Şimdi Ara

++mutasyon (9. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
291
Cevap
1
Favori
25.435
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
Öne Çıkar
0 oy
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Fiziki kanıtlar bulunan fosiller. Yetmiyorsa ne yapayim benim elimde ilk homo erectus ların yazmıs oldugu ilahi bir kitap yok ne yazikki oraya bakarak konuşamıyorum.
    ??


    fiziki kanıt bulunamıyorsa o zaman dediklerinn mesnedi yok güzel arkadaşım.
    eğer fiziki kanıtlar bulunabilse idi o bir Kanun olur buna ne bilim ne de din karşı çıkardı....

    demek ki öyle evrim diye bir şey yok ki ne fiziki kanıtı ne de fosili ne de başka şeyi , ne de labaratuar da tekrarlanabilirliği yok işte...

    sadece bir teori ama inanmak imkansız çünkü bilim mutsyon ile olamayacağını söylüyor....

    quote:


    Ve bu ademle havva aklımı acaip karıstırıyor. Birisi kuran-ı kerimdeki yaratılışı anlatabilirmi acaba ?? Acaba deep arkadasımızın dediği gibi farklı farklı insan ırkları yaratılıp onların caprazlamasıylamı olusturuldu insanlık


    farklı farklı insanlar yaratıldı demedim, sadece farklı türlerin ataları yaratılmış ve o türün bütün özellikleri o atalarının DNA larını biriktirilmiş olabilir... veya tür dediğim cins veya daha alt grupta olabilir...

    yani türden türe geçiş konusu imkansız en azından bilim öyle söylüyor, kalanı bilimsel mesnedi, fiziki delili, fosili olmayan bir teoriden ibaret....

    Kur an ı Kerim de ise Hz Adem in topraktan yaratıldığını söyler...

    müminun suresi 12 16

    12 – Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız.
    13 – Sonra onu nutfe (sperm) halinde sağlam bir yere yerleştiririz.

    14 – Sonra nutfeyi alakaya (yapışkan döllenmiş hücreye), alakayı mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! [22,5]

    15 – Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. [21,35]


    bu ayette hem topraktan yaratılış hem de spermin anne karnında geçirdiği evreler anlatılmakta....
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • quote:

    Orjinalden alıntı: MuratOzsay


    Papagan gibisin deep sordugun neredeyse bütün sorulara bu konu boyunca bilimin verdiği acıklamayı getirdim. Hepsine. Hala aynı şeyleri sorup duruyorsun. Bence bu sabit görüşlülükten başka birşey değil.



    hiçbir şeyi açıklayamıyorsun ki kardeşim ben neyapayım

    aynı şeyleri tekrarlatıyorsun bana

    yok şöyle oldu yok böyle oldu

    hani delilin ...

    delil yok...

    anlattığın hikayeden öte geçmiyor

    ne labaratuar sonucu ne de hiçbir şey ...

    masal masal ...

    nasıl inanmamı beklersin...

    çocuklar inanmaz maymundan geldiğine

    onlar leylekten geldiklerine inanırlar

    sen çocuklara anlatsan bile maymundan geldik diye onlar dahi inanmaz...

    elli defa söylüyorum bir kere açıkla

    3 milyon baz dan 150 bin adet baz farklı...

    bunlar nasıl değişti izah et........

    edemiyorsun

    inanmamı istiyorsun....

    bilgi delil istiyorum anlatabildim mi...

    mutasyon DNA yı nasıl etkilediğini ve mükemmel canlılar oluştuğunu...

    masal değil .........
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • Mesajınız flood koruması tarafından engellenmiştir. Sebebi; 15'ten fazla alıntı yapılamaz. Bunun bir hata olduğunu düşünüyorsanız forum destekten geri bildirimde bulununuz
    _____________________________
  • yeterki delil isteyin...

     ++mutasyon


    18 Nisan 2005

    Balinaların evrimine büyük ışık tutacak olan Basilosaurus iskeleti Cairo kenti yakınlarında Michigan Universitesi Paleontologlarında Philip Gingerich ve araştırma ekibi tarafından Nisan 2005te bulundu.

    iskelet 18 metre uzunlugunda ...
    iskelet üzerinde yapılan araştırmlar ve bilgisayara aktarılan model incelemesi iskeletin 40 milyon yıllık oldugunu ve bugunku balinalardan daha ilkel oldugunu gösteriyor



     ++mutasyon


    şu ana kadar bulunan formlar
     ++mutasyon


    biraz daha yakın incelersek
     ++mutasyon


     ++mutasyon


    Ve balinaların arka ayakları

     ++mutasyon



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi zero01 -- 6 Mayıs 2005, 16:32:12 >




  • quote:

    murat ;
    Daha sonra sacmalamaya devam etmissin :


    terbiyesizliğin lüzumu yok ...
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)
  • Şu mutasyon ve 6 merhale olayına da ben bir şey söyliyeyim bari.

    Deep Arkadaşım, mutasyon DNA üzerinde ki herhangi bir değişimdir. Herhangi biri.
    Al DNA nın 1 bölü 100000000000000000000000000000000 tane parçasından birini buradaki molekülden bir tane atom kopar bu da mutasyondur. Sana kimse demiyor bir mutasyonda DNAnın 10'da biri birden değişirse canlı hayatına devam eder diye. Sen hala aha Çernobil, aha yoğun mutasyon hani nerede bir tür diye soruyorsun. Evrimde de kimse sana bu kadar büyük mutasyonların etkili olup aniden yeni tür yarattığını söylemiyor zaten.

    Ama yukarıdaki gibi olursa yani çok ufak bir hata, anca göz rengin maviden yeşile döner belki, ya da ona benzer başka birşey. Yani sen eşey hücre üretiminde çok çok basit bir hata yapılamıyacağını nereden çıkarıyorsun? Canlıların vücudunda çok eser (çok çok az) miktarda radyoaktif madde vardır. Bunlar o tip hatalara sebep olamaz mı yani? Onu geçtim, hertarafımız da hercanlıyı etkileyen zayıf radyoaktif alanlarda var zaten.

    Deep sen burada nekadar konuşursan konuş, bilim camiasında Evrim neredeyse tamamen kabul görmeye başlayan bir teoridir. Artık sadece detaylar konuşuluyor. Ana hatlar zaten belli, doğal seçilim, çaprazlama, mutasyon ve genetik bilimi. Daha sana evrimin nesini açıklayacağız onu da bilmiyorum yani.
    _____________________________




  • zero 01

    simülasyon çok hoşuma gitti ama o canlı acaba yeryüzünde hiç yaşadı mı???

    murat; sana soruları tek tek soracağım ama yukarıda yazdıklarının hiçbiri soruma cevap değil...

    quote:

    İnsan ve goril ortak bir atadan evrimleşmiştir. Evrimin birkaç yılda değil, milyonlarca yılda gerçekleştiği gerçeğini de burada göz önünde bulundurmak gerekir,pat diye bir gorilden insan çıkaramazsın.
    Okuduk ki mutasyonlar,nadiren yararlı olur.Zaten gorilden insan oluştuğunu söylemiyorum,ortak atadan evrimleştiğini söylüyorum.Belli ki diğer topicte goril ile ilgili mesaj okumamışsın.
    Goril(sadece goril değil şempanze ve primatlar) ve insanın aynı atadan geldiğini kanıtlayacak olursak;
    Şempanzelerin kanında bulunan hemoglobin proteinleri, insan kanında bulunan hemoglobin proteinleri ile birebir örtüşmektedir.
    Yapılan DNA çalışmaları sonucunda da, insan ve goril DNAsının birbirine oldukça benzediği ortaya çıkmıştır.
    DNA analizlerinin, evrimsel gerçekleri tartışmasız olarak açığa çıkardığı gerçeğine dayanarak, insan ve gorilin birbirine çok yakın akrabalar olduklarını kabul etmek kesinlikle yanlış değildir.



    bu konuda bana 3 milyon bazdan 150 bin adedinin nasıl değiştiğini bir türlü açıklayamadın...

    hangi mutasyon....

    mutasyon hangi gene nasıl müdahale edebileceğini nasıl bilsin...

    sadece bunu açıkla!!!


    ayrıca arı - sinek bağlantısına hiç mi hiç anlamlı cevap verememişsin değil bilimsel olsun....
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • quote:

    Şu mutasyon ve 6 merhale olayına da ben bir şey söyliyeyim bari.

    Deep Arkadaşım, mutasyon DNA üzerinde ki herhangi bir değişimdir. Herhangi biri.
    Al DNA nın 1 bölü 100000000000000000000000000000000 tane parçasından birini buradaki molekülden bir tane atom kopar bu da mutasyondur. Sana kimse demiyor bir mutasyonda DNAnın 10'da biri birden değişirse canlı hayatına devam eder diye. Sen hala aha Çernobil, aha yoğun mutasyon hani nerede bir tür diye soruyorsun. Evrimde de kimse sana bu kadar büyük mutasyonların etkili olup aniden yeni tür yarattığını söylemiyor zaten.

    Ama yukarıdaki gibi olursa yani çok ufak bir hata, anca göz rengin maviden yeşile döner belki, ya da ona benzer başka birşey. Yani sen eşey hücre üretiminde çok çok basit bir hata yapılamıyacağını nereden çıkarıyorsun? Canlıların vücudunda çok eser (çok çok az) miktarda radyoaktif madde vardır. Bunlar o tip hatalara sebep olamaz mı yani? Onu geçtim, hertarafımız da hercanlıyı etkileyen zayıf radyoaktif alanlarda var zaten.


    bak bu konu ile ilgili yazı yazdım tekrar yazacağım ...

    o yazıyı okumamışsın...

    quote:

    Al DNA nın 1 bölü 100000000000000000000000000000000 tane parçasından birini buradaki molekülden bir tane atom kopar bu da mutasyondur.


    mutasyon bir atomun kopması olayı değilsir ki bunu da nereden çıkardın.....


    önce şu yazıyı bir oku ondan sonra bak ...


    Gerçekten de günlük yaşantımız süresince, hatırı sayılır miktarda mutajen (mutasyona neden olan) maddeye maruz kalıyoruz. Bunların arasında soluduğumuz havadaki ağır metaller, besinlerimizin içeriğindeki bazı koruyucular (Emülgatörler), oksidanlar (okside ediciler) ve daha birçok doğal veya yapay kimyasalı sayabiliriz.

    Normal şartlar altında, bu denli yoğun bir mutajen maruziyetinde, DNA�mızın yapısında bir sürü değişiklik olması beklenirdi.

    Ancak DNA, kendisini sağlam bir şekilde bir sonraki nesile aktarmaya programlıdır ve bunun için de kendi bünyesinde bir takım önlemler almıştır.

    Bildiğimiz gibi fiziksel karakterlerimizin şifresini taşıyan genlerimiz, DNA üzerinde bulunan ve lokus adı verilen özel bölgelerde bulunuyor.

    Ancak DNA�nın aktif olarak gen taşıyan bölgeleri, DNA�nın çok küçük bir yüzdesini oluşturuyor. Ayrıca DNA, kromozomlar içerisinde çeşitli proteinlerle de çevrilmiş olarak bulunuyor. Bunun nedeni, herhangi bir zararlı maddeye maruz kalındığında, etkilenecek olan bölgenin aktif bölgelere denk gelme olasılığını azaltmak. Bunun yanında, DNA�nın kendi üzerine sarılı ve kompakt bir halde bulunuyor oluşu (düz hale getirilmiş açık DNA dizisinin boyu, akıl almaz uzunluktadır) da bu denk gelme yüzdesini azaltan başka bir etken.

    Tüm bu korumaya karşın, tabii ki bazen zararlı maddelerin etki gösterdiği bölgeler, aktif gen bölgelerine denk gelebilir. Bunun yanında, DNA�nın kodlanması ısrasında da bir takım hatalar meydana gelebilir. Işte bu nokta da, DNA bu sefer çeşitli tamir mekanizmaları ile meydana gelen hatayı düzeltmeye çalışır. Çoğu zaman da bu tamir mekanizmaları başarılı olur ve DNA yapısını bir kez daha eskisi gibi düzgün şekilde koruyabilir.

    Ancak bazı durumlarda, DNA�nın tamir mekanizmasının düzeltmeyeceği veya eksik kalacağı hatalar olabilir. Örneğin; DNA zincirinin sadece bir kolunda meydana gelen bir hata, çoğu zaman kolayca düzeltilebilmesine rağmen, zincirin karşılıklı iki kolunda birden meydana gelen hatalar çoğunlukla geri dönüşümsüzdür. Buna �Nokta Mutasyon� adı verilir ve onarılması çok zordur.

    Işte böyle durumlarda, artık o gen bölgesinde bir değişiklik olmuş ve o bölgenin kodladığı protein de değişikliğe uğramıştır. Çoğunlukla eğer bu bir vücut hücresi içinde gerçekleşmişse, sadece o hücrede ve o hücreden çoğalan hücrelerde bu hata görülür. Yani meydana gelen mutasyonun, populasyondaki diğer bireylere bir etkisi olmaz.


    yazı bilim teknikten alıntıdır....

    tekrar oldu kusura bakamayın artık ...
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • yukarıdaki yazı mutasyonun ne kadar zor olacağını gösterir

    buna rağmen canlılar yine de mutasyona tabii kalırlarsa bu sefer hastalıklı bireyler oluşur ve bu canlılar üreme yeteneklerini kaybederek kısa zamanda ölürler....

    buda zero01 in bir kaynağından alıntı idi....

    ben size zararlı binlerce mutasyon gösteririm bakınız hastaneler, bakınız radyasyon yayan yerlere girmeyin yazıları, bakınız çernobil hiroşima faciaları...

    siz bana yararlı mutasyonlardan örnek gösterin hadi bakem
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)
  • deep ;

    mutasyonun bir tür olamayacağını o kadar iyi açıklamışsın ki ben bile ikna oldum yani....

    6 merhaleden geçecek, ondan sonra yüzde 99 undan fazlası zararlı olacak mutasyonun

    bu durumda mutasyon ile türlerin çeşitliliğini açıklamaya kalkmak

    ya mutasyonun ne demek olduğunu bilmemek

    ya da
    önyargı

    ne diyeyim...

    sen atomu parçalamayı değil önyargıları yıkmaya uğraşıyorsun...

    yolun açık olsun...
    _____________________________
  • deep gerçekten güzel açıklıyor

    ama diğer arkadaşlar hikayeden öte geçemiyor

    siz olayın özüne inin arkadaşlar

    dış görünüş değil olay DNA da bitiyor...

    o kadar güzel korunan DNA da mutasyon o kadar zor olurken ve mutasyonların yüzde 99 undan fazlası zararlı olurken nasıl böyle bir şeyi savunabilirsiniz?

    bu konuda deep haklı

    ve bilimteknikteki yazı da mutasyonun zorluğunu gayet iyi açıklıyor...

    siz hala hiçbir soruya tutarlı yanıt değil hep geçiştirme yanıtlar veriyorsunuz...

    tarafsız biri olarak yanıldığınızı görmek beni üzüyor...

    tutarlı yanıtlarınız varsa onu söyleyin ama lütfen maymun hikayesi anlatmayın...

    ne demek maymundan gelmek...

    biz maymundan değil uzaydan geldik

    _____________________________




  • firari hiç

    arkadaşlar hafta sonu yokum malesef ...

    pazartesi görüşürüz...

    bu arada rica ediyorum

    DNA yı biraz araştırın savunma mekanizmasını , replikasyonu vs....
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)
  • quote:

    Bilim adamları evrimi izlerken özellikle mitekondriyal DNA ya bakarlar. Yani mtDNA'ya. Eşey hücrelerinin birleşerek olusturdugu embriyodaki çekirdek dnası cok uzun sarmallı olup hem anne hem babadan genetik bilgi içerir. Ama çekirdegin dısındaki protoplazmada ( stoplazma,mitekondri vs..) anneden gelir. Ve mitekondrinin dna si ise sadece anneden bize aktarılıp bütün vücudumuzdaki mitekondrileri oluşturur. Bunlar kendi içinde mutasyon geçirmediği sürece DNA dan bağımsız olarak nesilden nesile aktarılır. Buda günümüzdeki değişik türler arasındaki farklılıkları çözmenin bir yoludur. Hepimizin atası aynımı , farklımı. Irklar arasındaki bu farklar neden ? Irklar arasındaki mitekondriyal farkların bu kadar az olundugunun bulunması akla tüm insanlıgın tek bir kaynaktan cıkıp cıkmadıgı sorusunuda getiriyor? 1988'de Naturede iki bilim adamı tarafından yayınlanan mitekondriyal Havva adlı makalede tüm insanların soyunu 200bin yıl önce afrikada bir kadına kadar izleyebiliriz diye yazılmıştır. Bunu farklı yönlere çeken ilahi yaratılış taraftarları işte kitaplarımız dogrulanıyor diye sevinmis fakat aynı makalede yayınlanan farklı seyleri göz ardı etmişlerdir.


    bir dakika buraya müdahele etmem lazım.

    mitokondri ve kloroplastın kendilerine özgü kalıtsal materyali olduğu için bu iki organelin daha önce hücre dışında olup zamanla evrimleşerek hücre içi bir yapı haline dönüştüğü kabul edilir.

    ancak eskiden beri mitokondrial hastalıklar sadece anneden gelir sanılırdı.(siz de evrimi ona dayandırmışsınız) son yapılan çalışmalarda mitokondrial hastalıkların sadece anneden değil babadan da oluşabileceği görüldü.burasını eklemek isterim.
    _____________________________




  • quote:

    ancak eskiden beri mitokondrial hastalıklar sadece anneden gelir sanılırdı.(siz de evrimi ona dayandırmışsınız) son yapılan çalışmalarda mitokondrial hastalıkların sadece anneden değil babadan da oluşabileceği görüldü.burasını eklemek isterim.


    daha evrimcilerin göreceği çok şey var....

    DNA nın ne kadar kompleks bir yapıda olduğunu ve sarmal bir yapı ile mutasyona karşı ne kadar korumqlı olduğunu görmelerine rağmen hala mutasyon deyip duruyorlar....

    ilginç değil mi???

    kimse bana mutasyon ile bir türden diğer bir tür çıktığı konusuna örnek gösteremedi

    halbuyseki ellerinde 70 milyon tür var...

    alsınlar bir DNA yapsınlar rastgele değişiklikler onlar da yeni türler çıkarsınlar ...

    hadi bakalım....

    hikaye değil, bilim ve labaratuar konuşsun DNA konuşsun masalcılar sussun.........
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • Buyur burdan yak.

    8-) Laboratuvar ortaminda bir insan yapmak elinden geliyor mu?

    CEVAP: Laboratuvar ortaminda birkaç dakika ya da saatte insan yapilmasi ile milyonlarca yil süren evrimlesmeyi ayni kefeye koymak yanlistir. Zaman boyutunu otadan kaldirmak gerekir ki mantiken yanlis bir karsilastirmadir. Yine de laboratuvar ortaminda canli yapma islemlerinden biraz bahsedeyim, Stanley Miller,Harold Urey'le 1953'de Chicago Üniversitesinde, artik klasiklesmis ünlü deneyini gerçeklestirdi. Miller bir düzenekle, metan, amonyak, hidrojen ve suyu bir arada tutarken, bir tesla sarimi araciligiyla, 150-200 bin voltluk bir akimi bu karisimdan geçirdi. 24 saat sonra, deney odasina döndügünde, sivinin renginin degismis oldugunu gördü. Bu karisimi incelediginde, basit yag asitleri, formik asit, asetik asit, propionik asit ve en önemlisi yasamin gelismesinde temel amino asitler olan glisin, alanin, aspartik asit ve glutamik asit buldu. Bilindigi gibi, amino asitler, proteinlerin yapi taslaridirlar ve çok farkli kombinasyonlarla bir araya gelip, diziye göre çok farkli üç boyutlu konformasyona sahip, farkli fonksiyonlar gören protein yapilarini olusturabilirler. Deney Pavlovskaia ve Paynskii tarafindan Rusya'da; Heyns, Walter, Meyer tarafindan Almanya'da; Abelson tarafindan Amerika'da çok farkli bilesimler ve gaz ortamlarinda tekrarlandi. Hepsinde organik bilesikler olustu;oksidasyonun engellendigi kosullarda da amino asitler olustu. Ilk dünya atmosferinin çok az oksijen içerdigi, daha sonra bazi okyanus algleri ve bitkiler tarafindan oksijenin böylesine arttirildigi bilinmektedir. Böylece, ilk yasam kosullarinda oksitlenme olayinin minumumda oldugu düsünülmektedir.Ilk hayat ya anaerobik (oksijen solumayan) veya fotosentetik (fotosentez yapan) tarzda baslamistir. Milyonlarca yil içinde de dünya'da yasami olusturacak çesitlilikte, amino asitler, ve bunlarin bilesimi olan proteinler kendi kendine okyanuslarda, göllerde olusmustur. Baska bir bulgu'da Cyril Ponnamperuma'nin NASA'nin laboratuarlarinda gerçeklestirdigi deneyler üzerine, organik maddenin daha ziyade okyanuslarin dibinde toplanacagidir; bu da daha oksijensiz ortamlar anlamina gelir. 1963'de Ponnamperuma ve Calvin'in Berkeley'deki lineer akselatörlerde gerçeklestirdigi deneye göre, beta partikülleri, amonyak, su buhari, metan'a çarptirildiklarinda yine apparat'in dibinde organik maddeler olusmustur. Metan, amonyak ve su 2000 angstrom dalga boyunun altinda dissosiye olabilirler; bu nedenle ultraviole isinlariyla yapilan tüm deneyler basarili olmamistir. Arastiricilar baska enerji kaynaklari aramislardir. Isi da tek basina bazi organik bilesiklerin olusmasi açisindan etkili olabilmektedir. Örnegin volkanik ortamlari taklit eden deneylerde, metan ve amonyak, 1000 C gibi sicakliklarda parçalanip, amino asitleri ve hidrokarbonlari olusturabilmektedir (*). Ayrica 1960-1980 arasindaki diger arastirmalar baska amino asitlerin, karbonhidratlarin, pürinlerin, primidinlerin, kendi kendine primordial (ilk) atmosfer kosullarinda, farkli enerji kaynaklari etkisinde olusabilecegini kesinlestirmistir. Bilindigi üzere canlilarin hangi aminoasitlerden veya bilesimlerden yapilacaginin yapisal bilgisi DNA'da kodlanmistir. Ökaryotlarda, mRNA, DNA'dan aldigi bilgiyi, hücre içinde ribozomlara iletip, protein sentezi yaptirmakla sorumludur. Ama genetik bilgiyi RNA'nin tasidigi durumlarla da karsilasilmistir; ama RNA, DNA gibi kendini esleme, kopyasini yaratma yetenegine sahip degildir. Ilk canlilarda 2.5-3 milyar yil önce genetik bilginin primordial RNA ile tasindigi sanilmaktadir. Eger DNA ve RNA belli okyanus kosullarinda olusabilirse, zaten amino asitlerin de olusabildigi bilindigine göre, ilkel yasam kolaylikla milyonlarca yil içinde, entropiyi bozmadan, en ideal minumum enerji kosullarina göre, çevre ile enerji alisverisi içinde olusabilir. DNA (deoksiribonükleik asit) temelde dört bazin (adenin, guanin, sitozin ve timin) deoksiriboz isimli seker molekülleri ile birbirine farkli dizilerle siralanmasindan olusmustur. RNA (ribonükleik asit) 'da timinin yerini urasil alir, seker riboz'dur. Juan Oro , Houston Üniversitesinde, ammonyum siyanidi isitarak adenin elde edebilmistir. Hidrojen siyanid zehirli bir bilesiktir, kuyruklu yildizlarin tayflarinda fazla miktarda gözlenmistir, hidrojen siyanid'in bulundugu yerde ammonyum siyanit de bulunabilir. Ayrica primordial atmosferde de vardi. Ponnamperuma tarafindan metan ve amonyak, beta partikülleri ile isinlaninca, adenin olusmustur. Diger pürinlerin ise primordial atmosfer ve denizde kendi kendine var olup olamayacagi konusunda tartismalar vardir. Salk Institute'den Leslie Orgel, metan ve nitrojen'e elektrik akimi uyguladiginda, Siyanoasetilen, elde etmistir. Siyanoasetilen, primordial ortamda bulunan üre ile isitildiginda sitozin olusmustur. Son yillarda (1997-1998) yapilan ve 4 milyar yil önceki atmosfere daha farkli tahminlerle yaklasan kosullar altinda diger nükleotidlerin de kendi kendine olusabilecegi ortaya çikmistir veya Hale-Bopp'da gözlendigi üzere, uzaydan gelebilme olasiligi mevcuttur (**). Formaldehid'ten, sekerlerin ön maddelerinden biri olan glikoaldehit'in olusabilecegi de laboratuarda 1970'li yillarda gösterilmistir. Ponnamperuma ve Gabel, pentozlari ve heksozlari (bes karbonlu veya alti karbonlu sekerler) primordial atmosfer kosullarinda elde etmislerdir (*). Nükleik asitler kendi kendilerine ilk primordial RNA'yi yapabilmislerse, yasamin kendi kendine olusup olusamayacagi sorunu o noktada çözülür. Son yillarda, deneysel düzeneklerin içinde primordial ortam son jeolojik bilgiler ele alinarak olusturuldugunda primordial (ilk, ön) RNA'nin kendi kendine olusabilecegi gösterilmistir . Scripps Enstitüsünden (California) Dr.Gerald Joyce kesin sonuca çok yaklasmistir (**). Ama son söz 21. Yüzyilin baslarinda söylenecektir. *) Cyril Ponnamperuma, "Origins of Life", Thames and Hudson, 1972, London. **) Richard Monastesky, "The Rise of Life on Earth", National Geographic, March 1998, 193:58-81. (Yukaridaki alintilar BILIM ve UTOPYA Ekim 1999’dendir, ayrica Miller deneyi için bkz: Aralik 82 Bilim Teknik dergisi.) Burada görüldügü gibi bilim adamlarinin çalismalari adim adim ilerlemektedir. Organ nakli ameliyatlarinin artik basari olmaktan çikip rutin hale gelmesi, insan vücudu için hayati önem tasiyan yapay organlarin üretilip kullanilmaya baslanmasi tip biliminin ilerlemesine örneklerdir. Laboratuvar ortaminda henüz insan yapilmadiysa da canli organizmalarin klonlandigi ve ABD baskani Clinton o dönemde "Tanriyi gücendirmeyin" demeseydi insan klonlayacak teknolojiye ulasildigi da bilinmektedir. Var olan bir insanin bir kopyasinin olusturulmasi bile din adamlarini panige düsürmeye yetecek kadar mistik tehlike tasimaktadir. Din ve dincilik; bilimin ilerlemesiyle daha da güç durumlara düsecektir. Bu da bizim degil sizlerin sorunudur.

    9-) Bir tek hucre olusturabilir misin?

    CEVAP: Bilim adamlarinin deneylerinden artik laboratuvar sartlarinda Koaservat dedigimiz ilk canli organizmalarin olusturulabilecegi ispatlanmistir. Stanley Miller,Harold Urey'le 1953'de Chicago Üniversitesinde, artik klasiklesmis ünlü deneyini gerçeklestirdi. Miller bir düzenekle, metan, amonyak, hidrojen ve suyu bir arada tutarken, bir tesla sarimi araciligiyla, 150-200 bin voltluk bir akimi bu karisimdan geçirdi. 24 saat sonra, deney odasina döndügünde, sivinin renginin degismis oldugunu gördü. Bu karisimi incelediginde, basit yag asitleri, formik asit, asetik asit, propionik asit ve en önemlisi yasamin gelismesinde temel amino asitler olan glisin, alanin, aspartik asit ve glutamik asit buldu. Bilindigi gibi, amino asitler, proteinlerin yapi taslaridirlar ve çok farkli kombinasyonlarla bir araya gelip, diziye göre çok farkli üç boyutlu konformasyona sahip, farkli fonksiyonlar gören protein yapilarini olusturabilirler. Deney Pavlovskaia ve Paynskii tarafindan Rusya'da; Heyns, Walter, Meyer tarafindan Almanya'da; Abelson tarafindan Amerika'da çok farkli bilesimler ve gaz ortamlarinda tekrarlandi. Sonuçta su gibi belli bir ortam olduktan sonra, belirli 5-6 atom çesidinin oldugu yerde, yasamin temelinde var olan organik bilesiklerin zamanla kendi kendine olusmasi mümkündür! Bu, deneysel laboratuar kosullarinda defalarca elde edilmistir. Urey ve Miller adli arastirmacilar kapali bir sistemde NH3, CH4, H2 gazlari üzerinden sicak su buhari geçirerek ve ilkel atmosferdeki elektriksel olaylari yaratmak üzere gazlarin bulundugu kabin içine tungsten elektrodlar araciligiyla elektrik sarji saglayarak glisin, alanin gibi bazi amino asitlerin olustugunu gösterdiler. Bilim adamlarinca ilkel atmosferde sicaklik ve elektriksel degismelerin etkisiyle organik moleküllerin olusabilecegi ve bunlarin yagmurla yeryüzüne inerek su birikintilerinde toplanabilecegi kanitlandi (1938) Sidney Fox sadece isitip sogutma ile amino asitleri tüp içinde birlestirerek protein elde etmeyi basardi. Görülüyor ki canli evriminden önce bir kimyasal evrim süreci geçirilmistir.Organik maddelerin farkli hidrofilik ( su moleküllerini baglayici) ve hidrofobik ( su moleküllerini itici) özellikleri onlarin sulu ortamda belirli yapi almalarina neden olur. Polimerlerin sulu çözeltilerde çevresi su ile çevrili kürecikler seklini aldiklari görülür. Bu günkü hücreden yalniz organizasyon yönüyle farkli olan bu küreciklere Koaservat adi veriliyor. Koaservat yapisinda organizasyonun nasil saglandigi termodinamik kurallari ve Darwin’in dogal seçilim kurami ile verilebilmektedir. Hücre düzeyinden en küçük moleküle, hatta atom yapisina inildiginde tüm sistemlerin enerji açisindan en dengeli durumu aradiklari görülür. Su halde enerji faktörü, canli bir hücre içersindeki moleküllerin uyumlu ve dengeli çalismalarinda en etkin rolü oynamaktadir. -Cyril Ponnamperuma, "Origins of Life", Thames and Hudson, 1972, London. -Richard Monastesky, "The Rise of Life on Earth", National Geographic, March 1998, 193:58-81. - Michael Ruse, "Darwinism Defended", 1983, Addison-Wesley Company, N.Y.. -Tim Berra, "Evolution and the Myth of Creationism", 1990, Stanford University Press, California - J.W. Schopf, "Evolution of Earliest Cell", Scientific American, 1978,239 (3): 110-138.

    10-) Evrim teorisini aciklar misiniz?

    CEVAP: Evrim konusunu bilimsel açidan ilk ele alan bilgin, Jean Lamarck (1744-1829) olmustur. Bir botanikçi oldugu kadar bir hayvan bilimcisi de olan Lamarck 1809 yilinda yazdigi "Zooloji Felsefesi" adli kitabinda transformismi (varligin yapisindaki degisiklik) ortaya koydu. Daha sonra Darwin "Biyolojik evrim içindeki dönüsümleri" söyle siraliyordu : Nasil bir çok hayvanlar evcilligin etkisinde bazi degisimlere ugruyorlarsa, bu etkiden çok daha büyük olan doganin etkisi ile de degisime ugramislardir. Yasamlarini sürdürebilmek için, bir varolma savasi veren bu canli varliklarin, diger canli varliklari bastirarak bir güce erismeleri, o canli varligin yasamini sürdürebilmesini saglamaktadir. Ilk canli hücre suda olustu. o günün sartlarinda ( yani milyonlarca yil önce) oksijen, karbon ve azot zincirleri atmosferin elektrikli ortaminda ve milyonlarca voltluk yildirimlarin düsmesiyle degisime ugrayarak protein zincirleri, DNA ve RNA lar oradan da ilk hücre meydana geldi ; daha sonra bölünerek olusan koloniler karbondioksit alip yerine oksijen salarak dünya atmosferini olusturdular. Daha sonra mutasyona ugrayan genleriyle degisiklik gösteren ve dogal seçilim kuraliyla çesitlenen canlilar bölgesel olarak denizden karaya yayildilar ; (1) tür siralamasi söyleydi: En eski fosil , Çekirdekli ilk hücreler, Ilk böcekler, Prekambrigen dönemin sona ermesi, Paleozoik çagin baslamasi; vertabrasizlarin Gelismesi, Ordovisien dönemi : ilk balik, ilk vertablali, Silüriyen dönemi; ilk vasküler bitki, Devonyen dönemi ; hayvanlarin kolonizasyonu, Ilk amfibienler; ilk kanatli böcekler, Karbonifer dönemi ; ilk agaçlar, ilk sürüngenler, Permiyen dönemi; ilk dinazorlar, Triyasik dönem; ilk memeliler, Jurasik dönem ; ilk kuslar, Cretace dönem; dinazorlarin sonu; ilk çiçekler, Mesozoik dönemin sonu, Genozoik dönem ve Tertiyeri dönem baslar ; ilk primatlar, Primatlarin beyinlerinin ön loblarinin gelismesi, ilk Hominitler, dev memelilerin gelismesi, Pinocen dönemin sonu, Ilk insanlar (homosapiens) olustu.(2) Evrim hala devam etmektedir. (3) 1-Aralik 82 Bilim Teknik dergisi 2-Prof.Carl Sagan- Subat 78 Bilim Teknik Dergisinden alintidir 3- <" target=_newhttp://www.islamiyetgercekleri.org/evrim.html> <http://www.islamiyetgercekleri.org/evrim.html>;

    11-) Evrim teorisi artik coktu bir siz savunuyorsunuz , yalan mi?

    CEVAP: Evrim Kuramini curuttugunu iddia eden "Yaratiliscilar", her yil Science, Nature, Scientific American, National Geographic, Discover gibi dergilerde yayinlanan ve Evrim Kuramini , evrimin basamaklarini savunan binlerce bilimsel makaleye ragmen halen "Ama Fosiller oyle demiyor!" gibi surreel soylemlerle bilim insanlarinin karsisina cikmaktadirlar. Yaratiliscilara gore baliklardan amfibianlara, surungenlerden kuslara gecis yapan canlilara ait fosiller bulunamadigi icin evrim teorisi gecersizdir. Onlara gore Archaeopteryx isimli minik dinozor-kus, sadece siradan bir kustur ve oyle yaratilmistir, oyleyse evrim de safsatadir! Ama bilim insanlari kuslarin minik dinozorlardan evrimlestigine dair pek cok kanit bulmus durumdalar. Herhalde "Yaratiliscilar" gunun birinde "Jurassic Park" filmindeki gibi DNA'si ekstre edilerek klonlanan bir Archaeopteryx gordukleri zaman bunun bir dinozor olduguna inanacaklardir. Evrim zinciri icinde tum gecis turlerine ait fosiller ve kanitlar bulunmustur. Ornegin Eustropneptoron isimli balik, Labyrinthodont isimli amfibiana evrimlesmistir. Amfibianlardan, surungenlere evrimlesmekte olan turler bugun bile mevcuttur. Archaeopteryx, Iberomesornis, Eoalulavis, Confuciusornis, Sinornis vb. surungenlerden kuslara evrimlesmeye verilebilecek guzel orneklerdir (1, 2, 3,4) Surungenlerden memelilere gecisin bir ornegi olan Monotreme'lerdenEchidna yumurta ile ureyen bir memelidir, ama memelilerden farkli olarak REM uykusu yoktur (5) . Coelacanth (Latimeria chalumnae) isimli lob yuzgecli balik yaklasik 400 milyon yil once yasamis kemikli baliklara verilebilecek iyi bir ornektir. Bu baliklar , yani rhipidistianlar, batakliklarda hareket edebilmek icin guclu kaslara ve dort ayakli amfibianlarinkine benzer loblasmis yuzgeclere sahiptiler. Rhipidistianlar, solungacla solumalarina karsin, oksijeni atmosferden direk olarak alabiliyor, cigerlerinden gecirebiliyorlardi (diger baliklarda, cigerler yuzme kesesi olarak farklilasmistir). Eskiye ait fosilleri olan ve bugun bile yasayan Coelacanth benzer ozelliklere sahiptir ve sudan ciktigi zaman kisa bir sure yasayabilir, oksijen soluyabilir. Bu nedenle Coelacanth'a "yasayan fosil" denmektedir. Baska bir gecis fosiline ornek Seymouria'dir ve amfibianlardan surungenlere gecisin iyi bir ornegidir. Surungenlerde amfibianlardan farkli olarak, sert kabuklu amniyotik yumurta vardir, bu embryo'nun diger canlilar ve dogal olaylar tarafindan yok edilmesini onler. Ilk memeliler ise 213 milyon yil once, gec Triassic cagda, ortaya cikmislar, 65 milyon yil once dinozorlarin yok olmasiyla da gezegende artmislardir. Cynognatus, kurt buyuklugunde hem memeli hem de surungen ozellikleri tasiyan bir canlidir, surungenlerden memelilere gecisin bir suru orneginden birisini temsil eder (6) . Memelilerin surungenlerden evrimlestigi tum evrim mikrobiyologlari, molekuler biyologlari, paleontologlar ve biyologlari tarafindan kabul edilmistir, sadece mekanizmalar tartisilmaktadir (6, 7). Memelilerde ve daha alt basamaktaki turlerde ki merkezi sinir sisteminin yapisi bile bu evrimlesmeyi kanitlamaktadir, Mc Lean'a gore, beynin temel bolumleri protoreptilian beyin (R-kompleks), paleomamalian beyin ve neomammalian beyinden olusur. Protoreptilian beyin, sinir sisteminin temel cekirdegini teskil eder; ortabeyinin bir kismi, ust spinal kord, basal ganglia, diencephalon'dan olusur. Paleomammalian beyin, temel olarak limbik sistem yapilarindan olusur (hippokampus, amygdala, hipotalamus vb). Neomammalian beyin ise neokorteks ve iliskili yapilaridir (8). Surungenlere, kuslara, amfibianlara ve alt seviyedeki memelilere gidilince, tum bu evrimsel olusumlarin degisik ve benzer izlerine rastlanir (8). 1) Peter Wellnhofer, "Archaeopteryx", Scientific American, May 1990. Sayfa: 70-77. 2) Kevin Padian and Luis, Chiappe, "The origin of birds and their flight", Scientific American, February 1998, sayfa: 38-47. 3) Luis M. Chiappe, "The first 85 million years of avian evolution", Nature, 378:349-355, 1995. 4) J. H. Ostrom, " Archaeopteryx and the origin of birds", Biological J of the Linnaean Society, 8:91-182, 1976. 5) Jonathan Winson, "The Meaning of Dreams", Scientific American, November 1990, sayfa: 86-96. 6) Tim Berra, "Evolution and the Myth of Creationism", Stanford University Press, 1990, California. 7) Dennise Normile, "New views of the origin of mammals", Science, 281: 774-776. 7 August, 1998. 8) Robert L. Isaacson, "The Graven image, lethe and the Guru"in "Limbic System", Plenum Press, 1984, N.Y Yukaridaki yazi Bilim ve Utopya Kasim 1998 dan alinmistir.

    _____________________________




  • zero1'ın dediklerine ek olarak yılanların da iskeletlerinde HALA bacak analoğu olan ve kullanılmayan parçalar vardır.. aynı şekilde atların atalarına ait olan fosillerin tek toynağı değil, 3 toynağı vardır (çok olana da toynak mı deniyodu yaw??)

    sizin sorununuz şu ki evrimi anlayabilmiş değilsiniz.. şimdi biliyorum o zaman anlat diyceksiniz... bende diycem ki bunun üzerine yazılmış kitaplar var.. hatta aynı kitabı bu forumda 5. defa önericem. diycem ki Richard DAWKINS'in Türkiye'de TÜBİTAK yayınlarından çıkmış olan "Kör Saatçi" adlı kitabını alın okuyun.. ama siz muhtemelen önerime kulak asmayıp yine yazmaya devam ediceksiniz...

    murat öğretmen miydi neydi.. öyle birisi var forumda.. ona da önerdim aynı kitabı. delikanlı gibi çıktı dedi ki ben ne okuycam içinde ne idüğü belirsiz şeyler yazan bi kitabı (yanlış hatırlıyo olabilirim.. çevreyle alakalı bi başlıkta yazıyo.. merak edenler baksın...) benim yorumlamamla bu şu anlama geliyo : "Kardeşim!! benim amacım yeni bişeyler öğrenmek değil!!! sizi madara edip kendi yoluma getirmek!! sizin söylediklerinizin doğru olma ihtimali yok! benim dediklerim ise kesinlikle doğru! yola gelin de beni dinleyin"

    başka ne diyim ben...
    _____________________________




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact

    quote:

    Orjinalden alıntı: MuratOzsay


    Papagan gibisin deep sordugun neredeyse bütün sorulara bu konu boyunca bilimin verdiği acıklamayı getirdim. Hepsine. Hala aynı şeyleri sorup duruyorsun. Bence bu sabit görüşlülükten başka birşey değil.



    hiçbir şeyi açıklayamıyorsun ki kardeşim ben neyapayım

    aynı şeyleri tekrarlatıyorsun bana

    yok şöyle oldu yok böyle oldu

    hani delilin ...

    delil yok...

    anlattığın hikayeden öte geçmiyor

    ne labaratuar sonucu ne de hiçbir şey ...

    masal masal ...

    nasıl inanmamı beklersin...

    çocuklar inanmaz maymundan geldiğine

    onlar leylekten geldiklerine inanırlar

    sen çocuklara anlatsan bile maymundan geldik diye onlar dahi inanmaz...

    elli defa söylüyorum bir kere açıkla

    3 milyon baz dan 150 bin adet baz farklı...

    bunlar nasıl değişti izah et........

    edemiyorsun

    inanmamı istiyorsun....

    bilgi delil istiyorum anlatabildim mi...

    mutasyon DNA yı nasıl etkilediğini ve mükemmel canlılar oluştuğunu...

    masal değil .........



    wallahi sırf inatına duyduğum hayranlık yüzünden vazgeçicem fikirlerimden ve senin savunduun şeyleri savunucam

    bu sanırım 6. olucak (hata bi üstteki mesajımda da yazdım)... Richard DAWKINS ve "Kör Saatçi"... burda sana cevap veren insanlar açıkçası oldukça bilgililer. buna şüphe yok. ancak kabul etmek gerekir ki hiçbiri koskoca Prof. Dawkins kadar bilgili değiller bu konuda (belki onun yaşına gelince onu bile geçerler ama an itibarıyle muhtemelen böyle)

    lütfen oku bu kitabı
    _____________________________




  • bi de aklıma fıkramsı bişey geldi kör saatçi diyince.. kime ait olduğunu fln hatırlamıyorum ama hoş bişey..

    evrimi savunan bilim adamlarından birisi bigün tanrıyı ziyaret etmiş. tanrı masasının başında günlük (!) işleriyle uğraşıyormuş. bizim eleman demişki "tanrı.. kaç yıldır araştırıyorum bi türlü bulamadım. şu d. melanogaster'in sırtındaki disk ne işe yarıyo??"

    tanrı da demiş ki "orda disk mi var??"


    ıııh.. güzel diilmiş yaw.. neyse.. yazmış bulundul. silmiyim bari akabinde de bana
    _____________________________
  • bora;

    miller deneyini tarihin raflarından indirmek sana mı kaldı....
    bilim dünysında itibar görmeyen bir deneydi O...



    Stanley Miller, deneyinde metan (CH4), amonyak (NH3) ve su buharı (H2O) kullanmıştır. Oysaki, 1970’lerden sonra başta Philip Abelson olmak üzere jeologların yaptıkları araştırmalar, dünya atmosferinde hiç bir zaman metan ve amonyak gazlarının yer almadığını ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmalarda, atmosferin, ilk oluşum dönemlerinde karbondioksit (CO2), azot (N2), hidrojen (H2) ve su buharından (H2O) oluştuğu kesinleşmiştir. Şu anda evrimci olsun olmasın tüm jeologlar ve biyokimyacılar, ilk atmosferin karbondioksit, azot, su buharı ve az miktarda hidrojenden oluştuğu konusunda fikir birliği içindedir. Bu hususta en küçük bir ihtilaf dahi bulunmamaktadır.

    Miller Deneyi, bu gazlarla tekrarlandığında ise hiç bir amino asit elde edilememiştir. Örneğin 1975 yılında Ferris ve Chen isimli iki biyokimyacı, karbondioksit, hidrojen, azot ve su buharından oluşan bir atmosfer ortamında Stanley Miller’ın deneyini tekrarlamışlar, bir tek molekül amino asit bile elde edememişlerdir.(1)

    Stanley Miler’in deneyindeki ilkel dünya koşullarına aykırı bir diğer unsur da “soğuk tuzak” (cold trap) adı verilen mekanizmadır. Miller, deneyinde, bu mekanizmayı kullanarak, amino asitleri, oluştukları anda (parçalanmalarını engellemek amacıyla) ortamdan izole etmiştir. Oysaki, doğada böyle bir bilinçli ayırıcı mekanizma mevcut değildir. Nitekim Miller soğuk tuzak kullanmadan yaptığı deneylerde hiç bir amino asit elde edememiştir.

    Amino asitlerin oluştuğu öne sürülen dönemlerde, atmosferde amino asitlerin tümünü parçalayacak yoğunlukta oksijen bulunduğu kesinleşmiştir. 3.5 milyar yaşında okside olmuş demir ve uranyum katmanlarının varlığı, bundan 3.5 milyar yıl önce atmosferde oksijen bulunduğunu ve bunun miktarının mevcut tüm organik yapıları parçalayıp yokedebilecek düzeyde olduğunu göstermiştir.(2) Bu durum, oksijen dikkate alınmadan yapılmış olan Miller Deneyi’ni tamamen geçersiz kılmaktadır. Eğer Miller, deneyinde oksijen kullanmış olsaydı hem metan hem amonyak, hem de amino asitler tamamen parçalanacaktı.

    Miller Deneyi’nin sonucunda, canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu özelliklere sahip organik asitler de büyük miktarlarda oluşmuştur. Amino asitlerin, izole edilmeyip de bu kimyasal maddelerle aynı ortamda bırakılmaları halinde, amino asitlerin bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları veya farklı bileşiklere dönüşmeleri kaçınılmazdır.
    Stanley Miller deney aparatıyla birlikte.

    Eğer Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı bir takım iddialarına kaynak gösterdiği, National Geographic Dergisi’nin Mart 1998 sayısındaki “The Rise of Life on Earth” makalesini daha dikkatli okusaydı, yazısında canlılığın tesadüflerle ortaya çıkışı iddiasına en büyük delil olarak sunduğu Miller Deneyi’ni Batılı evrimcilerin nasıl çoktan terkettiklerini görecekti. Makalede, Miller Deneyi’nde kullanılan metan ve amonyak maddelerinin gerçekte ilkel atmosferde bulunmadığı, şöyle ifade edilmektedir:

    Pekçok bilim adamının bugün, ilkel atmosferin Miller’in öne sürdüğünden farklı olduğuna dair kuşkuları vardır. Bilim adamları, ilkel atmosferin hidrojen, metan ve amonyak yerine karbondioksit ve azottan oluştuğunu düşünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötü bir haberdir. Çünkü karbondioksit ve azotu tepkimeye soktuklarında elde edilen organik bileşikler oldukça değersiz miktarlardadır. Bu, koca bir yüzme havuzuna atılan bir damla gıda renklendiricisiyle aynı yoğunluktadır. Bilim adamları bu derece seyrek çözeltideki bir çorbada hayatın ortaya çıkmasını hayal etmeyi bile güç buluyorlar.”(3)

    Bilim ve Ütopya dergisi yazarının öve öve bitiremediği Miller Deneyi’nin evrimciler tarafından dahi terkedildiği, “Earth” dergisinin Şubat 1998 sayısındaki “Life’s Crucible” isimli makalede bir kere daha belgelenmiştir. Evrimci literatürün en popüler yayınlarından olan bu dergide şu ifadeler kullanılmıştır:

    Bugün Miller’in senaryosu şüphelerle karşılanmaktadır. Bunun bir nedeni, jeologların şu an ilkel atmosferin başlıca karbondioksit ve azottan oluştuğunu kabul etmeleridir. Bu gazlar ise 1953’teki deneyde (Miller deneyi) kullanılanlardan çok daha az aktiftirler. Kaldı ki, Miller’in farzettiği atmosfer varolmuş olabilseydi bile, amino asitler gibi basit molekülleri çok daha karmaşık bileşiklere, proteinler gibi polimerlere dönüştürecek gerekli kimyasal değişimler nasıl oluşabilirdi ki? Miller’in kendisi bile, problemin bu noktasında ellerini hızla ileri uzatıp, ‘bu bir sorun’ diyerek şiddetle iç geçirmektedir. ‘Polimerleri nasıl yapacaksınız? Bu o kadar kolay değildir.” (s.34-36)

    Görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz 1998 yılının evrimci kaynakları Miller Deneyi’ni tarihin tozlu raflarına kaldırmış durumdadırlar.
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • İlkel Dünyada Proteinler Kendi Kendilerine Oluşabilirler miydi?

    İncelediğimiz bütün tutarsızlıklarına rağmen, evrimciler aminoasitlerin ilkel dünya ortamında kendi kendilerine nasıl oluşabildikleri sorununu, Miller deneyi ile geçiştirmeye çalışırlar. Bu uydurma deneyle, bugün bile, bu sorunun çoktan çözülmüş olduğu gibi bir izlenim vererek insanları yanıltmaya devam etmektedirler.

    Ancak canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama çabasının ikinci aşamasında, evrimcileri, amino asitlerin oluşumuyla kıyaslanmayacak derecede büyük bir problem beklemektedir: "Proteinler". Yani yüzlerce farklı amino asitin belirli bir sıra içinde birbirlerine eklenerek oluşturdukları canlılığın yapıtaşları.

    Proteinlerin doğal şartlarda tesadüfen oluştuklarını öne sürmek, amino asitlerin tesadüfen oluştuklarını öne sürmekten çok daha akıl ve mantık dışı bir iddiadır. Amino asitlerin, proteinleri oluşturmak üzere uygun dizilimlerde tesadüfen birleşebilmelerinin matematiksel imkansızlığını daha ileride olasılık hesapları ile inceleyeceğiz. Ancak daha önce protein oluşumunun kimyasal olarak da ilkel dünya koşullarında mümkün olmadığını görelim.

    La Châtelier Prensibi

    Amino asitler protein oluşturmak üzere kimyasal olarak birleşirken, aralarında "peptid bağı" denilen özel bir bağ kurarlar. Bu bağ kurulurken bir su molekülü açığa çıkar. Proteinler de, çok sayıda aminoasidin peptid bağları kurarak biraraya gelmeleriyle oluşurlar. Ve doğal olarak protein oluşumu sırasında su açığa çıkar.

    Bu durum, ilkel hayatın denizlerde ortaya çıktığını öne süren evrimci açıklamayı kesinlikle çürütmektedir. Çünkü, kimyada "Le Châtelier" kanunu olarak bilinen kanuna göre, açığa su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu) su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün değildir. Sulu bir ortamda bu çeşit bir reaksiyonun gerçekleşebilmesi, kimyasal reaksiyonlar içinde "oluşma ihtimali en düşük olanı" olarak nitelendirilir.

    Tersinir bir kimyasal reaksiyon olan protein sentezi reaksiyonu sulu bir ortamda, amino asitlerin birleşip polipeptid (amino asit halkaları) oluşturması değil, aksine, ters yönde, yani eğer oluşmuş polipeptidler varsa, bunların ayrışıp amino asitlerine parçalanmaları yönünde gerçekleşir. Dolayısıyla, evrimcilerin hayatın başladığı ve amino asitlerin oluştuğu yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin, bir sonraki aşamada, birleşerek proteinleri oluşturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Richard E. Dickinson Scientific American'da şöyle yazar:

    "Eğer protein ve nükleik asit polimerleri öncül monomerlerden oluşacaksa polimer zincirine her bir monomer bağlanışında bir molekül su atılması şarttır. Bu durumda suyun varlığının polimer oluşturmanın aksine ortamdaki polimerleri parçalama yönünde etkili olması gerçeği karşısında, sulu bir ortamda polimerleşmenin nasıl yürüyebildiğini tahmin etmek güçtür."

    Öte yandan, evrimcilerin bu gerçek karşısında ağız değiştirip, ilkel hayatın karalarda oluştuğunu öne sürmeleri de imkansızdır. Çünkü ilkel atmosferde oluştukları varsayılan amino asitleri ultraviyole ışınlarından koruyacak yegane ortam denizler ve okyanuslardır: Karada ultraviyole yüzünden parçalanırlar. Le Chatelier prensibi ise denizlerdeki oluşum iddiasını çürütmektedir. Bu ise evrim açısından bir başka çıkmazdır.
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)




  • 
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.