Şimdi Ara

Parapsikoloji

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
8
Cevap
0
Favori
678
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj




  •  Parapsikoloji





    Parapsikoloji






    Parapsikoloji paranormal (normal olmayan) fenomenleri zihinsel kavramlar ve süreçlerle açıklamaya çalışan bir daldır. Bilimsel olduğunu iddia etmesine karşın, bilimselliği tartışılan bir konudur. Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan Parapsikoloji telepati, psikokinezi gibi medyumluk yeteneklerini ve benzeri psişik fenomenleri konu alır. Bir başka deyişle, Parapsikoloji paranormal (normal ötesi) güçleri, ruhsal yetenekleri ve bunlarla ilgili olguları inceleyen bir bilimsel araştırma alanıdır.

    Parapsikoloji terimi eski Yunanca’da “ötesinde” anlamına gelen “para” sözcüğünün, “ruhbilim” anlamında kullanılan “psikoloji” terimine eklenmesiyle elde edilmiş olup Oesterreich tarafından ortaya atılmıştır. Önceleri bu alan için metapsişik terimi kullanılıyordu. Kimilerine göre, Parapsikoloji materyalist metapsişiğe verilen yeni isimdir.

    Parapsikolojinin öncüsü A.B.D.’li biyoloji doktoru ve bitkibilimci olan Prof. J. B. Rhine’dır. Rhine çalışmaları sonucunda bazı kişilerin bedensel duyuları kullanmadan dış dünyadan ya da diğer insanların zihinlerinden bilgi edinebileceklerini gözlemlemişti. Bu olguya duyular-dışı algılama ya da duyular-dışı idrak (DDA veya DDİ – İngilizce kısaltılmışı: ESP extra sensory perception) adını verdi. Daha önceden bu çalışmalar için Fransız bilimci Boirac tarafından parapsişik ifadesi kullanıyordu. Prof. W. McDougall bu ismi parapsikoloji terimiyle değiştirerek bu terimin uluslararası sahada kabul görmesini ve literatürde yerini almasını sağlamıştır.




     Parapsikoloji


    Parapsikoloji alanına giren konular

    Parapsikolojik incelemelerde psişik yetenekler ve deneyimler biçimi bakımdan iki grupta ele alınırlar:

    A) Zihinsel deneyimler: Parapsikoloji araştırmalarında zihinsel ya da öznel ortaya çıkan fenomenleri kapsar. Burada süjenin, yani deneğin dış dünyadan aracısız bilgi alması olayı ile karşılaşılır. Bu fenomenler parapsikolojide DDA başlığı altında incelenir. Durugörü (uzaktan görme), telepati (düşünce nakli, uzaduyum), prekognisyon (önceden bilme), psikometri (ruhsal ölçüm), şifacılık, beden dışı deneyimler (astral projeksiyon) ve benzeri fonemonler bu gruba girer.
    B) Fiziksel etkiler: Süje bedenini kullanmadan çevresindeki eşyalar üzerinde fiziksel etkiler oluşturduğu fenomenleri kapsar. Bu tür fenomenlere telekinezi ya da psikokinezi (PK) denmektedir. PK etkisi, ruhsal gücün madde üzerindeki fiziksel etkileridir.


     Parapsikoloji


    Parapsikolojinin bilim alanına ilerleyişi

    1957'de J. B. Rhine tarafından kurulan Parapsikoloji Kurumu'nun, 1969 Aralık ayında Amerikan Bilim Geliştirme Kurulu'na (AAAS) kabul edilmesi parapsikolojinin saygınlığını kazanmasında önemli bir adım olarak kabul edilir. Kimilerince bu, parapsikolojinin bilimsel saygınlığın resmi biçimde onaylanması sayılabilirdi. Bu olay, özellikle ABD üniversitelerinde psi araştırmalarının artmasına neden olacaktı.

    Fakat parapsikolojinin saygınlığını kazanması esas olarak, 1977’de İzlanda’da yapılan uluslararası kongrede sunulan, “İzlanda Tezleri” adıyla tanınan rapor ve verilerin bilimsel değerlerinin 1973 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi Brian Josephson tarafından onaylanmasıyla başlamıştır. Çoğu araştırmacı İzlanda Kongresi’ni parapsikolojinin “tarihi an”ı olarak nitelendirir.

    Günümüzde parapsikolojik araştırma kuruluşlarının bir kısmı "psişik araştırma" adı altında etkinlik göstermektedir. Parapsikoloji günümüzde A.B.D.'nden Yunanistan'a dek yaklaşık 60 ülkede üniversitelerde kürsü edinmiş bulunmakta ve okutulmaktadır. Bu üniversitelerin web siteleri de bulunmaktadır.

    Parapsikolojinin kökenleri ve gelişimi

    Parapsikologlar parapsikolojinin tarihini dört devreye ayırmışlardır. Antik Dönem, Mesmerizm Dönemi, Spiritüel bilgilerin yayıldığı yani ekolleştiği Dernekleşme Dönemi ve bir bilim dalı olarak üniversitelere yayıldığı Günümüz Dönemi. Kısaca bu dönemleri inceleyelim.

     Parapsikoloji


    Antik dönem

    Klasik dönem de denmektedir. Bu dönemi tarih çağlarından başlayarak 1700’lü yıllara kadar taşıyabiliriz. Psişik yetenekler son yıllarda ilgi duyulup incelenen bir dal değildir. Örneğin Antik Yunan ve Roma’da bu olgular bilinmekteydi. O dönemde yaşamış Fisagor, Eflatun, Çiçeron, Seneca, Virgil ve pek çok bilim, sanat ve devlet adamı bu konuları incelemişlerdi. Yine bazı yazıtlardan, duvar resimlerinden eski insanların Radyesteziyi bildiklerini anlıyoruz. Yani o dönemlerde çatal çubuk yöntemiyle toprak altında su ve maden araması yapılmıştır. Bilinen en eski çatal çubuk resmi M.Ö. 1300 yıllarına aittir ve Mezopotamya’da bulunmuştur. Gene Yunan kültüründe prekognisyon yani önceden bildirme, haber verme (kehanet) olayları oldukça yaygındı. Gerek Yunanistan’da gerek Anadolu’da birçok kehanet merkezleri, tapınakları mevcuttur. Bu döneme ait psişik kayıtlar elbetteki günümüze kadar olduğu gibi korunabilmiş değildir. Ancak, o dönemleri anlatan ikinci el eserlerden bunları elde etmemiz mümkün olmaktadır. Dolayısıyla arkeoloji biliminin yeni bulgu, bilgi ve birikimi arttıkça tarihi çağlarda yaşanmış psişik deneyimleri daha doğrudan elde etmiş olacağız.

     Parapsikoloji


    Mesmerizm dönemi

    Parapsikolojinin temelleri bu dönemde ortaya atılmıştır diyebiliriz. Çünkü bu dönemde ilk defa bir bilim adamı, bir tıp adamı, hastalarını ruhsal şifa yöntemleriyle tedavi ettiğini tüm dünyaya duyurmaktaydı. 1700’lü yıllarda Viyanalı Doktor Anton Mesmer kendisine sinir rahatsızlığı ile gelen bazı hastaların tedavisi sırasında normal tıbbi müdahalenin yanı sıra mıknatıslı çubuklar kullanarak da sonuç alabileceğini farketti. Araştırmalarına devam eden Mesmer bir müddet sonra mıknatıs çubuk yerine ellerini kullanarak da aynı işi yapabileceğini keşfetti. Mesmer bunu, canlıların bedenlerinden yayılan Canlısal Manyetizma denilen bir güçle açıklıyordu. Mesmer bu dönemlerde oldukça ciddi çabalar içerisinde bulunmuştu. Aleyhinde birçok meslektaşı vardı, fakat daha önemlisi sayısız hastası da onun yöntemleriyle şifa bulmuştu. Mesmer’in çalışmalarını Fransız Aristokrat Marki de Puysegur devam ettirmiştir. Puysegur bu bedensel manyetizma enerjisinin sadece şifacılarda bulunmadığını, her insanda mevcut olduğunu iddia ederek, hastadaki inanç ve iradenin fizik beden üzerinde değişiklikler meydana getirdiğini söylüyordu. Puysegur kendi yöntemleriyle insandaki suni uyurgezerlik olayını ortaya çıkardı ve buna “somnambulizm” adını verdi. Bu farklı şuur seviyesinin keşfi gelecekte birçok parapsikolog ve metapsişikçinin çalışmalarında büyük olanaklar sağlamıştır. Çünkü birçok duyular dışı algılama, halk arasındaki ismiyle altıncı duyumuz, bu şuur seviyesinde daha rahat ortaya çıkmaktadır. Bu ilk araştırmalarla ileride gelişecek olan parapsikoloji biliminin temeli atılmış oluyordu. Artık bilim adamlarının eline birtakım doneler geçmişti. Dernekleşme dönemi

    Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihini oluşturan dernekleşme döneminde başlıca iki kuruluşun faaliyetlerini görüyoruz: Klasik deneyleri ile ilk adımları atan, 1882’de kurulan İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği ve Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de Kuzey Carolina Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesinde kurduğu Parapsikoloji Laboratuarıdır.


    SPR (İngiltere Psişik Araştırmalar Derneği)

    19. Yüzyılın sonlarına doğru birtakım aydınlar bilimin getirmiş olduğu katı materyalist anlayışı ve bu anlayışın getirdiği kısır dünya felsefesini anlamışlar ve buna karşı açık tepkilerini de koymuşlardır. Bu tepkiyi ortaya koyanlar daha sonra da göreceğimiz gibi, gene o dönemin önde gelen ünlü bilim adamları olmuştur. 18. ve 19. yy. bilim anlayışına göre insan tesadüflerle oluşmuş gayet mekanik ve otomatik yapıya sahip bir varlıktı. Bu açıklamalarla yetinmeyen ve insan varlığının daha üstün, daha aşkın bir öze sahip olduğunu anlayan bu aydınlardan bir kısmı 1882 yılında Londra’da Psişik Araştırmalar Derneği’ni kurdular (İngilizce kısaltılmışı SPR: Society for Psychical Research). Dernek bazı bilim çevrelerince o kadar ilgi görüyordu ki gerek başkanları gerekse üyeleri tanınmış bilim adamlarıydılar. Başkanlar arasında Nobel ödülü almış üç bilim adamı, bir başbakan ile çoğu fizikçi ve filozoflardan oluşan çok sayıda profesörler bulunmaktaydı. Bir fikir vermesi açısından bu başkanların bazılarını belirtelim: Derneğin ilk başkanı felsefe profesörü Henry Sidgwick’tir. 1893 yılı başkanı, filozof ve bir dönem İngiltere devletinde başbakan olan Arthur Balfour’dur. 1894 yılı başkanı Amerikalı psikoloji ve felsefe profesörü ünlü William James’tir. 1896 yılında derneğe başkanlık yapmış olan isim radyometrenin ve Crookes tüpünün bulucusu Thallium’un kaşifi Sir William Crookes’dir. 1901’de ünlü İngiliz fizikçi ve yazar Profesör Sir Oliver Lodge derneğe başkanlık yapmıştır. 1905’de Fransız fizyolog ve tıp Profesörü Charles Richet, yine 1913’de Fransız filozofu Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ünlü Profesör Henri Bergson gibi ünlü isimler dönem dönem derneğin başkanlığını yapmışlardır. Burada isimleri aktarmaya devam etsek, liste uzayıp gidecektir. Anlatmaya çalıştığımız ruhsal araştırmalar alanında kurulmuş bu ilk dernek aslında hiç de önemsiz, küçük, kendi alanında araştırmalar yapan bir dernek değildi. Aksine gerek kurucuları gerek başkanları gerekse üyeleri o dönemin bilim ve düşünce tarihine isimlerini yazdırmış kimselerdi. Bu aydın bilim adamları o dönemde tek bir noktada uzlaşıyorlardı: 19. yy. biliminin kendilerini içine sürüklediği mekanik kör düğümden çıkacak bir yol bulmak. İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği üyeleri bu amaçla insan varlığının duyular dışı yönlerini ve özellikle de psişik yeteneklerini inceleme yoluna gittiler. Konuyla ilgili yüzlerce vaka topladılar ve bunları hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan objektif bir biçimde incelediler. Bunun yanı sıra bu araştırmaları destekleyici birçok psikolojik araştırmalar da yaptılar. Çoğunun yüksek dereceli çabalarından dolayı o günlerde açıklanamaz olarak görülen olaylar bugün birçok ılımlı bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca aralarında Freud, Janet ve C.G. Jung’un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu Derneğin üyesiydi. Bu ünlü psikologlar da dernek çevresinde çok önemli ve faydalı çalışmalar vermişlerdir. Psikoanaliz ekolünün kurucusu Freud “eğer yaşamımı tekrarlayabilseydim, kendimi psikanaliz yerine parapsişik araştırmaya adardım” demiştir. Kendisinin telepatiyle ilgili görüşlerini bildirdiği “Psikanaliz ve Telepati” başlıklı raporu birtakım bilim çevrelerinin baskısı nedeniyle ancak ölümünden sonra yayınlanmış ve beklenildiği gibi pek yankı da uyandırmamıştır.

    ASPR ve diğer kuruluşlar

    SPR’nin kuruluşundan birkaç yıl sonra 1885’te Amerikanın Boston eyaletinde özellikle psikolog William James’in çabalarıyla parapsişik araştırmalar yapmak üzere yeni bir dernek kuruldu. Bu derneğin adı da Amerikan Psişik Araştırmalar Derneğidir (ASPR: American Society for Psychical Research). Bu derneğin de üyeleri parapsikolojik, parapsişik ya da paranormal diye adlandırılan her türlü olayı incelemek amacını güdüyordu. SPR ve ASPR’yi örnek alan diğer Avrupa ülkeleri de birbiri ardına, psişik araştırmalara eğilmeye, dernekler kurmaya başladılar. Fransızlar 1919’da ilk başkanlığını Dr. Charles Richet’in yaptığı Uluslararası Metapsişik Enstitüsü’nü kurdular. Bir Fizyoloji Profesörü olan Dr. Charles Richet aynı zamanda psişik deneylere istatistiksel yöntemi ilk kez uygulayan kişidir. İnsandaki normal psişik halleri aşıp geçen duyular dışı yetenekleri ifade etmek üzere metapsişik terimini ilk kez kullanan kişi Charles Richet’tir. Kısa bir süre sonra Almanya, İtalya ve İskandinav ülkelerinde de benzeri kuruluşlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ardından 1921 yılında Kopenhag’da ilk Uluslararası Psişik Araştırma Konferansı toplanarak parapsikolojik araştırmalarda uluslararası bir platform oluşmaya başlamıştır. Bu yıllarda artık ülkeler, bu alanda birbirlerinden bilgi almaya başlar hale gelmişlerdir. Araştırmacı Hereward Carrington’ın yayımladığı bir rapora göre 1930’a kadar -öncü ülkelerin dernekleri dışında- şu ülkelerde psişik dernekler kurulmuş bulunuyordu: Avusturya, Rusya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. (Bu listeye, resmi olmayan kuruluşlar dahil edilmemiştir.)

    Parapsikoloji laboratuarda Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuarı

    Parapsikoloji tarihinde adından en çok söz edilen kişi hiç kuşkusuz parapsikolojinin babası olarak bilinen Prof. J. B. Rhine’dır. Rhine’ın iki önemli adımı olmuştur; bunlardan ilki 1932 yılında Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde resmen kurmuş olduğu Parapsikoloji Laboratuarı, diğeri de bu laboratuarda yapmış olduğu iddialı, bilimsel çalışmalarıdır. Kurulan bu laboratuar sembolik olarak büyük bir önem taşıyordu. Parapsikoloji, bu laboratuarla ilk kez akademik bir saygınlık kazanmıştır.

    Rhine’ın bu laboratuardaki çalışmalarıyla parapsikoloji bilimsel temellere oturmuştur.Kuruluşundan bugüne kadar ruhsal yeteneklerin farklı tiplerinin ölçümüyle ilgili yöntemler bu laboratuarda geliştirilmiştir. Örneğin DDA testlerinde kullanılan Zener Kartları bu laboratuvarda Karl E. Zener tarafından bulunmuştur.Gene istatistik yöntemler laboratuarda oldukça sık olarak kullanılmıştır. Prof. J. B. Rhine’ın 1965 yılında üniversiteden emekli olmasıyla bu laboratuar yine aynı kentteki İnsan Doğasını Araştırma Vakfı’na (FRNM) bağlı olarak hala çalışmalarını sürdürmektedir.

    İlginçtir ki Rhine’ın ardından yani 1960’lı yıllarda tüm Avrupa ve Amerika’da parapsikoloji biliminde durgunluk dönemi yaşanmasına rağmen bu dönemde Rusya ve ona bağlı sosyalist ülkelerde bu dalda büyük bir ilerleme görüyoruz. Bunun sebebi batı dünyasının materyalist ekoller altında kaba bilimsel yöntemler kullanması ve bu yöntemler sonucu çok büyük ilerlemeler gösterememiş olması ayrıca Rusların oldukça materyalist bir ülke olmasına rağmen bu konudaki çalışmalarda sağlayacağı askeri ve siyasi üstünlüğü düşünerek daha pragmatik yöntemler kullanmasıdır. Örneğin 1968 yılında yapılan uluslararası parapsikoloji kongresinde Batılılar hala istatistik ve ihtimal hesaplamalarını tartışırlarken Sovyetler delegeleri bütün duyular dışı algılama olaylarının ispatlanmış olduğundan bahsediyorlardı. Çünkü onlar Batılı meslektaşlarıyla aynı yöntemleri kullanmamışlardı. Parapsikolojik araştırmaların istatistik ve ihtimal hesaplamalarıyla ispatlanamayacağını çünkü bu tür olaylarda tekrarlanabilirliğin her zaman mümkün olmadığını biliyorlardı. Bu mantık ve yöntemlerle hareket eden Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Çin, Moğolistan gibi ülkelerde de parapsikoloji çalışmaları devlet desteğinde sürdürülmüş ve bir yığın olumlu sonuç elde edilmiştir.

    Parapsikoloji bilimi kökenini, yaygın olarak “paranormal deneyimler” olarak adlandırılan kendiliğinden ortaya çıkan olaylardan almaktadır. Bu tür deneyimler hemen hemen tüm kültürlerin folklorunda anlatıla gelmiştir ve genel olarak rapor edilenler birbirinin çok benzeridir. Chicago Üniversitesi Ulusal Düşünceyi Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki, Amerikalıların büyük bir çoğunluğu hayatlarının herhangi bir döneminde, bir ya da birden fazla (herhangi türden) bir ruhsal deneyim geçirmiştir. Avrupa ve başka yerlerde yapılan benzeri araştırma ve anketlerle de benzeri sonuçlar elde edilmiştir. Psişik olayların en yaygın tiplerinden birisi “DDA rüyaları” olarak adlandırılan rüyalardır ki, bu tür rüyalarda kişi rüyasında gerçekten o anda bulunduğu yerden uzakta olmakta olan bir olayı algılamaktadır ve çoğunlukla da uykusundan uyanmaktadır. Kişinin rüyasında gördüğü olay hakkında uykuya dalmadan önce hiçbir bilgisi ve düşüncesi yoktur. Fakat rüyasını anlattıktan sonra yapılan incelemede doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Bu tür rüyaları anneler oldukça fazla görmektedirler. Örneğin, bir anne rüyasında, evden uzakta bir yerde trafik kazası geçiren çocuğunun durumunu (hem de ayrıntılarına varana kadar) görebilmektedir. Bunun biraz değişik bir tipi de gündüz (uyanık olarak) görülen rüyalar ya da algılamalardır. Örneğin, evden uzakta bulunan bir anne birdenbire telaşlanarak eve gitmesi gerektiğini düşünür ve söyler. Gerçekten de evine geldiğinde çocuğunu kritik bir durumda bulur. Eve gelene kadar da niçin eve gittiğini, böyle bir itilim içine neden girdiğini bilemez ve açıklayamaz. Bu, anneye, söz konusu çeşitli kaynaklardan gelen sezgisel bilgidir ve anne bunu beş duyusu dışında yani DDA yeteneğiyle algılamıştır. Bu, annenin açıklayamadığı telepatik bir algılama olduğu gibi klervoyan (durugörür) ya da prekognitif bir algılama da olabilmektedir. Bunlar, DDA’nın kendiliğinden ortaya çıktığı zihinsel türdeki deneyimlerin en yaygın örneklerini oluşturmaktadır. Spontan olarak (kendiliğinden) ortaya çıkan bu tür olaylar hemen hemen her toplum tarafından ciddiyetle ele alınmaktadır. Bu tür olaylar özellikle maji ve din alanında önemli yer tutmuştur. Fakat ne yazık ki, pozitif bilimin güçlenmesiyle, “realitede” ikna edici temellerden yoksundur gerekçesiyle, bu tür olaylar göz ardı edilmeye başlanmıştır, en azından parapsikoloji biliminin ortaya çıkışına kadar.




    Parapsikoloji alanında kullanılan belli başlı terimler

    Analjezi
    Backster etkisi
    Beden-dışı deneyimler
    Beyin dalgaları
    Bitkisel psişizm
    Biyoenerji
    Biyoplazma
    Coğrafi (gezici) durugörü
    Değişik şuur halleri
    Düşünce fotoğrafçılığı
    Empati
    ESP
    Felaket belirtisi
    Ganzfeld uyarımı
    Geller etkisi
    Hayvansal psişizm
    Hedef
    Hedef değiştirme
    Hiperestezi
    İkinci kişilik
    İmajinasyonu yönlendirme
    İzolasyon kabini
    Kirlian fotoğrafçılığı
    Levitasyon
    Lüsid rüya
    NREM periyodu
    Ölüm döşeği vizyonları
    Ölüm-ötesi deneyimi
    Paranormal fenomen
    Past-life regression
    Psi
    Psi Enerji
    Psikokinezi
    Psikotronik
    Psişik
    Psişik yetenek
    Psiyonik
    Uyku-uyanıklık arası
    Yaratıcı vizüalizasyon
    Zaman-dışı algılama








    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi OğuzhanAhan -- 31 Temmuz 2007; 20:21:27 >







  • Yararlı olabilir;

    Parapsikoloji
    http://forum.donanimhaber.com/m_11265253/tm.htm
  • Başka bir forumdan benim tamamen katıldığım bir yazıyı buraya aktarmak istiyorum... Gerçekten mükemmel bir yazı muhakkak okuyun..

    Öncelikle fizik ve metafizik üzerine en temel noktayı vurgulamak lazım.
    Fizik ve tüm bilimler materyalist yapı üzerine oturtulmuşlardır.
    Burada herşeyin temeli maddedir.
    Soyut varsa bile somuttan doğmuştur.
    Bu durumda tüm yapı deteministik hale geliyor.
    Tüm varlıklar yapmak zorunda olduğu şeyi yapan (fizik yasaları uyarınca) makineler haline geliyorlar.
    Evren ‘ben’imiz/irademiz/duygularımız/düşüncelerimiz dahil tıkır tıkır işleyen bir saatten öte bir şey olmuyor.
    Cansız/bilinçsiz (çünkü bilinç bir yan ürün)/statik bir evren.

    Böyle başlayan bir yapı üzerine ancak bu kurulabilir.
    Bunu savunanlar, bunu savunmanın veya savunmamanın bile ellerinde olamayacağı bir evreni savunduklarının farkındalar mı?
    Onlar var değiller.
    Çünkü maddeyi, determinizmi baz alan bir evrende bunu savunacak iradeye/düşünceye sahip bir kimse ‘gerçekte’ yok.
    Herşey bir film, çekilip bitmiş.
    Sonunu bilmiyoruz ve seyrediyoruz
    bile diyemem, çünkü biz de yokuz.

    İşte bunu diyorum
    Kendi yokluğumu ispatlayamam diyorum
    Klasik bilim şu anda bu durumda.
    Kendi bindiği dalı kesiyor.
    Çağımızın artan anlamsızlık/boşluk krizlerine bakın.
    Çünkü eğer gidebilirsek bu yolun çıktığı yer orası.
    Ama gidemeyiz.
    Bu yolu gitmek için var/bilinçli/iradeli olmak gerek.

    Bilim nasıl bu noktaya ulaştı?
    Bilimin en büyük buluşu, deney yapma olgusu.

    Bu noktadan sonra atağa kalktı.
    Bakın şu şartlarda şunları yaparsanız şu sonuca ulaşabilirsiniz, herkes ulaşabilir.
    Objektif bir kriter.

    Neden metafizik deneyler yapamıyoruz?
    Metafizik de aynı yöntemi kullanabilir, kullanıyor da.
    Ben kendi bedenimi ve yaşamımı uzun süredir bir laboratuvar olarak kullanıyorum.
    Deneyler yapıyorum, çıkarsamalar yapıyorum, olasılıkların sonuçlarını deniyorum.
    Ama aynı deneyler herkes için tekrarlanabilir değil.
    Daha doğrusu ‘tüm şartlar’ aynı olduğunda evet, aynı sonuca ulaşabilirler.

    Ama nedir bu tüm şartlar?

    İşte metafiziğin klasik bilimden en önemli kopma noktası.

    Bilim somuttan soyuta gidiyor.
    Bilime göre somut soyutu yaratıyor, yönlendiriyor.

    Metafizik ise tersini söyler.
    Metafizikte bilinç ve onun etkisi sözkonusudur.
    Eğer metafizik bir deney yapmak istiyorsanız
    deneye katılan tüm bileşenler aynı olmalı.

    Buna tüm katılımcı ve gözlemcilerin duygu/düşünce/inanç bileşenleri de dahil.
    Çünkü metafiziğin öne sürdüğü kurama göre bunlar etkendir.

    O halde böyle bir deneyi yapmak klasik bir bilimsel deneyi yapmaktan çok daha fazla zordur.
    Çünkü bu bileşenleri aynı tutmak zordur.

    Ancak kendinizde gözlemeniz mümkün.
    Herkes kendi duygu/düşünce/inanç bileşenlerinin kendi yaşamı üzerine olan etkilerini gözleyebilir.
    Ama ‘ispat et’ denince daha birçok kişinin bilinci devreye girer.
    Aynı kişi bile aynı gözüken şeyi başaramaz.

    Eğer düşünce/inanç bir güçse deneyi gözleyenlerin düşüncesi/inancı da bir güçtür.
    Eğer olabilirliğine kuvvetle inanmadıkları birşeyi ispatlamaya çalışıyorsanız,
    kendinize ispatladığınızdan daha büyük bir direnci aşmak zorunda kalırsınız.
    Böylece deney her seferinde farklı bir deney olup çıkar.

    Ben örneğin, zihnin doğru kullanımla, bedeni iyileştirme gücü olduğuna inanıyorum.
    Duygu/düşüncelerin kanseri yenmedeki olumlu etkisi artık tıpta da kabul ediliyor gibi bir şey.
    Moralin etkisi.
    Sahte ilaç alıp iyileşme.
    Veya bir otoritenin yaşayacağınız veya öleceğinizi düşünüyor olmasının,
    Bunu size söylemesinin etkisi...

    Ama tüm bunlar metafiziktir.

    Soyutun somuta etkisi.
    Ki aslında bu dünyanın en garip gerçeğidir ki, biz duygu/düşünceleri/inançları ile hayatına yön veren kişileriz. Atomları ve molekülleri ile değil.
    Yani herzaman soyut somutu yönetmiştir.

    Bu tüm bilimin yeni bir bakış altında yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek kadar büyük bir farktır.
    Çünkü tüm temel yıkılmıştır.

    Gidişin somuttan soyuta değil, tersi olduğunu
    Yaşayan canlı bir evrende bilinçli/özgür varlıklar olduğumuzu anlamamız için bu şarttır.
    Herşeyi parçalayan analiz eden ve canlıyı cansız olana kadar parçalayan yapıyı tersine çevirmek/dengelemek ve herşeyi, tüm varlıkları birleştiren yapıyı görmek için bu gereklidir.

    İşte o zaman insanlar/insanlık evren ve varlıklar arası bütünlüğü/dengeyi/organik birliği görüp kendi bencil ‘küçük ben’leri için ‘diğerleri’ olarak gördüklerini, varlıkları ve dünyayı sömürmeyi bırakabilirler belki.

    Üzerinde yaşadığımız fizik adasının,
    metafizik sular çekildikçe ortaya çıkan yeni kısımlarının sabit/mekanik/ölü değil
    Kendi düşünce ve inançlarıyla, kendi yaşadıkları adayı

    o çekilen/dönüşen sudan/sonsuzluktan biçimlendirdiklerini anlayabilirler.




  • evet aktardığınız yazılar gerçekten ilgi çekici teşekkürler arkadaşlar.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: mika_hakinen

    Başka bir forumdan benim tamamen katıldığım bir yazıyı buraya aktarmak istiyorum... Gerçekten mükemmel bir yazı muhakkak okuyun..

    Öncelikle fizik ve metafizik üzerine en temel noktayı vurgulamak lazım.
    Fizik ve tüm bilimler materyalist yapı üzerine oturtulmuşlardır.
    Burada herşeyin temeli maddedir.
    Soyut varsa bile somuttan doğmuştur.
    Bu durumda tüm yapı deteministik hale geliyor.
    Tüm varlıklar yapmak zorunda olduğu şeyi yapan (fizik yasaları uyarınca) makineler haline geliyorlar.
    Evren ‘ben’imiz/irademiz/duygularımız/düşüncelerimiz dahil tıkır tıkır işleyen bir saatten öte bir şey olmuyor.
    Cansız/bilinçsiz (çünkü bilinç bir yan ürün)/statik bir evren.

    Böyle başlayan bir yapı üzerine ancak bu kurulabilir.
    Bunu savunanlar, bunu savunmanın veya savunmamanın bile ellerinde olamayacağı bir evreni savunduklarının farkındalar mı?
    Onlar var değiller.
    Çünkü maddeyi, determinizmi baz alan bir evrende bunu savunacak iradeye/düşünceye sahip bir kimse ‘gerçekte’ yok.
    Herşey bir film, çekilip bitmiş.
    Sonunu bilmiyoruz ve seyrediyoruz
    bile diyemem, çünkü biz de yokuz.

    İşte bunu diyorum
    Kendi yokluğumu ispatlayamam diyorum
    Klasik bilim şu anda bu durumda.
    Kendi bindiği dalı kesiyor.
    Çağımızın artan anlamsızlık/boşluk krizlerine bakın.
    Çünkü eğer gidebilirsek bu yolun çıktığı yer orası.
    Ama gidemeyiz.
    Bu yolu gitmek için var/bilinçli/iradeli olmak gerek.

    Bilim nasıl bu noktaya ulaştı?
    Bilimin en büyük buluşu, deney yapma olgusu.

    Bu noktadan sonra atağa kalktı.
    Bakın şu şartlarda şunları yaparsanız şu sonuca ulaşabilirsiniz, herkes ulaşabilir.
    Objektif bir kriter.

    Neden metafizik deneyler yapamıyoruz?
    Metafizik de aynı yöntemi kullanabilir, kullanıyor da.
    Ben kendi bedenimi ve yaşamımı uzun süredir bir laboratuvar olarak kullanıyorum.
    Deneyler yapıyorum, çıkarsamalar yapıyorum, olasılıkların sonuçlarını deniyorum.
    Ama aynı deneyler herkes için tekrarlanabilir değil.
    Daha doğrusu ‘tüm şartlar’ aynı olduğunda evet, aynı sonuca ulaşabilirler.

    Ama nedir bu tüm şartlar?

    İşte metafiziğin klasik bilimden en önemli kopma noktası.

    Bilim somuttan soyuta gidiyor.
    Bilime göre somut soyutu yaratıyor, yönlendiriyor.

    Metafizik ise tersini söyler.
    Metafizikte bilinç ve onun etkisi sözkonusudur.
    Eğer metafizik bir deney yapmak istiyorsanız
    deneye katılan tüm bileşenler aynı olmalı.

    Buna tüm katılımcı ve gözlemcilerin duygu/düşünce/inanç bileşenleri de dahil.
    Çünkü metafiziğin öne sürdüğü kurama göre bunlar etkendir.

    O halde böyle bir deneyi yapmak klasik bir bilimsel deneyi yapmaktan çok daha fazla zordur.
    Çünkü bu bileşenleri aynı tutmak zordur.

    Ancak kendinizde gözlemeniz mümkün.
    Herkes kendi duygu/düşünce/inanç bileşenlerinin kendi yaşamı üzerine olan etkilerini gözleyebilir.
    Ama ‘ispat et’ denince daha birçok kişinin bilinci devreye girer.
    Aynı kişi bile aynı gözüken şeyi başaramaz.

    Eğer düşünce/inanç bir güçse deneyi gözleyenlerin düşüncesi/inancı da bir güçtür.
    Eğer olabilirliğine kuvvetle inanmadıkları birşeyi ispatlamaya çalışıyorsanız,
    kendinize ispatladığınızdan daha büyük bir direnci aşmak zorunda kalırsınız.
    Böylece deney her seferinde farklı bir deney olup çıkar.

    Ben örneğin, zihnin doğru kullanımla, bedeni iyileştirme gücü olduğuna inanıyorum.
    Duygu/düşüncelerin kanseri yenmedeki olumlu etkisi artık tıpta da kabul ediliyor gibi bir şey.
    Moralin etkisi.
    Sahte ilaç alıp iyileşme.
    Veya bir otoritenin yaşayacağınız veya öleceğinizi düşünüyor olmasının,
    Bunu size söylemesinin etkisi...

    Ama tüm bunlar metafiziktir.

    Soyutun somuta etkisi.
    Ki aslında bu dünyanın en garip gerçeğidir ki, biz duygu/düşünceleri/inançları ile hayatına yön veren kişileriz. Atomları ve molekülleri ile değil.
    Yani herzaman soyut somutu yönetmiştir.

    Bu tüm bilimin yeni bir bakış altında yeniden gözden geçirilmesini gerektirecek kadar büyük bir farktır.
    Çünkü tüm temel yıkılmıştır.

    Gidişin somuttan soyuta değil, tersi olduğunu
    Yaşayan canlı bir evrende bilinçli/özgür varlıklar olduğumuzu anlamamız için bu şarttır.
    Herşeyi parçalayan analiz eden ve canlıyı cansız olana kadar parçalayan yapıyı tersine çevirmek/dengelemek ve herşeyi, tüm varlıkları birleştiren yapıyı görmek için bu gereklidir.

    İşte o zaman insanlar/insanlık evren ve varlıklar arası bütünlüğü/dengeyi/organik birliği görüp kendi bencil ‘küçük ben’leri için ‘diğerleri’ olarak gördüklerini, varlıkları ve dünyayı sömürmeyi bırakabilirler belki.

    Üzerinde yaşadığımız fizik adasının,
    metafizik sular çekildikçe ortaya çıkan yeni kısımlarının sabit/mekanik/ölü değil
    Kendi düşünce ve inançlarıyla, kendi yaşadıkları adayı

    o çekilen/dönüşen sudan/sonsuzluktan biçimlendirdiklerini anlayabilirler.




    Evet harika yazılmış bir yazı. Yalnız yazara sormak istediğim iki soru var:

    1. Bilimin alternatifi olarak gördüğü şey nedir? Kendi farkettiği ama bilimin farkedemediği şey nedir? Bizi yazdıklarına inandırmak için ne gibi kanıtlar gösterebilir?

    2. Bilimin yetersizliğini henüz bilim buradaki işini bitirmeden nasıl bu kadar emin bir şekilde ilan edebiliyor? Bilimin bizi gerçeğe ulaştıramayacağını nasıl bilebilir?




  • Parapsikoloji. Prekognisyon (önceden bilme) ve telepati (düşünce nakli, uzaduyum) deneyimlerim oldu. Özellikle telepatinin varlığından kesinlikle eminim. Yalnız yazıda adı geçen diğer tür deneyimler konusunda bilgim yok, hatırladığım hatırısayılır bir deneyimim de yok. O yüzden şu an yalnızca kendi kendime kanıtlayabildiklerim üzerinde düşünüyorum. Bilimsel bir açıklama getirmeye çalıştım. Beyin dalgaları, elektrik alan gibi şeylerin sorumlu olabileceğini düşünüyorum. Bir yandan da eski insanların, özellikle dil icad olmadan önceki yaşantılarını incelemenin bize bu konuda yardımı dokunabileceğini düşünüyorum.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: mika_hakinen

    Başka bir forumdan benim tamamen katıldığım bir yazıyı buraya aktarmak istiyorum... Gerçekten mükemmel bir yazı muhakkak okuyun..

    Öncelikle fizik ve metafizik üzerine en temel noktayı vurgulamak lazım.
    ...........




    neresinden tutsam elimde kalıyor...

    en iyisi susayım...
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Evrim Teorisi
    2 yıl önce açıldı
    Empresyonizm Ekspresyonizm Farkı
    12 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • Metafizik nedir? Fizik ötesi veya üst fizik.

    Önce bir soru. Bilim fiziktir. Kendi yöntemleri ile ilerler.
    Peki bilim bitmiş bir dizge midir?
    Bitmiş bir dizge ölü bir dizgedir.
    Artık yeni hiçbirşey yoktur.
    Herşey oturmuştur, anlaşılmıştır.

    Ve bilim adamı olmayanların çoğu da böyle düşünür.
    Sadece bilim adamları
    aralarında ne kadar çok tartıştıklarını bilirler...
    Bu kadar kesin birşey üstüne.

    Bilimin bitmediği, herşeyin bulunmadığı açık.
    Yani bilimin genişleyen sınırları var.
    Peki o sınırların ötesinde ne var?

    Şu anda fizik olanlar bir zamanlar metafizikti.
    Sınırın ve anlayışımızın dışındaydılar.

    Hatta şöyle diyeyim.
    Bilim adına sizin bilmedikleriniz
    Sizin için hala metafizik
    Siz bilim adamlarına 'inanıyorsunuz'

    Bazı insanlar bu dünyada inançlara gerek olmadığını düşünüyorlar
    Tabii bu da bir inanç :)
    Birşeyi biliyoruzdur veya bilmiyoruzdur, inanmaya ne gerek var
    Taşı bırakınca yere düşeceğini biliyoruz.
    O halde bu konuda bir inanç olamaz diyorlar.

    Ama taşı bırakırken
    her seferinde
    düşeceğine inanıyorsunuz
    Bildiğiniz ise sadece geçmiş,
    Geçmişte taşın hep düştüğü.
    Siz 'bu seferi' bilmiyorsunuz
    Taş bu sefer düşmezse ne yapacağınızı bilmiyorsunuz

    Ne yapabilirsiniz taşa bağırıp
    "Düşmek zorundasın, lütfen" mi diyeceksiniz
    Bağırıp, çağırıp, tepinecek misiniz
    Taşa söz geçirebilir misiniz?
    Hiç geçirdiniz mi?
    Taşın kurallarını koyan siz miydiniz?

    İşte o zaman
    aklınızı/kurallarınızı yitirebilirsiniz.
    Çünkü bilinenler ile bilinmeyenler arasına çok kesin bir sınır çekmiştiniz
    Kurallarınız esnek değildi
    Esnemeyen kurallar sizi esnetebilir veya kırabilir

    Onun içindir ki
    Bu sınır sadakatle korunmalıdır
    Korkudan ve belirsizlikten uzak kalmak için

    İşin komik tarafı
    bilim, sadece o sınır genişletilerek büyüyebilir
    Yani bilimi geliştirenler bu sınırın içindekiler olamaz
    Çünkü onlar zaten bilinenlerdir
    Aydınlanmış kısımlar
    Onlar hep biraz gölgede/sınırda olmalı.

    Bu yüzden hayal kurmak boş bir iştir
    İçinin boş kalmasını istediğimiz bir iştir
    Hayal gücüne (neden buna bir güç denmiş sizce)
    sahip beynin sağ yarıküresi
    ve bu yarı küreyi kullanmaya daha yatkın olan kadınlar
    bu yüzden daha pasif olmalıdırlar/kalmalıdırlar.
    Gereğinde cadılıkla suçlanıp yakılmalılar ki
    Hayallerimiz hep boş kalsın
    Bize beklenmeyeni getirmesin

    İnsanların tam da anlamadığı iki kavramı yanlış olarak birlikte bohçaladığını söylüyorum. Bunlardan birisi 'henüz anlayamadığımız olan' (ki bu araştırılmalıdır), diğeri ise 'insanın kendine sorgulanamaz kıldığı' (ki bunun üzerine ise yapılabilecek ilk şey onu sorgulanamaz olmaktan kurtarmaktır).

    Bu ikisi farklı şeylerdir. Bir konuyu/düşünceyi insanın kendine sorgulanamaz kılması metafizik olarak anılmamalıdır, çünkü bir kişi (veya eski bir kabile) bilimin şu an bildiği birşeyi kendine 'sorgulanamaz' kılmış olabilir, bunu anlamamakta/öğrenmemekte direnebilir. Bu durum o konuyu metafizik alana taşımaz. Bu yüzden 'sorgulanamazlık//sorgulanamaz görülen/addedilen şeyler' metafizik değil, kişisel/toplumsal bir tutumdur.

    Doğrusu insan inanmak istemedikten sonra veya birşeyin olma olasılığına ihtimal vermedikten sonra gözünün önünde mucizeler uçuşsa bile yarım saat sonra unutur/boşverir geçer. Çünkü o şeyin olabilirliğine ihtimal tanımak için önce ihtimal tanınması gereken başka aşamalar vardır. Onlar olmadığı için tüm kendi mantık sistemini yıkmaktansa, deneyimi reddetmek çok daha uygun ve kolaydır. Buna hak vermek lazım, bir sistemi yıkmadan önce yenisini kurabilecek kadar malzeme edinmek lazım. Bu da adım adım bir iş. Onun için birini birşeye doğrudan inandırmak/ispat etmek mümkün olsa bile yararsızdır ve o kişinin hayatında bir anlam ifade etmez. Tıpkı bir sorunun/bulmacanın cevabını birine söylemenin, onu kendisinin çözmesinin kazandıracakları ile aynı şey olmaması gibi.

    Aynı şey metafiziği tartışmayı reddeden bilim adamlarının davranışı için de söylenebilir. Bu durumda metafiziği 'sorgulanamaz' gördükleri için, bu konuda 'metafizik' bir tutum içerisinde mi olduklarını söyleyeceğiz onlara. Bu komik olurdu. Bu yüzden 'sorgulanamazlık' kavramı metafizik içerisine dahil edilmemelidir zaten. 'Sorgulanamamazlık' fizik üzerine olsun, metafizik üzerine olsun, kendimizi/başkalarını anlamak üzerine olsun; yaşamın her alanında kendi kendimize yanlış olarak sınır koymamızla ilgili bir tutumdur.




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.