Şimdi Ara

The Black Behemoth

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
6
Cevap
0
Favori
361
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kendimce bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Şu an iki bölümü hazır durumda. Üçüncüsünü yazdığımda ikincisini de buraya koymayı düşünüyorum. Baştan uyarayım öyle komik, lagaluga bir şey beklemeyin. Ciddi bir hikaye çünkü.

    Her türlü yoruma açığım :)

    Bölüm Bir

    Büyük Siyah Dev.

    Treemor istasyonundaki en büyük tren olan Büyük Siyah Dev lakaplı tren, o günkü son yolculuğunu gerçekleştirmek üzere Veaflou’ya doğru yola çıkmıştı.

    Elli dört numaralı tren, şehrin en özel ve popüler treniydi. Öyle ki bu trene bilet bulabilmek için haftalar öncesinden yer ayırtmanız ve astronomik bir ücret ödenemeniz gerekirdi. Ancak bu, yalnızca gündüz yolculukları için geçerliydi. Geceleri ise çok kolay bir şekilde ucuz bilet bulabilirdiniz. Bunun sebeplerinden biri, trenin geceleri stajyerler olarak nitelendirebilinecek acemilere emanet edilmesiydi. Bu da insanları tedirgin ediyordu. Fakat genel neden bu gibi görünse de halk içinde Büyük Siyah Dev’in lanetli olduğu söylentisi epey yaygındı. Söylentiye göre, Eğer gece yolculuğunu elli dört numara ile yapıyorsanız. Asla uyumamalısınız.

    Bu nedenle de gündüzleri yolculuk yapanlar zengin kesimlerden oluşurken, geceleri yolculuk yapanlar maddi durumu iyi olmayanlardan , öğrencilerden veya acil bir işi çıkanlardan oluşurdu.

    Ve 23.00 seferinde de yalnızca on yolcu vardı.

    ---

    Trenin en ön kompartımanında oturan, dört kişilik bir aileydi. Fernsonlar olarak bilinen bu aile Veaflou kasabasının kurucu ailelerinden biriydi her yaz yaptıkları gibi, bu yaz da şehirde oturan akrabalarını ziyarete gitmişlerdi. Yaşına göre oldukça genç gösteren Bay Henry Fernson elli beş yaşındaydı. Eşi Bayan Clara Fernson ise güler yüzlü, dışı olmasa da içi güzel diye tabir edilen bir insandı. Ailenin en büyük oğlu Teo Fernson, yirmi bir yaşındaydı. Okumakta olduğu mühendisliği bırakmış, ailesini karşısına alarak kasabada bir atölyede heykeltıraşlığa başlamıştı. Anne ve babası ilk başta buna karşı çıksalar da, oğullarının ne kadar azim ve istekle çalıştığını gördüklerinde ona destek olmuşlardı. Küçük kardeş Tor Fernson on yedi yaşındaydı. Ağırbaşlı abisinin aksine daha hovarda bir çocuktu. En iyi ihtimalle okulu asar arkadaşlarıyla akşamlara kadar gezer, sonra geceyi bir birahanede bitirirdi. Zavallı ailesi de oğullarını merak eder, aramaya çıktıklarında genç oğlanı Waterflood Parkı’nda, bir bankta sızmış olarak bulurlardı.

    Üçüncü kompartımanda, yaşlı bir kadın olan Mary ve onun biricik kızı Rose Fellheart kalmaktaydı. Her iki ayda bir yaptıkları gibi Bayan Mary’nin sağlık kontrolleri için Treemor’a gitmişlerdi. Rose, annesinin günden güne eridiğinin farkındaydı fakat bu kontrolde doktorun söyledikleri çok… Acımasızcaydı. Ona, annesinin pek az ömrünün kaldığını söylemişlerdi. İlk başta inanamamıştı. Ya da inanmak istememişti. Sonuçta o, hayatında sahip olduğu tek yakınıydı. Babası ve ablası yedi yıl önce Aralık ayında, trafik kazasında hayatlarını kaybetmişlerdi. Rose da yaşlı annesiyle kalakalmıştı. Acıları ne kadar büyük de olsa anne-kız birbirlerine sıkı sıkıya bağlanarak üstesinden gelmişlerdi. Rose, yaşlı annesine bakmaktan hiçbir zaman gocunmamıştı. Hatta onunla olmak... iyi geliyordu. Fakat şimdi elli dört numaralı bu trenin üçüncü kompartımanında, alt ranzada uyumakta olan annesinin yanına oturmuş, bir yandan saçlarını okşuyor, bir yandan da gözyaşlarını bastırmaya çalışıyordu.

    Yedi numaralı kompartımanda ise üç genç erkek kalıyordu. Jack , Jason ve James. Jack ve Jason ikiz kardeşlerdi ve James onların kuzeniydi. Treemor’da üniversite okumakta olan bu üç dost, Veaflou’ya ailelerini ziyaret için, bu soğuk Cuma akşamında yola çıkmışlardı. Kompartımanda, içtikleri sigaradan kaynaklanan boğuk bir hava vardı. Ahşap ranzanın alt katında iki kardeş karşılıklı oturmuş bir yandan iskambil kağıtlarıyla oynuyorlar bir yandan biralarını içiyorlardı. James ise üst katta uzanmış, ellerini başının arkasında birleştirmiş tavanı seyrediyordu.

    Siyah Dev’in son yolcusu, diğerlerinden uzakta, arkalarda kalan bir kompartımanda tek başına seyahat eden bir oğlandı. Yaklaşık on yedi yaşındaydı. Ranzanın kenarına oturmuş, hemen yanındaki pencereye bakıyordu. Gecenin karanlığında pek bir şey görünmese de onun izlediği şey dışarısı değildi zaten. Kompartımanda bir köşede yanan gaz lambasının ışığında camdaki yansımasına bakıyordu. Bakıyor ve hayret ediyordu. Sadece birkaç ay öncesine kadar gülen yüzünün şimdi nasıl renginin attığına, yeşil gözlerinin nasıl solduğuna, siyah ve düz saçlarının nasıl böylesine dağılıp matlaştığına hayret ediyordu. En kötüsüyse yüzündeki umutsuz ifadeydi. Sanki, tükenmez kalemle yazılan bir yazının kağıttan silinememesi gibi, bu yaşlı ve yorgun ifadenin de o genç yüzünden silinmeyeceğinden korkuyordu.

    Hayır. diye düşündü ve pencerenin kenarına iliştirilmiş perdeyi öfkeyle çekti. Kendine gelmesi gerekiyordu artık. Veaflou’da yeni bir hayata başlayacaktı. Tüm yaz boyunca sanki saf kötülük peşinde dolanıyor gibi hissetmişti. Yumruklarını sıktı. O günü çok iyi hatırlıyordu. “O kötü gün”den sonraki günü. Aptal bir hastanenin kokuşmuş bir odasında açmıştı gözlerini. Daha sonra öğrendiğine göre tüm ailesi, annesi ve babası… Ölmüşlerdi.

    Neden? diye düşündü. Neden de ben ölmedim ki? O zaman her şey… Daha kolay olurdu.

    Derin bir nefes aldı genç adam, ardından ellerini ranzanın üst katına koydu ve zıpladı. Yatağa uzandı ve tavana bakmaya başladı. Düşünmek istemiyordu. Ağlamak da istemiyordu. Üstesinden gelmek istiyordu. Keşke yapabilseydi. Ama elinde değildi? Hem nasıl unutabilirdi ki? O ateşi. Sıcaklığı.

    Elini, tavanda asılı duran gaz lambasına uzattı, sanki ona dokunmak istermiş gibi. İçinde yanmakta olan ateşi izledi. Kırmızıydı. Bir aşağı bir yukarı kıpırdaşıyordu. Hatırladığından – aklına kazınmış kesik anılardan – çok farklıydı. Öfkeyle değil usulca yanıyordu.

    Bir aşağı…Bir yukarı…Bir aşağı…Bir yuka-

    Göz kapakları ağırlaştı ve sonunda kapandı. Oğlan, hayaller dünyasına dalarken Büyük Siyah Dev’in tek ve en önemli kuralından habersizdi.

    EDIT: Şu hece reklamları yok mu o.o



    ***



    Derler ki elli dört numaralı trende gece seyahat edenler gitmek istedikleri yere asla ulaşamazlarmış. Bunun nedeni ise uyumalarıymış. Ne olursa olsun… Uyumayın.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi RuneWrath -- 25 Eylül 2012; 23:11:50 >







  • The Black Behemoth
    The Death Cannibal Corpse
    The Thrash Metallica.

    Yani, isim yaratıcı değil.
    (şaka
    yapıyorum)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hell Patrol

    The Black Behemoth
    The Death Cannibal Corpse
    The Thrash Metallica.

    Yani, isim yaratıcı değil.
    (şaka
    yapıyorum)


    İsmi metal müzik gruplarından falan (ç)almadım. Öyle aşırı gürültülü şeyler dinleyen bir insan da değilim.

    Behemoth'un mitolojik yeri önemli benim için. Zaten okursan neden hikayenin adının "The Black Behemoth" olduğunu anlarsın.

    Edit: Yeni gördüm o yazıyı. (o.o)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi RuneWrath -- 25 Eylül 2012; 23:15:53 >
  • takipteyim gece okurum
  • quote:

    Orijinalden alıntı: thecaliph16

    takipteyim gece okurum

    Peki ^^

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Birkaç yorum gelirse öteki bölümü de koyarım ama :(((( ühühü.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.