Şimdi Ara

Mustafa Kemal Atatürk’ün Hz.Muhammed(s.a.v) Sevgisi

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
125
Cevap
0
Favori
4.783
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Cihanşümul peygamber Hz. Muhammed s.a.v sevgisi, Mustafa Kemalin rüyalarını süsleyecek kadar aşka dönüşmüş bir sevgidir. “Büyük bir inkılap yaratan Hz. Muhammed s.a.v’e beslenilen sevgi ancak onun koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli ettirmekle mümkündür.”

    Bir gün akşam yemeği sırasında,Atatürk’ün misafiri olan bir Fransız hanım gazeteci, Mustafa Kemal’e,dünyada en büyük insanın kim olduğunu sorar.Atatürk ‘Bilmiyor musun?’ edasıyla gazeteciyi şöyle bir süzer, cevap vermez.Gazeteci hanım biraz sonra sualini tekrarlar.Mustafa Kemal’in ‘Benim’ demesini beklertken O :

    “Kâinâta günde beş defa adnı duyuran insan, Hz. Muhammed s.a.v” der ve şöyle devam eder:

    “Hz. Muhammed, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor, benim, senin, adın silinir. Fakat sonsuza kadar o ölümsüzdür” diyerek onun büyüklüğünü, ona hayranlığını ifade etmektedir.

    Anadolu’dan başlattığı kurtuluş mücadelesinin zafer müjdesi, âlemi manada hem kendisine, hem Mareşal Fevzi Çakmak’a, hem de Şeyh Senusiye, mücadelenin yeni başladığı günlerde, Allah’ın Rasulü Muhammed Mustafa s.a. tarafından verilmiştir.

    “Bugün, artık son nefesini “Saat Kaç?” diye değil (ölüm anında yanında bulunanların şahadetiyle),

    ‘Ve Aleykümselam!’ diye verdiğini kesinlikle öğrendiğimiz Rahmetli Gazi’ye ait iki hatırayı Yusuf Koç ve Ali Koç kardeşlerin son çalışmaları ‘Başbuğ Atatürk’ adlı eserlerinden sizlerle paylaşacağız.

    ‘Memleketin her tarafında çetin bir mücadele ve mukavemet başlamıştı. Ankara bir kurtuluş burcu ve Mustafa Kemal’in adı bir bayrak olmuştu. Antep, mücadele günlerinin acı bir devresindeydi. Memlekette İstiklal şuurlaşmış, topyekûn bir uyanma vücut bulmuştu.

    O zaman ilkokulun ihtiyari sınıfındaydım. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm. Din dersleri muallimi Hafız Halil Efendi’nin konuşacağını söylediler. Halk da okulun bahçesinde toplanmıştı. Az sonra Hafız Halil Efendi kürsüye çıktı. Titrek fakat heyecanlı bir sesle:

    ‘Din kardeşlerim, sizi Şeyh Senusi Hazretlerinin bir tebşiri için buraya topladım.’ dedi ve şu vakayı anlattı:

    ‘Şeyh Senusi Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamberimiz kendisine sol elini uzatmış, buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh, peygamberimize hitaben:

    ‘Ya Resulullah niçin sağ elinizi vermediniz?’ diye sual edince şu cevabı almış:

    ‘Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım.’

    Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendi’nin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Gözleri dolu doluydu; hitabesi kalabalığı etkilemişti. Birden gür ve imanlı bir sesle:

    ‘Ey ahali, Mustafa Kemal muzaffer olacak, Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir. Buna iman edin!..’ diye haykırdı ve kürsüden indi.

    Sonradan öğrendiğime göre, Merhum Hafız Halil Efendi bu rüyayı camide va’zda anlatmış ve samimi bir inançla o rüyayı yorumlayarak vaazını tamamlamıştır.”

    İstiklal Harbi günlerinde, Sakarya Meydan Muharebeleri’nin en kritik dönemlerinde, top seslerinin Ankara’dan duyulmaya başladığı ve Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye nakledilmesinin bile düşünüldüğü günlerde Atatürk, günlük çalışmalarının büyük bir kısmını yürüttüğü ve bugün müze olarak değerlendirilen Ankara Tren İstasyonu’ndaki evde, bir sabah erken kalktığı bir sırada Çavuş Ali Metin’e:

    “Acele olarak Fevzi Paşa’yı telefonla ara, bul ve hemen buraya gelmesini söyle” diyor.Ali Metin, Fevzi Paşa’yı telefonla arayıp bulduğunda, Fevzi Paşa da Atatürk’ün yanına gelmek üzere, hemen evden çıkmakta olduğunu söylüyor. Fevzi Paşa, Atatürk’ün yanına girince, Atatürk ona bir kâğıt kalem uzatıp:

    ‘Bugün gördüğün rüyayı yaz ve bana ver’, diyor.

    Kendisi de bir kâğıt kalem alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı, Fevzi Paşa’ya vermek üzere yazmaya başlıyor. Yazma işi bittikten sonra, her iki paşa da karşılıklı olarak yazdıklarını alıp okuyorlar ve okuma işi bittikten sonra birbirlerine bakıp sevinçle gülümsüyorlar.

    Her ikisinin de yazdıklarını kendi kâğıtlarından okuyan Ali Metin, her iki kâğıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor:

    Hz. Muhammed s.a., Hacı Bayram-ı Veli’ye diyor ki:

    “Mustafa’ya söyle korkmasın sonunda zafer onların olacak.”

    Bilindiği gibi, aynı gece rüyalarında Hz. Peygamber s.a. Efendimizi, Hacı Bayram-ı Veli’ye bu sözleri söylerken gören o iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri, “Mustafa Kemal” ve “Mustafa Fevzi”dir.

    Mustafa Kemal, sevgili peygamberinin verdiği müjdenin doğruluğuna yürekten inanan bir mümindir. Çanakkale Savaşı, İstiklal mücadelesi boyunca bu imanında en ufak bir zaaf söz konusu olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamberin ümmetine düşkünlüğü tevbe sûresinin 128. âyetinde açık bir şekilde anlatılarak teyit edilmektedir: “Andolsun, size kendi içinizden, yakından tanıdığınız, meşrû ilişkilerle devam eden bir nesilden doğan, hakka ve tevhide yönelen, üstün meziyetlere sahip, asaletli, ibadete itaate düşkün bir Rasül gelmiştir. İslâm’ın izzet ve şerefine sahiptir, kudretli ve hükümrandır. Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Size çok düşkündür, üstünüze titrer. Mü’minlere, ama mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir” (KK 9/128). Nitekim bu te’yid, gönül kapıları açık yeryüzündeki müslümanlarca da birebir desteklenmektedir.

    Hacı Cemal Öğüt Hoca Anlatıyor:

    “1915 yılı haccına Hindistan ulemasından bir zat da gelmişti. Bu zat, hem alim, hem de deruni dünyası zengin bir Allah dostu idi. Hacdan evvel, Resulullah’ı ziyaret için, Medine-i Münevvere’ye gelmişti. Kendisiyle tanıştık, uzun sohbetler ettik. Fakat bir türlü gözünün yaşı, gönlünün kederi dinmiyordu. Bu hüznün günlerce geçmediğini görünce sebebini sordum:

    - Burası, cennet bahçesi, Resulullah’ın mescidi, mekanı, makamı… Neden bu ziyaret sizi sevindirmiyor? Yoksa gözünüzden akan sevinç gözyaşları mı?

    O mübarek zat, gözyaşları daha da çoğalarak şu cevabı verdi:

    - Keşke göz yaşlarım gönlümün sevinçlerini yansıtmış olsaydı! Maalesef öyle değil… Bana bunca yıl sonra, nasip oldu, o Güzeller Güzeli’ni ziyarete geldim. Yanında, yakınında özlem giderecektim. Fakat müşahede ettim ki, Resulullah a.s. makamında değil… Acaba gerçekten müşahedem doğru mu? Öyleyse Resulullah niçin burada değil? Yoksa, benim kalp gözüm mü körelmiş? Resulullah’ın varlığını neden hissedemiyorum? Hangi hatam, hangi günahım onunla olmaya, onunla dolmaya engeldir? İşte, Medine-i Münevvere’ye geldim geleli bu düşüncelerle perişanım.”

    Bin bir düşünce içinde bu Hintli alime bir şey söyleyemeden yanından ayrılır türbedar. Yine bu düşünceler içersinde akşam geç vakit yatağına uzanır. Rüyasında Hz. Peygamber’i görecektir. Gün boyu kafasını meşgul eden düşünceler şimdi Hz. Peygamberin açıklamaları ile izale olacaktır. Hz. Muhammed s.a. türbedara şunları söyler:

    “Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medine’mde değilim, Çanakkale’deyim… Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.”

    Dr. Hikmet Ardanın anlattıkları Hz. Muhammed s.a.’ın, fiilen bu mücadelenin içinde olduğu, müslümanların peygamberleriyle ilgili gördüğü rüyaların gerçekleştiğini teyit ediyor.

    “Edirne’deki 2. Alay’ın 3. Tabur doktoru idim. Alay Kumandanımız Ali Bey’di. Babacan, disiplini sever, çok dürüst, çalışkan bir zattı.

    Birinci Tabur Kumandanı Binbaşı Lütfi Bey, uzun boylu, zayıf, babayiğit bir zattı. Bütün işi, gücü, taburunun ağırlık hayvanlarının, koşumlarının ve semerlerinin tamiri idi. Askerin talim ve terbiyesini kıymetli bölük kumandanlarına bırakmıştı.

    Tabur Kumandanı Lütfi Bey’in bu tavrı, bazı kumandanlar tarafından tenkide tabi tutulurdu. Ancak Alay Kumandanı,

    “Bırakın benim Tabur Kumandanımı! Ben onun her işinden memnununum” der, kumandanına kol kanat gererdi…

    Nihayet bir hafta sonra, biz de Çanakkale’nin yolunu tuttuk. Artık harp sahasına girmiştik. Seddülbahir, Kerevizdere’de bize ayrılan siperleri devir ve teslim aldık. Siperlerimiz düşman siperlerine çok yakın, bazen on-on beş metre kadar birbiri içine girmiş vaziyetteydi. Sargı yerim, öyle diğer harp sahneleri gibi geride değil, harp sahası olan siperler arasındaydı. Seddülbahir’de bizim karşımızda Fransız kıtaları vardı. Bunlar arasındaki Senegalliler, harpçi ve cesur idiler. Satırları meşhurdu. Bu satır yaraları cidden amansızdı.

    Bir gün, gene bir ölüm kalım harbine tutuşmuştuk. Düşman askerleri sel gibi hücuma kalktılar. Karşılık vermemiz fayda etmiyordu. Esir kaldım. Başımıza dikilen Senegalli, simsiyah yüzünden akan terlerle, güneşin karşısında âdeta bir bronz heykel gibi, elinde satırıyla dikilmiş duruyordu. Karşı koymaya imkan yoktu.

    Kaç dakika geçti, hatırlamıyorum; müthiş bir

    “Allah, Allah!” Nidası kulaklarımızı yırttı. Başlarında, Alay Kumandanımızın himaye ettiği, o mütevazı ve dindar kahraman, 1. Tabur kumandanı Binbaşı Lütfi Bey… Askerlerin başına geçmiş ve

    “Yetiş Ya Muhammed! Kitabın gidiyor!” diye naralar atarak, askerleri heyecana getirip, ileri atılmıştı. Peşine takılan kükreyen aslanlarla, siperlerimizi tekrar düşmandan geri almıştı… başımızda dikilen Senegalli de canını kurtarmaya uğraşan arkadaşları ile beraber kaçtı. Korkunç bir rüyadan uyanır gibiydik.

    Alay Kumandanımız, Tabur Kumandanı Lütfi Bey’e olan itimat ve sevgisini şöyle açıkladı.

    “İşte, görüyorsunuz ya, himayemi çok gördüğünüz ve serzenişte bulunduğunuz bu Zat’ı, ben bugün için tuttum.”

    İkmal subayından Paşasına kadar milli mücadele içinde yüreğine kıvılcım düşen her mü’minle birlikte ve herkesten önce Mustafa Kemal’in Manevî dünyasında da Hz. Muhammed s.a. vardı. Onu aşk derecesinde seviyordu. Bu sebeple Mustafa Kemal zaman zaman yaptığı konuşmalarda peygamberimiz Muhammed Mustafa s.a.’e sık sık yer vermiş, onun İslâm’ı tebliği için gösterdiği gayrete, Uhud savaşında, baskın sırasında sergilediği komutanlığa ve yaralı vaziyette iken, hemen savaşın akabinde düşman takibine çıkışına hayranlığını ifade etmiştir.

    Atatürk, birçok açıklamasında Hz. Muhammed’den saygıyla ve övgüyle söz etmiştir. Ona duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getirmiştir. Hz. Muhammed’e lâyık olduğu değeri vermiş, onu yanlış tanıtmaya çalışanlarla mücadele etmiştir. Hz. Peygamberi küçültür tarzda konuşmalar yapılmasına izin vermemiştir. Nitekim bir gece sofrasında Hz. Peygamber’i küçültür tarzda konuşmalar yapılması üzerine sıkıldığını belli ederek şöyle tepki vermiştir:

    “Bu bahsi kapatın… Peygamberleri küçültmek isterseniz, kendiniz küçülürsünüz.”

    Atatürk, Hz. Peygamber’in ruhaniyetinin, mânevî kişiliğinin Müslümanlar üzerinde her zaman etkisinin olduğunu kabul etmiştir Hayatının birçok safhasına Onun ruhaniyetine sığınmıştır.

    “Cenab-ı Hakk’ın mücahedat-ı mukaddesemizde cümlemize tevfikat-ı ilâhiyesini terfik etmesini ve ruhaniyet-i Peygamberiye’ye istinat eden teşkilât-ı müttehidemize muin olmasını niyaz eyleriz.”

    “Anlaşılıyor ki, askerlerimizin ruhunu kazanmak bizim için bir vazife olduğu gibi, evvela onlarda bir ruh, bir emel, bir karakter yaratmak da Allah’tan ve Medine-i Münevvere’de yatan Cenab-ı Peygamber’den sonra bize düşüyor.”

    Atatürk, Hz. Muhammed’in hayat tarzını Türk milletine daha iyi tanıtabilmek için, onun hayatını anlatan yayınlar hazırlatmıştır. Bu konuyla ilgili bir açıklamasında, “Hz. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim.” demiştir.

    Atatürk’ün, yeryüzünde en çok hayran olduğu kimse kuşkusuz Hz. Muhammed’dir. Bir gün Fahrettin Altay, Atatürk’e Hz. Muhammed hakkındaki düşüncesini sorduğunda o, tek kelimeyle şu cevabı vermiştir:

    “Samimidir!” Atatürk’e göre Hz. Muhammed’in en belirgin özelliği samimiyetidir yani bir peygamberde bulunması gereken söz ve davranış uygunluğudur. Hz. Muhammed özellikle peygamberlik görevinde söz-davranış uyumuna büyük bir özen göstermiştir. Övgüye değer davranışlarıyla, üstün kişiliğiyle eşsiz bir model olmuştur.

    Atatürk, Hz. Muhammed’in kişiliğindeki söz-davranış uygunluğuna,

    “Amelî bir adamdı” diyerek işaret etmiştir. Yine Atatürk’e göre Hz. Muhammed kendisini, toplumdaki diğer insanlardan daha asil, üstün ve imtiyazlı görmemiştir. Hz. Muhammet gereksiz ve anlamsız ayrıntılara takılmadan, inandığı değerler uğrunda korku ve tereddüde düşmeden mücadele eden bir insandı:

    Hz. Muhammet hiçbir zaman asalet-şeref iddiasına kalkışmamıştır. O, boş teferruata ehemmiyet vermezdi; gayesine doğru tereddütsüz yürür amelî bir adamdı.

    Hz. Muhammet, hiçbir zaman bir asalet hücceti istemedi; damarlarında İbrani nebilerinin canı dolaştığını iddia etmedi; bilakis gerek kendisinin, gerek ana ve babasının fakir halleriyle iftihar etti. Hz. Peygamber huzurunda korkup titremeye başlayan bir adama,

    “Sakin ol, ben kral değilim, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum”, demiştir.

    Atatürk, bir konuşmasında adeta Hz. Peygamber’in mükemmel bir portresini çıkartmıştır:

    Hazreti Muhammed çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi, fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nurânî, sözü nurânî, görünen olgunlukta dosdoğru sözünde sadık, hilmi mürüvvetçe başkalarına üstün olan Muhammed Mustafa, evvela bu hususi ve mümtaz vasıflarıyla kabilesi içinde “Muhammedü’l-Emîn” oldu, ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırküç yaşında risalet geldi. Fahri âlem efendimiz nâmütenahi tehlikeler içinde, sonsuz mihnetler karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini kurmaya ait peygamberlik vazifesini ifaya muvaffak olduktan sonra vefat etti.

    Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara hakkı tebliğe görevli “Resûl” olmuştur.

    Kendisine gönderilen, ilmî kıymeti olmayan bir eserin yazarıyla ilgili: “Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş, sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, O’nun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlatmaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi’nde en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve tatbik edebilir.” diye eleştirmektedir.

    Önündeki kâğıda Uhud Muharebesi’nin planını çizdi. Milli Şef’e uzattı. Her iki tarafın kuvvet ve durumlarını, alınan tedbirleri, Peygamber’in savaştan önce ve sonraki kararlarını beni (Şemsettin Günaltay) hayrette bırakan bir doğrulukla izah etti. Sonra Milli Şef’e hitaben: “O zaman orada siz komutan olsaydınız; bundan başka mı hareket ederdiniz?” diyerek alınan tedbirlerin isabetini İsmet Paşa’ya da tasdik ettirdi.

    Gazi birden bire gözlerini bana dikerek şunları söyledi:

    ''Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu, küçük harpte bile askerî dehası kadar siyasî görüşleriyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih mesaimize katılamazlar. Hz. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi!”

    Bir memur peygamberimize hakaretlerle dolu bir kitabını Atatürk’e takdim eder.Atatürk şöyle bir karıştırdıktan sonra incelemek üzere Şemettin Günaltaya verir.Birkaç gün sonra Günaltay’dan durumu sorar.Hz.Peygambere hakaretler içeren bir kitap olduğunu öğrenince:

    “Bir daha memuriyete alınmamak üzere bu adamı memuriyetten atın.” der.

    Atatürk, Hz. Muhammed’in üstün kişiliğinin en büyük delili olarak onun askerî faaliyetlerini göstermiştir. Atatürk’ün yazdığı ve yazdırdığı Tarih II -Orta Zamanlar- kitabında bu konuda yer alan açıklamalar şunlardır:

    Hz. Muhammedi ve onun nasıl bir din müessisi ve dinî bir devlet reisi olduğunu anlayabilmek için onun bilhassa askerî faaliyetlerini tetkik etmek lâzımdır. Aksi takdirde Hz. Muhammedi, her şeyi bir melekten alan ve aynen muhitine telkin eden ümmî, cahil, hissiz, hareketsiz bir put derekesine indirmek hatasından kurtulmak mümkün olmaz. Halbuki Hz. Muhammet denilen şahsiyet bizatihi mütehassis, mütefekkir, müteşebbis ve muasırlarının en yükseği olduğunu yaptığı işlerle ispat etmiş bir varlıktı.

    Bedir Muharebesi (624); … Burada Hz.Muhammed’e muvaffakıyet temin eden, askerine iyi tertibat aldırması ve muharebeyi bizzat iyi idare etmesi oldu. Muhammet askerlerine daima birlikte sımsıkı durmalarını, düşman hücumlarına ok atarak mukabele etmeyi emretti. Kılıçlar ancak son dakikada kullanılacaktı. Müslümanlar Hz. Muhammed’in verdiği talimatı dikkatle takip ettiler. Kureyşli’ler yalınkılıç hücum ettikleri zaman bir ok yağmuru ile karşılandılar. İslâmlar intizamı muhafaza ettiler. Son safhada Muhammed’in askerlerinden kılıcı kırılan biri Muhammed’in yanına koşarak kırılmış silâhı gösterdi. Hz. Muhammet ona bir sopa vererek “bununla vuruş” dedi. Kureyşliler’in bozulması çok seri ve hezimetleri tam oldu. Müsademe esnasında Hz. Muhammed’in gösterdiği harikulâde cesaret Müslümanları dehşet ve hayret içinde bıraktı, hiç kimse onun kadar cesur olmadı ve düşmana onun kadar yaklaşamadı.

    Verilen anekdotlardan da anlaşıldığı gibi, Atatürk Hz. Muhammed’in çok yetenekli bir devlet adamı ve iyi bir başkomutan olduğunu devamlı vurgulamıştır.

    Kur’an’ın, insanlığa model şahsiyet olarak sunduğu Hz. Muhammed, Atatürk tarafından bir örnek olarak gösterilmiştir. Atatürk, toplumun kalkınabilmesi ve sorunlarını aşabilmesi noktasında Hz. Muhammed’in yol göstericiliğine ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.

    Kaynaklarda bu konuda, Atatürk’ün son mesajı başlıklı bir bilgi aktarılır: Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli, tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli: İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. Hz. Muhammed’i överek onu örnek alan Atatürk, Allah’a yönelmede onu rehber göstermiştir.

    Atatürk, Hz. Muhammed’e beslenilen sevginin, ancak onun koyduğu fikirleri, esasları korumakla, tecelli ettirmekle mümkün olduğunu açıklamıştır: “Büyük bir inkılâp yaratan Hazreti Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla, tecelli ettirmekle mümkündür.” Atatürk’ün bu sözü, Âl-i İmrân, 3/31 âyetinin açılımı gibidir. Yüce Allah bu âyette şöyle buyurmuştur: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan, esirgeyendir.” Allah’ı sevmek, dolayısıyla O’nun peygamberini sevmek, peygamberin ortaya koyduğu düşünceleri ve esasları korumakla, gerçekleştirmekle mümkün olur. Sevgi sevilenin düşüncelerine sadık kalarak ispat edilebilir.

    Atatürk, çeşitli meselelerin çözümünde Hz. Peygamberin hadislerini referans göstermiştir. Zaman zaman bu hadislerin orijinal Arapça ifadelerini kullanmıştır. Millete karşı efendilik taslamak yerine, ona hizmet etmenin gereğini vurgularken, “Seyyidü’l-kavmi hâdimuhum.” Hadisini dayanak göstermiştir. Bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Fakat efendiler, bu yüce makamın kutsiyetini hürmetkârâne takdis etmiş olmakla beraber, bu makamda oturacak zatı hiçbir vakitte efendi yapmak söz konusu değildir. Şeriatı ğarrayı Muhammediye ile bağdaştırılabilir değildir. “Seyyidul kavmi hâdimuhum -Bir toplumun efendisi onlara hizmet edendir-” buyurmuşlardır. Millete efendilik yoktur, hizmet etmek vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur.” Atatürk, “Hakimiyet milletindir” ilkesini bu hadise dayandırmıştır. Millete ait olan bu hakkın başka insanlara verilemeyeceğine işaret etmiştir. Atatürk, Hz. Peygamberin vefatından sonra halifeliğin otuz yıl süreceğini ve bunun ardından saltanat döneminin başlayacağını vurgularken “el-Hilâfetu min ba’dî selâsûne sene -Benden sonra hilafet otuz senedir-” hadisini delil olarak sunmuştur.

    Atatürk, 1919 yılında yayınladığı bir genelgede halk ile yöneticiler arasındaki ilişkiyi ortaya koyan hadislerden birisine atıfta bulunmuştur: “… Şundan ki, Peygamberimiz “Kemâ tekûnû yüvellâ aleyküm” açıkçası “Siz ne nitelikte olursanız sizi yönetenler de o nitelikte olur.” buyurmuşlardır.”

    Anadolu halkı, bu hale artık bir nihayet vermek mecburiyetini hissetmiş ve Allah’ın emrine ve Peygamber’in hadisine uyarak zulme karşı harekete başlamış ve zalimlerle her türlü münasebeti kesmiştir.

    Toplumlar arasında bulunmasını gerekli gördüğü düşünce ve duyguları anlatırken, “Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün âza müteessir olur.” der. Atatürk bu sözüyle Hz. Peygamberin bir hadisine telmih yapmıştır: “Mü’minler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Bu hadis, toplumdaki birliği ve ahengi sağlamayı, insanları birbirine sevgi ve saygıyla bağlamayı tavsiye eder.

    Atatürk, Hz. Peygamberin, “İlim Çin’de de olsa arayınız.” hadisine şu şekilde atıfta bulunmuştur: İlim ve teknik neredeyse onu alacağız ve her vatandaşın kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur. Dinimiz bu yüce buyruğu kapsadığı içindir ki, dinlerin en yücesidir. Bilim ve tekniği puta tapanların ülkesinde aratır; Çin’de bile aratır.

    Atatürk, Hz. Peygamberin kanaat tükenmez hazinedir anlamındaki “el-kanâatü kenzun lâ yufnâ” hadisine dayanarak salt fakirliğin erdem sayılması anlayışını eleştirmiştir: Bence halk devri, ekonomi devri kavramı ile anlam kazanır. Öyle bir ekonomi devri ki memleketimiz imar edilmiş; milletimiz sıkıntısız ve zengin olsun. Bu noktada bir felsefeyi hatırlayınız, o da: “Kanaat tükenmez hazinedir.” Bu felsefeyi yanlış anlamlandırma yüzünden, bu millete büyük fenalıklar edilmiştir.

    Aslında hadisin anlatmak istediği şey, fakirliğin erdem olduğu değildir. Hadis, çalışıp çabaladıktan ve bütün gayretini sarfettikten sonra, eline geçene razı olmayı anlatmaktadır. Atatürk, hadisin yanlış yorumlanmasıyla oluşturulan yanlış anlayış ve uygulamaya karşı çıkmıştır.

    Hz. Peygamberin hadisleri, belli temel kaynaklarda toplanmıştır. Bu kaynaklardan söz edildiğinde ilk akla gelen Buhârî’nin “Sahîh”idir. Bu eserin muhtasarının tercümesine Ahmet Naim tarafından başlanmış, iki cildi Osmanlıca olarak 1926-1928 yılları arasında İstanbul’da basılmıştır. Buhârî’nin bu eseri Atatürk’ün okumuş olduğu kitaplardan birisidir. Atatürk’ün satırlarını çizerek veya paragraflara dikey işaretler koyarak okumuş olduğu Buhârî tercümesinin nüshası Atatürk Anıt Kabir Kitaplığı’nda muhafaza edilmektedir. Bu nüshanın ikinci cildinden Atatürk’ün işaretleyerek okumuş olduğu bazı hadisleri örnek olarak vermek istiyoruz. Atatürk’ün namaz konusuyla ilgili okumuş olduğu hadislerin birkaçı şunlardır:

    Yine Âişe Radiyallahü anhâ’dan:

    Şöyle demiştir: Bir defa Nebiyi Ekrem (s.a.v.), üstünde damgalar bulunan bir hamisa içinde namaz kılıp (esnâyı salâtta) üstündeki damgalara bir bakmışlardı. Namazdan çıkınca “benim şu hamisamı Ebû Cehm’e geri götürün de Ebû Cehm’in enbicaniyyesini bana getirin, zira demin namazdaki huzurdan az kalsın beni alıkoyacaktı” buyurdu.

    Yine Enes r.a.’dan:

    Hz. Muhammed (s.a.v) sandaleti ayağında namaz kılar mıydı? diye sorulup, evet cevabını verdiği güçlü bir senet ile rivayet olunuyor.

    Enes bin Mâlik r.a.’den:

    Şöyle demiştir: Hz. Muhammed bir gün kıble duvarında tükürük buldu. Bu, Muhammed’i o kadar üzdü ki, üzüldüğü mübarek yüzünden belli oldu. Kalktı ve mübarek eliyle üstünü kapattı. Sonra buyurdu ki, her biriniz namazına durduğu vakit şüphesiz Rabbine yakarışta bulunur. Rabbi, kendisi ile kıblesi arasındadır. O halde hiçbiriniz kıblesine karşı tükürmesin.

    Yine Enes bin Mâlik r.a.’den:

    Şöyle demiştir: Allah’ın elçisi buyurdu ki, “akşam yemeğiniz önünüze konduğu vakit, akşam yemeğinizi yemeden namaza başlamayınız. Acele edip de yemeğinizi bırakmayınız.

    Ebû Hureyre r.a.’den:

    Şöyle demiştir: Hz. Muhammed buyurdu ki, “imamdan önce başını secdeden kaldıran herhangi biriniz, acaba şundan korkmaz mı ki, Allahü Teâlâ başını eşek başına -yahut şeklini eşek şekline- çevirsin?”

    Ebû Mes’ud r.a.’dan:

    Şöyle demiştir: Allah’ın Elçisi’ne bir defa biri gelip; “Ey Allah’ın elçisi filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallâhi sabah namazına gitmekten âdeta geri kaldım” dedi. Allah’ın Elçisi’ni hiçbir konuda o günkü kadar kızgın görmedim. Sonra buyurdu ki, “Ey insanlar, içinizden bazı kimselerde cemaati kendinden nefret ettirme eğilimi vardır. Herhangi biriniz namaz kıldıracak olursa hafif tutsun. Çünkü cemaatin içinde zayıf olanı var, yaşlı olanı var, iş güç sahibi olanı var.”

    Buhârî’nin derlediği hadisleri ihtiva eden eser Atatürk tarafından Türkçe’ye tercüme ettirilerek yayınlanmıştır. Bu kitap, Türk halkının, dinini daha iyi anlaması için yayınlattığı dokuz temel eserden birisidir. 12 cilt halinde basılan eser müftülükler aracığıyla Türk milletinin bilgisine sunulmuştur.

    Atatürk, Hz. Peygamberin doğum yıldönümlerini ilgiyle takip etmiştir. Bu ilgisini bir konuşmasında şu şekilde dile getirmiştir: Son peygamber olan Muhammet Mustafa (Sallahü Aleyhi Vesellem) 1394 sene evvel rumi nisan içinde Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu, gün doğmadan… Bugün o gündür. İnşallah büyük tesadüftür. Filhakika Arabî tarihiyle bu akşam yevmi vilâdetin sene-i devriyesine tesadüf ediyor. Atatürk, Hz. Muhammed’in mevlidini kutlayarak, tebrikleşmiştir. Bu tebrikleşmelerden birisinde şu ifadeleri kullanmıştır:

    Samimane tebriklerine ve hissiyatlarına teşekkür eder ve bilmukabele mevlidi nebeviyi tebrik eylerim.

    Atatürk’ün mevlit kandili kutlamalarını burada örnek olarak vermek istiyoruz:

    İdrak şerefi ile övündüğümüz Mevlidi Nebeviyi Hazreti Risâletpenahinin vatan ve millet hakkında mütemeyyin ve mübarek olmasını Cenabı Haktan tazarru eyler, yüce heyete tebrikler arz ederiz.

    Makamı akdesi hilafetpenahilerine can ve kalpten bağlı bütün İslâm âleminin ve sadık tebaları bütün Allah’ın birliğine inananların idrak şerefi ile mesut olduğu ve övündüğü Mevlûdu Nebeviyi Hazreti Risaletpenahinin başta zatı şevketi simat hazreti tacidarileri ve yüce şanlı handanları olduğu halde vatan ve millet hakkında mesut ve mübarek olmasını Cenabı Rahimürrahmandan tazarru ederim. Tebrikatı ubudiyetkâra-nenizi büyük bir tazim ve hürmetle süddeyi seniyelerine arz eyleriz.

    Açıkça görüldüğü gibi tebrikler Hz. Peygamber’in doğum yılı üzerine gerçekleşmiştir. Atatürk, bu anlamlı günün vatana ve millete bolluk ve bereket getirmesi için Yüce Allah’tan dilekte bulunmaktadır. Bu günün tek Allah’a inanan bütün mü’minleri onurlandırdığını, mutlu kıldığını ifade etmektedir.

    Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygı, onunla arkadaşlık eden, ona öğrenci olan, onunla aynı ortamı paylaşan, aynı mücadeleyi veren değerli insanlara da gösterilmiştir. Müslümanlar tarih boyunca Hz. Peygamberin hatırasına ve mesajlarına verdikleri değerin aynını onun sahabelerine yöneltmişlerdir. Türk milletinin sahabeye verdiği değer, kabri İstanbul’da bulunan Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin şahsında zirveye çıkmıştır.

    Atatürk Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin Türk milleti için ifade ettiği değeri şöyle dile getirir:

    Efendiler! İstanbul, Cenabı Peygamber’in bizzat alaka gösterdiği, Ebâ Eyyubi Ensârî Halid Hazretleri’nin on dört asırdan beri meşhedinin mânevî temas ve nezareti altında tuttuğu bir şehirdir.”

    Atatürk’e göre, Hz. Peygamberin vefatından sonra yapılması gereken en öncelikli şey, o güne kadar gerçekleştirilen devrimi güvence altına almaktı. Bu gerçeği kavrayan üç büyük insan vardı. Onlar, Ebûbekir, Ömer ve Ebû Ubeyde idi. Bu üç sima, inkılabın yaratıcısı kadar büyük insanlardı. Hz. Peygamber’den sonra İslâm toplumunun geleceği bu üç büyük sahabenin girişimleri ve azimleri sayesinde garanti altına alınmış oldu:

    Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu inkılabı güvence altına almaktı. Bu da, yerine, evvela inkılabı kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek, baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. İnkılabı kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki, onun gömülmesi düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılmasıyla ve şanına yakışır bir törenle ölümlü bedeni ebedi istirahat yerine verildi: Ne Ali, ne de diğer Haşimoğulları bunu düşünemediler. Bu hakikati o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde, Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın, bu üç büyük insanın girişimleri ve azimleriyle kurtulmuş olduğunu ortaya koymuştur. İnkılabın bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır.

    En nihayet dağılmak ve bölünmenin derhal önüne geçmek lüzumuna kani olan Hz. Ömer’in etkisi ile Hz. Ebû Bekir’e biat olundu. Görülüyor ki ilk halifenin seçiminde genel eğilimlerin birleşmesinden ziyade kişisel etkinlik hakim olmuştur.

    Efendiler; bu muhalefet ve tartışmaların yersiz olduğunu zannetmeyelim. Hakikaten hilâfet İslâm milletince en büyük bir maslahattır. Çünkü efendiler, Nebi’nin hilâfeti, İslâm’lar arasında bağ olan bir emanetler ve İslâm ehlinin “vahdet-birlik” kelimesi üzere toplanmasını sağlayan bir emanettir.

    Emanet işte Cenab-ı Hakk’ın bir sır ve hikmetidir ki, kurulması daima satvet ve kuvvetle şartlanmıştır. Ondan asıl maksatla bozgunculuk giderilmesi, asayişin korunması, yöreler ve savaş işlerinin düzenlenmesi ile halkın işlerini iyi yönetmekten ibadettir. Bu dahi ancak satvet ve kuvvete bağlıdır. Allah’ın emri bu yönüyle geçerlidir.

    Buna nazaran yukarıda açıkladığım üç muhtelif görüşten birincisinin, ki kuvveti ve nüfuzu olan kavmin, milletin hilâfete layık olması noktasıydı diğer görüşlere tercih edilmesi ve üstün olması doğaldır ve Hz. Ebû Bekir’in tesir ederek hilâfet makamını işgal etmesi isabetli oldu, işte bu suretle, zaman-ı saadetten sonra hilâfet unvanıyla bir İslâm emaneti teşekkül etti. Fakat efendiler, peygamberin vefatıyla derhal her tarafta irtidat başladı. İrtica başladı, isyan başladı…

    Hz. Ebû Bekir bunları bertaraf etti, vaziyete hakim oldu. Bir taraftan da hudutları genişletmeye ve İslâm emaretine başladı. Ebû Bekir son demlerine yaklaşınca kendi seçimindeki zorlukları hatırladı ve Hz. Ömer’i vasiyetname ile bizzat seçti.

    Hz. Ömer: Hazreti Ömer’in hilâfeti zamanında ise İslâm memleketleri fevkalâde denecek derecede genişledi, servet çoğaldı. Halbuki bir milletin içinde servet toplanması, ahali arasında dünya garezlerinin çıkmasına bu da ihtilaf ve fitnenin zuhuruna bais olma, bu fesat dünyasının muktezasındandır. İşte bu nokta Hazreti Ömer hatırlıyordu ki Resûl-i Ekrem, sırdaşı olan ashabına şunu demişti:

    Ümmetim düşmanlarıma galebe edecek. Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam’ı fethedecek Kisra ve Kayser’in hazinelerini taksim eyleyecekti. Fakat ondan sonra aralarında fitne, ihtilal ve nefsaniyetler çıkacak, onlar da geçmiş mülükler mesleğine gideceklerdir.

    Hz. Ömer bir gün Huzeyfe İbn Yemân hazretlerine, deniz gibi kabaran fitneyi sorduğu zaman şu cevabı aldı.

    Senin için ondan beis yok; senin zamanında onun arasında kapalı bir kapı vardır.

    Hz. Ömer sordu:

    Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?

    Kırılacak.

    Öyleyse artık kapanmaz.

    Dedi ve üzüldü. Hakikaten kapı kırılmak mukadderdi. Çünkü İslâm memleketleri genişlemişti. İş çoğalmıştı. Bu emaret şekli ve bu yönetim tarzıyla her yerde adalet icrası zorlaşmıştı. Hz. Ömer bunu idrak ediyor, sıkılıyor ve Allah’ına yalvararak diyordu ki:

    Yâ Rab; ruhumu kabzet!

    Ömer bir gün ağlarken sebebi soruldu. Cevap verdi:

    Nasıl ağlamayayım ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa korkarım ki, Ömer’den sorulur.

    Evet Hazreti Ömer artık hilafet unvanı altında ki emaret tarzının bir devlet idaresine kafi olmadığını, bir zatın kendi faziletinde, kendi kudretinde hatta kendi sevgisinde olsa da bir devletin idaresine yine kâfi olamadığını bütün şâmil manasıyla idrak etmişti. Hatta bu endişe iledir ki, Ömer kendisinden sonra artık bir halife düşünemez oldu.

    Kendisine oğlunu tavsiye ettikleri zaman

    “Bir hanedana bir kurban yetişir” dedi. Abdurrahman İbn Avf’ı çağırdı:

    Ben seni veliaht eylemek istiyorum, dedi. O da, bana kabul et diye rey ve nasihat eyler misin? dedikçe Ömer, edemem yâ Avf dedi. Abdurrahman da,

    Vallâhi ben de ebediyen bu işe girmem, dedi.

    En nihayet Ömer, en makul noktaya temas etti: Emaret, devlet ve millet işini meşverete havale etti. Ömer’den sonra ashap ve bütün halk mescidi ağzına kadar doldurdu. Orada bazı dikkate şayan vaziyetlerle yine ümmetin yönetimini, seçtikleri bir halifeye verdiler…


    Kaynak :http://errahman.com/biyografiler/hz-muhammed/genel/1052-mustafa-kemal-atatuerkuen-hzmuhammedsav-sevgisi







  • Allah hepsinden razı olsun.
  • Buralar karışır..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: YOURMOVE

    Allah hepsinden razı olsun.

    Amin hocam.
    Fransız Gazeteci: Dünyanın en büyük insanı kimdir ?
    M Kemal Atatürk: ''Kâinâta günde beş defa adını duyuran insan, Hz. Muhammed s.a.v”



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi strong mind strong body -- 18 Haziran 2016; 22:05:10 >
  • Atatürk, Hz. Muhammed hakkında ne düşünüyordu bilmiyorum, araştırmadım. Ama merak ettiğim nokta ne düşünüyor olursa olsun bundan bizlere ne ? Din kul ile Tanrı arasında değilmiydi ? Yaptıklarını değiştirirmi ?
  • Atatürk ü dindar yapmaya çalışmayın değildi ama sizler gibi din primcisi de değildi .

    Atatürk u seviyoruz ne din dusmani olduğu icin ne dini sevdiği icin . Bizi kurtardığı icin seviyoruz

    Boş konular acmayin

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Ben hz muhammed i sevmiyorum. ATA'mızı çok seviyorum. Kendisi istediği kişiyi sevip sevmeme hakkına sahiptir. Bu hak bütün insanlardadır. Yobazlar gibi liderlerinin kopyası olmaya gerek yok. Herkes özgür.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    2.Abdülhamid ve Erdoğan
    3 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Boş işlerle uğraşıyorsunuz. Atatürk müslüman değildir, tek-tanrıcıdır; çünkü Türkçülerin tanrı inancı olur. Ne olursa olsun zaten dini bizi ilgilendirmiyor, kimseyi ilgilendirmiyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    Ben hep Hristiyan memleketlerde demleniyorum. Yakında Pagan memleketlerde de demlenecem. Atatürkün kurtardığı ülkede demlenmeye sıra gelir mi bilmem. Çünkü oraya en son gidecem! O zamana ömrüm yeter mi bilmem!!

    Not: Anadoluyu müslüman askerler kurtardı, Deist askerler değil. Dolayısıyla Anadoluyu İslam inancı kurtardı, Deistlik değil!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi asau -- 18 Haziran 2016; 21:26:09 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    Ben hep Hristiyan memleketlerde demleniyorum. Yakında Pagan memleketlerde de demlenecem. Atatürkün kurtardığı ülkede demlenmeye sıra gelir mi bilmem. Çünkü oraya en son gidecem! O zamana ömrüm yeter mi bilmem!!

    Yattığın yer, kalktığın yer, ekmeğini yediğin yer. Hepsi ATAmızın bizlere mirası. Çok şükür ki ona bize bu yaşamı miras bırakabildi. Tadını çıkar.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    Ben hep Hristiyan memleketlerde demleniyorum. Yakında Pagan memleketlerde de demlenecem. Atatürkün kurtardığı ülkede demlenmeye sıra gelir mi bilmem. Çünkü oraya en son gidecem! O zamana ömrüm yeter mi bilmem!!

    Yattığın yer, kalktığın yer, ekmeğini yediğin yer. Hepsi ATAmızın bizlere mirası. Çok şükür ki ona bize bu yaşamı miras bırakabildi. Tadını çıkar.

    Yanlışın var; yattığım, kalktığım yer, ekmeğini yediğim hep elin kafirinin mirası..

    Henüz bana Atatürkün bıraktığı mirastan nasip olmadı!


    Valla sen böyle ünlemli cümleler kurduğun sürece ve bu kin, nefretden arınmazsan göremeden kalpten filan gidersin hacı. Yazık ki bir genç mundar oluyor.

    Gerçekten ben hiç bir miras yemedin. Elin kafirleri sayesinde keyif içinde yaşıyorum. Napayım, bana bir faydası olmayan mirası övemem.Turkey ülkesine dşman olanların ülkelerinde miras yemekle meşgulum şu an. OTTO-MAN,TURKEY olalı beri bana 1gram faydası olmadı.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Deist mi



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi strong mind strong body -- 19 Haziran 2016; 1:03:46 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    Ben hep Hristiyan memleketlerde demleniyorum. Yakında Pagan memleketlerde de demlenecem. Atatürkün kurtardığı ülkede demlenmeye sıra gelir mi bilmem. Çünkü oraya en son gidecem! O zamana ömrüm yeter mi bilmem!!

    Yattığın yer, kalktığın yer, ekmeğini yediğin yer. Hepsi ATAmızın bizlere mirası. Çok şükür ki ona bize bu yaşamı miras bırakabildi. Tadını çıkar.

    Yanlışın var; yattığım, kalktığım yer, ekmeğini yediğim hep elin kafirinin mirası..

    Henüz bana Atatürkün bıraktığı mirastan nasip olmadı!


    Valla sen böyle ünlemli cümleler kurduğun sürece ve bu kin, nefretden arınmazsan göremeden kalpten filan gidersin hacı. Yazık ki bir genç mundar oluyor.

    Gerçekten ben hiç bir miras yemedin. Elin kafirleri sayesinde keyif içinde yaşıyorum. Napayım, bana bir faydası olmayan mirası övemem.Turkey ülkesine dşman olanların ülkelerinde miras yemekle meşgulum şu an. OTTO-MAN,TURKEY olalı beri bana 1gram faydası olmadı.

    Hacı mirası boşver aklını yemişsin sen.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Özet yokmu la. One öyle

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau


    quote:

    Orijinalden alıntı: Hazreti Nathan Drake


    quote:

    Orijinalden alıntı: asau

    Palavra atmayın. Atatürk adına yalan makaleleri doğru diye bize yutmayın. Atatürke hakaret etmeyin. Atatürk DEİST bir insandır. Atatürkün tercihine saygı göstermeyip onu bir dine yamamak Atatürke hakarettir.

    Atatürkün dini kimseyi ilgilendirmez. Kişilerin özel yaşamlarına burnunuzu sokmayın! Sizin özel yaşamınıza kimse karışıyor mu?!

    Boş boş konular açmayın. Birilerine malzeme vermeyin. Atatürkçe cennetten yer beğenen plavracı Kemalistlerle, Atatürke cehennemin dibinden yer beğenen İslamistler de aynı derecede palavracıdırlar.

    Atatürk DEİSTİR, nokta

    Deistin ve askerlerinin kurtardığı topraklarda iyi demleniyorsun bakıyorum köftehor seni. Aferin yavaş yavaş saygıyı öğreniyorsun.

    Ben hep Hristiyan memleketlerde demleniyorum. Yakında Pagan memleketlerde de demlenecem. Atatürkün kurtardığı ülkede demlenmeye sıra gelir mi bilmem. Çünkü oraya en son gidecem! O zamana ömrüm yeter mi bilmem!!

    Yattığın yer, kalktığın yer, ekmeğini yediğin yer. Hepsi ATAmızın bizlere mirası. Çok şükür ki ona bize bu yaşamı miras bırakabildi. Tadını çıkar.

    Yanlışın var; yattığım, kalktığım yer, ekmeğini yediğim hep elin kafirinin mirası..

    Henüz bana Atatürkün bıraktığı mirastan nasip olmadı!


    Valla sen böyle ünlemli cümleler kurduğun sürece ve bu kin, nefretden arınmazsan göremeden kalpten filan gidersin hacı. Yazık ki bir genç mundar oluyor.

    Gerçekten ben hiç bir miras yemedin. Elin kafirleri sayesinde keyif içinde yaşıyorum. Napayım, bana bir faydası olmayan mirası övemem.Turkey ülkesine dşman olanların ülkelerinde miras yemekle meşgulum şu an. OTTO-MAN,TURKEY olalı beri bana 1gram faydası olmadı.

    Laf ebesinin sarf ettiği kelimelere bak. Sanırsın, 19. yüzyılda dünyaya gözünü açtı.




  • NEFRET ederdi la ne sevmesi
  • M4RLB0RO kullanıcısına yanıt
    Söle bakalım. Turkeyde doğmuş ve yaşayan biri olarak örneğin İngilterenin, ABDnin sana ne faydası var? Turkeyde doğmamış ve yaşmayan birinin Turkeyden ona ne fayda var?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yerine Yossi Kohen geçmeden önceki açıklamaları galiba.
  • Yav isterse ateist olsun ne fark eder? Adamın çabası ortada,ülkenin kurtuluşu ortada,dine gösterdiği saygı ortada.

    Bugün kendine müslüman diyenler ülkeyi nasıl yönetiyor oda meydanda.Her şey inanışla olmuyor kardeşim,insanda önce vicdan olacak.
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.