Şimdi Ara

Hayata dair en büyük yanılgımız onu bir ödül zannetmemiz (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
49
Cevap
0
Favori
728
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
4 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Penguen Gunter kullanıcısına yanıt
    😂🥷🏾🤲🏾🤲🏾

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • Kırmızi Şortlee kullanıcısına yanıt

    Çok fark var. Hem de siyahla beyaz kadar fark var; İşte bu fark senin cehennemde sonsuz yanmana neden olur...


    Bu, "10 tanesini say bakayım" desem, sayamayacağın dinlere ait varsa kitaplarından bulabildiklerini incele, hepsi tahrif edilmiş, değiştirilmiştir. Orjinal olan yok. Bunlara inananlar, birilerinin o kitaba yazmasıyla aslında bozulmuş veya kendi kafasından uydurulmuş dinlere inanıyorlar.. Bir tek Kur'an-ı Kerim hiç değiştirilememiştir. Bir harfi bile değiştirilemez. Bir tek İslam dini orjinal kalmıştır. Bunun idrakinde olan ortalama akla sahip her insan, İslam'ın hakiki hak din olduğunu anlar.


    Yani 4000 bin sarı metalden bir tek hangisinin hakiki saf altın olduğunu bulmak, bu şekilde hareket ettiğinde kolaylaşır.

  • Yaşama içgüdüsü gücünü hayatın kötülüğünün delili olarak görmek ne kadar sağlıklı? Tersine yaşama içgüdüsü yaşam iyi olduğu için yaşama arzusunun ifadesi de addedilebilir.

    Bu anlamda kime göre ve neye göre, hangi ölçütte hayat bir ödül veya cezadır diye sormak bence daha anlamlı olur. Bazı insanlar için hayat ödül gibidir, bazısı için - özellikle hayatlarının zorluğunu veya çilesini paylaştıkları birileri de yoksa en azından onlar açısından - maalesef ceza gibidir.

    Ceza olarak algıladıkları yaşamlar sürenleri yargılamak için söylemiyorum. Demek istediğim meselenin çok izafi oluşu. Bazısı gerçekten zor katlanılan yaşam koşullarında sıkıntı hatta ızdırap içerisinde yaşar. Hatta önemli bir kısmı bu durumda dahi hayatın ceza olduğunu düşünmez; o denli olumsuz koşulları ve sıkıntıları içselleştirmiştir ve yeni normal addederek kabullenmiştir (normalisation). Bu da çok kötüdür çünkü insanın hayatta daha iyisini aramaya yönelik istencinin gelişmesini önler ve dolayısıyla hayatını bir şekilde "değiştirip" geliştirme hatta belki sadece biraz olsun iyileştirme şansı varsa bu şansı yakalamasına engel olur.

    Hayatı aşırı olumsuzlamak ve yadsımak maalesef hayat geliştirme vizyon ve çabalarını da baltalayan bir tutum. Onun için de Nietzsche gibi filozoflar "yaşamın hastalık gibi görülmesini" şiddetle eleştirmişlerdir; yaşamı hastalık addettiğine inandıkları anlayış ve figürleri - mesela Nietzshe'ye göre öyle olan Hıristiyanlığı ve Sokrates'i - yermişlerdir.

    Örnek olarak verdiğim Nietzsche insana dobra şekilde felsefe yapmaya çalışan ırkçı, cinsiyetçi, faşizan bir ergen gibi gelebilir ama yaşamın hastalıklaştırmasına dönük kaygı ve yorumları düpedüz boş veya entelektüel kapris değildir. Kültür, sosyoloji vb nihayetinde genel olarak çevreden ve ayrıca genetik ve nörolojik kısaca doğuştan gelen evrimsel biyolojik yatkınlıklardan beslenebilecek gerçek bir psikolojik tehlikeye karşı uyarıdır. Mücadele girişimidir.

    Özellikle evrimin bireyden ziyade popülasyon gelişimini dikkate alan bir süreç olduğunun ve bireysel sefaletlerin önünü açıp bunları teşvik edebileceğinin farkında olmak önemlidir. Bu evrimsel boyutu bir şekilde rehabilite etmekten aciz toplumlar diğerlerine nazarla daha çok bireyini sefaletle yaşatır ve yalnızca çiğ ve mekanik bir popülasyon hacmi ve devamlılığıyla ilgilenir. Halbuki akılsız bir fiziksel süreç olan ve toplumların psikolojisini alttan alta sinsice etkileyen evrim sürecinin çoğu zaman o yola girmeyi başaramadığı en etkin ve sağlam popülasyon gelişimi tek tek bireylerin geliştiği, bireylerin diğer bireylerin ve kendilerinin iyiliklerini maksimum önemsedikleri popülasyon gelişimidir. Doğru pusula mikro düzeyde olsa dahi kayda değer farklar yaratabilir. Yaşamın iyileşmesine hizmet edebilir.

    İyicene damardan girip tartışmayı ufaktan ufaktan daha entelektüel boyutlara genişletmek istedim yoksa konu siz bir iç dökeyim hayatıma dair ağıt yakayım derken başkalarının popüler internet tabiriyle "yıkıklıklarına" dair ağlama duvarına veya dünyaya ve hayata çamur attıkları, ölüm ve uhreviyat obsesyonlarını sergiledikleri sufi propaganda konusuna dönüşecek. :-) Laf aramızda Gazzalî gibi sufiler İslam - Arap İran Türk - uygarlıklarını bu hayatı hiçe sayıcı, ölümcü, öteki dünyacı, ahiretçi tutumlarıyla mahvetmişlerdir. Bu coğrafyada dünyeviyatın insanları hayattan soğutacak şekilde bu denli kalitesizleştirilmesinde onların ve toksik geleneklerinin büyük payı var.

    Bu dünyaya misal sufi bir bazda önem vermezsen bu dünyadaki hiçbir şeye önem vermez ve çevrendekilere çile çektirmeye daha yatkın olursun, nasıl olsa her şey öteki tarafla veya ölümle ilgili olduğu, bu dünya alelade ve geçici bir tarla addedildiği için. Hayır. Bu kesinlikle doğru değil. Hayat, dünya, doğa ilahi varoluşun en büyük ifadeleri olup en değerli ve kıymete en mahzar şeylerdir. Sufizm ise insanları miskinleştiren, karamsallaştıran, değersizleştiren hatta bu boyutlar kapsamında gaddarlaştırabilen bir zehirdir. Hayatı sindirir. Sindirmesine izin vermemeli ve karşı çıkılmalı. Yoksa kişiler ve toplumlar potansiyellerini heba eder.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Aklî ve naklî ilimlerde zamanın en büyük âlimi ve asrın müceddidi olan imam-ı Gazali hazretlerini ancak sizin gibi materyalist bir kafa eleştirebilirdi.


    Acımasızca kötülediğiniz bu büyük mübarek zat için bir sitede şöyle bilgi verilmiş:


    "İmam-ı Gazali hazretleri, ömrü boyunca gece gündüz devamlı yazmış büyük bir İslam âlimidir. O kadar çok kitap yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne 18 sayfa düşmektedir. Eserlerinin sayısının 1000’e ulaştığı, Mevduât-ul-Ulum kitabında bildirilmektedir.


    Avrupalı filozoflar, o asırda dünyanın tepsi gibi düz olduğunu iddia ederek, ilimlerini ve felsefelerini böyle yanlış bilgiler üstüne kurarken, imam-ı Gazali hazretleri dünyanın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın zehir ve mikroplardan temizlenip tazelendiğini, safra ve lenfle zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını bu işte dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde miktarlarındaki oranın değişmesi ile sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitaplarında yazdığı gibi, delillerle ispat etti. Ayrıca diğer fen ilimlerinde de Avrupalıların bilmedikleri doğru bilgilere kitaplarında yazıp yer verdi."


    Kapısında bekçi dahi olamayacağınız, hayatına dair hiçbir bilginizin olmadığı şahıslar hakkında ileri geri konuşarak lütfen ortamı germeyiniz...




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dekareme -- 6 Ağustos 2025; 6:14:54 >




  • dekareme kullanıcısına yanıt

    hocam gavs-ı sani hazretleri hakkında ne düşünüyorsun

  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Çok yazmış da Gazzalî filozof sıfatını hak eder mi? Etmez. Etse işine geldiği ve beğendiği gibi "felsefe yapmaz". Filozofların Tutarsızlığı diye ismi dahi çirkinlik ve utanmazlık abidesi olan kitabı var ama esas tutarsız kendisidir - dikkat ederseniz zaten o bile kendisine filozof demeyip filozofları kendisinden ayrıştırarak saldırıyor:


    donanımhaber forum
    Sonunda ağzındaki baklayı çıkardılar: "Bilimle uğraşanlar putperesttir"
    https://forum.donanimhaber.com/mesaj/yonlen/161618416


    donanımhaber forum
    Sonunda ağzındaki baklayı çıkardılar: "Bilimle uğraşanlar putperesttir"
    https://forum.donanimhaber.com/mesaj/yonlen/161620702


    Ortaçağlarda Avrupalı filozoflarca dünyanın düz sanıldığı ifadesinin düpedüz yalan olduğunu söyleyebilirim bu arada. Dünyanın küresel addedildiği Aristoteles ve Ptolemaios (Batlamyus) kozmolojileri kullanmaktaydılar. Bilgi kaynaklarınız epey sağlam duruyor, değil mi? :)


    Gazzalî çağın okuryazarları gibi Hippokrat-Galen-Müslüman alimlerin Yunani-İslami tıp geleneğiyle ilgilenmiş olabilir - ki Gazzalî tıp ile ilgilendi, genel anlamda tabiat bilimlerini ve bilhassa astronomiyi ve astrofiziği ateizm kaynağı addedip dışlasa da - ki bunlarla uğraşan saldırdığı İslam filozoflarını Müslüman kamuoyu nezdinde bu şekilde ateist diye etiketlemek gayretinde görünmekted - çelişkili biçimde tıbbı gerekli ve önemli addetmektedir. Esas sorun izzetli üstadımız şöyle uçuyordu kaçıyordu tarzı anlatımınızdan ve Ortaçağ Avrupa astronomisine dair verdiğiniz apaçık yanlış bilgiden de yola çıkınca tıpla ilgilenirken yaptıklarını muhtemelen doğru/çarpıtmadan aktarmadığınız.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Dedim ya, materyalistlerin yozlaşmış, köhnemiş, dar bir alanda hareket kâbiliyeti olan örümcek kafalı zihniyetinin hakim olduğu beyinler bu mübarek zatı anlayamazlar, aynen İslamda felsefenin, filozofların yerinin hiç olmadığını bilmedikleri gibi.


    Burda biz, boş yere "Bu mübarek zâtın kapısında bekçi bile olamazsınız" diye boşuna yazmadık...


    İmam-ı Gazali Hazretlerinin hayatının uzun anlatıldığı sitede, tam da sizin zihniyetinize sahip olan insanların düşüncelerine ve iddialarına, nokta atışı cevap niteliği taşıyan şu alıntıları buraya naklediyorum:


    " Rumcayı öğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak için eski Yunan ve Latin filozoflarının kitaplarının aslı üstünde üç sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnasında ve neticesinde felsefecilerin maksatlarını açıklayan Mekâsid-ül Felâsife kitabı ile felsefecilerin görüşlerini reddeden Tehâfüt-ül-Felâsife kitabını yazdı.


    İmam-ı Gazali hazretleri, felsefecilerle ilgili bu çalışmalarını El-Munkızu Aniddalâl kitabında şöyle anlatmaktadır: “İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikayesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhâd damgasını vurmak lazımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyun, Tabiiyyun ve İlahiyyun olmak üzere üç kısma ayrılırlar.


    Dehriyyun sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler, bunlar zındıktır.


    Tabiiyyun; bunlar da ahiretin mevcudiyetini kabul etmediler. Cenneti Cehennemi, kıyameti ve hesabı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktır.


    Üçüncü sınıf olan İlahiyyun, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle beraber Peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için Peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır."


    İmam-ı Gazali hazretlerinin felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve itikadlarına, felsefe karıştıran sapık fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını işiten bir takım kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler ise aklı kullanmakla beraber, akla da rehber olarak Peygamberleri ve onların bildirdiği imanı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için iman odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi iman olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez. İmam-ı Gazali hazretleri, filozof değil müctehiddir. Zaten İslamiyet’te felsefe ve filozof olmaz. İslam âlimi olur. İslam dininde felsefenin üstünde İslam ilimleri, filozofun üstünde de İslam âlimleri vardır.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dekareme -- 6 Ağustos 2025; 8:8:7 >




  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Senin sözde filozoflarının, Nietzsche'nin kapısında temizlik elemanı bile olmaları mümkün değil.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Headlong Into Carnage -- 7 Ağustos 2025; 8:40:47 >
  • Ölmüş bir adamın, cehennemde yanması imkansızdır. Ölü adam, sadece kemiklerden oluşan bir şeydir. Kafatasına tok tok diye vur, orada mısın diye sor, trene bakar gibi bakmaya devam eder. Istersen bul bir kafatası, kafaya iki kere tok tok diye tıkla, "Cehennemde misin?" diye sor, bakalım ne diyecek?


    Tabii Nietzsche, evren döngüsel falandır diyordu; çok uzak bir gelecekte, beni oluşturan tüm şartlar tekrarlanacaktır ve şu odamdaki örümcek bile yeniden doğacaktır diyordu. O örümcekle birlikte ben de yeniden doğacağım, tüm detaylar aynen tekrar edecek diyordu.


    Fakat çoğu yorumcu, Nietzsche'nin gerçekte onu kastetmediğini, bunu mevcut hayatı olumlamak amacıyla bir düşünce deneyi olarak söylediğini öne sürüyor. Ama bence Nietzsche buna gerçekten inanıyordu.


    Böyle bir şey varsa, sonsuz aynı hayat, sonsuz cehennem demektir zaten. Fakat senin söylediğin gibi bir yanma durumu imkansızdır. Ölü adam cehenneme gitmez. Mistik bir cehennem ve yanma durumu yoktur. Herhangi bir doğaüstü düzen, doğaüstü emirler, yargılanma, cehennem, cehennemde odun olmak, zebanilerle takılmak, goblinlerle uğraşmak, sıcakta pismek falan yoktur.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Headlong Into Carnage -- 7 Ağustos 2025; 9:48:58 >




  • Headlong Into Carnage kullanıcısına yanıt

    Ölü beden, ruhun dünyadaki evini terkettiği bir konaktır fakat bu dünyada bu bedende konakladığı için bedene olan bağlılığı nedeniyle his hala mevcuttur ancak hareket yoktur. Kabir azabı için hissetmesi yetişir, harekete gerek yoktur.


    O kuru kafatasına tok tok diye balyozla vursan, ses ve tepki gelmez ama o kafatasının sahibi bunun acısını hisseder, yani ruhu hisseder.. Ruhun beden bağlılığı öldükten sonra %50 dir; işte bu yüzden tepki yokken, hissetmek vardır. Kabri azabını hisseder, acı duyar ama hareket edemez.


    Sana gelince, paşa gönlün bilir, ister inan, ister inanma. Burda hak ile bâtıl karışık. Cehennemi gören olsa, dünyada kafir kalmazdı ve imtihanın anlamı da olmazdı.. Hatta senden önce herkes müslüman olurdu.. Görüp de inanmak çok kolay, yiğitsen görmeden inan!


    İstediğine istediğin gibi istediğin şekilde inanmak serbest. Allahü teala herkesi serbest bırakmıştır. İnkar ettiğin o cehennem yok mu var mı, bunu son nefesini verdiğin anda gözlerinden kaldırılacak perdelerden sonra göreceksin olup olmadığını hiç acele etme... Senin gibi niceleri inkar etti, sonra da son nefeslerini verip toprağın altına girdiler ve tercihlerinin acı akıbetini orda pişmanlıklar içinde yanarak ödüyorlar... Bu kafayla gidersen, sen de onlardan biri olursun...





  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Öldükten sonra bir şey görmek mümkün değildir. Seni yanan, sessiz çığlıklar atan, kabir azabı çeken ve melekler tarafından mace ile dövülen kafirlerin acıklı azaplarıyla ilgili hikayelerden, bilimin yoluna çağırıyorum. Bu şekil şeyler söyleyerek hem kendini hem de başkalarını korkutursun.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Headlong Into Carnage -- 7 Ağustos 2025; 12:48:26 >
  • Headlong Into Carnage kullanıcısına yanıt

    Akıl, en basit dünya işlerinde bile şaşırıp kalır ve hatalar yapar. Yani? Yani akıl mutlak olarak baz alınamaz. Bilime gelince, bilim, daha dünyadaki sayısız gizemi keşfedememişken, açıklanamayan olaylara bir izah bulamamışken, burnunu ahırete hiç sokmasın, kendi işine baksın.


    Akıl, doğruyu bulmada bir ölçüdür ama yeterli değildir. Hakiki bir rehbere ihtiyacı vardır. Akıl rehbersiz olunca, taşa da, heykele de ineğe de tapar hale geliyor... Hakiki rehber peygamberlerdir; 124 binden ziyadesi gelmiş ve insanlara hep aynı iman bilgilerini tebliğ etmişlerdir.


    Burda hala daha akla tabii olunursa, akıl, kendisini aşan ve kendisinin ermediği ( yani aklın ermediği) olayları kendi dar çerçevesinden değerlendirme hadsizliğine kalkar. Ayrıca Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Akıl eşit olmayınca kimin aklı ölçü alınacak ki?


    Nakil yoluyla anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri akılla araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at kamçılanırsa, çabalayarak, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, insan ya aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır.


    Akıl, hisle anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleriyle ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir.


    Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akıl süzgecinden geçirmeye çalışmak, çok yanlıştır. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız yol almasına benzer.


    Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ her asırda dünyanın her yerine Peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar değiştirmemek üzere, bütün dünyaya Peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.


    Her Peygamber, akılla bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir.


    Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamberler bildirir. Peygamberler, uzman birer doktor gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilirler. İnsanlar, doktora az bir şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşur, hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, doktora lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdiği hükümler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur, faydalıdır. Doktorun bilgileri, düşünce ve tecrübeyle olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dekareme -- 7 Ağustos 2025; 12:50:59 >




  • Thomas Anderson kullanıcısına yanıt
    delihaki4343youtube
    Komser Şekspir filminden ...
    https://www.youtube.com/watch?feature=shared&v=SAHK8ih5x6w

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Senin bold ile yazdığım kısım, 1500 - 2000 yıl önce bazı toplumlar için geçerliydi. Artık bilimsel kefisfler bazı şeyleri netleştirdi

  • Ahıret , bilimsel keşifler ile anlaşılamaz. Yukarda gerekli yazılar yazıldı ama hala anlamamışsın. Ahıret, akıl ile bilim ile anlaşılamaz.. İstersen heceleyerek bir kez daha yazabilirim anlaman için..


    Bilim de yanılır; aynı akıl gibi... Nice önceki araştırmalar hep yanlış çıktı ve sonradan düzeltildi... Nice bilimsel hatalar yapıldı ve düzeltilmeye ve güncellenmeye ihtiyaç duydu...


    Senin bu mantığına göre;


    Peygamberler tüm tebliğlerini dünyanın başlangıcından 1500- 2000 yıl öncesine kadar olan zaman diliminde yaşamış insanlara bildirdiler.. Ondan sonraki zaman diliminden taa kıyametin kopmasına kadar olan zaman dilimine kadar yaşayan insanları ise, "başıboş, ne hali varsa görsün, istediklerini yapsın, onlar emirlerden muaf" diye kendi hallerine bıraktılar gibi saçma sapan, abuk sabuk bir anlam çıkıyor..


    Dolayısıyla bana burda birşey yazarken bunun ucunun nerelere dokunup sonuçta nasıl saçma bir duruma evrilip sonuçlandığını hesap ederek yazmanı daha isabetli olur...


    Her asırda gelmiş 124 binden ziyade Peygamberin bildirdikleri iman edileceklerler, hep aynıdır ve zamana, mekana ve ülkelere göre hiç değişmezler, hep aynıdır....





  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Anlaşılır, çünkü 2000 yıl önce bilincin beyinden kaynaklanan bir fenomen olduğu bilinmiyordu. 2000 yıl sonra nörobilim ortaya çıktı; bilincin beyin kaynaklı olduğu fikri öne sürüldü ve bilinç beyin etkileşimi incelenmeye başlandı. 2000 yıl önce ruh, cin, peri gibi şeyler revaçtaydı. Devir değişti.


    124 bin peygamber var diyorsun, peki hangisi doğru söylüyordu o zaman? Hepsi doğru söylüyor diyelim; ama bu sefer de 1000, belki 10.000'den fazla tanrı var. Yani dünya tarihinde on binlerce tanrıya inanıldı. Hangisi gerçek tanrıydı?


    Seninki mi? Örneğin başka tanrılara da inanıldı hep, Zeus, Hera, Ares, Odin, Thor,


    Conan’ın tanrısı Crom... Bunlar aklıma gelen belli başlı tanrılar. Örnekleri çoğaltabiliriz.


    Mesela, bu coğrafyada doğmamış olsaydın; örneğin Hindistan'da doğmuş olsaydın, bu sefer Vishnu, samsara çarkı, reenkarnasyon gibi kavramlar üzerinden konuşacaktın.


    Gördüğümüz gibi, akıl ve bilimin yolu tektir. Bilim değişmiyor ve bir tanedir.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Headlong Into Carnage -- 7 Ağustos 2025; 15:48:20 >




  • Headlong Into Carnage kullanıcısına yanıt

    124 bin peygamber var diyorsun, peki hangisi doğru söylüyordu o zaman? Hepsi doğru söylüyor diyelim; ama bu sefer de 1000, belki 10.000'den fazla tanrı var. Yani dünya tarihinde on binlerce tanrıya inanıldı. Hangisi gerçek tanrıydı?


    Sanırım bana mesaj yetiştirirken çok heyecan yapıyorsun; zira yukarda da yazmıştım: Tüm peygamberler hep aynı iman bilgilerini bildirdiler.

    İşte bu peygamberler senin "1000, belki 10.000'den fazla tanrı var" dediğin, insanların bir rehber olmadan, kendi akıllarına güvenerek; kimisinin heykelden, kimisinin, tahtadan, kimisinin bilmem neyden yapmış olduğu putları ortadan kaldırmak ve doğru dini insanlara bildirip Allahü tealanın tek bir ilah olduğunu bunlara tebliğ etmek için gönderildiler


    Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı.


    Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı.


    Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalıdır Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz.


    Mesela, bu coğrafyada doğmamış olsaydın; örneğin Hindistan'da doğmuş olsaydın, bu sefer Vishnu, samsara çarkı, reenkarnasyon gibi kavramlar üzerinden konuşacaktın.


    Sen de Ehl-i Sünnetin yaygın olduğu, hakiki din kitaplarının bulunduğu nerdeyse nüfusunun %100 ü müslüman olan Türkiye'de yaşadığın halde, inançsızsın.. Sonuçta, hintli kafir ile aynı kategoridesin: yani müslüman değilsin. Yani kafirlerin yaşadığı memlekette yaşamadığın halde, müslümanlıktan değil, kafirlikten bahsediyorsun...


    Dünyanın öbür ucundaki bir kişi de, aklıyla araştırır,ve hakiki dinin İslam olduğunu anlar ve müslüman olabilir. Bu yol herkese açık.


    Amma anası babası müslüman olduğu halde bir kişi de aynen sende olduğu gibi müslümanlıktan çıkıp mürted oluyor..




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dekareme -- 7 Ağustos 2025; 16:14:42 >




  • dekareme kullanıcısına yanıt

    Bak 124K peygambere cevap verdin ama, 10K tanrıya cevap veremedin. Şimdi insanlığın ortaya çıktığı çağlardan, günümüze kadar yaşamış olan insanların inandığı o 10K tanrı, senin tüm argümanları mahvediyor zaten. Adamlar 10K tanrıya inanmışlar seninki 10001. Hepsi de senin gibi savundular, doğru yol x tanrıdır dediler.. 10k tanrı icin kim bilir ne kelleler gitti..


    Sana, babamın anamın müslüman olduğunu kim söyledi?




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Headlong Into Carnage -- 7 Ağustos 2025; 16:23:49 >
  • Headlong Into Carnage kullanıcısına yanıt

    Cevabı yazıda verildi ama anlayamamışsın veya ordak ince noktayı görememişsin. Bu insanlar, taştan ,tahtadan hatta yoğurdukları helvadan putlar yapıp tapıyorlardı..


    Aynı şekilde diğer tanrıların nasıl ortaya çıktıklarını da anlattık: Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Herbiri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler.


    Bahsettiğin o kadar binlerce put, tanrı için 1 tane bile peygamber gelip de a putun ilah olduğunu bildirmemiştir. Allahü tealanın varlığını ve birliğini bildirmek için 124 binden fazla peygamber dünyanın her yerine her asırda gelmiş, insanları doğru yola davet etmişlerdir..


    İnsanın aklı var, Peygamberin "Aleyhisselam" getirdiklerini, tebliğ ettiklerine bakar, diğerleriyle karşılaştırır ve bunun kesinlikle doğru yol olduğunu araştırır ve sonuçta anlar.. Akıl bunun için var. Karşı çıkanlar asırlardır olduğu gibi, her asırda olduğu gibi bu asırda da var; onlar ise kendilerine bile faidesi olmayan putlarına tanrılarına tapmaya devam ediyorlar...





  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.