Şimdi Ara

Müslüman Bilim Adamları

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
61
Cevap
3
Favori
7.275
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Câbir bin Hayyân Abdullah el-Ezdî

    Modern kimyânın kurucusu meşhûr İslâm âlimi. Tebe-i tâbiîndendir. İsmi Câbir bin Hayyân Abdullah el-Ezdî olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Horasanlı, Tuslu, Harrânlı ve Kûfeli olduğu söylenen Câbir’in âilesi hakkında çok az bilgi vardır. İslâm âleminde Sûfi, Avrupa’da Al-Geber ismiyle şöhret buldu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte ve yaklaşık 815 (H. 200) yılında vefat ettiği kabul edilmektedir.

    Aslen Türk olan Câbir bin Hayyan, Abbâsî Halîfesi Hârûn Reşîd’in sarayında yaşadı. Vezir Yahyâ bin Hâlid el- Bermekî’den himâye gördü. Asrının fen âlimiydi. Bütün İslâm âlimleri gibi, fen ilmini, İslâmî ilimlerle berâber okudu. Tıp, astronomi, matematik, felsefe, kimyâ ve zamanın diğer ilimlerinde yetişti.

    Câbir bin Hayyân, Câfer-i Sâdık hazretlerinin derslerine devâm etti ve hizmetinde bulundu. Temel din ilimlerini öğrendi. İlmî araştırmalarda husûsî metodlar geliştirdi. O zamanda meşhûr olan simyâ (sihir ve büyücülerin, olması mümkün olmayacak şeyleri yapıyorlar gibi göstermeleri) ilminin bir fen ilmi olmadığını isbât edip, ondan ayrı olarak tecrübeye, analize ve matematiğe dayalı kimyâ ilmini kurdu. Böylelikle bugünkü modern kimyânın temelini atmış oldu.

    İlim öğretip birçok talebe yetiştiren Câbir bin Hayyân, eserlerinde yapmış olduğu ilmi ve fenni tecrübeleri, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar îzâh etti. Ulaştığı netîceleri son derece hassâsiyet ve dikkatle yorumladı. Bâzı mühim kimyevî maddelerin terkibini tesbit edip, açıkladı. Kimyâda kullanılabilecek bâzı metodlar ortaya koydu. Deneylerde kullanılacak âletlerin îmâli ve bunların kullanılış metodunu îzâh etti. Kimyâ ilminde kullanılabilecek hassas ölçü âletlerini yaptı.

    Kristalleşme, damıtma, kalsinasyon (kavurma), sublimasyon ve buharlaşma gibi kimyevî teknikleri, kimyâ ilmine kazandırdı. Sülfirik ve nitrik asitler gibi birçok asitler ile sodyum karbonat ve potasyumu buldu. Zehir ve zehirli maddelerin kimyevî yapıları üzerinde incelemelerde bulundu. Bu konuda Kitâb-üs-Sümûm adlı eserini yazdı. Bitkilerden elde edilen bir boya ile derilerin nasıl boyanabileceğini ve derilerin nasıl dabağlanacağını ortaya koydu. Ateşte yanmayan kâğıt îmâlini gerçekleştirdi. İlk defâ imbik yaptı. Çeşitli metallerin kullanılır hâle getirilmesi, çeliğin geliştirilmesi, su geçirmez kumaşların verniklenmesi, cam îmâlinde mangan dört oksit’in (Mn3O4) kullanılması, paslanmanın önlenmesi, altın yaldızla süsleme, boyaların ve yağların tesbiti gibi alanlarda birçok buluşlar yaptı. Cisimleri hassalarına göre üç sınıfta tasnif ederek, daha sonra yapılan sınıflandırmalara rehberlik etti. Birçok kimyevî maddeyi tesbit ederek, günümüzde de kullanılan Arapça isimler verdi.


    Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını gösteren orjinal tesbitler yaparak, kimyevî reaksiyonlarda belli miktarların belirli miktarlarla reaksiyona girdiğini söyledi. Atom hakkında, ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: Maddenin en küçük parçası olan "el-cüz’ü lâ yetecezzâ" da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki, bir anda Bağdât’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü teâlânın kudret nişânıdır." Bu sözlerden asırlar sonra yapılan atom bombası, atıldığı şehirleri yerle bir etti.

    Câbir bin Hayyân, maddeleri, yapılarındaki özelliğe göre üç ana sınıfa ayırdı: 1) Ateş veya sıcaklıkla hemen buharlaşabilen maddeler, 2) Çekiçle dövülebilen, parlaklık arz eden, ses çıkaran metalik cisimler, 3) Mineral cinsinden olan, ne çekiçle dövülebilen, ne de toz hâline dönüştürülebilen katı cisimler. Birinci gruba giren maddeleri, sülfür, arsenik, civa, amonyak, kâfur olmak üzere beş gruba ayırdı. Metalik cisimleri de kendi arasında kalay, kurşun, demir, bakır, gümüş, altın olmak üzere altı çeşide ayırdı.

    Câbir bin Hayyân, kimyânın geniş uygulama alanı olan arıtma konusuyla alâkalı ilk misâlleri ortaya koydu. Arıtma yollarından oksitlenme, süblinasyon (amalgam yapmak), damıtma, arıtma, çökeltme, ergitme ve kristalleştirmeyle ilgili işlemleri, uygulamaları ile birlikte açıkladı. Kükürt ile civanın karıştırılması sonucu kırmızı bir taşın (zencefre) meydana geldiğini açıkladı. Sirke ile asetik asit elde etme yollarını ilk olarak ortaya koydu.

    George Sarton onu, "Orta çağların ilimler ansiklopedisi" olarak değerlendirmekte, şöhret ve tesirlerinin, 17. asra kadar devâm etmiş olduğunu ifâde etmektedir. Gerçekten 17. asra gelinceye kadar kimyâ bilimleri alanında onun seviyesine kimse çıkamamış, kimse onu gölgede bırakamamıştır. Doğu ve batı ilim dünyâsında ona denk ve onu aşan bir kimyâcı yetişmemiştir.

    Kimyâ târihçisi Leclerc; Histoire de la Medicine Arabe adlı eserinde, Câbir bin Hayyân’ı orta çağların tartışılamaz en büyük âlimi, ilmî otoritesi ve derinliği ile benzeri olmayan bir üstat, metodu ile yol gösterici olması bakımından büyük bir ilim teşvikçisi ve nihâyet modern kimyânın kurucusu ve tamamlayıcısı olarak değerlendirmektedir. İslâm âleminde, Ebû Bekr Râzî, İbn-i Sinâ, Mesleme el- Macrîtî, Fârâbî ve daha birçok bilgin, onun eserlerinin gölgesinde yetişip, olgunlaştılar.

    Onun eserleri, farklı metodlarda hazırlanmıştır. Meselâ bâzı eserlerinde, son derece kısa ve özlü bir üslub tâkib etmiş, hattâ bâzılarında semboller kullanmıştır. Bâzı eserlerinde ise ayrıntılı ve uzun anlatımlı bir yol tâkib etmiştir. Batılı ve doğulu birçok bilgin, onun eserlerinden istifâde etti. Batılı bilginlerden Galileo, Francis, Bacon, Newton ve başka bir çokları ondan çok faydalandılar. 17 ve 18. asırda, batı ilim çevrelerinde meydana gelen birçok ilmî buluşların teşekkülünde, onun eserlerinin büyük tesiri vardır. Özellikle bugün kimyâ ilminde mevcûd olan birçok orjinal keşif ve metodlar, hemen hemen bütünüyle ona âit veya onun fikirlerinden kaynaklanmıştır.

    Ünlü Fransız bilim târihçisi M. Berthelot, Orta Çağlarda Kimyâ Târihi adlı eserinde şöyle demektedir: "Aristo’nun mantık ilmindeki yeri neyse, Câbir bin Hayyân’ın kimyâ ilmindeki yeri de odur. Aristo, mantığın kurucu ve üstâdı olarak kabul edildiği gibi, Câbir bin Hayyân da kimyânın kurucusu ve üstâdıdır."

    Modern araştırmacılar şöyle demektedirler. Eğer Câbir bin Hayyân çağımız teknolojisini kullanarak aynı eserleri yazsaydı, modern sonuçlara ulaşırdı. Çünkü o, tüme varım metodunu kullanıyordu. Yâni maddenin en küçük parçasından araştırmaya başlayarak, istediğine ulaşıyordu. Bununla berâber, dış gözlemlerinde tümden gelim metodundan da yararlandı. Yâni maddenin tabiî hâlinden en küçük parçasına kadar inceleyerek sonuca vardı. Francis Bacon, bu metodu onun eserlerinden öğrenmiş, Dekart ise onu taklid etmiştir.

    O, deney yoluyla elde edilecek bilgi ve prensiplerin kat’î ve değişmez olduğunu iddiâ etmedi. Aksine modern bilim çalışmalarında olduğu gibi, bunların zannî ve ihtimâlî olduğunu belirtti. Onun metodunun esâsını, "mazbut müşâhede ve sağlam tecrübe" teşkil etmektedir. O, bu metodu ile hayal ve kuru faraziyelerle oyalanmamış, gerçek anlamda bir ilmi çalışma ortaya koyarak çığır açmıştır.

    Câbir bin Hayyân; tıb, astronomi ve mantık, felsefe, fizik, mekanik gibi ilim dallarında da çalışmalar yaparak bunlarla ilgili eserler verdi. Usturlâb hakkında yazdığı eseri gören âlimler, eserin bin bölümden meydana geldiğini ve akılları durduracak üsünlükte olduğunu kaydetmişlerdir.

    Yazdığı eserler, asırlarca İslâm medreselerinde okutulunca, Endülüs Müslümanları yoluyla Avrupa’ya geçti. İslâm dünyâsında ve Avrupa’da kimyâ ilminde Câbir çağının sonu bir türlü gelmedi. Öyle ki, Avrupa’da bâzı kimyâgerler, kabul görmesi için eserlerini ona mâl ederek, kendi eserlerine onun ismini yazdılar.

    Câbir’in eserlerinin büyük bir kısmı kayboldu. Bunlardan yirmi yedi tânesi, Lâtince ve Almanca olarak Nürnberg, Frankfurt ve Strazburg’ta 1473-1710 yılları arasında basılmıştır. Basılmış olan eserlerinden bâzılar şunlardır:

    1) kitâb-ül-Beyân, 2) Kitâb-ül-Hacer, 3) Kitâb-ün-Nûr, 4) Kitâb-ül-İzâh, 5) Kitâb-ül-Istakas-is-Sâlis, 6) Tefsîr-ül-İstaka, 7) Kitâb-üt- Tecrid, 8) Kitâb-ül-Mülk, 9) Kitâb-ur-Rahme.

    Basılmamış eserlerinden bâzıları ise şunlardır:

    1) Kitâb-üş-Şems, 2) Kitâb-ül-Kamer, 3) Kitâb-ül-Hayvân, 4) Kitâb-ün-Nebât, 5) Kitâb-ül-Hikmet, 6) Kitâb-ül-Anâsır, 7) Kitâb-ül-Kimân-il-Meâdin, 8) Kitâb-ül-Hilkat, 9) Kitâb-ül-Hey’et, 10) Kitâb-ün-Nakd.







  • El-Battânî

    Harran’ın Battân kasabasında doğdu (859–929). Asıl adı Muhammet bin Cabir bin Sinan er-Rakki el-Harranî’dir. Ebu Abdullah künyesi ve Battânî ismiyle meşhur olmuştur. Dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur 20 astronomundan biri kabul edilir.

    Battânî, ilimdeki gâyesini şu esas üzerine bina eder: “İnsan, Allah’ın (cc) varlığını, birliğini, kudretini ve eserlerinin mükemmelliğini başta astronomi olmak üzere, ilimler sayesinde öğrenebilir. Meselâ şu görünen yıldızlar, üstünde yaşadığımız bu dünya ve dünyanın hareketleri Allah’ın (cc) varlık ve birliğinin açık bir delilidir.”

    Güneş sistemini tespiti

    Battânî’nin çalışmalarının tamamı astronomiyle ilgilidir. Battânî bugünkü Halep’in 160 km doğusunda Fırat nehri kıyısındaki Rakka şehrinde bir rasathane (gözlem evi) yapmış; Güneş ve Ay’ın görünür çaplarında yıl boyunca meydana gelen değişiklikleri ölçmede, önceki ilim adamlarının yaptığı çalışmalara katkılarda bulunmuş; Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini, yörüngelerini daha doğru bir şekilde belirlemeye çalışmıştır. Güneş’in Dünya’dan en uzak bulunduğu noktadaki hareketini keşfetmiş, Dünya’nınkine göre Güneş’in yörünge eğimini ve Dünya’nın dönüş eksenindeki değişme değerlerini bulmuştur. Kendisinden beş asır sonra gelen Kopernik’in 23° 35ı olarak bulduğu Dünya’nın ekliptik eğimini o, 23° olarak hesaplamış, bugün bilinen açı değerini yaklaşık yarım dakikalık bir farkla bulmayı başarmıştır.

    Güneş ve Ay tutulmaları

    Battânî, kendi geliştirdiği güneş saati zâtü’l-halak,2 duvara tespit edilmiş büyük kadran3 ve daha sonraları triguetum (zâtü’ş-şubeteyn) adı verilecek âlet ile, Rakka’da, bazı fezâ hâdiselerinin yanı sıra, Güneş ve Ay tutulmalarını rasat etmiş ve elde ettiği bilgilerle Ay ve gezegen hareketleri hakkındaki bilgileri düzeltmiş, yeni Ay’ın görülme şartlarını tayine yarayan bir usûl geliştirmiştir. Yaptığı gözlemlerle tam 489 yıldızı sınıflamayı başarmıştır. Battânî, yaptığı bu son derece hassas rasatlar neticesi güneş yılını (tropik seneyi) ilk defa 365 gün 5 saat 46 dakika 32 saniye olarak gerçek değere çok yakın hesaplamıştır. Çağımızdaki son derece gelişmiş teleskoplar ve ilmî hesaplamalar neticesi ise bu değer, 365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye olarak hesaplanmıştır.

    Kıble tayini konusundaki çalışmaları

    Battânî, Müslümanlar için büyük ehemmiyet arz eden kıble yönünün farklı coğrafyalarda hesaplanabilmesine yönelik çalışmalar yapmıştır. Kıble doğrultusu belirlenecek yerin ve Mekke’nin boylam ve enlemini tespit etmiş, bu ikisinin farkını alıp kıble doğrultusunu bulmuştur. Hazırlanan cizlere, usturlablara ve rubu tahtalarına kıble cetvellerini eklemiştir.

    Matematik, trigonometri ve diğer çalışmaları

    Trigonometrinin gerçek mucidi olarak da kabul edilen Battânî, astronomi çalışmaları sırasında matematik ve trigonometriden faydalanmış (bu konuda “ilk” kabul edilir), küre ve düzlem trigonometrisi üzerinde araştırmalar yapmıştır. Bilhassa astronomik cetvel (zic) hazırlarken trigonometriyi çok iyi kullanmıştır.
    Battânî’nin keşif ve başarılarından bazıları şöyledir:
    1- Matematik alanında Yunan kirişi yerine sinüsleri kullanan ilk ilim adamıdır.
    2- İlk defa kotanjant kavramını geliştirmiş ve dereceli bir tablo oluşturmuştur.
    3- Ay’ın boylamda ortalama hareketini tespit etmiştir
    4- Güneş ve Ay’ın görünür çaplarını ölçmüştür.
    5- Güneş’te bir yıl, Ay’da ise bir ay zarfında gözlenen değişiklikleri hesaplamıştır.
    6- Ay’ın tutulma derecesinin hesabı için çok sağlam bir metot geliştirmiştir.
    7- Küre trigonometrisinin ba–zı problemlerini ortografik projeksiyon yardımıyla incelemiştir.
    8- Dik üçgenleri inceleyerek geometrideki temel kavramlardan sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantın tariflerini yapan ve bunları gerçek mânâda ilk defa kullanan kişidir.
    9- Gerçek astronomik cetveli (zic, yıllık) hazırlayan ilk ilim adamıdır.
    10- Sıfırdan 90 dereceye kadar açıların trigonometrik değerlerini hesaplamıştır.
    11- Cebir çözüm metotlarını trigonometrik denklemlere uygulamıştır.
    12- Yukarıda bahsi geçen bütün matematik ve trigonometri teknikleri Batı Avrupa’da 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Kopernik, Kepler, Tycho Brahe ve Galile gibi ilim adamları tarafından da kullanılmıştır.

    Eserleri
    Orta Çağ Batı dünyasında eserleri ilk defa Lâtinceye çevrilen Müslüman ilim adamı olan Battânî, yaşadığı devrin en önemli astronomu ve matematikçisidir. Batı, Battânî’nin astronomideki hizmetlerinin değerini ortaya koymak adına Ay’a onun ismini vermiştir. Ay, Ay haritalarında Albategnus (el-Battânî) olarak kaydedildiğinden, Battânî Batı’da ‘Albategnus’ olarak şöhret bulmuştur.

    1)Kitabe’l-Zic: Bir astronomi cetvelleri kitabı olan bu eser 57 bahisten müteşekkildir. Battânî bunu yazma sebebini, diğer ziclerde gördüğü yanlışlık ve farklılıklardan yola çıkarak gök cisimlerinin hareketleri konusundaki teorileri iyileştirme ve neticeleri yeni gözlemlere dayanarak geliştirme olarak açıklar. Bu eser Battânî’nin en hacimli, en fazla bilinen ve günümüze kadar ulaşan tek kitabıdır. Özellikle hesap ve rasatların neticelerini içine alan bir almanak özelliğindeki bu eser yalnız İslâm dünyasında değil, Orta Çağ Avrupa’sında ve Rönesans’ın ilk devirlerinde küre trigonometrisi sahasında önemli bir kaynak olmuştur. Bu eserde, tespit edilmiş her yıldızın uzaydaki yeri, yörüngesi ve hareketleri hesaplanmıştır.
    Astronomi ve küre trigonometrisinin gelişmesinde belirleyici tesiri olan bu kitap, yazılışından üç asır sonra Batı’da anlaşılmış, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar tercüme ve şerhleri önce Lâtinceye, sonra da İspanyolcaya çevrilmiştir.
    Tycho Brahe’nin ve G.B. Ricioli’nin eserlerinde Kitabe’l-Zic’den ne kadar çok iktibas yaptıkları, Kepler ve Galile’nin de Battânî’nin tespitleriyle yakından ilgilendikleri bilinmektedir. Kitabın, 20. yüzyılın başlarında Arapça aslıyla birlikte yeniden baskısı yapılmıştır.

    2) Kitâb ü Mârifeti’l-Metâlii’l-Bürûc fî mâ Beyne Erbaati’l-Felek: Astronomiye dâir bu eserde, 12 burcun gök küresinin dörtte birindeki doğuş noktalarından, Ay ve yıldızların doğuş yerlerinden ve Ay’ın tutulmasından bahsedilir. Battânî’nin, boylamları 0°’den 36°’ye tekabül eden yıldızların doğuş yerlerini gösteren cetveline benzer cetveller bugün modern astronomide kullanılmaktadır.

    3) Risâletü’n fi Tahkik-i Akdari’l-İttisalat: Yıdızların yan yana gelme ölçülerinin araştırılmasıyla alâkalı olan bu eserde yıldızların ışıklarını göndermeleri, enlemlerden ve küre trigonometrisinden faydalanılarak izâh edilmektedir.
    Battânî’nin astronomiyle alâkalı diğer eserleri şunlardır:
    4) Risâletü’n fi Ameliyyati’t-Tercimi’d-Dakika
    5) Kitab u Ta’dili’l-Kevakib
    6) İlmü’n-Nücûm
    7) Kitabü’n fi İlmi’l-Felek
    8) Kitabün an Daireti’l-Bürüc ve’l-Kubbeti’ş- Şemsiyye
    9) Muhtasarun Ii Kütübi Batlemyüsi’l-Felekiyye
    10) Risâletü’n fi Mikdari’l İttisalati’l-Felekiyye

    Kimler, hakkında ne dedi?

    Battânî, Sâbiî Cetvelleri adıyla şöhret bulan yıldız kataloglarını hazırlarken Avrupalılar astronomi cetvellerini hesaplamak bir yana, Müslümanlarınkine eş rasatları bile henüz yapamamışlardı. Battânî’nin buluşlarını, Batılılar asırlarca sonra kullanabilmiş ve sahip çıkmıştır. Eserlerinden Batı’da çok faydalanılan ve bir deha olarak kabul edilen Battânî, yazdığı eserlerin Lâtinceye tercümelerinde Albategni veya Albategnus adıyla isimlendirilmiştir.
    Battânî’den ve çalışmalarından haleflerinden Birûnî takdirle söz etmekte, Sa’îde’l-Endülüsî ise, Tabakâtü’l-Ümem adlı eserinde, Battânî’yi İslâm bilim tarihinde, yıldız ve gezegenlerin hareketlerini doğru gözlemleyebilen bir âlim olarak gördüğünü ifade etmiştir.

    Batı dünyasında Gibbs ve Kremers gibi ünlü oryantalistler, Battânî’de müthiş bir zekâ bulunduğunu, onun, İslâm dünyasındaki her çeşit kültürü içine alan bir ansiklopedi gibi olduğunu belirtmişlerdir.

    Onsekizinci asrın Fransız astronomu Laland Battânî’yi gelmiş geçmiş en büyük 20 astronom arasında sayarken, bilim tarihçisi G. Sarton, onu çağının en büyük Müslüman astronomi âlimi olarak kabul etmiş, bir başka bilim tarihçisi Erich Bell ise, trigonometriye cebir ilmini uygulayan ilk bilim adamının Battânî olduğunu kaydetmiştir.
    Paris İslâm Enstitüsü profesörlerinden Jacques Risler, yeni trigonometrinin mucidinin ve trigonometrik bağıntıları bugün kullanılan şekliyle formülleştirenin Battânî olduğunu, Batı dünyasına trigonometriyi onun öğrettiğini büyük bir cesaretle ifade etmiştir.

    Prof. Philip K. Hitti ise, Batı’da matematik bilginlerinin tanjant hakkında Battânî’den ancak beş asır sonra bilgi sahibi olabildiğini söylemiştir.
    M. Charles ise, Battânî’den söz ederken, onun sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk kullanan kişi olduğunu, bunları güneş saati hesaplamasında geliştirdiğini, ona uzayan gölge adını verdiğini, buna da modern geometride tanjant dendiğini belirtmiştir.

    Görüldüğü gibi, bizim dünyamızın el-Battânî gibi parlak insanları kendilerine bahşedilmiş zekâ ve kabiliyetleri, insanlığın ortak mirası olan bilimin gelişmesi istikametinde kullanmışlar ve bu sahada asırlarca eskimeyen keşif ve icatlara vesile olmuşlardır. Köklerimizin ilim ve araştırmayla yoğrulduğu dikkate alındığında, bu maziden ilham alan günümüz genç nesillerinin de yakın bir gelecekte ilim dünyasına tekrar önemli katkılarda bulunacağına, olimpiyatlarda gösterilen başarıların da bunun müjdecisi olduğuna inanıyoruz.

    Dipnotlar
    1. Urfa bölgesi binlerce yıllık tarihinde pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve özellikle İslâmiyet’in bu bölgede hâkim olmasından sonra, birçok bilim adamı ve filozofun yetiştiği, dünyanın ilk üniversitesinin de kurulduğu bir coğrafyadır.
    2. Zatü’l-halak (çemberli küre) iç içe geçmiş çeşitli halkalardan meydana gelen bir gözlem âletidir.
    3. Kadran: Dörtte bir daire şeklinde olup gözlem yapmak için kullanılmış olan en eski âletlerden biridir. Rasathanelerin duvarına tespit edilerek kullanılan büyük şekli İslâm astronomları tarafından libne olarak adlandırılmıştır. Daha küçük boyutlardaki taşınabilir şekline el-rub veya ruba tahtası adı verilmiştir.

    Kaynaklar
    - Bilim Tarihi, Colin A.Ronan,Tübitak Yayınları, Akademik Dizi-1, İst, 2003, Sayfa 231-235.
    - TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 6, Sayfa 9-10, Ferruh Müftüoğlu.
    - Müslüman İlim Öncüleri, Heyet, Işık Yay, 2005, Sayfa 73.
    - Tarih Boyunca Ünlü Astronomlar, Haz. Uğurcan Sağır, 2001, Sayfa 6-7, Öğrenci Tezleri, dermanscience.ankara.edu.tr
    - Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt 3, Sayfa 373-374
    - İslâm ve Dünya Medeniyetler Tarihi, Bilge Erdem Yay, Şevki Ebu Halil, 2005, Sayfa 442.




  • Onuncu yüzyılda, İslam aleminde yetişmiş büyük matematik ve astronomi alimi, ismi Muhammed bin Yahya bin İsmail bin Abbas'tır.

    10 Haziran 940 (H.328) tarihinde Horosan'ın Buzcan kasabasında doğdu.Bu yüzden Ebü'l-Vefa Buzcani diye meşhur oldu. 1 Temmuz 988 (H.388)tarihinde Bağdat'ta vefat etti.

    İlim tahsiline amcası Ebu Amr Mugazili ve Ebu Yahya bin Kanib'in yanında başlayan Ebü'l Vefa, on dokuz yaşında Bağdat'a gitti (959).Ölümüne kadar burada ilim ile meşgul oldu. Şerefüddevle'nin sarayındayaptırdığı rasathanede çalışan alimIer arasında yer aldı. Matematik başta olmak üzere, ömrünün büvük kısmını astronomik gözlemler yapmak, eser telif etmek ve ders vermekle geçirdi.

    Ebu'l Vefa, Matematik ve astronomideki hizmetleriyle ilim tarihinde unutulmazlar arasında yerini almıştır .Onu, gerek klasik ve gerekse modern matematik konularında gördüğümüz birçok trigonometrik kavram, tarif, teorem ve formülleri ilk defa ortaya koyan bir Müslüman bilgin olarak tanıyoruz. Yazdığı eserler, yüzyıllarca hem İslam dünyasında, hem de Avrupa'da kaynak kitaplar olarak kabul edilmiştir.

    Ebü'l Vefa, trigonometride büyük hizmetlerde bulundu, ona büyük ölçüde açıklık kazandırdı. Bilhassa, küresel trigonometride sinüs konusunu ilmi bir düşünceyle inceledi. Tanjant tabloları düzenledi. Trigonometriye tanjant, kotanjat, sekant A=1/Cos A ve kosekant A=1/sinüs A tarifve kavram-larını kazandırdı. Trigonometrinin altı esas eğrisi (grafiği) arasındaki trigonometrik oranlan ilk defa belirtti. Bu oranlar, bugün bile trigonometride grafiklerin tarifinde aynen kullanılmaktadır .

    Ebü'l Vefa, çağına kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı incelikte trigonometrik çizelgeler düzenledi. Astronomik gözlemleri için gerkli olan sinüs ve tanjant değerlerini gösteren çizelgeleri on beşer dakikalık (açı dakikası) aralıklarla hesaplayarak hazırladı.

    Onun matematiğe kazandırdığı bu yenilikleri, Avrupa'da ancak beş yüzyıl kadar sonra Alman bilgini Johann Müller (1436-1476) tarafından ilk defa ortaya atılıp kullanılabildi.

    Bu demektir ki, Avrupa, ancak Ebü'l Vefa'nın eserlerinin Batı dillerine çevrilmesinden sonra, bu konudaki bilgilere sahip olabilmiştir .Diophantos'un ve Batlamyus'un eserlerini inceleyip, açıkladı. Zamanına kadar hiçbir matematikçinin yapamadığı hassaslıkta trigonometrik çizelge-ler hazırladı. Astronomik gözlemlere için gerekli ceyb (sinüs) ve zıl (tanjant) değerlerini gösteren çizelgeleri, on beşer dakikalık açı aralıklarıylahesapladı. Trigonometrinin altı esas oranı arasındaki trigonometrik münasebetlerini ilk defa açıkladı. Bu oranlar, günümüzde de aynen kullanılmaktadır .

    Ünlü bilim tarihçisi Plorian Cajori, History of Mathematick adlı eserin-de onun hakkında: "

    Ebü'l Vefa şüphesiz ki, Harezmi'nin matematik ve cebirdeki buluşlarını önemli ölçüde geliştirdi. Özellikle geometri ile cebir arasındaki münasebetler üzerinde durdu. Böylece bazı cebirsel denklemleri geometri yoluyla çözmeyi başardı ve diferansiyel hesabın ve analitik geometrinin temelini kurdu. Bilindiği gibi, diferansiyel hesap, insan zekasının bulduğu mühim ve pek faydalı bir mevzu olup, ilim ve teknolojik muasır gelişmelerin temel kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca, Battani'nin trigonometreleriyle ilgili eserlerini inceleyerek, girift ve anlaşılmayan yönlerini açıklığa kavuşturdu." demektedir.

    Sekant'ın kaşifi olarak genellikle Kopernik bilinirse de, ünlü bilim tarihçilerinden Morite Candon ve Carra da Vaux'un araştırmaları sonucu, Ebü'l Vefa'ya ait olduğu tesbit edilmiştir.
    Ebü'l Vefa, sinüs değerlerinin hesabı için yeni bir metod geliştirdi. Böylece hazırladığı cetvellerinde 30 derece ve 15 derecelik açının sinüsünü son derece dakik olarak, virgülden sonraki sekiz ondalık basamak halinde hesapladı.

    Trigonometrinin yanında cebir ilmi üzerinde de derinlemesine çalışmalarda bulunan Ebü'l Vefa, o zamana kadar bilİnmeyen dördüncü dereceden denklemlerin çözümünü
    gerçekleştirdi.Bugün, 30 derecelik yayın sinüs değerinin hesaplama metodlarını da, Ebü'l Vefa'ya borçlu bulunuyoruz. Onun bulduğu bu değerin bugün bulunan değerlere göre ilk sekiz ondalık kesrinin denkliği görülmektedir .Ebul Vefa, trigonometrik çizelgeleri hazırlamada da öylesine bir incelik göstermiştir ki, onun 10 dakikalık aralıkla düzenlediği sinüs çizelgesindeki incelik (prezisyon) 1/604 kadardır .

    Ebu'l Vefa, Encylopedia Britanica'nın yazdığına göre,tanjantı, yayın bir fonksiyonel olarak trigonometriye katmıştır. "Zıll=Gölge" dediği çizgileri,yayın iki katı; tanjantı ve sekantı da "kutr zıll" diye tarifetmiştir. Ebü'l Vefa, üçgenler üzerinde ilk ciddi çalışmayı yapan bilgin olarak tarihe kaydolmuştur. Onun bu konudaki keşifleri, tarifleri, kavramları, çizelgeleri, daha sonra Avrupa'nın ünlü matematikçilerinden D'Alembert (1717-1178) ve Laplace ( 17 49-1827) ile çağdaşları olan büyük matematikçilerin fikir yapıIarının temelinde yer bulmuştur .

    Demek oluyor ki, klasik ve modem matematikte görülen, düzlem ve küresel trigonometriye ait tarif, kavram ve formüllerin çoğunluğunu ilk defa ortaya koyan, trigonometriye tanjant kavramı kazandıran, tanjantı yayın bir fonksiyonu olarak düşünerek trigonometrik bilgileri sistematik bir disiplin haline getiren Ebu'l Vefa'dır.

    Her ne kadar müsteşrik Henrich Suter, İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı makalede, trigonometriye tanjant, kontenjant, sekant, kosekant ile ilgili tarif ve kavramların daha önce yaşayan Habeş EI-Hasib tarafından bilindiğini kaydetmekteyse de, yapılan araştırmalar sonucunda bu görüşün doğru olmadığı anlaşılmıştır .

    Ebu'l Vefa, sadece tanjant cetvellerini düzenlemek, trigonometriye sekant ve kosekantı kazandırmakla kalmadı, Sinüs problemini derinden derine inceledi. Trigonometrinin alt temes çizgisi arasındaki oranları belirtti. Onun tespit ettiği bu oranlar, bugün bile o çizgilerin tarifinde kullanılmaktadır. Aynca Ebu'l Vefa, Battani (858-929)'nin trigonometriyle ilgili eseri-
    ni, hatırı sayılır derecede geliştirdi. Virgülden sonra üçüncü haneye kadar hesaplama imkanını veren sinüs cetvellerinin yeni hesaplama metodlarını buldu. Ebu'l Vefa'nın ulaştığı bu yüksek basamağı, Avrupa ancak asırlarca sonra aşabilmiştir .

    Ebu'l Vefa'nın yaptığı hizmetler sadece bunlardan ibaret değildir. O, aynı zamanda büyük maharet sahibi bir geometriciydi. Birçok problemlerle uğraştı ve parabolün ekseni atrafında döndürülmesi ve parabolliod'un hacmi konularıyla meşgul oldu.

    Ebu'l Vefa sadece matematikte değil, astronomide de isim yaptı. O kadar ki, bu sahada yaptığı keşif onu büyük bir şöhrete kavuşturdu. O, Avrupa'da Batlamyus'un ay teorisi üzerinde ilk defa araştırma yapan Tycho Brahe'den (1546-1601) tam 600 sene önce teorinin kritiğini yaptı, ona tenkitler yöneltti. Noksanlarını görüp yeniden gözlemlerde bulundu ve ayın üçüncü değişimini keşfetti. Bu, Ebu'l Vefa için, keşfe ismini verdirecek kadar büyüktü.

    Zamanında, birçok Müslüman astronomi ve matematik alimi, Ebu'l Vefa'nın çalışmalarını ve eserlerini görmek üzere Bağdat'a gittiler ve derslerinde bulundular. Günümüzde birçok Batılı ilim adamı, Ebü'l Vefa'nın eserleri üzerinde araştırma yapmaktadır. Onun yaptığı ilmi çalışmalar, o devirde İslam alimlerinin ilim ve fende ne kadar ileri olduğunu açık bir şekide
    göstermektedir .

    Zahiruddin Beyhaki, Tarihu Hukema-il-İslam kitabında, Ebü'l Vefa'nm şu sözlerini nakletmektedir: " Mal, can emniyeti ve sıhhat olmadan yaşanılan hayat, hayat değildir. Bir kimse sana, söz ile üstün gelirse aldırma, yeter ki sükut ile galip gelmesin. Bir kimsenin seviyesine uygun olarak arkadaşlık et. Eğer sen cahile ilimle, laubaliye ciddiyetle muamele edersen, arkadaşına eziyet etmiş olursun. Halbuki sen, onlara sıkıntı vermekten uzaksın. Sözüne ancak ihtiyacı anında kıymet verenle sohbet etme. Hocanın hakkını gözetmemek ahlaka sığmaz. Düşük, karaktersiz kimselerle görüşüp konuşma! "

    ESERLERİ
    1- kitab'ül-Kamil: Trigonometri ve astronomiden bahseden meşhur eseridir. Birinci bölümde, yıldızların hareketinden önce bilinmesi gereken meseleler , ikinci kısmında yıldızların
    hareketlerinin incelenmesi, üçüncü kısımda yıldızların hareketlerine arız olan şeyler anlatılmaktadır. Eserin yazma bir nüshası Paris National Kütüphanesi'nde, 1138 numarada kayıtlıdır. L.P .E.A. Sedilot tarafından, eser tercüme edilerek basılmıştır .

    2- Ez-Ziyc'üs şamil: Ebu'l Vefa'nın astronomiden bahseden en önemli eseri budur. Ziyc-i şamil de denilen bu kitap, ince ve isabetli gözlemlerle dolu bir faaliyet abidesidir. Öyle ki, bu Ziyc (astronomi cetveli) Harizmi (780-850) ve Ferganalı Ahmed bin Kesir'in ziycleri gibi asırlar sonra bölüm bölüm D'Alembert (1717-1783) ve Laplace (1749-1827) gibi Batılı büyük
    matematikçi ve astronomların eserlerinde yer buldu.

    3- Kitabün fi Amel-il-Mistarati vel-Pergar vel-Gunye,

    4- Kitab ma Yahtacu İleyh-il-Küttab vel Ummal min İlm-il-Hisab,

    5- Kitabun Fahirün bil Hisab,

    6- Kitabun fi ilmi Hisab-il-musellesat-il-Küreviyye,

    7- Kitabun fil-Felek,

    8- Kitabun fil-Hendese,

    9- Kitab'ül-Medhal ila Aritmetik,

    10- Tefsir-üi-Harezmi fil Cebri vel-Mukabele




  • Sabit Bin Kurra


    Sabit bin Kurra, matematik, astronomi ve tıp konularında uzman İslam bilginlerinden biridir. Döneminde tüm bu alanlarda çok büyük gelişmelere öncü olmuş, özellikle geometri ve cebir konusunda yeniliklere imza atmıştır. Sabit bin Kurra'nın geometrideki yeri hakkında oryantalist Georges Rivoire şunları yazar: "Cebirin geometriye uygulanmasını, Müslümanlara borçluyuz. Bu da 900 yılında vefat etmiş olan Sabit bin Kurra'nın eseridir."

    Matematik, astronomi, astroloji, tıp ve çeviri ile uğraşan Sabit'in 79 eseri olduğu bilinmektedir. Bunlardan 21'i tıp, 2'si müzikle, geri kalan 25 eser ise matematik ve felsefe ile ilgilidir.

    Sabit, Oaklides'in bilgilerini kullanarak cebir konusunda çok daha genel denklemlerin çözümlerini göstermeyi başarmıştır. O da Harezmi gibi pozitif köklü ikinci derece denklemlerin çözümü ile uğraşmıştır. Üçüncü derece denklemlerin çözümü iki yüzyıl sonra Ömer Hayyam'a nasip olacaktır. C. B. Boyer, bu usta matematikçi için şunları söylemektedir.

    "MS 9. yüzyıl Müslüman matematikçilerin altın çağı oldu. Yüzyılın ilk yarısında Harzemli, ikinci yarısında Sabit bin Kurra damgasını vurdular. Harzemli ile Oaklides 'temelciler' olarak benzeşir. Sabit ise, Pappus gibi, yüksek matematik yorumcusudur." (Boyer, C. B. (1968). A History of Mathematics, John Wiley and Sons, New York, sf. 258)


    El-Harezmi


    Ebu Abdullah Muhammed bin Musa El-Harezmi tahmini olarak MS 770 yılında Özbekistan'da doğmuştur. Batı bilim dünyasına en sürekli ve en derin etkiler bırakmış matematikçi olarak tanınmaktadır.

    Harezmi, doğu bilim dünyasında cebir ilmine ilişkin ilk eser yazan kişidir. Bu bilim dalı daha önceleri az çok işlenmiş ve geometriden farklı bir ilim olarak görülmeye başlamıştır. Birinci dereceden denklemler çözülebilmiş ama ikinci derece denklemlerin kökeni konusu henüz anlaşılamamıştır. Harezmi, ikinci kitabı olan El Cebr ve'l Mukabele ile ikinci derece denklemlerin çözüm yolunu sistemli olarak belirleyen ilk kişidir. Harezmi eserinde belirttiği yöntemleri bir öğretmen yeteneğiyle açıklamış ve bu kuralları geometrik olarak ispatlamıştır.

    Harezmi'nin bu eseri, matematik tarihi bakımından çok önemli gelişmelere başlangıç olmuş ve 600 yıldan fazla süre boyunca matematik öğrenimi için temel sayılmıştır. Roger Bacon, Fibonacci gibi bilim adamları eseri hayranlıkla incelemişler ve kendi öğretilerinde bu eserden faydalanmışlardır. 1598-1599 yıllarında hala cebir ilminde tek kaynak Harezmi'nin bu eseridir.

    Matematiğin yanısıra astronomi ve coğrafya ilimlerinde de eserler vermiştir. Güneş saatleri ve saatler üzerinde yazılmış eserleri bulunmaktadır.




  • Abdurrahmân el- Mansûr el-Hâzinî "YER ÇEKİMİNİ İLK KEŞFEDEN BİLİM ADAMI"

    On ikinci yüzyılda Türkistan’da yetişen yer çekimi ve terâzilerle alâkalı çalışmalar yapan fizik, astronomi ve matematik âlimi. İsmi Abdurrahmân el- Mansûr el-Hâzinî olup,künyesi Ebü’l-Feth’tir. Doğum târihi belli değildir. Türkistan’ın Merv şehrinde yetişti ve 1118 (H.512) senesinden îtibâren tanınıp meşhur oldu. 1155 (H.550) senesinde vefât etti. Bâzan Ebû Ca’fer Ali Hâzinî adlı başka bir âlim ile karıştırılmaktadır. Ebû Ca’fer Ali el-Hâzinî de devrinin önde gelen âlimlerindendi ve bilhassa matematik ve astronomi ilimlerinde söz sâhibiydi. Ebü’l-Feth Hâzinî bu zâtın kölesi idi. Hâzinî’deki kâbiliyeti fark eden Ebû Ca’fer, ona ilim öğrettikten sonra âzâd etti. Batı ilim dünyâsında İbn-ül-Heysem’e (Al-Hazen) denildiği için de Hâzinî ile karıştırılmaktadır.

    Abdurrahmân Hâzinî, doğup büyüdüğü Merv şehrinin ünlü âlimlerinden iyi bir tahsil gördü. Özellikle fizik, astronomi ve matematik ilimlerinde devrinde söz sâhibi oldu. İbn-i Heysem ve Bîrûnî’nin eserlerini inceleyip istifâde etti. Astronomiye çok önem verdi. Birçok İslâm şehirlerinde kıblenin nasıl bulunabileceği husûsunda esaslı çalışmalar yaptı.

    Fiziğin dinamik ve hidrostatik konularına ağırlık verip bilhassa hidrostatik üzerine yöneldi. Sıvıların yoğunluğunu ölçme âletini keşfetti. Ayrıca, Bîrûnî’nin kullandığı altı geniş, üstü dar konik bir kap biçimindeki âlet ile, cisimlerin sıvılar içindeki sürüklenme mukâvemetleri konusunu da inceledi. Birçok katı ve sıvı cismin yoğunluklarını son derece hassas ve bugünkü netîcelere yakın bir şekilde tesbit etti.

    Ünlü ilim târihçisi Aldo Mieli, Bîrûnî’nin ve Hâzinî’nin yapmış oldukları katı maddelerin yoğunluk tesbitlerini modern değerlerle şöyle mukâyese etmektedir:

    Altın 19.2619.0519.26

    Demir 7.827.747.79

    Bakır 8.928.838.85

    Yâkut 3.753.603.52

    Zümrüt 2.732.622.73

    Kuvarts 2.532.582.58

    Kalay 11.4011.2911.35

    İnci 2.732.622.75

    Yine Hâzinî, yoğunlukları ölçmek için aerometre kullandı. Sıvı maddelerin yoğunluğunu hesaplama metodunu ve cisimlerin hava içindeki ağırlıklarını hesaplamak için hikmet terâzisi denilen beş kefeli terâziyi geliştirdi.

    Hâzinî havanın ağırlığının bulunduğunu ve ölçülebileceğini ortaya koymakla, Toriçelli’den önce meseleyi ele almış ve incelemiş olmaktadır. Hâzinî, sıvılar gibi havanın da bir ağırlığı ve kaldırma gücü bulunduğunu ve hava içinde bulunan cismin ağırlığının, kaldırma kuvveti sebebiyle azalmış olduğunu ve cismin noksanlaşan bu ağırlığının, havanın kesâfetine göre değişeceğini söyledi. Arşimed kânununun sâdece sıvılar için geçerli olmadığını, gazlar için de söz konusu olduğunu ve bunun bütün sıvılar için böyle olduğunu ifâde etti. Hâzinî’nin bu ve benzeri ilmî araştırmaları, barometrenin (basınç ölçme âleti) keşfedilmesinde temel teşkil etmiştir. Böylece o, Toriçelli, Paskal, Boyle ve bâzı diğer batılı bilim adamlarına öncülük etmiş oldu ve Akışkanlar Mekaniği ilmini kurdu.

    Hâzinî, ışığın kırılma prensiplerini de inceledi ve gök küreye temâs eden güneş ışınlarının dünyâya doğrudan doğruya dik olarak değil de kırılarak ulaştığını söyledi. Ayrıca, yer çekimi konusu üzerinde araştırmalarda bulundu. Birçok ilmî deneyler yaptı ve sonunda bütün cisimlerin yer kürenin merkezine doğru, bir câzibe kuvveti (gravitasyon) ile çekildiklerini gösterdi. Cisimlerin bu çekilme kuvvetinin farklı oluşunu da, düşen cisim ile çekim merkezi arasındaki mesâfeye bağlı olduğunu söyledi. Bîrûnî’nin yaptığı araştırmayı geliştirerek, kütleler arasındaki çekim prensibini ortaya koydu.

    Bu konuyu eserinde şöyle anlatır: “Kuvvet, hacim, şekil ve âlemin merkezinden uzaklık bakımından birbirinin aynı olan cisimlerin ağırlıkları birbirlerine eşittir. Dünyânın merkezine muayyen uzaklıktaki ağırlığı belli olan her cismin, dünyânın merkezine olan uzaklığının farklılığına göre ağırlığı da farklıdır. Dünyânın merkezine olan uzaklık arttıkça, ağırlık da artar, yaklaştıkça hafifler. Bu sebeple bir cismin ağırlığının diğer cismin ağırlığına nisbeti, onların dünyânın merkezine olan uzaklıklarının nisbeti gibidir.”

    Görüldüğü gibi yer çekimini Newton (1665) değil, ondan beş yüz elli sene önce yaşayan iki İslâm âlimi keşfetmiştir. Batılılar, ilmî ahlâka aykırı olarak Müslümanların her buluşunu kendilerine mâl ettikleri gibi, yer çekimini de kendi ilim adamlarının bulduğu iddiâsındalar. Hâzinî, vardığı bütün bu ilmî netîceleri, tamâmen ilmî deneyler ve mukâyeselere dayandırıyordu. Bu özelliğinden dolayı Hâzinî’ye; “Dinamik ve Hidrostatiğin üstâdı, öncüsü ve Akışkanlar Mekaniğinin ve Gravitasyon prensibinin kâşifi” ünvânını vermek gerekir.

    Eserleri:

    1. Ez-Zîc-ül-Mu’teber-il-Sencerî: Merv şehrindeki rasathânesinde yaptığı astronomik gözlemler sonucu hazırladığı bu eserini, Sultan Melikşâh’ın oğlu Sultan Sencer’e sundu. Eserinde, bütün gezegenlerin gözlem sonuçlarını, pozisyonlarının hesaplanmasını yaptı. Güneş ve ay’ın pozisyonlarını hesapladı. Sonraki asırlarda Kutbüddîn Şîrâzî’nin çalışmalarına zemin hazırladı. Bu eserini hazırlarken, Hüsâmeddîn Sâlar ve Envârî adlı iki ilim adamıyla çalışarak gözlemler yaptı. Ayrıca bu eserinde, Merv şehri enlemine göre yıldızların durumları hakkında da bilgi vermektedir.

    2. Kitâb-ül-Âlât-il-Acîbeti: Bu eserinde rasad âletleri üzerinde durmakta ve astronomi nazariyesini ortaya koymaktadır.

    3. Kitâbu Mîzân-il-Hikme: Bu eser sekiz ciltten meydana gelmiştir. Her ciltte ayrı konular ele alınmaktadır. Birinci ciltte; hidrostatik konuları, ikinci ciltte muhtelif yoğunluk hesaplamaları, üçüncü ciltte yerçekim nazariyeleri, dördüncü ciltte Arşimed ve Menelaos’un hidrostatikle ilgili görüşleri, beşinci ciltte muhtelif maddelerin ağırlık ölçümleri, altıncı ciltte muhtelif cisimlerin yoğunluklarının hesaplanması, yedinci ciltte muhtelif konularda kendi buluşlarına âit örneklerin incelenmesi, sekizinci ciltte ise astronomi ile ilgili konular anlatılmaktadır.

    Hâzinî’nin beş eseri M.Khanikov tarafından kısmen incelenmiş ve İngilizceye tercüme edilerek Amerika’da New Haven’de 1859’da neşredilmiştir.

    Eserlerini inceleyen bilim adamları hayranlıklarını ifâde ve îtirâf etmekten kendilerini alamamışlardır. Fizik konularındaki buluşları, günümüzün modern üniversitelerinde incelenmekte olup, sâhasına ışık tutmaktadır. Bilim Târihi otoritelerinin çoğu, Hâzinî’nin bütün asırların fizik üstâdı olduğunu, İbn-i Sînâ, Bîrûnî ve İbn-i Heysem gibi üstatlarını bu sâhada geride bıraktığını kabul etmektedirler.

    Hâzinî, Mîzân-ül-Hikme’sinde, düşmekte olan cismin sürati, aldığı mesâfe ve geçen zaman arasındaki münâsebet (ilişki) üzerinde de geniş inceleme ve araştırmalarda bulundu. Onun tesbit edip incelediği bu mühim münâsebet, çıkan mühim ilmî prensip ve denklemler, batılı bilim adamlarına (meselâ Galileo, Keppler ve Newton) mâl edilmektedir ki, bunun apaçık bir hatâ ve yanlışlık olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.

    İşin doğrusu şu ki, Abdurrahmân Hâzinî’nin bu pek mühim eseri, orta çağlarda batı dillerine tercüme edilmiş, onun ilmî görüşlerinden Avrupa ilim çevreleri ziyâsiyle istifâde etmişlerdir. Bilim târihçisi G.Sarton, Hâzinî’nin Mîzân-ül-Hikme’sini, ortaçağlar İslâm dehâsının en önde gelen eseri olarak vasıflandırmakta ve o devir dünyâsı için eşsiz bir eser saymaktadır.

    4) Câmi-üt-Tevârîh, 5) Kitâbün fil-Fecri veş-Şafak, 6) Kitâb-üt-Tefhîm




  • Niye müslüman olarak ayırıyoruz ? Sınıflandırmanın sebebi nedir?

    Konu için şimdiden teşekkürler...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: metete

    Niye müslüman olarak ayırıyoruz ? Sınıflandırmanın sebebi nedir?

    Konu için şimdiden teşekkürler...



    Bazı kesimlerin Müslümanlar cahildir demelerinden dolayı ayırmış olabilirmi ? Sayın metete
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    TÜRKler nasıl müslüman oldu?
    17 yıl önce açıldı
    İSLAM IRKI HAKKINDA
    17 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • Yaygın kabülün sebeb olduğu olumsuz imajın izalesi olarak değerlendiriniz metete Buna ayırım demekten ziyade kökenin tespiti desek yerinde olur.Kasıtlı olarak müslümanların ve islamın geri kalmışlığa en büyük sebeb olarak ortaya sürüldüğü bu devirde konu başlığının müslüman bilim adamları olarak uygun görülmesi endişe etmeyiniz ne bilime nede bilim ahlakına mugayirdir ..asıl olumsuz ayırım ve ahlaksızlık müslüman bilim adamlarının keşif ve icadlarını kendilerine mal eden batının tavrıdır ..eğer itiraz gelecekse buna gelmeli

    bende size teşekkür ederim ilginiz için




  • quote:

    Orjinalden alıntı: ßy Spécops.


    quote:

    Orjinalden alıntı: metete

    Niye müslüman olarak ayırıyoruz ? Sınıflandırmanın sebebi nedir?

    Konu için şimdiden teşekkürler...



    Bazı kesimlerin Müslümanlar cahildir demelerinden dolayı ayırmış olabilirmi ? Sayın metete


    Bilmem olabilir. Bilsem sormam

    Ateist ve deist 'lere internette edilen küfürlerden yola çıkarak. Ateist, Deist Bilim Adamları

    ya da

    Siyasi akımların arasında geçen sürtüşmeler/küfürleşmelerden yola çıkarak. Solcu, sağcı kişiler.

    Yani birşeye yapılan eleştrilerden ya da hakaret/küfürlerden dolayı, herkesi etiketlememiz mi gerekiyor? Gittikçe daha ufak parçalara mı bölünelim?

    Konuyu tartışmaya sürüklemek istemiyorum, konunun başlığı ve sınıflandırma bana uygun gelmedi, fikrimi belirtmek istedim sadece...

    Konuyu açan arkadaş aydınlatırsa sevinirim

    İyi günler...




  • SİBERNETİK ROBOT BİLİMİNİN BABASI VE HİDRO MEKANİK DEHASI "El-Cezeri"

    http://www.ebuliz.com/

    el cezeri adlı üye arkadaşa teşekkür ederim

    ==================================================================================================================

    Abdüsselam

     Müslüman Bilim Adamları


    Nobel ödülü olan ilk Müslüman ilim adamı olan Abdüsselam ,1926 yılında Pakistan sınırları dışında kalan Jhanga’da doğdu.Pakistanlı Fizik bilgini Abdüsselam , Pencap ve Cambridge Üniversitelerinden matematik ve fizik dallarında birinci olarak mezun oldu.1951 yılında hazırladığı doktora teziyle kuantum elektrodinamiğine temel olacak bir çığır açtı.

    Aynı yıl Pencap Üniversitesi’ne profesör oldu.1954 yılında Cambridge Üniversitesi’ne okutman tayin edilince , Pencap Üniversitesi’nden ayrıldı.

    1957 yılında Londra Üniversitesi’ndeki İmperal College’e teorik fizik profesörü olarak tayin edildi. Bundan sonra , Abdüsselam , dünya çapında pek çok akademi, çeşitli komisyon, ilmi dernek ve ilmi heyet üyeliklerinde bulundu.Aynı zamanda pek çok ilmi kuruluşun başkanlığına getirildi.1970-1973 arasında Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin Birleşmiş Milletler kurucu kurulu ve vakıf üyesi oldu.1971-1972 ‘de Birleşmiş Milletler İlim ve Teknoloji Komitesi’ne başkanlık etti.

    1972-1978 arasında Milletlerarası Sırfi ve Tatbiki Fizik Birliği’nin ikinci başkanlığını yaptı.1976’ da Guthire Madalyası Armağanı , 1978’ de Accedamia Nazionaledi XL’ nin Malteuecci Madalyası, 1978’ de Amerikan Fizik Enstitüsü’nün John Terranca Tate Madalyası , gene 1978’ de İngiliz Kraliyet Akademisi’nin Kraliyet nişanını aldı.1979’da ABD Milli Eğitim Akademisi ve İtalyan Milli Lincei Akademisi’ne yabancı üye seçildi.Aynı yıl Nobel Fizik Armağanı verildi.

    Ayrıca , biri 9 Eylül 1981’de İstanbul Üniversitesi tarafından olmak üzere , dünyanın çeşitli üniversitelerinden 15’ i aşkın fahri fen doktorluğu payesi aldı.

    Bugün bir taraftan Londra Üniversitesi İmperial College ‘de teorik fizik profesörlüğünü (1957’den beri) sürdürürken , diğer taraftan da Trieste’deki Milletlerarası Fizik Merkezi’nin direktörlüğünü sürdürdü. Hayatının bütün devreleri milletler arası başarılarla dolu olan Prof. Abdüsselam , ender yetişen İslam alimlerinden birisidir.

    Prof. Abdüsselam , 230’dan fazla orijinal çalışma yaptı.Bunlarda bir kısmını , aralarında birçok Türk fizikçilerinin de bulunduğu mesai arkadaşları ve öğrencileri ile hazırladı. Prof.Abdüsselam , bu çalışmalarında, İslamiyet’in ilme verdiği önemi bilen ve bütün ilimlerin kaynağı olduğuna inanan ve keşiflerini ona dayandıran bir Müslümandır.

    ABDÜSSELAM VE NOBEL ÖDÜLÜ

    Prof. Abdüsselam , ilimde örnek ve takdir edilecek bir çalışma gösterir.Müslümanların her şeyde olduğu gibi ilimde de öncü olmaları gerektiğini savunur.Allah’ın sanatını anlama gayreti olarak ifade eder hatta ona Nobel Armağanı kazandıran teorisini bile , ilahi sanatın bir kısmını anlayabilme lütfuna bağlar.

    PROFESÖR ABDÜSSELAM‘A NOBEL ARMAĞANINI KAZANDIRAN BULUŞ

    Profesör Abdüsselam ‘a Nobel armağanını kazandıran , zayıf ve elektromagnetik kuvvetlerin birleşik alan teorisidir.Bu teori , bir yandan öyar simetrisi prensibine, diğer yandan da simetrilerin kendiliklerinden bozulması prensibine dayanmaktaydı. Aynı teoriyi Selam-Weinberg teorisi adıyla tanındı.Tabiatta ilk bakışta mahiyeti itibari ile birbirinden farklı görünen dört çeşit etkileşme görülmektedir.

    Bunlar:
    1-Gravitasyon etkileşimleri,
    2-Elektromagnetik etkileşmeler(nötronların beta bozunumlarında olduğu gibi),
    3-Zayıf etkileşmeler(bunlar atom çekirdeklerinin yapı taşlarını bir arada tutmaktadır).

    Teorik fizikçiler 1918’den beri , bu etkileşimlerden en az ikisinin veya hepsinin menşeinin aynı olduğunu ispat etmeye çalıştılar.Bu konuda Çalışmalar yapan Eintein ,bu işe 35 yılını verdiği halde tatminkar ve gözlemlere uygun düşen bir netice elde edememişti. Eintein’in gerçekleştiremediği bu teoriyi Profesör Abdüsselam gerçekleştirdi:

    İki ayrı tipten etkileşme aynı bir teorik model içerisinde deneylere uygun ve tatminkar bir şekilde izah ve tasvir edilebiliyordu.Zayıf etkileşmeler ile elektromagnetik etkileşmeler aynı bir teorik çatı altında birleştirilebiliyordu. İşte Selam-Weinberg Teorisi’nin özü buydu.Abdüsselam, sadece fizikteki çalışmaları ile değil ,idarecilik ve yöneticiliği ile de örnek gösterilebilecek bir şahsiyettir.


    Abdüsselam , yapmış olduğu bu çalışmalarındaki başarısını İslam’a bağlar ve kainattaki her şeyin kusursuz olduğunu ve bunun neticesinde Allah’ın varlığını inkar etmenin mümkün olmadığını söyler.Müslümanları araştırmaya , akıllarını iyi bir şekilde kullanmaya çağırır.

    Bunun için Bütün Müslümanları , bu gerçekler ışığında ilme gereken önemi vermelerini ve bugünkü geri kalmış durumlarından kurtulmaları gerektiğini söyler.

    Prof. Abdüsselam , çalışkan olduğu kadar da dindardır.Başarılarında ve dindar olmasında babasının büyük rolü olduğunu söyler.Onu bu çalışma şevkini ve aşkını onun aşıladığını söyler.Babasının, dinine çok bağlı olduğunu , ilme ve ilim adamlarına büyük önem verdiğini ve tutumunun kendisi için örnek teşkil ettiğini söyler.

    İlmi sahada Müslümanların öncü olmaları gerektiğini savunur.Çünkü batılıların Müslümanları aşağıladıklarını söyler.Bunun için Müslüman ülkelerin gelirlerinin bir kısmını ilmi çalışmalara ayırmakla, ilmi çalışmaları desteklemekle önemli ilerlemeler katedileceğini söyler.

    Abdüsselam, Müslüman ilim adamlarının ferdi çalışmaları bırakıp bir birlik oluşturmalarını, bu sayede milletler arası camiada bir güç oluşturacaklarını ve daha güzel çalışmalar yapacaklarını belirtir.

    Tabii ki , bu başarılarının olabilmesi için de idarecilere büyük görev düştüğünü söyler. Geçmişte büyük başarılar gösteren ilim adamlarının yanında , onları destekleyen , himaye eden idareciler olduğunu söyler.İlmin , insanı imana götürdüğünü, yarım yamalak değil, tam ve gerçek olarak ilim yapan kimsenin inanmadan yapamayacağını belirtir.

    Direktörlüğünü yaptığı Teorik Fizik Merkezi kanalıyla çeşitli ülkelerin özellikle gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine büyük imkanlar
    sağlamaktadır. Bilhassa Türk fizikçilerine özel ilgi ve imkanlar oldukça geniştir.Türk fizikçiler , yaptıkları 80 civarında orijinal çalışmayla bu desteğe layık olduklarını göstermişlerdir.

    TEOİK FİZİK MERKEZİ’NİN KURUCUSU

    Profesör Abdüsselam milletlerarsı ilmi kuruluşlarda tesirli bir organizatör ve idareci olarak da görev yaptı.Bu konudaki en büyük eseri ve 19 yıl kesintisiz olarak direktörlüğünü yürüttüğü Trieste’deki Teorik Fizik Merkezi’nin kurulması hususunda oldu.1960’ta Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın genel konferansına Pakistan direktörü olarak katıldı.Bu merkezin kurulması gerektiği fikrini ilk defa ortaya attı.İlgilileri, dört sene boyunca ikna etmeye çalıştı.1964’te merkezin kurulmasını sağladı.

    Bu merkez İtalyan hükümeti ile Milletlerarası Atom Enerjisi Ajansı’nın patronajı altında kuruldu ve direktörlüğüne Prof. Abdüsselam getirildi.

    FAHRİ FEN DOKTORU
    Profesör Abdüsselam , fizik alanında büyük hizmetler yaptı.Bunlar tek kelime ile üstün ve ödüle layık hizmetlerdi.O fiziği, milletleri yaklaştırıp kaynaştırmada güçlü bir faktör olarak kullanmasını bildi.

    Profesör Abdüsselam, kesintisiz 19 yıldır Trieste Milletlerarası Teorik Fizik Merkezi direktörlüğünü yürütüyor. Merkez kanalı ile çeşitli ülkelerin, bilhassa
    gelişmekte olan ülkelerin fizikçilerine geniş imkanlar sağlıyor.

    Türk fizikçilerine yaptığı yardımlardan dolayı da İstanbul Üniversitesi, bu hizmetlerden dolayı Prof. Abdüsselam’a 9 Eylül 1981’de Fahri Fen Doktoru payesi vermiştir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sinuhe.s -- 1 Temmuz 2009; 0:12:20 >




  • Şerafeddin Sabuncuoğlu


    Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. 85 yaşında iken yazdığı ‘Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü’l-Haniye’ isimli eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiştir. Bu eserinde, yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.

    Diş sağlığı ile ilgili olarak verdiği bilgiler oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, bugün ‘paradontoloji’ bilim dalının konusu içinde yer alan birçok tıbbi aletin nasıl kullanılacağını ve nasıl temizlenmeleri gerektiğini açıkça anlatmıştır. Boğazından hasta olan bir kişiye yaptığı estetik cerrahi girişimi ve boğaza kaçan cismin çıkarılması, ele aldığı başka bir konudur.

    Hayvanlar üzerinde yaptığı çeşitli deneylere yer verdiği ‘Mücerrebname’ adlı eseriyle, günümüzden 500 yıl önce, deneysel fizyolojinin temellerini atmıştır. Yılan ısırmaları için, tiryak adını verdiği bir panzehir yapmış ve bunu bir horoz üzerinde denemiştir. Daha sonra kendini yılana sokturmuş, panzehiri yılanın ısırdığı yere sürerek kendini tedavi etmiştir


    Bursalı Ali Münşi


    1710 yılında hekimlik yapmaya başlamış Türk bilim adamıdır. Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

    Bir başka çalışması da bugün dizanterinin en etkili ilacı olarak kullanılan ‘İpeka’ ile ilgilidir. Bu çalışmasında, Batılı kaşiflerce 1711 yılında Amerika kıtasında keşfedilen ‘kınakına’nın 1686’da İstanbul’da tanındığından bahsetmektedir. Ayrıca, ‘ipeka’yı dünyaya tanıtan (1686) Dr. John Hadrian Helvetius’ın yanlış fikirlerinin de kritiğini yapar. İpekanın ishallerde, dizanteride cilt hastalığında, uyuzda, öksürükte ve melankolide, kusma ve zehirlenmelerde nasıl kullanılacağını tarif eder.



    Musaoğulları


    Horasan'lı Musa Bin Şakir'in oğulları Muhammed Hasan ve Ahmed, bilim ve teknoloji tarihinde Benu Musa, "Musaoğulları" olarak bilinir. Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi.

    Kardeşlerden Ahmed'in teknolojiye ilgisi, ‘Kitab-el Hiyal’ adlı bir eserin yazılmasına neden olmuş olmalıdır. (M.S. 850) Ülkemizde Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan bu eserde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden söz edilmektedir. Cisim, su ve hava etkisiyle oluşturulan “harika düzenler” ya da “harika otomatlar” bilimine, İslam Dünyası’nda “ilm al alat al ruhaniyet” (Pnömatik Aletler İlmi) ya da kısaca “ilm al hiyal” (Harika Düzen­ler İlmi) adı verilmektedir.

    Akfani'nin tanımına göre, pnömatik aletler ilmi, boşluğun bulunmaması prensibine dayanan bir takım aletlerin nasıl imal edileceğini konu edinen bir ilimdir. Amaç, ölçülü kaplar, sifonlar ve diğer elemanlardan oluşan bu düzenleri oluştururken zihni eğitmektir.

    Benu Musa Kardeşler’in Kitab-el Hiyal adlı eserinde yer alan 100 düzen içinde, 18 tane otomatik kontrol düzeni bulunur. İncelendiğinde, bunların teknik yönden, bugün hala kullanılabilir türden otomatik kontrol sistemleri olduğu görülür



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sinuhe.s -- 28 Haziran 2009; 15:53:39 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: bingo crepuscule

    ..asıl olumsuz ayırım ve ahlaksızlık müslüman bilim adamlarının keşif ve icadlarını kendilerine mal eden batının tavrıdır ..eğer itiraz gelecekse buna gelmeli



    Hiç doğru değil. Böyle bir şey iddia etmezler. Aksine Rönesans ve Reformu ortaya çıkaran gelişmeleri İslam bilginlerine borçlu olduklarını sıklıkla vurgularlar. Esasen bilimsel gelişmeler tüm dünyaya ait bir ortak mirastır. Birilerinin bulup ortaya koyduğu somut eserleri bir diğer toplum üyesi daha da geliştirir ve tüm insanlığın kullanımına sunar.

    Burada önemli olan son durumdur. Ne olmuştur da Takiyyüddin Mehmed'den sonra İslam dünyası dünya çapında bir bilim adamı çıkaramamıştır?




  • quote:

    Hiç doğru değil. Böyle bir şey iddia etmezler. Aksine Rönesans ve Reformu ortaya çıkaran gelişmeleri İslam bilginlerine borçlu olduklarını sıklıkla vurgularlar. Esasen bilimsel gelişmeler tüm dünyaya ait bir ortak mirastır. Birilerinin bulup ortaya koyduğu somut eserleri bir diğer toplum üyesi daha da geliştirir ve tüm insanlığın kullanımına sunar.



    istisna kabul edilebilecek bi kaç isim haricinde bu gerçeği dile getiren varmıdır Bu duruma en büyük delil "yer çekiminin " ilk keşfinin Abdurrahmân el- Mansûr el-Hâzinî ye değilde newton olduğu iddaasını değilmidir ..çoğumuz bu gerçekten yeni yeni haberdar olmadı mı ? düşünün lütfen

    ayrıca sona gelmedik henüz hatırlatırım gelişim olanca hızı ile devam ediyor ve bizlere aid olan mirasdan tiksinmeyi nefret etmeyi tam anlamı ile bıraktığımızda çok daha olumlu sonuçlara ulaşacağız tıpkı sizin daha önce (osmanlı da robot konusunda) ifade ettiğiniz gibi dinimizi gerçekten tam anlamı ile sarılma yaşama gayretine giriştiğimiz zaman umduklarımıza nail olacağız ..temennimiz bu yönde

    tıpkı battani nin çıkış noktasını esas alan temel anlayışında görüldüğü gibi

    quote:

    Battânî, ilimdeki gâyesini şu esas üzerine bina eder: “İnsan, Allah’ın (cc) varlığını, birliğini, kudretini ve eserlerinin mükemmelliğini başta astronomi olmak üzere, ilimler sayesinde öğrenebilir. Meselâ şu görünen yıldızlar, üstünde yaşadığımız bu dünya ve dünyanın hareketleri Allah’ın (cc) varlık ve birliğinin açık bir delilidir.”




    bakınız onu astronomi alanında otorite haline getiren anlayış nerede

    senelerce bizlere yutturulmaya çalışılan zehir nerede



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sinuhe.s -- 28 Haziran 2009; 16:31:23 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35


    quote:

    Orjinalden alıntı: bingo crepuscule

    ..asıl olumsuz ayırım ve ahlaksızlık müslüman bilim adamlarının keşif ve icadlarını kendilerine mal eden batının tavrıdır ..eğer itiraz gelecekse buna gelmeli



    Hiç doğru değil. Böyle bir şey iddia etmezler. Aksine Rönesans ve Reformu ortaya çıkaran gelişmeleri İslam bilginlerine borçlu olduklarını sıklıkla vurgularlar. Esasen bilimsel gelişmeler tüm dünyaya ait bir ortak mirastır. Birilerinin bulup ortaya koyduğu somut eserleri bir diğer toplum üyesi daha da geliştirir ve tüm insanlığın kullanımına sunar.

    Burada önemli olan son durumdur. Ne olmuştur da Takiyyüddin Mehmed'den sonra İslam dünyası dünya çapında bir bilim adamı çıkaramamıştır?




    sayın hocam, değinmek istediğim noktaya değinmişsiniz.

    bilim, dünyanın ortak mirasıdır.

    İslam uygarlığı, yükseliş zamanlarında antik çağlardaki bilgileri kaynak olarak kullanmıştır, birçok eski yunandan kalma eserlerin tercümesi de yapılmıştır.

    şu var, dünyada şu anki bilimsel gelişmenin en büyük payı, özellikle 12. yy a kadar olan emeklerimizdir. zaten sonrasında gerilemeyi bırakın, karanlık çağa giriş başladı.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: hashus1099
    bilim, dünyanın ortak mirasıdır.

    İslam uygarlığı, yükseliş zamanlarında antik çağlardaki bilgileri kaynak olarak kullanmıştır, birçok eski yunandan kalma eserlerin tercümesi de yapılmıştır.

    şu var, dünyada şu anki bilimsel gelişmenin en büyük payı, özellikle 12. yy a kadar olan emeklerimizdir. zaten sonrasında gerilemeyi bırakın, karanlık çağa giriş başladı.


    "Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını gösteren orjinal tesbitler yaparak, kimyevî reaksiyonlarda belli miktarların belirli miktarlarla reaksiyona girdiğini söyledi. Atom hakkında, ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söyledi: Maddenin en küçük parçası olan "el-cüz’ü lâ yetecezzâ" da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki, bir anda Bağdât’ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü teâlânın kudret nişânıdır."

    atomun parçalanamıyacağını ifade eden antik çağ bilginleri ile arada epey fark var hashus ayrıca eski yunandan tercüme edilen eserlerin yekününe bakıldığında kahir ekseriyeti felsefe mantık üzerinedir

    ortak mirasımız konusunda haklısınız ancak ne hikmetse bu mirasın büyük payı bize aid olmasına rağmen bizlerden alınıp yine bizlere nasıl aktarıldı ..düşünün lütfen

    bizlerden esirgenen ve gasp edilen onca şeyin ardından bu kadar hüsnü zan ve anlayışlı yaklaşım !!




  • quote:

    Orjinalden alıntı: hashus1099

    sayın hocam, değinmek istediğim noktaya değinmişsiniz.



    Aklın yolu bir sn. hashus1099. Ancak sn. Bingo yanıt vermek yerine etrafından dolaşmayı tercih etmiş. İslam dünyası ne zaman akılcılığı reddedip skolastizme bulaştıysa bilimsel alanda da o zaman çökmüştür. Bu kafa ile çıkması mümkün değildir. Mevcut kader anlayışının boğduğu beyinler bilgi üretemez. İslam dünyası içinde bu alanda ümitvar olan tek coğrafya Anadolu iken şimdi o da karanlıkla cebelleşmektedir.
  • Türk bilim adamlarına, İslam bilim adamlığını yapıştırmak, gerçeklerin üstünü örtmekten başka şey değildir. Gerçekler, belgeler başbakanlık arşivlerinde mevcuttur. Sorguluyacaksanız oradan başlamanız gerekiyor.

    Batılılar bu konunun açıklanmasını istiyorlar ama, Türk müslümanları, günümüz aydınları 1946'dan buyana gerçeklerin üstünü örtebilmek için herşeyi yapıyorlar.

    Fransız Dışişlerinin desreğiyle çıkarılmış olan <<Türklerin Tarihi>> kitap'ından şu alıntıyı defalarca yazmama karşılık, herkes görmezden gelmiştir!

    Sayfa: 42
    "Türk ARŞİVLERİNİN gerçekten şaşkınlık verici nitelik ve niceliklerini kavramak güçtür. Bunlara HER YERDE, işgal ettikleri tüm büyük kentlerde raslanır; ÇÜNKÜ TÜRKLER HERŞEYİ KAYDETMİŞ ve MUHAFAZA ETMİŞLERDİR."

    "Fransız kralı V. Charles'in ölümünde (1480), KİTAPLIĞINDA 1200 ELYAZMASI olduğu, bunun SON DERECE YÜKSEK BİR MİKTAR SAYILDIĞI, bu nedenle de 'KİTAPLIĞIN' o dönemin SEÇKİN AYDINLARINI çeken bir yer durununa geldiğini ANIMSATMAKLA yetinelim." diyorlar!

    Bunu anlamak mı zor, anlamamak için direnmek mi zor?

    Adamlara 1200 kitapla rönesas ve reforumu ve 1789 devrimini yaptıranlara helhal olsun. Osmanlıyı ve Hilafet imparatorluğunu, Türk yapanlara da helhal olsun.




  • @Sayın lehrer35 ve hashus1099
    Bilim evrenseldir, ancak ulusal bilincimizin oluşması, özsaygımızın gelişmesi için bunları çocuklarımızın bilmeleri gerekir.Şuan Anadolunun karanlıkla yüzleşmesinin sebebi sizcede ulusal bilincin körelmesi ve ortak değerlere verilen önemin azalması değil midir?
    Ayrıca sayın lehrer35 islamda hiç bir zaman mevcut kader anlayışı olmamıştır kusura bakmayın ama bu sadece din konusunda bilgisi olmayan kesimde vardır.Zaten bir bilim insanıda bunu bilecek kadar kendisini yetiştirmiştir..
  • quote:

    Orjinalden alıntı: lehrer35




    Burada önemli olan son durumdur. Ne olmuştur da Takiyyüddin Mehmed'den sonra İslam dünyası dünya çapında bir bilim adamı çıkaramamıştır?






    Çok basit.Yukadaki bilgilerden de görüldüğü gibi muhteşem bilim adamları varken İslam'ı kendi çıkarlarına alet eden insanlar yüzünden İslam'ı yaşayanlar bilimden geri kaldı.
    İslamda kutuplaşmalar başladı.Heryerden abidik gubidik tekkeler cemaatler oluşmaya başladı.Bu cemaatler ilim fen değil yandaş olarak kendilerine daha fazla insan çekme çabasına başladılar.Kimse evrim teorisinin yanlışlarını anlatmadı,yoksaydı.Araştırma bitti,evlerde (cemaatlerde) tv izlemek yasaklandı,sadece gazeteler ve tabi o gazetelerde anlıyacağınız medya kuruluşları.Düşünmek ve sorgulamak yasaklandı.Saçları sağdan sola doğru taramak,beyaz gömlek kumaş pantolon badem bıyık imanlı kişiyi,saçlar dik joleli, kot pantalon top sakal imansızlık olarak zikredildi ve zihinlere yerleştirildi(bu yazdığımı afilli sözler reddetmeye çalışmayın,çevremde olup bitenleri çok ıyı görüp şahsıma olan tavırları çok ıyı anlarım).
    Batı öcü kaka bok diye yedirildi,ama batının yapmış olduğu lüks arabalara binildi.

    Bilim öğrenmesi gereken gencecik dimağları aldılar ve cemaatlerine sokarak ağlayan heriflerin karşısında psikolojilerini bozdular(ismini vermeyeceğim bir cemaatten 2 tane iflahı kaymış tanıdığım var.Akıl sağlıkları yok artık).Sağ kalanlar için sadece şıhları önemliydi.O şıh ne derse doğru olan oydu.Sorgulamak yok!

    Ayrıca bu cemaatler İslam Dünyası için yazılmış bazı muhteşem eserleri sanki kendi mallarıymış gibi gördüler.Amaç ise belliydi yanlarına daha fazla adam çekmek.Risaleyi dinlemek için 40-50 km yol giderdim ve artık gitmiyorum.İnsan olan bunun Türkcesini yapar(varsada ben bilmiyorum).Sorduğum zamanda zaten cevap belliydi.''Eğer Türkcesini yapsaydık şuan okadar yolu tepip buraya gelir miydin''.Mantık bu.

    İslam coğrafyasında diktatörizm hüküm sürmeye başladı.İnsanların kişilik hakları elinden alındı.Onuda geçtim insanların yaşam hakları ellerinden alındı.

    Yazdıklarımın konu başlığıyla alakası yok gibi gözükür, ancak hedef tam isabet!




  • Güzel çalışma, tebrikler.
  • 
Sayfa: 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.