Türkiye'de kamuoyu oluşturmada etkili kesimlerde (medyada, sosyal medyada, STK'larda, muhalif partilerde, partileşmemiş siyasi hareketlerde ve kanaat önderlerinde) yaygın bir tutum olarak, devlete yöneltilen her türlü talebin desteklenmesi eğilimi görüyoruz.
Sözleşmeli öğretmenler kadro mu istiyor; desteklemek çağdaşlığın gereğidir.
Memurlar grev hakkı mı istiyor; elbette haklarıdır. Özelleştirilen kamu kuruluşlarının personeli devletin diğer kuruluşlarına aktarılma şartı mı koşuyor; analarının ak sütü gibi helaldir.
Kamuda çalışan geçici işçiler daimi işçi olmak mı istiyor; mutlaka yanlarında yer alınmalıdır. Bedelli lobisi bedelli yaşını tekrar düşürmek mi istiyor, kayıtsız şartsız desteklenmelidir.
Kısacası, devletten bir şeyler talep eden herkesin yanında saf tutmak ve devlete istenen şeyi vermesi için baskı yapmak neredeyse refleks haline gelmiş durumda.
Oysa toplum ekonomik anlamda homojen bir bütün değil; toplum içinde farklı çıkar grupları ve çıkar çatışmaları yaşanıyor.
Bir kesimin talebi başka kesimlerin çıkarlarıyla çatışıyor. Bir tarafta bütün katmanlarıyla toplumun diğer tarafta da devletin yer aldığı bir saflaşma değil bu...
Mehmet Şimşek'in rakamları
Bu yanlış algının son tezahürüne memurların maaş artışı için yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde tanık olduk.
İstisnasız bütün kamuoyu, memurların yanında ve "cimri" devletin karşısında saf tuttu.
Yanında çalıştırdığı işçisine asgari ücretin bir kuruş üstünde ücret vermeyen iş sahipleri, ev temizliğine gelen kadınla on lira zam için çata çat pazarlık eden ev kadınları da dahil bütün kamuoyu, sıra devletin kasasına gelince bir bonkörleşti, bir bonkörleşti ki sormayın...
Yine her zamanki gibi ayakkabısı delik, takım elbisesini ters yüz ettiren memur edebiyatı aldı yürüdü.
Oysa son derece çarpıcı rakamlar verdi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek.
Hükümetin verdiği yüzde 3.5+4 zamla ortalama memur maaşının temmuz itibariyle 1132 dolara çıkacağını söyledi mesela...
AK Parti hükümetleri iktidara geldiğinden bu yana ortalama maaş artışının yüzde 228 olduğunu, en düşük memur maaşında yüzde 316.5'lik bir artış gerçekleştiğini; aynı dönemde enflasyonun ise yüzde 130'un altında kaldığını söyledi.
"2002 yılında bütçe 100 liraysa 18 lirası memur ve işçiye gidiyordu. Şimdi yüzde 28'e çıktı. Memur devletin bütçesinden yüzde 28 pay alıyor, son artışlarla yüzde 30'a çıktı. (...) 2002'de ortalama maaş 578 liraydı.
Yaklaşık 370 dolara denk geliyor. Temmuz başı itibariyle ortalama maaşı 1132 dolara çıkmış olacak. Ortalama memur maaşıyla 2002'de alabildiğiniz elektriğin iki katını alabiliyorsunuz. Memur hem refahtan pay aldı hem de enflasyonun üzerinde artış aldı" dedi.
Vergi bilinci olmayınca
Ama bu atmosfer içinde Şimşek'in açıklamaları da kulak arkası edildi. İstisnasız bütün kesimler memurların "hak arayışını" destekledi.
Peki nasıl oluyor bu? Kendi bütçelerini yaparken kılı kırk yaran insanların, sıra devletin kasasına gelince böylesine hesapsız davranmalarının sebebi ne olabilir?
Devletin dağıttığı paranın kendi paraları olduğunu bir türlü kavramamaları olsa gerek. Buna vergi bilincinin olmayışı hatta daha genel olarak vatandaşlık bilincinin olmayışı da diyebiliriz.
Sanki devletin meçhul kaynaklardan gelen paralarla dolan ve hiç boşalmayan bir kasası var, o kasadan kim ne kadar koparsa kârdır...
Ne sözleşmeliler kadroya geçmek istediğinde bunun devletin şişmesine yol açacağını ve kabağın yine kendi başlarına patlayacağını düşünüyorlar ne de memurlara yüzde 16 zam yapılırsa enflasyonun alıp başını gideceğini ve en yoksullar başta olmak üzere bütün halk kesimlerinin enflasyonun altında ezileceğini...
Memur sayısı azalırsa
Kimse 1132 doların rahat bir yaşam için yeterli olduğunu, ortada bir sorun olmadığını söylemiyor.
Ama eğer bugün toplam memur maaşları devletin toplam gelirlerinin 3'te 1'ini götürüyorsa ve bu oranın 3'te 1'in de üstüne çıkması ekonominin genel dengelerini altüst edecekse, yani memurların pastadan daha büyük bir dilim almaları mümkün değilse, o zaman iki yol çıkıyor memurların karşısına:
Ya bu gelire razı olacaklar ya da pastadan kendilerine düşen payı paylaşanların sayısının azalmasına razı olup kişi başına düşen geliri yükseltmeyi seçecekler.
-2-
Memur maaşlarını, yıllardır "küçülsün" diye feryat figan ettiğimiz halde hâlâ büyümeye devam eden devletten; bir türlü gündeme gelemeyen kamu personeli reformundan, memur kavramının yeniden tanımlanması gereğinden, kamuda esnek istihdam modellerine geçiş ihtiyacından ayırarak konuşamayız.
Ama çok iyi biliyoruz ki, memurlar ve memur sendikaları için bütün bunlar son derece tatsız konulardır. Onlar bu konuların gündeme gelmesini hiç sevmezler, getireni de halk düşmanı ilan edip sindirmeyi becerirler. Oysa konunun arka planında yatan yapısal sorunlara girilmedikçe, memur maaşları tartışmasının popülist bir düzlemde sürüp gitmesi kaçınılmazdır.
Devletin personel giderleri son on yıl içinde bütçenin yüzde 18'inden yüzde 30'una çıkmış. Bu oran daha ne kadar artırılabilir? Memurları tatmin edecek maaş artışı vermek, bu oranı yüzde 40'lara, 50'lere çıkarmak anlamı taşıyorsa, yani devlet bütün gelirlerinin yarısını personel giderlerine dağıtacaksa yatırımları nasıl yapacak, büyümeyi nasıl sağlayacak? Sonuçta ortaya çıkan halktan vergi toplayıp memur ordusuna dağıtan verimsiz bir devlet tablosuyla, ekonomi nasıl ayakta kalacak?
Devlet şişmeye devam ettikçe
Dün, memur maaşlarıyla ilgili gerçekleri Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in açıkladığı rakamlar ışığında ortaya koymaya çalışmıştım. Bugün ise yine devletin verdiği rakamlara dayanarak olayın bir başka boyutuna bakmak istiyorum. Devlet Personel Başkanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu'ndan derlenen verilere göre, Türkiye'de memur sayısı nüfustan hızlı artıyor. 1980-2010 döneminde Türkiye nüfusu yüzde 62.2 oranında artarken, aynı dönemde memur sayısındaki artış yüzde 92.7 olmuş. Yani memur kadro sayısı son otuz yılda Türkiye nüfusunun 30 puan üzerinde artış göstermiş. 1980 yılında 38 kişiye 1 memurun, 1990 yılında 36,6 kişiye 1 memurun, 2000 yılında 32 kişiye 1 memurun, 2010'da ise 31,7 kişiye 1 memurun düştüğü hesaplanmış. Oysa son otuz yıl aynı zamanda Türkiye kamuoyunun "optimal devlet" kavramını en çok tartıştığı, devletin küçülmesi gereğinin en fazla ifade edildiği yıllar. Demek ki, bu iş konuşmakla olmuyor. Devlet gizli işsiz deposu ve politikacı arpalığı gibi görülmeye devam ettikçe; lafa gelince devletin küçülmesi gerektiğini söyleyenler bile, özelleştirilen işletmelerde çalışanların devletin başka kurumlarına devrini savundukça da şişmeye devam edecek gibi görünüyor.
Memurlar işçileşmedikçe
Devlet Personel Başkanlığı'nın (DPB) verilerinden derlenen bilgilere göre, 2012 yılı itibariyle kamu kurum ve kuruluşlarında devlet memuru, sözleşmeli personel, sürekli ve geçici işçi, öğretim üyesi, hakim ve savcı ile askeri personel dahil toplam 2 milyon 832 bin 115 kişi çalışıyor.
DPB'nin görev alanına giren kamu kurumlarında toplam 1 milyon 856 bin 942 devlet memuru, 50 bin sözleşmeli personel, 89 bin 752 sürekli işçi, 7 bin 194 geçici işçi, 17 bin 496 geçici personel istihdam ediliyor. Kamu iktisadi teşebbüslerinde ise 5 bin 993 memur, 76 bin 844 sözleşmeli personel, 65 bin 127 sürekli işçi, bin 873 kapsam dışı personel çalışıyor.
Bu rakamlara baktığımızda, sözleşmeli personel ve işçilerin memur statüsünde çalışanlar yanında devede kulak kaldığını görüyoruz. Öyle bir istihdam tablosu ki, en ufak bir esnekliği yok. Devleti yönetenler ne sayısını azaltabilir ne çalışma koşullarını değiştirebilir; veriminden memnun olsa da olmasa da, ihtiyacı olsa da olmasa da 65 yaşına kadar çalıştırmak zorunda.
Devlet var oldukça devletin sorumluluğunda olan işleri yapmakla görevli insanlar da elbette olacak. Ama bunların diğer çalışanlardan ne farkı var ki, farklı bir statü, farklı bir unvan veriliyor? Diğer çalışanlar için çıkarılmış bir iş kanunu varken neden onların iş koşulları farklı bir kanunla düzenleniyor? Nedir memuru diğer çalışanlardan ayıran? Kamu hizmeti görmesi mi? İyi de, yakın geçmişte özelleştirilen bütün o işletmelerde çalışan insanlar; Türk Telekom'un, İGDAŞ'ın personeli, adları memur olmadığı halde kamu hizmeti yapmıyor mu? Devlet okulu öğretmeni de özel okul öğretmeni de aynı toplumun çocuklarını eğitmiyor mu? Kabul etmek zorundayız ki, yaptıkları iş bakımından işçi statüsünde çalışan diğer emekçilerden hiçbir farkı olmayan yüz binlerce insanı "memur" tanımına sokup bu kadar katı bir istihdam yapısı yaratarak devleti verimli hale getirmek mümkün değil.
Türkiye'nin bütün akıllı insanları verimli bir devlet için hem devletin küçülmesi gerektiğini hem de küçük bir çekirdek memur kadrosu dışında diğer kamu çalışanlarının işçileşmesi gerektiğini; kamuda esnek istihdam modellerine gidilmeden, verime göre ücret uygulamalarına geçilmeden memur maaşlarını istenilen düzeye getirmenin mümkün olmadığını biliyor.
Ama ne yazık ki, yoğun popülist baskı nedeniyle bırakın bu önlemleri hayata geçirmeyi, savunmaya bile korkuyor.