1. KONUSU: Kitapta genç, cesur, vatanını ve milletini herşeyden daha çok seven bir yiğidin devleti için yaptıkları ve savaştaki kahramanlıkları anlatılıyor . 2.KİTABIN ÖZETİ: Cezmi yiğit bir sipahi olduğu kadar, bilgin bir şairdir de. Yakışıklıdır. Ciritte, atlı sporda ustadır. Roman İstanbul’da başlar. XVI. yüzyıl içinde Avrupalılar, Amerika’nın hemen her tarafına sokularak, o zamana kadar kayıplarda kalmış ve hiç işlenmemiş olan bu yeni dünyanın her çeşit faydalı hazinelerinden hisse almaya başladılar. XVI. Yüzyılın üstünlükleri sadece bunlardan da ibaret değildir. Yine bu yüzyıl içinde, Büyük Türk Hakanı ve Türk Orduları Başkomutanı Kanuni Sultan Sülayman I. şanlı bayrağımızı, şafaklar içinde doğmuş bir hilal gibi, Viyana’larda, Tebriz’lerde, İspanya ve Hindistan’larda dolaştırarak dünyanın doğusunda, batısında şanla, şerefle dalgalandırıyordu. Kanuni’nin ölümünden sonra başa Yavuz Sultan Selim geçmişti. Bunun üzerine İran Safevi Devleti, Türk milletiyle savaş alanında boy ölçüşmeyi kolay sanıyor; birtakım boş hayallere kapılmaktan kendilerini alamıyorlardı. İşte o arzuların, o huyların sonucuydu ki, Safevi Devletiyle Osmanlı Devleti birbirine harp ilan etti. Devrin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, bu savaşı faydasız görüyor ve yapılmasını istemiyordu. Daha sonraları devletçe kararlaştırılan İran seferi ve savaşın başlaması, tecavüzün önce düşman tarafından yapıldığı düşüncesine dayandı. Ve şurada burada başlayan Gürcü isyanlarının bastırılacağı söylentisi ortaya atılarak, ordu Üsküdar’a çekildi. Cezmi ise, yüzünde zeka ışıkları parlayan, mert tavırları ve göz alıcı gençliği ile koca bir ordunun içinde en seçkin bir yaratık sayılacak kadar herkesin takdir ve iltifat bakışlarını üzerine çekip duruyordu. İran Hükümeti, Türk ordusunun İstanbul’dan hareketini haber alır almaz, Tokmak Han’ı Gürcistan muhafızlığına tayin eylediği gibi, Tebriz’deki askerine de, Allah Kuli Han komutusunda, Van üzerinden Anadolu’ya hücum emrini vermişti. İki ordu Çıldır sahrasında karşılaştı. Osmanlı ordusunun başında Derviş Bey bulunuyordu. Derviş Paşa, genç bir kahraman, usta bir binici olduğu kadar da yaradılıştan çok heyecanlı ve hiddetli bir zattı; en küçük bir şeyden hemen parlayıverirdi. Düşmanla karşılaştıkları zaman, kükremiş bir aslan kesildi. Düşman kendilerinden kat kat fazlaydı;fakat o, aradaki bu sayı farkına hiç önem vermedi; bayrağı altında bulunan üç, dört yüz yiğitle koca bir ordunun ta kalbine, en can alacak yerine saldırmakta bir an bile tereddüt etmedi. Düşmanın kimini yerlere seriyor, kimini çil yavrusu gibi darmadağın ediyordu. Fakat ne çare ki saflarımız gittikçe seyrekleşiyordu. Buna karşılık düşman askeri ise, mütemadiyen takviye aldığı için, azalmak şöyle dursun, bilakis gittikçe çoğalıyordu. İranlılar hücumlarıyla nihayet birliğimizi kuşatmaya muvaffak oldular ve bir hayli askerimizi de şehit ettiler.Derviş Paşa, bu elverişsiz şartlar altında yılmıyor, yanında sağ kalan bir avuç kahramanla göğüs göğüse, kılıç kılıca bir boğuşma ile düşmanı saatlerce hırpalıyor, hırpalıyordu. Nihayet Tokmak Han tarafından üzerlerine dolgun mevcutlu bir süvari alayı daha sevk edildi. Bu taze kuvvet, şiddetli bir saldırışla Paşa’nın yanında bulunanlardan otuz kadar kahramanı şehit ettikten sonra, topuz ve kılıç darbeleriyle kendisini de atından düşürdüler. Genç ve kahraman Türk komutanı yaya kaldığı halde, tek başına koca bir alayla bir hayli zaman başa çıktı; birbiri ardına üzerine saldıran üç İranlıyı birer kılıçta ikiye böldü. İranlılar, şiddetli bir hücum ile Paşa’nın sağ tarafında bulunan birkaç süvarimizi de şehit ettikten sonra, bir okla Paşa’nın atını öldürdüler; ikinci bir okla da kendisini yaraladılar. Cezmi bulunduğu yerden Paşa’nın düştüğü tehlikeyi görünce, gözlerini kan bürüdü; tüyleri diken diken oldu. Adeta kendinden geçmiş denilecek heybetli bir tavırla : _Paşa yerlerde yatıyor! Dinini, milletini, devletini seven arkamdan gelsin!… Diyerek kılıcını ağzına, kargısını aline aldı. Ferhat Paşa’nın yadigarı olan küheylanın dizginini boynuna attı, başını düşman üzerine çevirdi ve düşmana hücum etti. Yanında bulunanlar da kendisiyle birlikte ileri atılmakta bir an bile tereddüt etmediler; komutanlarını kurtarmak için belki rüzgarla yarışabilecek kadar hızlı koştuğu için,Paşa’nın etrafını sarmış bulunan düşman askerlerine herkesten önce o yetişti; birbiri ardınca birkaç düşmanı tepeliyerek Paşa’nın hemen yanına vardı ve yere indi. Paşa’yı kendi atına bindirdi. Saygı ile üzengisini öptüğü sırada öteki arkadaşları da yanlarına geldiler. Atını Paşa’ya verdiği için yaya kalan Cezmi de ani bir hareketle bir İran süvarisinin dizginine sarıldı. Fevkalade bir ustalıkla adamı öldürerek altındaki ata atladı ve savaşan arkadaşlarını arasına karıştı. Aradan biraz zaman geçmişti ki, düşman saflarının arkasında siyah bir duman belirdi. Tam o sırada, bizim askerlerin arkasında da kızıl bir toz bulutu yükseldi. Öyle ki, bulutun büyüklüğüne ve dehşetine bakılsa, yerler gökler birbirinin üzerine yığılmış geliyor sanılırdı. Ordumuza taze kan geliyordu. Özdemiroğlu Osman Paşa kuvvetleri, biçare askerlerimizin yardımına koşuyordu. Bu kuvvetler, düşmanın üzerine yağmur yağarcasına kurşun yağdırıyorlardı. Fakat o devrin silahları sudan etkilendikleri için, yağmurun şiddetiyle, on-oniki dakika içinde bütün bütün kullanılamaz hale gelmiş ve iş yine kılıca dayanmıştı. O devirde ateşli silahları en iyi kullanan Türklerdi. Türklerin ellerindeki ateşli silahlar işlemez hale gelince İranlılar çoğunluklarına güvendiler; ordumuza hücum etmeye başladılar. Deviş Paşa çadırına çekilince, Cezmi de hemen savaşa katıldı. Gösterdiği kahramanlık ve ustalığa yalnız bizimkiler değil, karşı tarafın kahraman kişilerini bile hayran bıraktı. At, silah kullanmakta öyle harikalar gösterdi ki, komutanı Osman Paşa gibi vazifesinden başka birşeyi gözü görmeyen olanca dikkatiyle savaşı idare etmekte olan ciddi bir askeri bile vakit vakit adeta tertibatını unutturacak kadar hayranlıkla kendisini seyretmek zorunda bıraktı.İranlılar, hava iyice kararınca tabana kuvvet kaçtılar. Savaştan sonra Osman paşa, Derviş Paşa’nın yanına giderek birlikte durum değerlendirmesi yaptılar. Cezmi’nin kahramanlıklarından bahsettiler ve Cezmi’yi yanlarına çağırttırarak onu ödüllendirdiler. Cezmi’nin savaşta tanıştığı Adil Giray ve kardeşi Gazi Giray bu savaşta esir düşmüşlerdir ve İran sarayına götürülürler. Burada Perihan ve Şehriyar Adil Giray’a aşık olurlar. Sünni mezhebinde olan Perihan, seviştiği Adil Giray’la, Osmanlı ordusunun da yardımını alarak İran saltanatını ele geçirmek amacındadır. Bunu Şehriyar haber alır; taraflar kanlı bir boğuşmaya tutuşurlar. Şehriyar, Perihan ve Adil Giray ölürler. Cezmi yaralanır ve derviş kılığına girerek güçlükle vatanına döner.
3.KİTABIN ANAFİKRİ: Herkes, vatanı için elinden gelen herşeyi yapmalı hatta uğrunda canını seve seve verebilmelidir. 4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Kitapta olaylar en küçük ayrıntısına kadar anlatılmıştır. Çok sürükleyici bir anlatım tarzı vardır. Ama yazar bazen konunun dışına çıkarak, bunun da farkına vararak “konunun dışına çıktık galiba, kaldığımız yerden devam edelim.” şeklinde ifadeler kullanmış ve bu da akıcılığı zaman zaman yok etmiştir. CEZMİ : Genç ve yakışıklı bir delikanlıdır. At ve okçuluk sporunda oldukça ustadır. ADİL GİRAY : Adil Giray, doğuştan şair olduğu kadar da asker yaradılışlıdır. Vicdanı temiz, kültürü kuvvetli, dindar ve hamiyetli bir insandır. PERİHAN : İran Safevi Devleti’nin hükümdarı Tahmasp’ın kızıdır. Politika alanında çok başarılıdır. Tanrı’nın özene bezene yarattığı eşsiz bir dünya güzelidir.Ahlak ve karakter bakımından da emsali yoktur. Çok cesur ve her bakımdan kuvvetlidir. ŞEHRİYAR : Kırkına yaklaştığı halde, tazeliğini ve güzelliğini kaybetmemiştir. Yılan gibi görünüşte zayıf, fakat kuvvetli bir bünyesi vardır. Aciz kaldığı zaman yılan gibi sürünür; fakat eline bir fırsat geçer geçmez insanı sokar.
DERVİŞ PAŞA: Sokullu soyundandır. Saldırdığı zaman şiddetle saldıran, temiz yürekli, genç bir kahraman olduğu gibi, binicilikte de diğer komutanlardan ve belki Türk sipahisinin hepsinden daha üstün sayılan bir şahıstır. 5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap bence çok sürükleyici , özellikle savaşta geçen olaylar çok iyi yazılmış. Okuyan kişi kendisini o savaşın içinde buluyor ve olanları aynen kahramanlarla birlikte yaşıyor gibi. 6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Namık Kemal; vatan şairlerimizin en büyüğüdür. Tekirdağ’da doğdu(21 Aralık 1840). Babası müneccim başı Mustafa Asım’dır. İki yaşında annesi Fatma Zehra Hanım’ı kaybedince, anne babası Abdüllatif Paşa’nın yanında özel bir öğrenim görerek Kars’a, Sofya’ya gitti. İstanbul’a geldiği zaman fransızcayı öğrenmiş, küçük bir divan dolusu şiirler yazmış bulunuyordu. Şinasi ile tanışarak Tasvir-i Efkar gazetesine yazmaya başladı. Yazıları ulusun gözünü açacak nitelikte olduğu için gazete kapatıldı; yazarları sürgün edildi. Namık Kemal’in iki romanı vardır:“İntibah” ve “Cezmi”. Her iki romanda da duygu ve hayale fazla yer verir. Dilin sadeliğinden, halkın ana dilinden, gerçeklerden, günümüz roman tekniğinden uzaktır.
YAĞMURU BEKLERKEN TARIK BUĞRA
KİTABIN KONUSU :Çok partili döneme geçişin halk üzerindeki etkileri.
KİTABIN ÖZETİ : Cumhuriyet Halk Fırkası döneminde şirin bir Anadolu kasabasında halkın yararlanabileceği güzel bir park açılışı yapılır. Bu açılışla kasabalıların halk fırkasına olan güven ve sevgileri perçinleşir. Avukat Rahmi Bey kasabada büyümüş, küçük yaşta annesini ve babasını kaybedince hayatının sonraki dönemini amcası ve onun ailesiyle geçirmiş birisidir. Eşi ve iki çocuğuyla şirin kasabada sade ve huzurlu bir hayat sürmektedirler. Rahmi Beyin amcası Rıza Efendi kasabanın sevilen ve sayılan bir simasıdır. Bu güzel geçen günlere gölge düşürecek, bu mutlu insanların arasına kırgınlıklar sokacak bir gelişme olur. Gazi Paşa’nın bizzat kendi isteğiyle kurulacak olan yeni bir siyasi partiden bahsedilmeye başlanır. Bu söylentiler yanında kasabadan partiye kimlerin olumlu bakıp katılacağı merakla gözlenmektedir. Kasabanın sevilen adamı avukat Rahmi’ye teklif gelir. Bu teklifi kabul eden fakat kabul etmekle de birçok yakınını karşısına alan Rahmi’ zor günler beklemektedir. Aile yaşantısı ve hayat düzeni altüst olan Rahmi’nin bir de uğraşmak zorunda kaldığı kasaba halkı vardır. Başarısızlıkla sonuçlanan bu çok partili hayata geçiş denemesinin bu şirin Anadolu kasabasına getirdiği huzursuzluktan başka bir şey olmamıştır. Sonunda Ankara’da tanınan ve sevilen Rahmi’ye vekillk teklif edilmiş ve haytları zor da olsa eski günlerdeki gibi huzura kavuşmuştur.
KİTABIN ANA FİKRİ : Şahsi menfaatleri toplum menfaatlerinden ileride tutmamak gerekir.
KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Rahmi Bey: kasabalının sevdiği, mütevazi bir hayatı olan bir avukat. Huzurlu ailesini eşine ve de iki çocuğuna borçludur. Hep iyi düşündüğü için herkes tarafından sevilir. Rıza Bey: Babası ve annesini kaybeden Rahmi Beyin amcası olarak onun küçüklükten beri en büyük yardımcısı olmuştur. Kasabada saygı duyulan ve de sevilen bir simadır. Kenan Bey: Rahmi’nin meslektaşı diğer bir anlamda da avukatlığı öğrendiği kişidir. Kasaba saygın bir yeri vardır. Yazar bu karakterler ve de kasabalı halkıyla çok partili döneme geçişte yaşananları yeri geldiğinde yöresel bir dille etkili bir şekilde anlatmış.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: HAYATI • 2 Eylül 1918’de Akşehirde doğdu. • İlk ve orta öğrenimini Akşehirde, lise öğrenimini ise İstanbul ve Konya’da tamamladı(1936). • İ.Ü.Tıp Fakültesi’nde iki, Ankara Hukuk Fakültesi’nde dört yıl okudu. • Akşehir’de Nasreddin Hoca gazetesini çıkararak gazeteciliğe başladı (1947) • 1947-1950 yılları arasında İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne devam etti. ancak 1951’de ayrıldı. • İstanbul gazetelerinden Milliyet (1952-56), Yeni İstanbul, Haber ve Haftalık Yol (ilk sayı: 14 aralık 1968) gazetelerinde fıkra yazarlığı, arada yazı işleri müdürlüğü yaptı; şimdi Tercüman gazetesi fıkra yazarlarından (8 haziran 1969 ) Oğlumuz adlı hikayesinin Cumhuriyet gazetesi hikaye yarışması’nda (1948) ikincilik kazanması ve gene o sene Çınaraltı dergisinde yayımlanan ilk hikayeleriyle dikkati çekti; bir süre hikaye yazdı; sonra romana geçti • 1961’de futbol milli takımı ile Norveç, Almanya ve Moskovaya gitti. Dönüşte intibalarını ‘Bir Köyden Bir Başşehre’ ve ‘Garingrad-Moskova Notları’ adlı röportajlarıyla belirtti. • Tanınmış yazarlarımızın (Mehmet Kaplan, Behçet Necatigil,Fazıl Hüsnü, Naim Tiralı, Mehmet Çınarlı, Yusuf Ziya Ortaç) hemen hepsi ile yakın ilgisi olmuştur. • Sanat sanat içindir prensibini benimser. insana , çevreye ve topluma gözlemci bir gözle değil, sanatçı bir gözle bakılması gerektiğini savunur. • Roman, hikaye ve piyeslerinin dışında edebiyatla ilgisi, tenkidler, bilhassa tiyatro tenkidleri, denemeler şeklinde olmuştur. • ‘Şiir eskimediği için vardır’ diyen Buğra yeni şiir anlayışına karşıdır. • 1994 yılında İstanbul'da öldü.
ESERLERİ • HİKAYE KİTAPLARI; Oğlumuz (1949) Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952) İki Uyku Arasında (1954) Hikayeler (1969) • ROMANLARI; Siyah Kehribar (1955) Küçük Ağa (1964) Küçük Ağa Ankara’da (1966) İbiş’in Rüyası (1970) Firavun İmanı (1975) Dönemeçte (1978) Gençliğim Eyvah (1979) Yağmur Beklerken (1981) Yalnızlar (1981) Osmancık (1983) Dünyanın En Pis Sokağı (1989) • FIKRALARINDAN SEÇMELER; Gençlik Türküsü (1964) • DİL VE EDEBİYAT ÜZERİNE; Düşman Kazanmak Sanatı (1979) • DENEMELER; Bu Çağın Adı (1990) • GEZİ; Gagaringrad (1962) • OYUNLARI; Ayakta Durmak İstiyorum (1966) Dört Yumruk, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı Üç Oyun (Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı 1981)
ZELİŞ NECATİ CUMALI
KİTABIN KONUSU:
Kitapta bir köylü kızının Cemal adlı bir delikanlıya duyduğu aşk ve onları ayırmaya çalışan insanlarla geçen olayları anlatmaktadır.
KİTABIN ÖZETİ:
Zeliş genç bir köylü kızıdır.Geçimlerini tütüncülük ile sağlamaktadır. Zeliş bir gün evde otururken keçileri urganını koparır ve biraz uzakta oturan komşularının tarlasının bir bölümüne zarar verir. Zeliş keçisinin kaçtığını anlar ve etrafta onu arar.Keçisinin girdiği tarlada Cemal isimli bir genç ile tanışır. Birbirlerinden etkilenirler. Sürekli birbirlerini düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar. Fakat Zeliş'in babası Recep ,Zeliş'i arkadaşı Bekir ile evlendirmeye söz vermiştir. Aslında Bekir'e borçludur ve bu yüzden Zeliş'i Bekir'e vermek istemektedir. Zeliş ise bu olyların farkında değildir. Bir gün o yöredeki halkın bir araya gelip eğlendikleri bir gece Zeliş le Cemal sürekli gözgöze geldiler ve birbirleri ile konuşabilmek için kendilerinde cesaret aradılar.Daha sonra kendilerini toparladılar ve kalabalıktan ayrılıp kimsenin olmadığı bir yerde bir araya geldiler. Recep ise Zeliş 'i bir an önce Bekir ile evlendirmeyi planlamaktadır. O yörede yaşayan Yaşar adlı bir genç Zeliş ile Cemalin birbirlerni sevdiğini fark eder ve onları ayırabilmek için ortalığa bir çok dedikodu yayar. Bekir ise söylentilere oldukça kızmıştır.Zeliş 'in ona karşı davranışları ise söylentileri doğrulamaktadır. Cemal ile Zeliş köydeki dedikodular.yüzünden aileleri tarafından sıkıştırılmışlardır.Bu yüzden de mektuplaşmaya başlarlar.Bir süre sonra Cemal'in Zeliş 'i kaçıracağı dedikodusu bütün yöreyi sardı.Bu sırada o yörede sevilmeyen Fehmi Has isimli birisi ve Yaşar ,Bekir'i Zeliş ' i kaçırmak konusunda ikna ettiler.Zeliş'im babası kaçırma işinin kendisinin göremeyeceği bir yerde gerçekleşirse bu olaya göz yumacağını söyledi.Böylece babası da kızının kaçırılmasına izin verdi dedirtmeyecekti. Bekir ve arkadaşları bu planı kurarak araba bile bulmuşlardı.Zeliş'i kaçırmak için evden uzaklaşmasını bekliyorlardı.Zeliş'in kardeşi Rabiya ise arabayı görmüş,koşturarak kaçırılacağını ablasına haber vermişti.Zeliş ise evden çıkıp doğruca Cemal'in evine koşmaya başladı.Cemali bir an önce bulup kaçmaları gerekiyordu.Cemal ,Zeliş 'in koşturarak geldiğini görmüş ve durumu anlamıştı.Cemal Zeliş 'in kolundan tutup dağlara doğru kaçmaya başladılar.Gözden kaybolduklarında akşam olmuştu.Cemal geceyi geçirebilmek için bir tanıdık bulması gerektiğine karar verdi.Geceyi askerde olan çocukluk arkadaşının evinde geçirmeye karar verdiler.Bekir ve arkadaşları Cemal hakkında suç duyurusunda bulundular.Cemal'in bu işi babası ile planladığını ve Cemal ile babasının kızı birlikte kaçırdıklarını söylediler.Böylece Cemal'in babasını hapse attırıp Cemal'i ortaya çıkarmayı planlıyorlardı.Fakat olylar onların istediği gibi gitmedi.Cemal'in babası onu çok seven bir arkadaşı sayesinde hapisten çıkarıldı. Zeliş ile Cemal ise zengin bir çiftçinin yanında çalışmaya başladılar.Onlara işveren bu adam bir süre sonra onların evden kaçtıklarını anlar ve onları jandarmaya ihbar eder.Jandarma Cemal'i tutuklar ve hapse atar. Cemal'in duruşmasında Zeliş ,Bekir ve arkadaşlarının bütün yaptıklarını anlatır.Bu olaylara seyirci olan iki ailenin tanıdıkları Receb 'i şikayetini geri çekmesi için ikna ederler.Böylece Cemal kurtuldu ve Zeliş ile evlendiler.
ANAFİKRİ:
İnsanlar çocuklarını istemedikleri biri ile evlendirmeye zorlamamalı ,onların isteklerine kulak vermeli ,birbirlerini seven iki genci ayırmaya çalışmamalıdırlar.
KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
ZELİŞ: 16, 17 yaşlarında oldukça iyi kalpli ,çalışmayı seven ,kimseden korkmayan genç bir kız .
CEMAL: Zeliş'in sevdiği delikanlı .
RECEP: Zeliş'in babası .Recep,Zeliş'i kendi menfaatleri doğrultusunda evlendirmeye çalıştığı için anlayışşız bir baba rolündedir.
FEHMİ HAS: O çevrede sevilmeyen içkici ve kumarbaz bir insan . YAŞAR: Zeliş'e aşık olan bir delikanlı .Zeliş ile Cemal'i birbirinden ayırmaya çalışan kötü bir insan karakterini canlandırmaktadır.
ŞAHSİ GÖRÜŞ:Kitapta aşık olan iki gencin birbirlerine duydukları sevgi çok güzel bir şekilde anlatılmıştır:Yaşanılan olaylar oldukça sade ve anlaşılır biçimde anlatılmıştır.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
Necati Cumalı ,1921 Yunanistan doğumludur.Şair,öykücü ve oyun yazarıdır.Ürün verdiği türlerin hepsinde başarı göstermiştir.Oyunları en çok sahnelenen Türk yazarlarından birisidir.Ortaöğretimini İzmir Atatürk Lisesi ,yüksek öğretimini Ankara Hukuk Fakültesinde tamamladı.Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğ'ünde çalıştı.İzmir ve Urla'da avukatlık ,ardından iki yıl Paris Basın Ataşeliğin'de memurluk ve İstanbul Radyosu'nda redaktörlük yaptı. Sevgi,sevinç,özlem gibi bireyin güncel kaygılarıyla birlikte,çağın toplumsal sorunlarını da ele aldı.Cumalı roman ve öykülerinde özellikle Ege yöresindeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını işledi.Tütün zamanı,Zeliş,Yağmurlar ve Topraklar,Acı Tütün,Ay Büyürken Uyuyamam,Yağmurlu Deniz,Tufandan Önce önemli yapıtlarıdır.
BİR İÇİM SU Refik Halit KARAY
1.KİTABIN KONUSU: Doganın güzellikleri ve tarihi olaylarla ,günümüzdeki yaşam ve arasındakı ilişkiler. 2.KİTABIN ÖZETİ: Doganın nasıl bir yapısının oldugunu bu yapısının insanlara olan etkilerini ve bu etkilerin insanda oluşturduğuduygu ve düşünceleri acıklıyor. İskenderun ve Amuk ovasında arpalar sararmış bugdaylar yemyeşildi; ama çiftçisi ,tarım ordusunun yüz yerinden yaralı,cigerler yanık ve gönlü üzgün ama kahraman birer erleridir. Dünya ve dünyada herşey daha iyi olmalıydı. Buradan Fırat kıyılarına kadar bir yolculuk yapıyor buralarda da daganın kompleks yapısını ortaya koyuyor. Buradanda Fıratı gecerek Lübnan yamaçlarına geliyor. Gezdigi yerlerde günlük hayattan bahsediyor. Gezdigi yerlerde daha önceden yaşanan tarihi olaylardan bahsediyor. 3.KİTABIN ANAFİKRİ: Doganın güzelliklerini tanıtmak ve insana dogayı sevdirmektir. 4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARINN DEĞERLENDİRİLMESİ : Kitapta belirli bir kahraman yok sadece yazar olayları yaşıyor gibi anlatıyor; yazısında ise yazarın dogayı cok sevdigi dikkat cekiyor. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitapta belirli bir kahraman olmamakla beraber olayların cok sade ve kısa olması belirli bir yargıya varılamıyor.günlük olayiar ise şuanda hercegine belirli yerler hariç raslanmamaktadır. Olayları yazar kendisi yaşıyor gibi anlatması kitaba akıcılık katıyor.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Refik Halit KARAY:Fransızların Hatay dahil Suriyeyi mandasına aldıgı zamanlarda roman yazarlıgına başlamıştır. Kitapları; Kadınlar teknesi, ilk adam, ayın ondördü, bir avuç saçma, bu bizim hayatımız, bir içim su, çete, deli, dişi örümcek, dört yapraklı yonca, ekmek elden su gölden, iki cisimli kadın, ikibin yılın sevgilisi, İstanbul’un bir yüzü, karlı dagdaki ateş’tir.
ACIMAK REŞAT NURİ GÜNTEKİN
1. KİTABIN KONUSU:
Acımak'ta, görevine bağlılığı ile tanınmış bir İlkokul başöğretmeni zehra hanımın trajik serüveni dile getiriliyor. Temizlik, fedakarlık, fedakarlık hastalığı onda insanlığın en değerli yeteneğini öldürmüştür: Acımak Yeteneğini. Duygusal, geniş ruhlu bir kadın, güzel, doğru, temiz şeyleri çılgınca seviyor. Ama zaafa, düşkünlüğe ve çirkinliğe acımıyor. Yapılmış bir kötülük için hiç bir gerekçe tanımıyor ve acımadan söküp atıveriyor. Bütün insanları etkilemiş güzel bir duygunun romanı.
2. ROMANIN ÖZETİ:
Zehra çok çalış, disiplinli, verdiği kararların arkasında duran bir öğretmendir. Bulunduğu okulda bir çok yenilik yapmış ve okuldaki uygun olmayan, güzel olmayan bir çok şeyi değiştirmiştir. Kırık dökük halde bulunan okulu kendi onarmaya kalkmıştır. Öğrencilerin elbiseleriyle, saçlarıyla usanmadan ilgilenmiştir ve onların ikinci anneleri olmuştur. Ama onun bir tek kusuru aucıma duygusunun olmamasıdır. Zaafa, düşkünlüğe, çirkinliğe acımamaktadır. Bu özelliklerinden dolayı maarif müdürü onun mebus Şerif Halil beyle tanıştırmak istemiştir. Tabiki mebusunda asıl amacı Zehra'ya babasının hasta olduğunu söylemektir. İkisi birlikte Zehra'nın okuluna giderler. İlk olarak onunla okul öğrencileri hakkında konuşurlar. Zehra çalışkan öğrencilerinden bahsederken gözlerinin içi güler. Ama tembel, zayıf öğrencilerden bahsederken çehresi değişir ve sanki zanlı bir kişiden bahsediyormuş gibi davranır. Bu konu hakkında maarif müdürü ve mebusla saatlerce tartışır ama bir türlü bu fikrinden vazgeçmez. Bu konuyu tartışırken maarif müdürü çok güzel bir örnek verir. Zehra'ya bu örneği anlatır. Küçük bir kızın hırsızlık ile suçlanmasını söyler. Zehra hemen araya girer ve müdahale eder. Evet o bir hırsızdı diye bağırmaya başlar ve onu savunmalarını istemez. Maarif müdürü ise konuyu açar. Bu kızın aslında hırsız olmadığını sadece hırsızların şu evin kapısı önünde dur birisi gelince haber ver diye para karşılığında kandırırlar. O da inanır, olay esnasında bekçiye yakalanır. Daha sonra polise teslim edilir. Polis onu konuşturmaya çalışır ama bir türlü konuşmaz. Zehraya gülerek eğer gerçekten hırsız olsaydı onların ismini vermezmiydi der ve devam eder. Polis ona aldığı paranın iki katını teklif eder ve kız yine almaz. Bu kız hırsızmıydı diyerek Zehra'yla dalga geçerler. Zehra olayı kapatır bir daha o olay üzerine konuşmak istemez.
Laf Zehra'nın babasına gelir. Ama o konuşmak istemez. Babasının hasta olduğunu söylerler fakat zehra babası görmeye gitmek istemez. En sonunda maarif müdürünün ısrarı ile babasını görmeyi kabul eder ve İstanbul'un yolunu tutar. O akşam tren yolculuğuna başlar.
Her gözlerini kapatışında çocukluğunda başından geçen olayları hatırlar. Babasının eve nasıl sarhoş geldiğini, ablasına çektirdiği işkenceleri bir bir gözlerinin önünden geçirir. Her seferinde babasına olan kini bir kat daha artar. Nihayet tren yolculuğu bitmiş ve babasının bulunduğu eve gitmiştir. Evde sessizlik hakimdir. Onu yaşlı bir adam ile kadın karşılar. Zehra evde insanlarla konuşurken gayet sakin görünmektedir. Hatta neşeli denilecek tavırlar sergiler. Bu hareketlerini herkes yol yorgunluğuna verirler. Daha sonra Zehra'ya babasından kalan bir sandık olduğunu ve onu açıp bakmasını söylerler. Daha sonra zehra sandığı açar ve içinden bir günlük çıkar. Günlüğü okumaya başlar. Günlüğün ilk sayfalarında babasının daha yeni memur çıktığını ve bunun için ne kadar bahtiyar olduğundan bahseder. İçinde olan çalışma azmi, namus, şeref duygularından bahseder ve sayfalar ilerledikçe ilk tayin yerinde babasının iş yaşamından bahsedilir.
Babasının görevinin ilk yıllarında çok çalıştığını hatta masasının üstüne bir takım yapması gereken şeyleri yazdığı anlatır. Bunlar göreve bağlılık, rüşvet almamak gerektiğidir. Birgün babası evlenmeye karar verir ve bir kızla evlenir bu kızın annesi duldur. O da onlarla kalır.Zehra'nın babası yani Mürşit bey sürekli onların ne kadar iyi mükemmel insan olduklarından bahseder aslında bilmediği bir şey vardır. Bu insanlar onu gün geçtikçe batağa sürüklerler. İş yerinde insanlarla tartışmaya başlar kavga eder, sebebi ise önceden onların işlerini yaparken artık yapmamasıdır. Kaynanası onun içini dışını çok iyi bildiği için onu kandırmasınıda iyi bilir. Oğlum bence hiç gereği yok ama bilmem kimin kızının şöyle elbisesi var kızımda genç oda ister ama sen alma der. Tabi bu lafı duyunca Mürşit hemen gider aynı elbiseden alır. Mürşit efendi çok borçlanmıştır. Borç batağının içine girerler.
Birgün kaynanası Mürşit'i İstanbul'a gitmek için kandırır. Orada yaşayalım orası bizim memleketimiz vs. laflar söyler. Oda hemen tayinini oraya çıkarttırmak için girişimlerde bulunur. Bir arkadaşı ona yardım edeceğini ama kaynanası ve karısının çok kötü insanlar olduğunu kaynanasının kocasını dertten öldürdüğünü söyler ve onuda borç batağına soktuklarını ve eğer İstanbul'a giderlerse daha kötü şeylerin onları beklediğini söyler, hem pahalılık olsun hemde başka konular olsun.
Sonunda İstanbul'a giderler ve epeyce bir zaman geçtikten sonra onların yaşantılarına, eğlenceli hayatlarına para yetiştiremez. Sonunda Mürşit bey artık ayyaş, hırsız bir adam olduğunu kızlarının onu hiç sevmediğini ve işsiz olduğundan bahseder ve artık onların iç yüzünü öğrenmiştir. Onlarla onun arkasından değil yüzüne karşı hakaretlere, fesatlıklarda bulunmaya başlamışlardır. Aile içi huzur gibi kavramlar kalmamıştır.
Kaynanası ve karısı onu kızlarına çok kötü bir insan olarak tanıtmışlardır. Kızları ondan nefret etmektedirler. Birgün sokakta sefil bir şekilde dururken Mürşit'i görür ve sohbet ederler. Mürşit'e yardım etmek istediğini söyler. O da Zehra ismindeki kızını yatılı bir okula aldırmasını söyler. Ve artık zehra bu insanlardan arınmıştır. Okulda okumaya başlamıştır.
Günlük bu şekilde biter. Zehra aslında babasının ne kadar iyi bir insan olduğunu öğrendiği için babasının ölüsünün yanına gider, feryatlarla ağlamaya başlar. Zehra bir kaç gün sonra mektebine döner. Artık hiçbir eksiği kalmamıştır. Acımayı öğrenmiştir.
3. ANA FİKİR:
Romandan anlaşılacağı gibi insanların birbirlerini etkilediklerini, özelliklikle hayat arkadaşlarını yani eşlerini başarıda, başarısızlıkta çok önemli bir faktör olduklarını bunun içinde doğru insanları kendimize seçmemizi ve insanlara yargısız infaz yapmadan yapılanların sebebini, nedenini, o kişinin içinde bulunduğu durumu öğrenmemiz gerektiğini yani acımak duygusunun doğru zaman ve yerlerde ortaya çıkarmamız gerektiğini vurgulamaktadır.
Maarif Müdürü: Zehraya bir çok konuda akıl veren ve onun babasının yanına gitmesini sağlayan babacan bir müdürdür.
Mebus Şerif Halil: Zehraya babasının hasta haberini getiren şahıstır.
Zehra: Görevine bağlılığıyla tanınmış, dürüst, çalışkan, başarı hayranı, zaaflık düşmanı bir kadın öğretmendir.
Mürşit: İyi bir memurken, eşinin ve kayınvalidesinin fesatlıklarıyla kötü durumlara düşen bir adamdır.
Necip: Mürşit'e iş verip onu karısıyla aldatan kişidir.
Makbule: Mürşit'in kayınvalidesidir. Onu kötü durumlara düşüren asıl kişidir.
Meveddet: Mürşit'in karısıdır. Sürekli ağlayarak, yakınarak Mürşit'i kandıran kötü bir kadındır.
Tahsin Efendi: Mürşit'e sürekli nasihatlar veren, karısının ve kayınvalidesinin işe yaramaz insanlar olduğunu söyleyen maarif baş katibidir.
5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Acımak isimli kitap insanı kendisine hapseden, hayatın kesitlerinden örnekler alarak insanları bilinçlendirmeye çalışan ve okuyanı hayranlığa düşüren mükemmel bir eserdir. Bu kitaptan yaşamaya dair birçok ders alınabilir. Benim bu zamana kadar okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesidir diyebilirim. Herkesin okumasını tavsiye ederim.
6. YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
1889'da İstanbul'da doğdu. Edebiyat Fakültesini bitirdi. Liselerde öğretmenlik, Müdürlük, Milli Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ataşeliği yaptı. UNESCO'da Türkiye'yi temsil etti. Romanları hikayeleri,tiyatro eserlerinin yanısıra çeşitli çevirileri de vardır.1954'de emekli olduktan sonra İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Kurul üyeliğine seçildi. Kanser tedavisi için gittiği Londra'da öldü.
Önemli Yapıtları: Roman: Gizli El, Damga, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Ateş Gecesi, Değirmen, Harabelerin Çiçeği, Kavak Yelleri, Son Sığınak. Öykü: Gençlik ve Güzellik, Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler. Oyun: Hançer, Ümidin Güneşi, Gazeteci Düşman, Şemsiye Hırsızı, İhtiyar Serseri, Bir köy Hocası, Yaprak Dökümü gibi eserler.