sen ömrün boyunca cephelerde savaş ama bir okumamış cahil gelsin sana hain diyerek eleştirsin . Cahillik kötü bir şey. |
İSMET İNÖNÜ 47 ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ (MEKANI CENNET OLSUN ) (3. sayfa)




-
-
Kusura bakmayın ama asıl dedikoduyu siz yapıyorsunuz ben değil.
Ben size 1924 Anayasası diyorum,1926 tarihli 3322 sayılı kararnameyi söylüyorum siz ise 'belki tahmin etmedi','belki düşünemedi','belki yapamadı','belki engel olmak istedi fırsatı olmadı' diyorsunuz.Kim dedikodu yapıyor sizce?'Belkiler','amalar','öyleler' üzerinden tarih konuşan sizsiniz ben değilim.
İnönü Milli Mücadelenin başından beri yer alan bir komutandır.Atatürk'ün en değer verdiği silah arkadaşıdır.Bu nedenle Atatürk kendisini garp cephesi yani Batı cephesi kumandanı olarak tayin etmiş,batı cephesi kumandanlığı yanında bir süre genelkurmay başkanlığı görevini vermiş,savaşın kazanılmasından sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş,savaştan sonra Mudanya ateşkes anlaşmasını imzalaması için onu görevlendirmiş,Mudanyadan sonra onu dışişleri bakanı yapıp Lozan Anlaşmasını imzalamakla görevlendirmiş,Lozandan sonra 1925 yılından 1937 yılına kadar başvekili olarak tayin etmiş.Tüm bunları Atatürk kendisi yapmış.Siz ise tüm bunları silip atıp 'İnönü kim ki?','Ne başarısı vardı ki?' diyerek aslında Atatürk'ü küçümsüyor aklıyla dalga geçiyorsunuz farkında bile değilsiniz.Ne yani size göre Atatürk vasıfsız,yeteneksiz birisini herkesten ayırıp,torpil yapıp devletin her işinde mi görevlendirdi?
Hem bir yandan İnönü'ye DP ağzıyla 'vasıfsız','yeteneksiz','iş bilmez' imalarında bulunuyorsunuz hem de İnönü'nün Atatürk'ün vefatından sonra iktidarı ele geçirdiğini söylüyorsunuz.Kendi içinizde çeliyorsunuz farkında bile değilsiniz.Ne yani TBMM,devlet kurumları ve TSK vasıfsız birisine mi boyun eğdi?Söylemlerinizle ne kadar gülünç bir duruma düştüğünüzün farkında mısınız acaba?
Adnan Mendres ile İnönü'yü bir tutmanız ise başlı başına facia.İnönü'yü ilaki birisiyle karşılaştırmak istiyorsanız bu kişi Celal Bayardır.Zira ikisi aynı kulvarda olan insanlardır.Celal Bayarda Milli Mücadele içinde yer almış,cephede görevlendirilmiş,savaş sonrasında istiklal madalyasıyla ödüllendirilmiş,yeni kurulan devlette önemli üst düzey görevlerde yer almış,Atatürk'ün vefatından kısa bir süre öncede başbakanlık yapmış birisidir.Menderes ise Celal Bayar'ın Demokrat Parti koltuğunu kendisine bırakmadan önce kimse tarafından tanınmayan bir isimdi.Evet,o da Milli Mücadeleye katılmış ve istiklal madalyası almıştır ancak genel olarak cephede varlığı hissedilmemiştir.Sıran bir asker olarak cephede yer almıştır.Ha pardon siz zaten 1950 seçimlerini Adnan Menderes'in kazandığını düşünüyorsunuz.1950 seçimlerinde DP'nin başında Celal Bayar bulunuyordu.Daha doğrusu Demokrat Partinin kurucusu Celal Bayardır.Celal Bayar 1950 seçimlerini kazandıktan kısa bir süre sonra yeni Cumhurbaşkanı olunca Demokrat Parti genelbaşkanlık koltuğunu Adnan Menderes'e bırakmıştır.Böylece Adnan Menderes Celal Bayar'ın kendisine koltuğu bırakması sayesiyle siyaset arenasına çıkmış ve böylece başbakan olmuştur.Bundan öncesinde ise tanınmış bir sima değildir.Bundan sonra Celal Bayar'ın gölgesi altında siyaset yapacaktır.
Adnan Menderes bundan dolayı İnönü karşısında kendisini ezik hissetmiştir.Karşısında hem eski genelbaşkanı (zira Adnan Menderes eski CHP milletvekilidir) hem Milli Mücadele kahramanı hem Mudanya ve Lozan anlaşmalarının mimarı hem uzun yıllar boyunca başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunmuş hem de bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile yakın arkadaş olma onuruna erişmiş İnönü vardı.Adnan Menderes'in ise Celal Bayar'ın kendisine koltuğu bırakmasından başka hiçbir başarısı yoktu.Bu nedenle Adnan Menderes başbakan olduktan kısa bir süre sonra İnönü ile görüşmüş ve onun siyasetten çekilerek emekli olmasını karşısında rakip olarak bulunmasından dolayı rahatsız olduğunu dile getirmiş ancak İnönü emeklilik düşünmediğini söyleyince onunla yarışabilmek için kirli işlere bulaşmıştır.
Menderes,İnönüyle yarışabilmek için onun itibarını zedelemek istemiş bu maksatla Atatürk ile arasının bozuk olduğu dedikodusunu parti örgütleri aracılığıyla yaymaya başlamış,söz konusu para kararnamesini bildiği halde bile bile yalan konuşarak İnönü'nün paralardan Atatürk'ün fotoğrafını kasten kaldırttığını ve böylece gözünün Atatürk'ün koltuğunda olduğunu iddia etmiş ve bu nedenle Atatürk'ün vefat etmeden önce onu görevden aldığı palavrasını yaymıştır.Menderes hiçbir vasfı ve başarısı olmadığı için İnönü ile yarışmak maksadıyla Atatürk'ü kullanmaya onun arkasından İnönü'ye saldırmayı bir politika haline getirmiştir.Bugün dahi siyasal islamcılar hala daha İnönü'ye saldırmak için Menderes'in ve Demokrat Partinin ortaya attığı bu ucuz propaganda sözlerini kullanmaktadırlar.
Menderes sonraki seçimleri kazanmıştır ancak bunun için Atatürk'ün yapmış olduğu çoğu inkılaptan vazgeçerek bunu başarmıştır.İnönü'ye Atatürk üzerinden saldıran Mendres bizzat Atatürk'ün yapmış olduğu inkılapları ya ortadan kaldırmış ya da içini boşaltmıştır.Köy Enstitülerini kapatmış,toprak reformunu askıya almış,tarikatlar ve cemaatler ile sıkı fıkı olmuş,İmam hatip okulları açmaya başlamış kısacası oy alabilmek için Atatürk'ün yaptıklarının tam tersini yaparak gericilik damarlarını kaşımıştır.Hatta hızını alamayıp meclis kürsüsünde kendi vekillerine 'Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz' demiştir.Tüm bu gericilik faaliyetleri üzerine yurt genelinde Atatürk heykellerine ve büstlerine saldırılar artınca 5816 sayılı kanunu çıkartmak zorunda kalmıştır.
Menderes bir yandan gericiliği ve toprak ağalarını memnun ederken öte yandan ekonomiyi ayakta tutmak içinde Amerikan yardımlarına ülkeyi bel bağlamıştır.Amerikan yardımları zamanla yardımdan öte devlet içinde devlet olmaya gitmeye başlamıştır.Öyle ki Türk ordusunu eğitmek için sanki Türk ordusunda Türk askerini eğitecek subaylar ve çavuşlar yokmuş gibi Amerikalı subaylar ve çavuşlar görev almaya başlamıştır.Bu durum Türk subaylarının Adnan Menderes'e karşı bilenmesine neden olmuştur.Menderes uzun bir süre Türk subaylarının başlarında Amerikalı subayların ve çavuşların bulunmasından duyduğu rahatsızlığı görmemiştir.Öyle ki bu subaylar rütbeleri düşük olmasına rağmen kendilerinden üst rütbeli subaylara karşı saygısız tutum sergileyebiliyorlar ve hiçbir ceza almıyorlardı.Mesela bir Amerikalı teğmen Türk bir yüzbaşıya emir vermeye kalkıyor veyahu bir Amerikalı Çavuş üstündeki Teğmenine kafa tutabiliyordu.1960 darbesinin üst rütbeli subaylardan ziyade böyle küçük rütbeli subaylar arasında çıkmasının ana nedeni bu rahatsızlıktır.Menderes uzun bir süre bu rahatsızlığı görmemiş ve önlem almamıştır.
Menderes bir yandan İnönü efsanesini yıkmak için mitinglerinde,meclis ve radyo konuşmalarında İnönü'yü sürekli hedef almıştır.Onun kışkırtmaları neticesinde İnönü iki büyük linç girişiminden zor bela kurtulmuştur.1 Mayıs 1959'da Uşaktan İzmir'e gitmek için hazırlanırken Menderes'in konuşmalarıyla galeyana gelen azgın bir kalabalık İnönü'yü Uşak tren garında linç etmek istemiş ve İnönü başından taşla yaralanmıştır.Bir diğer linç girişimi ise bu olaydan sadece dört gün sonra İstanbul'da yaşanıyor.İnönü Uşakta karşılaştığı linç girişiminden sonra İstanbuldaki evine 4 Mayıs 1959'da uçakla dönüyor.Otomobili ile evine giderken yine azgın iktidar yanlısı kalabalık tarafından Topkapı surları civarında aracının önü kesiliyor.Çevrede görevli polisler olmasına rağmen azgın kalabalığa kimse müdahale etmiyor.Aracın pencereleri taşlarla kırılıyor,İnönü yaka paça araçtan dışarı çıkarılıp linç edilmek isteniyor ancak tam o esnada 19 Mayıs gösterileri için prova amacıyla bölgede geçen harbiye öğrencilerinden oluşan süvari alayı linci görünce hemen atlarını azgın kalabalığın üstüne sürerek dağıtıyor ve aracı çembere alıyor böylece İnönü ikinci bir linç girişiminden şans eseri kurtulmuş oluyor.
Menderes ne yapıyor peki?Hiç.Yaşanılan bu linç girişimlerinin üstünü kapatıyor,sorumlular ne hikmetse bir türlü yakalanamıyor,basına yayın yasağı getiriliyor.Ülkede artan huzursuzlukları bastırmak için gazeteler ve yayın evleri kapatılıyor,tek parti iktidarını aratmayacak şekilde katı sansürler getiriliyor,iktidarı eleştiren iş adamı,aydın,gazeteci,öğretim görevlisi kim varsa içeri atılıyor.Lakin bardağı taşıran son damla 18 Nisan 1960'da kurulan tahkikat komisyonudur.Bu komisyon tamamen Demokrat Parti vekillerinden oluşuyordu ve amacı başta CHP olmak üzere iktidara muhalif olan herkesi soruşturmaktı.Bu komisyon ''karşı devrim'' in mahkemeleri olarak anlaşılıyor zira bu komisyonun hem yargılama hem de cezalandırma yetkisi bulunuyor.Dahası üyeleri dokunulmaz sayılıyor.Demokrat Partinin bu demokrasiyi yok etme komisyonunu kurması üzerine İnönü mecliste açık açık 'Sizi ben bile kurtaramam' diyerek Demokrat Partiyi uyarıyor ancak ciddiye alınmıyor.
Adnan Menderes bir süre geçtikten sonra artan tepkiler ve özellikle ordu içinde gelen cunta haberlerinden rahatsız olarak bu komisyonu dağıtmayı ve erken seçime gitmeyi düşünüyor.Bu konuda Celal Bayar'a danışıyor ancak Celal Bayar şimdi geri adım atarsa zayıflık göstergesi olarak anlaşılacağını dahası erken seçimlere bu atmosfer içinde gidilmesinin CHP'ye yarayacağını söyleyerek onu bu düşüncelerden vazgeçiriyor.Dahası dönemin genelkurmay başkanı ile görüşüyorlar.Dönemin genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun ordunun hükümete bağlı olduğunu ve ordunun darbe kalkışmayacağını,buna izin vermeyeceğini söyleyüyor.Mendereste genelkurmay başkanının bu ifadeleri üzerine rahatlıyor ve geri adım atmaktan vazgeçiyor.Gün geçtikçe ülkede özellikle büyükşehirlerde protesto gösterileri arttıkça halkın nabzını ölçmek için yurt gezisine çıkmaya karar veriyor.Lakin burada Rüştü Erdelhun paşanın ordu içindeki cuntaları hafife aldığını söyleyebiliriz.Nitekim kendiside 27 Mayıstan sonra tutuklanmış ardından darbeciler tarafından emekli edilmiştir.
Adnan Menderes ilk kez bu gezide ordunun kendisine karşı tavır aldığını görüyor.Yurt gezisinde ilk durağı Eskişehir oluyor.Eskişehir'e gittiğinde onu karşılayan askerler onu görünce arkalarını dönüyorlar.Askerlerin başında bulunan subaylarda Menderesi görmezden gelip selam vermiyor.Bu durum Menderes'i derinden etkiliyor ve aynı gün Eskişehirde yaptığı konuşmada tahkikat komisyonunun görevini tamamladığını söyleyerek bu komisyonu kaldıracağını ve ülke içinde artan gerilimi düşürmek maksadıyla erken seçime gidileceğini duyuruyor ancak bu duyuruyu yapmakta geç kalıyor.Zira Adnan Menderes bu konuşmasını 26 Mayıs 1960'ta yapıyor.Darbe ise hemen ertesi gün yaşanıyor.Böylece Demokrat Parti iktidarı sona eriyor.
Kısaca Adnan Menderes ve Demokrat partinin hikayesi bu.Detaylı bilgi almak istiyorsan Mehmet Ali Birandın tarafsız birşekilde her iki taraftan yaşayan canlı tanıklarla 1950-1960 arasındaki Demokrat Parti dönemini anlatan yaklaşık on bölümden oluşan 32.gün demirkırat belgeselini izleyebilirsin.
Adnan Menderes iktidarı boyunca tecrübesiz olması ve çevresindekilerin yanlış yönlendirmeleri ile Demokrat Partiyi 'tek parti iktidarını bitiren parti' olmaktan çıkarıp Demokrat Partiyi tek parti yapmaya,DP dışındaki tüm muhalif sesleri kısmaya,cezalandırmaya,mallarına el koymaya başlamış dahası oy kaygısıyla gericiliği kaşımış,Atatürk'ün yapmış olduğu inkılapların bir kısmını ortadan kaldırmış bir kısmının ise içini boşaltmış,ülkeyi Amerikan subayları ile doldurmuş,Türk ordusundaki küçük rütbeli subayların rahatsızlıklarını anlamamış,milli mücadele kahramanı ve uzun yıllar boyunca devleti idare etmiş olan İnönü'ye karşı kirli bir propagandanın mimarı olmuş akabinde de başına bunlar gelmiştir.
Yani ''Adnan Menderes CHP'ye ve İnönüye karşı olduğu için iktidardan indirildi'' demek on yıllık süreci ve yaşanılanları görmezden gelmek demektir.
Son olarak RTE ile İnönü'yü bir tutmanda manasız.RTE bundan 47 yıl önce vefat etmiş İnönü ile rekabet ediyorsa bu İnönü'nün büyüklüğünü gösterir.47 yıldır toprak altında olmasına rağmen günümüz siyasal İslamcıları hala daha onu rakip görüyor ve onu geçmeye çalışıyorsa bu onların küçüklüğüdür.RTE,İnönü'ye söylediği tüm kötü sözler ve ithamlarda Demokrat Partinin bıraktığı mirastır.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 26 Aralık 2020; 16:59:15 >
-
-
o tartışmasız seni biliyorum ben
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kerimcem -- 26 Aralık 2020; 17:2:15 > -
Ben de seni ;)
-
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Allah razı olsun.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Doğuda konuştuğum kürtler hic sevmez idi kendisini politikalarından dolayı.
ek olarak kendisi kürt kökenli olarak biliniyor sanirim ama ailesinin Bitlis'ten göçen ermeni bir aile olduğunu ve dedesinin köyünde oturduğunu vs iddia eden birkaç kişi ile tanışmıştım . Bilemiyoruz tabi agzi olan konuşuyor bu ülkede
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
beni üzen ufak bir detay var o ise Anıtkabir e gittiğimde İsmet Paşa'nın kabrinin Anıtkabir in tam karşısında olduğu halde görülmesi biraz baltalanmış gibi yani biraz dikkat gerekiyor özelliklede ilk defa gidenler için -
Boraltan köprüsü aklıma geliyor İnönü denilince.
Bu cumhuriyete katkısı elbet vardır.Ama o olay ve ardından yakılan ağıtlar...
-
Utanmadan birde laf soylemeye calisiyorya afrin fatihi,uber komutan ama putine soruyor korku dolu gozler ile"Araba zirhlim?"diyerek,ama iranli bu tabansizliga guler iken Putin cevre zirhli diyor.
Konusular kisi ileri geri hakkinda,adi verilmis ,dunya savas tarihine gecmis iki müthiş harebenin galib komutani 1. İnönü ve 2. İnönü.
Allah rahmet eylesin.
< Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı > -
Evet hocam favori dizimdi çok severek izledim hatta benim anlattığım aniyi orada ismet inonuyu canlandiran karakter cok duygusal dokunakli sekilde anlatiyorduquote:
Orijinalden alıntı: kenbalxKanal D de Vatanım sensin diye bir dizi vardı. Bilmiyorum seyrettinizmi. Ordada Halit Ergenç in canlandırdığı yunan komutanı yunanistan için ne kahramanlıklar yapmıştı. Görevinde yükselebilmek için kaç türk vatansever kendini feda etmişti.
Belkide İsmet İnönü nün başarılarıda böyle şeylerdi.
İsmet İnönü hain mi demek istiyorsunuz yani o da yunanlarin Cevdeti mibuna sadece gülünür hocam eger bunu kastettiysen
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
-
Ne alaka napmis kiquote:
Orijinalden alıntı: win11
3-5 kuruşluk dünya menfaati için ahiretini satanlardan. Umarım bu şekilde ölmemiştir.
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Kuran kurslarını kapattığı için mi din düşmanıymış?Acaba tarikatların,cemaatlerin evlerini,dergahlarını kapattığı için mi din düşmanı oluyor?
Bugünde fetöcülerin evleri,dershaneleri,okulları,kursları kapatılıyor bu cemaate bağlı kişiler içeri atılıyor,devletten ihraç ediliyorlar.
Belki bilmezsin ama bu Fetöcüler her yerde bunu yapanları 'din düşmanı','müslüman düşmanı' olarak karalıyorlar.
Şimdi sana göre fetöcüleri içeri atanlar,ihraç edenler,bütün faaliyetlerini yasaklayanlar da mı din düşmanı oluyor,dine inanmıyor oluyor?
Bugün sadece fetöcüler de değil el kaide,işid ve taliban gibi dinci örgütlerinde evlerine baskınlar yapılıyor,üyeleri içeri atılıyor.Onlarda bunları yapanlara 'kafir','din düşmanı','dinsiz' diyor.
Ne güzel değil mi işinize gelmeyen herkesi din düşmanı ilan etmek....
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 27 Aralık 2020; 15:14:48 >
-
Bu adamın tırnağı kadar ülkeye faydası olmayan, yatığının milyonda birini yapamayacakların burada gelip eleştirmesi de ayrı bir komiklik ve acizlik
Dedenizin içindeki acı nesilden nesle sıfır kayıpla iyi aktarılmış
-
Bizi ekmeksiz bırakıp babasız bırakmadığın için teşekkürler İsmet İnönü
< Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı > -
Hocam Boraltan köprüsü olayı maalesef eksik ve yanlı anlatılıyor.Kimse işin gerçeğini açıklamak istemiyor.İşin gerçeğini araştırıp öğrenende yok.Herkes sadece İnönü'nün Türkiye'ye sığınan Azerbaycanlı aydınları isteyerek Sovyetlere iade ettiğini iddia ediyor.Halbuki Türkiye'ye sığınanlar ne aydındı ne de İnönü isteyerek bunları Sovyetlere iade etti.İşin aslı şudur;
Azerbaycan biliyorsunuz 1991 yılına kadar Sovyetlere bağlı bir Cumhuriyetti.Bu nedenle Sovyetlere karşı yükümlülükleri vardı.Bir nevi Sovyetlere bağlı özerk bir cumhuriyetti diyelim.Almanlar 1941 yılında Sovyetlere saldırınca Kızıl ordu Sovyetlere bağlı tüm bu özerk cumhuriyetlerden Kızıl orduya asker göndermelerini istedi.Azerbaycanda Sovyetlere bağlı bir idare olmasından dolayı Kızıl orduya kendi ülkesinden gençleri asker olarak yolladı.Ancak Kızıl orduya katılan bu askerlerden bir kısmı cepheyi terk ederek Türkiye'ye kaçtılar.Yani sığındılar.Türkiye'de tarafsız bir ülke olmasından dolayı ülkesine sığınan bu askerleri ne Mihver devletlerine ne de Müttefiklere geri iade etmedi.Bunlar Manisa ve Yozgatta kurulan askeri kamplarda gözetim altına alındılar.Türkiye'ye savaş boyunca yanılmıyorsam 1.100 Kızıl ordu askeri sığındı ve bu askerler adını verdiğim kamplarda tutuldular.
Türkiye II.Dünya Savaşından sonra kurulacak yeni Dünya düzeninde yer alabilmek için 23 Şubat 1945'te hem Almanya'ya hem de Japonya'ya karşı savaş ilan etti.Ancak zaten savaşın sonuna gelindiği için Türkiye'nin bu savaş ilanı sembolik seviyede kaldı.Ancak Türkiye bu iki ülkeye savaş ilan ederek müttefikler safında yer aldığını ilan etmiş oldu.Müttefikler ise 4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında Yalta'da toplanmışlar ve meşhur Yalta konferansı kararlarını almışlardı.Bu kararların detayına girmeyeceğim ancak kararlardan birisi şudur.Müttefik devletler savaş boyunca kendilerine iltica etmiş ya da sığınmış askerlerini birbirlerine geri iade edeceklerdir.Türkiye'de müttefikler safında savaşa dahil olduğu için bu Yalta kararlarını kabul etmiş oluyordu.
O dönem Türk - Sovyet gerginliğide yükselmeye başlamıştır.Stalin,Türkiye'nin geç savaşa dahil olmasından dolayı memleketinin harap olmasında Türkiye'yi de sorumlu tutuyordu.Zira Türkiye şimdi göstermelik şekilde savaşa dahil olmak yerine birkaç yıl önce savaşa dahil olsaydı Alman ordularının bir kısmı Türkiye'ye yönelecek ve Sovyetler üzerindeki Alman baskısı azalmış olacaktı.Dahası Stalin Almanların kendi egemenliklerindeki turani kökenli etnik grupları ayaklandırmasında Türkiye'den destek aldığını düşünüyordu.Bunlar elbette Stalin'in Türkiye'ye sataşmak için uydurduğu iddialardı.Onun asıl hedefi Kars ve Lozan anlaşmaları ile kaybedilen D.Anadolu vilayetlerini (Ardahan ve Kars) geri almak,D.Anadolu'da Sovyetlere bağlı bir Ermeni devleti kurmak ve boğazlarda üs elde etmekti.Bu isteklerini de Türkiye'ye açıkça iletmekte çakınca görmüyor,Türkiye üzerindeki Sovyet baskısını arttırıyordu.Dahası 17 Aralık 1925 yılında imzalanan Türk-Sovyet saldırmazlık anlaşmasını uzatmayacağını da 19 Mart 1945'te bildirmişti.Zaten Türkiye artan Sovyet baskısından bunalmış bir durumdaydı üstüne de bu saldırmazlık anlaşmasının uzatılmayacağının bildirilmesi Türkiye'yi ciddi anlamda endişelendirdiğini söyleyebiliriz.Zira Türkiye Avrupa'nın yarısını işgal etmiş olan ve milyonlarca piyadeye,binlerce tanka,zırhlı araca ve uçağa sahip Kızıl ordu karşısında korumasız kalmıştı.Türkiye bundan sonra Sovyet tehlikesinden kurtulmak için sürekli Amerika'ya yanaşacak ve en nihayetinde 1951 yılında NATO'ya dahil olarak Sovyet tehlikesinden korunmuş olacaktır.
Konuya geri dönersek Stalin Türkiye üzerindeki bu baskıları II.Dünya Savaşının bitimine doğru giderek arttırmış ve Türkiye ile bir sıcak çatışmanın oluşması için koşullar yaratmaya çalışmıştır.Bu maksatla Yalta konferansı kararları gereği Türkiye'den kendisine sığınan 1.100 Kızıl ordu askerinin iadesini istemiştir.Türkiye bu askerleri iade etmek istememiştir.Bu nedenle Amerika ve İngiltere nezdinde görüşmeler yapılmış ancak bu iki ülkenin kararlara uyulması gerektiği yönündeki söylemleri üzerine ve artan Sovyet baskısından dolayı yalta konferansı kararları gereği askerlerin iade edilmesi kabul edilmiştir.Ancak 1.100 asker bir anda değil kafile kafile teslim edilecektir.İlk teslim edilecek kafile sayısı ise 407 askerden oluşmaktadır.Bu 407 askerde yine kafileler şeklinde iade edilecektir.Yani bir anda 1.100 asker veya 407 asker trenlere doldurup Sovyet sınırına götürülmüş değillerdir.
En nihayetinde bu 407 askerden ilk kafile olan 146 asker Sovyet sınırında Kızıl Ordu mensuplarına iade edilir.İade edilen askerlerin çoğu Azerbaycan kökenli askerler oluşturmaktadır.Askerleri teslim alan Kızıl ordu subayları bu askeri hemen tutuklatır ve Moskovadan emir bekler.Kısa bir bekleyişten sonra bu askerlerin tamamı boraltan köprüsünün karşısındaki Türk askerlerinin gözleri önünde 'cepheden kaçma','Almanlarla işbirliği yapma' ve 'vatana ihanet' gibi suçlamalarla bir kısmı kurşuna dizilerek bir kısmı ise tanklarla ezilerek katledilir.Bu katliam haberi hem Ankara'da hem Washington'da ve hem de Londrada infial yaratır.
Türkiye geri kalan askerlerin iadesini durdurur.Amerika ve İngiltere'de durumu şiddetle protesto ederler ve Yalta kararlarınde iade edilen askerlerin cezalandırılmasına yönelik bir kararın bulunmadığı belirtilerek Sovyetleri kınarlar.Türkiye ise iadesi durdurulan askerlerden Türk kökenli olanlarına isterlerse Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilebileceğini istemedikleri takdirde ise Sovyetler dışında istedikleri ülkeye gitme hakkı tanır.Stalinde Amerika'nın ve İngiltere'nin tepkisinden çekinerek Türkiye'den geri kalan askerleri istemekten vazgeçer ve bu konuda Türkiye'ye baskı yapmayı bırakır.
Boraltan köprüsü olayı maalesef çok acı bir olaydır.Lakin o günden bugüne değişen birşey de yoktur.Devletimiz ne yazık ki hala daha Rusya'ya karşı tek başına duracak güçte değildir.Daha bu yılın Mart ayında İdlipte Ruslar bilerek 30 Türk askerini bombalayıp şehit ettiler biz ise hiçbir şey yapamadık.2020 yılı Türkiyesinde Rusya'ya karşı elimiz kolumuz hala daha bağlıyken 1945 koşullarda Sovyetlere özellikle de Stalin gibi birisine karşı birşey yapma şansımız hiç yoktu.Bu nedenle Boraltan köprüsü katliamından dolayı dönemin iktidarını ve yöneticilerini sorumlu tutmak haksızlıktır.
Acı bir olaydır ancak Türkiye Stalinin tahriklerine uymayarak ülkesinin toprak bütünlüğünü ve vatandaşlarının can güvenliğini koruduğu gerçeğini de unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
< Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 27 Aralık 2020; 16:22:59 >
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X