Şimdi Ara

Boşanma Davası...Çok Güzel Bir Hikaye (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
53
Cevap
0
Favori
1.763
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bir tane daha gelsin...


    Bebek



    Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve Cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:

    - 'Dokunma bana...' diye bir ses duydu. 'Beni okşamaya hakkın yok senin.'

    Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allah’ım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

    - 'Bana yaklaşmanı istemiyorum' diye devam etti. 'Hemen uzaklaş benden.' Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:

    - 'Çocuklarımız hep erkek oluyor' dedi. 'Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.'
    - 'Beni öpemezsin' diye ağlamaya başladı bebek. 'Benim de seni öpemeyeceğim gibi.'
    - 'Neden?' diye sordu kadın. 'Neden öpemezsin ki?' Bebek, hıçkırıklara boğulurken:
    - 'Bunun sebebini bilmen gerekir' dedi. 'Düşünürsen mutlaka bulacaksın.'

    Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:

    - 'Geçmiş olsun hanımefendi' dedi. 'Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahi, 'kız'mış aldırdığınız.

    Cüneyt Suavi / Hayatın İçinden




  • güzel hikayeler dahada benzer hikayeleri bekleriz ellerinize sağlık..

  • quote:

    Orijinalinden alıntı: barsgan

    güzel hikayeler dahada benzer hikayeleri bekleriz ellerinize sağlık..



    teşekkür ederim...inşallah gelecek devamı.
  • HARİKA YEMEK

    Aşçılığıyla ün yapmış yaşlı bir kadın, akşam yemeğine gelecek olan oğluve yeni gelini için yine mutfağına kapanmış, yemek yapıyordu.aynı akşam yemeğe eski bir aile dostu da davetliydi.

    Beklenen misafirler gelip sofraya oturduklarında çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştılar. Yaşlı kadının o gece yaptığı yemekler değme oburların bile iştahını kapatacak kadar berbattı. Tatlılar un kokuyordu, patatesler yanmıştı, köfteler nerdeyse pişmemişti. Oğlu, yeni gelini ve aile dostu, kadıncağıza durumu fark ettirmemek için ellerinden geleni yaptılarsa da, yemek arasında pek ,iştahlı göründükleri söylenemezdi.

    Nihayet yemek bitti ve yeni evli çift annelerinin ellerini öperek evlerine gittiler. Aile dostları ise biraz daha kaldıktan sonra, yaşlı kadına:

    “Senin harika bir aşçı olduğunu adım gibi biliyorum. Bana söyler misin, bu geceki yemekler neden o kadar kötüydü? Bence ya hastasın ya da bir sorunun var” dedi.

    Yaşlı kadın gülümseyerek cevap verdi:

    “Hayır hiçbir şeyim yok. Kasten yaptım. Bu yemekten sonra oğlum asla ikide bir annesinin yemeklerini hatırlatıp karısının kalbini kırmayacak”





    Kaynakça: Selim GÜNDÜZALP, İsmail ÖRGEN ( Sevgi Öyküleri ) Zafer Yayınları




  • quote:

    Orijinalinden alıntı: aglamak

    ŞOK EDEN KONUŞMA



    2000 yılında ünlü Yale Üniversitesi’nde yapılan mezuniyet töreninde konuşmak üzere dâvet edilen Oracle bilgisayar şirketinin kurucusu ve genel müdürü Laary ELLİSON’un şaşırtıcı, hatta şok edici konuşması:

    Yale Üniversite’si mezunları! Daha önce böyle bir giriş görmediğiniz için özür dilerim ama benim için bir şey yapmanızı istiyorum. Lütfen etrafınıza iyice bakın. Solunuzdaki sınıf arkadaşınıza bir bakın. Sonra sağınızdaki sınıf arkadaşınıza bakın. Ve şimdi şunu aklınıza koyun:
    Bundan beş yıl sonra, on yıl sonra, hatta otuz yıl sonra, solunuzdaki kişi hiçbir şeyi başaramamış olacak. Sağınızdaki kişi de aslında hiçbir şey başaramamış olacak. Ve siz, ortadaki? Ne bekliyorsunuz? Siz de başaramayacaksınız! Başaramayacaksınız! Aslında bugün şöyle bir etrafıma baktığımda parlak gelecek için yüzlerce umut ışığı göremiyorum. Yüzlerce değişik endüstride liderliği ele alacak kişiler de göremiyorum. Görebildiğim tek şey, geleceği başarısızlıktan başka bir şey olmayacak yüzlerce insan. O kadar… Sinirlendiniz! Bu anlaşılabilir bir şey… Ben, Lawrence Larry Ellison… Üniversite terk… Kim oluyorum ve bu yetkiyi nereden alıyorum ki, ülkenin en prestijli yüksek öğrenim kurumunun bu yılki mezunlarına böyle bir şey söyleyebiliyorum? Bu yetkiyi nereden aldığımı söyleyeyim: Çünkü ben, Lawrence Larry Ellison, üniversite terk ve dünyanın en zengin ikinci adamıyım. Siz değilsiniz! Çünkü BİLL GATES, o da üniversite terk ve dünyanın-şimdilik- en zengin adamı. Siz değilsiniz! Çünkü Paul ALLEN, o da üniversite terk ve dünyanın en zengin üçüncü adamı. Siz değilsiniz! Başka örnekler de var. Mesela Michael DELL, o listede 9 numara ve yukarı doğru hızla tırmanıyor, o da üniversite terk. Ve siz o listede hâlâ yoksunuz! Hımmm… Şimdi çok kızdınız! Bu da anlaşılabilir. O halde biraz da egolarınızı okşamama izin verin. Pek çoğunuz burada dört ya da beş yıl eğitim gördünüz. Önünüzdeki yıllar için epey iyi bir eğitim aldınız, bilmeniz gereken pek çok şeyi öğrendiniz. İyi çalışma alışkanlıkları edindiniz. Burada size önünüzdeki yıllar boyunca yardım edecek bir sürü insan tanıdınız, onlarla bağlantı kurdunuz. Ve hayat boyu yanınızdan ayrılmayacak, tek kelimeyle güçlü bir yakınlık oldu burada: Terapi. Bunların hepsi güzel şeyler… Ama gerçekte, o kurduğunuz arkadaşlık bağlantılarına fena halde ihtiyacınız olacak. O çalışma alışkanlığına ve terapiye de ihtiyaç duyacaksınız hayat boyu. İhtiyacınız olacak, çünkü üniversiteyi terk etmediniz. Dolayısıyla asla dünyanın en zengin insanları arasına katılamayacaksınız! Elbette, belki de listeye 10 ya da 11. sıradan, Microsoft yöneticisi Steve BALLMER gibi girebilirsiniz. Ama herhalde onun kimin için çalıştığını söylememe gerek yok, değil mi? Sadece kayda geçsin diye söylüyorum, o da zaten master sınıfından terk. Biraz geç kalmış anlayacağınız… Son olarak, herhalde bazılarını ya da umarım bu konuşmadan sonra çoğunuz kendi kendinize soruyorsunuz: “ Yapabileceğim bir şey var mı? Bir umudum var mı? Maalesef hayır! Çok geç kaldınız. İçinize çok şey dolduruldu, siz onlara bakıp çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz. Artık 19 yaşında değilsiniz. Evet, şimdi gerçekten çok kızdınız. Bu anlaşılabilir bir şey… Belki de şu an, size bir umut ışığı vermenin, bir çıkış yolu göstermenin tam zamanıdır. Hayır! 2000 mezunları, size değil! Siz kaybettiniz! Sizi yılda 200 bin dolarlık komik maaş çeklerinizle baş başa bırakıyorum. Üstelik o maaş çekinin üstünde sizden birkaç yıl önce okulu terk etmiş birinin imzası olacağını söyleyerek…Öğütlerim size: Hemen ayrılın! Daha güçlü söyleyemem: Ayrılın! Hemen toplayın eşyalarınızı ve fikirlerinizi, bir daha geri dönmeyin! Terk edin! her şeye yeniden başlayın! Size söyleyeceğim tek şey, o başınızdaki kepler ve kıyafetin sizi aynen şu güvenlik görevlilerinin beni kürsüden aşağı çektiği gibi aşağı çektiği gibi….



    Genç Beyin









  • hepsini okudum eline sağlık süper hikayeler devamını bekliyorum
  • quote:

    Orijinalinden alıntı: hypnosis

    hepsini okudum eline sağlık süper hikayeler devamını bekliyorum

    teşekkürler...bir tane daha gelsin bakalım...inşallah bunuda beğenirsiniz..

    KARINCA DERSLERİ



    Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı. Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı.

    Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığına düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda’nın gözüne çarparak lensinin düşmesine speb oldu.

    Lens çok küçüktü ve bulunması imkansızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Lensi onun için çok önemliydi, ve yukarı tırmanabilse dahi yakınlarda lens alabileceği hiçbir yer yoktu. Hiç hesapta olmayan bu iş Brenda’yı büsbütün üzmüştü.ümitsizlik içerisindeki Brenda, lensini bulmasına yardım etmesi için Allah’a dua edebilirdi yalnızca.

    Yukarı çıktığında arkadaşlarından birinin lensi gözünün kenarına, yüzüne yapışmış halde bulacağını ümit ederek tırmanmaya devam etti.yukarı vardığında bir arkadaşı yüzünün her yerini incelediyse de lens bulunamadı. Brenda çaresizce yere oturup geri kalanlarında tepeye varmasını bekledi.

    Boy boy uzanan dağlara bakarken Allah için bildiği şu gerçeği hatırladı: “Allah yeryüzündeki her şeyi gören ve bilendir.” Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı:

    “Allahım! Sen şu anda buradaki tüm dağları görüyorsun. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et.”

    Ve sonunda aşağı inme zamanı gelmişti. Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. Brenda’nın , lensini kaybettiği kayaya doğru yaklaştıklarında, içlerinden biri “Aranızda lens kaybeden var mı? diye bağırdı.

    Bu, yeterince şaşırtıcıydı. Bir kız brenda’nın lensini bulmuştu. Ama bu nasıl olmuştu?

    Brenda’nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens ikinci tırmanış grubunun üyesi kızlardan birinin dikkatini çekmişti.

    Eve döndüklerinde Brenda, lensinin nasıl bulunduğunu babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

    “Allahım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa,” Senin için taşıyacağım”





    Kaynakça: Selim GÜNDÜZALP, İsmail ÖRGEN ( Sevgi Öyküleri ) Zafer Yayınları




  • buda çok güzel herkez görmeli o sebebten up
  • Hepsi harika
  • Her şeyde bir hayır vardır

    Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süre bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı.
    Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karsısında hep ayni seyi söylerdi: "Bunda da bir hayır var!"

    Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın bas parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi: "Bunda da bir hayır var!" Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?" Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yasadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu.

    Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını
    bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insan yedikler takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. "Haklıymışsın!"dedi. "Parmağımın kopmasında
    gerçekten de bir hayır varmış. İste bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi." "Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı. "Bunda da bir hayır var." "Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral. "En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir." "Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?




  • KÜÇÜK KIZIN DUASI



    Küçük bir kızın hayatta en çok istediği şey, doğum gününde, küçük bir taya sahip olmaktı. Bunun için, doğum gününden aylar önce, Allah’ın kendisine bir tay vermesi için dua etmeye başlamıştı.

    Küçük kızın kendisinden iki yaş büyük ağabeyi ise, biraz haşarı bir çocuktu. Üstelik, her konuda kardeşiyle alay etmeye bayılırdı. Özellikle de kardeşinin doğum günü için Allah’tan tay istemesini ağzına dolamış durumdaydı. Buna karşılık, her defasında:

    “ Göreceksin!” diyordu küçük kız.” Allah duama cevap verecektir.”

    Nihayet doğum günü geldi. Ama ortada onun için satın alınıp getirilmiş bir tay filan yoktu. Kendisine verilen birkaç hediye paketi ise, besbelli bir tayı içine alabilecek kadar büyük değillerdi.

    Ağabeyi, paketleri göstererek:

    “Bana söyler misin ?” dedi, “Tay bunların hangisinde ? Hani Allah’ın senin dualarına cevap vereceğini söylüyordun ?”

    Küçük kızın gözleri yaşardı. Ağabeyinin işi daha da azıtarak kendisiyle alay etmeyi sürdüreceğini hissediyordu. O ara, bir şimşek parladı zihninde. Ağabeyine dönerek:

    “Evet, Allah bana cevap verdi!” dedi kendinden emin bir ses tonuyla.

    Ağabeyi:

    “Ya öyle mi, ne dedi peki?” diye kendisini yine alaya almak isteyince de, küçük kız hafifçe tebessüm ederek şöyle mırıldandı:

    “Allah dedi ki: Hayır, şimdi olmaz!”



    Kaynakça: Selim GÜNDÜZALP, İsmail ÖRGEN ( Sevgi Öyküleri ) Zafer Yayınları




  • hazır internet hızlanmışken güzel bir hikaye daha göndereyim


    "Kadin her sabah oldugu gibi o günde beyaz degnegi ve el yordami ile otobüse binmisti.
    Soför : -Soldan üçüncü sira bos hanimefendi, dedi.
    Kadin 32 yasinda güzel bir bayandi ve esi oldukça yakisikli bir hava subayi idi. Bundan birkaç ay önce yanlis bir teshis sonucu gerçeklestirilen ameliyatla gözlerini kaybetmisti genç kadin ve asla göremeyecekti.
    Kocasi ameliyattan sonra aci gerçegi ögrenince yikilmis ve kendi kendine bir söz vermisti. Asla karisini yalniz birakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayaklari üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
    Günler geçiyordu. Kadin her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdigi kocasina yük oldugunu düsünüyordu. Esinin bu içine kapanik,karamsar hali kocayi çok üzüyordu. Bir an önce bir seyler yapmasi gerekiyordu, karisi günden güne kendi içine kapanik dünyasinda kayboluyordu.
    Bütün gün düsündü koca nasil yardim edebilirim güzeller güzeli esime. Birden aklina esinin eski isi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasil söyleyecekti, çünkü artik çok kirilgan ve nesesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karisina konuyu asti.
    Karisi dehsetle gözlerini asti. - Ben bunu nasil yaparim ben körüm, diye bagirdi.
    Kocasi ona destek olacagini her sabah ise onu kendisinin birakacagini ve aksam alacagini ve ona çok güvendigini söyledi. Çünkü esini taniyordu ve bunu basarabilecegini biliyordu.
    Kadin büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kirmak istemiyordu.
    Her sabah esini isine birakiyor ve aksamlari aliyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocasi daha fazlasini istiyordu , kendisine söz vermisti sonuna kadar gidecekti.
    Aksam karisina: - Artik ise kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadin sasirmisti. Bunu asla yapamayacagini söyledi. Kocasi israr edince onu yine kiramadi ve bütün cesaretini topladi bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.
    Sabahlari kadin artik otobüs duragina kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu ..
    Günler günleri kovaladi hiçbir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, soför :
    - 'Sizi kiskaniyorum, hanimefendi' dedi.
    Kadin kendisine söylenip söylenmedigini anlayamadan, neden , diye sordu.
    Soför, - Çünkü her sabah sizin arkanizdan bir hava subayi genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakiyor, otobüsten indikten sonra yesil isikta yolun karsisina geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanizdan öpücük yollayip size her gün sevgiyle el salliyor , dedi."




  • quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak

    hazır internet hızlanmışken güzel bir hikaye daha göndereyim


    "Kadin her sabah oldugu gibi o günde beyaz degnegi ve el yordami ile otobüse binmisti.
    Soför : -Soldan üçüncü sira bos hanimefendi, dedi.
    Kadin 32 yasinda güzel bir bayandi ve esi oldukça yakisikli bir hava subayi idi. Bundan birkaç ay önce yanlis bir teshis sonucu gerçeklestirilen ameliyatla gözlerini kaybetmisti genç kadin ve asla göremeyecekti.
    Kocasi ameliyattan sonra aci gerçegi ögrenince yikilmis ve kendi kendine bir söz vermisti. Asla karisini yalniz birakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayaklari üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
    Günler geçiyordu. Kadin her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdigi kocasina yük oldugunu düsünüyordu. Esinin bu içine kapanik,karamsar hali kocayi çok üzüyordu. Bir an önce bir seyler yapmasi gerekiyordu, karisi günden güne kendi içine kapanik dünyasinda kayboluyordu.
    Bütün gün düsündü koca nasil yardim edebilirim güzeller güzeli esime. Birden aklina esinin eski isi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasil söyleyecekti, çünkü artik çok kirilgan ve nesesizdi. Bütün cesaretini toplayarak aksam karisina konuyu asti.
    Karisi dehsetle gözlerini asti. - Ben bunu nasil yaparim ben körüm, diye bagirdi.
    Kocasi ona destek olacagini her sabah ise onu kendisinin birakacagini ve aksam alacagini ve ona çok güvendigini söyledi. Çünkü esini taniyordu ve bunu basarabilecegini biliyordu.
    Kadin büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü esini çok seviyordu ve onu kirmak istemiyordu.
    Her sabah esini isine birakiyor ve aksamlari aliyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi karisi eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocasi daha fazlasini istiyordu , kendisine söz vermisti sonuna kadar gidecekti.
    Aksam karisina: - Artik ise kendin gidip gelmelisin, dedi,. Kadin sasirmisti. Bunu asla yapamayacagini söyledi. Kocasi israr edince onu yine kiramadi ve bütün cesaretini topladi bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.
    Sabahlari kadin artik otobüs duragina kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek isine gidebiliyordu ..
    Günler günleri kovaladi hiçbir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, soför :
    - 'Sizi kiskaniyorum, hanimefendi' dedi.
    Kadin kendisine söylenip söylenmedigini anlayamadan, neden , diye sordu.
    Soför, - Çünkü her sabah sizin arkanizdan bir hava subayi genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakiyor, otobüsten indikten sonra yesil isikta yolun karsisina geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanizdan öpücük yollayip size her gün sevgiyle el salliyor , dedi."








  • Seni sana rağmen yaşadım ben.
    Hep kaçışlarla dolu, hep eksik…
    Bir yanını tanısam mutlaka başka bir yerden açık veriyordum.
    Tamamlamaya uğraştıkça senin gizlerinde kaybolup gidiyordum.
    Bedenine değil, ruhuna taliptim ben.
    Bu yüzden bu kadar zorlanıyordum.

    Ben bir adanın değil. Bir kıtanın kaşifiydim.
    Yola çıkmıştım bir kere dönüşüm yoktu; ama,öyle çok duraklıyordum ki,
    geriye dönüp baktığımda başladığım yerden birkaç metre bile uzaklaşamadığımı fark ediyordum.
    Üstelik menzilin ucundaki sen, benden daha hızlı yol alıyordun,
    belli ki kaçıyordun. Ufukta bile görünmeyen seraptın artık.
    Kaç kez ‘vazgeç’ dedim kendime.
    Kaç kez o yolun kenarındaki bir ormana girip yok olmayı düşündüm.
    Zaten yaşadığımda bu değimliydi?
    Seninle birlikte varlık bulduğumu düşünürken,
    senin olmaman yokluk hissinden başka ne verebilirdi ki bana?

    Oysa nasıl coşku doluydum başlarken…
    Gecelerimi de gündüzlerimi de sana adamaya hazırdım.
    Her gün yeni bir yönünü ögrenip şaşırtacaktım.
    Seninle yaşadığım hiçbir şeyin tadını unutturmayacaktım, unutmayacaktım.
    Sen, sonbahar rüzgarında kopmuş, serseri bir defne yaprağı, ben, sana dal olacaktım.
    Hangimiz yaprak, hangimiz dal karıştırıyorum artık.
    Ben bu uykuları uyuyalı çok olmuştu.
    Şimdi aynı uykuları yeniden uyuyorum.
    Acı uykusu, hüzün uykusu, korku uykusu…

    Bir gece birinin bir gece diğerinin sonsuzluğunda kayboluyorum.
    Ne garip, kendimi kuşatma altındaki bir ordunun komutanı gibi görüyorum.
    Ne çok askerim var bana ihanet eden…
    Ben düşmanı alt edemediğimden değil, bu arkadan vuruşlar yüzünden yeniliyorum.
    Bir beyaz bayrak gerekiyor artık bana.
    Bütün mevzilerini kaybetmiş bir komutanın onurunu daha fazla zedelemeden teslim olmayı bilmesi de gerek.
    Uzun sürmez esaratim.
    İçimde bu yenilginin acısını yıllarca taşıyacak olsam bile bir yolunu bulup kavuşurum özgürlüğüme.
    Gidiyorum.
    Geride yaşanmamış zamanları bırakarak.
    Sen de ürkekliğinle baş başasın…
    Hep tamamlanacak değil ya, bizimki de farklı olsun.

    Bu da böyle yarım kalsın…




  • [Deleted by Admins]
  • up
  • Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında....

    Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp,Sehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek İtiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...

    Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı

    kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın

    sonunu

    zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar

    olduklarında

    da hep mutluydular.

    Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para

    kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da

    kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

    onlarınki...

    Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,

    büyüdü...

    Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

    sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim

    olmasını

    beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına.

    Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

    "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır,

    ben

    senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

    Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

    "Birtanem,

    kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında

    başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok

    sevdiğimi

    sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi

    dolu notları okuya Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet

    çiçek,

    kimi zaman en Sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı

    armağanlarla karşılaşırdı...

    Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....Hayat ne kadar hızlı

    akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep

    birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların

    ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,

    hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın

    da

    mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde

    görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde

    dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

    "satılık" levhası asılı olan.

    "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika

    bir

    ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası

    olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım

    burayı..."

    "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.

    "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...

    Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."

    Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

    oldu

    adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

    Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,

    kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.

    Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu

    neşelendirmek

    için, sahildeki Evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi

    kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi

    aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...

    "Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

    çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini

    söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur

    anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve

    sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.

    Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada

    daha

    fazla kanıyordu yüreği...

    Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

    arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek

    zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin

    tam

    karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor

    her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

    "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

    Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....Ertesi gün,

    öğle

    vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi

    sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

    Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı

    hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını

    gördü adamın...

    Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona

    sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

    İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta

    yaşa

    geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve

    bavulunu alıp gitti evden.

    Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama

    kadın, "defol" dedi nefretle...

    İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

    kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya

    çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini

    öğrendi.Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama

    nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan

    nefretin alması için dua ediyordu.

    Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,

    kadının

    derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin

    sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen,

    buraya

    ne

    yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

    "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi

    genç

    kadın.

    Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

    "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat

    önce

    öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını

    ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.Buna dayanamayacağını, hep

    söylediğin

    gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni

    kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.

    Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını

    yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev

    tutmuştu.

    Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece

    fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu

    vermemi

    istedi..."

    Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen

    oracıkta

    ölmek istiyordu.

    Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla

    katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün

    notları sırayla oku birtanem"diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok

    sevdim",

    "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru

    söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana

    söz

    vermeni istiyorum."

    "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda

    bir

    anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar

    yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

    Kocaman

    terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

    olacağım...."




  • @ağlamak hepsi birbirinden güzel saol....
  • Şükrün böylesi



    İmam-ı Azam Hazretleri zengin bir âlimdi. Ticaretle de meşgul olurdu. Bir gün öğrencilerine ders verdiği sırada bir haber aldı: “ Size ait kumaşları getiren gemi batmıştır.” Büyük âlimin cevabı tek cümle oldu: “Elhamdülillah” ve dersine devam etti. Bir müddet sonra aynı haberci gelip dedi ki: “ Efendim, özür dilerim, biraz önce verdiğim haber doğru değilmiş. Malınızı taşıyan gemi sapasağlam geldi, şu anada yükünü boşaltıyor.” O mübarek zat yine aynı cümleyi tekrarladı ve dersine devam etti: “Elhamdülillah” yanındakiler hem kayıp hem de kazanç halinde söylenen bu cümlenin sebebini sordular. Buyurdu ki:” Biz, küfür ve sapkınlık hariç, her halde Cenab-ı Hakk’a şükür üzere olmalıyız. Dünya imtihan yeridir. Bazen vererek, bazen de alarak imtihan eder. Önce Rabbim beni alarak, zarara sokarak imtihan ediyor diye düşünüp hamdettim. Sonra lütfederek, kazandırarak imtihan ettiğini anladım; yine hamdettim.”




  • Tebrik ederim arkadaşım zaten imzan hoşuma gidiyordu bu yazdıklarınla +1500 oldun
  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.