Şimdi Ara

Atomlar nasıl canlı bir varlık oluşturuyor? (14. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
291
Cevap
1
Favori
12.272
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1112131415
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika
    İnsan ile şempanzenin genleri birbirine çok yakındır çünkü sadece 6 milyar yıl önce ayrılmışlardır. 6 milyar yıl önce yaşamış bir primat türünden bir dal şempanzeleri oluşturdu, diğer dal evrime devam ederek insana doğru yol aldı.

    6milyon yıl demek istediniz sanırım. Çünkü dünyada, dünyanın kendisinden daha yaşlı bir evrim olamaz.
    6milyon yıl gibi bir sürede, bir primattan çeşit çeşit maymuna, şempazeye, gorile, insana dönüşecek ve birbirleriyle arasında dağlar kadar fark yaratacak unsur nedir?
    Doğa koşullarının farklı olması mı? Ağaca tırmanma gereksinimi mi? Yiyeceğin içeceğin az olması mı? Konuşma gereksini mi?
    Bu meşhur primat neden evrim geçirmiştir?
    quote:


    Bir çok aratür var, ama en son bulunan tiktaalik rosae'yi sudan karaya geçişte güzel bir örnek olarak verebilirim.
     Atomlar nasıl canlı bir varlık oluşturuyor?


    Bu yüzgeçler karada yürümekten çok suda yüzmesini sağlıyor gibi geldi bana..


    Birşey daha söylemek isterim.
    Evrim teorisine göre canlılar hayatta kalmak için evrim geçirirler.
    Hayatta kalmaya çalışan genler yerine ölümsüzlük sağlayan genler geliştirmek neden canlıların yöneldiği bir yol olmamıştır?
    Yoksa her canlı bir gün ölümü tatmak zorunda mıdır?




  • Ya anlatamıyoruz sanırım. Basitçe olmuş olan bir şey yok. Yapı basitliği diye bir şey var. Milyarlarca yıl boyunca oluştu her şey.
    Diyoruz ki size, ilk organik bileşikler, ilkel atmosferdeki gazların yıldırım, volkan gibi çok yüksek enerji aktarımlarına maruz kalmasıyla oluştu. Sonra benzer koşullarda benzer enerji aktarımlarıyla yapılan deneylerle, birçok organik bileşiği elde ettik diyoruz ama hala inatla şu çok karmaşık, şu çok kompleks deyip duruyorsunuz. Ben tabi ki evde kendim bir bakteri yapabilecek değilim. Ancak, bir şeyi benim yapabilecek olup olmamam onun basitliğini değiştirmez.
    Ericsson A1018 de çok basit bir telefondur ancak onu da hiçbirimiz evde kendi koşullarımızla yapamayız.

    quote:


    Bu resme tekrar bakıp yukarıdaki RNA ile ilgili küçük fontta yazılan yazıları tekrar okursanız mekanizmanın yeterince basit olmadığı konusunda hem fikir olabiliriz. Hatta bu mekanizmanın bir protein çorbasından rastgele meydana geldiğini iddia etmek bilimsel temele oturmaz öyle değil mi ?

    Ayrıca DNA ve RNA nın yüklenmiş olduğu görevler mevcuttur. Bu görevleri nasıl öğrendikleri ve görev paylaşımlarını nasıl yaptıkları hakkında bilginiz var mı ?


    Hayır hiç, mekanizma yeterince basittir. DNA'dan mRNA sentezlenir, mRNA ribozoma gider, ribozom alt birimleri birleşir, kodonlara karşılık gelen anti-kodonlar aminoasitleri getirir ve peptit bağı oluşuverir.

    DNA'dan mRNA sentezi, DNAaz ve RNApolimeraz enzimleri ile yapılır. Oluşan mRNA'lar çekirdek porlarından sitoplazmaya geçer ve ribozomlara gider. Çünkü gitmek zorundadır, arada elektriksel bir çekim kuvveti vardır. Birbiriyle tepkimeye girmeye yatkın olan her molekül birbirine yaklaşma eğilimi gösterir. Ayrıca sitoplazma kolloid yapıda bir maddedir. Yine ayrıca burada enzimleri ne yapacağının bilincinde olan maddeler değillerdir. Enzimlerin bir yerdeki varlığı o tepkimenin katalizlenmesini sağlar sadece.

    DNA veya RNA gibi bir yapının öğrenmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bu moleküller kimyasal yapıları gereği bu tepkimeleri, dört fiziksel etkileşim doğrultusunda yaparlar. Evrendeki her şey, her olay dört temel etkileşim sonucu oluşur.

    quote:


    sayın kaotika kabul farklıdır. Siz kabul edebilirsiniz ama sizin kabul etmeniz bilimsel manada ispat sayılamaz.


    Onun adına yanıt veriyorum ama ben buradan kaotika'nın ben kabul ettim, kanıt sayılır gibi bir şey söylediğini sanmıyorum. O da bilimsel merciler tarafından kabul edildiğini belirtmek istemiş.

    quote:

    siz hangi basitlikten bahsediyorsunuz. Arıya bal yapmayı, kuşlara uçmayı, ineklere süt yapmayı, tavuğa yumurtayı yapmayı DNA kodlarına nasıl koymuşlar. Hangi basitlikle ?

    madem o kadar basit ve rastgele olabiliyor sizler de basit bir canlı üretiverin hadi.

    Bu hücre içerisindeki organeller, vücut içerisindeki organ ve dokular birbirleri ile çatışmayacak derecede mükemmel görev paylaşımını nereden öğrenmişler ?


    Bu verdiğiniz örneklerin hepsi, canlıların evrimleri sonucu zamanla oluşan ve onların hayatta kalmalarını veya yaşam koşullarını artırıcı adaptasyonlardır. Evrim hakkında daha çok bilimsel yazı ve gerçekle birlikte saydığınız canlıların evrimsel gelişimlerini araştırmanızı rica edeceğim.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: hiç
    RNA nın neresi basit. Size RNA hakkında bilgi ve resimler verdim. Dikkat ederseniz yapılarının protein çorbasında rastgele oluşacak kadar basit olmadığını anlayabilirsiniz. Ama şartlanmışsanız başka.


    2 milyar yıl boyunca bunları oluşturmayı denediniz mi? Denemediyseniz bu özgüven nereden geliyor? Ben söyleyeyim: şartlanmadan geliyor.


    quote:

    Orjinalden alıntı: hiç
    DNA ve RNA görevlerini nereden öğrenmişlerdir ? Görev paylaşımını nasıl yapmışlardır ? Bu sorulara henüz cevap vermediniz. Yaklaşımlarınızı hiç bilimsel bulmuyorum.


    Siz de yazmışsınız zaten, "henüz cevap veremediniz" diye. Ben de sizin bu acelenizi ve baştan kabullenmişliğinizi hiç bilimsel bulmuyorum. Başkalarının düşüncelerini bilimsellik açısından eleştiren bir insan bilimden umudunu kesmemeli değil mi?





    quote:

    Orjinalden alıntı: Dellci

    6milyon yıl gibi bir sürede, bir primattan çeşit çeşit maymuna, şempazeye, gorile, insana dönüşecek ve birbirleriyle arasında dağlar kadar fark yaratacak unsur nedir?Bu meşhur primat neden evrim geçirmiştir?


    cevap:

    quote:

    Orjinalden alıntı: Dellci
    Evrim teorisine göre canlılar hayatta kalmak için evrim geçirirler.




    quote:

    Orjinalden alıntı: Dellci

    quote:


    Bir çok aratür var, ama en son bulunan tiktaalik rosae'yi sudan karaya geçişte güzel bir örnek olarak verebilirim.
     Atomlar nasıl canlı bir varlık oluşturuyor?



    Bu yüzgeçler karada yürümekten çok suda yüzmesini sağlıyor gibi geldi bana..


    Doğru, çünkü suda da yüzüyor zaten.



    quote:

    Orjinalden alıntı: Dellci
    Hayatta kalmaya çalışan genler yerine ölümsüzlük sağlayan genler geliştirmek neden canlıların yöneldiği bir yol olmamıştır?
    Yoksa her canlı bir gün ölümü tatmak zorunda mıdır?


    Bu güzel bir soru, moleküler düzeyde daha bilgili arkadaşlar anlatacaklardır. Diğer yandan bir tahta kurdunun neden ölümü tatmak zorunda olduğunu anlamıyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Really -- 13 Mayıs 2007; 15:32:53 >




  • Her canlı ölümü tadacak diye bir olay yok ki... Bakteriler uygun koşullarda sonsuza kadar yaşar, bakteri bölündüğünde iki bakteri oluşur. Yani ölmüş sayılmaz. Bu tüm tek hücreliler için geçerlidir.

    Bir de embriyonik indüksiyon olayını araştırmanızı rica edeceğim.
  • belkide canlı dediğimiz şeyi atomlardan ayrı tutmakmak lazım. çünkü bizi hayatta tutan herşey atomların belli özellikleri ve eğilimleri sonucunda ortaya çıkıyor. bence her canlı son derece karmaşık bir kimyasal bileşimden ibarettir. mesela görme duyumuzu ele alalım. görmemizi sağlayan hücreler görme işlemini yerine getirmek için yeni bir fiziksel yada kimyasal kanun üretmemiştir. gözümüze gelen ışık bu hücrelere belli bir enerji yükler ve bu hücreler maddenin doğası gereği bu enerjiden bir şekilde kurtulmaya çalışır bunuda elektrik sinyalleri üreterek yapar.

    bence burda asıl önemli olan soru aynı maddeler aynı atomlar nasıl milyarlarca farklı kişilik ve davranış biçimi oluşturabiliyor. gerçi bu noktada da bazı ilginçlikler var. mesela 6 milyar insanın hepsinin hatta bazı hayvanların da hepsinin aynı etkiye aynı tepkiyi veriyor olması belkide düşündüğümüz kadar farklı olmadığımızı gösteriyordur.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Ya anlatamıyoruz sanırım. Basitçe olmuş olan bir şey yok. Yapı basitliği diye bir şey var. Milyarlarca yıl boyunca oluştu her şey.
    Diyoruz ki size, ilk organik bileşikler, ilkel atmosferdeki gazların yıldırım, volkan gibi çok yüksek enerji aktarımlarına maruz kalmasıyla oluştu. Sonra benzer koşullarda benzer enerji aktarımlarıyla yapılan deneylerle, birçok organik bileşiği elde ettik diyoruz ama hala inatla şu çok karmaşık, şu çok kompleks deyip duruyorsunuz. Ben tabi ki evde kendim bir bakteri yapabilecek değilim. Ancak, bir şeyi benim yapabilecek olup olmamam onun basitliğini değiştirmez.
    Ericsson A1018 de çok basit bir telefondur ancak onu da hiçbirimiz evde kendi koşullarımızla yapamayız.



    Bana yapilan bu deneyleri yakindan inceleyebilecegim bir link verebilir misiniz? Birde kabaca bir zaman dilimi soyleyebilir misiniz
    acaba biz tam olarak kac milyon yil icinde tek bir hucreden simdiki halimize geldik?
    tesekkurler




  • http://en.wikipedia.org/wiki/Urey-Miller_experiment (En basiti...)
    http://en.wikipedia.org/wiki/Origin_of_life (Burada da yaşamın başlangıcı ile ilgili veriler, hipotezler ve dayanaklar var.)

    quote:


    belkide canlı dediğimiz şeyi atomlardan ayrı tutmakmak lazım. çünkü bizi hayatta tutan herşey atomların belli özellikleri ve eğilimleri sonucunda ortaya çıkıyor. bence her canlı son derece karmaşık bir kimyasal bileşimden ibarettir. mesela görme duyumuzu ele alalım. görmemizi sağlayan hücreler görme işlemini yerine getirmek için yeni bir fiziksel yada kimyasal kanun üretmemiştir. gözümüze gelen ışık bu hücrelere belli bir enerji yükler ve bu hücreler maddenin doğası gereği bu enerjiden bir şekilde kurtulmaya çalışır bunuda elektrik sinyalleri üreterek yapar.

    bence burda asıl önemli olan soru aynı maddeler aynı atomlar nasıl milyarlarca farklı kişilik ve davranış biçimi oluşturabiliyor. gerçi bu noktada da bazı ilginçlikler var. mesela 6 milyar insanın hepsinin hatta bazı hayvanların da hepsinin aynı etkiye aynı tepkiyi veriyor olması belkide düşündüğümüz kadar farklı olmadığımızı gösteriyordur.


    Kesinlikle öyle. Başka bir örnek de ben vereyim, sinir hücrelerinde impuls oluşması için uyaranın belli bir şiddette olması gerekir. Buna eşik şiddeti denir, bu şiddet oluştuğunda sinir hücresinin zarında belirli değişimler oluşur. İçeride fazla olan K+ iyonları dışarı çıkmaya, dışarıda fazla olan Na+ iyonları içeriye girmeye başlar. Böylece - yüklü olan hücre içi, dışarıya göre + yüklenmiş olur. Ve burada oluşan elektriksel çekim kuvvet, hücre zarı boyunca ilerler. Çünkü ilerlemek zorundadır, bu Electroweak Interaction kanununa göre gerçekleşir. Burada hücrenin bilmesi veya bir bilince içgüdüye sahip olması gerekmez.

    --------------------

    Çok şey istiyorum ama biraz da organik kimya (karbon kimyası) ile ilgilenirseniz, canlılık ile ilgili daha çok şey öğrenebilirsiniz.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Ben tabi ki evde kendim bir bakteri yapabilecek değilim. Ancak, bir şeyi benim yapabilecek olup olmamam onun basitliğini değiştirmez.
    Ericsson A1018 de çok basit bir telefondur ancak onu da hiçbirimiz evde kendi koşullarımızla yapamayız.

    Yeterli kaynak, bilgi ve becerisi olan herkes Ericsson A1018 gibi bir telefonu evinde yapabilir.
    Ancak kimse Ericsson A1018'i canlandıramaz.

    Tabi telefonları 1milyar yıl boyunca izlerseniz zamanla bazılarının şarj olabilmek için kendi kendine bacaklarının çıktığını görürsünüz. Gel zaman git zaman kimisinin arkasından çıkan bir kamçı giderek şarj aletine dönüşmeye başlar. Sürüne sürüne prize ulaşan ve şarj olmayı başaranlar hayatta kalmışlardır. Diğerleri doğal seleksyon yolu ile yer yarılır adeta yerin dibine girerler. Bu arada bacak geliştiremediği halde şarj olabilen şanslılardan bazıları sabit telofona dönüşmüştür. Zamanla birbirleri ile sms yoluyla haberleşmeyi de sökmüşlerdir bu telefonlar. Bu sayede zekaları biranda sıçrayış gösterir ve dünyada hakim tür oluverirler..
    Geçen milyarlarca yıl boyunca kendilerini yaratan mühendis ortalarda gözükmediği için artık onu da reddetmişlerdir.
    Herşeyin cansız bir kontör ile kendi kendine oluştuğuna inanmaktadırlar artık.
    Bu kontör bir şifreden oluşmaktadır ve şifre, dünyanın ilkel şartlarında kendi kendine geçerli bir sıraya girivermiştir.
    Kontör, bir telefon parçaları çorbasında yüzmektedir ve milyarlarca yıl sonunda bu parçalar tesadüf eseri bir telefonu oluşturacak şekilde birleşmeyi başarmıştır.
    Şifre de kendi kendine girilince telefon canlanıverir.
    Görüldüğü gibi tüm herşey açık ve nettir(!)




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Ya anlatamıyoruz sanırım. Basitçe olmuş olan bir şey yok. Yapı basitliği diye bir şey var. Milyarlarca yıl boyunca oluştu her şey.
    Diyoruz ki size, ilk organik bileşikler, ilkel atmosferdeki gazların yıldırım, volkan gibi çok yüksek enerji aktarımlarına maruz kalmasıyla oluştu. Sonra benzer koşullarda benzer enerji aktarımlarıyla yapılan deneylerle, birçok organik bileşiği elde ettik diyoruz ama hala inatla şu çok karmaşık, şu çok kompleks deyip duruyorsunuz. Ben tabi ki evde kendim bir bakteri yapabilecek değilim. Ancak, bir şeyi benim yapabilecek olup olmamam onun basitliğini değiştirmez.
    Ericsson A1018 de çok basit bir telefondur ancak onu da hiçbirimiz evde kendi koşullarımızla yapamayız.


    Evde kendi koşullarınızda bakteri üretin diyen yok ki. Dünyanın en mükemmel labaratuarlarında yapı olarak basit dediğiniz DNA lar RNA ları üretin.

    Milyarlarca yıl dediğiniz 4-5 milyar yıl. Yani dünyanın yaşı. Abartmaya gerek yok.

    DNA ve RNA yı basit algılıyorsunuz ancak o kadar küçücük parçacıklar o kadar mükemmel görevler icra ediyor ki bu maharetleri o kadar küçücük yapılara vermek benim mantığıma ters geliyor.

    DNA ve RNA yı tekrar tekrar inceleyiniz.

    DNA ve RNA görevlerini kimden, nasıl öğrenmişler ?

    Aralarındaki görev paylaşımını nasıl yapmışlar ? bizlere izah ediniz.

    laf ile anlatmak kolay. Şu şöyle oldu bu böyle diye ama gerçekte olanlar sizlerin anlattığı kadar basit değildi.




  • Herhangi bir kimyasal tepkime düşünelim.
    Girenler ve ürünler dengede olmak şartıyla. Ve tepkime endotermik bir tepkime olsun.
    Bu tepkime kapalı bir kap içerisinde denge halinde, oda şartlarında gerçekleşmekte.
    Şimdi tepkime kendi halinde, mutlu mesut dengedeyken, biz insanoğlu rahatsız oluyor ve ürünlerin derişimini, bir enjektör yardımı ile, kaba hava girmesini engelleyecek şekilde azaltıyoruz. Sonra incelediğimizde görüyoruz ki, tepkime ürünler yönüne kaymış, yani girenler ürünlerin derişimini tekrar aynı seviyeye çıkartabilmek için daha hızlı tepkimeye girmişler. Şaşırıyoruz tabi ki ama hala canımız sıkılıyor. Bilirsiniz, insanoğlu doymaz.
    Bu sefer tepkimenin gerçekleştiği ortamın sıcaklığını azaltmayı düşünüyoruz. Yapıyoruz da, bu seferki sonuç da çok şaşırtıcı oluyor. Çünkü tepkime bu sefer girenler yönüne kaymış. Eski sıcaklığı geri getirmek amacıyla, fazla (endotermik olduğu için) enerji harcamamak için daha yavaş ilerlemeye başlamış. Çok ilginç diyoruz... Bu sefer de can sıkıntımız geçmiyor ancak.
    Son olarak da tepkimeden girenleri çekiyoruz. Tepkime yine yavaşlıyor. Yine aynı şey, tepkime dış etkilere karşı yanıt veriyor ADETA!

    Peki bu atomlara ürün derişimini artırmayı kim öğretmiştir? Bırakın beyni, bir vücuttan, hücreden yoksun atomlar, tepkime düzenini korumak için türlü türlü işlere nasıl girmektedirler? Kuşkusuz bu, Allah'ın yüce kudretine bir kanıttır. Allah evrendeki her şeyi kusursuzca ve bir düzene göre yaratmıştır. Evrenin tasarımı o kadar kusursuzdur ki, bir sürü kara delik etrafta cirit atmaktadır. Meteorlar uçuşmakta, yıldızlar sönmektedir.

    Dünya da bir tasarım harikasıdır, çünkü hayat için, yaşamak için yaratılmıştır. O yüzden bir sürü buzul çağı geçirmiş, volkanlarını dışarıya saçmış ve yaşamın yer yer yok olmasına sebebiyet vermiştir. Hatta kışları bile o kadar yaşamaya elverişlidir ki, evde oturmayı bırakın, denizde bile yatabilirsiniz. Depremlerine, toprak kaymalarına, tsunamilerine hiç girmiyoruz. Zira bütün bu gerçekler insanoğlunu eğlendirmek için bir rızktır.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Really

    quote:

    Orjinalden alıntı: hiç
    RNA nın neresi basit. Size RNA hakkında bilgi ve resimler verdim. Dikkat ederseniz yapılarının protein çorbasında rastgele oluşacak kadar basit olmadığını anlayabilirsiniz. Ama şartlanmışsanız başka.


    2 milyar yıl boyunca bunları oluşturmayı denediniz mi? Denemediyseniz bu özgüven nereden geliyor? Ben söyleyeyim: şartlanmadan geliyor.


    Şu an ki teknoloji ile üretilemeyen yapıları elbette taş toprak su güneş hava da üretemez ... canlılığın mimarı akılsız olamaz !!!
  • quote:

    Orjinalden alıntı: hiç

    quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Ya anlatamıyoruz sanırım. Basitçe olmuş olan bir şey yok. Yapı basitliği diye bir şey var. Milyarlarca yıl boyunca oluştu her şey.
    Diyoruz ki size, ilk organik bileşikler, ilkel atmosferdeki gazların yıldırım, volkan gibi çok yüksek enerji aktarımlarına maruz kalmasıyla oluştu. Sonra benzer koşullarda benzer enerji aktarımlarıyla yapılan deneylerle, birçok organik bileşiği elde ettik diyoruz ama hala inatla şu çok karmaşık, şu çok kompleks deyip duruyorsunuz. Ben tabi ki evde kendim bir bakteri yapabilecek değilim. Ancak, bir şeyi benim yapabilecek olup olmamam onun basitliğini değiştirmez.
    Ericsson A1018 de çok basit bir telefondur ancak onu da hiçbirimiz evde kendi koşullarımızla yapamayız.


    Evde kendi koşullarınızda bakteri üretin diyen yok ki. Dünyanın en mükemmel labaratuarlarında yapı olarak basit dediğiniz DNA lar RNA ları üretin.

    Milyarlarca yıl dediğiniz 4-5 milyar yıl. Yani dünyanın yaşı. Abartmaya gerek yok.

    DNA ve RNA yı basit algılıyorsunuz ancak o kadar küçücük parçacıklar o kadar mükemmel görevler icra ediyor ki bu maharetleri o kadar küçücük yapılara vermek benim mantığıma ters geliyor.

    DNA ve RNA yı tekrar tekrar inceleyiniz.

    DNA ve RNA görevlerini kimden, nasıl öğrenmişler ?

    Aralarındaki görev paylaşımını nasıl yapmışlar ? bizlere izah ediniz.

    laf ile anlatmak kolay. Şu şöyle oldu bu böyle diye ama gerçekte olanlar sizlerin anlattığı kadar basit değildi.





    Yukarıda verdiğim wikipedia bağlantısındaki, Urey-Miller deneyini, bu deneye benzer olarak yapılan diğer deneyleri ayrıntısıyla incelerseniz göreceksiniz.

    DNA ve RNA konusunda öğrenilen bir şey yok. Her şey kimyasal tepkime kurallarına göre gerçekleşiyor. Bence anlayamadığınız nokta bu. Kimse karbona da gidip hidrojen ile bileşik yapacaksın, hidrokarbonları oluşturacaksın, hatta ve hatta homolog sıra oluşturacaksın diye öğretmemiştir. Ancak karbonun dünya üzerinde bilinen milyonlarca bileşiği vardır. Ve bu bileşikler (ki kendileri organik bileşikler olur) yapay yollarla çeşitli şekillerde elde edilebilmektedirler. Organik moleküllerin, inorganik moleküllerden başlıca farkları vardır. Bu da canlılığın başlangıcı hakkında bize ipuçları vermektedir.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica
    DNA ve RNA konusunda öğrenilen bir şey yok. Her şey kimyasal tepkime kurallarına göre gerçekleşiyor. Bence anlayamadığınız nokta bu. Kimse karbona da gidip hidrojen ile bileşik yapacaksın, hidrokarbonları oluşturacaksın, hatta ve hatta homolog sıra oluşturacaksın diye öğretmemiştir. Ancak karbonun dünya üzerinde bilinen milyonlarca bileşiği vardır. Ve bu bileşikler (ki kendileri organik bileşikler olur) yapay yollarla çeşitli şekillerde elde edilebilmektedirler. Organik moleküllerin, inorganik moleküllerden başlıca farkları vardır. Bu da canlılığın başlangıcı hakkında bize ipuçları vermektedir.


    DNA yı ve RNA yı iyice incelerseniz bunların herbirinin ayrı ayrı görevleri olduğunu görebilirsiniz. Aynı durum karaciğer, panreas, mide vs organları için de geçerlidir. Herbirinin ayrı ayrı görevleri mevcuttur.

    DNA dan komple sistemlere görevler ve görev paylaşımı söz konusu.

    aşağıda bazı organel ve organların görevleri mevcut. Bu görevler ve görev paylaşımı nasıl ve ne şekilde olmuştur ? Görevlerini nasıl öğrenmişler ?


    Hücre; hücre zarı, sitoplazma ve çekirdekten oluşur.

    Endoplazmik retikulum: Hücrede; hücre zarı ile çekirdek arasında madde taşıyan, ince kanalcıklara denir.

    mitekondri: Hücre içindeki hayatsal olaylara gerekli enerjinin %95'ini sağlarlar. Solunum, oksidasyon ve fosforilasyon için gerekli enzim ve koenzimlere sahiptirler.

    Lizozom: görevlerinin en önemlisi, hücre içi ve dışı kökenli maddelerin sindirimidir. Ayrıca intihar kesecikleri olarak bilinir. Enzimleri yaşlanmış molekül ve organelleri parçalar.

    Ribozom: Ribozomlar protein sentezlerinin yapıldığı merkezlerdir. Protein sentezleneceği zaman DNA'nın yarım dizisi karşısında sentezlenen mRNA zinciri ribozomun 40S'lik küçük alt birimine bağlanır. Ribozomlar tek yahut gruplar halinde bulunurlar.

    Golgi aygıtı: Golgi aygıtı, lipoprotein, glikoprotein, mukus ve bitkilerde selüloz gibi maddelerin üretilip, salgılanmasını sağlar. Hücre zarı yapımında zar fabrikası gibi çalışır. Gerektiği zaman yağları depolar.

    Yukarıda verilen bilgilere göre en basit bir hücrede olması gereken en hayati organeller ve görevleri mevcuttur. Nasıl bir sade hücre hayal ediyorsunuz bilmiyorum ama hayalinizdeki sade hücrenin tahmin ettiğinizden çok daha kompleks bir yapı olduğunun farkında değilsiniz sanırım.


    Karaciğerin görevleri [değiştir]

    * Günde yaklaşık olarak 4 su bardağı (1,50kg

    ) safra salgılar.

    * Yağ, protein ve şeker metabolizmasını düzenler.
    * Vücudun ısısını ayarlar.
    * Vücudun ihtiyacı olan su ve vitaminleri yapar.
    * Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolar.
    * Kandaki şeker miktarını ayarlar.
    * Hormonların görevleri üzerinde etkili olur.
    * Pıhtılaşmada rol oynayan protrombin ve fibrinojeni üretir.
    * Yaşlı alyuvar hücrelerini parçalar. Embriyo döneminde kan hücrelerinin üretimini sağlar.
    * Kanda bulunan fazla glikozu glikojen halinde depo eder.
    * D, B, A ve bağırsaklarda sentezlenen, kanın pıhtılaşmasında rol oynayan K vitamini ile; demir, kalsiyum, bakır, protein ve yağları depo eder. Karotenden A vitamini sentezler.

    * Cinsiyet hormonlarının fazlasını yok eder
    * Lenf yapımında görev alır. Antikorların önemli bir kısmını üretir.

    Karaciğer yukarıda belirtilen görevlerinden herhangi birini yapamaz hale gelecek olursa, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Bunların en önemlileri, karaciğer yetersizliği, karaciğer iltihaplanması, karaciğer sirozudur.


    bu görevler rastgele tepkimeler sonucu mu yerine getirilmektedir ?

    quote:

    Her şey kimyasal tepkime kurallarına göre gerçekleşiyor. Bence anlayamadığınız nokta bu.


    Bence sizin anlamdığınız nokta bu. Biraz bilgi gerekli .




  • Ben size mekanizmayı şu şekilde açıklayayım. Siz örnekten anlayacağınız şekilde, diğer tüm canlılarda da düzenin bu yönde olduğunu çıkartabilirsiniz diye umuyorum.

    Bitkiler bildiğiniz gibi, ışığa yönelir. Yani bir bitkiye sürekli bir taraftan ışık verirseniz, bitkinin zamanla o yöne doğru büyüdüğünü görürsünüz. Peki bitki bunu nereden bilmektedir? Işığa yönelme kudretini ona kim vermiştir? Ayrıca bununla da kalmayıp, kökler yerçekimine doğru büyür.

    Hemen anlatıyorum. Bitkinin uzamasını sağlayan hormonun ismi oksindir. Oksin hormonu, bitkilerin büyüme noktalarında yani, birincil meristem dokunun bulunduğu yerlerde yoğunlukla üretilir. Ve oksin ışıktan uzaklaşma eğilimi gösteren bir moleküldür. Bir bitkiye sadece bir taraftan, ışık verirseniz, oksin gövdenin diğer tarafında yoğunlaşır. Oksinin bir tarafta azalmasıyla, o kısmın büyüme hızı yavaşlar, diğer kısımsa hızlıca büyümeye devam eder. Bu durumda ışık tarafındaki gövde az büyür, diğer tarafsa çok büyür. Şimdi şekli kafanızda hayal edin. Bitki doğal olarak, ışığa doğru bükülmüş gibi duracaktır değil mi?

    Şimdi bu durum neticesinde herhangi bir zeka üstü yaratığın etkisi var mı? Hayır, sadece oksinin ışığa karşı davranışı durumu değiştirmektedir.

    İşte organizma içerisindeki diğer etkinlikler de böyle gerçekleşir. Her şey dört temel etkileşim üzerine kuruludur. İnsan organizması, kan dolaşımı konusunda yer çekiminden çok büyük yardım almaktadır. Gerçekleşen kimyasal tepkimeler, electroweak interaction'a göre gerçekleşir.

    Biraz daha anlaşılır konuştuğumu umuyorum. Artık yine DNA ve RNA çok karmaşık deyip duracaksanız, lütfen boşuna yazmayın. Sayfanın üstlerine doğru 30 kere tekrar ettiniz. DNA ve RNA çok karmaşık değil.
    Dört çeşit bazdan oluşuyor, birinde riboz, diğerinde deoksiriboz var. Bir de fosfat grupları ekli. Şimdi diyeceksiniz ki, DNA neden bu kadar düzenli, neden Adenin karşısında Timin var. Guanin karşısında Sitozin var. Çünkü Adenin ile Guanın arasında hidrojen bağları oluşmaz. Hidrojen bağı en kolay, Adenin ile Timin arasında oluşur. Anlatabiliyor muyum?

    DNA'nın yaptığı tek şey, transkripsiyon için kod çıkartmaktır. Yani protein sentezlemek için şifreleri göndermektir. Bunun dışında yaptığı hiçbir şey yok. Onu da enzimler sayesinde yapar. DNA, çekilin ulan açacağım üstümü başımı, ribozomlar bayram yapsın biraz gibi bir mantıkla hareket etmiyor.

    Endonükleaz ve DNAligaz enzimlerini de araştırmanızı isteyeceğim sizden. Bakteriler veya diğer canlılar üzerindeki transgenetik çalışmalarını biraz inceleseniz, bu olayların kimyasal kurallara göre kendiliğinden belirli koşullarda ve yine temel olarak dört temel etkileşime dayandığını göreceksiniz.

    Bir de prionlar hemen kapı dışarı edildi bu arada... Neden konu onlardan açılmıyor da hala DNA ve RNA diyorsunuz?
    Ben şimdi bir soru soruyorum size, canlı olmadığı halde kendini çoğaltabilen bir yapı nasıl oluşmaktadır? Evet buyrun.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Bitkinin uzamasını sağlayan hormonun ismi oksindir. Oksin hormonu, bitkilerin büyüme noktalarında yani, birincil meristem dokunun bulunduğu yerlerde yoğunlukla üretilir. Ve oksin ışıktan uzaklaşma eğilimi gösteren bir moleküldür. Bir bitkiye sadece bir taraftan, ışık verirseniz, oksin gövdenin diğer tarafında yoğunlaşır. Oksinin bir tarafta azalmasıyla, o kısmın büyüme hızı yavaşlar, diğer kısımsa hızlıca büyümeye devam eder. Bu durumda ışık tarafındaki gövde az büyür, diğer tarafsa çok büyür. Şimdi şekli kafanızda hayal edin. Bitki doğal olarak, ışığa doğru bükülmüş gibi duracaktır değil mi?

    Bitki, oksin salgılama fikrini nereden edinmiştir? "Dur bi de oksin salgılayım, bakalım noluyo?" mu demiştir?

    quote:


    Bir de prionlar hemen kapı dışarı edildi bu arada... Neden konu onlardan açılmıyor da hala DNA ve RNA diyorsunuz?
    Ben şimdi bir soru soruyorum size, canlı olmadığı halde kendini çoğaltabilen bir yapı nasıl oluşmaktadır? Evet buyrun.

    Benim bildiğim; prionlar kendi kendini çoğaltmaz. Kendi üstüne katlandığı için dizilimi bozulmuş protein yapısıdır ve bu bozuk haliyle etrafındaki diğer proteinlerle bağ kurar, onları da bozarak kendisine çevirir.
    Bunun gerçek anlamda kendi kendisini çoğaltabilen bir yapı olmadığı aşikâr.


    Bende kapı dışarı edilen sorumu tekrarlıyorum
    Hayatta kalmaya çalışan genler yerine ölümsüzlük sağlayan genler geliştirmek neden canlıların yöneldiği bir yol olmamıştır?




  • quote:

    Mertallica
    Milyarlarca yıl boyunca oluştu her şey.


    Bunu da açıklamak lazım. Zaman herşeyin ilacı mı yani? Zamanın uzunluğu-kısalığı neyi değiştirir?Matematikte, geçen zamanın ihtimal hesaplarına bir etkisi var mı? Zaman deneme yanılma sayısını artırabilir ama olumlu denemelerin olmusuz denemelere oranını etkiler mi? (ki denemeler tamamen tesadüfi )
  • Zamanın uzunluğu deneme sayısı ile ilgilidir. Mesela şu cümleyi ele alalım "Bu olayın gerçekleşme olasılığı binde birdir". Bu ne demek? Tek bir denemede bir şey ifade etmez. "oo çok düşük ihtimal" denir. Oysa bu cümleye göre yüz bin denemede aşağı yukarı yüz kere bu olayın gerçekleşeceğini anlarız.

    Ölüm konusuna gelince seleksiyon mekanizması daima türün çevre şartlarına göre hayatta kalması ile ilgilidir. Bireysel faydaların anlamı yoktur. Canlı bireyin eceliyle ölmemesi türün devamına fayda sağlamaz. Eceliyle ölmeme genine sahip bir canlı türü için bu özellik türün dezavantajınadır. Ölüm yeni canlılara yer açar, bu da daha fazla çeşitlilik ve çevre koşullarına karşı daha fazla hayatta kalma şansı demektir. Canlılarda eceliyle ölmeye "telomer" mekanizması sebep olur. Mecazi bir anlatım ile "Evrim; tümüzün devamı için belli bir zaman sonra bizim ölmemizi istiyor" denebilir. Canlı türleri telomer mekanizmasına sahip olmasalardı tür içinde yeterli biyolojik çeşitlilik elde edilemezdi, bu da her çevre değişikliğinde tümden silinip gitmek anlamına gelir.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika Oysa bu cümleye göre yüz bin denemede aşağı yukarı yüz kere bu olayın gerçekleşeceğini anlarız.



    Ama, -doksan dokuz bin dokuz yüz- kez de gerçekleşmeyeceğini mi anlarız? Deneme sayısını etkiler ama olumlu sonuçlar kadar olumsuz sonuç sayısını da etkiliyor.Sorun da burada zaten.
  • phizikçi,
    BUrada sorun yok. Kaç denemede yakaladığın önemli değil, yakalayıp yakalamamak önemli. Yakaladığın zaman olay bitmiştir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika
    Canlı bireyin eceliyle ölmemesi türün devamına fayda sağlamaz. Eceliyle ölmeme genine sahip bir canlı türü için bu özellik türün dezavantajınadır.

    Söylediğiniz evrime göre doğrudur. Tabi bunu ancak evrimci gözüyle bakarsak görebiliyoruz, bilebiliyoruz.
    Fakat olaya canlıların gözünden baktığımızda ise farklı bir soru çıkıyor karşımıza:
    "Ölümsüzlüğün" fayda sağlayıp sağlamadığını öğrenmek için evrimin "ölümsüzlük" yolunu da denemiş olması gerekmez miydi ?
    Demek istediğim, "ölümsüzlük" durumunda dezavantaj yaşandığını canlılar nereden biliyor ?
  • 
Sayfa: önceki 1112131415
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.