Şimdi Ara

Mustafa Kemal ATATÜRK (5. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
536
Cevap
12
Favori
67.667
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 34567
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Ne Oğuzum ne de müslüman
    Sadece Türk oğlu Türküm.

    RUBAİ

    Ey ilahi NÜSHA ki SENSİN
    Alemde (Al em'de) olanlar HEP SENSİN
    Ey Şah'ın CEMAL aynası ki SENSİN
    İstediğini KENDİNDE ara ki SENSİN
  • Büyük olmak bedel ister. Ölümsüzlüğün sırrı burada.


    ATATÜRK: "EVLERİMİZİ BASIYORLAR"

    Bugünlerde nedense (!) Atatürk’ün bir anısını paylaşmak istiyorum.
    Mustafa Kemal, tedavi için geldiği İzmir’de yeni vefat eden annesinin mezarı başında, duygulanarak bir dönemi anlatıyor.
    Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi bunu 29 Ocak 1923’te yazıyor:
    Paşa Hazretleri validesinin kabri önünde büyük bir dindarâne huşu ve ulvi olduğu kadar metin bir üzüntüyle bir müddet sessiz ve suskun durmuşlar ve merhumenin ruhuna Fatiha okuduktan ve hazır bulunanlara hitaben hasbıhalden ve hatıraları canlandırdıktan sonra şu sözleri söylemişlerdir:

    “HAYATA İLK ADIMI
    ZİNDANDA ATTIM!”
    Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur.
    Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim.
    Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz erkânıharp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.

    “...BİR GÜN BENİ ALDILAR”
    Hakikaten bir gün beni aldılar ve müstebit (despot) idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım.
    Validem bundan ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç-beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar müstebit (despot) idarenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirirlerken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem, gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler onun hayatını ıstıraplar ve gözyaşları içinde geçirtmiştir.

    “İKAMETGÂHI BİN TÜRLÜ SEBEP VE VESİLELERLE BASILIRDI”
    Bir başka nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur olmuştum. Yanımda kendisinin refakatime verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman validem, bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz edildiğini zanneylemiş ve bu zan kendisini felce uğratmıştı. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını elem, ıstırap içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Nihayet pek yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu.

    “VALİDEMİN KABRİ ÖNÜNDE YEMİN EDİYORUM”
    Validemin kaybından şüphesiz çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni teselli eden bir husus vardır ki, o da anamız vatanı mahv ve haraplığa götüren idarenin artık bir daha dönmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Validem bu toprağın altında, fakat milli hâkimiyet ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, milli hâkimiyet ilelebet devam edecektir.

    Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdetmiş olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin muhafazası ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.

    Hulki Cevizoğlu




  • 1--Atatürk`ün dünyada `başöğretmen' sıfatlı tek lider olduğunu, Bir geometri kitabi yazdığı, üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin (öztürkçe) isim babasının bizzat Mustafa Kemal oldugunu.



    2--Norveççe`de `Atatürk gibi olmak` diye bir deyim olduğunu.



    3--''Atatürk'' çiçeği'nin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin`in koydugunu ve bu çiçegin tüm dünyada bu isimle üretilip satildigini.



    4--Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve Baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygi durusunda bulundugunu.



    5--Kurtuluş Savaşında rütbe alan bir çok kadın askerlerimizin olduğu, dünya tarihine geçen tek bir üsteğmenimizin olduğunu, Üstteğmen Kara Fatma' nin 700 erkek, 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat Atatürk tarafından atanmış olduğunu.



    6--Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulduğunda "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı.Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz" dediğini ve bunun üzerine BM yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen ilk ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu.



    7--1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarindan oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadi ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini.



    8--1938'de Ata`nin ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde; "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini.



    9--1996'da Haiti Cumhurbaşkanının vasiyetinde, mezar taşına yazılmasını istediği metinde; "Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm" yazdığını.



    10--2000'de ABD Baskanı'nın milenyum mesajinda; '' Milenyumun hiç süphe yoktur ki tek devlet adami Mustafa Kemal Atatürk'tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir" denildigini.



    11--2005'de Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un önerisinin "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk' ü örnek alsın yeter" olduğunu.



    12--2006'da ise AB uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini. bu cok onemli ama gercek

    ALINTIDIR




  • Çok güzel paylaşımlar.Teşekkür ederiz.Ancak ilgi yok denecek kadar az.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: İlahi Morluk

    http://www.haber7.com/haber/20080912/Ataturkle-yeniden-tanisma-zamani.php

    Yorumları okuyunuz.Titreyelim ve kendimize gelelim.

    İrtica yokmus bu ülkede birde.
    Bu ne aymazlık ve cehalettir.Bütün yapılanları görmezden gelmektir.Eskiden azınlıkta dediklerimiz şimdi almıs basını gitmiş.
    Atatürkü unutmayız unutturmayız.Biz onun resimlerini,rozetlerini değil düşüncelerini korumaya kendimizi adamısız.

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  • Benim babam ali rıza efendidir ancak fikir babam ziya gökalptir/MUSTAFA KEMAL ATATÜRK bu sözü bence iyi bi inceleyiniz
  • Çok güzel bir konu öncelikle tebrikler. Tüm Kemalist arkadaşlarımı ''Atatürkçüler Birliği'' konumuza bekleriz. Bu konuyu takip ediyorum paylaşım içinde olacağım.

    http://forum.donanimhaber.com/m_29199707/mpage_1/tm.htm

    İyi forumlar.
  • akın48 böyle güzel bi çalışma için kutluyorum sizi epey bi olmuş başlık açılalı sanırım yeni gördüm, diğer yerlerde gezinmekten buraya yeni sıra gelebildi maalesef. Tekrar başarılar iyi forumlar herkese...
  • "hocaları kaldırmak laızm demiş doğru demiş. halkı ayaklandıran, Atatürk'ün katli vaciptir diyenler hocalar değilmiydi! "
    Bu nasıl mantıktır? Hocaların içinde de elbette çürük elmalar var. Ama Hocaların hepsi veya çoğunluğu vatana ihanet içindeydi dolayısıyla kaldırılması(!) temizlenmesi(!) gerekliydi cümlesi trajikomiktir. Bakınız 1. meclis. Bakınız Merhum Mehmet Akif...

    Atatürk ve Din tartışmasına ise Can Dündar'ın aşağıdaki yazısı bir katkı sağlayabilir.

    Atatürk'ün sansürlenen görüşleri
    Can Dündar

    "Atatürk'e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor.
    Biri Batılılaşma konusunda...
    Diğeri din konusunda...
    İlki, Atatürk'ün hedef olarak Avrupa'yı göstermediği iddiasına dayanıyor.
    İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk'ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım'la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor.
    Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım.
    ***
    İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa'nın Fransız yazarı Maurice Pernot'ya verdiği demeç... Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor:
    "Osmanlı İmparatorluğu, Batı'ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu'da ise de düşüncelerimiz Batı'ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir?"
    ***
    Din meselesine gelince...
    İlk Meclis'in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk'ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş.
    Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı.
    Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların "Millet" bölümünden satırlar:
    ***
    "Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)
    "Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
    "Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..)
    "... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..."
    ***
    Yeterince açık değil mi?
    Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?
    Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları" kitabında yer almıyor da ondan...
    İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı.
    "Medeni Bilgiler"i geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış.
    Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz.
    Düşünce özgürlüğü mü dediniz?"

    Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/2006/10/30/yazar/dundar.html



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Taşralı -- 12 Nisan 2009; 9:25:09 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mnr980

    1- Cumhuriyetçilik:
    Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun idare, Cumhuriyet idaresidir (1924).
    Devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir (1925).

    2- Milliyetçilik:

    Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir (1930).
    Diyarbakır'lı, Van'lı, Erzurum'lu, İstanbul'lu, Trakya'lı ve Makedonya'lı hep bir soyun evlatları ve hep aynı cevherin damarlarıdır (1932).

    3-Halkçılık:

    Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardanoluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir (1923).

    4- Devletçilik:

    Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak; milletin ihtiyaçlarını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak (1936).
    Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir (1937).

    5- Laiklik:
    Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir (1930).
    Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir (1930).


    6- Devrimcilik:
    Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır (1925).








  • Bir daha gel, gel Samsun'dan...
  • - Yav bırak Mustafa abi yaa, sen mi kurtarıcan memleketi Allah aşkına!

    - Ama işgal zırhlıları...

    - Boşver şimdi sen işgal zırhlılarını filan... Gün gelir, memleketin malını mülkünü tapusuyla İngiliz'e satar bunlar.

    - Yok canım!

    - Yeminle söylüyorum, İngiliz vatandaşı bakan bile getirip koyarlarsa şaşma.

    - Ama ahval ve şerait...

    - Güzel abim yaranamazsın... Bak şimdi binicez bu dandik gemiye, taaa Samsun'a gidicez, savaş, boğuş, kendimizi paralayacağız, diyelim becerdik, devrim mevrim, anlata anlata dilinde tüy bitecek, sonra sen kahırdan ölücen, önce biraz ağlıycaklar, sonra gene "Son Osmanlı Padişahı" diye pankart açacaklar, mezarında dönücen.

    - Saltanat kalsın diyosun yani...

    - Alışmadık popoda don durmaz abi, egemenlik megemenlik vereceğine, iki çuval kömür ver, daha iyi... Aha buraya yazıyorum, açlıktan nefesleri kokarken padişahlarına saltanat uçakları alırlar, bu gemiyi de jilet yaparlar, söylemedi deme.

    - Efkárlandım be...

    - Yakma o cigarayı gözünü seveyim, yarın öbür gün belgesel yaparlar, keş gibi gösterirler seni haberin olsun.

    - Hal çaresi nedir peki?

    - Al padişahın kızını, yırtalım.

    - Millet ne olacak?

    - Onlar da ulemaya sorsun artık ne olacaklarını, bize ne, kendi düşen ağlamaz.

    - Laik olmasınlar mı, birey olmasınlar mı, kendi lisanları olmasın mı, şıhlara şeyhlere mi bırakalım kaderlerini?

    - Bak ne güzel söylüyorsun, kader der geçerler, takalım takkemizi bakalım dalgamıza, iş çıkarma başımıza...

    - İyi de, yazık olmaz mı?

    - Asıl bu yaptığını yaparsan yazık olur... Bazıları sana inanacak, etkilenecek, senin fikirlerini yaşatmaya kalkacak, hayatları kayacak, evleri basılacak, içeri tıkılacaklar, kimine saçını örtmediği için fahişe diyecekler, kimine milletin malını Arap'a satmayın dediği için komünist diyecekler, kimine Ne Mutlu Türküm Diyene dediği için faşist diyecekler, darbeci diyecekler... Yorma ahaliyi, kula kulluk edelim, rahat edelim.

    - Yok arkadaş, ben bi deniycem.

    - E sen bilirsin.

    YILMAZ ÖZDİL




  • Kimi zaman gülümseten , kimi zaman tarihten kesintiler sunan Atatürk'ün ağzından anlatılmış hoş bir hikaye. Bir kitapta denk geldi okuduğumu buraya aktarıyorum.

    -

    Onunla ilk tanışmak şerefine nail olduğum gün, bana anlattığı şu hikaye hiç hatırımdan çıkmaz. Demişti ki :

    Benim ilk Avrupa seferim baştanbaşa tam bir kepazeliktir. Bu Meşrutiyet ilânından hemen sonra idi. Binbaşı Selâhattin Bey isminde bir arkadaşla, Paris'e gitmeye karar vermiştik. İlk işimiz o zamana kadar hiç sivil giyinmediğimiz için bir hazır esvap mağazasına koşmak oldu. Gerçi böyle bir yolculuk için lâzım olan şeylerin neden ibaret olduğu hakkında hiç bir fikrimiz yoktu ama, neyse, gene kendi zevkimize göre bir iki kat esvap aldık. Benimki geniş kırmızı satrançlı bir nefti kostümdü. Arkadaşımın ki zannederim gene buna yakın bir şeydi; ben ne olur ne olmaz diye bavulumun içine bir de şapka koydurdum. Binabaşı Selahattin bey; " İstemez; ben fesle gideceğim. Fesin itibarı şimdi yükseldi. Görümüyor musun ? Meşrutiyet ilanından beri bütün Avrupa matbuatı bizi öve öve bitiremiyor." diyordu. Ben gene ihtiyatı elden bırakmadım, hududu geçer geçmez, şapkamı başıma geçirdim. O zamana göre ilk Avrupa İstasyonu Belgrad... Bizim arkadaş tren durur durmaz,, hemen fesli başını pencereden dışarıya uzattı. Gülümseyerek ahaliye bakıyor. Sepetlerle dolaşan yemiş satıcılarından birini çağırıyor. Başlıyor pazarlığa... Satıcı bir kelime Türkçe anlamıyor. O bir kelime Sırpça konuşmuyor. Derken aralarında ne oldu bilmiyorum manav çocuğun kafası kızdı ve yüzünü şiddetli öfkeyle buruşturarak Binbaşı Selahaddin Beyin suratına şu hareketi savurdu. "Tuh Turkos ! " Bereket versin ki tren hareket etmişti. " Gördün mü birader" dedim. O gene kanaatinde musır fesini terk etmek istemiyordu. Parise vasıl olunca, manzaramız artık umumi bir istiğrap ve istihza mevzu teşkil etmeye başladı. Gittiğimiz otelde Selahaddin bir ikinci garabet daha yapmasın mı ? Ucuza gelsin diye mutlaka iki kişilik oda istiyordu. Otelin adamları artık kendilerini tutamayıp bize garip garip bakmaya başladılar. Bu esnada, o zaman Paris Sefaretinde Ateşemiliter olan Ali Fethi Bey imdadımıza yetişti. Bizi görür görmez : " Bu ne hal, bu ne kıyafet " dedi.

    Mustafa Kemal Paşa, bu on iki , on üç yıllık eski hatırayı anlatırken hala acı acı gülüyordu. Sanırım ki , büyük inkilapçı, Subconsclence'ında tasarladığı geniş inkilap planının içine bir de kıyafet reformu koymayı o günden beri tasarlamış olacaktır.

    -

    Kaynak : Yakup Kadri Karaosmanoğlu , Bütün eserleri 8 , Atatürk




  • NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ...!
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Taşralı

    "hocaları kaldırmak laızm demiş doğru demiş. halkı ayaklandıran, Atatürk'ün katli vaciptir diyenler hocalar değilmiydi! "
    Bu nasıl mantıktır? Hocaların içinde de elbette çürük elmalar var. Ama Hocaların hepsi veya çoğunluğu vatana ihanet içindeydi dolayısıyla kaldırılması(!) temizlenmesi(!) gerekliydi cümlesi trajikomiktir. Bakınız 1. meclis. Bakınız Merhum Mehmet Akif...

    Atatürk ve Din tartışmasına ise Can Dündar'ın aşağıdaki yazısı bir katkı sağlayabilir.

    Atatürk'ün sansürlenen görüşleri
    Can Dündar

    ...



    Peki bu alttaki sözleri ne o zaman? Bunları nasıl açıklayacağız? Acaba Atamız dine mi karşıydı, yoksa din tacirliği yapanlara mı?


    ‘Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz’ 3

    M.Kemal Atatürk


    Atatürk’e göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden birisi İslamiyet’ten uzaklaşmaktı:

    ‘Türkler’ diyor Atatürk, ‘İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam’ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor… 4

    Evet, Türk insanının yaşadığı din gerçek İslam’dan uzak, hurafeler ve batıl inançlar üzerine kurulu bir dindi. Bu din, Türkiye’yi karanlığa götürüyordu. Bu gidişi durdurmanın tek çaresi vardı: Gerçek İslam’ın halka anlatılması… Yani hurafeleri, batıl inançları içinde barındırmayan, Atatürk’ün, ‘akla, fenne, ilme uygun…’5 dediği, dinin özünü teşkil eden Kuran’ın anlatılması gerekiyordu. Atatürk bu amaçla şunları söylüyordu:

    Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran, Türkçe olmalıdır. 6

    Türk Kuran’ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu Kitap’ta neler olduğunu Türk anlasın. 7

    Atatürk, Kuran’a olan bağlılığını onu ‘Kitab-ı Ekmel’ yani (En Mükemmel Kitap)8 diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü’ne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu.

    Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimiz’in hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allah’ın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav)’in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

    Din eğitiminin öneminin de farkında olan Atatürk, bu eğitimin okullarda verilmesi gerektiğini şu sözleriyle ifade etmiştir:

    Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin hakikatini tetkik, tetebbu ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema yetiştirecek yüksek müesseselere sahip olmalıyız. 9

    Atatürk, dinimizin akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir:

    Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 10

    İslam Dini hakkında bu kadar güzel fikirlere sahip olan ve her ortamda bu düşüncelerini dile getiren Atatürk, açıktır ki Allah’tan korkan, Allah’ın emirlerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan bir Müslümandı.

    Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

    O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür. 11

    Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Hz. Muhammed (sav) bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. 12

    ‘O’nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.

    Hz. Muhammed (sav)’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir’de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O’nun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır. 13

    Atatürk’ün Hz. Muhammed (sav)’e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

    Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.14


    3 Atatürk SD; II, s. 66-67
    4 Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37 ( Rönesans,Aralık 1991, s. 61)
    5 İzmir, 3 Şubat 1923, Atatürk Diyor ki, Varlık Yayınları, s. 46
    6 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 (A. Gürtaş, s. 41)
    7 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, İstanbul 1977 (A. Gürtaş, s. 41)
    8 Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, İş Bankası Yayınları,1969 (A. Gürtaş, s. 39)
    9 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c. 2, s. 86 (Atatürk'ün Düşünce Yapısı, G.Tüfekçi, s. 117)"
    10 Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 127
    11 Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri (Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)
    12 Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 3
    13 Hakikati Tasvir, "Ş. Günaltay'ın Anıları"( A. Gürtaş, s. 26)
    14 Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4




  • Atatürk'ü kanın tuttuğu biliyor muydunuz? Atatürk, kurban kesilmesine bakamazmış.

    İran Şahı Rıza Pehlevi'nin ülkemize ziyareti sırasında, Çanakkale'ye gezmeye karar verilir. Bu geziden karşılama töreni sırasında kurban kesilirken Atatürk "durun, ben ileri gideyim biraz, sonra kesersiniz" demiş. Atamız, daha sonra tekrar geldiğinde, "Bakmayın öyle tuhaf tuhaf. Savaş alanı başka burası başka. Yazık bu hayvanları öldürmenize dayanamıyorum. Çok üzülüyorum" demiştir. Atamız gerçekten de çok iyi bir hayvan severdir aynı zamanda.
  • https://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1013997



    ‘Kemalizm’ Atatürk’e yapılan en büyük haksızlık
     Mustafa Kemal ATATÜRK


    Soru-Cevap: DEVRİM SEVİMAY / Fotoğraflar: MUSTAFA İSTEMİ

    Prof.Dr. İlhan Tekeli, "Mustafa Kemal büyük bir pragmatist. Devrimlerin ideolojik bir sisteme dönüştürüldüğü anda donacağını biliyor, o yüzden de kendisinden bir ‘Kemalizm’ çıkarılmasını istemiyor" diyor. Tekeli, "İlla da bir Kemalizm yaratmaktaki amacı da şöyle açıklıyor: Mustafa Kemal’den sonra da ülkeyi Mustafa Kemal adına yönetebilmek...


    SORU-CEVAP’IN KONUĞU PROF. DR. İLHAN TEKELİ:

    - “Kemalizm” fikri ilk nasıl ortaya çıkıyor?
    Şimdi öncelikle İttihat Terakki dönemine bakarsak, İttihat Terakki’de birtakım eylem adamları var. Bu eylem adamları eylemlerini yaparken, arkalarında bunların ideolojisini de bir adam topluyor: Ziya Gökalp. Bu beklenebilen, yani anormal olmayan bir durum. Ama Mustafa Kemal’in İttihatçılardan en önemli farkı ideolojisini yapmayı başkasına bırakmıyor. Ona “kurucu” dememiz de galiba bu özelliğinden kaynaklanıyor. Ziya Gökalp’in 1924’te yazdığı “Türkçülüğün Esasları” kitabı aslında Mustafa Kemal’in “ideologu” olma talebini içeriyor, ama bunu kabul etmiyor Mustafa Kemal. Ahmet’in Mehmet’in bir ideoloji üretmesini istemiyor.
    - Fakat sonra aynı denemede Kadrocular bulunuyor?
    Kadrocular bulunuyor, ama Ziya Gökalp tecrübesini de bildikleri için “Gelin biz size bu işin kitabını yazalım” demiyorlar. Deseler dünya başlarına yıkılacak, onu çok iyi biliyorlar. Zaten onun içindir ki Kadro dergisinin ilk sayısındaki başlık şöyledir: “İnkılâp yürüyor.” Yani baştan Mustafa Kemal’e “Biz inkılâbın kendisi hakkında hiçbir tartışma talebinde bulunmuyoruz” diyorlar. Kadrocuların soyunduğu rol ise şu: İnkılâp yürüyor gayet iyi, ama bir problem var. O da yapılanları sistematik olarak halka anlatmak, halkla ilişki kurmak. Biz yürüyen bu şeyi sistemleştirelim ki halka propagandası kolay yapılsın.
    - Mustafa Kemal’i ikna etmenin yolunu arıyorlar yani?
    Tabii, çünkü korkuyorlar. Sebebi de Mustafa Kemal’in Kadrocular’dan Yakup Kadri’ye söylediği bir söz var: “Sakın yapmayın, dondurursunuz” diyor.

    KADROCULARA DEĞİL, KADROYA KARŞI
    - Sonunda kim kimi ikna ediyor?
    Kadro dergisi bir süre sonra kapatılıyor. Tabii orada da ilginç olan şudur, dergi kapatılıyor, ama Mustafa Kemal Kadrocuları harcamıyor. Kadrocuların hepsini sistem içinde kullanıyor. Çünkü Mustafa Kemal Kadroculara karşı değil “Kadro” dergisinde bir ideoloji yaratılmasına karşı.
    - Niye bu kadar karşı?
    Mustafa Kemal büyük bir pragmatist. Devrimlerin ideolojik bir sisteme dönüştürüldüğü anda donacağını biliyor, o yüzden de kendisinden bir “Kemalizm” çıkarılmasını istemiyor.
    - Bu arada galiba deneme sırası “üçüncü adam” Recep Peker’e geliyor?
    Tabii, Cumhuriyet’in ideolojisini yapmaya Recep Peker de soyunuyor. O zamanlar Kadro’nun karşısında “Ülkü” dergisini çıkarıyorlar. CHP’nin normal ideolojik çerçevesini bu dergi yürütüyor. Peker de başından beri Kemalizm’in doktrinini oluşturma iddiasında.
    - O başarılı oluyor mu?
    Aslında Mustafa Kemal sağken kolay kolay kimseye Cumhuriyetin ideolojisini yapma yetkisi verilmiyor. Onun yerine önce 1931 parti kongresinde “Altı Ok” CHP’nin bayrağı haline geliyor. 1936’da Şeref Aykut’un “Kamâlizm” diye bir kitabı çıkıyor. Yine aynı yıl Recep Peker “İnkılap tarihi dersleri” kitabını yazıyor ve işte artık oradan sonra başlıyor bu iş.
    - Niye artık engel olmuyor Mustafa Kemal?
    Yani aslında atılımcılığını kaybettikten sonra oluyor bu işler, atılımcılığı varken olmuyor. Biraz yorulduğu bir dönem. Radikal modernite projesinin yavaşladığı yıllar. O arada parti içindeki bir çeşit “ikinci liderler”in kendi aralarındaki yarışmaları içinde oluşuyor Kemalizm…

    AMAÇLARI ATATÜRK’TEN SONRA DA ÜLKEYİ YÖNETEBİLMEK
    - Peki ille de bir Kemalizm yaratmaktaki amaç ne?
    Mustafa Kemal’den sonra da ülkeyi Mustafa Kemal adına yönetebilmek…
    - Bugün itibarıyla sebep ne sizce?
    Kemalizm sözü bugün toplumda diğer kesimi dışlamak için kullanılıyor. Yani stereotipleştirmeyle (önyargı kalıbı) beraber kullanılıyor. Kemalizm’in kutsallaştırılmasına dayanılarak bir değerlendirme, bir otorite pozisyonu yaratılıyor.
    - O halde sizce Kemalizm’den Mustafa Kemal’i sorumlu tutmayacak mıyız?
    Bence tutmayacağız. Kaldı ki herhalde Mustafa Kemal bir “Kemalizm” ideolojisi yaratmaya çalışsaydı böyle bir Kemalizm yaratmazdı diyebiliriz.
    - Neden?
    Çünkü büyük bir olasılıkla ideolojiyi tüm olarak kurmaya çalışırdı. Nasıl ulus-devlet yaratma projesi için tarih ve dil kökeni bulmaya kadar indiyse, burada da işin köküne inerdi. Hâlbuki ondan sonra onun ideolojisini kuranlar uygulamadan, oradan buradan, parti programından parçalarla bir mozaik yapıyorlar. O yüzden zaten ben “Kemalizm”i Mustafa Kemal’e yapılan en büyük haksızlık olarak görüyorum. Mustafa Kemal yaratıcılığın adamı, kalıbın değil. O yaratıcı adamı, bir kalıp içine koyuyor Kemalizm… Üstelik bu ideolojiye Kemalizm denilerek dünyanın değişmelerine uyum yapma kapısı da kapanmış oluyor.

    KURAMLAR DEĞİŞTİKÇE İDEOLOJİLER DONAR
    - Nasıl yapıyor bunu?
    Nasıl yaptığını anlamak için önce “ideoloji-kuram” ilişkisine bakmamız gerekiyor. İdeolojiyle kuram arasında çok hassas bir fark vardır. İdeoloji hep bir çıkara referansta bulunur. Çıkarla yoğrulan birey kendine bir ideoloji seçtiğinde aynı zamanda kendi çıkarını da gerçekleştirmiş olur. Böylece kuramın bireyle kuramadığı bağı ideoloji kurar. Çünkü kuram daha soyuttur, nötrdür, bireye çıkarları anlamında direkt hizmet etmez. Buna mukabil kuram değişkendir, yeni buluşlar yapıldıkça, şartlar değiştikçe kuram da değişir. İdeoloji ise belirli bir süre sabittir. Kuramı değişse bile yenisi üretilene kadar ideoloji sabit kalır; pratiğe yol gösterebildikçe de değişmeden sürer. Ancak o ideolojiye göre davranmaya devam edenler kaybetmeye başlayınca, yani artık pratikte başarılı olmadığında çöker ideoloji. Bu sefer kuramın geldiği noktadaki konumuyla ideoloji yeniden kurulur, sonra yeniden sabit kalır. Bu böyle sürüp gider.
    - Tamam, fakat siz Kemalizm’in bir ideoloji olduğunu mu düşünüyorsunuz?
    Sonradan derlenmiş, toplanmış bir ideoloji diyebiliriz. En azından o işlevi gördürmeyi istemişler. Ama işte işin matrağı şu: “Aman sakın ben ideoloji falan istemem” diyen bir büyük pragmatik lidere yapıyorlar bunu. Mustafa Kemal bunu önceden gördüğü halde yapıyorlar. İkinci matrak durum da biz demin ideolojiler çöker, sonra bir daha kurulur, dedik değil mi? Kemalizm’i kuranlar ise ideolojiyi kurdukları yerde donduruyor, oysa bugüne kadar dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere bağlı olarak yeniden yorumlanması ya da yeniden kurulması gerekiyordu.
    - Peki bu arada Mustafa Kemal’in bir kuramı vardı diyebiliyor muyuz?
    Hayır, bir kuramı falan yok, fakat dehası var. İçinde bulunduğu tarihsel dönemi 10-15 yıllık perspektifler yaparak önceden okuyabiliyor. Mesela bugünkü gibi bir modernleşme kuramı daha henüz yokken pratikten yola çıkarak modernleşmenin küresel anlamda normlaşacağını seziyor ve radikal modernleşme dönemini başlatıyor. Nation-building (ulus inşası) kavramı da İkinci Dünya Savaşı sonrasında çıkmış bir kavram. O kavram da yok o zaman, ama yaşadığı süreci çok iyi okuyor. Olup bitene siyasi olarak çok iyi teşhis koyuyor.

    İSMET PAŞA’NIN ERDAL BEY’E YAZDIĞI MEKTUP ÖNEMLİ
    - Yalnız Mustafa Kemal’i modern bir ulus-devlet yaratma konusundaki teşhislerinde başarısız bulanlar da var; deniyor ki “Tamam Kurtuluş Savaşı’nı iyi örgütledi, Cumhuriyet’i kurdu, ama Mustafa Kemal jakobendi ve reformları tepeden inme yaptığı için de tutmadı.”
    Benim kendimce teorim şöyle: “Geç aydınlanan bir ülkenin, erken aydınlananlarının paradoksu.” Demek istediğim şu; Abdülhamit’in eğitim programı içinde aydınlanmış, 1880 doğumlulardan oluşan küçük bir kadro var. Bunlar modern bir toplum oluşturmayı görev olarak görüyorlar. İktidar olmadan bunu yapmak ise kabil değil ve iktidar oluyorlar. Formülasyonları ise “halka rağmen halk için.” Şimdi bu kişilerin dramı nedir? Bu kişiler sizce ne zaman başarmış olurlar? Demokrasiye geçtikleri zaman. Nihai test, demokrasi. Yani eğer iktidarı devredebiliyorlarsa ya da rejim olgunlaşmış bir noktaya gelmişse demek ki başarmışlardır. Şimdi bu nihai adımı Mustafa Kemal atıyor mu atmıyor mu diye bir soru var. 1930’daki ilk Serbest Fırka denemesi başarısız oluyor, ama 7-8 senede böyle bir dönüşüm zaten mümkün değil. Fakat İsmet Paşa’nın oğlu Erdal Bey’e 1950’de seçimi kaybettiği zaman yazdığı bir mektup çok önemli. O mektupta diyor ki İsmet Paşa, “Benim en büyük başarım iktidarı devretmektir.”
    - Yani nihai test başarıyla verilmiş mi oluyor?
    Meseleleri temel bir yargıyla “evet” ya da “hayır” haline getirmemek belki daha doğru olur, ama içlerinde hep bir demokrasiye geçme kaygısı olduğu kesin. Modernleşme projesinin nihai testinin demokrasiye geçiş olduğunu biliyorlar. Bu da modernite projesini tam olarak benimsediklerini gösteriyor. Üstelik bence modern toplum yaratma konusunda başarılı da oldular.


    MODERNLEŞMEYE BAŞARISIZ DEMEK MÜMKÜN DEĞİL
    - Bunu nasıl ölçeceğiz?
    Birincisi, biz siyasi analizlerimizde yaşadığımız bu büyük kentleşme olayını hesaba katmıyoruz. Oysa o zaman nüfusun yüzde 20’si kentteydi ve Mustafa Kemal modernleştirdi o yüzde 20’yi. Kırsal kesime eğilemedi, çünkü alt yapısı, yatırımı, vesairesi yok. Mustafa Kemal döneminin çok büyük bir kısmının ekonomik buhran içinde geçtiğini unutmamak gerekir. İkincisi, sadece yüzde 7-8’i okuyan, yüzde 50’si sıtmalı, çok zayıf bir insan kapitali devralıyor. Hem bu insan kapitalini yükseltecek, hem alışkanlıklarını dönüştürecek, hem de ülkenin alt yapısını yapacak. Şimdi böyle bir dönemi “şu isteği oldu, bu isteği olmadı” üstünden değerlendiremeyiz. Onun için o modernleşme dönemini başarısız bir şey gibi görmek mümkün değil. Hele iki tane büyük kriz varken. Biri dünyanın en büyük ekonomik krizi, diğeri dünyanın en büyük savaş dönemi… Böyle bir dönemde öyle bir toplumu ilk fırsatta çok partili rejim gibi bir yere getirmek neresinden baksanız önemli bir demokrasi sınavıdır.
    - Oysa tam tersine Türkiye’nin bir türlü anlamlı bir demokrasiye geçememesinin başlıca sorumlusu olarak Mustafa Kemal ve o 1880 kadrosunu gösterenler var?
    Doğrusu ben o kadar çok büyük derinlikli nedensellikler kurmuyorum.
    Yani tarihsel süreç içinde toplumlar böyleeee akıp gidiyor. Bu akıp gidişte yol ayrımlarına gelindiğinde bu güzergâha da gidebilir, şu güzergâha da gidebilir ya da daha farklı bir güzergâha gidebilir. Şimdi bir toplum o güzergahlardan rasyonel olanı seçemiyorsa şuradaki adamın ne kabahati var?


    KALIPLARDAN KOPMAK BİZİ ZENGİNLEŞTİRİR
    - Kemalizm’den kopmak özellikle belli bir kesimde sanki Türkiye bölünecek, rejim değişecek, Türkiye ılımlı İslam devleti olacak gibi endişeler yaratıyor; sizin böyle endişeleriniz yok mu?
    Niye olsun, ben bu topluma güveniyorum. Ben tam tersine Türkiye’nin üzerinden bir perdenin kalkacağına inanıyorum. Gerçek süreci görme şansımız artar. Ötekinin değişimini izleyebiliriz. Yaşadığımız modernleşme sürecinin yorumlanmasında zenginlikler kazanırız. Tek faktörden kurtuluruz. Zaten öteki beriki diye bir şey kalmaz, toplumdaki yarılmalar giderilir.
    - Ya o tehditler?
    Bakın Kürt milliyetçiliği aslında Türk milliyetçiliğinin bir taklidi. Eğer iki milliyetçiliği de anlamsız kılacak üst bir çerçeve çizersen bütünlüğü asıl o zaman sağlarsın. Laiklik-İslamcılık çatışmasını da aynı şekilde anlamsız kılabilirsin. İnsan haklarına dayalı bir üst çerçeve çizersen sorun zaten biter.
    Çünkü ister milliyet ister din konusunda olsun, bu çatışmalar varlıklarını nasıl sürdürüyorlar? Her biri içine kapanarak ve diğerini ötekileştirerek. Peki bunlardan birinin ötekine hakim olması gibi bir çözüm mümkün mü? Hayır, birisinin ötekini tamamen ortadan kaldırması mümkün değil. O zaman demek ki bu ikisinin varlığına dayanan üst bir çerçeve kurmak gerekiyor. İşte Kemalizm perdesi kalkarsa bu üst çerçeveyi kurma şansımız da artar.


    KEMALİZM PERDESİNİ KALDIRMAK 1923’ÜN BAŞARISI OLUR
    - Bu üst çerçeve kurma çabasına “İkinci Cumhuriyet” diyen çıkar mı?
    Derler derler, ama ikinci cumhuriyetle ilgili değil bu iş. Çünkü eğer biz bunu becerebilirsek bu başarı yine 1923 Cumhuriyeti’nin başarısı olmuş olacak. O nedenle de bu dondurulmuş Kemalizm perdesini kaldırmak Mustafa Kemal’e saygısızlık falan değil, tam tersine Mustafa Kemal’i anlayabilmek, yaratıcılıkla kendi sorunlarına çözüm üretmek. Belki de zaten Mustafa Kemal’e en yakışan bu olur.
    - Yani Mustafa Kemal’in çağdaşlaşma değerlerini alıp bir kenara atmak değil?
    Hayır, niye öyle olsun. Her ülke gibi biz de bir tarihsel güzergâhta yol alıyoruz. Bu yol üstündeki hassas noktalarda akılcı davranman gerekiyor. Mesela şöyle bir düşünce deneyi yapalım: Şimdi dünya tamamen değişmiş, başka bir noktaya gelmiş. Sizce Mustafa Kemal gibi bir deha bugün yaşasa kendi geçmişinden ilkeler alarak mı geleceğe ilişkin eylemini yapardı, yoksa yeni ilkeler mi geliştirirdi? Gayet açık ki yeni ilkeler geliştirirdi. Kendisinin geçmişiyle uğraşmazdı Mustafa Kemal, gözü devamlı olarak ileride olurdu. Onun dehası bu zaten; müthiş bir şekilde ileriyi görmek.
    - Mesela ne yapardı sizce AB sürecinde?
    Büyük bir olasılıkla Avrupalılara şunu derdi: “Yahu saplandınız kaldınız şu ulusçuluğa, şunu bir aşın, anayasayı yapın, dünyanın önünü açın.” Elbette ben onun yerine bir şey söylemek durumunda değilim, ama Atatürk’ün böyle bir vizyonu olması çok muhtemeldi.


    KEMALİZM’İ ELEŞTİRENLER DE RESMİ TARİH YAZIYOR
    - “Öteki Atatürk” fetişizmi başladı başlayacak gibi duruyor; bu faydalı bir şey mi sizce?
    Hayır, artık o kadarı da komik bir şey. Sonuçta “öteki” kavramları üzerinden yapılan tartışmaların hepsi yanlıştır. Kemalizm nasıl ötekileştiriyorsa, Kürtçülük, İslamcılık da öyle ötekileştiriyor. Çünkü birini ötekileştirdiğin anda aslında sen hapis oluyorsun. Oysa ben kendimi de karşımdakini de öteki olmaktan çıkarmayı becerebilirsem doğru düşünüp düşünmediğimi ancak o zaman anlarım.
    - Yani Kemalistlere tepki gösterenlerde de bir tür “Kemalistleşme” görüyor musunuz?
    Tabii, Mustafa Kemal’in putlaştırıldığını söyleyen gruplar aslında bu putlaştırmayı aşmak için değil, kendi ötekileştirmelerini kurmak için yaptıkları anda aynı pozisyona düşüyorlar. Onlar da ufak bir cemaat oluyor ve o cemaat içinde de sadakatler oluşturuyorlar.
    - Sizce böyle bir bakış açısıyla sağlıklı bir “resmi tarih” düzeltmesi yapılabilir mi?
    Aslında zaten resmi tarihi düzeltmek diye bir şey olmaz. Bunu söyleyen başka bir “doğru tarih” olduğunu varsayıyordur, oysa doğru bir tarih olamaz. Olacak olan “çoğulcu tarihtir”, alternatif tarihlerin yazılmasını sağlamaktır. Kuşatarak anlamaya çalışmaktır. Yoksa resmi tarih dediğin şey ulus devletin tarihidir ve her ulus-devletin bir resmi tarihi olur. Bu normaldir. Ama sen çoğulcuysan alternatiflerini üretirsin, o resmi tarih de alternatiflerden biri olur.
    - Yani bütün ömrünü Atatürk’e küfretmekle geçiren bir adam da aslında kendi resmi tarihini mi yazıyordur?
    Elbette, o da başka bir ideolojinin resmi tarihini yazmış oluyor. Bizim sağın da bir resmi tarihi var, solun da… Bir ideolojiye referansta bulunduğun anda yazdığın tarih resmileşir.


    KALPLERDE BİR KUTSİYET OLMASI “PUTLAŞTIRMA” DEĞİLDİR
    - Hangi ideolojiyle yazılırsa yazılsın, sizce Mustafa Kemal’in tarihteki asgari yeri ne olmalı?
    Her ülkenin kurucusuna gösterdiği belli bir saygı vardır. Hatta insanlar kurucularını kalplerinde kutsallaştırırlar, ki bu da çok normaldir. Bunu tartışmak bile anlamlı değildir. Türkiye’de de insanların kurucusuna büyük bir sevgi duyduğu gayet açık. Siyasetin merkezine konmadığı sürece Mustafa Kemal’e belli bir kutsiyetle yaklaşmakta hiçbir sakınca yok. Ona haksız yapılan eleştirilerden rahatsız olunması da gayet normal. Bu kadarlık bir hassasiyet Mustafa Kemal’in putlaştırıldığı anlamına gelmez, asıl bunun aksi tuhaf olur.


    CAN’A FENA HALDE AYIP EDİYORLAR
    - “Mustafa” filminden çıktığınızda ilk ne düşündünüz?
    Can’a fena halde ayıp edildiğini düşündüm. Bence Can, Can’ı eleştirenlerden daha çok seviyor Mustafa Kemal’i. Çünkü Can’ı eleştirenler aslında Mustafa Kemal’i araçsallaştırıyor. Ona halkla ilişkilerde kullanılabilecek bir öğe gibi bakıyorlar. Oysa Can belli ki büyük bir samimiyetle ve sevgiyle bakıyor Mustafa Kemal’e. Bunu da az kişi yapabiliyor, çünkü Türkiye, “kurucusu”yla vatandaşların ilişkisi nasıl kurulur, daha bunu bilmiyor. Böyle bir modeli olmadığı için de eleştirileri hayal mayal yapıyor.
    - Sizce nasıl bir ilişki kurmak gerekir?
    Bunun için bir dehayla nasıl ilişki kurmak gerekir, önce ona bakmak lazım. Çünkü genel çoğunluk olarak kabul ediyoruz ki bu insan bir deha. Madem bu insan bir deha o zaman birincisi, mediocrity’nin (vasat, orta derece) kalıpları içinde kontrol edilemez. Mediocrity’de kontrol etmeye çalıştığınız anda bir dehayı kendi düzeyinize düşürürsünüz, anlayamazsınız.
    İkincisi, zannediliyorlar ki dahi olan her şeyde mükemmeldir. Oysaki her şeyde mükemmel olan tanrı oluyor, her şeyde mükemmel olmayan dehadır. Bu tam olarak anlaşılamayınca da ortada bir komedi yaşanıyor.
    Üçüncüsü, insanların kendisine şunu sorması lazım: Böylesine önemli bir kişilik, büyük bir lider nasıl açıklanabilir?



    PROF.DR. İLHAN TEKELİ KİMDİR?
     Mustafa Kemal ATATÜRK

    /tr/


    65’ten fazla kitap, 600’den fazla makale
    Bir sohbet sırasında Prof. Dr. Burhan Şenatalar şöyle demişti, “İlhan Tekeli Hoca her şeyi bilir, onun neredeyse ele alıp da araştırmadığı konu yoktur.” Gerçekten de Tekeli’nin yayınladığı kalın kalın kitaplara baktığınızda ekonomiden tarihe, kentten üniversiteye, felsefeden modernleşmeye, mimariden sivil toplum örgütleri veya sola kadar geniş bir yelpaze görüyorsunuz.
    Prof. Dr. İlhan Tekeli 1937, İzmir doğumlu. İTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu. Yüksek lisansını ODTÜ’de şehir planlacılığı ve Pennsylvania’da bölge bilimi üzerine yaptı. Doktorasını İTÜ’de Şehir Planlama alanında tamamladı. 1970'den bu yana ODTÜ Şehir ve Bölge Planlamacılığı Bölümü'nde öğretim üyesi. Yurtdışındaki çeşitli üniversitelerde konuk profesör olarak ders veren Tekeli, birçok belediye ve kuruluşta danışma kurulu üyeliği yaptı. Tarih Vakfı ve Yerel Yönetim ve Demokrasi için Dünya Akademisi'nin kurucusu. Sezer’in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde YÖK üyesiydi. Değişik dillerde 65’ten fazla kitabı, 600’den fazla makalesi ve konferans tebliği bulunan Tekeli’nin sosyal bilimler alanında birçok ödülü bulunuyor.




  • bu adama bayılıyorum tüylerim ürperiyor
  • Atamızın Can Dündaar'a mektubu .. Harika ..
    Utandım çocuk

    Beni anlatan bir film yapmışsın .
    Kızgınım, utanç içindeyim.
    Sana değildir kızgınlığım. Filmdeki Mustafa'dan da utanmış değilim.
    Başaramamışım, bundandır utancım.
    Komutam altında, bu vatan için kanını akıtan Türk askerlerinden utandım.
    "Özgürlük" demiştim, benim karakterimdir..
    "Bilim" demiştim, tek yol göstericidir.
    Sen, "Karanlıktan korkardı" demişsin benim için.
    Korkardım evet. Bu ulusu boğmak isteyen karanlıklardan çok korktum.
    Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya.
    Söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?
    Diktatör demişsin bir de. Hiç okumadın mı çocuk?
    Nerde benim nesilleri emanet ettiğim öğretmenler?
    Anlatmadılar mı sana?
    Başkomutan olarak cepheden cepheye koşarken, ve bütün kararları tek başıma alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu?
    Ah be çocuğum.
    Neden, nasıl düşman ettiler seni bana?
    Baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar. Belli ki, Çalışkansın, zekisin. Kara cüppeleri ile milletin ümüğüne çökmüş olan yobazları çok iyi anlarım da çocuk, seni anlayamıyorum. Onlar zaten hiç sevmedi beni. Yüzyıllardır süren iktidarlarını çekip almıştım ellerinden. Sevmeyecekler beni elbette..
    Peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara kalplilerle?
    Dedim ya, sana değil kızgınlığım.
    Başaramamışım. Anlatamamışım demek ki özgürlüğün kıymetini, bağımsız bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanın ne büyük bir nimet olduğunu.
    Yazık olmuş, onca vatan evladının kanına, onca ananın göz yaşına. Veremem ki şimdi hesabı, ne o gencecik bedenlere, ne de gözü yaşlı analara.
    "Bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan?" derlerse,
    "bu nesiller miydi, ölen evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin?" diye sorarlarsa
    ne derim ben onlara be çocuk?
    Olmadı be çocuk... OLMADI !




  • 
Sayfa: önceki 34567
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.