Şimdi Ara

Tarihe Geçmiş İnsanlar (8. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
199
Cevap
1
Favori
61.737
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ugr7

    Vassili Zaitsev



    Vasili Zaytsev, (Rusça: Васи́лий Григо́рьевич За́йцев) (23 Mart 1915, 15 Aralık 1991) Sovyet keskin nişancısı. Sovyetler Birliği Kahramanlık Madalyası sahibidir.

    Vasily Zaitsev 23 Mart 1915 Ural Dağları'nda Yeleninskoye adlı bir köyde doğmuş ve aynı köyde büyümüştür.İkinci Dünya Savaşından önce Sovyet Donanmasına katılmak isteyen ancak giremeyen Zaitsev İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine gönüllü olarak Kızılordu'ya katılmıştır.Stalingrad Kuşatması'nda 21 Piyade Tümeninde görev alan Vasily Zaitsev bir çatışma sırasında beş Alman subayını uzak mesafeden vurması nedeniyle Keskin Nişancı sınıfına alınmıştır.İkinci Dünya Savaşı boyunca 400 Alman askerini vurma başarısını göstermiştir.Vurduğu bu askerler arasında pek çok subayla birlikte 11 tanede keskin nişancı vardır. Özellikle 152 gün süren Stalingrad Kuşatması'nda halka direnç gücü vermiş ve direnişin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.


    tek bununla bi savaş kazanılır be
     Tarihe Geçmiş İnsanlar




  • Elvis Presley


    Elvis Aaron Presley [1] [2](d. 8 Ocak 1935, East Tupelo, Missisippi – ö. 16 Ağustos 1977, Memphis, Tennessee), efsanevi şarkıcı, müzisyen, aktör. Dünya çapında Rock'n Roll'un kralı ya da kısaca kral olarak tanınır. Diğer lakabı olan Elvis The Pelvis ise 1950'li yıllarda kendisine takılmıştır. [3] Böyle söylenmesinin nedeni ise ilginç dansı olduğu kadar argo bir ifade ile o zamanların tutucu toplumunda yakışıklı ve seksi olduğunu ifade etmek amaçlı uygun bir argo söylem daha doğrusu modern bir deyim olmasıdır. [4] Presley'in sahip olduğu en büyük avantajlardan biri ise sesiydi. Zenci ve beyaz tonlarını rahatlıkla kullanabiliyordu. Kilise müziğinden, popüler müziğe; Rock'n Roll'dan Blues tarzına kadar çok çeşitli türlerde eserler verdi. It's Now or Never gibi opera tarzında yakın parçalar seslendirdi. My Way gibi bazı cover çalışmalarının şöhreti asıllarını dahi geride bıraktı.

    Yaşamı boyunca her türlü şöhret, unvan ve zenginliği yaşayan Presley'in şöhreti hayata gözlerini kapatmasından bu yana onyıllar geçmesine rağmen hiç azalmadı. Dünyanın her köşesinde taklit yarışmaları yapıldı. Hayran klüpleri ve web siteleri kuruldu. Sayısız televizyon, radyo programı ve belgesele konu oldu. Hayranları ona o kadar bağlandılar ki halen onun ölmediğine ve ıssız bir yerde şöhretten uzak bir yaşam sürdüğüne inananlar dahi vardır. Ayrıca özellikle ABD'de ölümden dönen insanların Işıklı bir tünel gördüm. Elvis bana tünelin sonundan el sallıyordu anlatımları bilimsel araştırmalara konu olan bir fenomene dönüştü.




  • Charlie Chaplin



    Charlie Chaplin (d. 16 Nisan 1889 - 25 Aralık 1977), İngiliz sinema yönetmeni, oyuncu ve yazar. Asıl adı Charles Spencer Chaplin olmakla beraber, yarattığı ünlü "Şarlo" (Charlot) karakteri ile özdeşleşti ve öyle anıldı.

    Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD' de sinemaya başlamıştı. 1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan "Şarlo" tiplemesini yarattı. Takip eden yıllar içinde aralarında The Immigrant (1917), The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında görülmemiş bir üne kavuştu. 1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film şirketinin ortağı olduktan sonra Altına Hücum, Şehir Işıkları, Büyük Diktatör, Asri Zamanlar, Sirk ve Sahne Işıkları gibi başyapıtlara imza attı.

    Filmlerinde dönem koşulları için imkansız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise dramatik yapısını sergileyebilmiştir. Popülist yaklaşımlara, hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye ulaştırmayı bilmiştir.

    Yarattığı 'modern palyaço' Şarlo ile dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını toplamasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant filminde bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve son olarak Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle sözde bir başarıya ulaştı ve Chaplin'in ABD'ye girmesi yasaklandı. Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü. Takip eden yılda City Lights adlı filme bir kez daha Oscar ödülünü kazanmıştır. 1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.




  • Fidel Castro


    Orta hâlli İspanyol göçmeni bir toprak sahibi olan Angel Castro'nun beş çocuğundan ikincisidir. Çocukluğu yoksul bir yöre olan Mayari'de geçmiştir. Oriente ilinin merkezi Santiago'daki Katolik okullarında ve Havana'daki Cizvit lisesi Belen İlahiyat Okulu'nda öğrenim gördü. 1950'de Havana Üniversitesi'nden hukuk doktoru olarak mezun oldu.

    Öğrenciyken, 1947'de Dominik Cumhuriyeti'ne karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir devrimci harekete ve 1948'de Bogota'daki kent ayaklanmalarına katıldı.1947'de Küba Halk Partisi'ne girdi. 1950-52 arasında avukatlık yaptıktan sonra Temsilciler Meclisi seçimleri için Küba Halk Partisi'nden adaylığını koydu. Ama 10 Mart 1952'de iktidardaki Carlos Prio Socarras hükûmetini deviren Küba'nın eski başkanlarından General Fulgencio Batista seçimleri iptal etti.


    1953 başlarında Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Castro, 26 Temmuz'da Santiago'daki Moncada Kışlasına 125 arkadaşıyla birlikte bir baskın düzenledi ama başarısızlığa uğrayarak tutuklandı. 16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada Sayın yargıç siz beni mahkum edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır! (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı. Mahkeme sonunda 16 yıla mahkûm oldu. Juventud Adasında 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista'nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü bağışlandı.

    1955'te Küba'dan ayrılarak Meksika'ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu.İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Kübalı Alberto Bayo'nun yönetiminde gerilla savaşı eğitimi gören örgüt üyeleri 2 Aralık 1956'da Granma yatıyla Küba'ya dönerek Oriente'de karaya çıktı. Burada hükûmet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara'nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente'nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista'nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askerî yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958'de Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Castro 1959'un ilk günlerinde Havana'ya girdi. Hukukçu Doktor Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığına, Castro da başbakanlığa getirildi.

    Castro hükûmeti ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı, 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Önceleri Castro'ya karşı çıkmakla beraber 1959'a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP) Castro ile ilişkilerini geliştirerek etkili bir konum kazandı.Bu durumdan tedirgin olan Urrutia'nın toprak reformunun ertelenmesi yönündeki baskıları üzerine, Castro istifa etti. Ama halkın yoğun tepkisi karşısında Urrutia görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Osvaldo Doticos getirilirken Castro yeniden başbakan oldu.


    Bu sırada toprakların kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükûmeti Küba'ya karşı ekonomik ambargo uygulamaya başladı. Ekonomisi tek ürüne dayalı bir ülke olan Küba, öteden beri ABD'ye sattığı şekeri SSCB'ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, şeker karşılığında SSCB'den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince Castro bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme ABD ile Küba'nın arasını daha da açtı. Devrimden sonra ABD'ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961'de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Castro çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi ile ilk kez, Küba'nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu. 1962'de SSCB'nin Küba'ya balistik füzeler yerleştirmesi ve John F. Kennedy'nin Küba'yı deniz ablukasına almasıyla dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi.Bunalım ancak ABD'nin Küba'da hükûmeti devirmek için artık girişimde bulunmayacağına söz vermesi ve SSCB'nin Türkiye'deki Amerikan füze rampalarının kaldırılması karşılığında nükleer silahlarını Küba'dan geri çekmeyi kabul etmesiyle atlatılabildi. Bununla birlikte Merkezi Haber alma Örgütü (CIA) Castro'ya yönelik suikast plânları hazırlamayı sürdürdü.

    Kruşçev'in Küba Bunalımı sırasında ödün verdiğini öne süren Castro, 1968'e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika'daki devrimleri destekleyici bir tutum aldı. Aynı dönemde Bağlantısızlar Hareketi'nin önderlerinden biri durumuna geldi. 1968'den sonra SSCB ile ilişkilerin düzelmesi doğrultusunda başlayan askeri ve ekonomik yakınlaşma süreci içinde, SSCB'te dönük bir dış politika izledi.1975'te Angola'daki iç savaş sırasında Angola Halk Kurtuluş Cephesi'ni (MPLA) desteklemek amacıyla Kübalı askerler gönderdi. Bunu Etiyopya ve başka ülkelere gönderilen gönderilen Kübalı askerler izledi. 1980'lerde Küba'nın yurt dışındaki asker sayısı 40 bine ulaştı.

    1961'de Küba Sosyalist Halk Partisi ile birleşme sonucu ortaya çıkan Birleşmiş Sosyalist Devrim Partisi'nin (1965'ten sonra Küba Komünist Partisi) genel sekreterliğini üstlenen Castro, ülke içinde çok yönlü ve kapsamlı politikalar uygulamaya başladı. Okuma yazma seferberliği sonunda okuryazarlık oranı yüzde 90'ın üzerine çıktı. Yeni okullar açılarak eğitim olanakları yaygınlaştırıldı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirildi. İşsizlik büyük ölçüde ortadan kaldırılırken, herkese çalışma yükümlülüğü getirildi. Bütün bunlara karşın tek ürüne dayalı (şeker) Küba ekonomisini dönüştürme yönündeki çabalar başarılı sonuçlar vermediğinden, 1970'lerin ortasından başlayarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı.Bu nedenle SSCB'nin mali desteği büyük önem kazandı.

    Küba'da 1959'dan sonra ilk kez yerel seçimlerin yapıldığı ve devlet yapısında yeni düzenlemelerin geliştirildiği 1976'da Devlet Konseyi ve Bakanlar Kurulu başkanlığını üstlenen Castro, güçlü ve merkezi bürokrasiye dayanarak toplumsal ve ekonomik yaşamdaki yönlendirici rolünü sürdürdü. Devlet ve parti organlarında eski mücadele arkadaşlarına ağırlık verdi. Silahlı kuvvetlerden sorumlu devlet bakanı olan kardeşi Raul Castro giderek ikinci adam konumu kazandı. SSCB ve Doğu Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde 1980'lerin sonlarında ortaya çıkan demokratikleşme ve piyasa ekonomisine yönelme süreci karşısında Küba yönetimi sosyalizmin Marksist-Leninist yorumuna bağlılığını sürdürdü. 1989'da Fidel Castro'nun yakın çevresindeki ordu komutanlarının karıştığı yolsuzlukların ortaya çıkarılması yönetimi ciddi biçimde sarstı. Öte yandan SSCB'yle ticaret hacminin gitgide küçülmesi ve Sovyet yardımlarının ortadan kalkması kısa sürede Küba ekonomisi üzerindeki etkilerini göstermeye başladı.


    Fidel Castro 31 Temmuz 2006 tarihinde sağlık problemleri nedeniyle yetkilerini geçici olarak başkan yardımcısı ve kardeşi Raúl Castro'ya devretti.19 Şubat 2008'de de, bir açıklama yaparak, 1976 yılından beri yürütmekte olduğu Küba'nın en yüksek yönetim organı olan Devlet Konseyi Başkanlığı görevini bıraktığını açıklamıştır.




  • teşekkürler. yararlı bir paylaşım
  • Nelson Mandela


    Nelson Rolihlahla Mandela (d. 18 Temmuz 1918 Umtata, Transkei), Güney Afrika'nın seçimle iktidara gelen ilk devlet başkanıdır.

    Ailesi Zosa (Xhosa) dilini konuşan Tembu kabilesindendir. Babası bu kabilenin şefi Henry Mandela'dır. Mandela; lise tahsilinden sonra Fort Hare Üniversity College'a girdi. Burada okurken siyasi olaylara karıştı. Bir öğrenci boykotuna karıştığı ve organize ettiği gerekçesiyle okuldan uzaklaştırıldı. Transkei'den ayrılarak, Transvaal'a gitti. Burada bir süre madenlerde polis memurluğu görevinde bulundu. Bu sırada yarıda bıraktığı üniversite tahsiline mektupla öğretim yoluyla devam etti. 1942'de Witwaterstrand Üniversitesinin hukuk bölümünü bitirerek avukatlık yapmaya başladı. Ülkenin ilk siyah avukatı unvanını aldı. Irk ayrımına karşı yerli halkın kurduğu Afrika Milli Kongresine (ANC) katıldı (1944). Çok kısa zamanda kongrenin Gençlik Birliğine başkan seçildi. Siyahların kurtuluş hareketinin önderlerinden birisi durumuna geldi (1948). Bu arada ırkçılığa karşı silahlı mücadeleyi üstlenen ve kongrenin askeri kanadı özelliğindeki Umkonto ve Sizwe'yi (Milli Mızrağı) de kurarak onun da başkanı oldu (1961).

    Ocak 1962'de kendisine destek aramak için ülke dışına çıktı. İngiltere ve Afrika ülkelerini dolaştı. Afrika ülkeleri ile sosyalist ülkelerden silah ve para yardımı temin etti. Ülkeye dönüşünde arkadaşlarıyla birlikte, izinsiz yurtdışına çıkmak, halkı kışkırtmak, sabotajlar ve suikastlar düzenlemek iddialarıyla yargılandı. Halkın, tamamının temsil edilmediği ve beyazların temsil edildiği parlamentonun çıkardığı kanunlara uymak zorunda olmadığını savundu. Beyaz yönetim tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bu davranışıyla ırk ayrımına karşı mücadele eden Afrikalı siyahların simge ve sembolü oldu.

    Nelson Mandela, dünyanın en ünlü mahkumu olarak anılır. Güney Afrika'da 27 yıl hapiste kaldıktan sonra 1980'li yıllarda, ırkçılığa karşı mücadelenin bütün dünyada yoğunlaşması üzerine adı duyuldu. 1990 yılında devlet başkanı De Klerk tarafından şartsız olarak serbest bırakıldı. Serbest bırakıldığı zaman 71 yaşındaydı. Serbest bırakılmasına Güney Afrika siyahlarının yanında birçok beyaz da sevindi. Mandela'nın; "Mücadele benim hayatımdır. Hayatımın sonuna kadar siyahların bağımsızlığı için mücadele edeceğim." demesi, halk arasında onu bayraklaştırdı.

    1990'da hapisten çıkınca Demokratik bir Güney Afrika kurulması için çalışmıştır ve kurmuştur. Afrikalılar, Mandela olmadan bunun gerçekleşemeyeceğine inanır. Bugün Mandela, bir özgürlük savaşçısı olarak kabul edilmektedir. 40 yıl içinde 100'den fazla ödül almıştır. Modern politikacılar içinde en takdir edilenlerden biridir.

    Mandela'ya 1979'da Nehrü Ödülü, 1981'de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, 1983'te UNESCO'nun Simon Bolivar Ödülü verildi. Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Başkanı Nelson Mandela, 8 Nisan 1992′de kendisine verilmesi kararlaştırılan ‘Uluslararası Atatürk Barış Ödülü’nü reddettiğini açıkladımıştır. Mandela’ya ödülün 19 Mayıs 1992′de dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından verileceği açıklanmıştı. 12 Mayıs’ta Johannesburg’ta bir açıklama yapan ANC sözcüsü Gilli Marcus, Mandela’nın ödülü,Türkiye’nin Kürtlere yönelik savaşçı politika ve insan hakları ihlalleri nedeniyle kabul etmediğini açıkladı ve Mandela’nın Türkiye’yi ziyaret etmeyeceğini bildirdi. Açıklamada, Mandela’nın tüm hayatını demokrasiye, insan haklarına ve baskıların kaldırılmasına hizmet ederek geçirdiği vurgulandı.Halkın Emek Partisi (HEP) yaptığı yazılı açıklamayla Mandela’yı tavrından dolayı kutlarken, Başbakan Süleyman Demirel, olayı ‘üzücü’ olarak niteledi. 1986′da verilmeye başlanan Uluslararası Atatürk Barış Ödülü’nün ilki eski NATO Genel Sekreteri Joseph Luns’a verilmişti. Ödül, 1987′de Federal Almanya Cumhurbaşkanı Richard Von Weizsaecker, 1989′da Japon Prensi Takahito Mikasa, 1990 yılında ise 12 Eylül 1980′de Türkiye’de askeri darbe ile yönetimi ele geçiren 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren almıştı. 1993'te ise De Klerk ile beraber Nobel Barış Ödülü'nü almıştır




  • Thomas Edward Lawrence



    Yarbay Thomas Edward Lawrence (16 Ağustos 1888 - 19 Mayıs 1935). İngiliz arkeolog, asker, casus ve yazar. Profesyonel olarak T.E. Lawrence veya T.E. Shaw isimlerini kullanır. 1916 - 1918 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yürütülen Arap isyanında, İngiliz irtibat subayı olarak aldığı görev nedeniyle Arabistanlı Lawrence olarak tanınmıştır. Şövalyelik nişanını reddetmiştir, "Üstün Hizmet Madalyası" ve "Fransız Şeref Lejyonu Madalyası" ile ödüllendirilmiştir.

    Arapların birçoğu, Osmanlı ve Avrupa'lı devletlerin hakimiyetine karşı verdikleri özgürlük mücadelesine önderlik etmesinden dolayı onu, Arap ulusal uyanışının öncüsü ve halk kahramanı olarak kabul etmektedirler. Britanyalılar da onu en büyük savaş kahramanlarından biri olarak kabul etmektedirler.

    Bahsi geçen dönemi 1926 tarihli "Bilgeliğin Yedi Sütunu" (İngilizce: The Seven Pillars of Wisdom) adlı otobiyografik eserinde anlatmıştır.

    İlk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haberalma Servisi için çalıştı. Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi.

    Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı ordusuna karşı gerilla mücadelesi verdi. Arapları, Medine'deki Osmanlı muhafız birliklerini şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Osmanlı askerleri de hem şehri hem de demiryolunu savunmak ve tamir etmek zorunda kalarak oyalandılar. Lawrence, Akabe ve Şam'ın işgalinde de önemli rol aldı.

    Araplarla geçirdiği zaman zarfında, gelenek ve yaşantılarına bayağı adapte oldu. Deve ile seyahat edip, sıkı bir dostluk kurduğu Prens Faysal'ın hediye ettiği yerel kıyafetleri giymeye alıştı.

    Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında İngiliz hükümetini, Arapların bağımsızlığının İngilizlerin yararına olduğuna ikna etme konusunda oldukça başarılı oldu.

    Lawrence, 1918'de savaş muhabiri Lowell Thomas'ın belgesel film ve fotoğraflar çekmesine yardımcı oldu. Savaştan sonra bu belge niteliğindeki fotoğraf ve filmlerle dünya turuna çıkan Lowell Thomas, oldukça yüksek kazançlar elde etti.

    Lowell Thomas'ın Lawrence'ı büyük bir kahraman gibi göstermesi, Lawrence'ın da kendi anılarında bölgede daha önceden yüzlerce İngiliz ajanı tarafından yapılmış bir çok şeyi kendine mal etmesi Lawrence'ın aslında çok da hak etmediği bir üne kavuşmasını sağladı.

    Öyle ki sonradan Lawrence'ın efsanesini kaleme alan yazarlar yeri geldiğinde Lawrence'ı gerilla savaşı'nın mucidi olarak kabul etmişlerdir.

    1962'de çekilen Arabistanlı Lawrence filmi ise efsaneyi doruk noktasına ulaştırmıştır.

    Bilgeliğin Yedi Sütunu, bunun haricinde ikisi çeviri olan birkaç kitabı daha bulunan Lawrence'ın başyapıtıdır. 1919 yılında All Souls Koleji'nde araştırma yapma şansı verilmiş, bu çalışmaları yedi yıl sürmüştür. Kitap, Lawrence'in savaş anılarından müteşekkildir ancak bazı kısımları askerî strateji, Arap kültürü ve coğrafyasıyla ilgili denemeler de içermektedir. Kitap oldukça yoğun ve karmaşık bir kelime örgüsü ile yazılmış, yer yer acıklı, yer yer komik öğeler içeren önemli bir yapıttır.

    Lawrence, notlarını kaybettiği için kitabı üç defa yazmak zorunda kalmıştır. Öyküsel anlatımında gerçek ile fantaziyi ayırt etmek zaman zaman zor olmaktadır. Gerçekle hayali karıştırmaktan zevk aldığı aşikârdır. Kendisiyle olan iç hesaplaşmaları yer yer kendisini küçümsemesine ve yer yer de Arap İsyanı'nda aldığı rolü abartmasına neden olmuştur. Bu anlamda kitap hem otobiyografi olarak hem de tarih ve psikoloji açısından önemli bir yapıttır.

    Lawrence'in abartma alışkanlığı, biyografisini yazan yazarlar ve diğer araştırmacıları zaman zaman anlaşmazlığa düşürmüştür. Kitabında süslü bir anlatımla dile getirdiği iddiaların bir kısmı sonradan yalanlanmış ve aksi ispat edilmiştir. Sina Çölü'nü iki günde geçtiği iddiası ve birçok savaş yarası olduğu iddiası bunlardan ikisidir. Gerçekte bu yolculuk üç gün sürmüştür ve sadece birkaç savaş yarası vardır.

    Arap İsyanı'na katıldığı doğrudur ancak bu isyanın temel taşlarından biri, hatta ilham perisi olduğu iddiası doğru değildir. Almanlar Arap İsyanı'nı her yönüyle anlatan 12 ciltlik bir rapor hazırlamışlardır. Bu büyük raporda Lawrence'ın adına bile rastlanmaz. Buna rağmen Araplar, etkisi olduğunu kabul ederler.

    George Bernard Shaw, Lawrence'a kitabını düzenlemesinde yardımcı olmuş ve gramer hatalarını düzeltmiştir. Lawrence kitabının önsözünde Shaw'a ve eşine hiç istemediği halde teşekkür etmiştir.

    Kitabın 1926'daki ilk baskısı fahiş fiyattan satılıyordu ve özel sipariş gerektiriyordu. Halkın, kendisinin çok fazla kazanç elde edeceğini düşünmesinden korkarak, halkın gönlünü kazanmak amacıyla bu kitabın kendisinin savaş anıları olduğunu ilan etti. Daha sonra bu kitabın gelirinden bir kuruş bile almayacağına yemin etti ve kitabın fiyatını basım masrafının üçte birine düşürdü. Gerçekten de kitabın gelirinden pay almadı ve büyük bir meblağ olan borcunu da ödedi.




  • Bruce Lee



    Bruce Jun Fan Lee, (d. 27 Kasım 1940, San Francisco – ö. 20 Temmuz 1973, Hong Kong). Çin kökenli aktör ve Kung Fu savunma sanatı ustası. Lee Jun Fan Kantonca adı.

    Bruce Lee, Amerika doğumlu Çin kökenlidir. San Francisco'daki Chinese Hospital hastanesinde dünyaya gelmiştir. Babası Lee Hoi-Chuen (李海泉) Çinli, annesi Grace Lee (何金棠) yarı Alman yarı Çinlidir. Bruce Lee Jeet Kune Do (Türkçe durduran yumruk yolu) adını verdiği bir savunma sanatı sistemi geliştirdi.

    Usta Sifudan Yip Man Hong Kong şehrinde ilk savaş sanatları eğitimi aldı. 20 Temmuz 1973 Hong Kong'da beyninde oluşan ödem sonucu hayatını kaybetmiştir.

    San Francisco'da doğan Lee'nin asıl adı Lee Jun'dır. İsmini doğumunda hazır bulunan doktor verdi. Babası ve annesi, Çin operasında oyuncuydu. Lee doğduğunda, bir turne için Birleşik Devletlerde bulunuyorlardı. Doğuştan sağ bacağı diğerinden kısaydı. Ailesi, sakatlığının üstesinden gelebilmesi için Kung Fu öğrenmesini istedi. 6 yaşındayken bile ilerideki hırçın, sert karakterini belli ediyordu. Lee Kung Fu tekniklerini bilinçsiz bir şekilde öğrenmeye başladıktan sonra, 1954'de ünlü Kung Fu Ustası Sifu Yip Man’ının öğrencisi olarak Wing Chun sistemini çalışmaya karar verdi. İlerleyen zamanlarda da Wing Chun sistemine boks çalışmalarını da eklemeye başladı.

    Sık sık karıştığı sokak kavgalarından dolayı kötü şöhret edinince doğduğu Amerika Birleşik Devletleri'ne gider. Washington Üniversitesi'nin Felsefe Bölümüne yazılır. Bir yandan okula devam ederken, bir yandan da Amerikalılara Çin Kültürü'nün zenginliğini anlatmak için o güne kadar Çinlilerden başkasına öğretilmesi yasak olan olan Kung Fu dersleri vermeye başlar. Bu amaçla kendi adını taşıyan JUN FAN KUNG FU adında bir okul açar. Bu spor okulu 1963 yılına kadar açık kaldı. Yine aynı yıl Amerikalı Linda Emery ile evlendi. Lee daha sonra Oakland’da ikinci okulunu açtı. Burada geniş bir kitleye, Amerikalılara yabancı olan bu sanatın ne kadar geniş içerikli ve derin felsefeye sahip olduğunu ispatladı.

    İlk uzun metrajlı filmi; Çinli prodüktör Raymond Chow’un yeni kurduğu film şirketi Golden Harvestla çekilen için Big Boss(Büyük Patron)dur. Film Hong Kong ve güneydoğu Asya bölgesinde şimdiye kadar kırılmış tüm gişe rekorlarını alt üst ederek büyük bir patlama yaptı. Bunun üzerine Asya milliyetçiliğinin işlendiği Fist of Fury(Öfkenin Yumruğu) filminde oynadı. Lee'nin bu filmlerinde kendisine özgün stilini de görmek mümkündür. Hong Kong film sanayinde avantür filmlerin hareketli sahnelerine Bruce Lee'nin Hollywood tecrübesi ile olağanüstü koreografileri yeni bir boyut kazandırmıştır. Dönemin süper starı Wang Yu bile onun altında bir role razı hale gelmişti. Büyük Usta çekilen filmin güzel olması için dövüş sahnelerinin koreografisini düzenlerken gece gündüz demeden çalışıyordu. Hareketli sahneler için uzun plan çekimler yapar, yüksek tekmeler kullanır, Escriama’nın (silahlı dövüş sanatı) Nunchaku, Bo, Kali, bıçaklar ve küçük Çin okları gibi tüm silahlarını kullanarak dövüş sahnesini olağanüstü artistlik figürlerle süslerdi.

    Bruce Lee kalitesi ile Kung Fu sineması sektörüne yeni bir boyut kazandırdı. Escrima ustası Dan Inosanto, Lee'nin özgün stili Jeet Kune Do’nun kesinlikle gösteriyeolmadığını, aksine çok gerçekçi, fantezisi olmayan, vücut hareketlerinin işlevine uygun bir spor olduğunu söyler. Lee'nin komple bir sporcu olduğunu, Jeet Kune Do’nun da gerçek bir dövüşte çok etkili bir sistem olduğunu hararetle savunur. Bunun yanında Bruce Lee’nin de çok iyi bir aktör olduğundan, dövüş sanatını beyaz perdede fantastik bir şov olarak seyirciye sergilemeyi becerebildiğini söyler. İşte bu yüzdendir ki; filmleri dünya sinema klasikleri arasına girmiştir.

    Bruce Lee’nin üçüncü filmi Way of The Dragon(Ejderin Yolu) oldu. Bu filmde Lee'nin yanında yardımcı oyuncu olarak, Amerikada yedi defa karate şampiyonu olmuş Chuck Norris’i görüyoruz. Filmin final mücadelesinde ise adeta Karate ve Kung Fu'nun üstünlük mücadelesi sergileniyor. Bruce Lee'nin her filminde bir diğerine nazaran yenilikler göze çarpmaktadır. Bruce Lee’yi zirveye taşıyan film ise, Dan İnosantio ve Kerim Abdül Cabbar ile Game of Death(Ölüm Oyunu)dur. Amerikan filmlerinde başrol oynamayı çok isteyen ancak bunu başaramayan Lee, dördüncü filmini çekerken Amerikalı yapımcılardan başrol oynayacağı bir film teklifi geldi. Bunun üzerine sanatçı Ölüm Oyunu filmini yarıda bırakarak, Çin-Amerikan ortak yapımı olan Enter The Dragon(Ejder Kalesi) filmini çekti. Amerikan Sinemasında ve Uzakdoğu film sanayinde süper starlığa yükselen Lee Ölüm Oyunu adlı filmini tamamlayamadan öldü.

    Ölmeden önce kaleme aldığı Tao of Jeet Kune Do adlı kitabı, ölümünden iki yıl sonra 1975 yılında, karısı Linda Lee tarafından yayınlandı.

    Bruce Lee hayatında 4 öğrencilerine Jeet Kune Do hocası olma lisansı verdi. Bunlar Taky Kimura, James Yimm Lee, Dan Inosanto ve Ted Wong.




  • Yaser Arafat



    Yaser Arafat, tam adıyla Muhammed Abdurrahman Abdurrauf Arafat el-Kudva el-Hüseyni (Arapça: محمد عبد الرحمن عبد الرؤوف عرفات القدوة الحسيني), kod adı Ebu Ammar, (d. 24 Ağustos 1929, Kahire, Mısır – ö. 11 Kasım 2004, Paris, Fransa) Filistinli lider. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) lideri ve Filistin Ulusal Yönetimi'nin ilk başkanı. Arafat, Filistin'in özerkliği için durmaksızın İsraillilere karşı mücadele etti. Hayatının çoğunu 1958 ile 1960 yılları arasında kurduğu siyasi el Fetih örgütünün liderliğini yaparak geçirdi. Önceleri İsrail'in varlığına karşı idiyse de 1988 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararını kabul ederek bu görüşünü değiştirmiştir.

    Arafat, 1960'ların sonu ile 1970'lerin başında, el Fetih bir iç savaş sırasında Ürdün ile açıkça karşı karşıya kaldığında olduğu gibi sürekli anlaşmazlıkların ortasında kaldı. Ürdün'den dışarı zorla çıkarılan ve Lübnan'a yerleşen Arafat ve el Fetih, ülkenin işgal edildiği 1978 ve 1982 yıllarında İsrail'in hedefi oldu. Siyasi görüşleri ne olursa olsun Filistinlilerin çoğunluğu Arafat'ı bir özgürlük savaşçısı ve şehit olarak tanımlarken, İsraillilerin çoğu, örgütünün sivillere karşı giriştiği birçok eylem nedeniyle terörist olarak görmektedir.[1]

    Hayatının son dönemlerinde Arafat, FKÖ ile İsrail arasında onyıllardır süren anlaşmazlığı sona erdirmek için İsrail hükümeti ile bir dizi müzakereye girişti. Bunların arasında 1991 Madrid Konferansı, 1993 Oslo İlkeler Anlaşması ve 2000 Camp David Zirvesi bulunur. İslamcılar ve FKÖ'nün bazı sol kanat mensupları yozlaştığını ve İsrail hükümetine çok fazla taviz verdiğini söyleyerek kınamış ve muhalif olmuşlardı. 1994 yılında Arafat, Oslo'da yapılan müzakerelerden ötürü İzak Rabin ve Şimon Peres ile birlikte Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. Bu esnada Hamas ve diğer militan örgütlerin gücü eline geçirerek el Fetih ve Arafat'ın talep ettiği otoriteyi sarstı.

    2004 yılının sonlarında Ramallah'da bulunan binalarda iki yılı aşkın bir süredir İsrail Ordusu tarafından zorla tutulmaktayken Arafat hastalandı ve komaya girdi. Gerçek ölüm sebebi tam olarak bilinmese de doktorlar idiyopatik trombositopenik purpura ve sirozdan söz etti ama otopsi yapılmadı. Arafat 11 Kasım 2004'te 75 yaşında öldü.




  • Luciano Pavarotti


    Luciano Pavarotti (d. 12 Ekim 1935, Modena - ö. 6 Eylül 2007, Modena), İtalyan tenor. Modern opera dönemindeki en önemli ses sanatçılarındandı.

    1935 yılında İtalya'nın Modena şehrinde doğdu. İlk müzik deneyimini şehrindeki koroda, babası Fernando ile yaşadı. Delikanlıyken, babasıyla Gioachino Rossini adlı koroyla Galler'e gitti. Llangollen uluslararası şarkı söyleme yarışmasında birinci oldu ve bu onu bir tenor olmak konusunda hırslandırdı. Aslında bir öğretmen olmak için yetiştirilen Pavarotti, Arrgio Pola ve Ettore Campogallianni tarafından aldığı derslerle 1961 yılında "Concorso İnternazionale" adlı ödülü kazandı ve opera dalındaki başlangıcını bir tiyatro salonunda La bohème eseri ile aynı yılın 29 Nisan'ında yaptı. Bundan sonra Güney ve Kuzey Amerika, Asya, Afrika, Avrupa ve Avustralya'da birçok kez konser verdi. Ardından, Modena'da genç şarkıcıları eğitecek bir okul açtı.

    Pavarotti her yıl düzenli olarak Modena'da yapılan "Pavarotti ve arkadaşları" adındaki yardım konserlerinde sunuculuk yapmıştır. Bu konserlerde müzik endüstrisinin her alanından katılan şarkıcılar Birleşmiş Milletler organizasyonları için para toplamaktadırlar. Bu yardımlar Bosna, Guatemala, Kosova ve Irak'taki savaş mağdurları ve aileleri için kullanılmaktadır.

    Bosna'da savaştan sonra Mostar kentinde Pavarotti Müzik Merkezi adını taşıyan bir merkez kurdu ve müzisyenlere yeteneklerini geliştirmeleri için şans tanıdı. Bu sebeple, 2006 yılında Saraybosna şehri kendisine fahri hemşerilik ödülü verdi.

    Ünlü tenor, 6 Eylül 2007 günü pankreas kanseri sonucu böbrek yetmezliği geçirerek hayatını kaybetti.


    Az Bilinen Yönleri

    ABD'de kısaca "The Big P." diye anıldı.
    Soyunma odası ile sahne arasında büyük mesafe bulunan mekânlarda onun için özel tasarlanan ve hayranları tarafından "Pavamobil" olarak adlandırılan bir elektrikli golf aracından yararlanırdı.
    Önemli konserlerden sonra konser salonu ya da kaldığı otel yakınlarında özel davetlilere yemek verirdi. Ancak kendisi bu yemeklere ya hiç katılmaz ya da çok kısa süre görünmekle yetinirdi.
    Restoranlarda en çok siparişini verdiği yemek, jambonlu ve polentalı (mısır unu peltesi) dana şinitzeldir.
    1963 de yaşamında iz bırakan bir olay yaşadı. Pavarotti, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından davet üzerine Ankara'ya geldi. Henüz iki yıllık tenor olduğu ve o yıllarda sesi tam olarak oturmamışken, Devlet Opera ve Balesi'nden zor bir oyunda tenor olarak davet almıştı, fakat ilk konserden sonra sesi 'yetersiz' bulunarak geri gönderilmişti.

    Pavarotti, Ankara'da yaşadığı bu başarısızlığı hiçbir zaman unutmadı. Türkiye ve Türklere karşı her zaman sempati ile bakan ünlü tenor, çevresindekilere o günleri anlatırken demek ki o zaman o kadar da iyi değilmişim demekten çekinmedi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kuzey Kafkasya -- 28 Eylül 2008; 16:41:50 >




  • @ugr7 okul nedeniyle uzun süredir forumdan uzak kaldım konuyu ayakta tuttuğun için teşekkürler.
    Senden bir ricam var paylaşımlarını yaparken resimde eklersen çok güzel olur.
  • Miguel de Cervantes

    Miguel de Cervantes (d. 29 Eylül 1547, Alcalá de Henares, İspanya - ö. 23 Nisan 1616, Madrid), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarıdır. Sanat yaşamına genç yaşta başlamıştır. Yazıları ve tiyatroları ile kısa sürede tanınan bir yazar olmuştur. 15 Eylül 1569'da Madrid'de bir yaralama iddiasıyla Miguel de Cervantes adlı biri hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Verilen cezaya göre sağ eli kesilecek ve 10 yıl sürgünde kalacaktı. Bir ad benzerliği söz konusu değilse bu olay Cervantes'in İtalya'ya gidişinin nedeni olabilir. 1570'te II. Selim Kıbrıs'ı ele geçirince Papa V. Pius Osmanlılara karşı birlik çağrısında bulundu. Çağrıya yalnızca İspanya ve Venedik karşılık verdi. Cervantes Roma'daki İspanyol birliğine katıldı. 7 Ekim 1571'de Osmanlı donanmasıyla Lepanto (İnebahtı) Körfezinde yapılan İnebahtı Deniz Savaşı'na katılan Marquesa adlı kadırgada bulunan Cervantes kahramanca çarpıştı; iki kez göğsünden yaralandı, bir top güllesiyle sol elini kaybetti. Daha sonra Osmanlılar tarafından tutsak edilen Cervantes, 1575-1580 yılları arasında Cezayir'de esir olarak yaşamıştır. Ancak orada da dolandırıcılıkla itham edilip hapse atılmıştır. Burada yazmaya daha sıkı sarılmıştır. Yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri Don Quijote (Don Kişot)'u hapishanede kaleme almıştır ve bu eseri sayesinde tüm dünyada tanınmıştır. Eserde yazarın kendi hayatıyla alay ettiği ve kahramanla aralarında çokça benzerlikler olduğu görülür. Don Kişot dünyanın en çok okunan eserlerinden biridir ve 38 dile çevrilmiştir.



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




  • Chuichi Nagumo

    Oramiral Chuichi Nagumo
    Doğum Yeri: Yamagato, Honshu, Japonya
    Ölüm Yeri: Kuzey Mariana Adaları
    Bağlılığı: Japon İmparatorluk Donanması
    Hizmet yılları: 1908-1944
    Rütbesi: Filo Amirali
    Birimlerde: Tüm birimler
    Kumanda ettiği: Uçak Gemisi Vurucu Gücü,
    1.Hava filosu
    Savaş/Çatışma: II. Dünya Savaşı, (Doğu Solomonlar Savaşı),
    Santa Cruz Adaları Savaşı,
    Hint Okyanusu Baskını,
    Pearl Harbor saldırısı,
    Darwin saldırısı,
    Midway Savaşı
    Madalya: Yükselen Güneş Nişanı Altın ve Gümüş Yıldız 2. Sınıf,
    Yükselen Güneş Nişanı Altın şeritli boğaz kordonlu,
    Kutsal Hazine Nişanı yüksek kordonu,
    Altın Çaylak Nişanı (3. sınıf)
    Chuichi Nagumo (Japonca: 南雲 忠一, Nagumo Chūichi, 25 Mart, 1887–6 Temmuz, 1944) Japon İmparatorluk Donanmasında Oramiral ve çok kısa bir süre Japon İmparatorluk Donanması 1. Hava Filosu kumandanlığı yaptı. Ayrıca donanma içinde sınırsız büyüme ve dünyanın en güçlü donanması oluşturma isteği içindeki filo hizipinin de bir üyesiydi.

    Darwin bombardımanı ve Pearl Harbor saldırısı(Uçak gemisi vurucu gücü bölümünde) filo kumandanıydı ve bir grup askeri cephede de görev aldı. Midway Savaşında yenilgiye uğradılar ve sonrasında Saipanda kendini adıyarak intihar etti. Torpido saldırılarında uzmanlaşmıştı.



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




  • @CfgMaster

    Tamam dostum.Bundan sonraki paylaşımlara resim de ekleyeceğim.


    Michael Schumacher


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Michael Schumacher (d. 3 Ocak 1969, Hürth, Hermülheim (Köln yakınlarında)) 7 defa dünya şampiyonu olmuş Alman Formula 1 pilotudur. Evli ve üç çocuk babasıdır.Formula 1' de yarışmaya 1991 yılında Jordan Takımı' nda başlamıştır. Daha sonra Benetton formula takımıyla anlaşarak ilk tam sezonu olan 1992' de de Formula 1' deki ilk yarış zaferini kazanmıştır. 1994 ve 1995 yıllarında üst üste 2 şampiyonluk elde ederek "en genç çifte şampiyon" olma unvanını elde etmiştir(Bu rekor 2005 yılında Fernando Alonso tarafından kırıldı). Bu şampiyonlukların ardından 1996 yılında Scuderia Ferrari' ye geçerek 2000 - 2004 yılları arasında önlenemez bir başarı elde ederek 5 kez üst üste şampiyon olmuştur.

    İstatistiklere göre en başarılı Formula 1 pilotu sayılır. Sahip olduğu rekorlar arasında en fazla şampiyon olma, en fazla yarış kazanma, en fazla puan toplama, en fazla üst üste yarış kazanma ve bir pistte en fazla yarış kazanma gibi başarılar bulunmaktadır.

    Michael Schumacher 10 Eylül 2006 tarihinde Monza' da yapılan İtalya Büyük Ödülü' nden sonra Formula 1 kariyerini bırakacağını açıklamış ve 22 Ekim 2006 tarihinde yapılan Brezilya Büyük Ödülü' nün ardından Formula 1 kariyerine noktayı koymuştur.




  • Michael Phelps


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Michael Phelps (d. 30 Haziran, 1985) ABD'li yüzücü. Phelps 2004 Yaz Olimpiyatları'nda altı altın, iki bronz toplam sekiz madalya kazanmış ve 1980'de Alexander Dityatin'in bir olimpiyatta en fazla madalya alan kişi rekorunu paylaşmıştır.[5] Uzun kulvarda 200m kelebek, 400m bireysel karışık, 200m bireysel karışık, 200m serbest dünya rekorlarının sahibidir. Olimpiyat oyunlarında aldığı 14 altın madalya ile olimpiyat tarihinin en çok altın alan sporcusudur.Toplam 37 madalyası vardır.

    Anne adı Debbie,baba adı Fred'dir.Annesi ve babası 1994 yılında boşanmıştır.Kendisinden büyük iki kızkardeşi vardır.İsimleri Whitney ve Hilarydir.Ablaları 1995 Dünya Şampiyonası'nda Amerikan takımında yer almaktaydı.Ayrıca bir kedisi, bir bulldog cinsi köpeği vardır.Yüzme dışındaki hobileri video oyunları oynamak ve televizyon izlemektir.Amerika başbakanı George Walker bush onu Beyaz saraya davet etmiştir.Annesi okul müdiresi babası polistir.Annesini şu şekilde tanımlamaktadır o benim için herşeyi yaptı...

    Çocuk yaşta hiper aktivite rahatsızlığınin tedavisi için yüzmeye yönlendirilimiş ve fiziki farklılığının yüzmede ona avantaj sağladığını fark ederek bu konuda kendini geliştirmiştir.Dolaşım sistemi ve damar yapısı normal insanlardan daha farklıdır.Kulaç uzunluğu boyu ile orantılı olması gerekirken 7 cm daha fazladır.(kaynak:TRT)

    Pekin 2008'e, ABD'li yüzücü Mark Spitz'in Münih-1972'de 7 altın madalya alarak kırdığı rekoru da kırma amacıyla gelen Phelps, böylece bir olimpiyatta 8 altın madalya kazanan tarihteki ilk sporcu oldu.Yaptığı basın toplantısında Annem bize suda ne kadar güvenli olabileceğimizi öğretti bakın şimdi nerelere geldik demiştir.




  • Michelangelo Buonarroti


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Michelangelo Buonarroti (6 Mart 1475 – 18 Şubat 1564) Ünlü İtalyan rönesans dönemi ressam, heykeltraş, mimar ve şairidir. Tam adı Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni.

    Michelangelo, 6 Mart 1475'te Arezzo yakınlarında Caprese’de doğar. Ailesi, o daha bir aylıkken Floransa’ya taşınır. Annesi, kendisi altı yaşındayken ölen Michelangelo, 13 yaşına geldiğinde Floransa’da fresk ressamı Domenico Ghirlandaio’nun yanına öğrenci olarak verilir. Bertoldo di Giovanni’nin zamanında, Medici ailesine ait olan San Marko bahçesinde çalışan genç Michelangelo, bu arada Lorenzo de' Medici ile tanışır.

    Michelangelo, heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yaratır.

    1505 yılında Papa II. Julius tarafından kendisine, en önemli başarılarından biri olacak Vatikan’ın yanındaki Sistine Şapeli’nin tavan resimlerinin yapılması işi verilir. 3 yıl sonra başlayacağı bu görevi sanatçı, 520 metrekarelik bir alanda yaklaşık dört yıllık bir çalışmanın ürünü olarak bitirir. Ortasının da, her biri Âdem, Havva ve Nuh Tufanıyla ilgili İncil’in Eski Ahit’inden alınma öykülerden esinlenerek yapılan resimlerin bulunduğu dokuz pano bulunan freskin yan unsurları da mitolojik figürlerle bezelidir. Özellikle “Âdemin Yaratılışı” ismindeki sahne batı resim sanatının en canlı tasvirlerinden biri kabul edilir.

    1519 yılında Cosimo de' Medici’nin soyunun son temsilcisi Lorenzo de' Medici’nin ölmesiyle Michelangelo, onla birlikte genç yaşta ölen Nemours Dükü Giuliano’nun mezarlarının konulduğu kiliseye iki ünlünün heykelini yapar. 1534’te Papa III. Paul’un heykeltraşı ve mimarı yapılan Michelangelo’ya Sistine Kilisesi’nin sunak duvarına bir ‘Kıyamet Günü’ tasviri yapmasını ister. Meryem’in Göğe Yükselişi, İsa’nın Vaftizi ve Musa’nın Hükmü’nün anlatıldığı freskler süsler bu duvarı.

    Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet eden yeni Papa IV. Paul ise, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.” Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy ölçüşebilecek derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara da tanıktır aynı zamanda.

    Bunların başında Rafael ve Leonardo Da Vinci gelir. Bu sanatçılar arasında keskin ancak hoşça bir rekabet vardır. Anlatılan bir öyküye göre, sanatçının rakiplerinden Rafael ve Bramante, işbirliği yaparak Michelangelo’ya Sistine Kilisesinin işini verdirmeye çalışırlar. Böylelikle, kendini ressamdan çok bir heykeltıraş olarak kabul eden Michelangelo, bu işi kabul etmeyerek Papanın gözünden düşecektir. Hayatının son dönemini Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin mimarı olarak geçiren Michelangelo 18 Şubat 1564'te 89 yaşında ölür.


    Rönesans sanatına benzersiz bir etkide bulunan Michelangelo, klasik sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı sıra asıl olarak, insan formunu her açıdan tasvir edebilmek için kadavralar üzerinde çalışıp, Yunan ve Roma sanatından devraldığı idealleştirilmiş insan tasarımlarını ulaştığı gerçekçilik boyutunu yakalamaya çalışır. Batı resminin babası olarak bilinen Giotto’nun resmindeki doğallık ve gerçekçilik ile 15. yüzyıl başında tam olarak anlaşılabilen derinlikte perspektif olgusunu geliştirip kendi tarzına temel yapan Michelangelo onlarca heykel, freske imza atıp Roma’nın yeniden inşa ve düzenlenmesinde de önemli görevler almıştır.




  • Rafaello Santi


     Tarihe Geçmiş İnsanlar



    İtalya'nın Urbino kentinde 6 Nisan 1483'te doğdu. Raffaello, Rönesans hareketlerini, erken gelişmiş becerikli bir genç olarak görmüş, işe on altı yaşında yaptığı “Havva’nın yaratılışı” ve “Trinite” tabloları ile başlamıştır. Raffaello’in babası olan Giovanni Santi de Urbino da ressamlık yapıyordu. Babası 1494 senesinde ölünce Raffaello, kendi evinde dış etkilerden uzak bir şekilde çalışmalarını sürdürdü. Raffaello’in Urbino’daki çalışmalarında Melozzo de Forli, Piero della Francesca ve en çok Pietro Perugino’nun üslûbu görülür. Özellikle, 1503 senesinde tamamladığı “Coronation of Virgin - Taç giyme” tablosunda Perugino’nun etkisi görülür. Bunun en büyük nedeni Floransa'ya gitmeden önce, Perugia'da Pietro Perugino'dan öğrenim görmüş olmasıdır.Perugino'nun bu etkisi altında, 1504 senesinde, çizdiği en son tablo "Kutsal bâkirenin evlenmesi - Marriage of the virgin"dir. Bu resmi ile Perugino’dan üslûp olarak ayrılmaya başlamıştır.



    Raffaello, Floransa’ya gidince kendisini Rönesans’ın içinde buldu. Leonardo da Vinci ve Michelangelo etkisinde kalarak sanatına yenilikler kattı. Floransa’da 1508 senesine kadar yaptığı tabloları “Sistine Madonne” “La Belle Jandinière”, “Madonna of the Chair” ve “Entombmeut”tur.

    Raffaello, Roma’da Papa II. Julius için çalıştı. Roma’ya geldiği zaman, Michelangelo, Julius’un yaptırdığı Sistine kilisesinin süslemesini çiziyordu. Raffaello, burada ilk olarak Papanın kütüphânesini dekore etti. Çizdiği teolojik, felsefî, lirik tablolarında sükûnet; renklerde âhenk; konularda berraklık ve bir bütün ifâde hâkimdir. Raffaello’in yaptığı işlerden biri de kumaş üzerine koyduğu süslemelerle, duvar örtüleri hazırlamasıdır. 1513-1521 seneleri arasında hazırladığı on adet büyük duvar süsleme örtüleri, Sistine kilisesinde kullanılmıştır. 1514 yılında, Papa Leo X'in emri altında da Saint Peter Bazilikasının baş mimarı olarak görev yaptı.


    37. doğum gününde, 6 Nisan 1520'de, Roma'da öldü. Raffaello, Avrupa’da klâsik ressamlığın temelini atmıştır. Michelangelo’dan farklı olarak görünen her şeyi bütün zenginliğiyle tabloya aktarmış, târihî ve Hıristiyanlığa âit dînî konulara sâdık kalmış, pozlara konuşuyormuşcasına ifâde niteliği kazandırmıştır.




  • Ludwig van Beethoven



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Ludwig van Beethoven (16 Aralık 1770-26 Mart 1827) Alman klasik müzik bestecisi.

    Ludwig van Beethoven 1770 yılında Bonn’da mütevazı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İlk müzik öğretmeni babasıdır. Alkolik bir müzisyen olan babasının Beethooven’a piyano eğitiminde çok sert ve acımasız davrandığı bilinir. Mutsuz bir çocukluk geçiren Beethoven, küçük yaşlarda ailesinin geçimine katkıda bulunmak için kilisede piyano çalarak çalışmaya başlamıştır.

    1792 yılında Viyana’ya giden Beethoven klasik müziğin ünlü bestecisi Joseph Haydn’ın yanında çalışmaya başladı. Joseph Haydn kısa sürede Beethoven’ın üstün yeteneğini fark etti ve her konuda ona destek oldu. Beethoven, başlarda besteci olarak değil piyanist olarak adını duyurdu. Daha sonra yaptığı bestelerle klasik müziğin 19. yüzyılın sonuna kadar yaşayan tüm müzisyenlerini etkiledi.

    Beethoven’ın dokuz senfonisi, beş piyano konçertosu, bir keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunmaktadır. Sadece bir opera, Fidelio, bestelemiştir. İlk senfonisini 1800 yılında yapmıştır. 3. senfonisini, Eroica olarak da bilinir, Napolyon’a Avrupa’ya demokrasi getirdiği için adamıştır. Ancak daha sonra Napolyon kendini İmparator ilan ettiğinde bu adamayı geri almıştır. 9. senfoni ise en çok bilinen ve bugün Avrupa Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir.

    Beethoven çok titiz çalışan bir müzisyendi. Müziği, ifade gücü ve teknik olarak çok üst seviyedeydi. Beethoven, Haydn ve Mozart’tan devraldığı prensipleri geliştirdi, daha uzun besteler yazdı ve daha tutkulu, dramatik eserler oluşturdu. Özellikle Op. 109 piyano sonatıyla Klasik müziğin Romantik Dönemini başlatmıştır.

    Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven 1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiştir. Hatta hepimizin çok iyi bildiği 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiştir.

    1827 yılında 56 yaşındayken dünyaca tanınan bir besteci olarak ölmüştür ve cenazesine otuz bine yakın insan katılmıştır.




  • Pablo Picasso



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Pablo Picasso, tam adı ile Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Clito Ruiz y Picasso (25 Ekim 1881 – 8 Nisan 1973), İspanyol ressam ve heykeltıraş. 20. yüzyıl sanatının en iyi bilinen isimlerindendir. Georges Braque ile birlikte kübizm akımının temelini atmıştır.


    Picasso 25 Ekim 1881'de Malaga, İspanya’da doğdu. Babası resim öğretmeni olabilir. Resim yeteneği kısa sürede keşfedildi. Yazı yazmadan önce resim yapmayı öğrendi. 1895'te Barcelona Güzel Sanatlar Okulu'na girdi. 1901 yılından itibaren anne soyadı olan Picasso'yu kullanmaya başladı. Desenleri İspanyol bir dergi olan Juventut'ta yayımlandı. Çok yoksul bir ailenin çocuğu olan Picasso, Çatanov tarafından hor görülmüstür.

    1900'de ilk kez Paris'e gitti. Dönemin yenilikçi sanatçılarının yaşadığı Montmartre semtinde bir süre yoksulluk içinde yaşadı. Picasso yaklaşık 1901-04 arasındaki ilk dönem yapıtlarında sıradan insanların, sirk palyaçolarının, akrobatlarının resimlerini yaptı. Büyük kentlerdeki yaşam kadar, sirk yaşamı da ilgisini çekiyordu. Ne var ki, tablolarında bu yaşamın hüzünlü yanını yansıttı. Sanatçının bu dönemi 'Mavi Dönem' olarak tanımlanır. Dört çocuğu olmuştur.






  • Karındeşen Jack



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Karındeşen Jack, 1888 yılının ikinci yarısında İngiltere'nin başkenti Londra'nın varoş semti Whitechapel'da faaliyet göstermiş seri katile (veya katillere) verilmiş isim. Katile Jack ismi, Merkezi Haberalma Örgütü'ne katil olduğunu iddia eden bir kişi tarafından gönderilmiş mektuba binaen verilmiştir. Bu mektup cinayetlerin işlendiği dönemde basılarak yayınlanmıştır.

    Tamamı hayat kadını olan kurbanlardan beşinin aynı kişi veya kişilerce öldürüldüğü kesinleşmiştir. Ancak Karındeşen Jack'e maledilmiş yaklaşık 20 cinayet vardır. Cinayet dosyası cinayetlerden iki sene sonra kapatılmıştır. Ancak günümüz İngiliz dedektifleri ve bilim adamları, modern teknolojinin de yardımıyla halen cinayetleri aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Günümüze kadar ulaşmış tek fiziki kanıt, kurbanlardan birine ait olduğu iddia edilen şaldır.

    Karındeşen Jack'in yöntemleri vahşiceydi. Kurbanlarını önce boğazlayarak etkisiz hale getiriyor daha sonra da boğazlarını kulaklarına kadar kesiyordu. Ufak tefek değişikliklerle beraber kurbanların tamamına yakınının karnı ve cinsel organları deşilmiş, bazı organları çalınmış, bazen de burun ve/veya kulakları kesilmiş olarak bulunuyordu. Jack kurbanlarını, dizleri karna çekilmiş ve bacakları açık bir şekilde düzenleyerek terkediyordu. İç organların çıkarılması nedeniyle katilin cerrah olabileceği iddiaları ortaya atıldı ancak kanıtlanamadı.

    Karındeşen Jack'in kimliğine dair onlarca iddia ortaya atılmıştır ancak hiçbiri kanıtlanamamıştır. Bu şüpheli listesi birçok önemli ve soylu kişiyi de içermektedir. Katil olduğunu iddia eden kişinin Merkezi Haberalma Örgütü'ne gönderdiği mektubu inceleyen uzmanlar mektubun yazarının alt tabakadan, eğitimsiz biri olduğu sonucuna varmışlardır.




  • 
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.