Şimdi Ara

Osmanlılar okur-yazar değil miydi? (7. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
218
Cevap
3
Favori
9.494
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bunu da açıklayın sizi Osmanlıcılar! ( Kraven bu sözden hariç, onun düşüncelerini bilirim zaten )

    1)
    Alttaki grafik Fransa da 1720 - 1885 arasındaki " cehalet " oranının düşüşünü 5'er yıllık aralıklarla gösteriyor. Doğru-dürüst yapılan sayımlarla elde edilen grafiğin bir benzerini Osmanlı'da bulabilirmiyiz? Bulamayız tabii, önce adam gibi bir sayım, ve sayımında düzenli yapılması gerekir ki sonra grafik yapılabilsin. Saymayı bilmeyen Osmanlı'nın " Padişahımız ulu efendimizin " şalvarını toplayıp, " haaa kullarım bir sayıla " demesiyle gerçekleşen 30-10-15 yıl aralıklı sayımlarının grafiğini yapabilmek için ise dik çizgileri yumuşatmak açısından yapan istatistikçinin istatistik dehası olması gerekir!
    Yukardaki arkadaşlar Osmanlının son dönem okur yazarlığını %10 olarak açıklamışlar, ne rezalettir bu birde hala " iyidir cahil değildir " derler!

    2)
    Altta da İngilterede Eğitimin tarihi hakkında detaylı bilgi veren İngilizce bir link var. İngilizce bilinmese bile Eğitimin ne derece büyük bir önemle ele alındığını göstermesi açısından önemli. Eğitimin artık Devlet görevlerinden birisi olarak görülmeye başlandığı 1800'lü yılların başından 1900'lü yıllara kadar ( ve sonrasında da tabii ) onlarca defa yasalar çıkartılmış Parlamentodan! Osmanlı bu yüzyıl içinde kaç tane böyle yasa çıkarttı acaba Eğitim hakkında, kaç defa Padişahımızın aklına geldi Eğitimde ferman eyledi?

    http://www.educationengland.org.uk/history/


     Osmanlılar okur-yazar değil miydi?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: sgrafik


    KB'de "oldu mu öldü mü?" şeklinde tuhaf bir tartışma alevlenmiş.
    Her dilde bu tür şeyler olur ama dil kendini idare edebilir. Dilin anlaşıldığı gibi yazılmayan şeyleri çok olur.

    Türkçede de "kar / kâr / karı" karmaşıklığı var diye dilimizi kınayacak değiliz elbette.



    Türkçeyi kınayamam çünkü benim dilim. Biz alfabelerden bahsediyoruz. Türkçe'de de kar ile kâr karışması da yok aslında. Sanılanın aksine şapka kaldırılmadı. Word'de yazarken bie hala önerir zaten görürsünüz. Ama Osmanlı alfabesindeki karışıklıklar apayrı bir olay. Bu alfabeyi değiştiren de Atatürk'tür evet ama şimdiki bazı şahıslar gibi uykudan uyanınca aklına geleni kanun yapmaya kalkışmamıştır. Latin alfabesine geçiş Tanzimat Döneminden beri git gide alevlenmiş bir tartışmadır. Arap alfabesi Türkçeye uygun değildir ki abes-muktebes tartışması bile olmuştur. Halbuki şimdiki alfabemizde böyle bir sorun yok görüldüğü üzere. Bunun gibi bir sürü örnek verilebilir ama bazı sabit fikirliler var, ki bunlar ülkenin yarısından çoğunu oluşturmakta, ki sırf siyasi çıkarları için elmanın elma olduğunu bile bile armut demeye devam ve ısrar ediyorlar. Ben ne kadar burada konuşsam da bir faydası olmayacak bu insanların fikrini değiştirmekte. Yazıyorum ki fikri olmayan gençler gerçekleri öğrensin.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: neommy

    Bunu da açıklayın sizi Osmanlıcılar! ( Kraven bu sözden hariç, onun düşüncelerini bilirim zaten )

    1)
    Alttaki grafik Fransa da 1720 - 1885 arasındaki " cehalet " oranının düşüşünü 5'er yıllık aralıklarla gösteriyor. Doğru-dürüst yapılan sayımlarla elde edilen grafiğin bir benzerini Osmanlı'da bulabilirmiyiz? Bulamayız tabii, önce adam gibi bir sayım, ve sayımında düzenli yapılması gerekir ki sonra grafik yapılabilsin. Saymayı bilmeyen Osmanlı'nın " Padişahımız ulu efendimizin " şalvarını toplayıp, " haaa kullarım bir sayıla " demesiyle gerçekleşen 30-10-15 yıl aralıklı sayımlarının grafiğini yapabilmek için ise dik çizgileri yumuşatmak açısından yapan istatistikçinin istatistik dehası olması gerekir!
    Yukardaki arkadaşlar Osmanlının son dönem okur yazarlığını %10 olarak açıklamışlar, ne rezalettir bu birde hala " iyidir cahil değildir " derler!

    2)
    Altta da İngilterede Eğitimin tarihi hakkında detaylı bilgi veren İngilizce bir link var. İngilizce bilinmese bile Eğitimin ne derece büyük bir önemle ele alındığını göstermesi açısından önemli. Eğitimin artık Devlet görevlerinden birisi olarak görülmeye başlandığı 1800'lü yılların başından 1900'lü yıllara kadar ( ve sonrasında da tabii ) onlarca defa yasalar çıkartılmış Parlamentodan! Osmanlı bu yüzyıl içinde kaç tane böyle yasa çıkarttı acaba Eğitim hakkında, kaç defa Padişahımızın aklına geldi Eğitimde ferman eyledi?

    http://www.educationengland.org.uk/history/


     Osmanlılar okur-yazar değil miydi?

    Yalandır o yalan

    Sen çizmişsin onu abi

    Şakası bir yana Neommy abiye muhabbetimden ortam yumuşasın diye yazdım.

    Abi incelemeden yazdım kusuruma bakma tekrar bakayım




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nürnberger

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cemil Meriç

    Okumayı sevmediğimiz şu anda olduğu gibi tarihte de su geçirmez bir gerçek. Olay bu. Gerisi bahane.

    850-1350 arasında okumayı seven ve bu sayede dünyanın önünde olan bu coğrafyalar, 1500 lerden sonra sevmez olmuşlardır. Garip değil mi?

    Nedeni Mutezile'yi boğmuş olmaları olabilir mi?




    Bunun sebebi yönetim politikası idi. Bu sayede bilim ile uğraşan insanlar bunu başardı. Mutezile ile pek alakası yok hocam olayın. Bildiğim kadarıyla hiç yaygın görüş olmadı. Yanlış mı doğru mu tartışmasına girmeyelim ama. :)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cemil Meriç


    quote:

    Orijinalden alıntı: Nürnberger

    quote:

    Orijinalden alıntı: Cemil Meriç

    Okumayı sevmediğimiz şu anda olduğu gibi tarihte de su geçirmez bir gerçek. Olay bu. Gerisi bahane.

    850-1350 arasında okumayı seven ve bu sayede dünyanın önünde olan bu coğrafyalar, 1500 lerden sonra sevmez olmuşlardır. Garip değil mi?

    Nedeni Mutezile'yi boğmuş olmaları olabilir mi?




    Bunun sebebi yönetim politikası idi. Bu sayede bilim ile uğraşan insanlar bunu başardı. Mutezile ile pek alakası yok hocam olayın. Bildiğim kadarıyla hiç yaygın görüş olmadı. Yanlış mı doğru mu tartışmasına girmeyelim ama. :)

    Yazıp geçeceksin ama tartışmayalım diyeceksin! Bunu dün abdullahors nicki de yapmıştı.

    sgrafik imzasında gurur duyuyor Mutezile ikliminde yetişen İslam bilginleriyle. Sadece o da yapmıyor bunu. Uyanık din eşrafı hem nalına hem mıhına vuruyor. Sonra tartışmayalım diye sıyrılıyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    quote:

    Orijinalden alıntı: TRojka

    Böyle bir konuda bu kadar tartışıp, bilmem nerelerden bilgiler verip de alfabe ile dilin farklı şeyler olduğunu ayırt edememek nasıl bir şeydir? Hiç bir alfabenin birbirine göre zorluğu yoktur. Olsa da bu zorluk önemsenmeyecek kadar küçüktür. Konuştuğunuz dil bu olduktan sonra kısa bir süre içerisinde tüm alfaveleri öğrenip, hepsiyle yazabilirsiniz. Sonuçta o harflerle yazdıklarınızı okuduğunda duyacaklarınız değişmeyecektir.

    Dediğine göre Çin Alfabesi ile Arap dili ifade edilebilir anlamı çıkıyor.

    Enteresan bir yaklaşım olmuş :)) Harflerin dildeki ifadeleri kağıda dökmek için kullanıldığını bilmek lazım. Yoksa dil öğrenmek çok kolay olurdu. Türkçe' de ki 5 zamanı bile İngilizcedeki 13 zamana yayamayan adamın, 29 harf yerine 3bin harfi önüne koyduğunda ne kadar kolay anlam kaymalarına yol açacağını bilmemek hayretler uyandırıcı.

    Aklıma şey geldi, Edebiyat derslerinde maşa ve masa sipariş etme ile ilgili olay anlatılırdı. Gerçi bu örnek, Türkçe klavyesi olmayan cep telefonun dan atılan mesaj yüzünden cinayet işlenmesi konusu karşısında pek masum kaldı ya neyse...


    Halen dilin ve alfabelerin bir toplumun kültürünü etki eden unsurların en önemlisi olduğunu bilmeyenlerin çıkıp yazı yazmasından "gadap" duysamda bir şey değişmeyince değişmiyor... Yoksa öfke duymak mı yazsaydım ?

    Üstat neden ifade edilemesin? Önemli olan kulağımıza gelen şey. Senin kulağına gelen aynı olduktan sonra yazdığın harflerin şeklinin ne önemi var? Ha dildeki farklılıklardan dolayı alfabe yetersiz kalıyor olabilir zaman zaman ancak düzenleme yapılabilir ki biz bunu zaten Arap harfleri için de Latin harfleri için de yapmışız. Çincedeki harfler, daha doğrusu heceler, kullanıldıkları yere göre Çincede farklı anlamlar ifade ediyor olabilir ancak bunun Türkçe konuşan sen ve ben için nasıl bir anlamı olabilir ki? Ben bu yazıyı farklı bir alfabe ile de yazsam sen aynı şeyleri duyacaksın, aynı şeyleri anlayacaksın.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: abdullahors84

    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Ulan ben mi uzatıyorum? Sen anlat hadi Köktürk alfabesini? Köktürk alfabesi mevzuunu açan da sensin. "oldu" ile "öldü" aynı yazılmaz deyip sonra esre ötre diye geveleyen de sensin. Bir şey diyemeyince tabii çevir lafı hemen. Güya çok bilgili olduğun için cevap vermiyorsun değil mi? İşini iki kere sorduğum halde cevap vermeyen de sensin. Cemil Meriç'in adını mahlas almak kolay da onun gibi olmak biraz zor tabii. Değil mi?

    Garip arkadaşım foruma sonradan müdahil olupta kişiler hakkında ileri geri konuşmak ayrı bir tarz herhalde Ulan mulan harbi lafı koymuşsun. Şİmdi adam garip garip sana ne cevap versem diye didinip duruyordur.

    Kusura bakmada o arkadaşın kalitesini az çok herkes bilir yazdıklarından adam sana oldukça yerinde cevap vermiş ki bende Osmanlıca okumayı bildiğim halde sana yazan arkadaş daha yerinde yazar diye cevap vermedimki onun bilgisi bu konuda bizden daha iyidir. Forumda yazıyorsanız Klavye delikanlılığı yapmayında edebince yazın edep öğretme merkezi değilim ama Ulan mulan hoş laflar değil. karşındaki evlimi barklımı nedir ne değildir bilmiyorsun. Ayrıca Mesele meslek söylemek değil, Burada adabınca paylaşım yapmaktır.

    Not: Bu forumda yazan ve Tarih ve fizik noktasında Hemen hemen birçok kişiyi cebinden çıkartabilecek kalitede yazarlar var ve bir ekleme daha yapayım bahsettiğim ismini vermediğim kendiside lise mezunu. Lütfen kişileri sınıflandırmaya gitmeyelim ha gitmiyorsanda bunu yazındada belirtme...

    Bizden daha bilgili derken senden daha bilgili olduğu kesin. Delerle mileri bitişik yazmıyor en azından. Benden daha bilgili olduğunu nereden biliyorsun? Karşıma geçip de ölçtün mü? Karşılıklı oturup tartışamayacağımıza göre buraya yazsın da görelim bilgili mi değil mi. Öyle konuşup da sonra çok bildiğinden konuşmuyormuş gibi yapmakla olmuyor öyle. Yazsın "oldu" ile "öldü"yü farklı şekilde de alkışlayayım.

    Ayrıca ulan kötü bir laf değildir. Küfür değildir. "Oğlan!" ünlemidir alt tarafı.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi E-Nazmi -- 29 Mayıs 2013; 13:41:17 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: abdullahors84

    quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    Ulan ben mi uzatıyorum? Sen anlat hadi Köktürk alfabesini? Köktürk alfabesi mevzuunu açan da sensin. "oldu" ile "öldü" aynı yazılmaz deyip sonra esre ötre diye geveleyen de sensin. Bir şey diyemeyince tabii çevir lafı hemen. Güya çok bilgili olduğun için cevap vermiyorsun değil mi? İşini iki kere sorduğum halde cevap vermeyen de sensin. Cemil Meriç'in adını mahlas almak kolay da onun gibi olmak biraz zor tabii. Değil mi?

    Garip arkadaşım foruma sonradan müdahil olupta kişiler hakkında ileri geri konuşmak ayrı bir tarz herhalde Ulan mulan harbi lafı koymuşsun. Şİmdi adam garip garip sana ne cevap versem diye didinip duruyordur.

    Kusura bakmada o arkadaşın kalitesini az çok herkes bilir yazdıklarından adam sana oldukça yerinde cevap vermiş ki bende Osmanlıca okumayı bildiğim halde sana yazan arkadaş daha yerinde yazar diye cevap vermedimki onun bilgisi bu konuda bizden daha iyidir. Forumda yazıyorsanız Klavye delikanlılığı yapmayında edebince yazın edep öğretme merkezi değilim ama Ulan mulan hoş laflar değil. karşındaki evlimi barklımı nedir ne değildir bilmiyorsun. Ayrıca Mesele meslek söylemek değil, Burada adabınca paylaşım yapmaktır.

    Not: Bu forumda yazan ve Tarih ve fizik noktasında Hemen hemen birçok kişiyi cebinden çıkartabilecek kalitede yazarlar var ve bir ekleme daha yapayım bahsettiğim ismini vermediğim kendiside lise mezunu. Lütfen kişileri sınıflandırmaya gitmeyelim ha gitmiyorsanda bunu yazındada belirtme...

    Cemil Meriç adlı şahıs verecek cevabı olmadığından "gereksiz uzamasın" diyerek kalitesini belli etmiş zaten. Bir sayfa geride her şey belli zaten.




  • Arkadaş sanki günümüzde insanımızın elinden kitap düşmüyor,milyonlarca baskı yapıyor,herkes heryerde kitap okuyor gibi konuşuyorsunuz.Okuma yazma öğrensen ne olacak ki okumadıktan sonra.Papağan gibi aynı şeyleri söyleyip durmayın bari bu konuda matbaa geç gelmiş hayır geç geldi de ne oldu devlet desteği ile kurulduğu halde ilk matbaa iflas etti,bastığı kitapları satamadı 2.Abdülhamit devrinde yeniden eğitim sistemine el atıldığında hala o ilk matbaanın bastığı kitaplar satılmamış,duruyordu.Tamam okuma yazma oranları düşükte okuma yazmayı hiç bilende mi yoktu koca imparatorlukta vardı olmasına da okuyan yoktu.Bir tek matbaa bile ayakta duramadı varın siz düşünün artık toplumdaki tembelliği.

    Bugün çok farklı değil sürekli gündemimizde olan hayati bazı konular var (AB,Kıbrıs meselesi,Amerika vs) bunlarla alakalı herkes konuşur ama aynı kişilere bu konu ile alakalı hangi kitapları okudun diye sor 1000 kişide size 1 kişi bir tane kitap ismi verebilirse öpün başınıza koyun.




  • Çok güzel bir paylaşım teşekkürler.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: TRojka

    quote:

    Orijinalden alıntı: X Files

    quote:

    Orijinalden alıntı: TRojka

    Böyle bir konuda bu kadar tartışıp, bilmem nerelerden bilgiler verip de alfabe ile dilin farklı şeyler olduğunu ayırt edememek nasıl bir şeydir? Hiç bir alfabenin birbirine göre zorluğu yoktur. Olsa da bu zorluk önemsenmeyecek kadar küçüktür. Konuştuğunuz dil bu olduktan sonra kısa bir süre içerisinde tüm alfaveleri öğrenip, hepsiyle yazabilirsiniz. Sonuçta o harflerle yazdıklarınızı okuduğunda duyacaklarınız değişmeyecektir.

    Dediğine göre Çin Alfabesi ile Arap dili ifade edilebilir anlamı çıkıyor.

    Enteresan bir yaklaşım olmuş :)) Harflerin dildeki ifadeleri kağıda dökmek için kullanıldığını bilmek lazım. Yoksa dil öğrenmek çok kolay olurdu. Türkçe' de ki 5 zamanı bile İngilizcedeki 13 zamana yayamayan adamın, 29 harf yerine 3bin harfi önüne koyduğunda ne kadar kolay anlam kaymalarına yol açacağını bilmemek hayretler uyandırıcı.

    Aklıma şey geldi, Edebiyat derslerinde maşa ve masa sipariş etme ile ilgili olay anlatılırdı. Gerçi bu örnek, Türkçe klavyesi olmayan cep telefonun dan atılan mesaj yüzünden cinayet işlenmesi konusu karşısında pek masum kaldı ya neyse...


    Halen dilin ve alfabelerin bir toplumun kültürünü etki eden unsurların en önemlisi olduğunu bilmeyenlerin çıkıp yazı yazmasından "gadap" duysamda bir şey değişmeyince değişmiyor... Yoksa öfke duymak mı yazsaydım ?

    Üstat neden ifade edilemesin? Önemli olan kulağımıza gelen şey. Senin kulağına gelen aynı olduktan sonra yazdığın harflerin şeklinin ne önemi var? Ha dildeki farklılıklardan dolayı alfabe yetersiz kalıyor olabilir zaman zaman ancak düzenleme yapılabilir ki biz bunu zaten Arap harfleri için de Latin harfleri için de yapmışız. Çincedeki harfler, daha doğrusu heceler, kullanıldıkları yere göre Çincede farklı anlamlar ifade ediyor olabilir ancak bunun Türkçe konuşan sen ve ben için nasıl bir anlamı olabilir ki? Ben bu yazıyı farklı bir alfabe ile de yazsam sen aynı şeyleri duyacaksın, aynı şeyleri anlayacaksın.


    Kaale almadığımdan değil, foruma girmediğimden cevap veremedim.

    En azından bilgilendirmek istedim.

    Saygılar, sevgiler.

    Herkese hayırlı kandiller. ))




  • TÜRKİYE DE KİTAP OKUMA ORANI


    TÜRKİYE DE KİTAP OKUMA ORANI.





    1. Her sene japonların sahip olduğu oranla karşılaştırılan orandır. acıdır ki biz bu maçta hep yenilen taraftayız.

    2. Dergi okuma oranı % 4
    Kitap okuma oranı % 4,5
    Gazete okuma oranı % 22
    Radyo dinleme oranı %25
    Televizyon izleme oranı %94

    Üzerinde düşünülmesi gereken daha doğrusu sanırım düşündürten bir tablo.

    3. Cahillikle ters orantılı olan orandır.

    4. Batı'ya gittikçe artar. akp oylarıyla ters orantılıdır.

    5. Kitap okuma ile ilgili dünyada bir araştırma yapılsa, emin olun derece yaparız.

    6. Zannımca okumakla cahilliğin pek bi alakası yoktur....bizim okumuş yazarlarımız ve proflarımızın yaptıklarına bakınca dediğim anlaşılacaktır...batıya gidince oran artar ama batının halkları okuduğu için ileriye gitmiyor batı.. batının thank tank ları iyi çalıştığı için ileriye gidiyor ...ama yine de okumamanın mazereti olmaz...

    7. Çok yüksek bir orandır. eğer bu ülkedeki okur yazar oranı filistin'den hani şu savaştan başını kaldıramayan filistin'den az ise çıkan her sonuç yüksek sayılır.

    8. Bir yılda 25 kişinin 1 kitabı paylaştığı orandır. aynı oran japonya da ise kişi başına yılda 24 kitaptır. zaten aramızdaki farktan (uçurum) da bahsetmeye hiç gerek yok.

    9. Bu oranlar remzi kitabevi doğan yayıncılık falan verileriyse yanlıştır. pazarlarda bile korsan kitap tezgahları var aga bunları nasıl vuracaksın yüzdeye?

    10. Hepimiz müslümanız ve hepimiz kuran okumuyoz mu? ne yani kuran'da her şey yazmıyo mu, yetmez mi? ne var yani? hamdolsun bir tek kuran bize yeter.

    11. Türkiye de okunan kitapların nufusa oranı. ya da türkiyede ki insanların kaçıcının kitap okuduğu. şimdi güzel kardeşlerim bir insan bir yıl elinde tek kitapla geziyorsa * bunu oranımızın neresine sokacağız. ya da bir başka şahıs, yılda yirmi yirmibeş arası kitabı okuyorsa bu oran nasıl şekillenecek. kitapların mahiyeti bu orana etki eder mi mesela? yatmadan önce yüz fırça darbesini okuyup mastürbasyon yapan 500 türk genci yüzünden bu orana gusul aldırmak gerekir mi?

    12. Yüzdesini bilmiyorum ama istatiksel olarak çok iyi hatırlıyorum.(Unutmak mümkün değil)Türkiyede yılda 6 kişi bir kitap okuyor.(Abes gelebilir ama kitap okuma oranı düşük olunca ortaya böyle traji-"komik" bir tablo ortaya çıkıyor.)

    13. Kitap okumayamama konusunda hepimizin bahanesi hazırdır:
    -Kitaplar çok pahalı
    -işten geldim, yorgunum
    -Öğrenciyiz abi !
    -Oku oku nereye kadar?
    -...ve daha birçoğu

    Bu sözler en genel tavırlarımız. Kendimi örnek verirsem, ancak son birkaç senedir orjinal kitap alma imkanım oluyor. Üniversite yılları, korsan kitaplar, kitap fotokopileri etrafında koşmakla geçti.

    Okuduğumuz kitapların içeriğide çok nitelikli değil açıkcası. Türkiye'de okunan kitaplara da bakarsanız, "siyaset, aşk, cinsellik" gibi birkaç temaya sıkışmıştır. Popüler kültürün önümüze sürdüğü kitaplar... Günde ortalama 5 saat TV seyreden bir toplumuz. Bu zamanı TV'ye ayıran bizler, her gün birkaç sayfa okuma zahmetine katlanamıyoruz. Ne garip değil mi? Yukarıdaki basit bahanelerimiz, diziler/filmler için geçerli olmuyor çoğu zaman. Diğer açıdan, internet insanoğluna sınırsız olanaklar sunarken, gençlerimizi/çocuklarımızı asosyal bireyler haline getirmiyor mu? internete ayırdığımız zamanı, kitaplara ayırabiliyor muyuz?

    Bütün bu sorular/sorunların ardından Türkiye'nin okuma karnesine bir bakalım:

    *Egitim-Senin bir arastirmasina gore, ogretmenlerin yuzde 8i hic kitap okumuyor. Yuzde 39u ise bu konuda bilgi vermek istemiyor. Yuzde 28i ayda bir kitap aliyor.
    *Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Kurucu Genel Başkanı - Yazar Mehmet Doğan'a göre: "Ülkemizde 10 bin kişiden 3 kişi yılda 10 ve üzerinde kitap okuyorsa kitap kurdu sayılıyor."
    *Çukurova Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. ibrahim Ortaş konuyla ilgili ele aldığı makalede "Devlet kitap okumayı kötü gösterdi" alt başlığıyla doğrudan bir eleştiri getiriyor. Ortaş makalesinde şöyle devam ediyor : "12 Eylül sonrası kitap okumak kamuoyuna zararlı diye tanıtıldı. Kim gerçekten suçlu ve zararlı tespiti yapılmadan, özellikle de okuyan ve düşünen kişiler bu süreçte hep mağdur duruma düşürüldü. Maalesef ülkemizde gelişen dinamik gençliğin eleştiri yapma şansı elinden alınarak sistemi eleştirmeyen ve kabullenen bir gençlik yaratıldı. Çok genç yaşta evden başlayarak sürekli dövülen, 'Sus sen bilmezsin, ' 'aklın ermez, ' 'büyüğüne saygı, ' 'otoriteye saygı' kişinin kişiliğini önemli ölçüde zedelemiştir. Kitap okuma alışkanlığı kazanamamış toplum ne yapacağını bilemeyecektir. Kitapların bir taraftan yasaklanması, diğer taraftan yayıncıların yasaklanması yanında pahalı olması kitap okumanın önündeki en büyük engeller olarak görülüyor.
    *Bağımsız Eğitimciler Sendikası'ndan yapılan açıklamaya göre, kitap okuma oranının yüzde 4, 5 olduğu Türkiye'de yılda sadece 23 milyon adet kitap basılıyor. Japonya'da ise bir yılda basılan kitap adedi 4 milyar 200 milyon. AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması 500 dolarken Türkiye'de bu rakam 2 dolar düzeyinde seyrediyor.
    *Gazi Üniversitesi'ndeki 1915 öğretim üyesiyle yapılan araştırmaya göre : Öğretim üyelerinin yüzde 21.9'u sadece akademik yayın okuyor. Yüzde 56.2'si ayda bir-iki kitap okuyor.

    SAYISAL VERiLER
    Türkiye'de kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda.
    » Japonya'da toplumun % 14'ü,
    » Amerika'da %12' si,
    » ingiltere ve Fransa2da % 21'i düzenli kitap okur iken,
    » Türkiye'de durum % 0, 01 yani on binde bir.
    » Toplam nüfusu sadece 7 milyon olan Azerbaycan'da kitap ortalama 100.000 tirajla basılırken, Türkiye'de bu rakam 2000- 3000 civarında basılmaktadır.
    » Birleşmiş Milletler insani Gelişim Rapor'unda kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sıradadır.

    BiR YILDA KiŞi BAŞINA OKUMA SAYILARI:
    » Bir Japon bir yılda ortalama 25 kitap okuyor
    » Bir isviçreli bir yılda ortalama 10 kitap okuyor.
    » Bir Fransız bir yılda ortalama 7 kitap okuyor
    » Türkiye'de 6 kişiye yılda 1 bir kitap düşüyor.
    Türkiye'de okuma alışkanlığına sahip olan kişi sayısı ortalama 40 bin kişi

    KiTAP OKUMAK iÇiN

    Türkiye'de bir kisinin ayırdığı zamanın;
    » 300 katını bir Norveçli ayırıyor.
    » 210 katırı bir Amerikalı ayırıyor.
    » 87 katını bir ingiliz ayırıyor.
    » 87 katını bir Japon ayırıyor.
    » Dünya ortalaması bile bizim ayırdığımız zamandan 3 kat fazla.

    KiTABA, KiM NE KADAR PARA VERMiŞ (1995) YILINDA
    » Norveçli 137 $
    » Alman 122 $
    » Belçikalı 100 $
    » Avustralyalı 100 $
    » Güney Koreli 39 $
    » Dünya ortalaması 1, 3 $
    » Türkiyeli 0, 45 $

    KiM NE KADAR KiTAP BASIYOR.
    » ABD'de 72 bin kitap basılıyor.
    » Rusya'da 58bin kitap basılıyor.
    » Japonya'da 42 bin kitap basılıyor.
    » Fransa2da 27 bin kitap basılıyor.
    » Türkiye'de ise 7 bin kitap basılmakta.

    TÜRKiYE'DE OKUMA VE iZLEME ORANLARI
    » Dergi okuma oranı % 4
    » Gazete okuma oranı % 22
    » Radyo dinleme oranı % 24
    » Televizyon izleme oranı % 95

    TÜRKiYE'DE YILLARA GÖRE KÜTÜPHANELERLE iLGiLi KARŞILAŞTIRMALAR

    .............................................. 1996 Yılı ..................... 2001 Yılı
    Kütüphane Sayısı............................. 1.260 ......................1.412
    Kitap Sayısı............................. 10.899.127 ...............12.221.392
    Okuyucu Sayısı........................ 22.523.449 .............. 11.698.602
    Kayıtlı Üye Sayısı....................... 1.004.681 .................. 254.007
    Ödünç Verilen Kitap Sayısı........... 4.507.508 ............... 2.164.324
    Satın Alınan Kitap Sayısı................. 129.450 .................. 13.862

    Dünyada Bir Yılda Ders Kitapları Hariç Basılan Kitap Sayısı
    Amerika 72 000
    Almanya 65 000
    ingiltere 48 000
    Fransa 39 000
    Brezilya 13 000
    Türkiye 6 031

    Çocuk Vakfı Çocuk Edebiyatı Okulu, 8 Eylül Temel Okur Yazarlık günü nedeniyle Türkiye'nin Okuma Alışkanlığı Karnesi isimli bir çalışma hazırladı. Hazırlanan çalışmayla Türkiye'nin okuma haritası ortaya çıktı. Türkiye'nin ortaya çıkan okuma karnesi ise zayıflarla dolu. Araştırmaya göre, nüfusun yüzde 88'i okuryazar. Diğer çarpıcı sonuçlar şöyle :

    *Türkiye de çocuklar okuma becerileri açısından 35 ülke arasında 28.
    *ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap 235. sırada
    *Türkiye'de öğrencilerin sadece yüzde 19'u 25'ten fazla kitaba sahip.
    *Türkiye'de kitaba yılda harcanan para 45 sent.
    *Kütüphaneye gidenlerin sadece yüzde 8'i kitap okumaya gidiyor.
    *Öğretmenlerin yüzde 33.4'ü düzenli kitap okuyor.
    *Anne baba çaba harcamıyor
    *Sadece dört anne babadan biri çocuklarının okuma alışkanlığını geliştirmek için çaba harcıyor.
    *En çok basılan yerli beş kitap : Keloğlan Masalları, Nasrettin Hoca Fıkraları, Türk Masalları, Dede Korkut Hikâyeleri, Ömer Seyfettin'in Hikâyeleri.
    *En çok basılan yabancı kitaplar La Fontaine Fablları , Ezop Masalları, Andersen Masalları, Çocuk Kalbi...

    Bu kadar veriden sonra kendimizi tekrar sorgulayalım. Gelişme arzusunu yıllarca içinde taşıyan bir toplum olarak kitap okuma alışkanlığı kazanmayı ne zaman önemseyeceğiz?

    Okumak, anlamak, anlatabilmek... Bu kavramların hepsi kitap okuma alışkanlığında yatıyor.

    Kendi çözümsüzlüğümüzü kendimiz yaratmayalım. TV alışkanlığımıza, eğlenceye biraz daha az zaman ayırarak, bu toplumu hep beraber geliştirelim. Çocuklarımıza, ailemize de bu alışkanlığı kazandıralım.

    Ne kadar boş ve gereksiz sözler. bizim için önemli olan aşağıda yazanlardır.

    Artık uyanma vaktidir...

    Almanya'da 70 bin Sağlık Kurumu... 8 bin kilise,

    Fransa'da 60 bin sağlık kurumu... 9 bin kilise

    Türkiye'de 7 bin sağlık kurumu... 77 bin cami

    Olduğunu biliyor muydunuz? ( Gelen e postalardan sonra artık biliyoruz. )

    Onlar tahsilli ve sağlıklı olarak yaşayacaklar ama gavur olacaklar;halbuki biz cahil ama dini bütün olarak ölüp cennete gideceğiz.
    Zaten bu dünya geçici, hiç bir şeyi dert etmeye değmez.
    Boşu boşuna eğitime niye para harcayalım, nasıl olsa ölünce bir işe yaramayacak bu bilgiler.
    Eh hastane dersen, boşu boşuna ölümünü, yani cennete gitmeyi geciktirmenin anlamı ne ?
    En iyisi o paraları okul, hastane falan gibi gereksiz yerlere harcayıp çarçur et
    mek yerine cami yapımına harcayıp daha çok müslümanı gönderelim cennete.
    Orada seçim olursa biz kazanırız. Varsın bizi AB 'ye almasınlar, biz de onları cennete almayız.(!)"

    14. Türkiye'de kitap oranı pahalıdır pardon kitap okuma oranı düşüktür, düşüktür tamam ama istatistiklerden yüksektir bir ülkede kitap okuma oranı neye göre ölçülmektedir bu ülkede alınan orjinal kitap sayısına göre ölçülmektedir fakat bir orhan pamuk kitabının bu ülkedeki fiyatını başka bir ülkedeki aynı kitabın fiyatından yüksek tutarsanız olacağı budur ki tamam türkiye'de kitap az okunur fakat okuyan kesimde babasından, abisinden kalan kitapları okur ve bazıları da korsan okur tamam korsanı savunmuyorum ama 180 ytl öğrenim alan ve okulu bitirince işsiz kalıp bu öğrenimi ödeyemeyen bir üniversite öğrencisinin korsan kitap almasını eleştiremiyorum kitap yazanın hakkı emeği vardır ama yayınevinin hakkı bu işi sanayileştirecek kadar yoktur velhasılkelam korsan kötüdür fakat okumamak daha kötüdür en kötüsü de hiç korsan almayıp aç gezen öğrencidir...

    15. Ülkemizde kitap okuma oranının düşük olduğunu belirtiyor. sebepleri çeşitlidir, tv izlemek, internete takılmak, hayatında hiç hediye olarak kitap almamak, küçük yaşta okumaya yönlendirilmemek.şehir kütüphanesinin nerde olduğunu bilmemek. kitap okuyanın aydınlanacağının farkına varmamak.
    cumartesi günü ankarada yapılan kitap okuma eylemine ankaradan uzakta olduğum için katılamadım, evde yarım kalan türklerin tarihi kitabımı bitirdim.

    16. İstatistiksel el alırsak;

    2002 yılındaki bir araştırmaya göre; ders kitapları dışında bir yıl içinde yayımlanan kitap sayısı türkiye'de 6031 iken bu sayı almanya'da 65.000 civarı, ingiltere'de 48.000 civarı, italya'da 17.000 ve hindistan'da 14.000 civarıdır.

    yılda kişi başı okunan kitap sayısı ile ilgili istatistikler şöyledir;
    japon 25 kitap,
    isveç 6 kitap,
    fransız 7 kitap,
    altı türk 1 kitap okumaktadır.

    17. Gün geçtikce düşmekte olan orandır.

    18. İrandaki kitap okuma oranının yarısından azdır.

    19. Olumlu bakmak gerekirse yükselen bir orandır ; olumsuz bakmak gerekirse okunan kitapların seviyeleridir.

    20. 2007 rakamlarına göre Japonya'da bir kişi yılda (orada ki yıl kavramıda bizdeki gibi 365 gün / gün = 24 saat) 27 kitap okurken, Türkiye'de 6 kişi bir kitapı okuyor. *

    21. İnsanların neden kitap okumadığını düşündürten oran. pek çok gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere oranla, çok düşüktür. okumak çok zor bir aktivite değil ki, kimsenin yapamayacağı bir şey de değil. ama türk insanı tembel, üşengeç. en basit örnekle;

    Kitap özeti çıkaracak öğrenci, giriyor internete, istediği kitabın özetini yazdırıyor.

    Hal böyle olunca, kitap okumak gereksiz oluyor. pek çok aile de okumaya teşvik etmiyor, çocukların ya da gençlerin de işine geldiği için, okumuyorlar. bir de kitap fiyatları pahalı, korsan kitaplar da her zaman bulunmadığı için okunmuyor olabilir. benim tercihim açıkçası, korsan kitaplar. * bir şekilde okuyun da ister yasal yollardan, istersen korsan. yeter ki okuyun, gerekirse zorla okutturun.

    Türkiye de kitap okunmaz.

    http://www.matbaacilarodasi.org.tr/?Syf=26&Syz=73862




  • @olağan_şüpheli:

    O oranlar eski oranlar. Te yıllar önce birisi yapmış ben bildim bileli bu oranlar öne sürülür. Yayıncılar Birliğinin bu sene başında yaptığı araştırmaya göre yanlış hatırlamıyorsam kişi başı beş-altı kitap falan düşüyor artık senede. Kitap okuma oranı arttı yani. Tabii bu orana korsan dahil değil.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: E-Nazmi

    @olağan_şüpheli:

    O oranlar eski oranlar. Te yıllar önce birisi yapmış ben bildim bileli bu oranlar öne sürülür. Yayıncılar Birliğinin bu sene başında yaptığı araştırmaya göre yanlış hatırlamıyorsam kişi başı beş-altı kitap falan düşüyor artık senede. Kitap okuma oranı arttı yani. Tabii bu orana korsan dahil değil.

    korsan konusunda haklı olabilirsin,verilerde eski gibi.en yeni tarih 2007 gözüküyor yazıda.6 kişi bir kitap okuyor diyor ondada.bu oran korsanlar ile birlikte daha da yükselir ama açıkçası pek de inanmıyorum bu ülkedeki insanların yılda 6-7 kitap okuduğuna .çoğu eline kitap bile almıyor



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi olağan_şüpheli -- 25 Haziran 2013; 17:50:54 >




  • Makaleyi okudum, tarihçi olarak bir kaç söyleyeceklerim var yazıya karşı. İlk olarak tabi yazarın kim olduğuna baktım tarihçi mi diye, hayır kendisi hukukçu imiş ayrıca İslam hukukçusu. Bu durumda Arapça bildiği ve Arap harflerinin bir miktar hayranı olduğu düşünülebilir. Çünkü insanlar eğilimleriyle ve yetenekleriyle dal seçerler.
    Yine de kesip atmadım düzgünce okudum. Ciddi manada elle tutulur bir belge ve layiha yok ortada, sadece devrimin kötülenmesi amaç edinilmiş. Bunu ben çok rahat anlıyorum çünkü tarih mezunu olarak ne kadar makale kitap okuduğumu bile hatırlamıyorum.
    Metnin bazı yanlışlıklarına gelirsek, %50'ye kadar çıkartmış okur-yazar oranını. Bir defa şehirlerde yaşayan insan sayısının %20'ye bile ulaşmadığı yıllarda ütopik ve komik.
    15 günde Kur'an okunduğunu (ne alaka?), 3 ayda anca latin harfleri öğrenildiğini söylemiş.
    1.si Kur'an okumak ile Osmanlıca okumak aynı değildir. Kur'an bilen Osmanlıca okuyamaz. Ki 4 yıllık bir eğitim sonucu bile Üniversite öğrencileri Edebiyat-Tarih-İlahiyat gibi Osmanlıca'yı tam olarak okuyamamaktadır.
    Diğer bir husus Arapça'da esre, ötre denilen çizgi ve noktalar normalde yoktur. Okumanın zorluğundan yani (o kelimeyi bilmiyorsanız okuyamazsınız) bu tür kolaylaştırıcı simgeler eklenmiştir. Kur'anın aslında da bu yoktur.
    Daha da başka, Osmanlıca dilimize öylesine uygun değildir ki, kullanmadığımız ayın gibi harfler dışında olmayan p,ç,j gibi harfler uydurulmak zorunda kalınmıştır.
    son olarak Göktürk alfabesini sağdan sola doğru yazıldığını söylemiş. Ancak cahilliğinden bilmiyor olsa gerek yukarıdan aşağı yazılır sadece dizilimi sağdan soladır.

    Son olarak ise Osmanlıca okuyamayanların bu tür konularda fikir beyan etmelerini komik buluyorum. Dedemin belgelerini okuyamıyorum diyenler ise daha da vahim



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi -TRioN- -- 26 Haziran 2013; 12:41:55 >




  • Tarihle doğrudan ilgili arkadaşlarda konu yazısını eleştirmişler, konu çoktan kapanmış aslında;
    Bazı bilgileri yine de paylaşmakta yarar var; Osmanlı " okur-yazarlığı " ( yani dönem şartları ve tanımlarına göre cahil olmama durumu, hali ) yurtdışı ciddi kaynaklarında 19. YY başlarında % 2-3 olarak geçiyor. 20 YY başlarında ise Osmanlı da okur-yazarlık % 10-12 olarak geçiyor ( bu ciddi okur-yazarlık oranı yani Lise mezuniyeti filan değil kesinlikle ).
    Şunları açıkça bilmekte yarar var; 19. YY başlarında cahil olmama hali " okur yazar " olma ile tanımlanırken gelişmiş ülkelerde, 20. YY başlarında " cahil olmama hali " en azından Lise veya dengi mesleki okul mezunu olmakla ifade ediliyor yine gelişmiş ülkeler için.
    Hala Osmanlı okur yazardı diyen varsa; Alttaki yazıyı epeydir aradığım bir kitaptan aldım, Mehmet Arif Bey'in, Rusların İstanbul Yeşilköye kadar geldikleri meşhur 93 Harbinin özellikle Doğu Cephesini anlattığı " Başımıza Gelenler " kitabından;
    Umarım kendi ordusunu cahillikten doğru-dürüst haritasını yapamadığı kendi topraklarında savaşmaya yollayan cahillerin aslında " okur yazar olduklarını " savunacaklar çıkmaz!
    Aynı rezalet Çanakkale savaşlarında da vardır, Osmanlı Haritalarındaki yanlıştan binlerce askerin uçuruma yollanarak düşüp öldüklerini okumuştum bir yerlerde de.
    Okur yazar bir toplumda yüzyıllar önce halledilmesi gereken basit bir harita sorununun 20. YY başlarında " okur yazar " Osmanlıda halledilmemiş olmasını okur yazarlık fazla gelmiş diye mi yorumlamak gerekiyor acaba?
    Hala Osmanlı okur yazardı diyen varsa, " oh yeah, hem okurdu hemde yazardı ceddimiz " deyim artık, başka ne yapayım yani!
    Alttaki Muhtar Paşa " Gazi Ahmet Muhtar Paşa ", Erzurumlular iyi tanırlar, zamanın Doğu Cephe Komutanı, 1877-78'li yılların; " Kibert " kim bulamadım, ama Osmanlı bölgesinin Haritası yapmış Alman!

    " Hudut haritası yok
    Muhtar Paşa hazretleri ordunun hareket hattını tayin etmek için, hudut arazisinin büyük mikyasta yapılmış doğru bir haritası var ise bilmek ve görmek
    istedi. Vakti müsait olunca da bütün hudut boyunu ve muharebe hattı olmaya elverişli mevkileri bizzat gezip görecekti.
    Yazıklar olsun ki, ordu erkanı harbiyesinden ve bütün askeri kalemlerden:
    " •- İhtiyacı karşılayacak derecede sağlam ve doğru bir haritamız yoktur. Olanlar da Almanyalı meşhur Kibert'in coğrafya haritasından kopya edilerek büyütülmüş şeylerdir.
    Cevabı alındı. "
    Kısacası Osmanlı cahildi!




  • Üzerinden uzun bir müddet geçmiş yazılanların. Ama gerek zevzeklikte, gerekse saçmalamakta Nirvana’ya ulaşılan ender konulardan bir tanesi olduğu için kayıtsız kalamadım. Ben de bu hususta bir iki kelam etmek istiyorum. Takip ettiğim üç sayfa boyunca, enteresan noktalardan çıkarımlar yapan arkadaşlar gördüm. Yazım, bu kimselere cevap olarak okunabileceği gibi, umumî bir yazı olarak da değerlendirilebilir. Bu satırları sonuna kadar okuma tahammülünü gösterecek arkadaşlara şimdiden teşekkürü bir borç biliyorum, zira bu insanlar pek fazla değil; korunmaları ve kollanmaları gerekiyor. İzninizle başlıyorum:

    Evvelâ, Osmanlı İmparatorluğunun okur-yazarlık bahsi hakkında konuşmadan önce, bu İmparatorluğun maarif (eğitim) sistemine bir göz atmak gerekir. Elbette uzun uzadıya bundan bahsetmek, bu forumun kitlesi için ağır kaçar. Sadece birkaç ufak şeye temas edeceğim.

    Ortaçağ, hususî eğitimin revaçta olduğu bir dönemdir. Tüm toplumların elitleri ve aristokratları, yani varlıklı sınıfları, kendi çocuklarını özel hocalara okuturlardı. İlkokul, ortaokul adıyla mektepler bulunmaz; yüksek tahsil için açılan belli merkezler bulunurdu. Buralarda çocukları okutmak da, az önce bahsettiğim gibi, her sınıftan insanın üstesinden gelebileceği bir şey değildi. Osmanlı Devleti, bu durumu aşabilen ender devletlerden olmuştur. Zira getirdiği ‘devşirme usulü’ ile zeki ve istidatlı çocukları fakir ailelerinden alır ve Enderun’a kaydederdi. Bilinenin aksine medreseler, küçük çocukların gittiği bir yer değildir, aksine yüksek eğitim kurumlarıdır. Küçük çocuklar önce özel hocalarla veya mahalledeki en âlim kişiyle okutulur, ardından medreseye gönderilirdi. Medreselerde dinî ilimlerin yanı sıra, aklî ilimler de okutulurdu. Örneğin hendese (geometri), kelam dersi içerisinde okutulur, kimi medreselerin duvarlarında, 'Hendese ilm-i fıkhın mîzânıdır, Kim ânı kem eyleye, nâsın çingânıdır' yazardı. (Geometri, fıkıh ilminin terazisi, ölçüsüdür. Kim onu aşağı görürse, insanların aşağısıdır) Tanzimat devrinden itibaren bu sistem değişmeye başlamış; sıbyan mektebi, rüşdiye, idadî ve Mülkiye, Tıbbiye gibi yüksel tahsil okulları ve en sonunda Darülfünun kurulmuştu. İdadî, günümüz lisesine denk olmakla beraber, eğitimine devam etmeyecek olan idadîye giremezdi. İdadî, yüksek tahsile hazırlık okulu haline gelmiş ve bu talebelerin yüksek öğrenime devam etmesi emrolunmuştur.

    Osmanlı eğitim sisteminin Tanzimat öncesi temel metodu: kopya etmedir. Elinize o dönemlerden bir kitap geçerse ve müellifin de bir önsözü varsa, iyi okuyun. Umumiyetle müellif, önsözünde talebelerinden bu kitabını kopya etmelerini isteyecektir. Zira bu metotla öğrenci rüştünü ispatlamış olur, hocasına karşı vefa borcunu öder, kitabı çoğaltarak insanların okumasına vesile olur ve eseri çoğaltırken belki 20 defa o kitabı okumuş olacağından neredeyse her harfi hafızasına kazıyarak bilgisini derinlemesine arttırır. Osmanlı eğitim sisteminin temel metodu bu olduğundan, matbaaya pek yüz verilmemiştir. Çünkü matbaanın gelişi, tüm eğitimin yeniden düzenlenmesini gerekli kılacak, bu da büyük masraflara yol açacaktır. Ayrıca hattatların işsiz kalacağı endişesi, Osmanlı okuryazarlarının güzel yazıya kitabı çoğaltan değerli el yazmalarından kopup, madenî ve özensiz baskı aletlerinin çıktılarıyla yüz göz olmak istememesi nedeniyle de matbaa, Osmanlı topraklarında Müslüman halk tarafından fazla benimsenmemiştir. Elbette, toplumdan gelen bir talep olmaması da, seri bir şekilde kitap basılmasını manasız kılıyordu. Kitaplarla işi olan takım, onları el ile çoğaltıp yazan talebeler, hukukçular ve bürokratlardır. Halk, kitaplarla pek hasbihal olmazdı. Osmanlı sosyolojik yapısına bakıldığında, göçebe Türkmenler, çeşitli Kafkas kavimleri (Çerkesler, Tatarlar vesaire) gibi birçok topluluk, zaten sürekli yer değiştirmekteydi. Bu insanların matbaaya kitap için talep sunması pek makul değildir. Museviler ve Hristiyanlar da böyleydi. Ecnebilerin kendilerine ait matbaaları olmasına rağmen, bu değişmemiştir.

    Yabancıların kurdukları bu matbaalarda dinî kitaplar basmalarına izin yoktu. Bu yasağın önemli hikmetleri vardır. Örneğin Abdülhamid devrinde ecnebîler Mızraklı İlmihal olarak da bilinen, devrin en çok rağbet edilen fıkıh kitabını değiştirmeye kalkmışlardı. Kimileri tarafından tezat olarak da adlandırılabilecek bir şekilde, Osmanlı’da kitap okuma alışkanlığı, Abdülhamid devrinde başlar. Bunun en önemli âmili, sultanın uyguladığı depolitizasyondur. Gazetelere ve dergilere gelen siyasî sansür neticesinde yayın organları boş alanları doldurmak için; bilim, sanat, mizah, roman ve öykü yayınlamaya başlamışlardır. Siyasetin konuşulmadığı yerde bilim ve irfan konuşulmuştur.

    Matbaanın dinî hassasiyetlerle Osmanlı’ya girmediği iddiaları boştur. Yenişehirli Abdullah Rumî Efendi’nin Behecetü’l Fetâva adıyla kitaplaştırılan eserinde, matbaaya câiz ve makbuldür, faydalıdır şeklinde fetva verdiği kayıtlıdır. Hiçbir zaman Osmanlı Devletinde basım işiyle uğraşanlara ceza verilmesine dair bir ferman da olmamıştır.

    Dil öğrenmek faydalıdır. Ancak özellikle şunu belirtmek istiyorum ki, bilhassa Kur’an hususunda, anlamından zerre haberi olmayan kimsenin ‘hafız olacağım’ diyerek Kur’an ezberlemesi son derece sakıncalıdır. İslam âlimlerinden Kettanî, et-Terabet’ül İdrarîyye adlı eserinde sahabe-i kiramın okuduğunu anlayamayan çocuklara Kur’an ezberletmediğini, Tabiiyundan Hasan-ı Basrî hazretlerinin okuduğunu anlamayan çocuklara hafızlık arzusuyla Kur’an ezberletilmesinden rahatsız olduğunu yazıyor. Hz. Ömer’in oğluna Bakara Suresini iyice bellesin diye 8 yılda öğrettiği rivayet olunur.

    Osmanlı İmparatorluğunun Anadolu’yu geri bıraktığı iddialarına gelince: bu Osmanlı’nın malî politikası ile alakalı bir mevzudur. Osmanlılar, imareti vakıflara bırakırlardı. Söz gelimi yol, köprü, hastane, cami gibi imaretleri devlet bütçesinden harcamazdı. Buralara yatırım yapacak şahıslar bulunur, devlet bunlara arazi verir, kişi bir vakıf kurar, bu vakıf çalışarak imaretin parasını çıkartır, ardından tahsis edilen arazi üzerine imaret yapılırdı. Vakıf, çalışmaya devam ettiği müddetçe, devlet hazinesine katkıda bulunmaya da devam ederdi. Osmanlı bürokrat sınıfı, devşirmelerden ve Türklerden müteşekkil olduğu için, hayrat yapacak bu insanlar da kendi topraklarına yapmayı dilerlerdi. Hırvat olan kendi Hırvat şehrine, Sırp olan Sırp köyüne, Türk olan kendi kentine yapardı. Ayrıca eyalet sistemi cari olduğundan, halktan toplanan vergilerin durumuna göre eyalet bütçeleri belirleniyordu. Dolayısıyla bütçesi yüksek bölgeler daha mamur olurdu. Bugün de böyledir, değişen bir şey olmamıştır.

    Şu meşhur söz: ‘Devletler doğarlar, büyürler ve ölürler’ sözü, bizim İbn Haldun’un Mukaddime adlı nadide eserinde yazmaktadır. Dünyanın ilk sosyologu olan ve sosyal bilimleri ilk olarak ‘ilim’ sınıfına sokan (bu bilimlere Sokrat falan yüz vermez hiç) bu âlim, aynı zamanda bir Malikî fıkıhçısıdır. Sosyal felsefe hareketinin öncülerindendir.

    Bazı kimseler tekke ve zaviye kitaplarını küçümsemiş. Halbuki burada basımı yapılan kitaplar; edebiyat, fizik ve felsefeden, tasavvufa kadar uzanan geniş bir yelpazededir. Bunun hakkında yapılan araştırma için bkz:http://www.isam.org.tr/documents/_dosyalar/_pdfler/osmanli_arastirmalari_dergisi/osmanl%C4%B1_sy42/2013_42_VAROLM.pdf
    Üstelik bu araştırma, bir arkadaşımızın paylaştığı blog yazısından çok daha ilmî bir yazıdır.

    Osmanlı Devleti’nin çökmesinin, okur-yazarlıkla hiç alakası bulunmamaktadır; Rusya’nın okur yazarlığı da pek azdır fakat dünya sahnesinde çok güçlü bir imparatorluktur o devirde. Madem konu ‘çöküş’ senaryolarına geldi, birkaç iktibas yaparak bazı hususları vurgulamak elzem oldu.

    Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün en mühim nedeni iktisadîdir. Avrupalılar feodal yapıyı kırarak merkantilizme, ardından kapitalizme geçerken; şark imparatorlukları tarım toplumu olarak kaldılar. Osmanlı’nın kaderi de bundan farklı olmadı. Fakat bunun sebebi, devletin insaniyetidir. İstanbul gibi büyük kentlerin yiyecek iaşesinin sağlanması endişesiyle uygulanan ekonomi politikaları devleti güçsüz düşürmüştür. O dönemde Avrupa’da insanlar kıtlıktan ölseler dahi, devlet merkantilist politikasından ödün vermiyorken, Osmanlı Devleti insafının kurbanı olmuştur. Açıklayayım:

    Osmanlı iktisadında çiftçi ürettiği malın bir kısmını kendi tüketimi için ayırır, diğer kısmını ise satar. Sattığı yer de genellikle büyük kentli tüccarlar olur. Tüccarlar da kent pazarların da mallarını halka satarlar. Bir noktadan sonra bu sistem zaafa düşünce (Celalî isyanları, tımar sisteminin bozulması vesaire) üretim daralmaya başladı. Büyük şehirlerde iaşe sorunu ortaya çıktı. Gelen mal, tüketime yetmiyordu. Yöneticiler, çiftçilere baskı yapmaya başladı. Ancak çiftçi, ürettiği malın fazlasını, en çok para verene satmak istiyordu. Genellikle Venedikli tacirler, Osmanlı tüccarından daha fazla alım gücüne sahipti. Çiftçi malını dışarıya sattıkça, içerideki arz talebi karşılayamıyordu. Osmanlı Devleti halkın alım gücünün düşmemesi için (enflasyonun azalması için) ithalat yasağı koydu. Fakat çiftçi, tüm engellemelere karşın malını dışarı çıkarmaya devam etti. Bunun üzerine hükümet, narh politikası gütmeye başladı. Narh, kâr haddi demektir. Fiyatlar sıkı sıkıya kontrol edildi. Fakat bu uygulama da rekabeti zayıflattı ve ticareti azalttı. Tam bu sırada İngilizler, tüccarlarını korumak için ihracat yasağı koymuş, piyasaya ayak uyduramayan kimseler aç kalmışlardı. O dönemde başlayan sömürgeci hareketler ile Amerika’dan Avrupa’ya akan altın ve gümüş sayesinde, Avrupa’da büyük bir iktisadî canlılık yaşanmıştı. Bu madenlerin ülke içerisinde biriktirilmesi sonucu, yerli tüccar oldukça zenginleşerek, ithalat yapabilecek seviyeye gelmişken, Osmanlı tüccarının böyle bir grupla rekabet edebilmesine imkân yoktu. İktisat tarihçileri bu döneme 16. Yüzyıldaki fiyat Devrimi derler. Bunlardan bir tanesi olan E. J. Hamilton, ücret artışının fiyat artışının gerisinde kaldığını, böylece sermaye birikiminin yaşandığını (sosyal eşitsizliğin arttığını) söyler. İfadelerimi tasdik eder yani.

    Tabii iki kutup arasında yaşanan bir malî farklılık, eğitim bütçelerine de sirayet etmiştir. Avrupalı, karşılıksız elde ettiği sömürgeci servetini eğitime aktarma fırsatı bulurken, krizlerle boğuşan Osmanlı Devleti, bunu gerçekleştiremedi. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, ‘biz nasıl geçineceğiz’ diyen bir medrese talebesine şöyle demektedir:

    "O yönü biz düşüneceğiz. Orası size ait değil. Emin olunuz, sizin geliriniz pek çoktur. Fakat ötekinin berikinin elinde kalmış. Talebeye tahsis edilmiş vakıflar, tamamıyla kendilerine bırakılsa, beş bin talebe varsa, zannederim üçer lira düşer. Bundan başka milletin de size karşı fedakârlık göstereceği muhakkaktır. Umulur ki, siz bir mevcudiyet gösterirsiniz. Yoksa geleceğin ne olacağı kesindir. Ancak size düşen, bu ihtiyacı bilerek bunu gidermeye çalışmaktır."
    (Kaynak:http://maverd.blogspot.com.tr/2013/02/osmanl-medreselerinin-serencamna-dair.html)

    Görülüyor ki, eğitim bütçesi Osmanlı'da gitgide kısılmak zorunda kalırken, Batı'da sürekli artmıştır. Celalî isyanları sonrası oluşan kaos ortamında, aileler çocuklarını devlet bunlara bakar diyerek medreselere göndermiş, medreseler aşırı dolunca bütçe bozulmuş, medrese mezunları iş bulamamış, bu sefer bu medreseliler asayişi bozmuşlardır. Mesele fikriyattan çok ekonomi ile alakalıdır.

    Çöküşün sonraki safhası ise kapitalizmdir. O çok övülen İngiliz Parlamentosu, enclosure movement adıyla bilinen ‘çitleme hareketi’ni yasallaştırmıştır. Tüm çiftçinin arazisi legal (!) olarak gaspedilmiş, ortak mülkiyete ait olan köy arazileri, çayırları ve çiftlikleri özel mülkiyete dönüştürülmüştür. Bu arazileri satın alanlar da parlamentoda ‘evet!’ diye tepişen aristokratlardan başkaları değildir elbette! Topraksız kalan köylü, mecburen şehirlere göç ederek Karl Marx’ın ücretli emek dediği şeyi tatbik etmeye başlamıştır. İşçi sınıfı oluşturulmuş, bu sınıf burjuvaların emrine verilmiştir. 1750-1760 arasında 156, 1800-1810 arası 906 karar Parlamentodan geçmiş, böylece işçiler artık endüstri sektöründe çalışmak zorunda bırakılmışlardır.

    1830’da sadece Fransa ve İngiltere’de 150.000 kişi bu sağlıksız koşullarda çalışırken salgın hastalıklardan hayatını yitirmiştir. Pek gelişkin Avrupalılar, servetlerini bu Makyavelist (amaca ulaşmak için her yolu mübah gören) zihniyetlerine borçludurlar.

    Bazı arkadaşlar, Parlamentonun halk tarafından seçildiğini falan zannetmişler anladığım kadarıyla. Parlamento, kralın karşısında bulunan asil aristokrat zümrenin temsil edildiği organdan ibarettir İngiltere’de. İngiltere Parlamentosu iki kamaradan oluşur: Avam kamarası ve Lordlar kamarası. Lordlar kamarası zaten soyla atanırlar, ömür boyu oradaydılar ve halk onları azledemezdi. Avam kamarası ile 1492’den 1832’ye kadar önemli ölçüde gelir getirebilen bir mülk sahibi olan kimselerin oyları ile seçilirdi. Yani oyu veren, köylü arazisini gaspeden burjuvalardır. 1832’de Büyük Reform adıyla anılan bir tasarı geçirildiyse de, 20 milyon nüfuslu ülkede 455.000 kişi daha oy kullanabiliyordu sadece. Osmanlı’da ise Taşra vilayetlerinde 1840’ta memleket meclisleri kurulmaya başlamıştır, mahallî demokrasi tatbik edilmiş, bu üyeler Meşrutiyet ilan edilince Mebus olarak meclise gönderilmiştir. 25 yaşını dolduran tüm erkekler, mala mülke bakılmaksızın oy verebilirdi.

    Reformla Rönesansın kalkınmakla bir ilgisi yoktur. Rönesans hümanistleri, elitisttirler, birçok Rönesansçı düşünür, kadınların eğitim almasına karşıdır örneğin. Rönesansın, reformun ne olduğunu bilmeyenlerin, ‘Osmanlı Rönesans yapsaydı’ düşünceleri çok gülünçtür. Rönesans, gerici bir eylemdir; Antik Yunan klasiklerini canlandırıp okuma ve sanat düşünü hareketidir, bilimsel bir devrim çağı değildir. Galileo’dan evvel Müslümanlar dünyanın yuvarlak olmasından geçtim, çapını bile hesaplamış idiler. Batı merkezli tarih anlayışının bir tezahürü olarak, insanımız Rönesansı bir şey zannediyor işte. Osmanlı’nın Rönesansı takip ettiğine hiç şüphe yok ama izlemesi için de hiçbir sebep yok. Osmanlı gücünün zirvesinde, Avrupa’nın yukarısındadır o dönemde, nesini yapacak Rönesansın?

    Rönesans’ta matbaalarda basılan eserlerin neredeyse tamamının din kitapları olduğunu bilmeyenler, ‘şeriat kaldırılmalıydı’ diye abuk subuk konuşur işte… Bedri Gencer’in ‘İslam’da Modernleşme’ adlı muazzam eserini okumayan (mukayeseli sosyoloji eseridir), reformasyon ve Rönesans hakkında atıp tutmasın.
    Fransızlar, 1790’da çıkardıkları bir yasa ile ‘hukuku hukuk mezunları yönlendirmelidir’ gibi garip bir içtihada varıyorlar. O döneme kadar Fransa’da hukuk mevkileri para ile alınıp satılırdı örneğin. Bu da ileri (!) Batı medeniyetinin 1800’de geldiği bir nokta. İmparatorluğun Avrupa'dan önde olduğu birçok nokta vardı: çiçek aşısını İngilizlere veren Osmanlı'dır, dünyadaki ilk telgraf hattını çeken Abdülmecid'dir, Pasteur'ü kimse sallamazken Abdülhamid ona bir nişan verip taltif etmiştir vesaire...

    Geri gelelim şu okur yazarlık mevzusuna:

    Şiir, roman ve hatırat nevinden birçok te’lifatı olan Julia Pardoe (1806-1862), subay olan babası ile beraber 1836'da İstanbul gelmiştir. Dokuz ay müddetince paşalardan hanım sultanlara kadar farklı mevkilerdeki insanlarla konuşmuş, Mekteb-i Harbiye'den Selimiye Kışlasına kadar bir çok yeri gezmiş ve bunları hacimli bir hatıratta neşretmiştir. Hatırat, 2010 senesinde tam metin olarak Türkçeye tercüme edilip neşredilmiştir.

    Pardoe hatıratında, Osmanlıdaki okuma-yazma nisbetine dair şunları söyler

    Perhaps, with the single exception of Great Britain, there exists not in the world a more reading nation than Turkey. I have no doubt that this assertion will startle many individuals in Europe, who have been accustomed, and, indeed, led to believe, that the natives of the East are, as a people, plunged in the profoundest ignorance. It is, nevertheless, a fact that nearly every man throughout the Empire can read and write, and that there are at this moment upwards of eight thousand children scattered through the different schools of the capital.

    İngilizce metninin tercümesi:

    Dünyada, bir tek Büyük Britanya istisna olmak üzere, belki de Türkiye'den daha okur-yazar bir memleket yoktur. Bu iddianın Şarklıların en derin cehalete saplanmış insanlar olduğu fikrine alışmış ve hatta inandırılmış Avrupalı pek çok kişiyi şaşırtacağına eminim. Oysa imparatorluktaki hemen hemen her erkeğin okuyup yazabildiği ve şu an payitahttaki farklı mekteplere dağılmış sekiz binden fazla çocuğun bulunduğu bir hakikat.

    Kaynak: http://maverd.blogspot.com.tr/2013_05_01_archive.html

    Yıllıklara bakıldığında, İmparatorluğun okur yazarlığı hakkında bir fikir elde edilirse, yüzde 10 rakamının çok da doğru olmadığı kesindir.

    Bununla beraber, IRCICA'dan çıkan bibliyografyada, Osmanlı'nın Avrupa bilimini gayet iyi bir şekilde takip ettiği kanıtlanıyor. Mesela Başhoca İshak Efendi'nin Mecmua-i Ulûm-i Riyâziye'sine bir göz atın, kendisi oğluna Fransızca tarih okutmuş, padişahtan destek görmüştür. Padişahın hatt-ı hümayunu:

    Kaymakam Paşa’ya Sultan II. Mahmud’un kendi eliyle yazmış olduğu ve kanaatini ifade eden hatt-ı hümâyûnu:

    “Kaymakam Paşa
    İşbu takririn ve mumaileyh [kendisine işaret edilen, evvelce geçen] İshak Efendi’nin arzı ile takdim eylediği kitap manzûr ve malum-ı hümâyûnum olmuştur. Vakıa mumaileyh sair mevcudlarına nazaran bu fende hünerlice adamdır. Tâziyane-i şevkini mucib olmak için atiyye-i hümâyûnumuz olarak bin rub’iyye [300 gr altın] tarafına gönderilmiştir. Mumaileyhe viresin ve tıbkı istidası üzere kendü nezaretiyle tab ve temsil ettirilmek ve hitamında dört cildin birer aynını taraf-ı hümâyûnumuza arz ve takdim olunmak üzere icrasına mübaderet olunsun.”

    Padişah, kitabın basıtırılmasını ve dağıtılmasını bu sözlerle irade buyurmuştur.

    Ya da Emin Paşa’nın 1840’ta roket teknolojisiyle ilgili neşrettiği Fransızca kitabın Avrupa’da heyecanla karşılandığını bilen de çok azdır… Çok cahildi bu Osmanlılar canım… Öyle böyle değildi zaten.

    Osmanlı düşün dünyasını anlamak için, ilim ve fennin abartıldığı kadar geri olmadığını kavramak için IRCICA’nın neşrettiği şu bibliyografya kitaplarını Kitapyurdu’ndan sipariş etmekle işe başlayabilirsiniz:

    Osmanlı astronomi literatürü tarihi (2 Cild)
    Osmanlı askerlik literatürü tarihi (2 Cild)
    Osmanlı matematik literatürü tarihi (2 Cild)
    Osmanlı tabii ve tatbiki bilimler literatürü tarihi (2 Cild)

    Aslında Rönesansı, Reformu, Anglosakson dünyadaki Parlamento hareketlerinin nasıl başladığını, Liberalizmin ve kapitalizmin matbaa ile ilişkisini falan çok anlatırdım da, yazarken sıkıldım. Yeter bu kadar. Berbat konu takibim ve üslubum yüzünden özür diliyorum.

    Not: Ekrem bey İslam hukukçusu değil, Umumî hukuk tarihçisidir.

    Şunu da ekleyeyim: Cumhuriyet öncesi Osmanlıca'nın 4'te 3'ünün Arapça ve Farsça olduğunu bilmeyen ''tarihçi'' arkadaşların, sonradan ''p, ç, j'' gibi harflerin uydurulmasına şaşırması bana tuhaf geldi. Kendisine soralım, 'ilim' kelimesinin nasıl Dil Kurumu tarafından 'bilim' haline getirildiğini biliyor mu? Arı Türkçe sevdalılarının kullandığı hiçbir anlam ifade etmeyen dili? Bir alfabe yetersizleşmişse, ıslah edilir; cumburlop başka bir alfabeye atlanmaz. Dünya tarihinde pek az görülen bir şeyi yaptı bu ülke. Japonlar mesela Meiji Restorasyonu döneminde alfabe ıslahı yapmışlardır, gidip başka alfabeyi almamışlardır. Bunun pek de masum nedenleri olduğunu zannetmiyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi T@rhuncu -- 2 Mayıs 2014; 22:20:34 >




  • Osmanlının eğitim konularının 2.Abdülhamitten önce doğru düzgün ele alınmadığını belli.Amerikalısı, avrupalısı kolejler açarken osmanlı bakmış sadece.
  • Prof. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra EkinciProf. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Osmanlida iyi olan ermeni rum ve musevilerin okur yazarliglarina bakin asli unsur onlardi bu konuda maalesef bilgi konusunda.cogunlugu zaten gitti ulke kurdu.osmanli zamani okur yazarlar simdi iyi yerlerde tr dede turkleri adam etmeye calistilqr reformlarla inkilapla ama nekadar basarili oldular tartisilir o zaman ki belge azinliklar daki oran diye ayiriyor mu acaba

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.