Şimdi Ara

Boşanma Davası...Çok Güzel Bir Hikaye

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
53
Cevap
0
Favori
1.763
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bir Boşanma Davası

    Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dâvâ olmadığı için salonda fazla izleyici yoktu. Gencecik hâkim salona girdi. Önündeki dosyaya bir göz attı: “Yine boşanma dâvâsı ha!” başını kaldırdı. Bakışlarını dâvâlıyla dâvâcıya çevirdi. İkisi de 70’ini aşkın görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu: “Boşanmak mı istiyorsunuz?” Yaşlı kadının gözleri doluydu. Kırpıştıra kırpıştıra torunu yaşındaki hâkime baktı ve inim inim bir sesle hikâyesini anlatmaya başladı: “ Bu gördüğün adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimiz birinci yıldönümünde kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan bir buket verdi. Onları öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef çiçekleri ürettim. Zamanla çoğaldılar. Çocuğumda olmadığı için bütün sevgimi onlara yöneltmiştim. İsimler bile takmıştım.” Gözlerini sildi: “Her gün sedef çiçeklerimi suluyor, toprağını havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla konuşuyordum. Bir gün baktım, yaprakları sararmaya başladı. Kocam bahçıvandır. Çiçeklerimin neden sararıp solduklarını sordum. Bana dedi ki: “ Sedef çiçekleri gündüz değil, gece yarısından sonra sulanırmış. Bunu duyduğumdan beri hastalıkta sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl boyunca her gece sabaha karşı saat 2’de yatağımdan kalkıp evlâtlarını emziren anne hassasiyeti içinde sedef çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam, “Bir gece de ben kalkayım, karıma yardımcı olayım!” demedi. Hiçbir faydasını görmedim.” “Peki!” diye ara ya girdi genç hâkim, “Boşanmak için bunca sene neden bekledin nine?” Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla gözlerini silerken konuştu: “Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evladım, zırt pırt boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın kemiğe dayanması lâzım!” “Anladım!” derken gülümsedi hâkim, “Peki, bıçak ne zaman kemiğe dayandı?” “Birkaç gün önce!” diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, “ Yorgunluktan, belki de yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım. Çiçeklerime su veremedim. Yavrucaklar susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak adam, hiç olmazsa beni uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyarsız ve umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak için beni uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli kalamam, lütfen bizi boşayın!” kadın sustu. Gözlerini tekrar sildi. Gencecik hâkim yaşlı adama döndü: “Nineyi duydun, söyleyecek bir şeyin var mı?” “Var!” dedi yaşlı adam, karısı tarafından ağır şekilde suçlandığı için önüne doğru bakarak anlatmaya başladı: “Askerliği reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada tanıdım Ayşe’mi. Ona sedef çiçeklerinden buketler verdim. Delice sevdik birbirimizi. Sonra evlendik. Evliliğimizin ilk yılarında boyun ağrısı çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor, boyun kireçlenmesi teşhisi koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boyundaki kireçlenmenin artacağını, bu sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi. Fakat eşim inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi: Onları gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun süre yatakta hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu ağırdır Ayşe’min. Bu yüzden yıllardır saat 2’lere kadar uyumadım. Çeşitli yolardan onu uyandırdım. Sevdiğim kadını evlâdı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice seyrettim. Ama geçen gece yaşlılık işte, uyunamamışım. Uyanamayınca da Ayşe’mi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de suçlanıyorum. Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak istiyor.” Yaşlı kadın kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. “ Nasıl da yanılmışım?” diye bağırdı. Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına sarıldı. “Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi değildir” diye mırıldandı gencecik hakim, “Herkes hayatı kendi duruşuna göre yorumlar.” Dosyayı mübaşire uzattı: “Dâvâ düşmüştür.” Gözlerinden iki damla yaş damlıyordu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MaviGece -- 25 Ağustos 2005, 18:12:01 >







  • KÜÇÜK BİR TUĞLA



    Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı: “ Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?” İyice sinirlenerek devam etti: “ Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi: “ Lütfen efendim! Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım, kimse durmazdı!” Parketmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu. “Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır!” Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek “ Teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun!” dedi. Genç yönetici küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.

    Genç yönetici kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.




  • ŞOK EDEN KONUŞMA



    2000 yılında ünlü Yale Üniversitesi’nde yapılan mezuniyet töreninde konuşmak üzere dâvet edilen Oracle bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Laary ELLİSON’un şaşırtıcı, hatta şok edici konuşması:

    Yale Üniversite’si mezunları! Daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen etrafınıza iyice bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bakın. Ve şimdi şunu aklınıza koyun:
    Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız! Başaramayacaksınız! Aslında bugün şöyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar… Sinirlendiniz! Bu anlaşılabilir bir şey… Ben, Lawrence Larry Ellison… Üniversite terk… Kim oluyorum ve bu yetkiyi nereden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yüksek öğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle bir şey söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, Lawrence Larry Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz! Çünkü BİLL GATES, o da üniversite terk ve dünyanın-şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz! Çünkü Paul ALLEN, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz! Başka örnekler de var. Mesela Michael DELL, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hâlâ yoksunuz! Hımmm… Şimdi çok kızdınız! Bu da anlaşılabilir. O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin. Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size önünüzdeki yıllar boyunca yardım edecek bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyu yanınızdan ayrılmayacak, tek kelimeyle güçlü bir yakınlık oldu burada: Terapi. Bunların hepsi güzel şeyler… Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık bağlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve terapiye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız! Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve BALLMER gibi girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız… Son olarak, herhalde bazılarını ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz: “ Yapabileceğim bir şey var mı? Bir umudum var mı? Maalesef hayır! Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz. Evet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey… Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır! 2000 mezunları, size değil! Siz kaybettiniz! Sizi yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek…Öğütlerim size: Hemen ayrılın! Daha güçlü söyleyemem: Ayrılın! Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi, bir daha geri dönmeyin! Terk edin! her şeye yeniden başlayın! Size söyleyeceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği gibi….



    Genç Beyin




  • Yav arkadaşlar daha önce de uyarmıştım sizi

































    Yapmayın böle şeyler yav ben yufka yürekliyimdir




  • quote:

    Orijinalinden alıntı: universty



    bu hangisineydi
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalinden alıntı: aglamak


    quote:

    Orijinalinden alıntı: universty



    bu hangisineydi


    İlkini okudum sonrakiler de aynıdir diye yazdım..




  • bu çok ilginç standford Üniversitesi nasıl kurulmuş, gerçekten doğruysaki doğruya benziyor....anlaşılıyor ki insanın giyimine bakıpta notu hemen vermeyeceksin...


    STANFORD



    Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Baston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti… Adam yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. Sekreter, Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi olmadığını söyledi. Yaşlı kadın çekingen bir tavırla,

    - “Bekleriz” diye mırıldandı…

    Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter dayanamayarak ,

    - “Sadece birkaç dakika görüşseniz. Yoksa gidecekleri yok” diyerek rektörü iknaya çalıştı.

    Genç rektör isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmişlerdi. Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard’da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.

    Oğulları burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.

    - “Madam” dedi, sert bir sesle,

    - “Biz Harvard’da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner…”

    - “Hayır, hayır” diyerek hayırdı yaşlı kadın.

    - “Anıt değil…Belki Harvard’a bir bina yaptırabiliriz.”

    Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir bakış fırlatarak,

    - “Bina mı?” diyerek tekrarladı.

    - “Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı…”

    Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyarlardan kurtulabilirdi. Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü.

    - “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?”

    Rektörün yüzü karmakarışıktı. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California’ya, Palo Alto’ya geldiler. Ve Harvard’ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurudular. Amerika’nın en önemli üniversitelerinden birini…STANFORD’u…



    Hasan Yılmaz, Gençler Bu Kitap Sizin İçin




  • KÜÇÜK GEYLANİ ve EŞKİYALAR

    Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri, İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerindendir. Annesi ve babası tarafından Peygamberimizin Soyundandır.

    Küçükken annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat’a giderken eşkiyalar kafileyi basıp soydular. İçlerinden biri gelip Geylani’ye sordu:

    - Senin bir şeyin var mı?

    - Evet, 40 altınım var. Koltuğumun altına dikili.Eşkiya bırakıp gitti.

    İkincisi de gelip aynı şekilde sorup aynı cevabı aldı. Bunlar reislerine gidip durumu anlattılar. O da çağırıp sorunca aynı cevabı aldı.Gömleğini söküp altınları görünce sordu:

    - Neden altınların yerini söyledin?

    -Çünkü anneme hiç yalan söylemeyeceğime dair söz verdim. O söze ihanet edemem.

    Eşkıyaların reisi ağlamaya başlayıp: “Bu kadar senedir Rabbime verdiğim söze ihanet ediyorum” diyerek tövbe etti. 60 kadar arkadaşı da reislerine: “Yol kesmede reisimizdin, tövbede de bizim reisimiz ol” diyerek onlar da tövbe ettiler. Aldıkları diğer malları hep geri verdiler.




  • quote:

    Orijinalinden alıntı: aglamak

    KÜÇÜK GEYLANİ ve EŞKİYALAR

    Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri, İslam âlimlerinin ve evliyanın büyüklerindendir. Annesi ve babası tarafından Peygamberimizin Soyundandır.

    Küçükken annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat’a giderken eşkiyalar kafileyi basıp soydular. İçlerinden biri gelip Geylani’ye sordu:

    - Senin bir şeyin var mı?

    - Evet, 40 altınım var. Koltuğumun altına dikili.Eşkiya bırakıp gitti.

    İkincisi de gelip aynı şekilde sorup aynı cevabı aldı. Bunlar reislerine gidip durumu anlattılar. O da çağırıp sorunca aynı cevabı aldı.Gömleğini söküp altınları görünce sordu:

    - Neden altınların yerini söyledin?

    -Çünkü anneme hiç yalan söylemeyeceğime dair söz verdim. O söze ihanet edemem.

    Eşkıyaların reisi ağlamaya başlayıp: “Bu kadar senedir Rabbime verdiğim söze ihanet ediyorum” diyerek tövbe etti. 60 kadar arkadaşı da reislerine: “Yol kesmede reisimizdin, tövbede de bizim reisimiz ol” diyerek onlar da tövbe ettiler. Aldıkları diğer malları hep geri verdiler.











  • ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIZ



    Kafkas kartalı diye anılan İmam Şamil, çarlık Rusya'sının düzenli ordularına karşı Kafkasya'nın bağımsızlığı için bir avuç fedakar ve sadık adamıyla uzun yıllar mücadele vermiş bir lider ve kahramandı. Çarlık Rusya'sının her imkana sahip orduları karşısında, insan da dahil eksilen hiç bir-şeyi yerine koyamadığı için sonunda mağlup olmuş ve esir düşmüştü Fakat Rus çarı onu, cesaret ve kahramanlığına hayranlığından dolayı bir esir gibi değil bir misafir gibi karşılamıştı Üstelik sarayında Şeyh Şamil için bir de ziyafet düzenledi Yemek devam ederken, Çar kaba bir tarzda imam Şamil'in iştahlılığını iğnelemeye kalkıştı ve "Yahu bu adam beni de yiyecek" dedi Şeyh Şamil bu, sözün altında kalmadı Misafirini, iğnelemekten çekinmeyen bu kaba Rus'a tereddütsüz şu sözü söyledi: "Elhamdülillah biz Müslümanız, domuz eti yemeyiz"




  • quote:

    Orijinalinden alıntı: aglamak


    bu çok ilginç standford Üniversitesi nasıl kurulmuş, gerçekten doğruysaki doğruya benziyor....anlaşılıyor ki insanın giyimine bakıpta notu hemen vermeyeceksin...


    STANFORD



    Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Baston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti… Adam yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. Sekreter, Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi olmadığını söyledi. Yaşlı kadın çekingen bir tavırla,

    - “Bekleriz” diye mırıldandı…

    Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter dayanamayarak ,

    - “Sadece birkaç dakika görüşseniz. Yoksa gidecekleri yok” diyerek rektörü iknaya çalıştı.

    Genç rektör isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmişlerdi. Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard’da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.

    Oğulları burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.

    - “Madam” dedi, sert bir sesle,

    - “Biz Harvard’da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner…”

    - “Hayır, hayır” diyerek hayırdı yaşlı kadın.

    - “Anıt değil…Belki Harvard’a bir bina yaptırabiliriz.”

    Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir bakış fırlatarak,

    - “Bina mı?” diyerek tekrarladı.

    - “Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı…”

    Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyarlardan kurtulabilirdi. Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü.

    - “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?”

    Rektörün yüzü karmakarışıktı. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California’ya, Palo Alto’ya geldiler. Ve Harvard’ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurudular. Amerika’nın en önemli üniversitelerinden birini…STANFORD’u…



    Hasan Yılmaz, Gençler Bu Kitap Sizin İçin







  • BİR GENÇLİK HATASI

    İşte böyle hatalardan biri de Arap krallarından Zizen’in kızı Nazire’nin yaptığı gençlik hatasıdır. Sonunda bu hatasını hayatıyla ödemiş, gençlere de ibretle olacak vak’ayı böylece tarih sayfalarına sunmuştur.

    Musul yakınlarındaki kalesinde mahsur kalan Kral Zizen, İranlı kumandan Şâpur Şah’a teslim olmayıp uzun süre mukavemetini devam ettirmişti kalesinde…İranlı Şâpur Şah’ın ümidini kesip de muhasaradan vazgeçmek üzere olduğu sıralarda kralın kızı Nazire kale burcuna çıkar, dışarıdaki kumandan Şâpur’u görür. Bu sırada şeytan telkine başlar: “Böylesine cesur ve genç kumandanla evlenmelisin! Âşıksın! Gençlik bu! Fırsatı sakın kaçırma!”

    Şeytana uyar, aklına geleni hemen yapıp mektup yazarak bir askere verir. Kaleyi dıştan muhasara etmiş olan Şâpur Şah’a ulaştırmasını temin eder. Şâpur mektubu açar, bakar ki tam istediği şey…. Diyor ki: “ Ben Kral Zizen’in kızıyım, seninle evlenmeyi gönlüme koydum. Şâyet beni zevceliğe kabul edersen sana kale kapılarını açmaya hazırım!”

    Şâpur Şah’ın arayıp da bulamadığı fırsat… Derhal mukabil mektup yazar: “ Seni kale burçlarında görüyordum da kendimden geçiyordum. Demek ki ben sana âşıkmışım, sen de bana âşıkmışsın. Hayatımın en mesut şeyi seninle evlenmek olacaktır!”

    Babasının itibar ve haysiyetini asla düşünmeyen kral kızı Nazire tutar, bir gece kale kapılarını ardına kadar açar, kimseciklere de bildirmeden burca çıkıp ateşle işaret yapar.

    Şâpur’un askerleri sabaha karşı ansızın hücuma geçer, bir anda açık kapılardan girip kaleyi feth ederler. Nazire’nin babasını ve yanındaki askeri kılıçtan geçirirler. Sonunda Nazire düşman kumandanıyla evlenir, beraber yaşamaya başlarlar.

    Bir gece Nazire’nin gözüne uyku girmez. Yataktan rahatsızlık duyar. Şâpur Şah, “ Bu yatak yumuşak ve çok rahat yataktır. Neden uyuyamıyorsun?” diyerek kalkar, yatakta araştırma yaparlar. Bir de baktılar ki, küçük bir mersin yaprağının ezik parçaları rahatsızlık vermektedir.

    Şâpur Şah “ Hayret yahu!” der, “ Bu kadarcık şeyden rahatsız olunur mu? Bizler savaşlarda hasır dahi bulamıyor, sivri taşlar üzerinde yattığımız oluyordu!”

    Kral kızı Nazire buna cevap verir: “ Biz de kuş tüyü yataklarda yatar, ipekli elbiseler giyerdik. Babam soframızda oğul balıyla bembeyaz kaymağı hiç eksik etmezdi.!”

    Şâpur birden ciddileşir ve “ Demek öyle ha! İpek elbise giydiren, kuş tüyü yatakta yatıran, oğul balı yedirip beyaz kaymakla besleyen bir babaya ihanet eden kadın, bana daha kolay ihanet eder!” diyerek emir verir:

    - Derhal en kuvvetli atım getirilsin!

    Azgın at getirilir. Şaşkın şaşkın bakan kızcağızı kuvvetli elleriyle atın kuyruğuna bağlayan Şâpur, arkasından da bir kamçı şaklatır. Namludan çıkan kurşun gibi fırlayan atın kuyruğunda kadıncağız çığlık çığlığa… Vaktiyle verdiği gençlik kararına bin pişmandır. Fakat dönüşü yoktur bu yolculuğun artık…

    Keşke hisleriyle karart vermeseydi de aklına danışıp mantığına yönelseydi…Lâkin artık çok geçtir…

    Nitekim azgın at, kuyruğunda sadece kanlarla dönmektedir.




  • herkes ağlamış bende ağlıyayım
  • yani şimdi okulumu bırakalım???
  • quote:

    Orijinalinden alıntı: suree

    yani şimdi okulumu bırakalım???

    bırakın
  • hikayelere devam edeyim

    Bir dahi nasıl yetişti?



    Gazeteci, tıp alanındaki buluşlarıyla çığır açan bir bilim adamına, bu “işin sırrı”nı soruyordu: “Sizi diğer bilim adamlarından farklı kılan nedir ki, böylesine başarılı oldunuz ve buluşlar yaptınız?”

    Başarılı tıp adamı “Benim başarı öyküm iki yaşındayken, annem sayesinde yaşadığım bir tecrübe sayesinde başladı” dedi ve sonra da bu macerasını anlattı:

    “İki yaşındayken buzdolabından süt şişesini almaya çalışıyordum. Ama şişe elimden kayıp yere düştü ve her taraf süt oldu. Annem gürültüyü duyup mutfağa geldiğinde ne bağırdı,

    ne söylendi, ne de beni cezalandırdı. Ne dedi biliyor musunuz?

    “Ne kadar güzel bir hata yapmışsın böyle!”dedi. “Şimdiye kadar hiç bu kadar büyük bir süt birikintisi görmedim. Temizlemeden önce yerdeki sütle biraz oynamak ister misin?”

    Böylece ben de yerdeki sütle oynamaya başladım.Daha sonra annem yanıma geldi ve:

    Böyle bir şey yaptığında bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerekiyor, bunu biliyorsun değil mi?” Dedi. Bunu nasıl yapmak istediğine sen karar ver. İstersen sünger kullanalım, istersen havlu ya da bir bez, ne dersin.?”

    “Ben süngeri seçtim, birlikte yere dökülen sütü temizledik. Sonra annem, bu küçük kazanın nedenini açıkladı:

    “İki minik elinle süt şişesini taşıyamadığın için oldu bu. Şimdi bahçeye çıkalım ve sen şişeyi suyla doldurup onu düşürmeden taşımaya çalış.”

    Sonra, bana şişenin çıkıntılı yerinden tuttuğum takdirde onu düşürmeyeceğimi öğretti. O günden sonra,bütün başarısızlıklarım benim için birer engin tecrübeye dönüştü. Her başarısız deneyden sonra, yeni şeyler öğrendim, ümitsizliğe düşmeyip daha çok şevklendim…”




  • en iyisi ilki valla duygulandım
  • 
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.