Şimdi Ara

++mutasyon (10. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
291
Cevap
1
Favori
24.986
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Olasılık Sıfır

    Proteinlerin fonksiyonel yapısının hiçbir şekilde tesadüfen meydana gelemeyeceği, herkesin anlayabileceği basit olasılık hesaplarıyla bile rahatlıkla görülebilir. Konu evrimci bir bilim adamının verdiği itiraf niteliğindeki bir örnekle daha da iyi anlaşılmaktadır:

    "Amino asitlerin bir tanesinin bile değişmesi, hatta amino asitlerin türü değişmediği halde sıralamalarının farklı oluşu, ortaya yeni bir izomerin çıkmasına sebep olur. Molekül ağırlığı 34,000 olan, bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden yapılmış teorik bir protein molekülünün 10300 izomeri bulunabileceği hesaplanmıştır. Bu izomer şekillerinden birer molekülün biraraya gelmesiyle meydana gelecek kütlenin ağırlığı 10280 gramdır. Halbuki dünyamızın tüm kütlesinin sadece 10üzeri27 gram olduğu düşünülecek olursa... Yapısında, proteinlerin bileşiminde bulunabilen 20 amino asit türünden hepsinin yeraldığı 61 amino asitten yapılmış polipeptidin izomer sayısı 5x1079'dur. Buna karşılık kainatın total atom sayısının 0.88x10üzeri79 olduğu hesaplanır....

    Buna göre de kainattaki her atom başına yukarıda yapısını açıkladığımız 61 amino asitten oluşmuş polipeptid molekülünün izomerlerinden 6 tanesinin düşeceği anlaşılır."

    61 amino asit içeren bir polipeptid üzerine yapılan hesaplar böyleyken, ortalama bir proteinin 400 amino asitten meydana geldiği düşünülürse durum iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.

    Bunun bir diğer anlamı şudur: Evrendeki tüm atomlar işi gücü bırakıp yalnızca bu protein molekülünü oluşturmak için her saniye değişik kombinasyonlarda rastgele birleşseler, evrimcilerin evrenin varoluşundan bu yana geçtiğini öne sürdükleri milyarlarca sene ve evrendeki tüm atomların sayısı bile bu tek bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelmesi için yeterli olmaz. Daha kısa bir deyişle, 400 amino asitten oluşan ortalama bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. Üstelik canlılığın gelişiminde bir basamak daha ilerlediğimizde, bu "imkansız" kelimesinin bile yetersiz kaldığını görürürüz. Çünkü yalnız başına tek bir protein hiçbirşey ifade etmemektedir.

    Şimdiye kadar bilinen en küçük bakterilerin bile 600 "çeşit" proteine sahip olduğu görülmüştür. Bu durumda, tek bir protein için yapılan üstteki ihtimal hesaplarını 600 çeşit protein üzerinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta karşılaşacağımız rakamlar ise imkansız kavramını bile zorlayacak boyutlardadır.

    Bir tanesinin bile tesadüfen oluşması imkansız olan bu proteinlerden ortalama bir milyon tanesinin tesadüfen uygun bir şekilde biraraya gelip eksiksiz bir insan hücresini meydana getirmesi ise, milyarlarca kez daha imkansızdır. Kaldı ki bir hücre hiçbir zaman için bir protein yığınından ibaret değildir. Hücrenin yapısında proteinlerin yanısıra nükleik asitler, karbonhidratlar, lipitler, vitaminler, elektrolitler gibi başka birçok kimyasal madde yeralır ve hepsi birçok farklı organelin içinde yapıtaşı veya yardımcı molekül olarak görev yaparlar.

    Görüldüğü gibi evrim, yegane "açıklaması" olan tesadüf teorisiyle, değil hücre, hücredeki milyonlarca proteinden tek birinin oluşumunu bile izah etmekten acizdir.Türkiye'de, evrimci düşüncenin önde gelen otoritelerinden olan Prof. Dr. Ali Demirsoy da, Kalıtım ve Evrim isimli kitabında, canlılık için en gerekli enzimlerden birisi olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşma olasılığını şöyle ifade etmektedir:

    "Özünde bir Sitokrom-C'nin dizilişini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az bir olasılığa sahiptir denilebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir."

    Demirsoy, üstteki satırlarının ardından, "bilimsel amaca daha uygun" olduğu için kabul ettiği bu olasılığın ne denli gerçek dışı olduğunu şöyle itiraf eder:

    "... Sitokrom-C'nin belirli aminoasit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır -maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek."

    Bu satırlardan da anlaşıldığı gibi, belirli amino asitlerin belirli yerlerde bulunması kesinlikle rastlantıyla bağdaşamaz
    .



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Deep Impact -- 12 Mayıs 2005, 7:53:56 >




  • Mutasyonlarla canlıların çeşitliliği açıklanamaz

    Önceki satırlarda açıklandığı gibi, evrim teorisi daha biyokimyasal aşamada tıkanmaktadır. Başka bir ifadeyle, değil tek bir canlı, canlıların içinde bulunan bir proteinin hatta bunun da yapıtaşı olan tek bir aminoasidin bile doğal şartlarda tesadüfen oluşabildiği ispatlanamamıştır. Üstelik tüm deliller böyle birşeyin olamayacağı yönündedir.

    Buna rağmen evrimciler ilk aminoasidin, ilk proteinin ve bunlarla kıyaslamanın mümkün olamayacağı hücrelerin "bir şekilde" tesadüfen oluştuğunu kabul ederek bu defa canlıların bu tek canlıdan nasıl çeşitlendiğinin cevabını aramaya koyulmuşlardır.

    Canlıların, ortama göre kendi kendilerine yeni organlara sahip olamayacakları açıktır. Mucize kabilinden böyle bir şeyin olduğu farzedilse bile bu yeniliklerin sonraki nesillere aktarılamayacağı genetikçiler tarafından ispat edilmiştir. Bu durum evrim teorisi için büyük bir çıkmazdır. Bu çıkmazdan kurtulmak için evrimciler bu defa neo-Darwinizm olarak adlandırılan yeni bir yoruma yönelmişlerdir. Buna göre canlılar, kimyasal maddeler, X ışınları, radyasyon vb. gibi etkenlerle gen yapılarında meydana gelen değişmelerle (mutasyonlarla) çeşitlenmişlerdir.Acaba yukarıda sözü edilen mutasyon sebeplerinden herhangi biri yoluyla bugüne kadar faydalı bir değişim gözlenebilmiş midir? Bir canlı radyasyonla veya X ışınlarıyla karşılaştığında bozulmaya mı gelişmeye mi maruz kalır?

    Aslında bu soruların cevabını herkes bilir. Bahsedilen etkilerin bozucu olduğunu herkes bilir. Bugün laboratuar şartlarında bile bu yöntemle faydalı bir gelişme sağlanamamıştır. X ışınlarına veya radyasyona tabi tutulan canlılar hilkat garibelerine dönüşmektedirler. Hiçbir canlı türünde mutasyonlar faydalı değişimlere yol açmazlar. Laboratuarlarda meydana getirilen mutasyonlar bile mutlaka zararlıdır. Örneğin Colorado Üniversitesi'nde yapılan bir deneyde bilim adamları, meyve sineği üzerinde yaptıkları mutasyon denemelerinde "tek bir" faydalı değişmeye rastlamamışlardır. Tam tersine, sineğin kafasından anten yerine bacak çıkmasına ve bacak sayısının yarıya inmesine sebep olmuşlardır. Bu deneyler dünyanınher yerinde tekrarlanmış ancak mutasyonların faydalı olabildiğine dair bir delil sağlanmamıştır. Burada Charles Darwin'in şu sözlerini hatırlatmakta fayda var:

    "Eğer çok sayıda birbirini takip eden küçük değişikliklerle kompleks bir organın meydana gelmesinin imkansız olduğu gösterilseydi, teorim kesin olarak yıkılmış olacaktı."

    Sonuç


    Bu yazı boyunca canlıların evrim teorisi tarafından açıklaması asla mümkün olmayan özelliklerini inceledik. Her bilgi bize gösterdi ki, tek bir canlı, tek bir hücre, hatta tek bir protein bile son derece karmaşık ve planlı bir yapıya sahiptir; dolayısıyla bunların hiçbirinin, evrimcilerin iddia ettikleri gibi "tesadüfen" oluşmuş olması mümkün değildir. Tesadüf, ancak karmaşa, bozukluk, düzensizlik ve hata doğurur, ortaya hilkat garibeleri çıkarır. Hücrenin ve canlılığın diğer tüm aşamalarındaki muhteşem uyum, düzen, denge, başarı ve estetik ise, bizlere tüm canlılığın bilinçli ve kusursuz bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir.

    Kısacası, incelediklerimiz, evrim teorisini tartışma götürmez bir biçimde çökertmekte ve "türlerin kökeni"nin tesadüf değil, yaratılış olduğunu ispatlamaktadır. Evet, tüm canlıları yaratan, onlara şekil ve suret veren, onları rızıklandıran, yaşatan ve öldüren Allah'tır. Tüm kainat O'nun eseridir ve nasıl bir resim ressamını tanıtırsa, kainat da Yaratıcımızı tanıtır. İnsana düşen ise bu gerçeği görmek ve kainatın Sahibi'nin kudretini takdir etmektir.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    zero1'ın dediklerine ek olarak yılanların da iskeletlerinde HALA bacak analoğu olan ve kullanılmayan parçalar vardır.. aynı şekilde atların atalarına ait olan fosillerin tek toynağı değil, 3 toynağı vardır (çok olana da toynak mı deniyodu yaw??)

    sizin sorununuz şu ki evrimi anlayabilmiş değilsiniz.. şimdi biliyorum o zaman anlat diyceksiniz... bende diycem ki bunun üzerine yazılmış kitaplar var.. hatta aynı kitabı bu forumda 5. defa önericem. diycem ki Richard DAWKINS'in Türkiye'de TÜBİTAK yayınlarından çıkmış olan "Kör Saatçi" adlı kitabını alın okuyun.. ama siz muhtemelen önerime kulak asmayıp yine yazmaya devam ediceksiniz...

    murat öğretmen miydi neydi.. öyle birisi var forumda.. ona da önerdim aynı kitabı. delikanlı gibi çıktı dedi ki ben ne okuycam içinde ne idüğü belirsiz şeyler yazan bi kitabı (yanlış hatırlıyo olabilirim.. çevreyle alakalı bi başlıkta yazıyo.. merak edenler baksın...) benim yorumlamamla bu şu anlama geliyo : "Kardeşim!! benim amacım yeni bişeyler öğrenmek değil!!! sizi madara edip kendi yoluma getirmek!! sizin söylediklerinizin doğru olma ihtimali yok! benim dediklerim ise kesinlikle doğru! yola gelin de beni dinleyin"

    başka ne diyim ben...


    Dediğin kişi benim ve senin benim yazılarımı tam olarak anlamadığını düşünüyorum.

    Öyle senin yazdığın gibi yola gelin, bu kesinlikle doğru falan demedim, son mesajım bu:

    quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr


    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    iyi o zaman.. ebelik bende kalsın. cevap da vermiyim ben sana. cevabını istiyosan gidip okursun kitabı. bu kadar


    Dostum bak. Benim niyetim "acaba bunun cevabı nedir" değil.

    Ben diyorum ki benim sorumun tek bir cevabı vardır o da benim imzamda yazıyor...

    Yani Allah vardır diyorum. Ve kainattaki nizâm da Nâzım-ı Hakiki olan Allah'ın varlığını isbat eder diyorum...

    Bir iddiada bir şeyin var olduğunu isbat etmek kolaydır. Yokluğunu ise zordur, belki imkansızdır.

    Mesela hiç bilmeyen bir adama desem ki hindistan cevizi diye birşey vardır... O da yoktur dese. Ben bir tek meyve göstersem isbat ederim. Ama o tüm dünyayı gezmesi lazım ki olmadığını isbat edebilsin.

    Dolayısıyle sen yokluğunu isbat edemezsin...

    Ben ise varlığını isbat etmişim zaten...

    Saygılar...



    Nasıl oluyor da o anlamları çıkardın anlayamadım!

    Ben diyorum ki, benim imzam Allah'ın varlığını isbat eder. Sen de diyorsun ki hayır yoktur. O zaman olmadığını isbat et diyorum ben de.

    Ben olmadığına inanmıyorum ki araştırıp acaba yokmuymuş diye kitap okuyayım. Eğer sen beni ikna edersen, gider okurum.

    Eğer senin dediğin gibi şu kitabı oku, demek cevapsa ben de sana bi ton kitap öneriyim ki Allah'ı isbat ediyor...

    Saygılar...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    İlkel Dünyada Proteinler Kendi Kendilerine Oluşabilirler miydi?

    İncelediğimiz bütün tutarsızlıklarına rağmen, evrimciler aminoasitlerin ilkel dünya ortamında kendi kendilerine nasıl oluşabildikleri sorununu, Miller deneyi ile geçiştirmeye çalışırlar. Bu uydurma deneyle, bugün bile, bu sorunun çoktan çözülmüş olduğu gibi bir izlenim vererek insanları yanıltmaya devam etmektedirler.

    Ancak canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama çabasının ikinci aşamasında, evrimcileri, amino asitlerin oluşumuyla kıyaslanmayacak derecede büyük bir problem beklemektedir: "Proteinler". Yani yüzlerce farklı amino asitin belirli bir sıra içinde birbirlerine eklenerek oluşturdukları canlılığın yapıtaşları.

    Proteinlerin doğal şartlarda tesadüfen oluştuklarını öne sürmek, amino asitlerin tesadüfen oluştuklarını öne sürmekten çok daha akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Amino asitlerin, proteinleri oluşturmak üzere uygun dizilimlerde tesadüfen birleşebilmelerinin matematiksel imkansızlığını daha ileride olasılık hesapları ile inceleyeceğiz. Ancak daha önce protein oluşumunun kimyasal olarak da ilkel dünya koşullarında mümkün olmadığını görelim.

    La Châtelier Prensibi

    Amino asitler protein oluşturmak üzere kimyasal olarak birleşirken, aralarında "peptid bağı" denilen özel bir bağ kurarlar. Bu bağ kurulurken bir su molekülü açığa çıkar. Proteinler de, çok sayıda aminoasidin peptid bağları kurarak biraraya gelmeleriyle oluşurlar. Ve doğal olarak protein oluşumu sırasında su açığa çıkar.

    Bu durum, ilkel hayatın denizlerde ortaya çıktığını öne süren evrimci açıklamayı kesinlikle çürütmektedir. Çünkü, kimyada "Le Châtelier" kanunu olarak bilinen kanuna göre, açığa su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu) su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün değildir. Sulu bir ortamda bu çeşit bir reaksiyonun gerçekleşebilmesi, kimyasal reaksiyonlar içinde "oluşma ihtimali en düşük olanı" olarak nitelendirilir.

    Tersinir bir kimyasal reaksiyon olan protein sentezi reaksiyonu sulu bir ortamda, amino asitlerin birleşip polipeptid (amino asit halkaları) oluşturması değil, aksine, ters yönde, yani eğer oluşmuş polipeptidler varsa, bunların ayrışıp amino asitlerine parçalanmaları yönünde gerçekleşir. Dolayısıyla, evrimcilerin hayatın başladığı ve amino asitlerin oluştuğu yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin, bir sonraki aşamada, birleşerek proteinleri oluşturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Richard E. Dickinson Scientific American'da şöyle yazar:

    "Eğer protein ve nükleik asit polimerleri öncül monomerlerden oluşacaksa polimer zincirine her bir monomer bağlanışında bir molekül su atılması şarttır. Bu durumda suyun varlığının polimer oluşturmanın aksine ortamdaki polimerleri parçalama yönünde etkili olması gerçeği karşısında, sulu bir ortamda polimerleşmenin nasıl yürüyebildiğini tahmin etmek güçtür."

    Öte yandan, evrimcilerin bu gerçek karşısında ağız değiştirip, ilkel hayatın karalarda oluştuğunu öne sürmeleri de imkansızdır. Çünkü ilkel atmosferde oluştukları varsayılan amino asitleri ultraviyole ışınlarından koruyacak yegane ortam denizler ve okyanuslardır: Karada ultraviyole yüzünden parçalanırlar. Le Chatelier prensibi ise denizlerdeki oluşum iddiasını çürütmektedir. Bu ise evrim açısından bir başka çıkmazdır.


    senin bilgi dağarcığına olan güvenim git gide azalıyor!

    senin de bildiğin üzere, hücrelerinde de protein sentezi oluyor ve hücrelerin de çook büyük bir kısmı sudan oluşur!!!

    senin çıkarlarına uygun olan herşeyi düşünüp taşınmadan kabul ediyosun gibi geliyo bana

    edit: bi de terimlerin türkçelerini bilmediğim için ilk okuduğumda gözüme çarpmadı. protein sentezi tersinir bir reaksiyon değildir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi _ShineOn_ -- 11 Mayıs 2005, 22:23:56 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr


    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    zero1'ın dediklerine ek olarak yılanların da iskeletlerinde HALA bacak analoğu olan ve kullanılmayan parçalar vardır.. aynı şekilde atların atalarına ait olan fosillerin tek toynağı değil, 3 toynağı vardır (çok olana da toynak mı deniyodu yaw??)

    sizin sorununuz şu ki evrimi anlayabilmiş değilsiniz.. şimdi biliyorum o zaman anlat diyceksiniz... bende diycem ki bunun üzerine yazılmış kitaplar var.. hatta aynı kitabı bu forumda 5. defa önericem. diycem ki Richard DAWKINS'in Türkiye'de TÜBİTAK yayınlarından çıkmış olan "Kör Saatçi" adlı kitabını alın okuyun.. ama siz muhtemelen önerime kulak asmayıp yine yazmaya devam ediceksiniz...

    murat öğretmen miydi neydi.. öyle birisi var forumda.. ona da önerdim aynı kitabı. delikanlı gibi çıktı dedi ki ben ne okuycam içinde ne idüğü belirsiz şeyler yazan bi kitabı (yanlış hatırlıyo olabilirim.. çevreyle alakalı bi başlıkta yazıyo.. merak edenler baksın...) benim yorumlamamla bu şu anlama geliyo : "Kardeşim!! benim amacım yeni bişeyler öğrenmek değil!!! sizi madara edip kendi yoluma getirmek!! sizin söylediklerinizin doğru olma ihtimali yok! benim dediklerim ise kesinlikle doğru! yola gelin de beni dinleyin"

    başka ne diyim ben...


    Dediğin kişi benim ve senin benim yazılarımı tam olarak anlamadığını düşünüyorum.

    Öyle senin yazdığın gibi yola gelin, bu kesinlikle doğru falan demedim, son mesajım bu:

    quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr


    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    iyi o zaman.. ebelik bende kalsın. cevap da vermiyim ben sana. cevabını istiyosan gidip okursun kitabı. bu kadar


    Dostum bak. Benim niyetim "acaba bunun cevabı nedir" değil.

    Ben diyorum ki benim sorumun tek bir cevabı vardır o da benim imzamda yazıyor...

    Yani Allah vardır diyorum. Ve kainattaki nizâm da Nâzım-ı Hakiki olan Allah'ın varlığını isbat eder diyorum...

    Bir iddiada bir şeyin var olduğunu isbat etmek kolaydır. Yokluğunu ise zordur, belki imkansızdır.

    Mesela hiç bilmeyen bir adama desem ki hindistan cevizi diye birşey vardır... O da yoktur dese. Ben bir tek meyve göstersem isbat ederim. Ama o tüm dünyayı gezmesi lazım ki olmadığını isbat edebilsin.

    Dolayısıyle sen yokluğunu isbat edemezsin...

    Ben ise varlığını isbat etmişim zaten...

    Saygılar...



    Nasıl oluyor da o anlamları çıkardın anlayamadım!

    Ben diyorum ki, benim imzam Allah'ın varlığını isbat eder. Sen de diyorsun ki hayır yoktur. O zaman olmadığını isbat et diyorum ben de.

    Ben olmadığına inanmıyorum ki araştırıp acaba yokmuymuş diye kitap okuyayım. Eğer sen beni ikna edersen, gider okurum.

    Eğer senin dediğin gibi şu kitabı oku, demek cevapsa ben de sana bi ton kitap öneriyim ki Allah'ı isbat ediyor...

    Saygılar...



    son mesajından önceki mesajın da şu
    quote:

    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr


    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_


    quote:

    Orjinalden alıntı: mustafa_ogr


    quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    bu sanırım 3. önerişim olacak.. lütfen Richard DAWKINS'in "Kör Saatçi" adlı kitabını okuyunuz.. tübitak yayınlarından çıktığı şiçin oldukça ucuz.. 7-8 milyon bişey olsa gerek.. en fazla 10 milyon.. bulması da kolay. ayrıca adam biyolog olmasına rağmen kitabında edebi bir lezzet de var.




    Okumamızı neden istiyorsunuz?

    Bu arada Tyreal cevabınızı bekliyorum...


    Saygılar...


    tyreal'den beklediğiniz cevabı ordan alabilirsiniz de ondan... burda çok sormuşsunuz soruyu. adam bu soruya cevap vermeye çalışan koca bi kitap yazmış. o yüzden okuyunuz




    Yani siz okumuşsunuz.

    O zaman siz cverin cevabını...



    ana kaynaktan okumak varken neden benim anlatmamı istediniz anlayamadım. eğer ki okumaya üşeniyorsanız ya da sizinle aynı görüşü paylaşmayan bir kişinin kitabını okumaktan utanıyorsanız o zaman boş vaktim olunca bişeyler açıklamaya çalışlırım.

    ayrıca açıkça belirteyim ki bu sözünüz sizin sorularınızın amacı hakkında çelişkiye düşürdü beni. eğer gerçekten birşeyler öğrenmek isteseydiniz bu şekilde bir soru sormaktansa önerilen kitabı okumayı tercih ederdiniz.



    Dostum benim hakkaniyetine tam sadık olduğum kitaplarım beni okunmak üzere bekliyorken, niye ne olduğunu tam bilmediğim bir kitabı, acaba ne diyor diye okuyayım?

    O zaman ben de sana diyorum, git Risale-i Nur Külliyatını oku. Ondan sonra benim söylediklerime inanmazsan gel yüzüme tükür...

    Hem madem okudunuz ve anladınız, buyrun cevap ver. Bana şu kitabı oku demek cevap değildir ki...

    Saygılar...

    (Bu arada bu topicle ilgisi olmadığı için arkadaşlardan özür dilerim)




  • evet.. dünyanın ağırlığı 1027 gram.. ben de 4 nanogram fln mı oluyorum bu durumda?? bizim tartı yanlış tartıyomuş demek ki

    yaw cevap veresim var ama bu kadar komik bi yazıya cevap verirsem kendimi de komik bi duruma düşürücem..


    quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    Olasılık Sıfır

    Proteinlerin fonksiyonel yapısının hiçbir şekilde tesadüfen meydana gelemeyeceği, herkesin anlayabileceği basit olasılık hesaplarıyla bile rahatlıkla görülebilir. Konu evrimci bir bilim adamının verdiği itiraf niteliğindeki bir örnekle daha da iyi anlaşılmaktadır:

    "Amino asitlerin bir tanesinin bile değişmesi, hatta amino asitlerin türü değişmediği halde sıralamalarının farklı oluşu, ortaya yeni bir izomerin çıkmasına sebep olur. Molekül ağırlığı 34,000 olan, bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden yapılmış teorik bir protein molekülünün 10300 izomeri bulunabileceği hesaplanmıştır. Bu izomer şekillerinden birer molekülün biraraya gelmesiyle meydana gelecek kütlenin ağırlığı 10280 gramdır. Halbuki dünyamızın tüm kütlesinin sadece 1027 gram olduğu düşünülecek olursa... Yapısında, proteinlerin bileşiminde bulunabilen 20 amino asit türünden hepsinin yeraldığı 61 amino asitten yapılmış polipeptidin izomer sayısı 5x1079'dur. Buna karşılık kainatın total atom sayısının 0.88x1079 olduğu hesaplanır....

    Buna göre de kainattaki her atom başına yukarıda yapısını açıkladığımız 61 amino asitten oluşmuş polipeptid molekülünün izomerlerinden 6 tanesinin düşeceği anlaşılır."

    61 amino asit içeren bir polipeptid üzerine yapılan hesaplar böyleyken, ortalama bir proteinin 400 amino asitten meydana geldiği düşünülürse durum iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.

    Bunun bir diğer anlamı şudur: Evrendeki tüm atomlar işi gücü bırakıp yalnızca bu protein molekülünü oluşturmak için her saniye değişik kombinasyonlarda rastgele birleşseler, evrimcilerin evrenin varoluşundan bu yana geçtiğini öne sürdükleri milyarlarca sene ve evrendeki tüm atomların sayısı bile bu tek bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelmesi için yeterli olmaz. Daha kısa bir deyişle, 400 amino asitten oluşan ortalama bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelmesi imkansızdır. Üstelik canlılığın gelişiminde bir basamak daha ilerlediğimizde, bu "imkansız" kelimesinin bile yetersiz kaldığını görürürüz. Çünkü yalnız başına tek bir protein hiçbirşey ifade etmemektedir.

    Şimdiye kadar bilinen en küçük bakterilerin bile 600 "çeşit" proteine sahip olduğu görülmüştür. Bu durumda, tek bir protein için yapılan üstteki ihtimal hesaplarını 600 çeşit protein üzerinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta karşılaşacağımız rakamlar ise imkansız kavramını bile zorlayacak boyutlardadır.

    Bir tanesinin bile tesadüfen oluşması imkansız olan bu proteinlerden ortalama bir milyon tanesinin tesadüfen uygun bir şekilde biraraya gelip eksiksiz bir insan hücresini meydana getirmesi ise, milyarlarca kez daha imkansızdır. Kaldı ki bir hücre hiçbir zaman için bir protein yığınından ibaret değildir. Hücrenin yapısında proteinlerin yanısıra nükleik asitler, karbonhidratlar, lipitler, vitaminler, elektrolitler gibi başka birçok kimyasal madde yeralır ve hepsi birçok farklı organelin içinde yapıtaşı veya yardımcı molekül olarak görev yaparlar.

    Görüldüğü gibi evrim, yegane "açıklaması" olan tesadüf teorisiyle, değil hücre, hücredeki milyonlarca proteinden tek birinin oluşumunu bile izah etmekten acizdir.Türkiye'de, evrimci düşüncenin önde gelen otoritelerinden olan Prof. Dr. Ali Demirsoy da, Kalıtım ve Evrim isimli kitabında, canlılık için en gerekli enzimlerden birisi olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşma olasılığını şöyle ifade etmektedir:

    "Özünde bir Sitokrom-C'nin dizilişini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az bir olasılığa sahiptir denilebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir."

    Demirsoy, üstteki satırlarının ardından, "bilimsel amaca daha uygun" olduğu için kabul ettiği bu olasılığın ne denli gerçek dışı olduğunu şöyle itiraf eder:

    "... Sitokrom-C'nin belirli aminoasit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır -maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek."

    Bu satırlardan da anlaşıldığı gibi, belirli amino asitlerin belirli yerlerde bulunması kesinlikle rastlantıyla bağdaşamaz
    .




  • SİHİRLİ MADDE TROMBİN

    Trombin kanı pıhtılaştıran bir proteindir. Ancak, trombin kanın içinde dolaşmasına rağmen, geçtiği yerlerdeki kanı pıhtılaştırarak normal akışın durmasına neden olmaz. Trombin sadece damarlardan birinde kanama olduğunda kanı pıhtılaştırır. Peki, trombin gerektiği anda pıhtılaştırma özelliğini nasıl kazanabilmektedir?

    Trombin, genelde kanda aktif olmayan protrombin halinde mevcuttur. Aktif olmadığı için protrombin, fibrinojeni işleme sokarak pıhtılaşma için gerekli olan fibrin maddesinin oluşmasını sağlamaz. Böylece canlı, kontrolsüz bir pıhtılaşmanın ölümcül etkilerinden korunmuş olur.

    Şimdi düşünelim: Eğer, kanın pıhtılaşması sisteminde sadece fibrinojen ve protrombin görev alsaydı bu durum ölümcül sonuçlar getirebilirdi. Böyle bir durumda, kişi yara aldığında, kanın içinde amaçsızca dolaşan protrombin, fibrinojenin yanından geçip gidecek, ve kişi kan kaybından ölecekti. Bu duruma göre; protrombin fibrinojeni fibrine dönüştürme özelliğine sahip olmadığı için vücutta protrombini harekete geçirecek bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Nitekim bu sistem insan vücudunda mevcuttur.

    Pıhtılaşma işleminde, Stuart faktörü denilen başka bir protein de protrombine etki eder ve onu aktif trombine dönüştürür. Ancak bu şekilde trombin, fibrinojeni fibrine dönüştürür ve kan pıhtısını oluşturur.

    Fakat burada çok önemli bir detay daha vardır: Eğer, Stuart faktörü ve protrombin ile fibrinojen, kanın pıhtılaşmasında rol oynayan tek proteinler olsaydı; Stuart faktörü etkisini hemen başlatacak ve organizmanın kanını kurutacaktı. İşte bu nedenlerden dolayı Stuart faktörü de kanda aktif durumda bulunmamaktadır ve harekete geçmesi için aktifleştirilmesi gerekmektedir.

    Pıhtılaşmanın bu noktasında durum daha da dikkat çekici bir hal almaktadır. Aktif durumdaki Stuart faktörü de protrombini harekete geçirmeye yeterli değildir. Stuart faktörü ve protrombini bir test tüpüne koyup karıştırabilirsiniz, fakat bu sırada trombin oluşana kadar kişi kanamadan ölüp gidecektir. Stuart faktörünün harekete geçebilmesi için de akselerin adında başka bir protein gereklidir. Bütün bunların biraraya gelmesiyle akselerin ve aktif Stuart faktörü protrombini hemen etkileyip trombine dönüştürür ve kanama durdurulur.

    Buraya kadar anlatılan aşamaların özeti; bir proenzimi aktifleştirebilmek için, iki ayrı proteine ihtiyaç duyulduğudur.

    Ancak pıhtılaşmadaki birbirine bağlı işlemler bu kadarla da sınırlı değildir. Aslında akselerin de başlangıçta aktif olmayan proakselerin durumundadır. Peki bu proteini ne aktifleştirmektedir? Trombin! Fakat trombin hatırlayacağınız gibi bu zincirleme olayda, proakselerinin durduğu yerden daha aşağıdadır. Bu durumda akselerin üretiminde rol oynayan trombin, torunun anneannenin doğumundan önce var olmasına benzer. Ne var ki, Stuart faktörünün protrombini çok yavaş bir hızda kesmesi nedeniyle, kanda her zaman bir miktar trombin bulunmaktadır. (Michael Behe, Darwin's Black Box, New York: Free Press, 1996, s.85-90)

    Buraya kadar anlatılanlar pıhtılaşma ile ilgili son derece yüzeysel bilgilerdir. Ancak bu kısıtlı bilgilere rağmen, pıhtılaşma gibi hayatımız boyunca çok sık karşılaştığımız bir olayın ne kadar kompleks ve tasarım harikası olduğunu anlamak mümkündür. Onlarca parçanın birbirine bağımlı olarak işlev gördüğü ve bir tanesinin bile bir kez dahi görevini aksatmadığı bu sistemin tesadüfler sonucunda oluştuğunu öne sürmek ise, bir insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği en mantıksız, en akıl dışı iddiadır.

    Dahası, evrimciler canlıların aşama aşama evrimleştiklerini iddia ederler. Oysa, pıhtılaşma olayında da görüldüğü gibi, tüm proteinler ve enzimler, pıhtılaşmanın gerçekleşebilmesi için birbirine bağımlıdır ve biri olmadan diğerleri hiçbir işe yaramamakta, hatta canlının ölümüne neden olmaktadır. Dolayısıyla, canlının, diğer parçaların tamamlanmasını beklemek gibi bir şansı ve vakti olmayacak ve canlı yok olacaktır. İnsan evrimleşmemiştir. Şu anda ne görünüme sahipse, ne gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri varsa bundan milyonlarca yıl önce ilk ortaya çıktığında da bu özelliklere sahiptir. Bu da insanın bir anda Allah tarafından yaratıldığının açık delillerindendir.

    De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)




  • Deep hocam kızma yahu bilmediğim konuya karışmam.Bildiğim birşey var Allahın herşeyi yarattığı o kadar çok örnek varki saymakla bitmez bu arada okuduğum evrim veya mutasyonla ilgili şeyleride yazıyorumki tartışmalara bakıp bilgi sahibi olmak için benim için şöyle böyle demiyorum her bilgiyi araştırıyorum.

    quote:

    bora;

    miller deneyini tarihin raflarından indirmek sana mı kaldı....
    bilim dünysında itibar görmeyen bir deneydi O...
  • Evrim Teorisi Üzerine

    "Evrim Teorisi" ni en iyi anlatan, altı ciltlik "Dinozorların Sessiz Gecesi" adlı popüler bilim kitabının çevirmeni ve bu konuda bilgili olan Veysel Atayman'la "Evrim Teorisi" hakkında yapılan bir söyleşiden notlar:

    - Kansas Eyaleti'ndeki kararı, Evrim Teorisi'nin ders kitaplarından çıkartılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

    - Bunun arkasında ABD'nin en tutucu Protestan Kilisesi var. Uzun zamandır süren bir faaliyetin geçici bir sonucu. Yaradılış Teorisi gibi, Evrim Teorisi de, laboratuvarda gözlemlenemez ve tekrarlanamaz olduğu için alınmış karar. Evrim Teorisi'ni doğrulayıp duran uygulamaları unutuyorlar.

    Darwin'in bu teorisi hayatı açıklayan bir teori değil ki. O dönemin bilimine bakalım, Newton Fiziği, hareketsiz, statik bir Evren'e dayanıyor. Darwin, böyle bir bilimin içinden çıkıyor ve dönüşen bir Evren'den sözediyor. Müthiş bir paradigma dönüşümü, tabii ki bir teori ama, oradan çıkılarak atılan pratik adımlara bakmak lazım.

    - Türkiye'de de "Evrim Aldatmacası" adıyla okul önlerinde, sokaklarda ücretsiz dağıtılan bir kitapçık var. Bunun, Adnan Hoca çevresinin faaliyeti olduğu biliniyor, seminerler düzenliyorlar

    - Bu sözünü ettiğiniz broşürde benim çevirdiğim "Dinozorların Sessiz Gecesi" kaynak kitap olarak gösteriliyor. O çevre, kitabı hedef seçti. Tezlerine kanıt olarak kitabın içinden bir bölümü alıyorlar ama önü arkası yok. Evrim Teorisi'ndeki "rastlantı mı yoksa her şey baştan determine edilmiş mi" sorununu tam tersine, Tanrı'nın baştan itibaren planlı bir yaratım yaptığı ve rastlantının olamayacağı tezlerine argüman olarak sunuyorlar mesela. Oysa o bölüm, rastlantıyı yeniden yorumluyor; rastlantı nedir, nasıl anlamamız gerekir.

    Ama ben bu tartışmayı sürdürmeyi anlamsız, hatta zararlı buluyorum. Çünkü tartışma bilimsel değil, argüman çarpıtmaya dayalı ve o broşürün kendisi tamamiyle hurafelerden ibaret. Karşınızdaki sorular bilimsel olmadığı zaman cevaplamanız mümkün değil. Bilim alanını terkedip "Yaratıcı olmasaydı bunlar nasıl olurdu" gibi metafizik sorular soruyorlar.

    Bir dünya görüşü için mümkün bu ama bilim için değil. Bilimin alanında kalmak zorunda olduğunuzda soruları hiçbir zaman "Niçin" diye soramazsınız, "Nasıl" diye soracaksınız. Yani bu mekanizma nasıl işliyor, nasıl gelişmiş, hangi ilkelere, hangi yasalara göre çalışıyor gibi.

    Bir de mevcut ilişkilere bakıp nereye doğru gidiyor diye bakabilirsiniz, ya da bir amacı var mı yok mu. Ama bunların dışında, hidrojen niye patladı, patlamasaydı ne olurdu. Teorik olarak mümkün, teorik olarak bu hidrojen patlamayabilirdi, daha doğrusu dönüşmeyebilirdi. Öyle bir Evren de olabilirdi, ama patladı ve bu olgu var, biz bu olgunun bilimsel ilkelerini bulmak zorundayız.

    Bunun karşısına hep "bunun bir nedeni olmalı" sorusu çıkarılıyor. Olabilir, ama o bir inanç dünyasının parçası. Hatta bana kuvvet veriyorsa inanabilirim de.

    Bilimsel düşünme alışkanlığı olmadığı sürece, bu tür karşı atakların zemin bulması çok kolay. Daha da önemlisi; birileri çıkıp "Evrim yoktur" diyor, gündemi belirleyiveriyor. Bırakalım söylesinler, hatta kendilerine bir ayakta durma gücü veriyorsa inansınlar. Ama eğer bilimsel alanı terketmek istemiyor, ciddi sorular sorup düşünceler üretmek istiyorsak, o gündemlerin peşine takılmamamız gerekiyor.

    Buna karşılık, birçok yerde de toplantılar düzenleniyor, "evrim kursları" açılıyor örneğin; bu bana yaradılışçıların düzenlediği toplantılardan daha tuhaf geliyor. Dil kursu olur, elektronik kursu olur, ama evrimin kursu olur mu? Böyle yaparak, o yapay gündeme takılmış oluyoruz. Niye savunmaya geçeceğiz? Neye karşı?

    Evrim Teorisi'nin binlerce kanıtı var, mesela gen teknolojisi. İnsanlar, evrimin biriktirdiği bilgi ve deneyimleri depoladığı bir yer olması gerekir diye düşündükleri için DNA'yı bulabildi. Gen, hem evrimin sonucu hem de kanıtıdır. Bugün genbilim varsa, gen tedavisinde dev gibi adımlar atılıyorsa bu, evrim bilindiği için oluyor.

    Genlerdeki enformasyon, tarihsel olarak birikmiş enformasyon. Hamilelikte olduğu gibi; dört aylık sürede bütün bir evrimi yaşıyorsunuz, adeta birileri belge bırakmış size. Balık embriyosu halinizi, solungaçlı halinizi yaşıyorsunuz; ta ki insan haline gelinceye kadar.

    Buralara bakın, işte buralardan geçtik diyor, bir çeşit hafıza. DNA da bu anlamda bir fosil; bilgi fosili. Ya da üç kategorik ayrımdan oluşan insan beyni: Alt, orta ve üst beyin. İlk ikisinin evrimsel görevi gerilemiş. Üstteki ise bugünkü hayatımızı kontrol ediyor. Bunların aralarında garip bir koordinasyon var ama alttaki iki beynin faaliyetleri bastırılmış durumda, geri planda duruyor ve zaman zaman ortaya çıkıyor. Burada da evrimi ele veren muazzam ipuçları var ve bunların inkârı imkansız. Bunlar var ve kanıtlanmış durumda. Nesini tartışacağız?

    - Evrim bilgisi bilime nasıl açılımlar getiriyor?

    - Mesela, eğer insan hâlâ orta beynin kontrolündeyse, karanlıkta ürkmek, yalnız yürürken arkamızda birini hissetmek gibi eski hayatımızdan kalan parçalar bizi etkiliyorsa; bunların bize nasıl bir hayat anlamı verdiği, kendimizi nasıl göreceğimiz, gerçekten özgür olup olmadığımız, insandan ne umulabilir gibi yüzlerce problem çıkarılabilir bu bilgiden.

    Acaba insan gerçekten içgüdülerini tamamen kontrol edebilen, özgür olabilen bir varlık mı, yoksa orta beynin kontrolü sandığımızdan fazla mı? Kimi teorisyenler, bunun çok fazla olduğunu, insanın neredeyse tam bir hayvan olduğunu söylüyor. Dolayısıyla toplum modelleri oluştururken bile bu bilgiler bize lazım.

    - Yaradılış Teorisi, insanın en mükemmel yaratık olduğunu söylüyor.

    - Evrimin çok genel bir ilkesi var; gelişme, tarihin bu anında, bugünkü koşullarda ayakta kalabilmek için ne kadar gerekiyorsa o kadar olan, optimal bir gelişmedir. Bugün biz birçok sese sağır, birçok görüntüye körüz. Tarihin bu aşamasında, bu koşullarda yaşamak için kalbi şu kadar çarpabilen, kanını ancak şu kadar soğutabilen bir türüz. Hani idealdik, yaratılabilecek en uç, en optimal durumduk?

    Değiliz. "Dinozorların Sessiz Gecesi" nde bir örnek vardı; bir kene, dalın üstünde 31 - 32 yıl hiç yemeden içmeden oturuyor; ağacın altından geçecek bir sıcakkanlı hayvanın çıkardığı tereyağ asidi kokusunu duyuncaya kadar. Duyunca da hayvanın üstüne atlıyor, yumurtalarını bırakıyor ve ölüyor. Şimdi hangimiz daha mükemmeliz, o kenenin orada duruş amacı ne? Buralardan inanılmaz sonuçlar çıkabilir. Belli bir perspektiften, kene bizden çok daha dayanıklı.

    - Yaradılış teorisyenleri rastlantıyı da reddediyor.

    - Ünlü bir İngiliz örneği vardır; "Kaç yüz maymun kaç yüz daktiloda rastgele vurduğunda bir Shakespeare sonatı çıkar ortaya" diye sorar; çıkmayacağı için de hayatın arkasında Tanrı'yı bulur. Hayat sadece bu yaşadığımız biçimiyle olmak zorunda olsaydı ve gelişmenin amacı bu hayatı bulmak olsaydı, evet. Ama hayat ortaya çıkan şeyin adıysa, o zaman yeni bir rastlantı anlayışı lazım.

    Yani maymunlar da bir sonat yazabilir ama Shakespeare sonatı değil. Yaradılışçılar burada da çarpıtma yapıyor. Rastlantı, mevcut potansiyel kümelerin içinden, olabilecek bir tanesinin ortaya çıkmasıdır. Bir yığın potansiyel küme var, başka bir gezegende, başka bir evrende başka bir potansiyel küme oluşmuştur; belki de başka bir evrende silisyum üzerine kurulmuştur hayat. Hayatın bu şekilde olması gerektiğini nereden çıkarıyorsunuz? her şey böyle bir planlamanın olmadığını gösteriyor; hâlâ değişiyoruz, zaten nihai bir plan yok.

    Bir bilim adamı "Evrimde bilincin ortaya çıkması, bir amaç olsaydı en tehlikeli şey bu bilinci insana yüklemekti, evrimin aklı başında olsaydı bilinci yumuşakçalara yüklerdi, daha garantili olurdu, çünkü insan en dayanıksız canlı" diyor.

    Gerçekten de evrimde bir amaç okuyamıyorsunuz. Örneğin siz, Kuledibi'nden Karaköy'e gitmek için Taksim'e uğrar mısınız? Dümdüz aşağı inersiniz. Ama evrim, Haydarpaşa'ya, oradan da Karaköy'e gidiyor. Haydarpaşa'ya niye gidiyor?

    Gidiyor ama Haydarpaşa'ya giderken attığı adımları topluyor, enformasyon olarak, biçim olarak bir yere yığıyor. Burada karşınıza yepyeni bir rasyonalite çıkıyor: Sınama, yanılma. Yüzlerce hatayı belli bir aşamada bir buluş, bir yetenek olarak önümüze koyuyor ve buradan yepyeni bir anlayış çıkıyor: Bir amacı yok, amacını yolda üretiyor.

    Evrim Teorisi'nin getirdiği bütün ilkeler inançların mitoslarını çok sarsacak ilkeler. Mesela, optimal mükemmeli temsil etmiyorsak, bu çok önemli. Bir kene bizden, başka anlamlarda daha sağlam daha dayanıklı ise, bunun sonuçları var.

    Sanıyorum inanç dünyası gen teknolojisinin geliştiği bir dünyaya çok erken yakalandı. Yarın sarışın bir çocuk sahibi olmak için hastaneye giden inançlı bir ailenin sistemini, bu yeni durum nasıl etkileyecek? Tarihsel dinler dönüşümü yapamadı, bence onun sancısını çekiyor.

    Yetiştiğimiz koşullar, eğitimimiz, kültürümüz "Evrim kendi kendini organize eder" gibi bir kavrayışı anlamamıza engel. Hemen "Neye göre" sorusunu soruyoruz, "amacı ne?" Oysa organizasyonun kendisi, kendi amacı zaten.

    Aynı soruyu ben de sorayım; cevabı siz verin, hangi amaca doğru gidiyoruz ve eğer amaç belli idiyse niye milyarlarca yıldır oralara buralara gidiyor; iki tür atlayıp doğrudan bugüne gelmedi? Canı sıkılan biri oyun mu oynuyor? Peki o zaman bu oyunu kiminle oynuyor?
    1




  • quote:

    Orjinalden alıntı: _ShineOn_

    evet.. dünyanın ağırlığı 1027 gram.. ben de 4 nanogram fln mı oluyorum bu durumda?? bizim tartı yanlış tartıyomuş demek ki

    yaw cevap veresim var ama bu kadar komik bi yazıya cevap verirsem kendimi de komik bi duruma düşürücem..


    YAZILANLARI NASIL KULAK ARKASI İLE OKUDUĞUN BELLİ OLUYOR SHINE KENDİNE GÖRE GÜZEL BİR NOKTA YAKALAMIŞSIN . TEBRİK ETMEK LAZIM.

    AMA BİR DÜŞÜN DÜNYANIN AĞIRLIĞI ACABA 1027 GR OLABİLİR Mİ? DİYE

    EVET HAKLISIN OLAMAZ.

    O KADAR DİKKATSİZ OKUMUŞSUN Kİ KAİNATTAKİ ATOM SAYISININ
    0.88x1079 ADET OLDUĞUNU GÖZDEN KAÇIRMIŞSIN...

    NE DİYEYİM BİLMEM Kİ ... ACABA BİRAZ DİKKATLİ OKUSAN O HATANIN NEDEN KAYNAKLANDIĞINI BULAMAZMIYDIN....

    1027 GRAM YAZISI KOPYALA YAPIŞTIR DA FORUMUN BİR ÖZELLİĞİ OLARAK ÜSLÜ GÖZÜKMEMESİNDEN KAYNAKLANIYOR.

    YANİ O RAKAM 1027 DEĞİL 10 ÜZERİ 27

    YİNE DE HATA BENDEN KAYNAKLANIYOR ...




  • bora;

    Buraya kadar anlatılanlar pıhtılaşma ile ilgili son derece yüzeysel bilgilerdir. Ancak bu kısıtlı bilgilere rağmen, pıhtılaşma gibi hayatımız boyunca çok sık karşılaştığımız bir olayın ne kadar kompleks ve tasarım harikası olduğunu anlamak mümkündür. Onlarca parçanın birbirine bağımlı olarak işlev gördüğü ve bir tanesinin bile bir kez dahi görevini aksatmadığı bu sistemin tesadüfler sonucunda oluştuğunu öne sürmek ise, bir insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği en mantıksız, en akıl dışı iddiadır.

    Dahası, evrimciler canlıların aşama aşama evrimleştiklerini iddia ederler. Oysa, pıhtılaşma olayında da görüldüğü gibi, tüm proteinler ve enzimler, pıhtılaşmanın gerçekleşebilmesi için birbirine bağımlıdır ve biri olmadan diğerleri hiçbir işe yaramamakta, hatta canlının ölümüne neden olmaktadır. Dolayısıyla, canlının, diğer parçaların tamamlanmasını beklemek gibi bir şansı ve vakti olmayacak ve canlı yok olacaktır. İnsan evrimleşmemiştir. Şu anda ne görünüme sahipse, ne gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri varsa bundan milyonlarca yıl önce ilk ortaya çıktığında da bu özelliklere sahiptir. Bu da insanın bir anda Allah tarafından yaratıldığının açık delillerindendir.

    De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)



    bu yazı bile tek başına evrimdeki mantık hatasını gösterebiliyor.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    bora;

    Buraya kadar anlatılanlar pıhtılaşma ile ilgili son derece yüzeysel bilgilerdir. Ancak bu kısıtlı bilgilere rağmen, pıhtılaşma gibi hayatımız boyunca çok sık karşılaştığımız bir olayın ne kadar kompleks ve tasarım harikası olduğunu anlamak mümkündür. Onlarca parçanın birbirine bağımlı olarak işlev gördüğü ve bir tanesinin bile bir kez dahi görevini aksatmadığı bu sistemin tesadüfler sonucunda oluştuğunu öne sürmek ise, bir insanın hayatı boyunca karşılaşabileceği en mantıksız, en akıl dışı iddiadır.

    Dahası, evrimciler canlıların aşama aşama evrimleştiklerini iddia ederler. Oysa, pıhtılaşma olayında da görüldüğü gibi, tüm proteinler ve enzimler, pıhtılaşmanın gerçekleşebilmesi için birbirine bağımlıdır ve biri olmadan diğerleri hiçbir işe yaramamakta, hatta canlının ölümüne neden olmaktadır. Dolayısıyla, canlının, diğer parçaların tamamlanmasını beklemek gibi bir şansı ve vakti olmayacak ve canlı yok olacaktır. İnsan evrimleşmemiştir. Şu anda ne görünüme sahipse, ne gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri varsa bundan milyonlarca yıl önce ilk ortaya çıktığında da bu özelliklere sahiptir. Bu da insanın bir anda Allah tarafından yaratıldığının açık delillerindendir.

    De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)



    bu yazı bile tek başına evrimdeki mantık hatasını gösterebiliyor.


    Yeter ama yaa .. Sacmala kendini küçük düşür. Sana yukarda bir sürü örnek verdik, bulunan fosiller. Seni adamdan sayıp buraya sana birşey açıklamak için yazı yazanlarıda aptal yerine koyuyorsun devamlı. İnkar et bu fosilleri, inkar et yazılanları. At gözlükleri takıp dolaş etraftaki aman bir gün o fosillerden birinin yanından geçersen görmedim yok öyle birşey diyebilesin.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: MuratOzsay

    Yeter ama yaa .. Sacmala kendini küçük düşür. Sana yukarda bir sürü örnek verdik, bulunan fosiller. Seni adamdan sayıp buraya sana birşey açıklamak için yazı yazanlarıda aptal yerine koyuyorsun devamlı. İnkar et bu fosilleri, inkar et yazılanları. At gözlükleri takıp dolaş etraftaki aman bir gün o fosillerden birinin yanından geçersen görmedim yok öyle birşey diyebilesin.



    YAZI BORA NIN DİKKATİNİ ÇEKERİM.......

    bilimsel zeminde konuşamıyorsan bari hakaret etme




  • "Kardeşim!! benim amacım yeni bişeyler öğrenmek değil!!! sizi madara edip kendi yoluma getirmek!! sizin söylediklerinizin doğru olma ihtimali yok! benim dediklerim ise kesinlikle doğru! yola gelin de beni dinleyin"

    shine ben bu manayı hala kendi mesajlarımda bulamadım. Lütfen nereden o anlamları çıkardığınızı gösterir misiniz?

    Saygılar...
  • Yararlı mutasyonlara örnek bir olay aşağıda verilmiştir.

    İngiltere’de 1850’lerde Manchester’da bir yörede ağaçlar açık renkliydi, dolayısıyla bu ağaçlar üzerinde yaşayan açık renkli kelebekler bu kelebeklerce beslenene kuşlara kolay yem olmuyorlardı. Ancak sanayileşmenin etkisiyle ağaçların kabukları grileşti. Dolayısıyla beyaz renkli kelebekler kolay görünebilir hale gelecekti ama aynı sıralarda meydana gelen rasgele bir mutasyondan ötürü kelebeklerin kanatları da koyulaştı, dolayısıyla yine ağaçlar üzerinde görünmemeye başladılar ve kolay yem olmadılar, bu da türlerini devam ettirmelerini sağladı. Gördüğünüz gibi bu mutasyon daha önce gerçekleşmiş olsaydı, kesinlikle zararlı bir etkisi olacaktı ve bu kelebeğin soyu tükenecekti ama çevre de zaten değişmiş olduğundan bu mutasyon yararlı bir etki gösterdi. Yani normalde zararlı etkisi olabilecek bir mutasyon yararlı olarak da etki yapabiliyor.




  • Evrimi Yönlendiren Mekanizmalar
    Prof. Dr. Ali Demirsoy


    Evrimin önemli ham malzemelerinden biri mutasyonlardır. Mutasyonu açıklamadan önce modifikasyon (ya da diğer adıyla varyasyon) tanımını doğru yapmak gerekir. Modifikasyon, çevre koşullarının etkisiyle canlının genetik yapısındaki şu ya da bu genin zorunlu veya tercihli olarak uyarılması ya da işlevlerin teşvik edilmesi-güçlendirilmesi sonucunda dış görünüşünde (fenotip) ortaya çıkan kalıtsal olmayan değişikliklerdir. Çoğu yayında bunlara kalıtsal olmayan varyasyonlar denir. Evrimsel önemi pek yoktur. Bir çiçeğin farklı sıcaklıklarda farklı renkli çiçek açması, iyi ya da kötü beslenen bir insanın kilosunun fazla ya da eksik olması, değişik sıcaklıklarda yetiştirilen böceklerin farklı renkli olması gibi durumlar, kalıtsal olmayan modifikasyon örnekleridir. Kalıtsal olarak aktarılabilen değişiklikler ise iki ana grupta toplanır

    1) Nokta mutasyonları: Başta morötesi, yüksek enerjili X, gama, alfa ve beta ışınları olmak üzere; kimyasal maddeler ve fiziksel etmenler DNA'nın yapısını doğrudan etkileyebilir. En azından DNA'nın yapısındaki tek bir bazın farklılaşmasını sağlayabilir. Bir bazın değişmesi, bazın kromozom üzerindeki yerine göre, canlıya yeni bir özellik, üstünlük sağlayabilir. Bunlara yararlı mutasyonlar denir. Buna karşılık, enzimlerin aktif merkezlerine isabet eden bir değişiklik, canlının üzerinde öldürücü ya da yaşamsal işlevleri azaltıcı etkiye sahip olabilir.

    Canlılığın evriminde lokomotif görevi üstlenen mutasyonlar "nötr" olanlardır. Bunlar proteinlerin belirli amino asitlerini değiştirirler. Bunlar canlının yaşamı üzerinde belirgin yararı ya da zararı olmayan değişikliklerdir. Ortam değiştiğinde o güne kadar etkisiz olan bu mutasyonlar, yeni ortamda canlının ayakta kalabilmesini sağlayabilir. Örneğin hiç antibiyotikle karşılaşmamış bir bakteri kolonisinden bazı bireyler antibiyotikli bir ortamda yaşamaya devam edebilirler. Bu bakterilerde meydana gelmiş nötr mutasyonlar, daha önceleri kendilerini belli etmeseler dahi, bakterileri antibiyotiklere karşı dirençli hale getirmictir.

    2) Birçok canlı, birçok kitapta mutasyon olarak adlandırılmasına karşın doğru adıyla, kromozom değişimleri ile farklı özelliler kazanır. Yani kromozomların yapısında ya da kromozom sayısında değişiklikler olabilir. Bu sayıda değişme ya aynı türün kromozomunun katları şeklinde (n, 2n, 3n, 4n, 8n ...) artma ya da kromozomlarının tek tek bir veya iki artıp-azalması (2n+1, 2n+2, 2n-1 ...) şeklinde, ya da farklı bir türle döllenmesiyle ortaya çıkar. Bu yeni kombinasyonların bazıları verimlidir; çünkü kromozom ayrışımı sağlanır. Bazen de, katırda olduğu gibi, verimsizdir. Bu yolla çok değişik bitki formları elde edilmiştir.

    Kararli ve kararsız populasyonlar dünyanın jeolojik, coğrafi ve iklimsel değişimine bağlı olarak, her dönemde vardı. Dünyadaki değişiklikler, bazı türlerin genetik kombinasyonunun kararlı kalmasını sağlar, bazen de onların darmadağın olmasına yol açar. Birçok tür uyum yapabilme yeteneğini artırabilmek için, herhangi bir özellik üzerinde birden fazla gen çiftinin etki göstermesini sağlayacak kalıtsal bileşime sahip olabilir. Bunların bir kısmı aynı özelliğin aşama aşama güçlendirilmesi şeklinde olabilir (boy uzunluğunu saptayan genler). Bazıları bir özelliğin değişik karakterleri şeklinde ortaya çıkmasını sağlayabilir (A, B, O kan grubu). Bazıları iki farklı özelliğin değişik kombinasyonları şeklinde etkiye sahip olabilir. Bir türe ait genlerin toplamına gen havuzu denir. Bir havuzda aynı özellik üzerine etki eden birden fazla gen bulunsa da, kural olarak bir bireyde bunlardan yalnız bir çifti bulunur (kan gruplarında olduğu gibi). Yaşam ortamındaki koşullar eğer kararlı haldeyse, bu havuzdaki genler belirli bir süre içerisinde o günkü çevre koşullarına en fazla uyum sağlayacak şekilde kararlı bir yapı oluşturur. Bunlara kararlı populasyonlar adı verilir. Dünyada böyle bir populasyon hiçbir zaman tam olarak oluşmamıştır. Böyle bir kararlı populasyonda kuramsal olarak nokta mutasyonu ya da kromozom değişimi olmamalıdır. Doğal koşullar şu ya da bu özelliğin (genin) ortadan kalkmasına ya da yayılmasına neden olacak bir etki yaratmamalıdır. Populasyona, farklı gen frekansına sahip bir başka populasyondan göç olmamalıdır. Benzer şekilde, populasyon içerisinden gen frekansını değiştirecek şekilde, dış ortama herhangi bir göç olmamalıdır. Üreme davranışında, özel bir karakteri daha yaygın duruma getirecek eşeysel seçim olmamalıdır. Hiç bir özelliğin özel olarak seçilmediği ya da elenmediği, döller boyunca genlerin frekansının sabit kaldığı, yeterince büyük olan (eğer populasyon küçük ise frekanslar hızla değişebilir) populasyonlarda, genlerin frekansının toplamı 1'dir ve böylece, kuramsal olarak tüm frekansların sabit olduğu bir populasyon elde edilir.

    Daha önce evrimin ham malzemeleri olarak adlandırılan süreçler, her koşulda populasyonun kararlılığını bozarlar. Ancak evrimsel ham malzeme hiç var olmamış olsaydı bile, populasyonun kararlı kalmasını sağlayan koşullardan birinin ya da birkaçının değişmesi evrime yol açabilirdi.

    1) Koşulların değişmesi: Dünyanın başlangıcından bu yana, iklimde, coğrafi yapıda, hatta biyolojik yapıların diğer unsurlarında (örneğin. av-avcı ilişkisi) meydana gelen (ve gelecek olan) değişiklikler, kararlı diye tanımladığımız populasyonların üzerinde bazı genlerin daha çok seçilmesini sağlayabilir. Zaman içerisinde o genlerin frekansları başlangıç değerlerinden farklılık gösterir. Örneğin bir özellik % 1 oranında tercih ediliyorsa ve o tür senede bir defa döl veriyorsa, kaba bir hesapla en geç 100.000 yıl içerisinde bu frekansın % 99 a ulaşması demektir. Bir tür, yaprakbitleri gibi, senede birden fazla döl veriyorsa, süre 10.000 yıla düşer. İşte kısa yaşayan, çok döl veren populasyonların hızlı evriminin nedeni buna dayanır. Doğal koşullar, bazen bir populasyondaki aşırı uçları eleyerek, orta kısımdakileri daha şanslı kılabilir. Bu genellikle kararlı populasyonlardaki temel işleyiş şeklidir. Bazen doğal koşullar o populasyonlardaki özelliklerin iki aşırı ucunun seçilmesini, ortalamaların ayıklanmasını da sağlayabilir. Buna parçalayıcı değişim denir. Dünyadaki kıtaların kayması, ormanlaşma, çölleşme, stepleşme, tarım arazisine dönüşme gibi fiziksel ve kimyasal değişimler belirli bir doğal seçilim baskısı ortaya çıkarır. Bir tarım arazisine uygulanan ilaçlamanın bile seçilim baskısında etkisi vardır. Birçok gen pleitropiktir, yani canlının birden fazla özelliği üzerinde etkilidir. Doğal seçilim bu özelliklerden birinin yararına, diğerinin zararına da çalışabilir. Sonuçta evrimsel yönlendirilme pleitropik genin kontrol ettiği özelliklerin seçilmesine ya da elenmesine, seçiliminin cebirsel toplamına eşit olur. Örneğin çok tipik olan orak hücreli anemide S geni, bir taraftan oksijen bağlanmasını kısıtlarken, diğer yandan sıtmaya karşı dayanıklılık sağlar. Sıtmanın yaygın olduğu ortamda, doğal seçilim bu ikisinin cebirsel toplamına göre yönlendirilir. 100 bireyin 60'ı sıtmadan; bu gen olduğu zaman da 50'si oksijensizlikten ölüyorsa, o zaman % 10'luk bir kesim avantajlı olduğundan, bu gen o populasyonda korunur. Ortamdan sıtma mikrobu yok edilirse (ya da tersine yaygınlaşırsa) frekans değişir. Bu genin frekansı sıtmalı bölgelerden sağlam bölgelere gidildikçe azalır. Doğal seçilimin etkisinin artırılması, populasyondaki gen çeşitliliğini de artırır. Dolayısıyla parça değişimi, mutasyon her ne kadar populasyon kararlığını karıştırırsa da, doğal seçilim için uygun bir zemin oluşturması nedeniyle evrimsel çeşitlenmede lokomotif görevi yapar. Mutasyonların ve rekombinasyonların fazla oluşması, populasyonun kararlılığını bozacağı için negatif etki yapar. Az oluşması çeşitlilik bakımından seçeneği azaltacağı için etkisi olumsuzdur. Bu nedenle her tür için doğal koşullarda yeterince mutasyon meydana getirecek ve seçilime uğratacak bir düzenek kurulmuştur. Farklı yaşam ortamlarında doğal seçilim baskısı farklı şekilde yürütüldüğünden, zaman içerisinde hem o ortama uygun canlı türleri oluşmuş hem de yaşam ortamları ortaya çıkmıştır.

    Morötesi ışınlar bilinen mutasyona yol açan en etkili faktörlerden biridir. Yükseklere doğru çıkıldıkça mor ötesi ışınların etkisinin artmasıyla birlikte mutasyon oranında da artmalar ortaya çıkar. Ayrıca dağların tepesine doğru çıkıldıkça, yaşam ortamındaki çeşitlilik de artar. Yani doğal seçilim baskısı çeşitlenir. Yükseklere doğru çıkıldıkça tür çeşitliliğinin artması bu nedenden ötürüdür. Bununla birlikte, yaşam koşullarının aşırıya doğru kayması, türlerin yaygınlaşmasına ya da sıklığının artmasına engel olur. Buna karşılık toprak altında yaşayan ya da çoğunlukla gececi olan (güneş ışınlarından kaçan) birçok hayvan türü ilkel özelliklerini korumuşlardır. Akreplerin uzun yıllardan beri değişmemelerinin nedeni budur.

    2) Populasyon içine ya da dışına göç: Göç, kararlı populasyonların bozulma nedenlerinden biridir. Aynı türe ait, bazı özellikleri bakımından farklı gen frekansına sahip bir topluluk, herhangi bir yolla bir populasyonun içerisine girerse, o populasyonda bir dalgalanmaya ve frekans değişimine neden olur: Örneğin Türk toplumunda mavi göz frekansı % 16, Almanlar'da % 81'dir. Her döl başına (bu, insan soyunda 30-50 yıldır) ne oranda bir göçün gerçekleştiğini ve her iki populasyonun ne miktarda çiftleştiğini biliyorsak, bu sayılardan yola çıkarak, gelecekte, bu populasyonlardaki mavi göz geninin frekansının nasıl değişeceğini öngörebiliriz.

    Eğer bir populasyon içerisinde, deme, ırk gibi küçük grupların herhangi bir nedenle populasyon dışına göçü sağlanırsa, toplam populasyon frekansında yine önemli değişmeler meydana gelebilir. Doğal populasyonların hiçbirinin sabit kalması mümkün değildir. Çünkü dış ve iç göç engellenemez.

    3) Genetik Sürüklenme: Bir populasyon yeterince büyükse, kararlı yapısını koruyabilir. Gen frekansları yönünden ait olduğu populasyondan önemli ölçüde farklı olan, küçük bir birim, o populasyondan ayrılıp, yeni bir populasyonun kurucusu olarak görev yaparsa, zaman içerisinde yeni populasyonların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin Anadolu'da % 80 mavi gözlü olan bir köy (normal frekans %16) bulunduğu yerden sürülüp herhangi başka bir yere yerleştirildiğinde, yeni populasyon ana populasyondan mavi göz geninin frekansı bakımından büyük ölçüde farklı olacaktır.

    4) Eşey Seçimi: Kural olarak canlılarda, erginliğe ulaşmış bireylerin bir araya gelmeleri ve çiftleşmeleri aynıdır. Kuramsal olarak her bireyin çiftleşme şansı eşittir. Fakat gametlerde, kalıtsal yapıya bağlı olarak ya da olmayarak, hareket yeteneğinde ve çekici kimyasal maddelerin yapısında değişiklik olursa gamet seçilimi olur. Ancak en önemli eşeysel seçilim, ergenlik dönemindekidir. Bunun nedeni kalıplaşmış davranışlardır (imprinting behaviour). Biyolojik çeşitliliğin korunabilmesi için erkek ve dişi geçişlerinin tam olarak ayrılması ve özelliklerin kesin olarak farklılaşması gerekir. Bunun için de özellikle yalnızca rekombinasyon meydana getiren, çoğunlukla bunun ötesinde başka önemi olmayan, yavru bakımıyla ilgilenmeyen erkeğin güçlendirilmesi daha iyi sonuçlar verir. Dişilerin zemine uygun, gösterişsiz, parlak renklerden arınmış, abartısız bireyler olarak kalması; buna karşılık erkeklerde göze çarpıcı, ancak doğal tehlikelere de açık ikincil eşey özelliklerinin ortaya çıkması sağlanmıştır. İkincil eşeysel özelliklerin gösterimi ile erkeklik genlerinin diziliminin gücü arasında doğrusal bir ilişki mevcuttur. Canlılar aleminde basitten gelişmişe doğru gidildikçe, sağlam genetik yapının bir ifadesi olarak sağlam fiziksel yapının seçilmesi için, aynı eşeyin bireyleri arasında (çoğunlukla da erkekler arasında); kavgalar, danslar gittikçe güçlenmiştir. Bu gösteri sırasında bugün biyolojik olarak çok defa anlam taşımayan renk-şekil-ses özellikleri, kalıplaşmış davranış şekliyle seçilmiştir. Günlük yaşamımızda da kalıplaşmış davranış hiçbir nedeni olmadan işlev görür. Herhangi bir erkeği/kızı sevmemiz ya da ilk defa karşılaşılan bir insanı itici görme davranışı tamamen kalıplaşmış davranıştır. Sonuç olarak bir populasyonda eşeyler, birbirini rastgele seçer desek de, insanlarda ve birçok populasyonda belirli özelliklere sahip bireylerin, belirli özelliklere sahip bireylerce seçildiğini görürüz. Bu da populasyonun bir anlamda dallanması demektir.

    5) Aşırı uçların ayıklanması: Tüm canlılarda, her ne yolla olursa olsun yeni özellikler o türün geleceğini tehlikeye atmayacak kadar teşvik edilir. Fakat doğal seçilimle aşırı uçlar çoğunlukla ayıklandığı için sonuçta dengelenmiş polimorfizm dediğimiz, o ortam için en uygun boyutlar elde edilir. Örneğin, insan beyninin büyümesi, başarısı için koşuldur. Fakat sürekli büyümesi teşvik edilen kafanın, ananın çatı kemiğinden geçememesi de söz konusudur. Bu nedenle ananın simfis açıklığı, kafa büyüklüğünün optimum olmasını sağlamıştır. Başka bir örnek ise, kavakların güneşe ulaşmak için boylarını sürekli uzatmalarının, uzun boylu kavakların rüzgârla devrilme seçilimiyle dengelenmesidir. Bu nedenle her bölge için optimum (rüzgar-güneş ilişkisi) boy belirlenir. Biz geniş bir populasyonda en uzun kavağı elde etmek istiyorsak derelere, en kısa olanı istersek dağlara gitmeliyiz.

    6) Coğrafi izolasyon: Populasyonlarda genetik çeşitlenme, eşey seçilimi, doğal seçilim olsa da, zaman içerisinde kalıtsal yapının alt tür, tür düzeyinde farklılaşması için, belirli bir süre etkin bir şekilde işlev yapan yalıtım sistemine gereksinim vardır (kara canlıları için su, suda yaşayan canlılar için kara, sıcaklık, kimyasal feromonlar, ses vs.). Bunun en etkin yolu coğrafi yalıtımdır. Coğrafi yalıtım yeterli süre etkili olamamışsa, farklı populasyonlar tekrar bir araya gelebilir. Yalıtılmış populasyonlar arasında sınırlı da olsa gen akışı meydana gelirse alt türler oluşur.

    Dünyada çoğunlukla doğal koşulların değişimiyle ve buna bağlı olarak doğal seçilimle, ortaya çıkan fenotipler arasında belirli bir denge söz konusudur. Ancak koşullar sürekli şiddetini artıracak şekildeyse ve o koşulların etkisi

    altında kalan canlının kalıtsal yapısı bu değişimi karşılayacak kalıtsal çeşitlilikten yoksunsa, o tür ortadan kalkar. Kalıtsal varyasyonlar bu değişimi karşılayacak yeterlilikte değilse, bu canlının izleyeceği iki ana yol vardır:

    Canlı bu koşullardan uzaklaşmak için göç edebilir; küçük ve uygun koşulları barındıran sığınaklara kaçabilir. Populasyonun bir kısmı göç olanağını bulurken, diğer kısmı doğal seçilimle başka bir türe (türlere) dönüşmek suretiyle varlığını sürdürebilir. Biri tükenme, diğeri ise evrimdir.

    Anadolu bu nedenle tür, alt-tür ve ekotip bakımından bir cennet durumuna ulaşmıştır. Dileriz ki yetkililer ve kamu, bu hazineyi yeterince koruyabilir ve değerlendirebilir.


    Kaynaklar:

    Demirsoy, A., Kalıtım ve Evrim, Ankara, 1996

    Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları, Ankara, 1998

    Starr, C., Taggart, R., Biology, Belmond, 1995




  • quote:

    Canlılığın evriminde lokomotif görevi üstlenen mutasyonlar "nötr" olanlardır. Bunlar proteinlerin belirli amino asitlerini değiştirirler. Bunlar canlının yaşamı üzerinde belirgin yararı ya da zararı olmayan değişikliklerdir. Ortam değiştiğinde o güne kadar etkisiz olan bu mutasyonlar, yeni ortamda canlının ayakta kalabilmesini sağlayabilir. Örneğin hiç antibiyotikle karşılaşmamış bir bakteri kolonisinden bazı bireyler antibiyotikli bir ortamda yaşamaya devam edebilirler. Bu bakterilerde meydana gelmiş nötr mutasyonlar, daha önceleri kendilerini belli etmeseler dahi, bakterileri antibiyotiklere karşı dirençli hale getirmictir.


    bu nokta mutasyonlar ile yeni bir türün oluşumu mümkün olabilir mi acaba?
    mesela ilk sinek olsun. ve nokta mutasyon geçirsin. ne olur belki sineğin rengi veya boyu gibi birkaç özelliği değişebiir ama sinek yine sinektir değil mi?

    acaba bu mötr mutasyonlar ile bir BAL ARISININ olması mümkün müdür?
    işte bu soruya evet demek içiin sinek ve arının DNA yapısına bakmak gerekir.

    DNA larında 1 milyon adet baz bulunduğunu ve bunlardan da yüzde 97 sinin farklı olduğunu düşünelim. o zaman bizim bir karasineğin 30 000 adet nokta mutasyonu geçirmesi gerekmez mi?

    bu nokta mutasyonları ile arı balı gibi şifa kaynağı olan gıdayı temin etmek sıfıra yakın bir ihtimal olmaz mı?


    quote:

    2) Birçok canlı, birçok kitapta mutasyon olarak adlandırılmasına karşın doğru adıyla, kromozom değişimleri ile farklı özelliler kazanır. Yani kromozomların yapısında ya da kromozom sayısında değişiklikler olabilir. Bu sayıda değişme ya aynı türün kromozomunun katları şeklinde (n, 2n, 3n, 4n, 8n ...) artma ya da kromozomlarının tek tek bir veya iki artıp-azalması (2n+1, 2n+2, 2n-1 ...) şeklinde, ya da farklı bir türle döllenmesiyle ortaya çıkar. Bu yeni kombinasyonların bazıları verimlidir; çünkü kromozom ayrışımı sağlanır. Bazen de, katırda olduğu gibi, verimsizdir. Bu yolla çok değişik bitki formları elde edilmiştir.


    kromozom sayılarının değişmesi ile ne tür sonuçlar çıkar acaba?
    ben örnek vereyim

    1. Klinefelter sendromu: Embriyo 44+XXY (47) kromozom setini taşıdığında ortaya çıkan bu sendrom sonucunda uzun boylu, uzun kol ve bacaklı, dişi eşey karakterlerini gösteren, kısır ve zeka engelli bireyler gelişir.

    2. Üçlü dişilik sendromu: Embriyo 44+XXX (47) kromozom setini taşır. Kısırlık ve zeka geriliği yaygın olarak görülmekle birlikte, bu kromozom seti taşıyan bayanların çoğunda herhangi bir belirgin semptom görülmez. Yani normal bir zeka gelişimi gösterirler ve doğurgandırlar.

    3. XYY sendromu: Erkek bireyde gamet oluşumu sırasında mayozun ikinci evresinde Y kromozomlarının ayrılmaması durumunda YY kromozomu taşıyan spermler oluşabilir. Eğer bu spermler normal bir yumurta hücresini döllerse, embriyo 44+XYY kromozom setini taşır. Sonuçta da zeka geriliği görülen, uzun boylu erkek bireyler gelişir. Son yıllarda yapılan araştırmaların sonucunda, seri cinayet sanıklarının ve suç işlemeye eğilim gösteren kişilerin belli bir oranının, bu kromozom setine sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

    4. Down sendromu (mongolizm): 21 numaralı somatik kromozomda ayrılmama durumu görüldüğünde ortaya çıkar. Embriyo 45+XX veya 45+XY setlerinden birini taşır. Geniş eller, kısa parmaklar, tıknaz vücut, oransal olarak büyük bir dil, çekik gözler, zeka geriliği ve geniş-yuvarlak bir yüz, en belirgin özelliklerdir.


    bu kromozom sayısı değiştiğinde hiç daha iyi bir insan değil hep özürlüler çıkmış.

    quote:

    Zaman içerisinde o genlerin frekansları başlangıç değerlerinden farklılık gösterir. Örneğin bir özellik % 1 oranında tercih ediliyorsa ve o tür senede bir defa döl veriyorsa, kaba bir hesapla en geç 100.000 yıl içerisinde bu frekansın % 99 a ulaşması demektir.


    bu nasıl bir hesap bir trlü anlayamadım. yüzde 1 olan özellik 100.000 yıl sonra nasıl yüzde 99 olur.

    peki yüzde 99 olan özellik ne olur?

    peki tercih eden kim?
    mesela beyaz ve siyah ırk diyelim. beyaz ırklar tercih sebebi olduğunu farzetsek o zaman siyah ırkın kalmaması gerekmez mi idi?


    quote:

    Morötesi ışınlar bilinen mutasyona yol açan en etkili faktörlerden biridir. Yükseklere doğru çıkıldıkça mor ötesi ışınların etkisinin artmasıyla birlikte mutasyon oranında da artmalar ortaya çıkar. Ayrıca dağların tepesine doğru çıkıldıkça, yaşam ortamındaki çeşitlilik de artar. Yani doğal seçilim baskısı çeşitlenir. Yükseklere doğru çıkıldıkça tür çeşitliliğinin artması bu nedenden ötürüdür. Bununla birlikte, yaşam koşullarının aşırıya doğru kayması, türlerin yaygınlaşmasına ya da sıklığının artmasına engel olur. Buna karşılık toprak altında yaşayan ya da çoğunlukla gececi olan (güneş ışınlarından kaçan) birçok hayvan türü ilkel özelliklerini korumuşlardır. Akreplerin uzun yıllardan beri değişmemelerinin nedeni budur.


    burada da çok büyük bir mantık hatası var. Okyanusların dibinde binlerce tür var. Onlar nasıl mutaswyon geçirmiş acaba???

    düşünsenize bir mürekkep balığı olabilmek için bir canlının milyon defa nokta mutasyona maruz kalması gerekmez mi???


    quote:

    2) Populasyon içine ya da dışına göç: Göç, kararlı populasyonların bozulma nedenlerinden biridir. Aynı türe ait, bazı özellikleri bakımından farklı gen frekansına sahip bir topluluk, herhangi bir yolla bir populasyonun içerisine girerse, o populasyonda bir dalgalanmaya ve frekans değişimine neden olur: Örneğin Türk toplumunda mavi göz frekansı % 16, Almanlar'da % 81'dir. Her döl başına (bu, insan soyunda 30-50 yıldır) ne oranda bir göçün gerçekleştiğini ve her iki populasyonun ne miktarda çiftleştiğini biliyorsak, bu sayılardan yola çıkarak, gelecekte, bu populasyonlardaki mavi göz geninin frekansının nasıl değişeceğini öngörebiliriz.

    Eğer bir populasyon içerisinde, deme, ırk gibi küçük grupların herhangi bir nedenle populasyon dışına göçü sağlanırsa, toplam populasyon frekansında yine önemli değişmeler meydana gelebilir. Doğal populasyonların hiçbirinin sabit kalması mümkün değildir. Çünkü dış ve iç göç engellenemez.


    bu konuda tamamen aynı fikirdeyim.

    fakat bu durum aynı tür içerisinde geçerli olan bir durumdur. bu yöntem ile yeni bir türün olması açıklanamaz. yeşil gözlü insanların sayısının artması başka bir tür olacağı anlamına mı gelir?


    quote:

    3) Genetik Sürüklenme: Bir populasyon yeterince büyükse, kararlı yapısını koruyabilir. Gen frekansları yönünden ait olduğu populasyondan önemli ölçüde farklı olan, küçük bir birim, o populasyondan ayrılıp, yeni bir populasyonun kurucusu olarak görev yaparsa, zaman içerisinde yeni populasyonların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin Anadolu'da % 80 mavi gözlü olan bir köy (normal frekans %16) bulunduğu yerden sürülüp herhangi başka bir yere yerleştirildiğinde, yeni populasyon ana populasyondan mavi göz geninin frekansı bakımından büyük ölçüde farklı olacaktır.


    bu konuda da aynı fikirdeyim fakat farklı gruplar halinde yeryüzüne dağılan insanların hepsi bir türdür. yeni bir tür ortaya çıkmamıştır.


    quote:

    5) Aşırı uçların ayıklanması: Tüm canlılarda, her ne yolla olursa olsun yeni özellikler o türün geleceğini tehlikeye atmayacak kadar teşvik edilir. Fakat doğal seçilimle aşırı uçlar çoğunlukla ayıklandığı için sonuçta dengelenmiş polimorfizm dediğimiz, o ortam için en uygun boyutlar elde edilir. Örneğin, insan beyninin büyümesi, başarısı için koşuldur. Fakat sürekli büyümesi teşvik edilen kafanın, ananın çatı kemiğinden geçememesi de söz konusudur. Bu nedenle ananın simfis açıklığı, kafa büyüklüğünün optimum olmasını sağlamıştır. Başka bir örnek ise, kavakların güneşe ulaşmak için boylarını sürekli uzatmalarının, uzun boylu kavakların rüzgârla devrilme seçilimiyle dengelenmesidir. Bu nedenle her bölge için optimum (rüzgar-güneş ilişkisi) boy belirlenir. Biz geniş bir populasyonda en uzun kavağı elde etmek istiyorsak derelere, en kısa olanı istersek dağlara gitmeliyiz.


    bu özellik de tür içerisinde geçerli olan bir durumdur. dere kenarında olanlar da kavaktır. dağda olanlarda......yeni bir türün ortaya çıkışını açıklamaz...

    quote:


    6) Coğrafi izolasyon: Populasyonlarda genetik çeşitlenme, eşey seçilimi, doğal seçilim olsa da, zaman içerisinde kalıtsal yapının alt tür, tür düzeyinde farklılaşması için, belirli bir süre etkin bir şekilde işlev yapan yalıtım sistemine gereksinim vardır (kara canlıları için su, suda yaşayan canlılar için kara, sıcaklık, kimyasal feromonlar, ses vs.). Bunun en etkin yolu coğrafi yalıtımdır. Coğrafi yalıtım yeterli süre etkili olamamışsa, farklı populasyonlar tekrar bir araya gelebilir. Yalıtılmış populasyonlar arasında sınırlı da olsa gen akışı meydana gelirse alt türler oluşur.


    farklı populasyonlar arasında (türler arasında) gen alış verişi olması imkansızdır. en basitinden katır ve kurt köpeği örnek verilebilir fakat onlar da kısırdırlar.


    quote:

    Canlı bu koşullardan uzaklaşmak için göç edebilir; küçük ve uygun koşulları barındıran sığınaklara kaçabilir. Populasyonun bir kısmı göç olanağını bulurken, diğer kısmı doğal seçilimle başka bir türe (türlere) dönüşmek suretiyle varlığını sürdürebilir. Biri tükenme, diğeri ise evrimdir.


    yukarıda anlatıldığı şekilde türden türe geçiş yoktur. bazıları olma ihtimali sıfıra yakın durumlar bazılarıda tür içerisinde geçerli olan durumlardır.

    evrimi açıklamak için daha iyi bir yazı bekliyorum ....




  • Deep sen evrimi anlamak için hiç çaba sarfetmiyorsun.
    Sana defalarca dedik:

    EVRIM eşit değildir MUTASYON
    EVRIM esittir DOĞAL SEÇİLİM + (Çaprazlama) + MUTASYON

    Senin gelip sadece MUTASYON konusunu açman bile evrimi anlamadığının kanıtı. Evrim türler sadece mutasyonla oluşmuş demez, populasyon içinde Doğal Seçilim + (Çaprazlama) + Mutasyon ile oluştu der. Sen hesabı hep tek canlı üzerine yaptığın için olayın matematiğini anlamıyorsun.

    O yüzden sana önce matematik ve problem çözümünü anlatmak lazım.
    Lütfen aşağıdaki sorulara önyargısız ve ne ilgisi var demeden cevapla.

    1 - Problemler sadece deterministik yöntemler ile mi çözülür (Yani hiç olasılık kullanmadan)
    2 - Sadece deterministik kullanılarak çözülemeyen ama olasılık + deterministik kullanılarak çözülebilen problemler var mıdır?
    3 - Bir problemin arama uzayı çok büyükse (10 üzeri 1000 mesela) bu problem günümüz teknolojisi ile çözülür mü? Çözülürse neden, nasıl; çözülemezse neden?




  • quote:

    Deep sen evrimi anlamak için hiç çaba sarfetmiyorsun.
    Sana defalarca dedik:

    EVRIM eşit değildir MUTASYON
    EVRIM esittir DOĞAL SEÇİLİM + (Çaprazlama) + MUTASYON


    arkadaşım; evrim bir teoridir. bilimsel bir gerçek değildir. bunu sen de biliyorsun öyle değil mi?

    hal böyle olunca benim evrime inanmak gibi bir zorunluluğum olamaz. Çünkü biyoloji bilgim bana olamayacağını söylüyor.

    en basitinden 3 milyon bazlı genden 150 bin adedidinin mutasyon seleksiyon ile insan olacağına ihtimal dahi veremiyorum.

    evrim yeni türün ortaya çıkışını açıklamaya çalışır ve en temel ögesi de mutasyondur. o yüzden mutasyon topiğini açtım. Seleksiyonu da açacaktım ama şu an açmak istemiyorum.

    mutasyon bile tek başına yetiyor çünkü.

    sen bilimsel olarak benim dediklerimi izah eder misin...

    yukarıdaki konu başlıklarından birini al ve anlat hadi baklalım.

    mesela :

    quote:

    2) Birçok canlı, birçok kitapta mutasyon olarak adlandırılmasına karşın doğru adıyla, kromozom değişimleri ile farklı özelliler kazanır. Yani kromozomların yapısında ya da kromozom sayısında değişiklikler olabilir. Bu sayıda değişme ya aynı türün kromozomunun katları şeklinde (n, 2n, 3n, 4n, 8n ...) artma ya da kromozomlarının tek tek bir veya iki artıp-azalması (2n+1, 2n+2, 2n-1 ...) şeklinde, ya da farklı bir türle döllenmesiyle ortaya çıkar. Bu yeni kombinasyonların bazıları verimlidir; çünkü kromozom ayrışımı sağlanır. Bazen de, katırda olduğu gibi, verimsizdir. Bu yolla çok değişik bitki formları elde edilmiştir.


    bu konuyu bana bilimsel olarak izah edebilir misin?

    yukarıdaki örneklerini verdiğim sendromlar varken nasıl böyle birşey iddia edilebilir??

    polemik değil, bilimsel cevap + saygı....

    saygılar




  • Yahu arkadaşım, ben diyorum ki MUTASYON'u DOĞAL SEÇİLİM ve Çaprazlamadan bağımsız bir şekilde açıklayamazsın. O yüzden gidip sadece Mutasyon'u tartışmak, gidip sadece Doğal Seçilim i tartışmak yanlış. Hepsini birleştirip tartışıp anlaman lazım.

    Benim yazımda sana evrime inan diye bir şey yazmıyor. Sen daha evrimin ne olduğunu anlamamışsın yazıyor.
    Anlamadığın konuyu sana anlatmaya çalışıyoruz, sen bize polemik yapma diyorsun.

    Ben senin yanıldığın noktaya parmak basan üç basit soru sordum Deep. Sen önyargınla gene boşverdin o üç soruyu. Senin sorularına cevap vereceğiz ama önce senin o üç sorudaki anlamı anlaman ve bize cevap vermen lazım. Yoksa sana hiç bir şey anlatamayız.
  • 
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.