Şimdi Ara

Boşanma Davası...Çok Güzel Bir Hikaye (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
4 Misafir (1 Mobil) - 3 Masaüstü1 Mobil
5 sn
53
Cevap
0
Favori
1.763
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: akortsuzgitar

    Tebrik ederim arkadaşım zaten imzan hoşuma gidiyordu bu yazdıklarınla +1500 oldun

    teşekkür ederim

    Dost-Düşman



    Adamın birini yakmak için müthiş bir ateş yığını hazırlayıp içine atmışlar. O sırada gökte, ağzında küçücük bir kuru dal olan minik bir kuş belirmiş ve adamın üzerinden geçerken kuru dalı ateşe bırakmış...
    Adam kuşa seslenmiş:

    - “O minicik çöpü atmışsın, bu koskocaman ateş için ne fark eder ki?”
    - Kuş, “Olsun, düşman olduğumuz belli olsun” demiş.
    Az sonra minicik gagasına bir damla su ile bir başka kuş belirmiş ve o da suyu ateşin üzerine bırakmış. Adam ona da sormuş:
    - “Bir damlacık suyu bıraktın ama bu kocaman ateş için ne fark eder ki?”
    Kuş cevap vermiş:

    - “Olsun, dost olduğumuz belli olsun...”






  • http://www.balca.net/hikaye-index.shtml

    Sanki buralarda bi yerlerde okumuştum ben bunları...Ama etkilenmemek mümkün değil..
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Enamel



    http://www.balca.net/hikaye-index.shtml

    Sanki buralarda bi yerlerde okumuştum ben bunları...Ama etkilenmemek mümkün değil..



    yok, hiçbirini ordan almadım...zaten bazılarında kaynak var altında bakınca görürsünüz...bir çoğunu kitaplardan, dergilerden kendi elceğizlerimle yazdım kendi sitem için... ama verdiğin adreste baya iyi bir kaynağa benziyor. biraz orayı sömüreyim. sağol.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak

    Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında....

    Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp,Sehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek İtiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...

    Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı

    kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın

    sonunu

    zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar

    olduklarında

    da hep mutluydular.

    Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para

    kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da

    kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

    onlarınki...

    Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,

    büyüdü...

    Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

    sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim

    olmasını

    beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına.

    Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

    "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır,

    ben

    senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

    Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

    "Birtanem,

    kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında

    başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok

    sevdiğimi

    sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi

    dolu notları okuya Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet

    çiçek,

    kimi zaman en Sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı

    armağanlarla karşılaşırdı...

    Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....Hayat ne kadar hızlı

    akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep

    birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların

    ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,

    hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın

    da

    mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde

    görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde

    dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

    "satılık" levhası asılı olan.

    "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika

    bir

    ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası

    olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım

    burayı..."

    "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.

    "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...

    Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."

    Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

    oldu

    adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

    Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,

    kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.

    Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu

    neşelendirmek

    için, sahildeki Evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi

    kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi

    aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...

    "Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

    çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini

    söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur

    anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve

    sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.

    Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada

    daha

    fazla kanıyordu yüreği...

    Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

    arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek

    zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin

    tam

    karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor

    her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

    "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

    Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....Ertesi gün,

    öğle

    vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi

    sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

    Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı

    hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını

    gördü adamın...

    Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona

    sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

    İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta

    yaşa

    geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve

    bavulunu alıp gitti evden.

    Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama

    kadın, "defol" dedi nefretle...

    İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

    kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya

    çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini

    öğrendi.Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama

    nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan

    nefretin alması için dua ediyordu.

    Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,

    kadının

    derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin

    sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen,

    buraya

    ne

    yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

    "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi

    genç

    kadın.

    Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

    "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat

    önce

    öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını

    ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.Buna dayanamayacağını, hep

    söylediğin

    gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni

    kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.

    Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını

    yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev

    tutmuştu.

    Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece

    fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu

    vermemi

    istedi..."

    Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen

    oracıkta

    ölmek istiyordu.

    Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla

    katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün

    notları sırayla oku birtanem"diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok

    sevdim",

    "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru

    söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana

    söz

    vermeni istiyorum."

    "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda

    bir

    anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar

    yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

    Kocaman

    terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

    olacağım...."





    abi yapma böle şeler ya yüregim acıooo

    (ama çok güselmiş eline yüregine saglııkk)





  • hepside çok güzel ellerinize sağlık
  • quote:

    Orjinalden alıntı: mamba44

    hepside çok güzel ellerinize sağlık

    teşekkür ederim

    Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı , kıpkırmızı, kan kırmızısı güller...Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikisi de sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti..Onları hiç bir şey ayıramazdı...Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
    İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada.Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??...Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.Sevdiğine bir şey olamazdı.Onsuz hayat yaşanmazdı ki...O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu.Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı...Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki Kabristan'a doğru yürümeye başladı..




  • Gece gece mahvettin beni hele sonuncu hikaye yokmu hala elim ayağım titriyo,ülen sırf bu yüzden terkedecem bu forumu,bu ne yaw bütün haftasonu ağlarım ben şimdi
    Bu arada bunları bizimle paylaştığın için teşekkürler
  • quote:

    Orjinalden alıntı: theja

    Gece gece mahvettin beni hele sonuncu hikaye yokmu hala elim ayağım titriyo,ülen sırf bu yüzden terkedecem bu forumu,bu ne yaw bütün haftasonu ağlarım ben şimdi
    Bu arada bunları bizimle paylaştığın için teşekkürler

    takma kafaya ya, üzülmeye değmez...ben de çok üzülürdüm ama sanırım ister istemez alışıyor insan...

    Gecenin bir vaktiydi yine yanlızlık kapısını usulca tıklattığında. Hoşgeldin yanlızlık dedi içinden. Yine zamanını hiç aksatmadan gelmişti. Yıllar olmuştu onunla tanışalı. Gecenin siyahına yakışan bir esrarengizliğiyle gelip penceresine oturmuştu sessizce. İçinden bir düşündü de onunla tanışalı sanırım 5 yıl oluyor. Önceleri çok güzel gelmişti. Çünkü yanlızlığın varlığı olduğu sürece özlem duyuyordu sevdiğine. Vede yanlızlık gidince o geliyordu biliyordu. Ama unuttuğu şeyler de vardı. Sonradan kader diyeceği hayatın gerçekleri vurunca birden hasretler artar olmuştu. Yanlızlık aldatmıştı onu. Artık gitmez olmuştu. Bekliyordu gitse de ona kavuşsa diye ama olmuyordu işte. Ne kadar da ugraşırsa uğraşsın gitmedi. Şimdi de odasında ona bakıyordu. Yerinden usulca kalktı vede cama doğru yürüdü. Biliyordu camı kapatsa da yanlızlığı yine içeriye girecekti. Ama kendini bu yalanla kandırmaya çalışıyordu. Hani bilirsiniz ya giden sevgili dönmez ama birgün ya dönerse diye yüreğinizde o acı kuşku daima saplı kalır. Pencereye geldi ama yanlızlık kaybolmuştu.Dışarı baktı gecenin sesini duyuyordu.Öten birkac böcek gecenin karanlığını bastırmaya yetmiyordu.Şehrin betonu boğucu şekilde olmuştu onun icin.Yıldızlara bakmak icin başını cevirdi ama bulutluydu hava.Arada bir kaç tane görünüyordu ama onlar da parlak değildi.Bu gece eski dostları da onu terketmişti anlaşılan dedi icinden.Pencereyi kapatmak icin geri cekildi.Kapatırken yüzüne tatlı bir esinti geldi durdu bir an.Kapatırsa bu sesleri bile kaybetmekten korktu bir an.Hazır yanlızlık gitmişken fırsat vermemeliydi.Pencereyi öylece bırakıp geri döndü.Birkac şarkı dinler biraz huzur bulurum diyordu.Ama hangi kanalı acsa ruhunu parcalayan notalar yükselmekteydi radyo`dan.Gecmişi rahat bırakmıyordu.Sanki her sözde bir anı her anıda bir gül vede her gülde ise kalbine batan dikenleri hissediyordu.Onu da kapattı.Odada cevresine bakınmaya başladı.Ne vardı onu bu yanlızlıgın pencesinden kurtarabilecek.Birden cep telefonunu gördü.Hani aylardır arar diye beklediği fakan ondan başka herkesin aradığı telefonu.Eline aldı kimi arasam diye düşündü.Ama sonra saatin farkına vardı.Hem bu saatten sonra kim anlar kim dinlerdi onu.
    Sevdiğinin adı hasretti onun icin.Gelmeyişi ise de hüsrandı.Birden hasretine bir mesaj atmayı düşündü.Ama ne yazıcaktı ki.Yıllar gecmiş yorgun yüreği artık dayanamaz olmuştu en ufak heyecanlanmalarda bile sızlar olmuştu.şimdi de sızlıyordu. "Seni cok özledim! Iyi vede mutlu olmanı diliyorum. Unutulsam da unutulmadığını bilmeni istiyorum.SEVGIMLE..." diye yazdı.Sonra da gönder tuşuna bastı fakat mesajı gitmiyordu.Birkac defa daha denedi fakat ne fayda gitmiyordu.Birden gerceği anladı.Telinin limiti dolmuştu.Yine olmuştu olan.Ondan gelebilicek bir cevap sevinciyle atan yüreği yine hüzünle doldu.Telini kapatıp yatağın ustune attı.Orada kalsın nede olsa en mukaddes sayılacak anında işine yaramamıştı.Kimi kimsesi olmayan bir sokak cocuğu gibi hissediyordu kendini.Soğugun icinde ac ve acıkta kalmış bir cocuk gibi.
    Üşümeye başladı birden titriyordu.Camı kapamaya gittiğinde farkettiği iki şey vardı.Dışarda koskocaman bir karanlık vardı vede karanlığa karşı koyan bütün sesler kesilmişti.Farkettiği diğer şeyse ruzgarın esmediğiydi.Onu üşüten yüreğiydi.Yine o yanlızlığın parmakları dokunmuştu kalbine.Birden gözünde birkac damla yaş belirdi.Ağlamayı sevmezdi aynanın karşısına geçip gözünün yaşını silecekti.Vede acı gerceği farketti.Yanlızlık onunlaydı hiç olmadığı kadar.Aynada kendisine bakmadığını hissetti.Yanlızlık acı acı gülümsüyordu gözü yaşlı yüzümden kırık kalbime ...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak

    Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında....

    Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp,Sehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek İtiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...

    Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı

    kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın

    sonunu

    zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar

    olduklarında

    da hep mutluydular.

    Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para

    kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da

    kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

    onlarınki...

    Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,

    büyüdü...

    Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

    sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim

    olmasını

    beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına.

    Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

    "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır,

    ben

    senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

    Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

    "Birtanem,

    kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında

    başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok

    sevdiğimi

    sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi

    dolu notları okuya Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet

    çiçek,

    kimi zaman en Sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı

    armağanlarla karşılaşırdı...

    Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....Hayat ne kadar hızlı

    akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep

    birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların

    ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,

    hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın

    da

    mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde

    görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde

    dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

    "satılık" levhası asılı olan.

    "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika

    bir

    ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası

    olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım

    burayı..."

    "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.

    "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...

    Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."

    Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

    oldu

    adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

    Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,

    kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.

    Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu

    neşelendirmek

    için, sahildeki Evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi

    kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi

    aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...

    "Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

    çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini

    söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur

    anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve

    sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.

    Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada

    daha

    fazla kanıyordu yüreği...

    Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

    arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek

    zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin

    tam

    karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor

    her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

    "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

    Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....Ertesi gün,

    öğle

    vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi

    sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

    Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı

    hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını

    gördü adamın...

    Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona

    sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

    İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta

    yaşa

    geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve

    bavulunu alıp gitti evden.

    Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama

    kadın, "defol" dedi nefretle...

    İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

    kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya

    çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini

    öğrendi.Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama

    nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan

    nefretin alması için dua ediyordu.

    Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,

    kadının

    derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin

    sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen,

    buraya

    ne

    yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

    "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi

    genç

    kadın.

    Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

    "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat

    önce

    öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını

    ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.Buna dayanamayacağını, hep

    söylediğin

    gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni

    kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.

    Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını

    yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev

    tutmuştu.

    Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece

    fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu

    vermemi

    istedi..."

    Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen

    oracıkta

    ölmek istiyordu.

    Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla

    katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün

    notları sırayla oku birtanem"diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok

    sevdim",

    "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru

    söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana

    söz

    vermeni istiyorum."

    "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda

    bir

    anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar

    yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

    Kocaman

    terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

    olacağım...."



    bu kadını acayip kıskandım yaaaa




  • quote:

    Orjinalden alıntı: suree


    quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak

    Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında....

    Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp,Sehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek İtiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...

    Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı

    kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın

    sonunu

    zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar

    olduklarında

    da hep mutluydular.

    Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para

    kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da

    kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

    onlarınki...

    Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,

    büyüdü...

    Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

    sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim

    olmasını

    beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına.

    Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

    "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır,

    ben

    senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

    Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

    "Birtanem,

    kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında

    başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok

    sevdiğimi

    sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi

    dolu notları okuya Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet

    çiçek,

    kimi zaman en Sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı

    armağanlarla karşılaşırdı...

    Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....Hayat ne kadar hızlı

    akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep

    birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların

    ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,

    hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın

    da

    mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde

    görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde

    dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

    "satılık" levhası asılı olan.

    "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika

    bir

    ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası

    olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım

    burayı..."

    "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.

    "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...

    Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."

    Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

    oldu

    adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

    Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,

    kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.

    Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu

    neşelendirmek

    için, sahildeki Evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi

    kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi

    aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...

    "Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

    çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini

    söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur

    anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve

    sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.

    Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada

    daha

    fazla kanıyordu yüreği...

    Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

    arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek

    zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin

    tam

    karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor

    her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

    "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

    Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....Ertesi gün,

    öğle

    vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi

    sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

    Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı

    hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını

    gördü adamın...

    Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona

    sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

    İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta

    yaşa

    geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve

    bavulunu alıp gitti evden.

    Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama

    kadın, "defol" dedi nefretle...

    İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

    kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya

    çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini

    öğrendi.Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama

    nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan

    nefretin alması için dua ediyordu.

    Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,

    kadının

    derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin

    sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen,

    buraya

    ne

    yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

    "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi

    genç

    kadın.

    Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

    "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat

    önce

    öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını

    ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.Buna dayanamayacağını, hep

    söylediğin

    gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni

    kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.

    Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını

    yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev

    tutmuştu.

    Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece

    fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu

    vermemi

    istedi..."

    Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen

    oracıkta

    ölmek istiyordu.

    Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla

    katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün

    notları sırayla oku birtanem"diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok

    sevdim",

    "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru

    söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana

    söz

    vermeni istiyorum."

    "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda

    bir

    anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar

    yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

    Kocaman

    terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

    olacağım...."



    bu kadını acayip kıskandım yaaaa

    konuyu dağıtmayayım ama cevap vermeden edemeyeceğim hiç şaşırmadım kıskandığına.. hikayedeki kadını bile bir bayan kıskanıyorsa, Allah sabır versin bize, bayanlardan daha çok çekeceğimiz demektir...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak


    quote:

    Orjinalden alıntı: suree


    quote:

    Orjinalden alıntı: aglamak

    Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında....

    Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp,Sehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek İtiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...

    Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı

    kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın

    sonunu

    zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar

    olduklarında

    da hep mutluydular.

    Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para

    kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da

    kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi

    onlarınki...

    Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü,

    büyüdü...

    Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi

    sürecine rağman çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim

    olmasını

    beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına.

    Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

    "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma "Hayır,

    ben

    senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...

    Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

    "Birtanem,

    kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında

    başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok

    sevdiğimi

    sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi

    dolu notları okuya Okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet

    çiçek,

    kimi zaman en Sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı

    armağanlarla karşılaşırdı...

    Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....Hayat ne kadar hızlı

    akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep

    birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların

    ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam,

    hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın

    da

    mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde

    görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde

    dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde

    "satılık" levhası asılı olan.

    "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika

    bir

    ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası

    olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım

    burayı..."

    "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?" diye yanıt verdi adam.

    "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...

    Kaç para olursa olsun burası bizimdir artık...."

    Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor

    oldu

    adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.

    Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,

    kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın.

    Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu

    neşelendirmek

    için, sahildeki Evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi

    kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi

    aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...

    "Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da

    çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini

    söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur

    anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve

    sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.

    Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada

    daha

    fazla kanıyordu yüreği...

    Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği

    arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, sana söylemek

    zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin

    tam

    karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor

    her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."

    "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

    Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....Ertesi gün,

    öğle

    vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi

    sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

    Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı

    hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını

    gördü adamın...

    Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona

    sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

    İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta

    yaşa

    geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve

    bavulunu alıp gitti evden.

    Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama

    kadın, "defol" dedi nefretle...

    İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına

    kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya

    çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini

    öğrendi.Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama

    nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan

    nefretin alması için dua ediyordu.

    Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile,

    kadının

    derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin

    sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen,

    buraya

    ne

    yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

    "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi

    genç

    kadın.

    Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

    "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat

    önce

    öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını

    ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.Buna dayanamayacağını, hep

    söylediğin

    gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni

    kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.

    Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını

    yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev

    tutmuştu.

    Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece

    fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu

    vermemi

    istedi..."

    Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen

    oracıkta

    ölmek istiyordu.

    Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla

    katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, "Lütfen bütün

    notları sırayla oku birtanem"diyordu... Sırayla okudu; "Seni çok

    sevdim",

    "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru

    söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana

    söz

    vermeni istiyorum."

    "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda

    bir

    anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar

    yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.

    Kocaman

    terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor

    olacağım...."



    bu kadını acayip kıskandım yaaaa

    konuyu dağıtmayayım ama cevap vermeden edemeyeceğim hiç şaşırmadım kıskandığına.. hikayedeki kadını bile bir bayan kıskanıyorsa, Allah sabır versin bize, bayanlardan daha çok çekeceğimiz demektir...

    saçmalama yaa ben sadece böyle büyük bir aşkı kıskandım hemen konuyu kadınlara getirmeyelim lütfen
    baksana adam öldüğüne üzülmesin diye ne yapıyo nerde böyle güzel aşklar




  • tamam kızma hemen

    bir de masal koyalım buraya...


    TATLI CADI!!

    Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı
    kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi
    için 1 sene süresi vardır. Soru aynen söyledir:

    KADINLAR NE İSTERLER?

    Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak,
    kralın fazla bir tercih şansı yoktur.
    Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır
    ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz.
    Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir.
    Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider.
    Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır.
    Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı,
    en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir.
    Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler
    ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar,
    krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli
    olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

    KADINLAR HER ZAMAN KENDI ÖZGÜR
    İRADELERİYLE KARAR ALMAK ISTERLER.

    Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın
    hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür.
    Nihayet şövalye için en kötü an yani,
    gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk...Odaya girdiğinde
    karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür.
    Şövalye şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?".
    Kadın cevap verir:. "Ben evlendiğin cadıyım.
    Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri
    son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri
    son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum.
    Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin".
    Şövalye çok kısa bir süre düşünür.
    Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa
    gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı?
    Ve şöyle cevap verir: "Nasıl olmak istediğine sen karar ver
    lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım."
    Cadı bu karar karşısında çok sevinir. "Sen bana
    seçme özgürlügünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem.
    Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve
    saygılıbiri olarak gözükeceğim".
    sonuç ?

    KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL...
    İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN...
    HERZAMAN CADIDIRLAR ... :))))
    AMA TATLI...




  • Bir aşkın hikayesi...


    Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi..Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye..Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rast gele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.." Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi.Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda..Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi..Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan..İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu daha yeni bulmuştu ..Anne ağlıyordu..Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..İçinde bir CD vardı, bir de minik not.."Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak itiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..

    "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MaviGece -- 3 Eylül 2005, 14:34:02 >




  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.