Şimdi Ara

evrendeki toplam atom sayısı hep aynı mıydı ?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
13
Cevap
0
Favori
353
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • evren ortaya çıktığından beri atom sayısı hep aynı mı ? sonuçta termodinamiğin 1. yasası var




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi olishernandez -- 15 Kasım 2023; 15:6:57 >



  • Atomu parcalayinca azaliyormus.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Enerjinin korunumuyla - termodinamiğin birinci yasasıyla - evrendeki atom sayısı arasındaki tam ilişkiyi anlamadım. Daha az atom olur ama daha ağır veya daha enerjetik atomlar olur. Daha çok atom olur ama daha hafif olurlar. Kısaca evrendeki atom sayısındaki değişme enerjinin korunumunu ihlal etmek zorunda değil. Sorunun cevabı ise hayır, evrenin başından bu yana özellikle yıldızsal füzyonla beraber tek protonlu en basit element hidrojenden periyodik tablonun geri kalanını oluşturacak biçimde diğer elementler sentezlendiği ve bu daha ağır elementler normalde çok sayıda hidrojen oluşturacak kadar atom numarasını tek bir atomda topladığı için atom sayısı aynı kalmadı. Füzyonla beraber evrendeki atom sayısı da bu şekilde değişti. Çok sayıda atom veya iyon birleşip tek bir atom meydana getirdi. Dahası evrenin çok erken evresinde evren atom formasyonuna da izin vermeyecek derecede yoğun ve sıcaktı. Atomlar zaten sonradan soğumayla meydana geldiler. Belirli bir sıcaklığın üzerinde elektron proton çevresinde elektromanyetik bulutsu meydana getiremez. Bu denli yüksek bir ısı - titreşim - enerjisiyle kapana kısılamaz. Haliyle atomdan söz edilemez. Erken halinde evren bu tip koşullara sahipti. Bırakın atomu, ortada proton gibi atom çekirdeğinin temeli olan hadronlar bile yoktu. Kuark-gluon plazması (QGP) vardı. Kısaca kainattaki atom sayısı tam anlamıyla sıfırdan (0) şu anki haline geldi ve bu sayı uzaydaki bitmek bilmeyen kozmik hadiselerle sürekli güncelleniyor olmalı. Enerji kaybolmuyor. Aslında hep bir yerlerde. Bu şu an bir yıldızın kalbinde de olabilir; bir karadeliğin bünyesinde de olabilir.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat'ın cevabına ek olarak:

    termodinamiğin birinci kanunu basit iş-enerji sistemleri ile uğraşılan devirde buhar makinesi gibi temel cihazlarla uğraşırken yazılmıştır ve "iş" ile "ısı" arasındaki ilişkileri değerlendirir genel olarak.

    ama sen evrenin tamamının ya da evren içindeki kapalı bir alanın toplam enerjisindeki değişimi düşüneceksen o zaman termodinamik kanunları yazıldıktan çoook sonra keşfedilen bir sürü şeyi hesaba katman gerekecek.

    mesela modern fizikte parçacıklar geçmişten ya da gelecekten geliyor olabilirler yani zaman tek yönlü akmaz iki yönlü akar. mesela gelecekten gelmekte olan bir parçacık şuanda gerçekleşen bir modern fizik reaksiyonu sonucu zamanda yön değiştirip geleceğe doğru ilerlemeye başlayabilir.

    bu tarz konular termodinamikte "konu dışı" sayılır zira termodinamik süreç demek zaten kapalı sistem içindeki madde miktarı sabit olan sistem demektir. işin kimyasal kısmıyla ilgilenir fiziksel kısmıyla değil.

    yine modern fizikte madde - anti madde çiftliği vardır mesela, bu da termodinamiğin birinci kanunu için konu dışı. o kanun madde ekseninde değerlendirme yapar sadece.

    ayrıca evrenin genelinin enerjisi ile ilgili net birey söylemek için belki erken çünkü astro fizikte henüz açıklanamayan konular var. en basitinden yıldızların dönüş hareketleri temel kanunlarla ifade edilemiyor. bunu ifade edebilmek için karanlık enerji, karanlık madde tarzı varsayımlar ortaya atıldı ancak bu varsayımların gerçekliğini kanıtlayabilmek adına ilerleme kaydedilemiyor.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Atom sayısı ile termodinamiğin 1. yasası ayrı şeyler. Termodinamik evrendeki enerji toplamının değişemeyeceğini eklenip çıkartılamayacağını savunuyor. Ama hani füzyon ve fisyon tepkimelerinden bilebileceğiniz üzere atomlar birleşebiliyor, ayrışabiliyor. Yani sayısı sürekli değişebiliyor, o başka bir şey. Tüm yıldızlarda da sürekli füzyon yani birleşim yaşanıyor. Bizim reaktörlerde fisyon yani ayrıştırma üzerine işliyor.

  • konuyla doğrudan alakalı olmasa da fizik konusunda en az bilinen gerçeklerden birini yazayım: evrende gerçekleşen binbir türlü karmaşık olaya bakıp evrende atomlar arasında çok farklı ve çok karmaşık etkileşim türleri olduğunu düşünebilirsiniz ama aslında (kütle çekimini saymazsak) evrende parçacıklar arası gerçekleşen tek etkileşim elektromanyetik dalgadır.

    kütle çekimi hem kutupsuz hem de çok düşük kuvvetlidir. evrendeki diğer tüm olaylar sadece elektromanyetik etkileşim ile gerçekleşir.

    - manyetizma ve manyetik kuvvet
    - nükleer enerji ve nükleer kuvvet
    - tıbbi cihazlarda adını duyduğunuz o cafcaflı bilimsel dalga terimleri falan
    - ışık
    - ısı-sıcaklık ve iş (buhar makinelerinden jet motorlarına kadar)
    - temas yani dokunma kuvveti, ve basınç
    - ses

    bunların tümünde parçacıklar arasında gerçekleşen tek bir etkileşim vardır o da elektromanyetik etkileşimdir. bunların %90'ı zaten isimlendirmeden ibaret olan şeyler.

    öncelikle manyetizma gerçek değildir. manyetik kuvvet diye bir etkileşim de yoktur. manyetik kuvvet denilen şey elektomanyetik etkileşimin ta kendisidir. tek farkı: elektromanyetik alanı oluşturan kaynak bizim referans düzlemimize göre hareketli ise o zaman onu açıklamak için kullanacağımız denklemler çok karmaşık oluyo. o denklemleri basitleştirip adına da manyetik formüller diyoruz o kadar.

    nükleer kuvvet gerçek bir kuvvettir ve elektromanyetik etkileşimden %100 bağımsızdır, ama nükleer etkileşim parçacıklar arası bir etkileşim değildir. adı üstünde "çekirdek kuvveti"dir ve çekim alanı atom çekirdeğinin dışına çıkmaz. şunu sorabilirsiniz: "nükleer kuvvet çok güçlü, bu gücüyle atomun çekirdeğine çok büyük miktarda enerji hapsediyo ve çekirdek parçalanınca bu enerji etrafa saçılıyo, bundan bomba bile yapılıyo, demek ki nükleer kuvvet gayet de hayatımıza etkiye sahip" hayır aslında o çekirdek parçalandığında gerçekleşen saçılım elektromanyetik dalgadır, ve iyonlardır. iyon dediğin zaten parçacıktır. dolayısıyla her parçacık gibi iyonlar da etrafla etkileşim kurarken elektromanyetik etkileşimi kullanırlar.

    ışık dediğin şey zaten doğrudan elektromanyetik dalganın ta kendisidir. ışık diye ayrı birşey yok. radyo dalgası neyse, wifi dalgası neyse, ışık da odur. hepsi elektromanyetik etkileşimdir. bunların aralarındaki tek fark frekanstır.

    ısı ve sıcaklık kavramları zaten apayrı kavramlar. sıcaklık maddenin iç enerjisinin ölçüsüdür. iç enerji ise şudur: doğrudan "işe" dönüştürülemeyen, madde içinde düzensiz şekilde yayılmış kinetik enerjiye iç enerji denir. bu enerji genellikle molekülleri oluşturan atomların salınımları gibi yerlerde saklıdır. bu salınımlar gerçekleşirken de atomlar gene elektromanyetik dalga ile birbirleriyle etkileşirler. burada da farklı (bilinmedik) bi etkileşim gerçekleşmez.

    "temas kuvveti" yani "dokunma" diye birşey yoktur. sizin elinizi bir duvara dayadığınızda gerçekleşen şey duvarı oluşturan atomlarla sizin elinizi oluşturan atomlar arasında gerçekleşen elektromanyetik dalga etkileşimidir. arada bir dokunma yoktur ama biz varmış gibi algılarız.

    "ses" bir basınç dalgasıdır. yani elektomanyetik bir dalga değildir, "mekanik" bir dalgadır. hava moleküllerinin birbirlerine göre konumlarındaki elastiklik sayesinde ses dalgaları yayılabilirler. peki elsastiklik nedir? elastiklik: "bir maddenin kendi konumunu değiştirmek isteyen dış etkenlere karşı koyup eski konumuna geri dönme eğilimidir" peki hava moleküllerinin konum bazında elastik özellik göstermeleri nasıl mümkün olabiliyor? evet doğru bildiniz, bu mükeküller birbirleri ile kurdukları elektromanyetik etkileşim sayesinde elastiklik özelliği sergiliyolar. yani ses dalgası dediğimiz şeyin varolması da yine elektromanyetik etkileşim sayesinde mümkün olur.

    tıpta duyduğunuz o garip isimli sistemlere kadar evrende hiçbir "parçacıklar arası etkileşim" yoktur ki elektromanyetik etkileşimden farklı birşey olsun.

    ek olarak sadece kütle çekimi var ama tüm bu karmaşık süreçlerde onun rolü yok denecek kadar az. kütle çekim "kutuplu" yani "polar" olsaydı (artı ve eksi kutupları olsaydı) belki onun da tüm bu süreçlere etkisi olurdu ama kutuplu değil. kütle çekimi sadece evreni bükmesi nedeniyle denklemlere katılıyor, onun dışında göz ardı ediliyor. mesela GPS konumları belirlenirken kütle çekiminden kaynaklanan evren bükülmesi de denklemlerde hesaba katılır. ama mesela bir mikroçip içindeki tüm o karmaşık süreçlerde kütleçekim hesaba katılmaz.

    bunu ilk öğrendiğimde bana tuhaf gelmişti. çünkü bilim dergilerinde okuduğumuz o cafcaflı tıbbi cihazları, ya da elektron mikroskobu gibi şeyleri yeni duyduğumda evrende çooook fazla sayıda değişik kuvvetler-etkileşim türleri olduğunu, ve sürekli daha da yenilerinin keşfedildiğini zannederdim. halbuki tüm bu süreçler sadece foton alışverişi ile, yani elektromanyetik etkileşim ile gerçekleşiyormuş.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi 01001101 -- 16 Kasım 2023; 13:31:53 >
    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Arkadaşlar yazmış ama ben de füzyon ve fisyon üzerinden örnek verecektim

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • 01001101 kullanıcısına yanıt

    Enerjinin korunumu prensibi de zaten başta karanlık madde ve atom çekirdeğinin içi hariç neredeyse her türden fiziksel etkileşimin arkasındaki elektromanyetizma olmak üzere bu sayılan temel evrensel kuvvetlere uzanır veya diğer bir deyişle onların evrensel bir özelliği olarak kaşımıza çıkar. Misal atomdan veya elektrondan eksilen enerji foton yani elektromanyetizma olarak salınır. Kulağa ilk başta çok cafcaflı gelen madde ve anti madde etkileşimi bile etkileşimle ortadan kalkan madde anti madde kütlesinin eşdeğeri miktarda elektromanyetizma üretir. Yalnızca tüm kütle fotona çözündüğü için buradan alınan verim çok fazladır. Nükleer çekirdek içi de çok farklı değildir. Proton ve nötron gibi nükleik baryonlardan eksilmiş gibi görünen kütle nükleer bağlanma enerjisine dönüşür. Çevremizdeki maddenin toplam kütlesinin büyük bir kısmını bu oluşturur. Güçlü nükleerin yanında zayıf nükleer kuvvet de - kısa erimli kuvvet taşıyıcı W ve Z bozonlarının neredeyse sanal varlıklarıyla yarattığı istisna hariç - hep enerjinin korunduğu / dönüştüğü denklemler üretir. Enerji ister kütlede yoğunlaşmış veya ışınım olarak salınıyor olsun, fark etmez, eksilmez; yalnızca başka bir forma bürünür. Bu aslında evrensel kuvvetlerin veya kuvvet alanlarının temelde aynı fiziksel arkaplandan türemesiyle, bu arkaplanın farklı suretleri olmalarıyla ilgili. Fiziksel etkileşim dediğimiz genel fizik kategorisi esasında bu ilgili suretlerin uyarılmasıdır. "Enerji korunur" zira prensipte bu arkaplandan herhangi bir eksilme olamaz. Kaynak kod (source code) gibi şeyden söz ediyoruz. Ama bunun tabiatla bir olanı, kendine içkin olanı. Miletli filozofların Arkhe'si gibi. The true essence of whole physical existence.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt
    tersini iddia etmedim ki.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • @01001101 öyle bir şey söylemedim, yazdıklarına yorum olarak görmelisin. Gayet de güzel yazmışsın, etrafımızdaki doğa ve kainat - çoğunlukla - elektromanyetik bir cümbüş. Yaşamın tüm fiziksel çeşitliliği ve rengi elektromanyetizmada saklı. Yere dökülmüş bir benzinden yansıyan gökkuşağı desenlerinden gökyüzünde çakan şimşeklere, evimizdeki cihazların işleyişine, nesnelerin birbirini itme, çekme, dönme, kimyasal vb özelliklerine kadar bildiğimiz pek şeyin temelinde elektromanyetizma var.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    hocam ihtisasın fizik sanırım veya epey bir ilgilisin


    çift yarık deneyindeki nihai bir açıklığa kavuşturulamayan gözlemci etkisi hakkında ne düşünüyorsun?

  • olishernandez kullanıcısına yanıt

    Gözlemci etkisi kuantumun temellerinden birisi, Heisenberg'in adıyla bilinen belirsizlik prensibi (uncertainty principle) ve Kopenhag yorumu (Copenhagen interpretation) ile yakından ilişkili. Buna göre aslında ölçüm kuantum sistemi veya olguyu değiştirir. Sistem de ölçümü "belirler". Daha doğrusu - karşılıklı - belirsizleştirir. Bu kuantum fiziğinde tabiatın bir karakteristiğidir. Deney veya gözlemin tertibi hem sistem bazında elde edeceğin "sonucu" belirler yani deney tertibine göre elinde olgusal-gözlemsel bir girişim dizisi olur hem de sana yansıyan bu sonucun tam aksine esasen probilistik anlamda ölçümü belirsizleştirir; gözlemin spesifik ayarlaması matematik dalgasını uzaya yayarak indeterminize eder ve salt matematiksel düzlemde kalmak anlamında sanallaştırır ya da dalga-parçacığın fiziksel varlığını lokalize edip zaten sanal uzayda farz ettiğin fiziksel dalga varlığını çökertir - çift yarıktaki desenli girişim misal birbirine ters düşen dalgaların çökertmesi, destekleyen dalgaların arada çizgi çizgi dizilmesinin ürünü. Ölçüm yapmak için başvurduğun enerjiye göre momentum ve konum arasında takas yapma durumunda kalırsın - bahsettiğim belirsizlik prensibi -, bu da kısaca ilgili kuantum fenomenini deterministik bir fiziksel çerçeveye oturtamayacağın ve ölçümle - verilmiş bir değişkenin belirsizleşmesi pahasına - manipüle edeceğin anlamına gelir. Çift yarık deneyinin farklı araçsal tertiplerde verdiği farklı tepkiler bu yüzden. Ne yapacağını kestirmesi çok zor aşırı elastik varsayımsal bilardo topları gibi düşünebilirsin. Topa ne kadar sert vurursan o topun vuracağı topun sesini hemen duyarsın ve yerini hemen kestirirsin ama çarptığı top kaybolup gider. Bazı toplar da birbirilerini bir akış halinde sürükler. Hatta kuantum bir çerçeveden bu klasik fiziksel dünyamızda süreklilik izlenimi yaratan şeydir. Daimi bir kuantum uyarım hali. Normalde kuantum dünyasında korunumlar ve dallanma oranı denilen olasılık yüzdesi hariç - ki enerjinin korunumu korunumlardan birisi - her şey belirsizdir. Çift yarık deneyi bile deney düzeninin dikte ettiğinden - prensipte - farklı davranabilir ama yalnızca bunun olasılığı aşırı düşüktür ve düzenekte manipülasyon desen girişimlerinde manipülasyonla sonuçlanır.


    Tabii indeterdeterminizm öneren yeni bir determinizme vücut veren bu günlük alışıldık sağduyuya aykırı olasılıklı fiziksel tabiatın arkaplanını anlamak Feynman'ın dediği gibi kuantum fiziğini anladığını iddia eden anlamıyordur deyişine çıkıyor. Bu konuda yorum yapmaya açıkçası kendimi yetkin göremem. Evrenin dokusu neden olasılıksal ve gergin bir yapıdadır? Ölçümün bizatihi ölçtüğü sistemin parçası oluşu ve birbirlerini "belirsizlik zemininde" karşılıklı belirlemesi indeterministik bir epistemoloji önermesi haricinde tam olarak ne anlama gelir? Bunlar cevaplaması çok zor sorular ama birinci sorudaki durumun yani etrafımızdaki tüm fiziksel varlığı meydana getiren fiziksel dokunun olasılıksallığı ve gerginliğinin kainatın oluşumundan tut canlılardaki rastgele mutasyonlara pek çok fiziksel süreçte temelden bir rolü var görünüyor. Kuantum olgular hep beraber evrendeki kuvvetleri anlatan standart modele vücut veriyorlar ve kuantum fenomenliğini üreten aynı arkaplandan çıkıyorlar. Bu aslında dolaylı dahi olsa yeni gözlemler, yeni deneyler ve yeni matematik uygulamaları yardımıyla anlaşılabilecek bir arkaplan. Kuantum fiziği de zaten klasik fiziğin açıklamakta yetersiz kaldığı deney ve gözlemlere getirilmiş özel ancak kökten yorumlara varan bir matematiksel yaklaşım olarak gelişti. Deneyimleri tutarlı biçimde açıklamaya yönelik çaresiz matematiksel müdahalelerden gerçekliği yeniden tanımlayan kocaman bir yeni fizik sahası çıktı.


    Formal eğitimim yok ama zamanında hem fizik ders kitapları hem de popüler bilim kitapları başında oturup bunların üzerinde çok kafa patlattım. Gerçekten çıldırmak istiyorsan tavsiye ederim. :)

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.