Şimdi Ara

Komünizmden kaçan Arnavutlar (Gerçek komünizm bu değil!)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
24
Cevap
0
Favori
638
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj

  • https://www.youtube.com/watch?v=jBlttuqBqOo

    Elbette gerçek komünizm değildi, olamaz da zaten, komünizm ütopya veya distopya gibi olması imksansız saçma sapan bir sistem.
    İşin ironik yanı ise komünistler Amerika'ya gitmek ister, muhafazakarlar Norveç gibi dinsizliğin yok denecek kadar az olduğu yerlere gitmek isterler.







  • Arnavutluk hiçbir zaman komünizme geçmedi, hep sosyalist olarak kalmıştı. Daha en baştan çöp bir eleştiri olduğu ortaya çıkıyor. Attığın kanalsa kendini entelektüel sanan bir çocuğun zırvalıklarından ibaret. O kanalı ciddiye alıp, videoyu bile açmadım yani.

    Bir Marksist için Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en fazla tolerans gösterilen ve en fazla görmezden gelinen terör örgütüdür. Marksistler, Amerika’ya gitmek isteseydiler; 4 Amerikan askeri kaçırmaz, İsrail Başkonsolusunun kafasına sıkmaz, sır yerine ser vermezdiler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-596C9B846 -- 5 Eylül 2020; 16:37:44 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-596C9B846

    Arnavutluk hiçbir zaman komünizme geçmedi, hep sosyalist olarak kalmıştı. Daha en baştan çöp bir eleştiri olduğu ortaya çıkıyor. Attığın kanalsa kendini entelektüel sanan bir çocuğun zırvalıklarından ibaret. O kanalı ciddiye alıp, videoyu bile açmadım yani.

    Bir Marksist için Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en fazla tolerans gösterilen ve en fazla görmezden gelinen terör örgütüdür. Marksistler, Amerika’ya gitmek isteseydiler; 4 Amerikan askeri kaçırmaz, İsrail Başkonsolusunun kafasına sıkmaz, sır yerine ser vermezdiler.
    Yav geçemez diyoruz zaten, komünizm OLAMAZ. Ad hominem yapma.
    O dediklerin işin kılıfı, böyle yaparak güya Marksist oluyorlarmış. Ayrıca istisnalar kaideyi bozmaz, şu an sorsan Komünistlere bu saatte gel alalım diyecek Amerika, arkasına bakmadan giderler. Pkk terör örgütünü de bir araştır bakalım nasıl bir örgütmüş.

    Eğer emperyalizm ile savaşılacaksa bu kanun ve kurallara uyularak yapılmalı, ülke ödüllendirseydi bunları yapanları neler olurdu düşünebiliyor musun?

    Not: her Marksist terörist değildir.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: HIGHER

    Yav geçemez diyoruz zaten, komünizm OLAMAZ. Ad hominem yapma.
    O dediklerin işin kılıfı, böyle yaparak güya Marksist oluyorlarmış. Ayrıca istisnalar kaideyi bozmaz, şu an sorsan Komünistlere bu saatte gel alalım diyecek Amerika, arkasına bakmadan giderler. Pkk terör örgütünü de bir araştır bakalım nasıl bir örgütmüş.

    Eğer emperyalizm ile savaşılacaksa bu kanun ve kurallara uyularak yapılmalı, ülke ödüllendirseydi bunları yapanları neler olurdu düşünebiliyor musun?

    Not: her Marksist terörist değildir.

    Alıntıları Göster
    Arnavutların “komünizmden” kaçtığını iddia etmişsin. Bunun neresi ad hominem?

    Öcalan, Bookchin’den ilham alarak post-modernist bir bakış açısıyla Marksizm-Leninizm’e bazı eleştiriler öne sürdü ve Pkk 2005’te demokratik konfederalizme geçti. Pkk Marksist-Leninist olduğunu iddia ettiği dönemde de THKP-C geleneğinin hakiki temsilcileri tarafından desteklenmediler hiçbir zaman. Halkın Kurtuluş Partisi ne zaman Pkk’yı savundu?

    HDP'nin de ne Marksist-Leninist ne de işçi sınıfı temelli bir parti olmak gibi bir derdi var. Hdp, NATO dergilerinde radikal demokrasi yazıları yazan, İkinci Enternasyonal oportünizminin devamı olan Sosyalist Enternasyonal'de takılan ve Kürt hareketinin 90'dan sonra girdiği Amerikancı gerici çizginin bütün unsurlarını, Kürt burjuva ve toprak ağalarını parlementer temsile kavuşturan bir düzen partisi. Esasen diğer üçünden farklı değil. HDP en fazla Laclau-Mouffe'ci ekibin radikal demokrat safsatalarını dillendirdiği ölçüde sosyalizme yaklaşabilir ki onlar da tıpkı Hardt ve Negri gibi Marksist materyalizmi post modernist, idealist veya dualist eğilimlere kurban ederek indirgemecilikle suçlamıştırlar. Halkın Kurtuluş Partisine gelince, bahsedilen örgütlerin Amerikancı olduğu suçlamasında bulundukları için 1930'larda Kürt sorununu en ele almış olmalarına rağmen Pkk tarafından faşist damgası yemekteler. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi demokratik bir ilkeyi reddetmediklerini, Lenin'in boşanma hakkı benzetmesi çerçevesinde savunduklarını belirttikleri halde de sosyal şoven yaftası yemekteler. TKP de bu meselede herhangi bir tutarlı tavır takınamamış olsa da mevcut durumda ne düşünsel ne pratik bir destek vermiyor Kürt hareketine. HKP bunlar için Sevrci sol der.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-596C9B846 -- 6 Eylül 2020; 2:6:29 >




  • bir topluluğa biz sizin iyiliğinizi istiyoruz diyerek bir şeyler dikte etmek o toplumu bitirir

    amazonda dünyadan habersiz bir kabileye internet getirip trendyoldan alışveriş yaptırmak gibi bir şey.

    binlerce yılda oluşmuş ananeyi göreneği kaldırmak dışardaki ben için çok iyi ama o toplum için sonun başlangıcıdır.

    bunlar cahil diyerek toplum mühendisliğine kalkışan gerizekalının ta kendisidir.
  • Arnavutluk komünizm görmüş bir ülkedir. Comecon'un ilk üyelerindendir.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karbon 12

    Arnavutluk komünizm görmüş bir ülkedir. Comecon'un ilk üyelerindendir.
    Komünizm olsa ortada devlet olmaz. Comecon sosyalist ülkeler işin kurulmuş bir örgüttü. Adı üstünde Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti.
  • Bilgilerinizi gözden geçirin. Düpedüz saçmalamaktasınız.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karbon 12

    Bilgilerinizi gözden geçirin. Düpedüz saçmalamaktasınız.
    Mesnedini gösterseydin o zaman. Sosyalizm ve komünizm farkını biliyor musun?
  • Bir ülkenin komünist ülke olması ideolojik bir tartışma değil. Anlıyorum, gerçek komünizm bu değil... Enver Hoca dönemi tipik bir komünizm idaresidir. Daha doğrusu idersiymiş, öyle olduğu zamanlarda pek haberimiz yoktu ama dışardan her izolasyonist ülke gibi komunist bir ülke olduğu belliydi. Ülke iflas edince pek çokları Yugoslavya'ya geldi, Yugoslavya karışışınca da Arnavut mafyası taa Saraybosna'ya kadar geldi.

    Kısaca Comecon üyelerine komünist ülkeler denilirdi. Siz diyebilirsiniz ki komünizm bu değil... ideoloji bakımından doğru olaiblir ama 90'lara kadar kastedilen buydu. Bulgaristan, Romanya, Doğu Almanya ne idiyse aynı onlar gibi. Ona bakarsak Bulgaristan da "halk cumhuriyeti" idi ama Sovyetler etkisindeki en koyu komünist ülkeydi, iç politikasında Sovyetlerden daha katı komunistlerdi. Belki Yugoslavya ile karıştırıyorsunuz.

    Her ne kadar öyle tanımlamasalar da, Comecon karşılıklı bir entegrasyondu. Entegrasyon tanımından, monopolist ve dolayısıyla kapitalist bulunduğu için özellikle kaçınıldı, "kooperasyon" deniliyordu ama ekonomi kanalıyla iç ve dış politik davranışlar da karşılıklı anlaşmalar sonucunda sınırlanıyordu. Neticede OECD'ye karşı kuruldu.

    Sovyetler Yugoslavya'yı da Comecon üyesi olması için zorlamış, Yugoslavya kabul etmeyince de on sene kadar ambargo uygulamıştı. Sovyetler daha sonra sosyalist ülkelerle yakınlaşmak için Yugoslavya ile serbest ticarete yeniden başladı.




  • Enver Hoca'nın rejimi Marksist Leninist Stalinist prensiplere en katı şekilde bağlı kalan rejimlerden birisiydi hem de. Sovyetler Nikita Hruşçov'dan itibaren Enver Hoca'ya nazaran "revizyonist" veya "ılımlı komünist" kategorisine düşüyor. Çin'de Mao öldükten sonra Çin de aynı kategoriye düşüyor ve Enver Hoca Hruşçov'un dönemindeki Sovyetlerle olduğu gibi Çinlilerle de papaz oluyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karbon 12

    Bir ülkenin komünist ülke olması ideolojik bir tartışma değil. Anlıyorum, gerçek komünizm bu değil... Enver Hoca dönemi tipik bir komünizm idaresidir. Daha doğrusu idersiymiş, öyle olduğu zamanlarda pek haberimiz yoktu ama dışardan her izolasyonist ülke gibi komunist bir ülke olduğu belliydi. Ülke iflas edince pek çokları Yugoslavya'ya geldi, Yugoslavya karışışınca da Arnavut mafyası taa Saraybosna'ya kadar geldi.

    Kısaca Comecon üyelerine komünist ülkeler denilirdi. Siz diyebilirsiniz ki komünizm bu değil... ideoloji bakımından doğru olaiblir ama 90'lara kadar kastedilen buydu. Bulgaristan, Romanya, Doğu Almanya ne idiyse aynı onlar gibi. Ona bakarsak Bulgaristan da "halk cumhuriyeti" idi ama Sovyetler etkisindeki en koyu komünist ülkeydi, iç politikasında Sovyetlerden daha katı komunistlerdi. Belki Yugoslavya ile karıştırıyorsunuz.

    Her ne kadar öyle tanımlamasalar da, Comecon karşılıklı bir entegrasyondu. Entegrasyon tanımından, monopolist ve dolayısıyla kapitalist bulunduğu için özellikle kaçınıldı, "kooperasyon" deniliyordu ama ekonomi kanalıyla iç ve dış politik davranışlar da karşılıklı anlaşmalar sonucunda sınırlanıyordu. Neticede OECD'ye karşı kuruldu.

    Sovyetler Yugoslavya'yı da Comecon üyesi olması için zorlamış, Yugoslavya kabul etmeyince de on sene kadar ambargo uygulamıştı. Sovyetler daha sonra sosyalist ülkelerle yakınlaşmak için Yugoslavya ile serbest ticarete yeniden başladı.

    90'larda komünizmden kastedilen şeyin bilimsel sosyalizm olduğunu söylüyorsan bunu kabul ediyorum ama ifadelerin çok muğlak. Sosyalizm(veyahut komünizm), bir "yönetim biçimi(form of government) değil bir "toplumsal biçim"(social formation) ve onun da temeli olarak bir "üretim biçimi"(mode of production) anlamına gelir. Lakin Gotha Programının Eleştirisi'nde ortaya koyulan "komünist toplumun alt aşaması" olarak kavrandığında sosyalizm, kendi başına ayrı bir üretim tarzı olarak tanımlanamaz. Mülkiyet karakteristiği ve piyasa mekanizmasının tasfiyesi açısından Lenin'in dediği gibi "tam komünizm olmadığı bilindiği müddetçe komünizm denmesinde sakınca yok"ken, kapitalist toplumun bağrından kopup gelişen yeni bir toplum olarak eski üretim tarzının damgalarını üzerinde taşıması bakımından bir geçiş toplumunu ifade eder. Dolayısıyla kendi başına tutarlı bir "toplum biçimi" de ortaya koymayan, sürekli ya komünist topluma doğru ilerleyen ya da karşı devrimlerle kapitalizme geri düşen bir geçiş ve mücadele toplumudur. Bu toplumun içerisinde barındırdığı çelişkilerin ve ayrışmaların sonuçlarından biri olarak kavranabilecek unsurlardan bir tanesi de, özü ve biçimi açısından ortaya koyulması gereken devlet mekanizması olgusudur. Lenin'in Devlet ve Devrim'inde "kapitalist devletlerin çok fazla ve çok çeşitli biçimleri vardır ama özleri aynıdır; burjuva diktatörlüğü" tespitinde bulunur. Benzer bir mantık zincirini, "kapitalist toplumla komünist toplum arasındaki devrimci dönüşüm sürecine tekabül eden" ve "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı" politik dönüşüm süreci için de(Gotha Programının Eleştirisi) inşa etmek mümkündür. Sosyalist bir devletin yapısını şekillendiren ve biçimini belirleyen olgular nelerdir? Kapitalist devlet için nelerse aşağı yukarı onlardır. Ama önce şunu sormak gerekir: Sosyalist devlet nedir? Komünist Manifesto'da bu formül şöyle koyulur: "devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya". Bu devletin işlevleri ve görevleri nelerdir? Devlet ve Devrim'de Lenin bu soruyu cevaplandırır: "sömürücülerin direnişini ezmek ve sosyalizmin örgütlenmesinde yarı proleter/küçük burjuva emekçi kitlelere öncülük etmek". Bu bakımdan sosyalist devletin biçimini belirleyecek esas unsurlar; devlet aygıtının sınıf savaşımı içerisindeki konumu göz önünde bulundurulduğunda, o ülkedeki sınıf mücadelesinin kendisini tarihsel olarak nasıl ortaya koyduğudur. Bunlar da o ülkenin tarihsel diyalektik gelişim sürecine, dünya kapitalizmi içerisindeki konumu ve rolüne, kendi proletaryasının zümresel yapısına ve diğer sınıf-tabaka ve sosyal katmanlarla ilişkisine, buna bağlı olarak emperyalizme karşı cepheleşmesine, kendi devlet ve toplum geleneklerine, içinde bulunduğu dönemdeki sınıf savaşımının şiddet düzeyine, ortaya çıktığı tarihsel dönemin teknik olasılıklarına dayanacaktır. Örneğin bugün Paul Cockshott ve Alan Cortell gibi iktisatçıların ve siyaset bilimcilerin ortaya koydukları sosyalist planlama ve demokrasini bilgisayarlaştırılması fikirleri çerçevesinde temsili demokrasiden ve burjuva toplumdan kalma pek çok bürokratik mekanizmayı ortadan kaldırarak Marks'ın da dediği gibi "yasama ve yürütme işlevlerini birleştiren faal bir organ" yaratmak mümkün olabilir. Lakin iktidarı 1917'de Rusya gibi geri bir tarım coğrafyasında ele geçirmiş Bolşevikler için bu bir seçenek olmaktan çok uzaktı. Diğer yandan hemen hemen aynı yıllarda İtalya Torino'da ortaya çıkmakta olan işçi konseyleri deneyimi Antonio Gramsci tarafından proletarya diktatörlüğünün temelini teşkil eden bir biçim olarak kavranıp kavranamayacağı açısından tartışılmıştır. Dolayısıyla Sungur Savran'ın da belirttiği gibi sendikalar, komiteler, Sovyetler, bunların hepsi potansiyel birer proleter devlettir, proleter devletin çekirdeklerini oluştururlar. Bu ülkelerdeki proletaryanın ve diğer halk tabakalarının yapılanması, doğal olarak onları içeren ve onların iradelerini cisimleştiren komitelerin yapılanmasını, yani proletarya diktatörlüğü devletinin en temelden en yukarıya şekillenişini baştan sona etkileyecektir ve devletimizin gerçek manada bir proleter devlet olabilmesi için etkilemelidir de.


    “Devlet biçimleri gibi hukuksal ilişkiler ne kendiliğinden ne de insan zihninin...genel gelişmesinden hareketle kavranabilirler. Tersine onlar, daha ziyade maddi yaşam ilişkileri içinde kök salmışlardır…”(K. Marks, “Zur Kritik der Politischen Ökonomie-Vorwort”, C. 13, s. 8).


    Marksist terminoloji açısından "proletarya diktatörlüğü" kavramının sosyalizmden farklı olduğu ve sosyalizmin ise komünizm ile neredeyse özdeş olduğu, dolayısıyla aradaki ayrımı Devlet ve Devrim'de Lenin'in yarattığı gibi tezleri, özellikle Sovyet rejiminin "devlet kapitalizmi" olduğu iddiasını temellendirme derdindeki çevreler tarafından çok fazla dillendiriliyor. Bu sadece Troçkist kanattan Tony Cliff ve Türkiye'de Mehmet İnanç Turan gibi kişiler tarafından değil, aynı zamanda Batı Marksist ekolünden Michel Henry gibi düşünürler tarafından da aynı siyasi sonuçlara vardırılmadan savunuluyor(Bakınız: Michel Henry, Marx'a Göre Sosyalizm). Bana kalırsa bu iddianın linguistik bir hokus-pokustan öte bir anlamı yoktur. Marks'ın, Lenin'in de Devlet ve Devrim'de belirttiği gibi "kendi diyalektik gelişim öğretisini uygulayarak skolastik felsefe tarafından icat edilmiş 'sosyalizm nedir' ve 'komünizm nedir' sorularını" aşarak, komünist toplumun alt ve üst aşamaları meselesini ortaya koyduğu yapıt ustaların vasiyeti kabul edilen Gotha Programının Eleştirisi'dir. Lenin, Devlet ve Devrim'in son kısımlarında bu eser başta olmak çok sayıda klasikten yararlanarak argümanlarını kurar. Lenin, Devlet ve Devrim'de bundan "Marks'ın Gotha Programının Eleştirisi'nde 'komünizmin alt aşaması' olarak tanımladığı, şimdilerde genellikle sosyalizm denilen" bir aşama olarak bahseder. Marks, Gotha Programının Eleştirisi'nde söz konusu geçiş sürecinden, "kapitalizm ile komünist toplum arasında birinin diğerine devrimci dönüşüm süreci yer alır, bu dönüşüm sürecine aynı zamanda bir siyasi dönüşüm süreci eşlik eder ve bu dönemde devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz" diyerek proletarya diktatörlüğü ile aynı zamana denk düşeceğini öngördüğünü açıkça ortaya koyar. Burada Lenin, sosyalizm olarak tanımlanan ve proletarya dikatörlüğüyle eş değer olan yeni bir tarihsel ve/ya sosyo-ekonomik kategori inşa etmemiştir, tam aksine Marks'ın bunu ne olarak saptadığını ve hangi metodolojiyi takip ettiğini ortaya koyarak buna aynı dönemde genel olarak sosyalizm isminin verildiğini ortaya koymuştur. Burada en fazla terminolojik bir değişim söz konusu olabilir, ki kelimeler arkalarında yatan anlamlar ölçüsünde felsefi ve/ya pratik bir rol oynayabilirler. Ortada Lenin'in yoktan var ettiği bir aşama yoktur. Lenin, 2. Enternasyonal'in devlet teorisi ve devrim olgusuna yönelik teorileri çarpıtmasına karşılık Marks ve Engels'in sıkı bir okumasını gerçekleştirir ve bu okumada Marks'ın komünist toplum analizini olduğu gibi gösterip, bu analizin aşamalarından bir tanesine verilen yeni bir ismi vurgulamıştır. Bu dilbilimsel değişiklikten tarihsel sürece dair fantastik çıkarımlarda bulunmak teorik kavrayış eksikliğinden geliyor olsa gerek.





  • Comecon üyesi ülke = komünist ülke.


    İfadelerim muğlak değil. Belki gereğinden fazla kibar veya ekümenik olabilirler ama epistemojik derinliğe girmek muğlak olduklarını ispatlamaya yeterli gelmeyecek.


    Yadıklarınız komünizmin tartışılacağı bir konuda iyi bir hatırlatma, bir özet olabilir, fakat bunlar Arnavutluğun kategorik olarak komünist bir ülke olduğu gerçekliğine en ufak bir argüman teşkil etmiyor. Eğer burada bir sorun varsa bu benim teorik kavrayış eksikliğimden çok daha basit: sizin coğrafi bilgi eksikliğiniz. Tam olarak da siyasi coğrafya. Veya hata diyelim, önemli değil bence, ayıp da değil. Normal olarak Comecon üyesi denildikten sonra bunun nasıl bir sözleşme olduğunu ve etkilerini bilen, göstermeye çalıştığınız teorik derinliğe gerçekten sahip herhangi birisi tartışmayı sürdürmezdi.


    Şimdi bu basit siyasi coğrafya hatasını saklamak için komünizmin aslında hiç olmadığını ispatlamaya çalışmak ancak deli saçması bir dizi yazı çıkarabilir. Bence her başlığın altında herşey tartışılabilir ama bu samimiyetsilikler için zamanım yok. Kusura bakmayın.





  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karbon 12

    Comecon üyesi ülke = komünist ülke.


    İfadelerim muğlak değil. Belki gereğinden fazla kibar veya ekümenik olabilirler ama epistemojik derinliğe girmek muğlak olduklarını ispatlamaya yeterli gelmeyecek.


    Yadıklarınız komünizmin tartışılacağı bir konuda iyi bir hatırlatma, bir özet olabilir, fakat bunlar Arnavutluğun kategorik olarak komünist bir ülke olduğu gerçekliğine en ufak bir argüman teşkil etmiyor. Eğer burada bir sorun varsa bu benim teorik kavrayış eksikliğimden çok daha basit: sizin coğrafi bilgi eksikliğiniz. Tam olarak da siyasi coğrafya. Veya hata diyelim, önemli değil bence, ayıp da değil. Normal olarak Comecon üyesi denildikten sonra bunun nasıl bir sözleşme olduğunu ve etkilerini bilen, göstermeye çalıştığınız teorik derinliğe gerçekten sahip herhangi birisi tartışmayı sürdürmezdi.


    Şimdi bu basit siyasi coğrafya hatasını saklamak için komünizmin aslında hiç olmadığını ispatlamaya çalışmak ancak deli saçması bir dizi yazı çıkarabilir. Bence her başlığın altında herşey tartışılabilir ama bu samimiyetsilikler için zamanım yok. Kusura bakmayın.

    Bunun coğrafyayla bir alakası yok. Marksizm-Leninizm açıkça sosyalizm ve komünizmin sınırlarını çizer. Sen komünizmden üretim araçlarının ortak mülkiyetini anlayıp sosyalizm ve komünizmi özdeş görüyorsun ama bu tanım eksik. Lenin'in dediği gibi "tam komünizm olmadığı bilindiği müddetçe komünizm denmesinde sakınca yok".





  • Doğru, eksik. "Gerçek komünizm bu değil" sözüyle bu gerçeğe başkaları da bir selam vermişler zaten. Peki. Ama buradan üretim araçlarının ortak kullanılmasını komünizm zannettiğim anlamı çıkmaz. Endüstride bunu pratik olarak en ileriye taşıyabilen şey, 'standardizasyon', uzun süre ABD öncülüğünde gerçekleşti. Liberalizmin en ileri hali olarak görülen ülkelerin bazılarında kamu harcamaları yüzdesi yine dünyanın en ileri seviyesinde. Onlara komünist demiyoruz.


    Çocukluğumun bir kısmı Belgrad radyosunu dinlemekle geçtiğinden mütevellit coğrafyayı ve kadıncağızın anlattıklarını iyi anlayabiliyorum. Sosyalist Yugoslavya'yı da hatırlıyorum, günlük yaşamı, nasıl dağıldığını, Arnavutluk'la arasındaki dağlar kadar farkı... Bizim 'mağaramızda' Arnavutluk'a komünist denir, bu başlığında altına öyle yazılmalı. Tıpkı çarşıda beyaza beyaz yerine "tam spektrum" denilmediği gibi.


    Lenin, Sibelius, Wagner... hepsi de hastalıklı bir dönemin zaafiyet geçirmiş adamları bence. Kropotkin'in yazdıklarından sonra Lenin olmaya utanırdım. Yazdıklarınız tartışılabilir (ekümenik bir kibarlıkla) ama bu başlığın altında yazık olur ve doğru anlaşılmaz.





  • quote:

    Orijinalden alıntı: Karbon 12

    Doğru, eksik. "Gerçek komünizm bu değil" sözüyle bu gerçeğe başkaları da bir selam vermişler zaten. Peki. Ama buradan üretim araçlarının ortak kullanılmasını komünizm zannettiğim anlamı çıkmaz. Endüstride bunu pratik olarak en ileriye taşıyabilen şey, 'standardizasyon', uzun süre ABD öncülüğünde gerçekleşti. Liberalizmin en ileri hali olarak görülen ülkelerin bazılarında kamu harcamaları yüzdesi yine dünyanın en ileri seviyesinde. Onlara komünist demiyoruz.


    Çocukluğumun bir kısmı Belgrad radyosunu dinlemekle geçtiğinden mütevellit coğrafyayı ve kadıncağızın anlattıklarını iyi anlayabiliyorum. Sosyalist Yugoslavya'yı da hatırlıyorum, günlük yaşamı, nasıl dağıldığını, Arnavutluk'la arasındaki dağlar kadar farkı... Bizim 'mağaramızda' Arnavutluk'a komünist denir, bu başlığında altına öyle yazılmalı. Tıpkı çarşıda beyaza beyaz yerine "tam spektrum" denilmediği gibi.


    Lenin, Sibelius, Wagner... hepsi de hastalıklı bir dönemin zaafiyet geçirmiş adamları bence. Kropotkin'in yazdıklarından sonra Lenin olmaya utanırdım. Yazdıklarınız tartışılabilir (ekümenik bir kibarlıkla) ama bu başlığın altında yazık olur ve doğru anlaşılmaz.

    Hiçbir kaynakta Comecon üyesi ülke = komünist ülke şeklinde bir tanım bulamazsın. Senin mağaranda ne kullandığın önemli değil, gerçek olan önemli. Sosyalizm sosyalizmdir, komünizm komünizmdir. Senin dediğin bir bardağa çikolata demekten farksız ve tartışması çok anlamsız bir şey. Beyaz ve tam spektrum birbirine özdeş ancak farklı isimler. Sosyalizm ve komünizm kavramları birbirine özdeş değil. Analojin çok alakasız ve hatalı.


    Kropotkin ne alaka? Hangi yazıları veya mektubu?





  • Alıntı

    metni:
    Beyaz ve tam spektrum birbirine özdeş ancak farklı isimler.


    O kadar basit değil. Mavi tarafın enerjisi yüksek, kızıl tarafta ise retina daha duyarlı. Bir spektruma tam diyebilmek, yani referans beyazı bulabilmek için her freknasın enerjisini mi baz almayız, yoksa algıdaki retinal tepkileri mi... Veya spekturumun her ölçülebilen dalgaboylarını bir ölçüde veren bir rengi beyaz kabul ettiğimizde, bunların enerjilerini de aynı oranlarda soğuran bir renge ne demek gerekecek? Referans beyazı bulduğumuzda, dalgaboylarını daha detaylı ölçebildiğimizde çıkabilecek farklarla yeni beyaza nasıl karar verilmeli? Yani burada mutlaka ikinci kısıtlayan tanımlara da ihtiyaç var. Herhalde bu özdeşliği ancak temel optik kavramlarına yabancı birisi ddia edebilir.


    Görldüğü gibi bilim o kadar da kolay değil. Daha ilk adımda köşeli akıl pozitif bilimlerde bile sendelemeye başlar. Öyle olmasa herhalde günde iki doktora yapardık. Ama bilim, bilinmeyenle yapılır.


    Sosyal bilimlerde bir tartışmanın önemi olabilir ama bilindik tanımları tekrarlamanın değil. Harika özetleri sayfalarca yazabiliriz ama o bilgiler bizim bilgilerimiz mi? Anlayışın her seviyesi bilmek için yeterli midir? Semiyotik, semantik gibi anlamın temel öğelerine yabancı bir şekilde bilimsellik, hatta salt akılcılık bile dağılmadan kalabiliyor mu? Hangi başlığın altında? Hangi bağlamda.. in-what-sense? temel sorulardan biridir.


    Kaynağa rastlamamanız sizinle ilgili. Larousse karıştırsanız, veya herhangi bir atlas denk geleceksiniz. Bence bana cevap vermek yerine meraklıysanız biraz araştırın, Comecon ne demek, nasıl üye olunuyor. Üyelerin sözleşmeleri neleri içeriyor... Gerçekten deli saçması bir yazışma yapıyoruz şu anda.


    Komunist ülke aynı zamanda politik bir tanımdır, videoyu izleyen, konuyu anlayan hiç bir doğal zeka bunu sosyolji biliminin bir tanımı veya ideoloji olarak almayacaktır. Bilim her kullanıma açık bir aygıt değil, ve burada otantik veya samimi bir başvuru şekli olarak bilimi de, aklı da göremiyorum. Öyle olsa Kropotkin'in hangi bağlamda verildiği sorulmazdı. Fazla bir şey söylemiyor, politika alnında önemli tek bir kitabı var... Neyse, iyi ki Sibelius'u sormadınız.


    § Başka okuyanlar varsa, bu kadar temel şeyler yazdığım için kusura bakmasınlar.





  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.