Şimdi Ara

Tarihe Geçmiş İnsanlar (6. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
198
Cevap
1
Favori
61.737
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 45678
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Muhammed Ali


    Muhammed Ali, (d. 17 Ocak 1942). "Zamanın en iyi boksörü" unvanına sahip ağır siklet boks şampiyonu.

    Müslüman olmadan önceki ismi Cassius Marcellus Clay Jr olan Muhammed Ali , 17 Haziran 1942'de Kentucky Louisville'de doğdu. 12 yaşındayken boksla tanıştı ve kısa zaman içinde Natıonal AAU ve Altın Eldiven Şampiyonası'nda amatör kayıtlara girdi. Yine 1960'ta Roma'da ağır hafif siklette altın madalyayı alarak profesyonel lige döndü. 18 yaşındayken katıldığı Roma Olimpiyatları'nda altın madalya aldıktan sonra ünü giderek artmaya başladı.

    1964 yılında 22 yaşındayken, S. Liston'u yenip Dünya Şampiyonu oldu. Bu zaferden sonra dinini değiştirdiğini ve İslam'a geçtiğini açıkladı. Muhammed Ali ismini aldı. çok sevdiği boksa 1967'den 1970'e kadar ara vermek zorunda kaldı. Vietnam'a savaşa gitmediği için 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına çarptırıldı. Lisansı ve pasaportu elinden alınınca dava süresince maddi sıkıntılar yaşadı ve iflaz ettiğini açıkladı. Ailesinin yardımı ve üniversiteler de para karşılığı yaptığı konuşmalarla geçimini sağladı. 1970'te davayı kazanıp tekrar boksa döndü. 1971'de Joe Frazier ile 'Asrın maçı'na çıktı ve kaybetti. Uzmanlar üç buçuk sene aradan sonra sadece 2 maç yapan Muhammad Ali'nin bu kadar zor bir maça hazır olmadığı görüşünde hemfikirdi. Fakat o en kisa zamanda tekrar şampiyon olmak istiyordu. Ardından çenesinin kırıldığı maçta Ken Norton'a sayı ile yenilince, kendi ve yakınları dışında bir çok kişi kariyerinin bittiğini sandı. Fakat o azmedip ard arda ünvan için rakip olan boksörleri bir bir yendi. Ken Norton'i yenip rövanşı aldı. 1973'te Joe Frazier ile ünvan maçı için anlaştı. Arada sadece Joe Frazier-George Foreman maçı kalmıştı. Frazier sürpriz bir şekilde iki raund da nakavt olunca işler değişti. Foremanmaçı alınca Ali Frazier yerine Formanla maç yapya karar verdi.Böylece hem kaybetiği ünvanını alcak hemde kendinin daha bitmediğimi gösterecektir. 1974'te Foreman’in bahisçilerde 7'ye 1 favori olduğu maçta rakibini hiç beklenmedik bir taktik ile sekizinci raundda nakavt edip hakettiği ünvanı tekrar elde eden ikinci boksör oldu Floyd Patterson'den sonra. 1978'de L. Spinks'e yenilip ardından aynı yıl rakibini yenince Dünya Şampiyonluğunu 3 kez elde eden ilk boksör oldu. O zamanlar sadece 2 Dünya boks Federasyonu olması değerini daha da farklı kılıyor. 2008 yılı itibari ile 8 Dünya boks federasyonu bulunuyor. Muhammad Ali'nin faal döneminde en iyi boksörler mutlaka karşı karşı gelirdi ünvanı elde edebilmek için. George Foreman'in 1994 yılında 20 sene aradan sonra tekrar Dünya Şampiyonu olması ve ünvanını çok kez savunması, o dönemin boksunun bir çok ülkede neden 'Altın 70'li yıllar' diye anıldığını bize anlatıyor. 1978'de boksu Şampiyon olarak bıraktı. Sonra Parkinson hastalığına yakalanmasına rağmen bunu gizleyip büyük para karşılığı iki maç daha yapıp kaybetti. Ikisi de o vaktin veya sonrasının Dünya Şampiyonları idi (eski sparring partneri Larry Holmes ve Trevor Berbick). Profesyonel döneminde sadece 5 kez yenilen, Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu olan Muhammed Ali, 36 yaşına kadar bütün şampiyonlar için tek isim olmayı başardı ve 37'si nakavt olmak üzere 56 maç kazandı.

    Ona sadece bir boksör olarak bakmamak gerekir. Çünkü o gücüyle olduğu kadar kişiliğiyle de hep daha iyisini yapmaya çalışmıştır. İslamiyet'i seçmiştir ve Vietnam savaşına gitmemiştir. Bu durumu şöyle dile getirmiştir: "Benim onlarla sorunum yok." (I'I ain't got no quarrel with them Vietcong'). Unvanlarına el konuldu ve bokstan uzaklaştırıldı. Fakat o yılmadı. Bu süre içerisinde üniversiteleri dolaşarak İslamiyet'i anlattı. Verimli işlerle uğraştı. Muhammed Ali, sadece Muhammed Ali isminden ibaret değildir. O, zamanının en iyisidir. 2001 yılında Hollywood tarafından hayatı filme alındı. (Ali) Bu filmde Muhammed Ali'yi Will Smith canlandırdı.

    Parkinson hastalığı yüzünden uzun süre Michigan'daki çiftliğinde gözlerden ırak yaşamayı tercih eden ünlü boksör, ringlerde 20 yıldır ağzından düşürmediği "Bütün zamanların en iyisiyim" lafını ispatlayarak bir efsane olmuştur.

    Meşhur Sözü: kelebek gibi uçarım arı gibi sokarım (float like a butterfly sting like a bee)




  • I. Kılıç Arslan


    I. Kılıç Arslan ya da Kılıçarslan (Arapça: قلج أرسلان), Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın oğlu ve ikinci Anadolu Selçuklu Sultanıdır. Doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir.

    I. Kılıç Arslan (1077-1086) yılları arasında Anadolu Selçuklu sultanlarının ilk başkenti olan İznik'te hüküm süren babası Süleyman Şah'ın 1086 yılında Suriye seferinde Melik Tutuş’a yenilmesiyle, o sırada Antakya’da bulunan Kılıç Arslan, Büyük Selçuklu Devleti (1038-1194) Sultanı Melikşah'ın (1072-1092) emriyle İsfahan’a gönderildi.

    Melikşah’ın 1092 yılında vefatıyla Anadolu’ya dönen I. Kılıç Arslan, Anadolu Selçuklu Devletinde 1086’dan beri devam eden fetret devrine son vererek İznik tahtına sahib oldu. İznik şehrini îmarı için faaliyetler başlatarak, şehrin savunmasını güçlendirdi. Bizans İmparatorluğu (395-1453) saldırılarına karşı beylerbeyi ünvânıyla İlhan Muhammet’i vazîfelendirdi. İznik'e yönelik saldırılar bertaraf edilerek, Bizanslıların Balıkesir ve Kapıdağ bölgelerinden atılması sağlandı. I. Kılıç Arslan, yoğun bir iskan politikası takip ederek, özellikle Horasan bölgesinden Türkleri getirterek Anadolu’nun Türkleşmesine çok önemli katkılarda bulundu. Alimlere, sanatkarlara, ve genel olarak halka iyi davrandı.

    Bizanslılar bunun üzerine İzmir havalisinin hakimi olan Türk beyi ve denizcisi Çaka Bey ile I. Kılıç Arslan’ın arasını açmaya çalıştılar. Bu sırada Kılıç Arslan, fetret devrinde Anadolu Selçuklu Devleti'nden ayrılan şehirleri tekrar bir bayrak altında toplayıp, birlik kurmak için harekete geçmişti. 1096 senesinde Malatya şehrini kuşattı. Malatya kalesi düşmek üzereyken, Haçlı ordusunun batıdan Anadolu'ya girdiği öğrenilince, kuşatma kaldırıldı. Sultan Kılıç Arslan hızla Batı Anadolu'ya yönelerek ordusuyla Haçlıların karşısına çıktı.




  • Melikşah


    Melikşah 1055 tarihinde doğdu. Babası Alparslan, kaabiliyeti ve cesareti ile dikkati çeken Melikşah ile yakından ilgilendi. Melikşah babası ile birlikte küçük yaşta Gürcistan seferine katıldı. Alparslan 1066 tarihinde Melikşahı veliaht tayin etti. 1072 tarihinde Alparslan'ın ölümünden sonra Melikşah hükümdar oldu. Melikşah sultan olduktan sonra babası zamanında vezirlik makamına getirilen Nizamülmülk'ü görevinde bıraktı.Melikşah'ın hükümdar olduğu dönem Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak dönemidir.


    Melikşah tahta çıktıktan sonra Gazneliler ve Karahanlılar Selçuklu topraklarına saldırdı. Ayrıca amcası Kavurd Bey Büyük Selçuklu tahtında hak iddia ederek isyan başlattı. Kavurd'un isyanı vezir Nizamülmülk tarafından bastırıldı. Melikşah daha sonra Karahanlılar ve Gazneliler üzerine sefer düzenledi ve kaybedilen yerleri geri aldı.Melikşah'ın Gürcistan'a yaptığı 3 sefer sonucunda Gürcü Kralı ve bölgedeki diğer mahalli hükümdarlar, Büyük Selçuklu Devletinin hakimiyetini kabul ettiler. Melikşah zamanında Selçuklu komutanları Anadolu Suriye Filistin ve Yemen'de fetihler yaptı. Abbasi halifesi 1087'de Bağdat'a gelen Melikşah'a çeşitli hediyeler verdi. Ayrıca Halife, Melikşah'ı doğunun ve batının sultanı ilan ederek ona iki kılıç kuşattı. Melikşah kızını halife ile evlendirdi.Karahanlı hükümdarının Selçuklu topraklarına saldırması üzerine tekrar Maveraünnehir seferine çıkan Melikşah önce Batı Karahanlıların daha sonra ise Doğu Karahanlılarını Büyük Selçuklu Devletine bağladı.


    Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları Akdeniz ve Marmara Denizinden Kaşgar'a, Kafkasya'dan Yemen'e kadar uzanıyordu. Melikşah avlanmayı sever ve alimleri korurdu. Gazali, Kaşgarlı Mahmud ve Ömer Hayyam gibi alim ve şairleri himaye etti. Bağdat'da Sultan Melikşah Camiini yaptırdı. Isfahan'da bir rasathane, çeşitli yerlerde ise kervansaray,köprü,imaret,kale,hisar ve medreseler inşa ettirdi. 1074'de Celali takvimini hazırlattı. Ticaret mallarından alınan vergilerin bazılarını kaldırdı. Ermeni Patriğinin isteği üzerine kiliseleri, manastırları ve rahipleri vergiden muaf tuttu. Hac yollarında su kuyuları açtırdı ve bu yolların emniyetini sağladı.


    En güçlü vezirlerinden Nizamülmülk 1092'de Hasan Sabbah'a bağlı fedailerce öldürülür. Aynı yıl Melikşah da kimliği belirsiz kişilerce öldürülür. Selçuklu işgali altındaki günümüz İran sınırları dahilinde Hasan Sabbah'ın verdiği mücadele bu döneme damga vurmuştur. Melikşah'ın da bu fedailer tarafından veya Nizamülk'ü Melikşah'ın öldürttüğünü düşünen Nizamülmülk'e bağlı askerlerin öldürdüğüne dair belirsizlik vardır. Melikşah'ın ölümünden sonra kardeşi ve dört oğlu arasında taht kavgası başlamıştır. İran'da Mahmud, Anadolu'da Kılıç Arslan, Irak'da Berkyaruk, Horasan'da Ahmed Sencer, Bağdat'da Mehmed Tapar hükümdarlıklarını ilan ettiler. Bölgedeki bu iç savaş hali Birinci Haçlı seferi'nin başarısını artıran bir etken olmuştur.




  • Nizamülmülk


    Nizamülmülk, tam adı Ebu Ali el-Hasan et-Tusi Nizamülmülk (Arapça: نظام الملك، ابو علي الحسن الطوسي / Nizāmu'l-Mulk Abū ʿAli al-Hasan at-Tūsī; Farsça: خواجه نظام‌الملک طوسی / Hace Nizāmulmulk Tūsī; d. 1018 - ö. 14 Ekim 1092), Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri ve Siyasetname adlı öğütler kitabı yazan Fars alimidir. Devlet yönetiminde hayli etkili olan Nizamülmülk'ün vezirliği Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde yayılmıştır.

    Devlet işleriyle ilk olarak Gazne Devleti'nin Horasan valisinin yanında çalışarak başladı ve sonrasında Alparslan'ın Belh valisinin yanında devam etti. Sonrasında da 1064 yılında Büyük Selçuklu Devleti'ne vezir olarak atandı.

    Bağdat, İsfahan, Nişapur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul'da ki Nizamiye Medreselerini kurdurdu. Nizamiye Medreseleri adını Nizamülmülkden almıştır ve Bağdat'taki Medresenin başına İmam-ı Gazali'yi getirdi.

    Nizamülmülk, 1018 yılında İran'ın, Horasan şehrinde doğmuştur. Memleketin nizamlarının kurucusu anlamında olan Nizamülmülk ismi Abbasi halifesi Kâim bi Emrillah tarafından verildi. Çok önemli bir bilgin olan Nizamülmülk, 1092 yılında Nizari (Haşhaşiler) tarafından öldürülmüştür.





  • Hasan Sabbah



    İran'da Kum kentinde dünyaya gelmiştir. Zamanın önde gelen okulllarında okuma şansı bulmuştur. Ailesiyle birlikte Rey şehrine gittiğinde burada Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiştir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimilerin hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir. İran'a döndüğünde Selçuklu Türk sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır. Ünlü yönetici Nizamülmülk'ün emrinde çalışmaya başlayacaktır.Bu aşamadan sonra hayat hikayesinde belirsizlik başlar. Bazı iddialara göre Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönemlerde öğrencidirler ve kim hayatta en çabuk yükselirse diğerlerine yardım edecektir. Bu efsanenin doğruluğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bundan sonra kesin olarak bilenen ise Hasan Sabbah'ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir.


    İslamiyetin tarihinde yaşamış olduğu farklı mezheplerden biri olan Şiilik mezhebi İran'da yaygındır. Bu mezhepin üyelerinin Selçuklu hakimiyetindeki bölgelerde Sünni yöneticiler tarafından baskıya maruz kaldıklarından dolayı Şiilik gizli olarak kendisini varetmiştir. Hasan Sabbah'ın da mensup olduğu İsmailiyye tarikatının inancına göre 12 imamdan yedincisi olan Cafer öldükten sonra oğlu İsmail'i imam tayin etmiştir. Ancak İsmail babasından önce ölmüştür. İsmailiye tarikatı ise İsmail'in ölmediğini ve gizlenmek için ortadan kaybolduğunu, zamanı gelince geri döneceğini savunur. Bunun haricinde Hasan Sabbah'ın bağlı bulunduğu Nizari kolu ise 18. imam Mustansır'dan sonra ise Musta'li değil Nizari'nin gelmesi gerektiğini savunur.


    Aslında bütün dini arkaplanına rağmen o dönem Ortadoğu'da ve diğer ülkelerde din kisvesi altında verilen mücadelelerin ve savaşların aslında ekonomik ve sosyal bir altyapısını bulmak mümkündür. Söylenen efsanelerin aksine Hasan Sabbah aslında ülkesi işgal altında bulunan bir liderin halkını baskı ve işgalden kurtarmak amacıyla yaptıklarını yapmıştır. Dini bir arkaplan sayesinde bilgisiz halkın desteğini kazanarak silahlı bir örgüt kurmuş ve güçlü devletler arasında yüzyıllarca varolacak ve dikkate alınması gereken bir yapı kurmuştur.

    Hasan Sabbah hakkında yazılan birçok popüler eserin aksine konuyu bilimsel olarak değerlendiren eserler de mevcuttur. Bunlardan en önemlisinin yazarı Farhad Daftary'ye göre döneme ait bilgi kaynakları sadece Şii inanca düşmanlık besleyen Sünni kaynaklar ve İslami tarihi hiç anlamayan yanlı Haçlı kaynaklarıdır. Buralardan kaynaklanan yanlış bilgilendirme ve karalama kampanyasının sonucu olarak esrar, haşhaş, intihar fedaileri, bakirelerin gezdiği bahçeler efsaneleri türetilmiştir. Gerçekte olan ise sağlam bir örgütlülük yapısına dayanan bir vurucu güçtür.

    Bahsedilen temelsiz popülerleştirmelerden bazıları:
    Haşhaş kullanımı:

    Suikast işletmek için militanlarına haşhaş vererek onların zihinlerini avucuna aldığı.Haşhaş kullandıklarına dair bir delil yoktur; ayrıca Alamut Kütüphanesi'nde de bununla ilgili (haşhaş kullandıklarıyla) bir bilgi bulunamamıştır.

    Gösteri amaçlı intiharlar:

    Merkezleri, yüksek bir kayalığın tepesinde kurulu olan Alamut Kalesi'ydi. Misafirleri Alamut Kalesi'ne gittiklerinde Hasan Sabbah onları etkilemek için kalenin yukarısında duran müritlerinden üçüne işaret ederek aşağıya atlamalarını istemiş ve onlar da hiç tereddüt göstermeden atlayınca misafirleri bu olaydan oldukça etkilenmişlerdir. Bu tavır o insanların uyuşturucu almadan bunu yapmalarının mümkün olmadığı fikrine götürmüştür. Ayrıca bu rivayet Assassin's Creed adlı video oyununa konu olmuştur.


    Cennet Bahçeleri:

    Bu iddiaya göre Hasan Sabbah'ın tarikata yeni giren gençlere, öldükten sonra cennet vaadettiği söylenmektedir. Bu gençlere haşhaş verdikten sonra (sadece söylentidir, yine resmi bir kayıt bulunamamıştır), Alamut Kalesi'nin efsanedeki Cennet Bahçeleri'nde uyanmalarını sağlıyordu. Bu bahçelerde çok güzel kızlar, türlü türlü lezzetli meyveler ve yemeklerle karşılanan gençlere burasının cennet olduğu söyleniyor ve tekrar haşhaşla uyutulduktan sonra tekrar kaleye götürülüyordu. Böylelikle ölünce cennete gideceğine tamamen inanan bu insanlar Hasan Sabbah için ölmekten korkmuyorlardı.

    Ömer Hayyam ve Nizmülmülk ile sınıf arkadaşlığı

    Sanılanın aksine Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ül Mülk sınıf arkadaşı değillerdir. Bunun doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur 'da okuması gerekmektedir. Nizam-ül Mülk , Hasan Sabbah'dan on altı yaş büyüktür. Hasan Sabbah da öğrenimini doğduğu şehir Kum'da ve Rey şehrinde yapmıştır.

    1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran'da değil tüm Mezopotamya'da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta kalmıştır. Alamut kalesi ise 1256 yılında Moğol komutan Hülagû Han tarafından savaşmadan alınmış ve sonrasında da yakılıp yıkılmıştır.




  • Hülagu Han


    Hülagû Han (1217 - 8 Şubat, 1265), İlhanlı İmparatorluğu'nun kurucusudur. Cengiz Han'ın torunu, ve diğer Moğol Büyük Han'larından Mengü Han ve Kubilay Han'ın da kardeşidir.

    Hülagü, 1255 yılında abisi Mengü Han tarafından Orta Doğu'da henüz ele geçirilmemiş toprakların fethini tamamlamak üzere görevlendirildi. Görevleri, güneydoğu İran halklarından olan Lurları hakimiyet altına almak, Haşhaşi tarikatını ortadan kaldırmak, Abbasi Halifeliği'ni yıkmak, Eyyubi ve Suriye topraklarının istilası ve son olarak da Mısır'daki Memlük Devleti'ni yıkmaktı. Mengü Han, Hülagü'ye teslim olanlara iyi davranmasını, karşı koyanları ise tamamen ortadan kaldırmasını emretti.

    Annesi Sorgotani Beki ve karısı Dokuz Hatun dinine bağlı birer nesturi hıristiyandı tıpkı yakın arkadaşı ve komutanı olan Ketboğa gibi. Moğol İmparatorluğu'nun dinlere karşı alışılmış hoşgürüsüne karşın Hülagü'nün müslümanlara olan düşmanlığında bu üçünün etkisi olduğu düşünülüyor.

    Mengü Han'ın emriyle her on Moğol erkeğinden ikisi, emrindeki orduya alınan Hülagü, belkide o zamana kadarki en büyük Moğol ordusunun başında sefere çıktı. Lurlar kolayca ele geçirildi. Hülagü'nün ünü öylesi korkutucuydu ki Haşhaşiler alınması imkansız Alamut Kalesini savaşmadan teslim ettiler. Hülagü, belkide hep Bağdatı almak istemişti, Moğollar da yaklaşık on senedir bu şehri hakimiyet altına almayı planlıyordu ama abisi büyük hanın emrine de aykırı hareket etmemek için halifeye yaptığı teslim ol çağrısına olumsuz yanıt verilmesini fetih bahanesi olarak kullandı.

    Moğollar'ın Bağdat'ı istilasıyla karşılaştırıldığında Alaric'in Roma istilası oldukça nazik görünür. Kaçmaya çalışanlar yakalanıp öldürüldü. Ölü sayısı hakkında tahminde bulunmak oldukça güç olsada değişik yaklaşımlar var. Bazıları yaklaşık 90000 kadar olduğunu savunurken, müslüman tarihçi Abdullah Wassaf birkaç yüzbin veya daha fazla Bağdatlının öldürüldüğünü tahmin ediyor. Hülagü Han, zamanın Fransa kralı IX. Louis'ye mektubunda ordusunun yaklaşık 200.000 kişiyi öldürdüğünü söylemektedir. Yapımı nesiller boyu süren cami, saray ve hastaneler yağmalandı ve yok edildi. Halife yakalandı ve öldürülmeden önce halkının katledilmesi ve şehrinin talan edilmesi izletildi. Bozkır kültürüne göre asil kan yere akarsa, tüm alem düşmanınız olur. Bu yüzden Halife keçeye sarılıp atlar tarafından çiğnetilmişti. Bir oğlu hariç tüm oğulları da öldürüldü.

    Daha önceki örneklere baktığımızda Moğollar sadece dirençle karşılaştıkları şehirlerde, ele geçirdikten sonra halkıyla birlikte büyük bir yağma ve katliam yapıyorlardı. Eğer şehir savaşmadan teslim alınmışsa halkı bağışlanıyordu, Bağdat kuşatmasında da olduğu gibi kısa süren çarpışmalar sonucunda alınmışsa yağma yapılmakla birlikte bu kadar büyük bir vahşet olmuyordu. Bağdat'ın yağma edilirken sergilenen vahşet Moğol tarihinin de en acımasız olayıydı. Bazı Çin şehirlerinin de Bağdatla aynı kaderi paylaştığı söylenir fakat bunlar belgelenmemiştir. Bundan yüzyıllar sonra bile Bağdat terkedilmiş, harabe şehir görünümünden kurtulamadı. Tüm bu anlatılanlar Hülagü'nün Moğol hanları arasında niye en korkulan ve en büyük kan dökücülerden olduğunu açıklamaktadır.

    Bağdat'ın alınmasından sonra çevredeki daha küçük şehirler Hülagü Han'a bağlılıklarını bildirdiler ve Moğol ordusu Suriye'ye Eyyubiler üzerine döndü ve Akdeniz kıyılarına kadar birlikler gönderildi. Mısır da bir sonraki hedef gibi görünüyordu fakat Büyük Han Mengü'nün ölümü Hülagü Han ve ordusunun büyük kısmını bu seferlerden vazgeçmek zorunda bıraktı. Arkasından gelen taht kavgaları bir kardeşinin hapse girmesi ve diğerinin de Büyük Han seçilmesiyle sonuçlandı. Fakat Mengü Han'ın ölümünden sonra Moğol birliğinden bahsetmek güçtür. İmparatorluk dört bölüme parçalanmıştır ve Hülagü Han'ın kurduğu İlhanlı Devleti bunlardan biridir. Orta Doğu'da kalıp sefere devam eden Moğol ordusu Ayn Calut'ta Memlük ordusuna yenildi. Filistin ve Suriye toprakları kaybedilmişti. 1262'de Hülagü hakimiyetindeki bölgeye döndü fakat yokluğundaki mağlubiyetlerin intikamını alma fırsatı bulamadı. Batu Han'ın ölümü üzerine Altın Ordu Devleti'nin tahtına çıkan Berke Han müslümandı ve Bağdat kuşatması yüzünden Hülagü'yü cezalandırmaya ant içmişti. Bağdat yağmalanmasından sonra Berke Han, Mengü Han'a mektup göndererek Bağdat'ta olanlardan ötürü tepkisini dile getirmişti. Mesajın Mengü Han'a ölümünden önce ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor. Mektupta Berke Han " Hülagü tüm müslüman yurtlarını yok etti ve halifeyi öldürdü, Allah'ın izniyle döktüğü onca masum kanın hesabını soracağım." diyordu. Hülagü Han ordusunu toplayıp Ayn Calut yenilgisinin intikamını almak üzere sefere çıktığı sırada Berke Han, Nogay Han komutasındaki ordusunu İlhanlılar üzerine göndermişti. Bunun üzerine Hülagü Han seferden vazgeçip kuzeye döndü. Kafkasların kuzeyindeki bölgeyi alma girişimleri sonuç vermedi ve Nogay Han tarafından bozguna uğradı. Bu Moğol orduları arasındaki ilk savaştı ve imparatorluk birliğinin bozulmasının açık göstergesiydi.

    Hülagü Han 1265 yılında öldü ve atı ve cariyeleri kurban edilerek onunla birlikte gömüldü. Cenazesi şamanist geleneklerine göre yapılan son hükümdardır. Mezarı Urmiye Gölü'ndeki bir adadadır. En büyük oğlu Abaka Han yerine geçti ve babasının politikasını devam ettirdi.




  • I.Richard


    I. Richard veya Aslan Yürekli Richard (Rişar)(d. 8 Eylül 1157 – ö. 6 Nisan 1199), İngiltere'nin 1189-1199 tarihleri arasındaki Fransız asıllı kralı. (İngilizce: Richard the Lionheart, Fransızca: Richard Couer de Lion) İngiltere'nin Normanlar tarafından fethinden sonraki krallarından olan I. Richard, Plantagenet hanedanındandı. Aslen Fransız'dı ve çok az İngilizce biliyordu.

    Richard'a Aslan Yürekli ünvanı, üstün cesaretine ve komuta kabiliyetine binaen verilmiştir. Henüz 16 yaşındayken, komutası altındaki birliklerle, babası II. Henry'ye karşı ayaklanan asileri bastırmayı başarmıştır. Üçüncü Haçlı seferi'ne çıkarak Kudüs kentini almak için Selahaddin Eyyubi'yle birçok defa karşılaşmıştır.

    I. Richard, 8 Eylül 1157 tarihinde İngiltere'nin Oxford kentindeki Beaumont Sarayı'nda dünyaya geldi. Ancak o zamanki İngiliz kraliyet hanedanının diğer üyeleri gibi Fransız asıllıydı. 6 Temmuz 1189'da babası II. Henry'nin ölümü üzerine İngiltere kralı oldu. Yaşamının çoğunu İngiltere'de değil, Normandiya'da (Fransa) geçirdi.


    1187 yılında Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü Haçlılardan geri aldığı haberi Avrupa'ya ulaşınca, Richard Fransa kralı II. Philip'le birlikte Üçüncü Haçlı seferine çıkmaya karar verdi. 1190 yazında Hristiyanlığın kutsal topraklarına doğru yola çıkan Richard önce Sicilya'yı işgal etti. Sonra Sicilya'dan ayrılarak 6 Mayıs 1191'de yol üzerindeki Kıbrıs'ı ele geçirdi. Haziran 1191'de Akka'ya ulaştı. 7 Eylül 1191'de Arsuf Savaşı'nda Selahaddin Eyyubi'nin ordularını yenmeyi başardı. Ancak 1 yıl daha uğraşmasına rağmen Kudüs'ü Selahaddin Eyyubi'den geri alamadı. 2 Eylül 1192'de Selahaddin'le bir anlaşma imzalayarak Avrupa'ya geri döndü. Avrupa'ya geri dönerken Viyana yakınlarında Kutsal Roma Germen İmparatoru VI. Heinrich'a esir düştü. Annesi Akitanya Düşesi Elenor 150.000 Mark tutarında bir fidye ödeyerek 4 Şubat 1194'de oğlunun serbest bırakılmasını sağladı.


    Aslan Yürekli Richard yaşamının geri kalan bölümünü Normandiya'da geçirdi. Chateau-Gaillard denilen bir şato inşa ettirdi. Ancak şatonun inşaatı tamamlanmadan bir çocuk tarafından atılan bir okla yaralandı. Yaranın kangren olması sonucu 6 Nisan 1199 tarihinde annesinin kollarında öldü.


    10 yılı aşkın hükümdarlığında İngiltere topraklarında geçirdiği toplam süre 6 ayı geçmez. Hükümdarlığının son 5 yılında ise hiç ülkesinde değildir. Çok az İngilizce bilmekteydi ancak buna rağmen halkı tarafından sevilen ve hatırlanan bir liderdir. Yokluğunda kardeşi John hüküm sürmüş ve onun haksız yönetimine karşı çıkan bir halk efsanesi olarak Robin Hood doğmuştur.




  • Selahaddin Eyyubi


    Baalbek ve Şam’da büyüyen Salahaddin iyi bir din eğitimi aldı. Askeri yaşamı I. İmadeddin Zengi’nin oğlu ve ardılı Emir Nureddin Mahmud’un komutanlarından, amcası Asadeddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. Şirkuh’un, Mısır’ın I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Latin-Hristiyan devletlerinin eline geçmesini önlemek amacıyla düzenlediği üç sefer sırasında, Kudüs’ün Latin kralı I. Amalricus, Mısır’ın Fatımi halifesinin güçlü veziri Şavar ve Şirkuh arasında karşılıklı bir mücadele gelişmişti. Salaheddin Şirkuh’un ölümünden ve Şavar’ın öldürülmesinden sonra, henüz 31 yaşındayken hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı (1169).

    1171’de Mısır’da Şii Fatımi halifeliğine son vererek Sünniliğe dönüldüğünü ilan eden Salaheddin Eyyubi böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Bir süre için kağıt üzerinde Emir Nureddin Mahmud’un vasalı olarak kaldıysa da bu ilişki Suriye emirinin 1174’te ölmesiyle sona erdi. Mısır’daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Salaheddin, Nureddin’in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye’ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçerek, 1174’ten 1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti. Zamanla sahtekarlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerini sağladı.


    Selahaddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1187’de bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Düşmanlarının tümüyle yoksun olduğu komuta yeteneğiyle 4 Temmuz 1187’de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir Haçlı ordusunu, Kuzey Filistin’de Tiberya yakınındaki Hittin’de sıkıştırdı. Tarihin büyük dönüm noktalarından biri olan Hittin Savaşı'nda Seladdin Haçlı ordusunu bir hamlede yok etmeyi başardı. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü. Salaheddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Frankların elinde kalan Kudüs’ü 2 Ekim 1187’de teslim alarak indirdi.


    Selahaddin’in başarısına düşen tek gölge Sur’un ele geçirilmemesiydi. 1189’da Haçlı işgali altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hristiyanlar zorlu bir kıyı kalesi olan Sur’da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı. Kudüs’ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti.

    III. Haçlı Seferi uzun ve tüketici oldu. I. Richard (Aslan Yürekli Richard) tartışmasız askeri dehasına karşın hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz’de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler. Kral Richard Ekim 1192’de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti.


    Selahaddin başkent Şam’a çekildi. Uzun seferler ve at üstünde geçen günlerden sonra çok yaşamadı. 1193'de öldü. Akrabaları imparatorluğu paylaşırken, arkadaşları Müslüman dünyasının en güçlü ve en eli açık hükümdarının, mezarını yaptırmaya yetecek para bırakmadığını gördüler.




  • Hannibal Barca



    Hannibal bütün zamanların en büyük askeri dahilerinden birisi sayılır.Hannibal Scipio ve Philopoemen ile birlikte çağının üç büyük generallerinden biridir.[6] Scipio onu şimdiye kadar yaşamış en büyük generallerden biri olarak kabul eder Epirli Pyrrhus'u ikinci sıraya yerleştirir, kendisini de üçüncü olarak kabul eder.[6]Scipio sorulduğunda, Hannibal Büyük İskender en büyük generaldi der ve ikinci olarak Pyrrhus'u gösterir, kendisini üçüncü sırada belirtir.[7] Askeri tarihçi Theodore Ayrault Dodge Hannibal'ı "Stratejinin babası" olarak nitelendirir.[8] çünkü onun en büyük düşmanı Roma, Hannibalı kendisinin taktiğiyle yenmiştir der.Roma'nın en büyük düşmanı olarak 2. Pön Savaşı'ndaki başarılarıyla tanınmıştır. Filleri içeren ordusuyla İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler'den kuzey İtalya'ya girmiş ve Romalıları birkaç önemli savaşta yenerek, Roma'nın askeri gücünü tamamen ortadan kaldırmış, ancak daha sonraları Spartaküs'ün düştüğü yanlışa benzer olarak, Roma'yı ele geçirememiştir. Kartacalıların yönetici sınıfı daha iyi diplomat ve Roma senatosu daha az inatçı olsaydı, Hannibal'ın askeri başarılarının ardından Roma tamamen ortadan kaldırılabilecekti. Ancak, kendini toparlayan Romalılar Kartaca'ya saldırdı. İtalya'da bulunan Hannibal Kartaca'ya dönerek Romalılarla son kez savaştı ve yenildi. Kartaca ordusu Romalılar tarafından ezildi ve kent baştan başa yıkıldı

    Kendini karşı yükselen muhalefet yüzünden gönüllü sürgüne giden Hannibal, önce Selevkos İmparatorluğu olmak üzere Ermenistan'a ve Bitinya'ya giderek buradaki saraylarda askeri danışmanlık yaptı. Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara teslim edileceğini anlayınca yüzüğünde taşıdıgı bilinen zehiri içmek suretiyle intihar ederek yaşamına son vermiştir. Mezarı bilinmemekle beraber öldüğü Gebze'de bulunan Tübitak yerleşkesinde anısına yapılan bir heykel bulunmaktadır. Heykel 1937 yılında Atatürk'ün girişimleri sonucu yapılmıştır.




  • Halid bin Velid



    Halid Bin Velid (Arapça: خالد بن الوليد, d. 592 - ö. 642) Seyfullah (Allah'ın kılıcı) olarak da bilinen Arap komutan. Hudeybiye anlaşması sonrasında müslümanlığı seçene kadar Kureyşlilerin saflarında sonrasında İslam devletinin emrinden savaşmıştır. Kureyşlilerin Uhud savaşında yenilmemelerinde kilit rol oynamış, emrindeki süvarilere yaptırdığı manevra ile müslümanları yenilmesini sağlamıştır. Müslüman olduktan sonra Bizans ve Sasanilere karşı zaferler kazanmıştır. Bunların en dikkat çekeni Yermük nehri kıyısında Bizans ordusunu bozguna uğrattığı savaştır. Katıldığı yüzü aşkın savaşta yenilgiye uğramamıştır. Halid bin Velid savaş kaybetmemiş nadir komutanlardandır.

    Suriye ve İran'ı üç yıl gibi kısa bir süre içerisinde İslam devletine bağlamıştır. Fetihlerin Anadolu'da Kahramanmaraş'a kadar uzanmıştır. 638 yılında Ömer tarafından ordu komutanlığından alınıp idari bir görev verilmiştir. Bir yıl sonra bu görevden istifa etmiştir. 642 yılında savaş meydanında ölmediğine üzülerek yatağında eceliyle can vermiştir.


    Halid bin Velid yaklaşık olarak 590 yılında dünyaya geldi. Annesi Lübabe ve babası ise Mahzum ailesinden Velid'dir. Ailesi (Mahzum kabilesi) askeri konularda uzmanlaşmış ve imtiyazlı bir Kureyş kabilesidir. Gençliğinde mızrak, yay ve kılıç kullanmayı ve süvariliği öğrendi. Kişisel silah tercihi kılıçtı. Kendisi Ömer ile kuzendir.

    Halid bin Velid müslümanlığın ilk yıllarına denk gelen gençliğinde Kureyş saflarında ün salmış bir askerdi. Bedir savaşı katılmayan Halid Uhud Savaşı'nda ilk defa müslümanlara karşı savaşmıştır. Bu savaşta emrindeki atlıları müslümanların arkasına sarkabilecek bir biçimde konuşlandırmıştır. Buna karşılık Muhammed bin Abdullah bu atlıları yolunu savunmaları için elli okçuyu görevlendirmiştir. Savaşın başında müslümanların üstün gelmeleri ile okçular ganimet toplamak için konumlarını terkedince, Halid bin Velid fırsatı değerlendirip müslüman ordularını emrindeki süvariler ile arkadan sıkıştırmıştır. Bu hareketi ile Halid bin Velid savaşın seyrini değiştirmiş ve Müslümanları yenilgiye uğratmıştır. Bu savaştan sonra Hendek Savaşı'nda son kez müslümanlara karşı savaşmıştır. Hudeybiye anlaşmasından sonra daha önceden müslüman olan kardeşi Velid aracılığı ile müslüman saflarına katılmıştır.

    Hz. Hâlid hicrî sekizinci yilda yapilan Mute savasina bir nefer olarak katildi. Ordu komutanlarinin sirayla sehîd olmasi üzerine Ashab istisâre ederek komutayi Hz. Hâlid'e vermis. Hz. Peygamber Medine'de olup bitenleri haber verip komutanlarin sehid düsmesini anlattiktan sonra komutayi Allah'in kiliçlarindan birinin aldigini söylemistir.

    Bu olaydan sonra Hz. Hâlid Seyfullah (Allah'in Kilici) diye anildi. Halid (r.a.) komutasina aldigi orduyu kalabalik düsman karsisinda bozguna ugratmandan Medine'ye getirmeyi basardi (Ibn Hacer, el-Isâbe, I, 413).

    Hz. Hâlid, Mekke fethinde süvarilerin komutani idi. Ordunun sag kanadini kontrol ediyordu. (Müslim, Sahih, II,103). Mekke fethinde müslümanlara karsi çikan küçük gruplarla Hz. Hâlid çarpismistir.

    Huneyn savasinda Hâlid büyük cesaret ve yararlilik göstermistir. Hatta bu savasta yaralaninca Hz. Peygamber ziyaretine geldi, dua etti. Hâlid sifa.buldu (0sdü'l-Gâbe, II, 103).


    Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber Nahle'deki Uzza putunu kirmaya Halid b. Velid'i gönderdi. Hâlid Uzza putunu kirip geri döndü.

    Taif kusatmasina katildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) Dumetu'l-Cendel'in hristiyan emiri Ukeydir'in üzerine Halid'i gönderdi. Hz. Halid Ukeydir'i yaban sigiri avlarken yakaladi ve esir aldi; teslim olmayan kardesini öldürdü. Diger kardesi ve Ukeydir'i esir alarak ganimetlerle birlikte Hz. Peygamber'e getirdi.

    Hicrî onuncu yilda Necrân'a Hârisogullarim Islâm'a davet etmek için gönderildi. Onlari üç gün müddetle Islâm'a davet etti. Necrânlilar müslüman oldular.


    Hz. Ebû Bekir Hâlife olunca Hz. Hâlid'i komutan olarak yalanci Peygamberlerin üzerine gönderdi. Yalanci Peygamber Tulayh b. Huvaylid'i Buzaha'da maglup etti sonra Temimogullari üzerine yöneldi ve Mâlik b. Nuveyra'nin komutasindakilerle karsilasti. Mâlik'i silah birakmasina ragmen esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer, Hâlid'i bu olayda hatali davrandigi gerekçesiyle kinamistir.

    Daha sonra Museylemetu'l-Kezzâb'a karsi sefere çikti ve onu Yemâme sinirinda Akraba denilen yerde maglub etti ve öldürttü.

    Yalanci Peygamberlerle olan mücadelesinden sonra zekat vermeyen kabileler üzerine gönderildi. Onlari da sindirdi. Daha sonra Hicrî onIki yilinda Irak'a 0ranlilara karsi gönderildi. Iki ay zarfinda Iran Sâsânî, ordularini bozguna ugratarak Hire'yi zabtetti ve Firat çevresini hâkimiyeti altina aldi.

    Suriye sinirinda Bizanslilarin ordu hazirladiklari haberi gelince hilâfet merkezinden Hz. Hâlid'e Irak bölgesinin komutanligini Müsenna'ya birakarak Sam'a gitmesi emri verildi. Hicrî onüçüncü yilda Bizanslilari Acnadeyn'de maglup ederek Sam'a dogru püskürttü. Hz. Hâlid sehri muhasara etti ve hicrî ondördüncü yilin receb ayinda Sam (Dimask) sehrini zabtetti. Daha sonar Humus'u fethetti. Yermuk savasinda Bizanslilari bozguna ugratti. Kudüs'ü kusatti ve teslim aldi. Bütün Suriye mintikasi müslümanlarin eline geçti.


    Hicretin 17. yilinda Hz. Ömer, Hâlid b. Velid'i komutanliktan indirdi. Hz. Hâlid'in komutanliktan ahmsinin sebepleri ve azledildigi yil tarihçiler arasinda ihtilaflidir. Genel kanaate göre, Hz. Ömer, hilâfet merkezine döndükten sonra Hâfid'i azletti. Ama bu rivayet gerçegi yansitmamaktadir. Hz. Ömer hilafetinin besinci senesi, yani hicretin 17. senesinde Hz. Hâlid'i azletmistir.

    Komutanliktan alinisi ile ilgili olarak bir çok sebepler ileri sürülmektedir. Bu sebepleri söyle siralayabiliriz: Hz. Hâlid bir çok Insana kumanda ediyordu. Ancak sert mizaçli olup sert muamele ediyordu. Kimsenin sözünü dinlemiyor, kendi fikrinden baskasina kiymet vermiyordu. Hatta birçok islerde hilâfet merkezinin görüslerine de müracaat etmiyordu.

    Irak topraklarini Islâm topraklarina dönüstürdükten sonra Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in emrinin hilâfina hacca gitmis ve bu duruma Hz. Ebû Bekir çok üzülmüstü. Kendi basina buyruk bir tavrin içinde hareket ediyordu. Bundan dolayi Hz. Ömer (r.a) zaman zaman Hz. Ebû Bekir Efendimize Hz. Hâlid'i komutanliktan azletmesini Istemisti. Hz. Ebû Bekir (r.a) daima söyle cevaplandirmisti: "O, Allah'in kilicidir, bu kilici kinina sokmak dogru degildir."

    Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde de Hz. Halid'in tutumunda bir degisiklik olmadi. Yine bildigi gibi devam etmekteydi. Ancak Hz. Ömer (r.a) Onu hemen azletmedi. Bir çok defalar kendisini uyardi, ve bu konuda mektuplar gönderdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanindaki meseleleri de ona hatirlatti.

    Komutanliktan alinisinin Ikinci sebebi ise, müslümanlarin genelinde söyle bir fIkir olustu, fetihlerin gerçeklestirIlmesi Hz. Halid'in kabiliyet ve kahramanligindan kaynaklanmaktadir. Fetihlerin yegane sebebinin Hz. Halid olarak gösterIlmesi elbette bir yanlislikti. Savaslarin zaferlerle neticelenmesinde onun dehasini da gözardi etmek mümkün degilse de ondan ibaretmis gibi göstermekte dogru degildir.

    Üçüncü sebep; Hz, Halid (r.a) ordu masraflarinda pek fazla israf yolunu tutmustu. Ordu ekranina bol para dagitmasi diger mücahidlere kötü örnek oluyordu. Bu hususta sâirler mübalagali siirler bile yazmisti. Es'as b. Kays'a bir defasinda onbin dinar bahsis vermisti. Olay halife Hz. Ömer (r.a)'e intikal etti. Hz. Ömer Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile haber gönderdi. "Bu kadar bol parayi müslümanlarin malindan yani ordu tahsIsatindan verdi ise müslümanlara hiyanet etmistir. Kendi kisisel payindan, kendi cebinden vermis ise israf etmistir. Ikisi de câiz degildir." Halife Hz. Ömer, Hz. Hâlid'i azlettikten sonra hilâfet merkezine çagirip, sorguya çekti. Bol para harcadigindan bahsetti. Hz. Hâlid, Ganimetten eline geçen hissesinin hesabini verdi. Hesabi temiz vermisti. Hz. Ömer Hz. Hâlid'i iltifat ve ikramla karsiladi. Gönlünü aldi. Yazdigi ve her tarafa gönderdigi fermanlarda; Hz. Hâlid'in, kusur veya herhangi bir kabahatinden dolayi azledIlmedigini, ancak bütün müslümanlarin zihinlerinin aydinlanmasi için, yani bu kadar Islâm futuhâtinin yalniz Hz. Hâlid'in kolunun kuvvetiyle meydana gelmedigini herkesin bIlmesi için azlettigini bildirdi.

    Hz. Ömer, Hâlid'i idari görevlere getirdi. Bir yil kadar valilik yapti sonra istifa etti (Müstedrek, II, 297).

    Hz. Hâlid (r.a) cihâd duygusu ile sehitlik arzusu ile dopdolu bir mü'mindi. Cihâd meydanlari onun için Allah'a en yakin meydanlardi. Kendisi söyle der: "Ben harp meydaninda mücahede ve mücadeleden aldigim zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam" En büyük arzusu cih ad meydanlarinda sehid düsmekti. 0ran üzerine yürürken, 0ranlilara su haberi gönderdi: "Sizin dünyayi sevdiginiz kadar Âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum".





  • Belisarius


    Flavius Belisarius, (İ.S. 505 İllirya - İ.S. Mart 565) İmparator I. Justiniaus döneminde Doğu Roma İmparatorluğu başkomutanı (Magister Militum). Döneminin en büyük komutanı olarak kabul edilir. Dönemin önemli askeri seferlerinde ordulara komuta etmiştir. Konstantinopolis'e yönelen Barbar akınları'nda, Sasani İmparatorluğu, Kuzey Afrika'daki Vandal Krallığı'na ve İtalya'daki Ostrogot'lara karşı yürütülen çatışmalara katılmıştır.


    Bilinen ilk komutanlık başarısı İ.S. 530 yılında Sasani ordusuna karşı Dara'da (bugünkü Nusaybin yakınları) kazandığı zaferdir. Ertesi yıl yenilgiye uğramasına karşın parlak bir askeri kariyer elde etmişti.

    İmparatoriçe Thedora'nın çocukluk arkadaşıyla yaptığı evlilik, Doğu Roma İmparatorluk sarayında etkin olmasını sağlamıştır.

    İ.S. 533 yılında küçük bir birliğin komutanı olarak Kuzey Afrika'da düzenlediği saldırılarla Vandal Krallığı'na ağır bir darbe indirmeyi başarmıştır.

    İ.S. 535 yılında İtalya Seferine çıkan Belisarius, Sicilya'yı ele geçirdikten sonra İtalya topraklarında ilerleyerek Roma'yı ele geçirmiştir. 537-538 yıllarında kenti kuşatan Gotlar karşısında kenti başarıyla savunmuştur. İtalya'daki durumları iyiden iyiye zora giren Gotlar, imparatorları olması koşuluyla silah bırakmayı kabul etmişlerdir. Belisarius, teslimi kabul etmekle birlikte Gotlar'ın imparatoru olmayı reddetmiştir. Ancak bu tavrı, hem Gotlar'ın husumetine yol açtı hem de imparator I. Justiniaus'un, ileride tahtına gözdikeceği endişesiyle ona cephe almasına neden olmuştur.

    İtalya'dan geri çağırılan Belisarius, 549 yılında yine İtalya'da görevlendirildi. İmparator I. Justiniaus, yeterli malzeme ve desteği sağlamadığından belirgin bir başarı göstemememiştir. Geri çağırılan Beliarios'un askeri kariyeri bu dönemde kesintiye uğramıştır. Ancak 599 yılında Hun akınları dolayısıyla yeniden göreve getirilmiştir. Küçük birlikleriyle ustaca manevralar ve savaş hileleriyle Hun akınlarını püskürtmüş, bu tehdit geçtikten sonra yeniden ordudan ayrılmıştır.

    Ölümüne kadar sakin bir yaşam süren Belisarius hakkında çeşitli söylentiler, öyküler yayılmıştır.

    Belisarius'un savaşlarıdaki belirli bir özelliklik, düşmanına göre daha küçük bir kuvvetle bu savaşlara katılmış olmasıdır. Belisarius'un komutanlık tarzında en belirgin özellik ise, çoğunlukla taktik savunmayı seçmesidir.




  • Julius Sezar


    Gaius Julius Caesar, 13 Temmuz M.Ö. 100[1] – 15 Mart M.Ö. 44), Romalı askeri ve politik lider. Dünya tarihinin en etkili insanlarından birisi olarak kabul edilir ve Roma Cumhuriyeti'nin Roma İmparatorluğu'na dönüşmesinde kritik bir rol oynamıştır.

    Roma Senatosundaki optimates kliğine mensup muhalifleri Marcus Porcius Cato ve Marcus Calpurnius Bibulus'a karşı, Populares kliğine mensup bir politikacı kimliğiyle, Marcus Licinius Crassus ve Gnaeus Pompeius Magnus'la birlikte gayri resmi olarak Roma politik yaşamına bir kaç yıllığına yön verecek olan birinci üçlü yönetimi kurdu. Galya'yı fethederek Roma topraklarını Atlas Okyanusuna kadar genişletti ve aynı zamanda M.Ö. 55 yılında Britanya'nın Romalılarca ilk işgalini gerçekleştirdi. Triumvirliğin yıkılmasıyla birlikte Pompey ve Senato ile arası açıldı. M.Ö. 49 yılında Lejyonlarının başında Rubicon nehrini geçmesiyle başlayan iç savaş sonucu Roma dünyasının tartışmasız hakimi haline geldi.

    Hükümetin kontrolünü ele almasının ardından, Roma toplumu ve yönetimini kapsayan geniş bir reform hamlesi başlattı. Hayat boyu diktatör (dictator perpetuus) ilan edildi ve Cumhuriyet bürokrasisini ağır biçimde merkezileştirdi. Ancak Sezar'ın eski arkadaşlarından Marcus Junius Brutus'un önderliğindeki, Cumhuriyeti eski işleyişine kavuşturmayı hayal eden bir grup senatör tarafından 15 Mart M.Ö. 44 tarihinde öldürüldü. Suikastin ardından başlayan yeni bir iç savaş, varisi Gaius Octavianus'un Roma dünyası üzerinde baskın bir otokratik güç haline gelmesine yol açtı. Sezar, suikastten iki yıl sonra, M.Ö. 42 yılında Senato tarafından resmen kutsanarak Roma tanrılarından biri ilan edildi.

    Sezar'ın hayatı hakkındaki bilgilerin çoğu, askeri seferlerini anlatan ve kendisi tarafından yazılmış olan "Yorumlar" (Commentarii) adlı eserinden ve Cicero gibi politik rakiplerinin mektup ve konuşmalarından, Sallustius'un tarihsel yazılarından ve Catullus'un şiirileri gibi çağdaşı kaynaklardan elde edilmiştir. Hayatına dair pek çok ayrıntılı bilgi sonraki yüzyıllarda yaşamış olan Appian, Suetonius, Plutarch, Cassius Dio ve Strabo gibi tarihçiler tarafından aktarılmıştır.




  • Nadir Şah



    Nadir Şah (d. 22 Ekim 1688 Kubkan - ö. 19 Haziran 1747 Fethâbâd), 1736-1747 yılları arasında İran şahı ve Afşar Hanedanı'nın kurucusu. Askerî dehasından ötürü bazı tarihçiler kendisini İran'ın Napolyon'u ya da II. İskender olarak adlandırmışlardır.



    İran, Azerbaycan, Hindistan'ın kuzeyi ve Orta Asya'nın bir bölümünü içine alan büyük İran imparatorluğunu yarattı. Afganlar, Osmanlılar ve Babür İmparatorluğu'na karşı savaşlar kazandı. Zaferleri kısa bir süreliğine kendisini Ortadoğu'nun en güçlü hükümdarı haline getirdi ancak 1747 yılında öldürülmesinden sonra imparatorluğu kısa sürede dağıldı. Nadir Şah Asya'nın son büyük fatihiydi. Nadir Şah İran'ın en yetenekli askerî kumandanı kabul edilir ve Osmanlılar ve Babür İmparatorluğu arasında İran'a yeniden saygın bir yer getirdiği için övülür.




  • Sanırım teknolojinin bugünlere gelmesinde NİCOLA TESLA en önemli kilometre taşıdır.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Wyatt Earp

    Sanırım teknolojinin bugünlere gelmesinde NİCOLA TESLA en önemli kilometre taşıdır.


    Evet elektiriğe hükmeden adam.
  • Robert Edward Lee


    Robert Edward Lee (d. 19 Ocak 1807, Virjinya, ABD - ö. 12 Ekim 1870, Virjinya, ABD), Amerikan İç Savaşı sırasında (1861-1865) Konfederasyon Ordusunun komutanıdır.

    19 Ocak 1807 tarihinde Virjinya’nın Westmoreland şehrinde doğmuştur. West Point Askeri Akademisinden 1829 yılında mezun olmuş, Meksika Savaşına süvari subayı olarak katılmış, ve 1861 yılının Nisan kadar süren parlak bir askerlik kariyeri sonunda, bu tarihte ABD ordusundan ayrılarak Konfederasyon ordusuna katılmış, önce Batı Virjinya kuvvetlerinin ve Ağustos 1861 tarihinden sonra da tüm Konfederasyon Ordusunu başına geçmiştir. Silah, malzeme ve sayı bakımından kendisinden çok üstün bir kuvvet karşısında başarı ile yürüttüğü mücadele sonucunda , ABD Ordusuna 9 Nisan 1865 tarihinde Virjinya Appomattox da teslim olmak zorunda kalmıştır.

    Savaştan sonra “Başkan Washington Koleji”nin (Sonradan Washington ve Lee Koleji) müdürlüğünü yapmıştır. 12 Ekim 1870 tarihinde Virjinya’nın Lexington kentinde ölmüştür.




  • Gjergj Kastrioti


    Gjergj Kastrioti, Gjon Kastrioti ve Karadağ Prensesi Vojsava'nın beş kızı ve dört oğlunun en küçüğüdür. Babası Gjon Kastrioti de 1407'den itibaren sürekli Osmanlılar ile savaştı. Bir yenilgisi üzerine üç oğlunu birden Edirne'deki Osmanlı sarayına rehin vermek zorunda kaldı.

    Gjergj Kastrioti Yeniçeri Ordusu'nda devşirilerek Müslüman oldu ve İskender ismini aldı. 1438'de II. Murat tarafından Kruja Beyi olarak Arnavutluk'a geri gönderildi.

    1443'te Macar Ordusu'nun Osmanlılara karşı bir savaş kazanması üzerine askerleriyle birlikte Sultan'ın ordusunu terkederek Kruja Kalesi'nı ele geçirdi ve ardından Sultan'a karşı bağımsızlığını ilan etti.

    1444'te Osmanlılara karşı bir Arnavut savunma birliği olan Lezha Ligası'nı kurdu ve 18 yıl boyunca bu birliği başarıyla yönetti. Bu başarılı Arnavut savunması sayesinde Osmanlılar Orta ve Kuzey Arnavutluk'a giremediler.

    1451'de Kastrioti Arnavutluk Katolik Kilisesi manastırında, Vlora ve Kanina Prensi Gjergj Arianiti'nin kızı Ardenica Donica ile evlendi. 1456'da bir oğlu oldu ve adını dedesi gibi Gjon koydular.

    İskender Bey 1461'de II.Mehmet ile bir ateşkes antlaşması yaptı. Bu ateşkes süresinde İtalya'ya giderek Napoli Kralı I.Alfons'tan Osmanlılar'a karşı asker ve para yardımı istedi. Napoli Kralı kendisine maaş bağladı ve İtalya'nın güneyinde çiftlikler bağışladı.

    Kastioti Skandarbeg 1468'deki ölümüne dek Osmanlılarla savaştı, kızkardeşi Mamica da bu savaşlarda hayatını kaybetti.

    Osmanlılar onun direnişini kırabilmek için çok büyük orduyla ve defalarca Arnavutluk'a akın düzenlediler ama Kruja Kalesi'ni almayı başaramadılar.

    Ancak güçlü Osmanlı orduları karşısındaki Arnavut direnişi, Avrupa'dan yardım gelmeyişi nedeniyle Kastrioti'nin 1468'deki ölümünden sonra kırıldı, Venedig Krallığı, himayesindeki Arnavutluk'u Osmanlılar'a bıraktı. Bundan sonraki on yıl içinde Osmanlılar Arnavutluk'u tamamen ele geçirdiler. Osmanlı hakimiyeti 1912'ye kadar toplam 434 yıl sürdü.

    Kastioti Skandarbeg'in naaşı 1468'de Lezha'da bir kiliseye defnedildiyse de bu kilise Osmanlı döneminde yıkıldı. Naaşı da yıkanlarca parçalandı ve dağıtıldı. 1970'de Arnavut hükümetince buraya bir müze inşa edildi.

    Kastioti Skandarbeg yaşadığı dönemde Avrupa'da çok ünlendi.

    Papa kendisine 'İsa'nın Savaşçısı' anlamına gelen Athleta Christi ünvanını verdi.

    Hayatı pek çok romana ve sanat eserine konu oldu. Bu arada Vivaldi'nin bir operasına adını verdi.

    Günümüzde Tiran ve Prishtine'nin en büyük meydanlarında heykelleri bulunur. 2006'da Üsküp'te bir heykeli açıldı. Roma'da da bir heykeli olan Skanderbeg Meydanı bulunur.




  • Baybars



    Baybars ya da tam adıyla El-Melik el-Zehir Rukneddin Baybars el-Bundukdari (Arapça: الملك‭ ‬الظاهر‭ ‬ركن‭ ‬الدين‭ ‬بيبرس‭ ‬البندقداري‎) (1223 – 1 Temmuz 1277) Mısır ve Suriye'de hüküm sürmüş dördüncü Türk Memluk Sultanıdır

    Baybars Kırım doğumlu bir Kıpçak Türküdür. 1223 yılında doğmuştur. Altın Ordu Hakanı ve Cengiz Han’ın torunu Berke Han’ın damadı idi. Kendi yerine geçecek oğluna da Berke adını vermişti. Rivayete göre Moğollar tarafından Kıpçak steplerinde yakalanmış ve esir olarak Suriye'de satılmıştır.Köle olarak Kahire'ye getirilmiş, Eyyubiler'in hassa ordusuna alınmıştı. Zeka ve yeteneği ile kısa zamanda kendini gösterdi

    Baybars'ın devleti olan Memlükler, Türk-İslam Tarihi'ne Moğolları tek yenebilen devlet olarak geçmiştir. Moğollar Memlükler'le karşılaşmadan önce Harzemşahlar, Anadolu Selçuklu Devleti gibi büyük Türk-İslam devletlerini etkisiz hale getirmiştir. Bu da Moğollar'ın ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

    Baybars Moğolların bu gücüne rağmen Moğollar'a 1260 tarihinde Ayn Calut'ta ilk yenilgilerini tattırıp ilerlemelerini önemli ölçüde durdurdu. Moğollar ile yapılan bu savaşta, öncü birliklerine kumanda ediyordu.

    Ayn Calut Savaşı'ndan sonra Sultan Kutuz ona, vadettiği Halep valiliğini vermedi. Bunun üzerine Baybars bir av sırasında Kutuz'u öldürttü. Kutuz ölürken Baybars'ı sultan ilan etti. Baybars, hükümdarlığının birinci yılında (1261’de), Moğollar tarafından öldürülmüş olan Abbasî halifesinin yerine aynı aileden başka birini getirerek, Mısır Abbasî Hilafetini kurdu.

    1260’ta hükümdar olup. 1277'de ölümüne kadar hüküm süren Sultan Baybars zamanında Mısır Türk Devleti en kudretli devrine ulaştı. "Devlet it'Türkiye" yani "Türk Devleti" adını ülke adına ekledi ve bu adı ilk kullanan ülkenin hükümdarı oldu.

    Cesur bir asker olan Baybars, kudretli bir hükümdar ve iyi bir idareci olduğunu gösterdi. Franklarla, Ermenilerle, Moğollarla yaptığı savaşları kazandı. İsmailîlerle de mücadele etti. Anadolu’da Moğollara karşı direnişe geçen Türkmen beyliklerini destekledi ve ordusunun başında Elbistan'da Moğol ordusunu yendi ve sonra Kayseri’ye kadar ilerledi. Ermenilerin başkenti Sis şehrini zaptetti (1274). Anadoluda'ki Türk beyleri yeterince desteklemeyince, kendi merkezinden daha fazla uzaklaşmamak için Şam’a döndü.

    Anadolu Beylerinin Baybars'a yardım etmemesinin nedeni Moğollar'dan çekiniyor olmalarındandır. Moğollar onlara son derece acımasız davranmışlardır. Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak sözü de Moğolların felsefesini ortaya çıkarmaktadır.

    Altın Ordu ve Bizans ile de siyasi münasebetler kuran Baybars, Haziran 1277’de hastalanarak, 54 yaşında ölmüştür.

    Orta çağ tarihinin en büyük ve örnek hükümdarlarından biri olarak anılan Baybars, devlet teşkilatında büyük bir reform yapmış, Haçlıları Yakındoğu’dan sürüp çıkarmıştı.




  • Shaka Zulu


    Tarihteki en önemli ve adı en çok bilinen Güney Afrikalı, zulu kabilesinin kralı. bugün bile hala kullanılan savaş taktikleri geliştirmiştir. 1785 yılında nandi adındaki elangeni kabilesinin prensesi ve o zamanlar daha küçük olan zulu kabilesi kralı senzangakona'nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. doğumundan bir süre sonra anne ile babası anlaşamaz ve annesi kendi kabilesine dönmek ister ancak orada kabul edilmez ve zulu'ya geri döner. bütün çocukluğu boyunca annesinden bir yandan kendi kabilesinde ne eziyetler çektiğine, onların ne kadar kötü insanlar olduğuna dair hikayeler dinler, diğer yandan da ne kadar asil bir kan taşıdığı yönünde sürekli pohpohanır ve bu süreç içerisinde ortaya derin ruhsal bozuklara sahip, ileride bir savaş makinesine dönüşecek bir adam çıkar. diğer kabilelerde savaşı öğrenmek adına gönüllü olarak 6 yıl savaşır. iklwa adındaki tehlikeli silahı icat eder. geri döndüğünde babasının ölümünden sonra kabilesinin başına kral olarak geçer ve sahip olduğu toprakları ve nüfusu genişletir, kendi dahiyane taktikleri ve savaş stratejileri ile bir ordu kurar. ardından annesinin kabilesine saldırır ve herkesi teker teker öldürür. bu kıyımla birlikte tüm afrika kıtasında adını duyurur ve topraklarını genişletmeye devam eder, 1820 yılında tüm güneybatı afrikadaki kabilelerini egemenliği altına alır. annesinin ölümüyle birlikte deliliği iyice azar, ölüm seramonisi için annesinin anısına 7000 kişiyi idam ettirir. annesinin ölümüyle birlikte bir yandan mental bozukluğunun artması bir yandan da yaşlılık nedeni ile çığrından çıkar, kontrol edilemez hale gelir. 1828 yılında baba tarafından üvey iki erkek kardeşi tarafından bıçaklanarak öldürülür.
    geride öldürdüğü yüz binlerce insan, dahice hazırlanmış savaş taktikleri ve tarihe yazılacak deliliklerini bırakır. dahilik ile delilik arasındaki o ince çizginin bulunmadığı nadir insanlardan. hakkında filmler çekilmiş, onlarca kitap yazılmıştır. ilginç bir adamdır nitekim..hiç evlenmemesine ragmen toplam 1200 çocugu oldugundan söz edilir




  • Salvador Allende


    Salvador Allende Gossens (d. 26 Haziran 1908, Valparaiso, Şili - ö. 11 Eylül 1973), Şilili devlet adamı ve Batılı devletlerde serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanıdır. Ne var ki işçi sınıfının egemenliğinde bir cumhuriyet kurma amacını gerçekleştiremedi. Göreve başladıktan üç yıl sonra askerler, onun başkanlığını sürdürdüğü sosyalist iktidarı bir darbe ile ortadan kaldırdı.

    Burjuva bir ailenin oğlu olan Allende, liseyi bitirdikten sonra doğduğu kent olan Valparaiso´da tıp eğitimi gördü. Solcu politik gruplarda çalışarak kısa zamanda öğrenci liderliğine yükseldi. Diktatör Carlos İbanez´e karşı mücadelesinden dolayı tutuklandı ve 1932´de tıp diplomasını aldıktan sonra üniversiteden uzaklaştırıldı. Bir yıl sonra tanınmış birkaç solcuyla birlikte Komunist Parti´nin Marksist alternatifi olarak gördüğü Partido Socialista´yı (Sosyalist Parti) kurdu.

    1937´den başlayarak milletvekili olan Allende, devletin çeşitli sağlık kurumlarında çalıştı ve Valparaiso Üniversitesi´nde öğretim üyeliği yaptı. Halk Cephesi Hükümeti´nin başkanı olan Pedro Aguirre Cerda, Allende´yi 1939´da Sağlık Bakanlığı'na atadı. Allende´nin sosyal düzeyi düşük olanlara karşı özel bir ilgi göstermesi, Yoksulların Başkanı olarak adlandırılmasını sağladı. 1943´te Sosyalist Parti Genel Sekreterliği'ne seçildi ve bunun ardından sağlık alanında çeşitli kamusal ve siyasal görevler üstlendi. Bunun yanı sıra ülkesinin sosyal yasalarının çıkarılması yönünde etkin bir rol oynadı.

    Allende, toplumun alt tabakalarına ilişkin sosyal çalışmalarından dolayı kazandığı popülerliliği 1952´deki başkan seçimlerinde kullanmak istedi. Birkaç solcu partiyi birleştirerek Frente del Pueblo´yu (Halk Cephesi) kurdu ve bu partinin adayı oldu. Ne var ki ancak 60.000 oy alabildi. Bu başarısızlığın sonucu olarak, sonraki yıllarda giderek daha çok partiyi Halk Cephesine katmaya çalıştı.

    4 eylül 1970´te Sosyalistler, Komünistler, Liberaller ve Hıristiyan Demokratlardan ayrılmış olanların birleşmesiyle kurduğu Unidad Popular´ın (Halk Birliği) adayı oldu. 1952, 1958, 1964´ten sonraki bu dördüncü girişiminde, 1967´den beri Senato Başkanı olan Allende mutlak çoğunluğu (oyların % 36, 3´ü) kazandı. Altı hafta sonra hedefine ulaşarak Başkanlık Sarayı'na taşındı. Hükümetteki Hıristiyan Demokrat Partisi´nin oylarını; demokratik hukuk devleti, ayrıca parti, toplantı ve basın özgürlüğünden yana tavrıyla toplayabildi.


    Allende, Şili´yi sosyalist bir topluma yani İşçi Sınıfının Cumhuriyeti´ne dönüştürmek istedi. Mallara el koyarak ve mülkü daha adil bir biçimde dağıtarak büyük sosyal farklılıklara karşı savaştı. Yardıma muhtaç ve çaresiz olanlara karşı özel ilgisini bir kez daha gösterdi. 15 yaşından küçük çocuklara, gebe ve emziren annelere parasız olarak günde yarım litre süt dağıttı. En düşük gelirleri üçte iki oranında yükseltti, buna karşılık devlet memurlarının ücretlerine bir üst sınır koydu.

    Yabancı işletmeleri devletleştirmesi, birinci derecede, hemen hemen tümüyle ABD´lilere ait olan bakır madenlerine yönelikti. 1970 Kasım´ında Küba ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması, ABD ile ayrıca bir sürtüşme nedeni oldu.

    Allende'nin sosyal ve politik girişimlerinin başlangıçtaki başarılarına karşın önemli ekonomik sorunlar ortaya çıktı. Bir yıl önce devletleştirmeyi oybirliğiyle kabul etmiş olan muhafazakar muhalefet, ABD´nin baskısıyla 1972 Şubat´ında danışma koşulunu koydu ve Allende bundan sonraki devletleştirme işlemlerinde Parlamento´nun iznini almak zorunda kaldığından politikasını sürdüremedi.

    1973´ün ortasından sonra sağdan ve soldan gelen terör, iç politikadaki dengeyi bozdu. Ayrıca zırhlı bir birliğin darbe girişimi, Allende´nin 1972 güzünde hükümete ortak ettiği ordunun da artık onu tam olarak desteklemediğini kanıtladı. 1973 Haziran´ının sonunda Parlamentonun çoğunluğu Allende´nin rejimini yasa dışı ilan etti ve kendisini anayasayı birkaç kez ihlal etmekle suçladı.


    1973 Ağustos´unun sonunda Allende tarafından silahlı kuvvetlerin başkomutanlığına getirilen General Augusto Pinochet ülkenin karışık durumundan yararlanarak 11 eylül 1973 tarihinde bir darbe girişiminde bulundu. Bunu yaparken CIA´nin (Amerikan Merkezi Haber Alma Servisi) yoğun desteğini gördü.

    Başkanlık Sarayı yapılan saldırılarda, Allende etrafındaki korumaları ve yandaşlarıyla birlikte Pinochet faşizmine karşı parlamentoda savaşarak öldü. Pinochet anayasayı geçersiz kılarak askeri bir diktatörlük kurdu.




  • 
Sayfa: önceki 45678
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.