaktır ve sen hep oraya ve o zaman gidiyor olursun,sen hep bir ok gibi olursun ve o bir ok gibi değildir.Varoluşla birlikte olmak mutluluktur,canlılıktır, meditasyon halidir.
    Ama insanın bütün eğitimi herşeyi daha hızlı yapmak üzerine kuruludur.Hız kendi başına bir değer gibi gözükmektedir.Ama değildir.Kendi içinde ancak delilik yaratabilir - nitekim yaratmıştır da.
    Dolaylı hareket et.Peki dolaylı ne demek?
    Arayışın ta kendisi seni mutsuz kılar.Aramadığında mutsuzluk seni arar.Aradığında yalnızsındır ve bulamazsın.Nerede arayacaksın?Nasıl arayacaksın?Beyin asla mutlu olmaz.Beyin senin mutsuzlugunun toplamıdır.Beyin senin mutsuz geçmişinin toplamıdır,yaşadığın tüm acıların:benliğinde bir yaradır.Ve beyin aramaya peşinde koşmaya çalışır sende ıskalarsın.Mutsuzluğu unutunca aniden mutlu olursun.Huzuru unutunca birden karşına çıkar.Aslında hep senin yanındaydı,ama sen orada değildin.Sen düşünüyordun:Gelecekte erişilecek bir hedef var,kazanılacak mutluluk var,yaşanacak huzur var.Senin aklın gelecekteydi ve halbuki mutluluk tıpkı çiçeklerin parfümü gibi çevrende dolanıyordu.
    Evet Tanrı aylaktır.Hep bir yerlerde tembellik eder durur ve sen arayışında fazla ileri gittin.Evine dön!Ve sadece mutlu ol.Mutluluğu boşver.Yaşam bir armağan olarak verilmiş;mutluluk da öyle olacak - bütünden gelen bir armağan,kutsal bir hediye.
    Çok fazla arayışa girince içine kapanıyorsun,arayışın kendi stresi seni kapatıyor.Çok fazla arzulayınca o arzunun kendisi öyle bir gerginliğe yol açıyor ki mutluluk bir türlü içine nüfus edemiyor.Mutluluk aynen uyku gibi sana gelir,huzur da öyle:kendini serbest bırakınca,izin verince,bekleyince gelir.
    Aslında gelirler demek de doğru değil;zaten oradalar.Kendini serbest bırakınca onları görüp hissedebiliyorsun,çünkü rahatlıyorsun.Rahatlayınca daha duyarlı oluyorsun - ve mutluluk da gayet belli belirsiz bir şeydir,yaşamın kreması,özü.Tamamen gevşeyip rahatladıgında,hiçbirsey yapmadıgında,hiçbiryere gitmediğinde,hiç bir hedefi amacı düşünmediğinde,ok değl de yay gibi oldugunda,gevşek ve rahat oldugunda - oradadır.
    Hindistanı fetheden Moğol imparatoru Babür hakkında bir hikaye duydum.Dünyadaki en büyük imparatorlardan biriydi ve tarihte gelmiş geçmiş en geniş topraklara sahip olan hükümdardı.Çok bilge bir adam bir gün onu ziyarete geldi ama büyük hayal kırıklıgı yaşadı çünkü Babür saray mensupları ile cok saygısızca konusuyordu - kaba,basit espriler;küfürlü seviyesi sözler ve kahkahalar atıp duruyordu.Bilge adam hayal kırıklıgına ugramıştı.Dedi ki;"Senin kültürlü bir insan oldugunu sanıyordum ve bilgeliğe deger verdiğini söyleyen pek çok öykü duydum;o nedenle buradayım,sarayında bir çok bilgenin,bilginlerin,okumuş adamların,alimlerin,filozofların,din adamlarının olduklarını duydum ve şimdi ne görüyorum?Basitlik.Bu dayanılmaz bir durum.Sarayında bir dakika daha kalamayacağım."
    Babür dedi ki:"Bir dakikacık dur sonra gidersin.Şu köşeye bak."O köşede bir yay duruyordu.Bilge dedi ki:"Bunun durumla ne alakası var?"
    Babür,"Her zaman gergin olamam"dedi."Eğer yay devamlı gerilirse ve ok da hep üstündeyse,az sonra yay kırılacaktır.Elastikiyetini kaybedecektir.O zaman esnek olmaz,ama bir yayın esnek olması icap eder,ancak o şekilde yaşayabilir..daha esnek...daha canlı.Bu yay bana ait ve bende onun gibiyim.Evet,bazen geriliyorum;ok üzerinde oluyor ve yay geriliyor.Ama sadece bazen Sonra dinleniyorum ve rahatlıyorum da."
    O bilge adamın sonradan başına neler geldi bilmiyorum.Bence Babür bu bilge adamdan daha bilgeydi.Bir yayın gevşemeye ihtiyacı vardır seninde öyle.Senin de rahatlamaya ihtiyacın var.
    Tanrı rahatlama demektir.O nedenle Patanjali der ki:"Mükemmel bir Samadhi uykuya benzer,ama tek bir farkla - yoksa özellikleri,havası,tadı aynıdır - sadece bir tane fark" uykuda bilincin kapalı olur,Samadhi'de ise açık.Ama rahatlama,gevşeme aynıdır.Herşey rahat,hiç bir yere gidilmiyor,gitmeye ait bir düşünce bile yok,sadece bu an ve burası var - aniden herşey olmaya başlar.
    Mutlu olmak için birşey yapmayacaksın.Aslında mutsuz olmak için fazlasıyla çaba gösterdin.Mutsuz olmak istiyorsan iyice uğraş.Mutlu olmak istiyorsan herşeyi oluruna bırak.Dinlen rahatla ve oluruna bırak.Hayatın sırrı oluruna bırakmaktır.Oluruna bırakmak dindarlığında sırrıdır.Oluruna bırakmak en büyük sırdır.Oluruna bıraktıgında bir sürü şey,milyonlarca şey olmaya başlar.Zaten oluyorlardı ama sen hiç farkında değildin.Olamazdın zaten aklın başka yerdeydi meşguldün.
    Kuşlar ötmeye devam eder,ağaçlar çiçek açmaya devam eder,nehirler akmaya devam eder.Bütün devamlı hareket etmektedir ve bütün rengarenk ve değişkendir,sonsuz kutlamaların eşliğinde devam eder.Ama sen öylesine meşguldün ki içeri biraz hava girsin diye tek bir açık cam bırakmamıştın.Ne güneş giriyor içine,ne de biraz esinti,çok katısın,çok kapalısın,aynen Leibnitz'in monads diye ifade ettiği gibi.Sen monadsın.Monad penceresiz,açıklığı veya açılma imkanı olmayan anlamına geliyor.Nasıl mutlu olabilirsin?Böylesine kapalıyken cevrendeki mucizelere nasıl katılabilirsin?Kutsal olanla nasıl iç içe olabilirsin.Dışarı çıkman gerekiyor.Bu mahrumiyetten kurtulman gerekiyor.
    Nereye gidiyorsun?Sanıyormusun ki gelecekte bir yerlerde varılacak bir hedef var?Hayat zaten burada!Ne diye geleceği bekleyesin ki?Niye herşeyi geleceğe erteleyesin?Ertelemek intihar demektir.Yaşam yavaş geçer;o yüzden hissedemezsin.Çok yavaştır,ve sende duyarsızsın,aslında ertelemek zehir gibidir.Kendini yavaş yavaş zehirliyorsun.Ertelemeye devam edersen şimdi buradaki yaşamı kaçırısın.
    Şimdi burada olana kavuşmuş olanlar için,yaşam harika sürprizlerle dolar.Hayal bile etmedikleri bir sürü şey olmaya başlar.İlk kez tamamen gevşediğinde yaşamın böylesine güzel,böylesine sonsuz bir mutluluk dolu,beöylesine heyecanlı olduguna inanamazsın!Bu inanılmazdır.Bir buda bunu söylediğinde kimseler inanmaz.Bir İsa Tanrı'nın krallıgından bahsettiğinde kimseler inanmaz.Müridleri bile şüphe duyarlar.
    Thomas'ın İsa'nın en sevgili müridi olduguna dair bir hikaye vardır,ama o bile tamamen inanmıyordu,onun bile şüpheleri vardı;o nedenle ingilizce'de "Şüpheci Thomas"diye bir deyim vardır.Thomas en sevgili en yakın müridi ama o da şüpheciydi işte.
    Hikayeye göre İsa,Galilee Gölü'nün karşı kıyısına gececekti.Müritlerine önden gitmelerini söyledi,kendisi sonra gelecekti.Onlar da bir tekneye binip uzaklaştılar.Sonra birdenbire,gölün tam ortasındayken,gördüklerine inanamadılar - İsa suyun üstünde yürüyerek yaklaşıyordu,İsa ile ilgili herşeyi unuttular,bunun bir hayalet oldugunu düşündüler.Bir sürü mucizeye tanık olmuşlardı,ölüler bile dirilmişti,ama şimdi inanamıyorlardı.Sürpriz anında herşeyi unuttular,bu öylesine inanılmaz bir olaydı ki - İsa suda yürüyordu.Müridler korkudan titremeye başladılar ve Tanrı'ya yakardılar:"Kurtar bizi!bu gelen de kimdir?Hayalet olmalı!Biz tehlikedeyiz."Thomas bile İsa yaklaşınca "Sen kimsin?"diye bağırdı.
    İsa dedi ki:"Beni göremiyormusunuz?Beni tamamen mi unuttunuz?Benim İsa sizin efendiniz olduguma inanmıyormusunuz?Ama onlar hala titriyordu.
    Thomas dedi ki,"Eğer gerçekten İsa isen ve bir hayalet yada kılık değiştirmiş Şeytan değilsen ,gerçekten İsa isen ve gercekten suyun üzerinde yürüyorsan,o zaman bırak bende suda seninle birlikte yürüyeyim,efendimiz."Bu durumu sınamak için düşündüğü bir hile idi.İsa "Peki gelebilirsin" dedi.Sonra sorun çıktı.Thomas bir kaç adım attı .Evet yürüyebiliyordu,ama sonra içinde bir şüphe uyandı:"Belki de Şeytan beni kandırıyor;yoksa nasıl yürüyebilirim?Bu imkansız!"Suyun üzerine yürüyordu,ama buna kendisi bile inanamıyordu:bir şüphe doğunca anında göle düştü ve tam batacakken İsa koşup onu kurtardı.
    Ve İsa dedi ki:"Sen,inancı yetersiz adam."O günden sonra "Şüpheci Thomas" lafı yayıldı.Üstelik o en sevilen müriddi.Diğerleri tekneden çıkacak,yürümeyi deneyecek kadar bile güvenmiyorlardı.
    İsa Tanrı'nın krallığı ile ilgili iyi haberleri getirdiğinde de kimse ona inanmaz.Buda içerideki sonsuz boşluktan söz ettiğinde kimse ona inanmaz.Bizler inanamıyoruz!Bilmiyorsak nasıl inanacağız?En azından bir görmemiz lazım.Biz öyle acı dolu,cehennem gibi bir ortamda yaşıyoruz ki Tanrı'nın Krallıgı hakkındaki haberler bir rüyadan,bir şiirden ibaretmiş gibi geliyor.Din edebiyattan,kurgudan öteye geçemiyor - harika bir kurgu,ama hepsi o.Bu böyle olmalı,böyle olması bir yönden doğal,çünkü nerede durdugunu,etrafında neler oldugunu bilmiyorsun.Öyle duyarsız ve kapalısın ki...
    Camları,kapıları aç!Bu hapishaneden çık,göğün altında dur.Yeniden hisset!Düşünmek işe yaramaz.İçinde tek bir pencere bile açılmadan düşünür durursun.Ancak hissetmek seni kendi dışına çıkarır - ve sen hissetmekten korkuyorsun.Düşününe rahat ediyorsun ve hissetmekten ürküyorsun,çünkü hissetmek seni dışarı çıkaracak,seni yeniden hayatın akıntısına sokacak.Denize akan nehrin içinde olacaksın.
    Daha çok hisset,daha az düşün ve yavaş yavaş göreceksin ki ne kadar çok hissedersen o kadar fazla rahatlıyorsun.Daha çok hissettikçe hayatın sırrını daha fazla anlayacaksın - hiç birşey yapman gerekmediğini,sadece açık olmanın yettiğini.Açık ol,derim ben,o zaman herşey önüne gelecektir.Bir kez yakalama ve tutunma fikri yerleşti mi herşey yok olur.Bu sufi öyküsünün anlamı budur.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: fatihler

    OSHO'nun Martıları Seven Adam kitabından bir bölüm.

    Deniz kenarında yaşayan ve martıları seven bir adam vardı.Her sabah denize inip martılarla dolaşırdı.Yanına sayılamayacak kadar çok,yüzlerce kuş gelirdi.Bir gün babası ona dedi ki:"Martıların seninle dolaşmaya geldiklerini duyuyorum - bir kaçını bana getir de oynayayım."Ertesi gün,deniz kıyısına gittiğinde.martılar başının üstünde turladılar ama aşağı inip yanına gelmediler.

    Hayatın en büyük sırrı - ve bunu asla unutma - bir armağan olmasıdır.Sen bunu hak etmedin.Bu bir hak değil.Sana bahşedilmiş onu kazanmadın.Bunu anladığında pek çok şey açıklığa kavuşacaktır.

    Yaşam bir armağan ise o zaman hayata dair her şey bir armağan olacaktır.Mutluluk,aşk,meditasyon güzel olan herşey yüce olanın,bütünün sana bir armağanıdır.Bunu hak etmen mümkün değildir ve varoluşu seni mutlu etmeye zorlayamazsın,veya seni sevecen kılmaya,veya seni meditasyona yöneltmeye.Bu tür çabalar egoya aitir.Çabanın ta kendisi mutsuzluk yaratır.O çaba seni mahvetmektedir,intiharla eşdeğerdedir.Amerikan anayasasında mutlulugun peşinde koşmak - ve ona en temel hak derler - bir hak olarak verilir.Mutlulugun peşinde koşmak imkansızdır.Kimse bunu yapamamıştır.İnsanın beklemesi gerekir ve bu asla bir "hak" değildir.Hiç bir mahkeme seni mutlu olmaya veya mutlulugu senin yanında kalmaya zorlayamaz.Devletin uygulayacağı hiç bir güç seni mutlu etmeyi başaramaz.Hiç bir dış kaynak sana mutlulugu sağlayamaz.
    Amerikayı kuranlar çok temel bir hata yapmışlar.Besbelli Thomas Jefferson mutlulukla ilgili pek fazla bir şey bilmiyordu.Politikacılar bilemez onlar yeryüzündeki en mutsuz kişilerdir.Jefferson Amerikan anayasasına bu maddeyi ekledi ve bu nedenle,sırf bu kelimelerin ifade ediliş şekli yüzünden Amerika'nın dünyada gelmiş geçmiş en mutsuz ülkelerden biri oldugunu söylersem hiç şaşırma.Mutlulugun peşinde koşunca yakalanabilecek,hak edilecek ısrarla talepedilecek,kazanılacak bir şey oldugu fikri çok aptalca.Kimsenin mutlu olma hakkı diye bir şeyi yok.Mutlu olabilirsin,ama bunun hakla alakası yoktur.Eger mutlulugun hakkın olduguna inanırsan onu her seferinde ıskalarsın,çünkü işe en baştan ters yöne bakarak başlarsın.
    Bu niye böyledir?Yaşam bir armağansa eğer,yaşama ait herşey,yaşamın içindeki herşey de birer armağandır.Onu bekleyebilirsin,ona karşı açık olabilirsin,teslim olabilir sabırla bekleyebilirsin,ama talep edemezsin ve zorlayamazsın.Emile Coue Jefferson'dan daha uyanıktı.Emile Coue,ters etki adını verdiği bir kuralı keşfetti.Bazı şeyler vardır ki yapmaya çalıştıgın zaman tam tersi olur.Eğer yapmaya kalkışmazsan yapmayı başarabilirsin.Uyumak istiyorsun ne yapabilirsin?Polisten yardım mı isteyeceksin?Uyuyamadıgın zaman ne yapacaksın?Ne yaparsan yap rahatın kaçacak çünkü tüm çabaların uykuyu engelleyecek.Uyku çabasızlık durumudur.Tamamen rahatlarsan,hiç birşey yapmadan,yavaş yavaş uykuya dalarsın.Ona doğru yüzemezsin ancak sürüklenirsin.Bu iş bilinçli çabayla olmaz.
    Uykusuzluktan şikayetçi olan insanların hepsinin ortak sorunu da işte budur.Bütün insomniyakların belirli davranış biçimleri vardır.Uykuları gelsin diye bazı şeyler yaparlar.İşte bu noktada hatalı davranıyorlar.Uykuyu nasıl zorlayabilirsin ki?Sen zorlandıkça daha da uyanık kalırsın - bilinçli,gözleri açık,tetikte.Her türlü çaban seni daha fazla uyanıkhale getirir ve uykun gittikçe daha çok kaçar.
    Uyumak istediğinde ne yaparsın?Hiç birşey yapmazsın.Sadece sakin bir şekilde beklersin.Uykunun sana gelmesine izin verirsin - onu zorlayamazsın.Talepkâr olamazsın,"gel" diye emir veremezsin.Gözlerini kapatıp karanlık bir odada başını yastığa koyup beklersin..beklerken uykuya dalarsın.Bir bulutun kayıp gitmesi gibi seninde bilincin kapanır.Tüm kontrolü yitirirsin.Kontrolü kaybetmelisin;yoksa uyuyamazsın,çünkü kontrol haline olan parçan bilincindir.Onun geri çekilmesi gerekir.Kontrolun tamamen elden bırakılması gerekir.O zaman ne zaman neden ve nasıl oldugunu bilmezsin uyursun.Ancak sabah oldugunda uyumuş oldugunu ve iyi uyuduğunu farkedersin.Uykusuzluktan muzdarip olan insanların yüzde doksandokuzu bu sorunu kendileri yaratıyor.Ben vücut kimyalarındaki bir bozukluk yüzünden uyku bozukluğu çekenlerin oranının tüm uykusuzluklar arasına yüzde biri geçmediğini gördüm.Yüzde doksandokuzu Emile Coue'nin Ters Etki Kanunu'nu bilmedikleri için bu sorunu yaşıyorlar.Onlar Jefferson'un takipçileri;uykunun bir "hak" oldugunu sanıyorlar.
    Yaşamda,haklar ancak yüzeyde ve piyasada var olabilir.Daha derine inince haklar yok olur.Daha derine indikçe armağanlarla karşılaşırsın.Bu hep hatırlaman gereken temel şeylerden biridir:Sen yaşamı hak etmedin,ama yaşam işte burada!Tamamen hak edilmemiş halde sen hayattasın ve müthiş bir enerjin var - capcanlısın!Bu nasıl oluyor?Eğer hiç hak etmediğin halde yaşam var olabiliyorsaneden mutluluk da olmasın?veya aşk?veya büyük coşku?Hepsi olabilir bunların ama önce şu kanunu anlaman gerekiyor.
    Kanun şudur:Direkt olarak uğraşma.Mutlulugun peşinde koşulmaz.Ancak ikna edebilirsin.İkna dolaylı yapılır.Bir saldırı değildir.Harekete gecersin ama direkt olarak değil,çünkü direkt olunca saldirganlaşıyorsun.Hiç birşey şiddet kadar direkt değildir ve hiç bir şey direkt davranış kadar şiddetli değildir.
    Yaşam daireler şeklinde hareket eder,direkt olarak değil.Dünya güneşin etrafında döner.Güneş daha büyük bir güneşin etrafında döner.Galaksiler tüm evren dönerek hareket eder.Mevsimler dönerek değişir.Çocukluk gençlik yaşlılık hepsi dönüşümlüdür.Yaşam daireseldir asla direkt gitmez.Direkt hedefe saplanan ok gibi değildir.Ok insan icadıdır.Yaşamda ok gibi bir şey bulunmaz.Ok insanın şiddet dolu beynidir.Ok iki nokta arasındaki en yakın yolu seçer.Ok'un çok acelesi vardır,hep zamanla yarışır,ama varoluşun acelesi yoktur.
    Geçen gün "İsa manyakları"na ait bir broşür geçti elime - yüzde doksandokuzu tamamen zırvaydı,ama yüzde biride pek güzeldi!Ve eğer sadece yüzde biri bile güzelse bu da birşeydir,çünkü hristiyan din adamlarına gidersen onların yüzde yüz zırvaladıklarını görürsün.O yüzde bir gerçekten anlamlıydı.Şöyle diyordu:"Acele ölümcüldür!Acele zaman kaybıdır."Varoluş acele etmez,Tanrı sonsuz bir sabırla hareket eder.Tanrı aylaktır,tembel tembel dolanır.Hatta Tanrı hiç bir yere gitmiyordur - zaten gideceği yere varmıştır o.O yüzden hedefi yoktur.Ok dans edip duruyordur;herhangi bir hedef bulacağı da yoktur - hedef yoktur ki.Hedef sadece olmaktır.O yüzden Tanrı,varoluş,bütün çiçeklerin yaz gecesinde havada asılı kalan parfümleri gibi ortada dolanır durur - öylesine gider gelir,gidecek belli bir yeri olmadan.
    Ve Tanrı'nın sabrı sonsuzdur.Titizlikle çalışır,hem de çok dolaylı yollardan.Bir bebek yaratır ve bu dokuz ay alır - çevresinde ona verimlilik konusunda danışmanlık yapacak uzmanlar yoktur besbelli.Bu olan milyonlarca yıldır süregelmektedir ve o hiç yeni bir şey öğrenmemiştir;yoksa bir bebeğin dokuz dakikada ortaya çıkmasını sağlayacak yöntemler geliştirebilirdi!Niye dokuz ay?Ve ta en baştan beri aynı şeyi yapmıştır;yeni birşey öğrenmemiştir.Uzmanlara,özellikle de verimlilik uzmanlarına danışmalıdır.Onlar ona toplu üretim konusunda yardımcı olup bu kadar vakit harcamamasını sağlayabilirler - bebek başına dokuz ay!
    Ama durum sırf bebeklerde böyle değildir - çiçeklerde sonsuz sabır ister;kuşlar,hatta bir çimen bile sonsuz ihtimam ve zaman ister.Acelesi yoktur.Hatta adeta Tanrı zamanın hiç farkında değildir.Zamansızlık içinde var olur,eğer onunla birlikte olmak istiyorsan acele etme;yoksa onu kaçırırsın.O hep burada ve şimdi tembellik ediyor olacaktır ve sen hep oraya ve o zaman gidiyor olursun,sen hep bir ok gibi olursun ve o bir ok gibi değildir.Varoluşla birlikte olmak mutluluktur,canlılıktır, meditasyon halidir.
    Ama insanın bütün eğitimi herşeyi daha hızlı yapmak üzerine kuruludur.Hız kendi başına bir değer gibi gözükmektedir.Ama değildir.Kendi içinde ancak delilik yaratabilir - nitekim yaratmıştır da.
    Dolaylı hareket et.Peki dolaylı ne demek?
    Arayışın ta kendisi seni mutsuz kılar.Aramadığında mutsuzluk seni arar.Aradığında yalnızsındır ve bulamazsın.Nerede arayacaksın?Nasıl arayacaksın?Beyin asla mutlu olmaz.Beyin senin mutsuzlugunun toplamıdır.Beyin senin mutsuz geçmişinin toplamıdır,yaşadığın tüm acıların:benliğinde bir yaradır.Ve beyin aramaya peşinde koşmaya çalışır sende ıskalarsın.Mutsuzluğu unutunca aniden mutlu olursun.Huzuru unutunca birden karşına çıkar.Aslında hep senin yanındaydı,ama sen orada değildin.Sen düşünüyordun:Gelecekte erişilecek bir hedef var,kazanılacak mutluluk var,yaşanacak huzur var.Senin aklın gelecekteydi ve halbuki mutluluk tıpkı çiçeklerin parfümü gibi çevrende dolanıyordu.
    Evet Tanrı aylaktır.Hep bir yerlerde tembellik eder durur ve sen arayışında fazla ileri gittin.Evine dön!Ve sadece mutlu ol.Mutluluğu boşver.Yaşam bir armağan olarak verilmiş;mutluluk da öyle olacak - bütünden gelen bir armağan,kutsal bir hediye.
    Çok fazla arayışa girince içine kapanıyorsun,arayışın kendi stresi seni kapatıyor.Çok fazla arzulayınca o arzunun kendisi öyle bir gerginliğe yol açıyor ki mutluluk bir türlü içine nüfus edemiyor.Mutluluk aynen uyku gibi sana gelir,huzur da öyle:kendini serbest bırakınca,izin verince,bekleyince gelir.
    Aslında gelirler demek de doğru değil;zaten oradalar.Kendini serbest bırakınca onları görüp hissedebiliyorsun,çünkü rahatlıyorsun.Rahatlayınca daha duyarlı oluyorsun - ve mutluluk da gayet belli belirsiz bir şeydir,yaşamın kreması,özü.Tamamen gevşeyip rahatladıgında,hiçbirsey yapmadıgında,hiçbiryere gitmediğinde,hiç bir hedefi amacı düşünmediğinde,ok değl de yay gibi oldugunda,gevşek ve rahat oldugunda - oradadır.
    Hindistanı fetheden Moğol imparatoru Babür hakkında bir hikaye duydum.Dünyadaki en büyük imparatorlardan biriydi ve tarihte gelmiş geçmiş en geniş topraklara sahip olan hükümdardı.Çok bilge bir adam bir gün onu ziyarete geldi ama büyük hayal kırıklıgı yaşadı çünkü Babür saray mensupları ile cok saygısızca konusuyordu - kaba,basit espriler;küfürlü seviyesi sözler ve kahkahalar atıp duruyordu.Bilge adam hayal kırıklıgına ugramıştı.Dedi ki;"Senin kültürlü bir insan oldugunu sanıyordum ve bilgeliğe deger verdiğini söyleyen pek çok öykü duydum;o nedenle buradayım,sarayında bir çok bilgenin,bilginlerin,okumuş adamların,alimlerin,filozofların,din adamlarının olduklarını duydum ve şimdi ne görüyorum?Basitlik.Bu dayanılmaz bir durum.Sarayında bir dakika daha kalamayacağım."
    Babür dedi ki:"Bir dakikacık dur sonra gidersin.Şu köşeye bak."O köşede bir yay duruyordu.Bilge dedi ki:"Bunun durumla ne alakası var?"
    Babür,"Her zaman gergin olamam"dedi."Eğer yay devamlı gerilirse ve ok da hep üstündeyse,az sonra yay kırılacaktır.Elastikiyetini kaybedecektir.O zaman esnek olmaz,ama bir yayın esnek olması icap eder,ancak o şekilde yaşayabilir..daha esnek...daha canlı.Bu yay bana ait ve bende onun gibiyim.Evet,bazen geriliyorum;ok üzerinde oluyor ve yay geriliyor.Ama sadece bazen Sonra dinleniyorum ve rahatlıyorum da."
    O bilge adamın sonradan başına neler geldi bilmiyorum.Bence Babür bu bilge adamdan daha bilgeydi.Bir yayın gevşemeye ihtiyacı vardır seninde öyle.Senin de rahatlamaya ihtiyacın var.
    Tanrı rahatlama demektir.O nedenle Patanjali der ki:"Mükemmel bir Samadhi uykuya benzer,ama tek bir farkla - yoksa özellikleri,havası,tadı aynıdır - sadece bir tane fark" uykuda bilincin kapalı olur,Samadhi'de ise açık.Ama rahatlama,gevşeme aynıdır.Herşey rahat,hiç bir yere gidilmiyor,gitmeye ait bir düşünce bile yok,sadece bu an ve burası var - aniden herşey olmaya başlar.
    Mutlu olmak için birşey yapmayacaksın.Aslında mutsuz olmak için fazlasıyla çaba gösterdin.Mutsuz olmak istiyorsan iyice uğraş.Mutlu olmak istiyorsan herşeyi oluruna bırak.Dinlen rahatla ve oluruna bırak.Hayatın sırrı oluruna bırakmaktır.Oluruna bırakmak dindarlığında sırrıdır.Oluruna bırakmak en büyük sırdır.Oluruna bıraktıgında bir sürü şey,milyonlarca şey olmaya başlar.Zaten oluyorlardı ama sen hiç farkında değildin.Olamazdın zaten aklın başka yerdeydi meşguldün.
    Kuşlar ötmeye devam eder,ağaçlar çiçek açmaya devam eder,nehirler akmaya devam eder.Bütün devamlı hareket etmektedir ve bütün rengarenk ve değişkendir,sonsuz kutlamaların eşliğinde devam eder.Ama sen öylesine meşguldün ki içeri biraz hava girsin diye tek bir açık cam bırakmamıştın.Ne güneş giriyor içine,ne de biraz esinti,çok katısın,çok kapalısın,aynen Leibnitz'in monads diye ifade ettiği gibi.Sen monadsın.Monad penceresiz,açıklığı veya açılma imkanı olmayan anlamına geliyor.Nasıl mutlu olabilirsin?Böylesine kapalıyken cevrendeki mucizelere nasıl katılabilirsin?Kutsal olanla nasıl iç içe olabilirsin.Dışarı çıkman gerekiyor.Bu mahrumiyetten kurtulman gerekiyor.
    Nereye gidiyorsun?Sanıyormusun ki gelecekte bir yerlerde varılacak bir hedef var?Hayat zaten burada!Ne diye geleceği bekleyesin ki?Niye herşeyi geleceğe erteleyesin?Ertelemek intihar demektir.Yaşam yavaş geçer;o yüzden hissedemezsin.Çok yavaştır,ve sende duyarsızsın,aslında ertelemek zehir gibidir.Kendini yavaş yavaş zehirliyorsun.Ertelemeye devam edersen şimdi buradaki yaşamı kaçırısın.
    Şimdi burada olana kavuşmuş olanlar için,yaşam harika sürprizlerle dolar.Hayal bile etmedikleri bir sürü şey olmaya başlar.İlk kez tamamen gevşediğinde yaşamın böylesine güzel,böylesine sonsuz bir mutluluk dolu,beöylesine heyecanlı olduguna inanamazsın!Bu inanılmazdır.Bir buda bunu söylediğinde kimseler inanmaz.Bir İsa Tanrı'nın krallıgından bahsettiğinde kimseler inanmaz.Müridleri bile şüphe duyarlar.
    Thomas'ın İsa'nın en sevgili müridi olduguna dair bir hikaye vardır,ama o bile tamamen inanmıyordu,onun bile şüpheleri vardı;o nedenle ingilizce'de "Şüpheci Thomas"diye bir deyim vardır.Thomas en sevgili en yakın müridi ama o da şüpheciydi işte.
    Hikayeye göre İsa,Galilee Gölü'nün karşı kıyısına gececekti.Müritlerine önden gitmelerini söyledi,kendisi sonra gelecekti.Onlar da bir tekneye binip uzaklaştılar.Sonra birdenbire,gölün tam ortasındayken,gördüklerine inanamadılar - İsa suyun üstünde yürüyerek yaklaşıyordu,İsa ile ilgili herşeyi unuttular,bunun bir hayalet oldugunu düşündüler.Bir sürü mucizeye tanık olmuşlardı,ölüler bile dirilmişti,ama şimdi inanamıyorlardı.Sürpriz anında herşeyi unuttular,bu öylesine inanılmaz bir olaydı ki - İsa suda yürüyordu.Müridler korkudan titremeye başladılar ve Tanrı'ya yakardılar:"Kurtar bizi!bu gelen de kimdir?Hayalet olmalı!Biz tehlikedeyiz."Thomas bile İsa yaklaşınca "Sen kimsin?"diye bağırdı.
    İsa dedi ki:"Beni göremiyormusunuz?Beni tamamen mi unuttunuz?Benim İsa sizin efendiniz olduguma inanmıyormusunuz?Ama onlar hala titriyordu.
    Thomas dedi ki,"Eğer gerçekten İsa isen ve bir hayalet yada kılık değiştirmiş Şeytan değilsen ,gerçekten İsa isen ve gercekten suyun üzerinde yürüyorsan,o zaman bırak bende suda seninle birlikte yürüyeyim,efendimiz."Bu durumu sınamak için düşündüğü bir hile idi.İsa "Peki gelebilirsin" dedi.Sonra sorun çıktı.Thomas bir kaç adım attı .Evet yürüyebiliyordu,ama sonra içinde bir şüphe uyandı:"Belki de Şeytan beni kandırıyor;yoksa nasıl yürüyebilirim?Bu imkansız!"Suyun üzerine yürüyordu,ama buna kendisi bile inanamıyordu:bir şüphe doğunca anında göle düştü ve tam batacakken İsa koşup onu kurtardı.
    Ve İsa dedi ki:"Sen,inancı yetersiz adam."O günden sonra "Şüpheci Thomas" lafı yayıldı.Üstelik o en sevilen müriddi.Diğerleri tekneden çıkacak,yürümeyi deneyecek kadar bile güvenmiyorlardı.
    İsa Tanrı'nın krallığı ile ilgili iyi haberleri getirdiğinde de kimse ona inanmaz.Buda içerideki sonsuz boşluktan söz ettiğinde kimse ona inanmaz.Bizler inanamıyoruz!Bilmiyorsak nasıl inanacağız?En azından bir görmemiz lazım.Biz öyle acı dolu,cehennem gibi bir ortamda yaşıyoruz ki Tanrı'nın Krallıgı hakkındaki haberler bir rüyadan,bir şiirden ibaretmiş gibi geliyor.Din edebiyattan,kurgudan öteye geçemiyor - harika bir kurgu,ama hepsi o.Bu böyle olmalı,böyle olması bir yönden doğal,çünkü nerede durdugunu,etrafında neler oldugunu bilmiyorsun.Öyle duyarsız ve kapalısın ki...
    Camları,kapıları aç!Bu hapishaneden çık,göğün altında dur.Yeniden hisset!Düşünmek işe yaramaz.İçinde tek bir pencere bile açılmadan düşünür durursun.Ancak hissetmek seni kendi dışına çıkarır - ve sen hissetmekten korkuyorsun.Düşününe rahat ediyorsun ve hissetmekten ürküyorsun,çünkü hissetmek seni dışarı çıkaracak,seni yeniden hayatın akıntısına sokacak.Denize akan nehrin içinde olacaksın.
    Daha çok hisset,daha az düşün ve yavaş yavaş göreceksin ki ne kadar çok hissedersen o kadar fazla rahatlıyorsun.Daha çok hissettikçe hayatın sırrını daha fazla anlayacaksın - hiç birşey yapman gerekmediğini,sadece açık olmanın yettiğini.Açık ol,derim ben,o zaman herşey önüne gelecektir.Bir kez yakalama ve tutunma fikri yerleşti mi herşey yok olur.Bu sufi öyküsünün anlamı budur.


    Tek kelimeyle mükemmel. Başka ne denilebilir ki. Teşekkür ederim...




  • Rica ederim
  • D&R'de neredeyse son 10 yıldır Osho köşesi var ve kitaplar da hep %25 indirimli. Ama hiç merak edip de incelememistim
  • Size Eckhart Tolle'un "Şimdi'nin Gücü" isimli kitabını ve sonrasında "Var Olmanın Gücü" isimli kitabını da okumanızı öneriyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi fatihler -- 21 Şubat 2013; 10:32:17 >
  • Yilmaz Dündar - Sen Tanrimisin
    kitabi var birde... birdusunyansimasi.com sitesinden bedava temin ede bilirsiniz...
    Ego uzerine yazilmis muhtesem bir kitap...
    Egonun oyunlari, tanrilik iddiasi ve s...
    kesimlikle okuyun derim..

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.