Şimdi Ara

Bilim mi........felsefe mi........?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
37
Cevap
0
Favori
2.278
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Üst konuların birinde geçen bir tartışmadan yola çıkarak, farklı bir başlık altında yeni bir tartışma konusu olabileceğini düşündüm,

    Bilim mi felsefeden doğmuştur yoksa felsefe mi bilimden...?

    Devamında;

    Birbirlerini nasıl etkilemişler...? birbirleri üzerinde köklü değişimlere sebep olmuşlar mıdır?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi redstorm -- 21 Aralık 2006; 20:11:08 >



  • Bilim felsefeden doğmuştur. Her ne kadar ben inanmasam da bilimin temellerinin eski yunanda atıldığı varsayılır. O zamanlar bilimadamları yoktu. Düşünürler vardı. Doğaya ilişkin sorular sordular ve kendilerine göre cevaplar buldular. Cevapların çoğu yanlıştı ama önemli olan doğayı sorgulama bilincine varılmasıydı.

    Bilim felsefenin haşarı çocuğu oldu. Çoğu zaman kendinden beklenenin tersini verdi. Bu nedenle ortaçağ Avrupasında adeta afaroz edildi. Ama günümüzde artık felsefe, bilim üzerindeki otoritesini kaybetmiş, onun ulaşamadığı konularda faaliyet göstermeye devam etmektedir.
  • Redstorm, bu konuyu açtığın için saol. Bu konu paralelinde aslında anlatacağım çok şey var zaman içinde anlatmaya çalışacağım. Elbette bilim felsefeden doğmuştur, felsefe ise sanattan. İnsan doğayı soyutlamaya ilk sanat ile başladı, daha sonra devamı geldi.

    Bilim; bizim doğa hakkında ne söyleyebileceğimiz ile ilgilenir, felsefe ise doğanın gerçekte ne olduğu üzerinde kafa yorar. Bu konuyu örnek vererek açacağım,
    saygılarımla.
  • bilim herkesin üzerinde konsensüs sağlayacı bir olgudur.

    felsefe ise akıl yürütme ve yorumdur.


    bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olmamak prensibine göre önce bilim sonra felsefe demek mantıklı geliyor. tabii tersi de mümkün olabilir...
  • felsefe olmadan bilim olmaz!..
  • quote:

    Deep Impact
    bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olmamak prensibine göre önce bilim sonra felsefe demek mantıklı geliyor.


  • @redstorm

    bir muhalefet olayım konu zıtlıklarında daha zevkli ufuk açıcı ilerleyebilir belki.

    felsefe bilimden doğmuştur neden diyemeyiz?

    mesela @targethuman ın dediği yunan düşünce sistematiği soru sormalar ve gelişen bilim kulağa daha mı hoş geliyor.
    şöyle desek daha adaptasyonik:
    insanlık bulunduğu ortama ayak uydurma,hayat ta kalma vs. ihtiyaçlarından doğan dürtülerle basit araçlar,tuzak teknikleri,tehlikeden kaçış ya da emniyetli ortam sağlama gibi formül bulma,ya da bir önce ki olayın sonucuna göre tecrübe ile daha farklı bir hareket tarzı belirleme diye sayılabilecek,daha da renklendirilebilecek örneklerle zaten deney ve gözlemi hep yapıyordu dersem beni hangi felsefe yanlışlayabilir.
  • Ona bakarsanız şempanzeler de termitleri yakalamak için uygun bir ağaç dalı bulup ustaca kırıp yapraklarını ayıklayarak alet yapıyorar. Bu davranış muhtemelen deneme yanılma yolu ile bulunmuş ve diğer bireylere gösterilme yoluyla aktarılıyor. Soyutlama yok, sistematik yok, düzenli bilgi birikimi yok. Bu haliyle bilim diyebilir miyiz.
  • öyle ise insanlık var olduğu günden beri bir düşünen adam var mı demeliyiz?
  • düşünmek ne anlamda, çoğu memeli hayvan da kendi çapında düşünür (driver, sakın kızma,
    deep impact bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz demiş. ben de şunu söyleyebilirim. Her şey soyutlama ile başlıyor. Soyutlama bir cismi ya da bir olguyu, o anki çevresine ihtiyaç duymadan kavrama ve anlatabilmedir. Mesela bir köpek kemiği, kemiğin kendisini göstermeden anlatabilir mi? Mağara resimlerindeki av tasvirleri bir soyutlamadır. Şu şekilde anlatabilirim:

    Bilgi => Soyutlama => Felsefe => Bilim

    Bilim tek başına kendini sorgulayamaz. Örneğin fizik denen soyut kavramı ele alırsak, fiziğin kütlesi, hacmi, momentumu gibi değerleri yoktur. Bu haliyle fiziğin kendisi fiziğin konusu değildir. Oysa felsefe fiziği de sorgular, kendi kendisini de sorgular. Felsefe oturup da boş boş düşünmek değildir, onun da kuralları ve sistemi vardır.

    Bilimin çıkışı ve bilimdeki temel kavramlar da felsefeye dayanır. Her koşulda aynı sonucu veren bilgileri toplayalım ve düzenli bilgi birikimimiz olsun denmiş. Doğayı kavramada elimizde araç olsun denmiş. Biz bile şu an felsefe yapmaktayız.

    Felsefe ve bilimi birbirinden çok zıt şeylermiş gibi düşünemeyiz. Bilim ilerledikçe felsefe her zaman bilimin sınırlarında gezinir. Yeni sorgulamalar yeni çıkışlar bulur. Bu sayede sınanmak üzere yeni teoriler ortaya atılabilir.




  • Felsefe tarihi,insanlığın geçirdiği bir takım düşünce aşamalarıdır ve bu aşamaların belirli noktalarında pozitif bilimler doğmuştur diyebiliriz.Çünkü epistemeloji bilgiyi ve bilme sürecini sorgularken bilimlerin bundan etkilenmesi ve oluşması da kaçınılmaz gibidir.

    Düşünce tarihine ve yunan dünyasına baktığımız da,özellikle Sokrates den önce ki doğa filozofları denilen ve
    (bir Demokritos,Empodekles,Pythagoras,Herakleitos gibi filozoflar yunan felsefesinin materyalist ayağını oluşturan) ve kendilerini bilimadamı niteliği,kimliği gibi felsefe yapan filozoflar olarak görmekteyiz,ve uzun bir döneme kadar bilimle felsefe arasında bir ayrım yapılmadığı,çeşitli bilimlerin felsefenin bünyesinde yer aldığı dönem olarak görülmektedir.

    Örneğin bizlere somut bilimsel çalışma anlamında
    Thalesden thales teorimi,
    Pythagoras dan pisagor teoremi
    Anaksimandros dan ilk yeryüzü haritası ve kant,laplace kuramının ilk taslağı
    Platon dan matematik alanında,
    Aristotales den biyoloji,botanik,atronomi gibi alanlarda çeşitli bilimsel çalışmalar,çeşitli bilim dallarını etkileyerek günümüze kadar gelmiştir.
    Descartes in,analatik geometri ve mekanik evren anlayışı,onun şüphecilik üzerine kurduğu düşünüyorum öyleyse varım ilkesini temel alan ve bunun üzerine kurduğu felsefi anlayışı,
    Newton un descartes le tanışması ve daha sonra mekaniğin temel yasalarını ortaya atmasına temel olmuştur.

    Felsefe ve bilim arasında çok yakın bir ilişki var,hatta yukarıda ki örneklerde görüldüğü üzere filozofların kendileri ayrıca bilimadamı gibi bir niteliğe kimliğe büründüğü görülmekte.

    Bu anlamda felsefe ve düşünce tarihini,gerek bilimin ve gerekse bilimsel felsefenin gerçekleştirildiği dönemi 3 alanda görebilirz.

    1.dönem.Sokrates den önce yunan felsefesi-bilim devresi
    2.dönem Sokrates den ve galile ye kadar olan dönem
    3.dönem,bilimin ve felsefenin ana tezlerinin ve temellerinin canlandırıldığı,boşlukların doldurulduğu çağdaş devre ve modern bilimin doğuşu

    Bu dönemleri aslında ayrıntılı olarak ele alabilir ve işleyeriz,bu günkü bilimin geldiği noktayı görmek açısından.




  • Aslında bir çok soru sorulabilir içeriği genişletmek bağlamında,

    Felsefesiz bilim yapılamaz mı?

    Felsefe olmadan bilim kendini var edemez mi/veya ortaya konamaz mı?

    Felsefeden kopuk bir bilim,hangi yöne gider,veya gitmez?

    Bu gün için bilimsel anlamda ortaya koyulan çalşmalarda felsefeden nasıl söz edilebilir.?(kuantum mekaniği gibi)

    Neden artık eskisi gibi filozof çıkmıyor,bir kopukluk mu yaşanıyor?veya şuan bilim felsefeden kopuk mu işliyor acaba gibi bir çok soru sorup tartışmak mümkün gibi.
  • Redstorm, konu için teşekkürler. Üst konuda başladığımız sohbete burada devam etmemiz daha yerinde olacak:

    quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    newton atomaltıyla ilgili ne demiş mesela,

    newtonun makrokozmosla ilgili söylediklerinden hangileri bugün geçersiz kılınmış,

    gözlem ve gözlemci arasında , örneğin "bir ütü ile @mfiz " arasında sence gerçekten doğrudan bir belirleme olabilir mi? kuantum bize böyle bi ilişkinin var olduğunu mu göstersecek sizce.


    Newton'un makrokozmosla ilgili söylediği şeylerin görünürde pek problemi yok. Öte yandan sorun resmin eksik olması. Kozmos, sadece makro kozmostan oluşmuyor. Ayrıca mikro kozmosu makro kozmostan nasıl izole edebiliriz? Beynin içinde bile muhtemelen mikro kosmosun kuralları işliyor. İnsanlar (ve hayvanlar) belki de bu mikro kozmos kurallarıyla makro kozmosu şekillendiriyorlar. Eğer bir ölçekte başka bir teori geçerliyse, ben başka bir ölçekte kendimi rahat hissedemem. Ortada Newton mekaniğiyle ilgili bir sıkıntı olduğu aşikar. DNA'nın kuralları kimyaya, kimyanın kuralları kuantum mekaniğine dayanıyorsa ben genel resmi nasıl göreceğim?

    Kuantum mekaniği için gözlemci sorunu mevcut. Bir gözlemci olmasaydı belki de kuantum dalga fonksiyonları "dalga fonksiyonları" olarak kalmaya devam edeceklerdi. Bunu "gözlemci" olmadan bilemeyiz. Sorun kuantum mekaniğinin temellerinden kaynaklanan bir sorun. Üst konudaki videoda da bundan bahsederek sonuca ulaşıyordu (collapse of the wavefunction).

    Öte yandan mikro ölçekte kuantum mekaniğiyle kıyaslandığında yanlış sonuçlar veren Newton mekaniği, en makro ölçekte örneğin uzaydaki karadeliklerin çevresindeki maddenin dinamiğini açıklamakta yine eksik kalıyor, burada da geçerli olan genel görelilik oluyor. Öte yandan özellikle gözlemciyle ilişkili felsefi sorunlarının daha az ciddi olduğunu düşündüğüm görelilik, kuantum mekaniğinin yanında daha "masum" kalıyor kanaatindeyim.

    Not: Newton'un mikrokozmosla ilgili söyleyebileceği çok fazla birşeyi yoktu. Henüz kimya bilimi olgunlaşmamıştı, gerekli deneyleri ve gözlemleri yapabilmek mümkün değildi. Ama Newton mekaniğinin, bir süreklilik mekaniği olduğunu (zaten Newton, Calculus'un da mucitlerinden biri) ve doğrudan kesikli niceliklerle (atom gibi) ilgilenmediğini söylesek çok yanlış olmaz. Öte yandan Newton'un ışık kuramı, ışığın parçacıklardan oluştuğunu öngörüyordu. Yani resmin sadece bir kısmını içeriyordu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mfiz -- 22 Aralık 2006; 15:18:03 >




  • mfiz, üst konuyu kullanmadan burada devam etmek çok iyi olur.

    Benim aklıma takılan şu, hareket halindeki bir elektronun dalga fonksiyonun çökmesine neden olan şeyin gözlenmesi ya da gözleniyor olması pek de bilimsel durmuyor gibime geliyor, çok soyut kalıyor. Gözlemek insan bilinci ile ilgili. Gerçekte gözlemek eylemi için ışık gerekir ışık için foton gerekir. Elektronun geçişini tesbit etmek için ortamda yine foton ve onun gibi parçacıkların olması gerekir. Yani bu durumda "gözlemek eylemi" diyerek işin içine insan bilincini karıştırmak gerekir mi bunu anlamış değilim. Pekala denebilir ki, dalga fonksiyonunun çökmesine neden olan şey, ortamda başka parçacıkların varlığıdır. Hal böyle iken bile kuantum dünyası bize göre tüm tuhaflığını (weirdness) devam ettirmektedir.

    Atomaltı için değişik teroriler ortaya atılabilir, Her ortaya atılan teori birbirinin taban tabana zıddı olabilir, böyle olduğu halde herbirisi deney sonuçları ile uyum içerisinde olabilir. sanki dev bir yapbozun tek bir parçacını çözmeye uğraşıyor gibiyiz.

    Klasik fizik bizim sağduyumuzu oluşturan, "olmak", "gerçekleşmek", "aynı anda olmak", "birbiri ardına gelmek" ile uyum içerisindedir. Bu kavramlar bizim nesnellik algımız ile ilgilidir. Bizim nesnellik algımızı oluşturan ölçme, uzunluk, hız gibi kavramlar ışık hızına son derece bağımlıdır, adeta yapışmış gibidir. Işık hızının sınırlarında gezindikçe, ışığın yapıtaşı olan fotonun yakınına geldikçe doğal olarak bu kavramlar çöker.

    Gelecekte sağduyumuzu tatmin etmek için, atomaltında cereyan eden olayları, zamanın geçmesini çok yavaşlatarak, ölçekleri çok büyüterek tasavvur edebiliriz. Bu mümkündür ancak sonu gelmeyen bir yolculuk gibidir. Açıklamalar gittikçe zorlaşır ve karmaşıklaşır, oysa dalga fonksiyonu daha basit ve sadedir. Bilimde her zaman daha sade açıklama tercih edilir.




  • bence bilim felsefeden doğmuştur.kontollü ve gözlemli bi deney yapmak için önce fikir sahibi olunması gerekir,teori gerekir.buda felsefeden çıkar.
  • @mfiz "İnsanlar (ve hayvanlar) belki de bu mikro kozmos kurallarıyla makro kozmosu şekillendiriyorlar."

    demişsiniz,

    bu nasıl mümkün olabilir açarmısınız. bunun adı bildiğimiz "idealizmdir. "

    gözlemciyle ilgili bişeyler sorayım,

    gözlemci insan ya da hayvan diyorsunuz,

    gözleme aracı "GÖZ" yani belirleyen göz. yani bu organ evreni biçimlendiriyor. peki mars ta örneğin hiç göz yok. yani marsı kim biçimlendiriyor. bir karadeliğe bakıyoruz diyelim bunu biçimlendiren yani gözlemleyen kim.

    bu gözlemci olayı hele ultra idealizm olarak adlandırılabilir. bu haliyle,bu yorumlarla , kuantum idealizme kurban edilmektedir bence.

    ---bu arada "telekinetik" gerçekten benim şüpheyle baktığım bi alan. (olumlu anlamda). bilimsel değil ama bazen günlük hayatta gerçekten ilginç şeylerle karşılaşıyoruz. bunları konu açılırsa başka bi yerlerde örneklendirebiliriz. tabi tesadüfi şeylerde olabilir neyse


    bilim ,felsefe sorunuyla yani başlıkla ilgili ,tabi ki felsefenin "bir ana" olduğunu söylemek lazım, bilim felsefenin çocugudur bence.

    zaten felsefeyi sistemli düşünce ,kafa yorma ,bilgi üretme olarak andığımızda tüm bilimlerin burdan doğru geliştiği görülebilir.

    aslında bana göre evrende tek bilim vardır. evrenin tüm işleyişi tek bi bilimle açıklanabilir. fakat daha önce de konuştuk , bizim beynimiz yetersiz olduğundan bilimi bölmekteyiz. (fizik ,kimya vs. diye)

    bilim kümülatiftir birikimcidir yani denir. gerçekten newton tartışmalarında biraz bunu söylemek istedim. bilimsel gelişmeye haksızlık yapılıyor. filozof, yetkin bilim adamı çıkaracağız diye ya da olacağız diye" bilim tarihi " hiçe sayılıyor. yapmayın efendiler

    son olarak bilim mi felsefe mi tartışmasında "bilim felsefesi " kavramı üzerinde durmakta fayda var.

    zira bizim felsefe dediğimiz şey daha çok "felsefe tarihi" , burda üzerinde durduğumuz ise felsefe yapmak.




  • dasdasq bu konuda ben de kendi fikrimi açıklayayım.

    Atom altındakı olaylarda kesinsizlik olsa da hiç birşey başıboş değil. Her şeyin istatistiki bir düzeni var. Bu istatistiki düzen atom üstü boyutlarda bizim nedenselliğimizi oluşturuyorlar. Ancak olayların temelinde kesinsizlik var. İşte bu kesinsizlik yüzünden bütün cisimler bünyesinde zıtlıklar barındırıyorlar ve bu zıtlıklar sürekli karşılıklı iç içe geçiyor. Bu nedenle ele aldığımız bir gerçek parçasında son derece kesine yakın sonuçlar elde etsek de, tüm evrenin geleceği ile ilgili deterministik bir tablo elde edemiyoruz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika

    Gelecekte sağduyumuzu tatmin etmek için, atomaltında cereyan eden olayları, zamanın geçmesini çok yavaşlatarak, ölçekleri çok büyüterek tasavvur edebiliriz. Bu mümkündür ancak sonu gelmeyen bir yolculuk gibidir. Açıklamalar gittikçe zorlaşır ve karmaşıklaşır, oysa dalga fonksiyonu daha basit ve sadedir. Bilimde her zaman daha sade açıklama tercih edilir.


    Özellikte bu paragrafta dediklerinize katılmamam mümkün değil. Bilimde sade açıklama tercih edilmeseydi bilim bir arpa boyu kadar bile ilerlemezdi. Her ne kadar kuantum mekaniğini yorumlamada sorunlarımız olsa da şu ana kadar mikro evreni betimlemek için elimizdeki en iyi kuram o.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: dasdasq

    @mfiz "İnsanlar (ve hayvanlar) belki de bu mikro kozmos kurallarıyla makro kozmosu şekillendiriyorlar."

    demişsiniz,

    bu nasıl mümkün olabilir açarmısınız. bunun adı bildiğimiz "idealizmdir. "


    Bu tamamen benim kişisel görüşümdür. Öte yandan eğer işinin ehli bir nörologla (örneğin sadece tıp değil, biraz fizik, olasılık, matematik de bilen entellektüel bir nörolog olabilir belki) konuşursanız sanıyorum size böyle şüpheleri olduğundan bahsedecektir. Ayrıca beynin tüm işlevlerini fizik yasalarıyla (adı kuantum mekaniği de olsa) açıklamanın muhtemelen tam anlamıyla mümkün olması kolay kolay beklenemez çünkü bahsedilen sistem çok ama çok karmaşıktır. Öte yandan beynin işlevini sağlayan yapıların boyutlarının kuantum mekaniğiyle açıklamayı gerektirecek mertebelere yaklaşıyor olması epeyce olasıdır. Bana beynin içinde determinist klasik mekaniğin %100 geçerli olduğunu söyleyen birine "kendine çok güveniyorsun, bütünü anlamakta eksik kalıyorsun" deme hakkını kendimde görebilirim. Öte yandan beynin bu deterministik olmayan doğasının özgür iradeyle ilişkilendirilebileceği yönünde bir düşünceye sahip olsam da burada bu düşüncenin çok ucuk olduğunu da itiraf etmeliyim.

    quote:


    gözlemciyle ilgili bişeyler sorayım,

    gözlemci insan ya da hayvan diyorsunuz,

    gözleme aracı "GÖZ" yani belirleyen göz. yani bu organ evreni biçimlendiriyor. peki mars ta örneğin hiç göz yok. yani marsı kim biçimlendiriyor. bir karadeliğe bakıyoruz diyelim bunu biçimlendiren yani gözlemleyen kim.


    Diyorsunuz ya karadeliğe bakıyorsunuz, evet bakıyoruz. Bakmadığımız herhangi bir anda kara deliğin orada olduğunu bilemem. Ya da bilmem için karadeliğe değil de karadeliğin dolaylı olarak etkilediği başka yıldızlara bakmam gerekir. Gözlem olmadan bilim olabilir mi? Gözlem yoksa nasıl emin olabilirim oralarda bir yerlerde kara delik olduğunu?

    quote:


    bu gözlemci olayı hele ultra idealizm olarak adlandırılabilir. bu haliyle,bu yorumlarla , kuantum idealizme kurban edilmektedir bence.


    Kuantum teorisi şu anki haliyle böyle bir felsefî problemi bünyesinde taşımaktadır kanaatindeyim.


    quote:


    bilim kümülatiftir birikimcidir yani denir. gerçekten newton tartışmalarında biraz bunu söylemek istedim. bilimsel gelişmeye haksızlık yapılıyor. filozof, yetkin bilim adamı çıkaracağız diye ya da olacağız diye" bilim tarihi " hiçe sayılıyor. yapmayın efendiler



    Bilim her ne kadar "kümülatif birikimci" bir uğraş da olsa zaman zaman büyük çalkalanmalar yaşar ve bence sağlıklı yaşayabilmesi için bu tür çalkalanmalara ihtiyacı vardır. Dünya merkezli evrenden Güneş merkezli evren anlayışına geçmek böyle bir çalkalanmadır. Güneş merkezli evrenden Samanyolu'nun evren olduğu ve Güneş'in evrenin merkezinde olmadığı anlayışına geçmek başka bir çalkalanma, Samanyolunun bir sürü gökadadan sadece biri olduğunu anlamak başka bir çalkalanmadır. Elbette de her ne kadar kümülatif birikimlerin sonucunda ortaya çıkarlarsa da teoriler de "çalkalanabilirler". Eğer Aristo fiziği çalkalanmasa Newton fiziği ortaya çıkar mıydı? Eğer Galileo gibi çalkalayıcılar olmasaydı halimiz nice olurdu? Bence görelilik ve kuantum mekaniği de 20. yüzyıla damgasını vurmuş bu tür "çalkalıyıcılar"dır.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mfiz -- 22 Aralık 2006; 19:05:19 >




  • @mfiz benim demek istediğim varlık felsefesi açısından tıpkı dediğin gibi idealist bakıldığıdır kuantum teorisine.

    "Bakmadığımız herhangi bir anda kara deliğin orada olduğunu bilemem." demişsiniz, yani siz baktığınız için mi var ,yoksa siz bakarak varlığından haberdar mı oluyorsunuz. buradaki cevap idealist ya da materyalist bakışla ilgili.
    sanırım genelde idealist bakıyorsunuz.

    konuyla ilgili , bir linkten bazı şeyler aktarayım. yalnız ne siteyi ne cevap vereni tanımıyorum. hatta katılmadığım bi çok şey var. özellikle siyasi içeriğini tam çıkaramadım. neyse,

    http://kayipkitamu.sitemynet.com/1/id9.htm

    "2. Soru: Gözlemcinin, gözlenen nesneye olan etkisi.

    Yanıt: Bir otomobilin haraketini gözlemlediğinizi farkezin. Mekanizma şöyledir; Işık fotonları otomobile çarpar ve gözünüze yansır. Fotonlar, otomobil ile kıyaslandığında o kadar küçüktürler ki, hereketin değişmesine pratik olarak, neden olmazlar. Şimdi bir otomobil yerine, bir atomun hareketini gözlemlediğinizi farzedin. Aynı şeyi söyleyemezsiniz. Çünkü, atomun momentumu ile fotonların momentumu artık karşılaştırılacak kadar birbirlerine yakındır. Dolayısıyla, atoma her foton çarptığında, atomun hareketinin yönü ve büyüklüğünün değişmesini bekleyebiliriz. Neticede, gözlemlediğimiz, atomun orijinal hateketi değil, foton çarpması sonucu değişen hareketidir. Kuantum fiziğinde Heisenberg, kesinsizlik (doğru terim budur) ilkesi ile anlatılmaya çalışılan da budur."

    "6. Soru: Kaos ve kelebek etkisi.

    Yanıt: Şöyle başlayayım; Eğer hangi kelebeğin bu durumu meydana getirebileceğini bilse idik, bu kaotik bir etki sınıfına girmezdi. Kelebeği yakalar, "aman dur yapma!.." diyebilirdik. Kaos, nonlineer diferansiyel denklemlerin, belirli bir başlangıç koşulu için sonuçta yarattığı karmaşık etki. Olaylar için, doğada, şimdilik kaos'u bir kenara bırakacak olursak, iki tip davranış var. Ya, periyodik, yani birbirini takrarlayan davranışlar (örnek, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketi). Ya da, rastgele (random) (örnek, radyoaktif bozunma). Kaos ise bambaşka bir şey (örnek, musluktan akan su). Kaoscular ikiye ayrılıyor. Bir grup, temel davranış biçiminin kaos olduğu, diğer ikisinin bunun özel bir hali olduğunu düşünmekte. Diğer grup ise, temel davranışın yariyodik ya da rastgele oluşu, kaosu'un ise bu ikisinin karışımı olduğunu düşünmekte. Ben, ilk grubun görüşünü daha akla yakın buluyorum. Nedeni ise, periyodik ve rastgele davranışların ikisi de lineer diferansiyek denklemlerin çözümleri. Ama, doğa nonlineer."

    "9. Soru: Eski fizik, yeni fiziğe ne kadar muhtaç?

    Yanıt: Eski fizik-Yeni fizik, Klasik fizik-Modern fizik vs. Bu sınıflamalar fizikçilerin değildir. Onlar için fiziğin eskisi yenisi, klasiği moderni olmaz. Fizik bir tanedir. Bunlar, fiziğin dışındaki kimselerin, kendi birtakım kıstaslarına göre yaptıkları sınıflandırmadır. Ancak soruyu "Kuantum fiziği, Newton fiziğine nekadar muhtaç?" şeklinde sorarsak, bunun bir yanıtı olabilir. Benim yanıtım; Kuantum fiziği, Newton fiziğine yüzde yüz muhtaçtır. Zira, enerji, momentum vs. gibi kavramlar newton fiziğinin ürünüdürler. Bunlarsız da hiçbir şey olmaz. Aslında, Newton fiziği de kuantum fiziğinin bir özel halidir. Örneğin, Planck sabitini sıfır alırsak, kuantum fiziği, Newton fiziğine, ışık hızını sonsuz alırsak da, Lorentz dönüşümleri (yani özel relativite) , Galilei dönüşümlerine indirgenir.




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.