Şimdi Ara

Umut Sarıkaya mı Yiğit Özgür mü? (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
67
Cevap
1
Favori
15.316
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki

Umut Sarıkaya mı Yiğit Özgür mü?


(En Son Oy Tarihi: 20.10.2014)
Giriş
Mesaj
  • yazıda umut karikatürde yiğit
  • Umut'un çizimlerini beğenmeyenler sanırım ileri derece göz problemi var.. mis gibim çizim herkesin kararına saygım varda kötülemeden söylenebilir bence,
  • umut :) içimdekini yansıtıyor :D:D:D
  • Yiğit Özgür .
  • ben çizime bakmam. tespite ve bizim hayatımızda yaşadığımız olağan şeylere baktığımızda ve onu da karikatürlerde görünce daha bir komik oluyor.

     Umut Sarıkaya mı Yiğit Özgür mü?
  •  Umut Sarıkaya mı Yiğit Özgür mü?


    Umut'un bu resimdeki veledi acayip komik. atletli yetişkin velet bu. tüm dünyanın derdi omuzlarında, atletinde salça ve sümük ooof allahım of

    Umut daha çok yorum adamı, esprileri can alıcı. Yiğitin esprileri ise çoğu zaman tıkanır. Yiğit daha çok absürd çizer. Umut ise hayatı öğretir her karikatüründe hayatın en acı noktalarını yüzümüze kırbaç gibi çarpar




  • umut sarıkaya dersek yiğit özgür'e ayıp olur, yiğit özgür dersek umut sarıkaya'ya ayıp olur. o yüzden karşılaştırmak saçma geliyo bana. ikiside güldürürken nefesimi kesmiştir. umut sarıkaya'nın çizimleri kötü diyenlere ban diyorum. zaten adamın karikatürü çiziş tarzı güldürüyo beni. çizdiği adamın sağına soluna yazılmış küçük yazılar, adamın kolunun veya bacağının adamdan büyük olması (her hangi bir yere ayağını uzatırken veya birine eliyle birşey verirken.) adamın elinde olan herhangi bi şeyin ayrıntılı olarak kocaman bir şekilde çizilmesi yani herşeyiyle bambaşka bir çizimi var. sadece çizime bakarak bile güldüğüm olmuştur. ve umut sarıkaya çok iyide bir yazar tabiki. yazdığı şey mutlaka okunur yani. uykusuz'u güncel olarak takip edenler bilir "benimde söyleyeceklerim var" diye bir köşesi var, ara sıra yazar oraya. okumadan durmam imkansız gibi bişey. yiğit özgür'e gelince, anlatması uzun olacağı için yorum yok.




  • uyksuzu her hafta alırım fakat umut un benimde söyliyceklerim var köşesini hiç okumam. Neyden bahsediyo orda
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mr.Legend

    uyksuzu her hafta alırım fakat umut un benimde söyliyceklerim var köşesini hiç okumam. Neyden bahsediyo orda


    kesinlikle okumalısın. Ben oranın çok sıkı takipçisiyim ki bende Umut Sarıkaya'nın Benim de Söyleyeceklerim var ve Benim de Söyleyeceklerim Var-2 kitabı var. Nelerden bahsettiğini de hiçbiraz zaman bilemezsin. Ama mutlaka "Eski sevgiliyle BİM'de karşılaşmak" yazısını okumuşsundur. İşte o yazı Umut Sarıkaya'nın yazısıdır. Buyur benden bikaç tane Benim De Söyleyeceklerim Var yazısı. Belki okursun:

    EVET
    Hava sıcaktı. Henüz 16 yaşında olan Ergün bakkalın karşısındaki duvarda oturmuş sokağa bakıyordu. Hava gerçekten çok sıcak olduğu için kimse sokağa çıkmıyordu. Güneşin ortasında öylece oturuyordu ve çok sıkılıyordu. Sokağın aşağısına doğru inen bayıra baktı. Bayır yukarı topa vurup, yukarı çıkıp sabitlenen topu bekleyen ve ardından yavaş adımlarla yuvarlanan topa gelişine vurmak için yürüyen, ona doğru gelen çocuğa baktı. Bu küçük kardeşi Eyüp'tü. Eyüp sinir bozucu bi şekilde yavaş yavaş topa hafif şutlar çeke çeke geliyordu aşşağıdan. Eyüp zaten hep sinir bozucuydu. Eyüp topu sürüye sürüye Ergün'ün oturduğu duvarın dibine geldi. Topu kucağına aldı. Ergün’e baktı, bakıştılar. Ergün'ün gözü topun üzerindeki tükenmez kalemle yazılmış -Eyüp, FB, En Büyük- yazılarına takıldı. "Annem sigara içtiğini görmüş" dedi Eyüp ve sırıttı. Canı iyice sıkılmıştı Ergün'ün, o sinirle topun üzerindeki Eyüp yazısına sert bi tekme attı. Top Eyüp'ün ellerinden kayıp gitti bakkalın önündeki ekmek kasasının kenarına çarpıp bayıra doğru gitmeye başladı. Eyüp hızla koşup topu ayağıyla durdurdu. Sonra hızlı hareketler eşliğinde topu kendi kendine sürdü. Duvara şut çekti, geri seken topa bi daha vurdu. Tek başına topla deli gibi hareketler yapıyordu, Ergün umursamaz bir şekilde onu izliyordu. Oraya buraya koşmaktan yorulan Eyüp bakkala gitti. Elinde bi kolayla çıktı, bakkalın önündeki kasalardan birine oturdu. Eyüp’e bakarak kolayı ballandıra ballandıra, ağzını şapırtıda şapırtıda yavaş yavaş içmeye başladı. Ergün kardeşine sadece baktı. Sonra şişenin dibinde kalan birazcık kolayı Ergün’e götürdü. "Kola içecen mi" diye sordu. Ergün kardeşine baktı, kolayı aldı bi dikişte içti. Eyüp şişenin dibinde kalan son damlanın ağzına akması için dikerek bakkala doğru yürürdü. Damla diline değdiğinde şişeyi ağzından çekti ve abisini sevdiğini ama kolayı içmese belki de daha çok seveceğini düşündü.

    Bakkala doğru giderken ağır adımlarla yürüyen bir kediyi gördü. Ayağıyla sertçe yere vurdu, kedi korkuyla Eyüp'e baktı. Sonra ani hareketlerle kediyi kovaladı. Kedi koşarak, sekerek kaçtı uzaklaşınca Eyüp'e dönüp baktı. Üzerine hala gelen Eyüp'ü görünce duvarın üzerinden zıplayıp bir bahçeye girdi. Tehlike artık çok uzaklardaydı. Ama çok yorulmuştu. Anlamsız bir şekilde bahçede gezerken başka bi kedi için koyulduğu belli olan kuru ekmekleri ve ekmeklerin yanındaki içi ekmek kırıntıları dolu olan bi su kabını gördü, biraz su içti. Sonra durdu. Yukarı baktı, balkondaki kuşu gördü. Kuş ötüyordu, karnı çok aç değildi ama dikkatini çekmişti bu hayvan. Evin balkonunun hemen yanındaki diğer evin çatısına doğru zıpladı. Oradan da balkona zıpladı. Su bidonlarının, pazar çantasının üstünden geçerek kafesin yanına geldi. Kuş kediyi görünce daha hızlı hareket etti, açtığı kanatları kafesin tellerine çarptı, dengesini kaybetti. Kafese umutsuzca patisiyle bikaç kere vurdu. Kafes sarsıldı. O sırada balkon kapısının açıldığını duymasıyla arkasına baktı kedi. Arkasına bakar bakmaz ev sahibi kadının tekme salladığını görünce kaçtı, kendisini yandaki çatıya zor attı. Kadın balkondan kediye doğru bi mandal atıp "Pıseeeeyt" dedi. Mandal kedinin yanına düştü kedi mandalı kokladı sonra kadına baktı, kadın bi yandan bağırıp bi yandan da bi mandal daha atıyordu. Kedi gitti...

    Kadın kafesle içeri girdi kafesi mutfağa götürdü, yere koydu. Sonra salonda uzanan evin babaannesine baktı, yaşlı kadın uyumuştu. Yatak odasındaki askılıktan kocasının paltosunu getirdi, babaannenin üstüne attı. Palto atılınca babaanne kısa bi süre gözlerini açtı salonda halının üzerinde oturup, televizyon izleyen torununa baktı. Çocuğu annesi çağırdı, fırına hamur almaya yolladı. Çocuk evden çıktı elinde parayı sıkarak kollarını açıp koşmaya başladı. Bayırdan aşağı yuvarlanan bi topun peşinden koşan iki çocuk gördü. Durdu, ayağıyla topu sabitleyip durdurmak için bacağını kırarak kaldırdı, çocuklar yavaşladılar. Çocuk topa basmayıp ayağından kaymasına izin verdi. Çocuklar yeniden bayır aşağı koşmaya başladı. O da fırına doğru koşmaya başladı. Fırından çıktı. Poşetteki ikili hamuru mıncıklayarak yavaş yavaş eve doğru gelmeye başladı. Eve gelirken kan ter içinde çalılıklar tarafından gelen çocukları gördü. Büyük olan topa parmağıyla bastırmış bi yandan da dinliyordu. Küçük olan bunu görünce koştu. Eliyle iteleyip topu niye tutmadığı için kızdı, anasına küfretti. İtişip kakıştılar. Büyük olan yanlarına gelip ayırdı. "Sen de s*ktir git lan mahallene" diye hamurlu çocuğa bi tane vurdu. Küçük olanın siniri geçmemişti, zaten inmiş olan topu abisi olduğu anlaşılan çocuğun elinden alarak gitmekte olan hamurlu çocuğun arkasından üzerine şut çekerek zıbarttı onu. G.tüne çarpıp dik açıyla yere düşen sönmüş topu hamurlu çocuk yerden aldı. Hamuru dizlerinin arasında sıkıştırarak topu iki eliyle tutup hava kaçıran yerinden yırttı küçük parçayı attı büyüğünü kafasına taktı. Onları sinir etmek için oynar gibi yaptı karşılarında. Küçük olan küplere bindi saldırmaya çalıştı, büyük olan kafasına bi tokat atıp parka doğru götürdü onu bi sigara yaktı.

    Çocuk kafasında "En Büy" yazan top takkeyle eve geldi babaanne hala uyuyordu. Annesine hamuru verdi annesi çocuğa kızdı, kafasındaki takkeyi alıp balkondan attı. Yine bahçede yukarı, balkona bakan kedinin yanına takke düştü. Kokladı parlak kısmının kokusu hoşuna gitmedi. Bahçeden çıktı. Bakkalın önünden geçerek başka bir bahçeye girdi. Evin kapısını tırmaladı. Kapıyı bi kız açtı. Kediye sarıldı kucağına aldı.

    Kız arkadaşım kucağında kediyle içeri girdi. "Nerdesin kızım sen? Kaçtın mı kızım sen. Sıkıldın mı bizden" dedi. Beraber kediyi sevdik. Sonra kız arkadaşım içeri kola getirmeye gitti. Kediye baktım, bana baktı. Kedinin yüzüne tükürdüm "Or.spu, sürtük" dedim. Başını öne eğdi, kanepede beraber bi müddet oturduk. Sonra elimle kulağını kaşıdım, buna hayır demedi. Beni seviyordu, böyle yapmasaydım belki daha çok sevecekti...

    Umut Sarıkaya



    GİTMEK
    Benim için evden kurtulmanın tek yolu üniversite sınavıydı. Bi şekilde şehir dışında bir üniversite kazanıp bu evden kurtulmayı planlıyordum. Kötü bir lisenin vasat bir öğrencisi olarak üniversiteyi kazanmam ev içinde pek tahmin edilmiyordu. Şimdi rahatlıkla söyleyebilirim ki; o yıllarda biraz aklım az çalışıyordu. Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, Meslek Lisesi hangi lisenin sınavına girdiysem kazanamamıştım. Annem her ne kadar "Bizim çocukta biraz heyecan var, heyecanını bi yense aslında kafalı çocuk. Bi kere yaramazlık yaptığını görmedim sürekli susuyor" diye beni akrabalara karşı savunsa da gerçekten aklım pek basmıyordu çoğu şeye. Hem birçok kereler "kime çekti" tümcesini kendi aralarında konuşurken tekrarladıklarını duymuştum. Bi kere de babamın "Bizde de hata var. Hep ekmekle besledik çocuğu. 4 nüfusa günde 10 ekmek aldık umarsızca. Yiye yiye, ekmek gibi oldu kafası" diye anneme veryansın ettiğini de bizzat işittim.

    İşittim ama ben babama katılmıyordum. Ekmekte bi sorun bulunmasının anlamsız olduğu kanısındaydım. Zira yine olsa gözümü kırpmadan yine yerdim. Sorun bence yönlendirilmeyle ilgiliydi. Ortaokul sonrası bütün arkadaşlarımın gittiği mahallemizdeki Mehmet Şam Ticaret Lisesi’ne yollasalardı beni şimdi belki paraya yön veren, piyasalara hâkim bir evlat ile iftihar edeceklerdi... Bütün ağlamalarıma rağmen beni o vasıfsız, dümdüz, devlet lisesine yollamışlardı... Yanlış yönlendirme sonucu bu hale gelmiştim. Kaybolan benim hayatımdı ama suçlanan da yine bendim.

    Eğer kazanamazsam üniversiteyi, bir defa daha denettirirler sonra bi işe verirler diye tahmin ediyordum. Bu evde daha fazla durmak, bu sürekli silinen muşambada daha fazla yemek daha fazla ekmek yemek demekti bu işe giriş. Beni bilen bilir aşk insanıyımdır dostlarım. Sevmeden sevilmeden bi dakika duramam. Öyle tahmin ediyorum ki işe girdiğimin ikinci senesinde bir kız kaçırır eve getirirdim. "Nerden çıktı bu şimdi" demeyin biliyorum. Az çok kendimi tanırım. Aşık olunca gözü kara bi insan oluyorum. En sevmediğim özelliğim bu diyebilirim. Çok tutkulu olmak... Evet, kaçırırdım o kızı getirirdim eve. Böyle bir şeyi yaparak da bir ömür annemle babamla ve sevgili eşimle bir ömür geçirmeyi garanti altına alırdım.

    Bir ömür ailemle yaşamak... Düşüncesi bile korkunç geliyordu. Her gün bu evde bi ızdırap gibiyken, bir ömür geçirmek, yavaş yavaş onlara benzemek. Ben akşam "televizyon karşısında koltukta uyuyacak insan değilim" diyordum kendi kendime. Kimse inanmasa inanmasın ben şehir dışındaki bi üniversiteyi kazanacak, bu evden de bu mahalleden de bu şehirden de kurtulacaktım. Her gece yatarken hayaller kuruyordum. İlk yıl yurtta kalırdım, sonra bi eve çıkardım. Arkadaşlarım gelirdi eve. Çıkıp sabaha kadar sokaklarda gezerdik... Daha önce de söylediğim gibi o yıllarda aklım az çalıştığı için sadece bu iki şeyi hayal edebildim eve çıkınca; "arkadaşlarım gelir, gece sokakta gezeriz".

    Ama bu kadarını hayal edebilmek bile güzeldi be. Bu düşünceler içerisinde benden beklenmeyecek üstün bir çalışma disipliniyle kendimi derslere verdim. Sürekli test çözüyor, bu büyük maratonda diğer öğrencilerle aramdaki farkı kapatmaya çalışıyordum. Onlar bir çalışıyorsa ben iki çalışmak zorundaydım. Buradan kurtulmak için çalışıyordum. Annem babam gibi kanepede televizyon karşısında uyumamak için, onlara benzememek için çalışıyordum. Artık nasıl gaza geldiysem öyle hazırlanmışım sınava gibi bütün şehir dışı tercihlerimi geçip, çok az sayıda yazdığım İstanbul içi tercihlerimden birini kazandım. Hem de eve çok yakın bir üniversiteyi... Üniversiteyi kazandığım gün yıkılmıştım.

    Kampüsü, amfisi batsın yıkılsın üniversite diye gittim okula sürekli. Ulan evden kaçmak için üniversite kazandım, kazandığım üniversite liseden daha yakın eve. Liseden çıkışta eve 5 de varıyorsam, kampüsten çıkışta 3 de varıyorum diyeyim siz anlayın gerisini. Daha çok ekmek, daha çok televizyon karşısında uyku ile geçirdim ilk iki yılı. İki yıl sonra isyan bayrağını açıp sınıftan bi arkadaşımla eve çıktık. Gece gezdik, arkadaşlar geldi. Bu konuyu tekrar anlatıp hatırlayarak canımı sıkmak istemiyorum. Beş parasız o izbe evde televizyon bile olmayan o evde ikimizde hem okulda hem evde birbirimize baka baka delirdik. Tek göz odada göz göze gelmemeye çalışıyorduk artık. Bol bol kitap dergi okuyarak, arada bir okuduğumuz kitaptan kafamızı kaldırıp birbirimize bakarak "hala orda tipiği sktiğiminin" diye içimizden geçirip tekrar okuyorduk. Barlara da beraber gittiğimiz için evimize hanım eli değmiyordu hiç. Çöpler içinde bir yıl boyunca kitap okuyup durduk. Ev arkadaşımın kitapların kenarlarına notlar aldığını gördükten sonra evden ayrılmaya karar verdim. Nietzsche’nin kitaplarındaki bazı paragrafları işaretleyip "katılmıyorum", "aptal", "güzel ama eksik" gibi notlar almıştı. Aynı şeyleri sabahlara kadar başka yazarların kitaplarına da yapıyordu. Hatta Dostoyevski’nin bi hikâyesine müdahale edip, kenara "bence buradan itibaren şöyle devam etse daha iyi olur" diye not düşerek, hikâyeye başka bi final bulmuştu. Yazarlarla kavga ediyor, tartışıyor, küfürleşiyordu. Kafayı yemişti. Ona benzemek istemiyordum.

    Bir hafta sonra çamaşır yıkatmaya gitme bahanesiyle eve geldim. Bir yıl sonra eve ilk defa gelmiştim ve sanki sürekli geliyormuşum gibi karşılandım. Muşamba silindi yemek yendi televizyon karşısına geçildi. Yavaş yavaş göz kapakları ağırlaştı. Annem babam ve ben üçümüzde ağırlaşmıştık. Konuşmadan televizyona bakıyorduk. Gitgide onlara benziyordum, onlara benzemekten kaçmanın imkânsızlığını kavramıştım... Uykum geliyordu...

    Tam o esnada annem "Umut" dedi. "her zamanki gibi git yatağında yat" diyecekti belli ki... "Uyumuyorum anne filmi izliyorum" dedim... "Oğlum bak kafa kalmadı unuttuk. Bugün senin doğum günündü dimi?" dedi. Doğum günü bizim ailede hiçbir zaman özel bi gün olmamıştı. Annem babam ve bütün akrabalarımızın doğum günü zira nüfus kâğıtlarında 1 Ocak olarak kayıtlıydı. "Hmm" diyip gözlerimi kapadım tekrar. "Oğlum söyleseydin pasta alırdık sana. Kafa kalmadı ki" diye söylendi. Uyumak istiyordum "Ya ne pastası anne. Doğum günü ne ya" diyip azarladım, içeri gitti. "Gelirken bi su getirsene anne" diye arkasından bağırdım. Suyu beklerken gözlerimi kapadım bi saat kadar uymuşum.

    Dilim damağım kurumuştu uyandığımda. Babam da yan kanepede uyukluyordu. Televizyona bakarak ayılmaya çalıştım bi ara. Her zaman uyandığımda ev arkadaşımı karşımda görmeye alışmıştım. Babamı görünce nerdeyim lan diye anlayamamıştım eve geldiğimi. Tam kalkıp mutfağa gidecekken, annem elinde yuvarlak gri kocaman bir börek tepsisiyle geldi. Tam ortasında ise kocaman elektrik kesildiğinde kullandığımız beyaz bi ev mumu saplamıştı. Mum üstelik ortasından eğrilmişti. Patatesli kol böreğinin ortasında kocaman eğri beyaz bi mum saplanmış bana doğru geliyordu. Aklım çıktı korkudan resmen. İlk doğum günü partimin hiç böyle olacağını tahmin edememiştim. Yetmedi. Annem içeri girer girmez babam uyukladığı yerden kalktı ve odanın ışığını kapadı. Odayı böreğin ortasındaki mum aydınlatıyordu sadece. Tepsiyi önüme kadar getirdiler. Mumun coşkulu alevi karanlık odada yüzlerimizi aydınlatıyordu. İkisi de çok neşeliydi. "niye kaçıyorum ki lan bunlardan" diye düşündüm. Sarıldık öpüştük. O gün benim hayatımın en güzel doğum günüydü, hem börek de patatesliydi.

    Umut Sarıkaya


    Edit: yazıda küfür varmış, sansürledim. Ceza almamak gerek



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Debaser -- 16 Ekim 2010; 22:42:24 >




  • up
  • "5 ton"
  • up
  • up
  • Beyler konu aktif kalsın en sevdığınız karıkaturlerını falanda ekleyebilirsiniz.
  • Umut sarıkaya tabiki. Ayrıca yeri değil ama umut sarıkaya nın son çıkan karikatür kitabını kargo dahil 10 tl ye gönderebilirim isteyene. Sıfır kitap
  • Mesajım Bulunsun...
  • ikiside fena değil ama ben penguenin karikatürlerini daha çok beğeniyorum özellikle serkan yılmaz selçuk erdem özer aydoğan çok iyiler.Ne yalan söylüyüm uykusuz u 1 yıldan beridir alırım eskiden sadece penguen alıyodum 1yıl önce ikisini de almaya başladım.Umut sarıkayayı hep es geçerdim çok karman çorman çiziyor diye son 1 aydır okuyorum güzel felna değil ama yiğit özgür ile kıyaslanacak kadar iyi değil.Yiğit özgür ün karikatür çizimi esprileri felan oldukça güzel ama uykusuzda daha iyileri var ersin memo felan bence daha iyiler umuttuna tabi yiğit penguendeki çizerler dışında bir numara
  • bence jack supparow
  • ss lerle şenlendirseydin keşke konuyu
  • Çok iyi bir gözlemci olduğu için Umut Sarıkaya Çizgisi anlattıkları ile çok uyumlu bence Başımdan gecen bir çok şeyi gördüm çizdiklerinde
  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.