Şimdi Ara

1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
13
Cevap
0
Favori
576
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Cevapları alayım
     1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ



  • Mehmet KUTLULAR
  • quote:

    Orijinalden alıntı: KayhanKaan

    Mehmet KUTLULAR

    Bravo 100 puan tanıyormusunuz ? kendisi ne iş yapar ?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tepecikli 43

    quote:

    Orijinalden alıntı: KayhanKaan

    Mehmet KUTLULAR

    Bravo 100 puan tanıyormusunuz ? kendisi ne iş yapar ?

    Bana cevabını bildiğin sorular sorma
  • quote:

    Orijinalden alıntı: KayhanKaan

    quote:

    Orijinalden alıntı: Tepecikli 43

    quote:

    Orijinalden alıntı: KayhanKaan

    Mehmet KUTLULAR

    Bravo 100 puan tanıyormusunuz ? kendisi ne iş yapar ?

    Bana cevabını bildiğin sorular sorma

    Bildiğininden şüphem yok
  • kızı eroin'den ölen bir adamcağızdır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ferther

    kızı eroin'den ölen bir adamcağızdır.

    Evet ne yazikki küçük kızı Vildan Kutlular'ı uyuşturucudan kaybetmiştir bu olay tamamen derin devletin bir cinayetidir

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Tepecikli 43


    quote:

    Orijinalden alıntı: ferther

    kızı eroin'den ölen bir adamcağızdır.

    Evet ne yazikki küçük kızı Vildan Kutlular'ı uyuşturucudan kaybetmiştir bu olay tamamen derin devletin bir cinayetidir

    Evet derin devletin operasyonu olmasa sn kutlular cumhurbaşkanı, Türkiye de Osmanlı döneminin en geniş sınırlarına ulaşmış olacaktı.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Nur babanın resmini ne zaman paylaşacaksın. @Tepecikli 43



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ferther -- 10 Şubat 2015; 18:46:44 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ferther


    quote:

    Orijinalden alıntı: Tepecikli 43


    quote:

    Orijinalden alıntı: ferther

    kızı eroin'den ölen bir adamcağızdır.

    Evet ne yazikki küçük kızı Vildan Kutlular'ı uyuşturucudan kaybetmiştir bu olay tamamen derin devletin bir cinayetidir

    Evet derin devletin operasyonu olmasa sn kutlular cumhurbaşkanı, Türkiye de Osmanlı döneminin en geniş sınırlarına ulaşmış olacaktı.

    Hiç komik değil
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ferther

    Nur babanın resmini ne zaman paylaşacaksın. @Tepecikli 43

    Hemen paylaşayım birde merak edenlere özgeçmişini paylaşıyorum

    Bediüzzaman Said Nursî veya nüfus kaydında geçen hâliyle Said Okur (1878; Nurs, Hizan - 23 Mart 1960), İslam âlimi ve tefsir yazarı. Risale-i Nur Külliyatı'nın müellifi ve Nur Cemaati'nin ilk lideridir.

    15 yaşında bir medrese öğrencisi iken hocası tarafından verilen Bedî-üz-Zamân (zamanın güzelliği) lakabı ismiyle birlikte kullanılır.Kendisinin "Bediüzzaman" isminin yanı sıra "Molla Said", "Molla Said-i Meşhur", "Said-i Nursî", "Said-i Kürdî" gibi isimler kullandığı da bilinmektedir.

    Hayatı
    Said Nursî, 1878[5] yılında Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza, annesinin adı Nuriye'dir.

    Van'da Medresetü’z-Zehra isimli bir okul kurma fikrini gerçekleştirebilmek için 1907 yılında İstanbul'a geldi. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetiyle irtibata geçmek için Selanik'e gitti. Said Nursî, 31 Mart İsyanı sonrasında tutuklandı, yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. 1916'da Osmanlı-Rus savaşı sırasında esir düştü, bir yıl Rusya'da esir kamplarında kaldıktan sonra kaçarak ülkeye döndü.

    1922 yılı sonlarında, Mustafa Kemal'in daveti üzerine Ankara'ya giderek kendisiyle görüştü. Bir süre Ankara'da kaldıysa da, Mustafa Kemal ile dini konularda ters düşmeleri üzerine ilişkileri koptu. Said Nursî'ye göre, Atatürk İslamiyet karşıtı görüşlere sahipti.Daha sonra Van'a yerleşti. Şeyh Said'e isyan etmemesini telkin etmesine rağmen Şeyh Said İsyanı sonrasında takibe alındı ve Barla'ya sürgün edildi. 1925 ile 1952 yılları arasında çeşitli sürgün ve hapis cezaları dolayısıyla Burdur, Isparta, Kastamonu ve Emirdağ'da kaldı. Kitaplarından dolayı yargılandığı dönemlerde aylarca Eskişehir, Denizli, Afyon hapishanelerinde tutuklu kaldı ancak beraat etti.

    Said Nursî, hayatının "Eski Said", "Yeni Said" ve "Üçüncü Said" olmak üzere üç dönemden oluştuğunu ifade eder. Eserlerinde, 45 yaşına kadar olan hayatını "Eski Said" dönemi olarak ifade etmiştir. Eski Said, imani yöntemlerle birlikte İslamiyete siyaset yoluyla da hizmet edilebileceği fikriyle hareket etmiştir. Daha sonra, zamanın gelişen olayları onun bu fikrini değiştirmiş ve siyasetten tamamiyle çekilmiştir.

    Eski Said'in "Yeni Said"'e geçişinde, Said Nursî'nin, Abdulkadir Geylani'nin Fütuh'ul Gayb isimli kitabından aldığı ders önemli rol oynamıştır. Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük kısmı Yeni Said döneminde yazılmıştır. Said Nursî, Eski Said ile Yeni Said dönemlerini "Eski Said, daha ziyade akli gidiyordu, Yeni Said ise ilhama da mazhardır, akıl-kalp ittifakıyla hareket eder." diye özetlemektedir:

    1948'deki Afyon hapsinden sonraki hayatını ise "Üçüncü Said" dönemi olarak ifade etmiştir.23 Mart 1960'da Şanlıurfa’da vefat etti. Urfa'daki Halil-ur Rahman Dergahı'na defnedildi. Ancak 12 Temmuz 1960'da 27 Mayıs Darbesi hükümetinin emriyle mezarı yıktırıldı ve bilinmeyen bir yere nakledildi.

    Gençlik çağı ve eğitimi (Eski Said)
    İlk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah'tan almıştır. Dokuz yaşında (1887) Tağ Köyü’ndeki Molla Mehmed Emin Efendi’nin medresesinde öğrenim hayatına başladı. 1888'de medrese eğitimi bırakarak köyüne döndü. Tarihçe-i Hayat'ta izzetine çok önem verdiği, âmirane söylenen en küçük bir söze bile tahammül edemediği, bu sebeble köyüne geri döndüğü yazılmıştır. Köyüne döndükten sonra, medrese öğrencisi olan ağabeyi Molla Abdullah'ın derslerini takip ederek kendini ilerletmiştir. Beş yıl süren tahsil hayatı boyunca Molla Mehmed Emin Efendi Medresesi, Mir Said Veli Medresesi, Molla Fethullah Efendi Medreselerinde eğitim aldı. Risalelerinde, bu süre zarfında Kur’an’ı hatmettiğini, sarf ve nahiv kitaplarını İzhar’a kadar okuduğunu, Doğu Beyazıt’ta bulunan Şeyh Mehmet Celali’nin medresesinde üç ay süren bir eğitim gördüğünü, bu eğitimi sırasında her gün günde üç saat meşgul olarak yüze yakın kitabı okuyup ezberine aldığını, medreselerde eğitimi yapılan kitaplar dışında pek çok başka kitabı da okuduğunu yazmıştır. Nakşibendî tarikine intisabı, Halidî şeyhlerin sosyal aktivitelerine katılımıyla olmuştur. Daha sonra icazetini aldığı ve sonra Doğubeyazıt’tan ayrıldığı bildirilmektedir. Bu sırada arkadaşları ve bazı hocalarıyla olan tartışmaları ve kavgaları sebebiyle medrese eğitiminde aksamalar olmuştur. Köyüne döner ve kışı köyünde geçirir.

    Said Nursi gördüğü bir rüyadan etkilenerek eğitime dönerek Müküs ocağındaki Mir Hasan Veli Medresesine gider. Zor konularda gösterdiği anlayış, okuduğu kitapları kolaylıkla ezberine alması ve ilmi tartışmalardan galip ayrılması gibi özellikleri Molla Fethullah Efendi tarafından "Bediüzzaman" şeklinde isimlendirilmesine yol açar.

    Risalelerinde, bu dönemden sonra Bitlis’e gelen Said Nursî'nin ilmi alt yapısı ve farklı kişiliğinin, Bitlis Valisi Ömer Paşanın dikkatini çektiği ve Vilayet konağında kalarak çalışmalarına devam etmesi için ona bir oda tahsis edildiği yazılmıştır. Burada iki yıl kalan Nursî daha sonra Van Valisi Hasan Paşa tarafından Van'a davet edilmiş, valilik konağında, Hasan Paşa ve sonrasında İşkodralı Tahir Paşa zamanlarında konağın kendisine ayrılan bölümünde yaklaşık olarak 10 yıl çalışmalarına devam etmiştir.dönemde Horhor Medresesi'nde de talebelerine ders vermekte olduğu da eserlerinde anlatılmaktadır.

    Said Nursî, idealinde Van'da kurulmasını arzu ettiği, fen bilimleriyle İslami ilimlerin birlikte okutulacağı, Medresetü'z-Zehra ismini verdiği üniversite düşüncesini hükümete iletmek için 1907 yılında İstanbul'a gelir. El Ezher Üniversitesine kardeş olarak tarif ettiği bu üniversitede Arapça, Türkçe ve Kürtçe olmak üzere üç dilde eğitim yapacağını belirtmektedir. İstanbul’da Ferik Ahmed Paşa’nın evine yerleşmiş idealindeki üniversite ile ilgili bir dilekçeyi padişahın özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayun’a sunmuş, ancak Said Nursî'nin bu talebi için hükümet bir teşebbüste bulunmamıştır. Gelişinden iki ay sonra Fatih'te bulunan Şekerci Hanı'na yerleşen Said Nursî, odasının kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” şeklinde bir yazı asmıştır.

    Medresetü’z-Zehra ile ilgili dilekçesini II. Abdülhamid'e vermek amacıyla, selamlıkta düzenlenen törene üzerinde yöresel kıyafetleri, başında sarığı ve hançeri ile katıldı. Bu hareketi neticesinde önce tutuklandı daha sonra akıl hastahanesine kapatıldı. Serbest kaldıktan sonra keskin bir Abdülhamit muhalifi olarak İttihat ve Terakki Cemiyetiyle irtibata geçmek için Selanik'e gitti. Selanik'te cemiyetin önde gelen isimlerinden daha sonra Selanik Mebusu olacak olan Emanuel Karasso ile ve cemiyetin diğer önderleri ile görüştü. Selanik'te Meşrutiyetin İlanı'ndaki kutlamalarda II. Abdülhamit idaresine karşı hürriyet nutukları söyledi. Nutuklarında hürriyet'in gelmesinden önce Gebermiş İstibdadı muhafaza için şeriat meselesinden geri adım atılmış olduğunu söylemişti. Bu dönemde Osmanlı Devletinin güvenlik ve istihbarat kurumu olan Teşkilat-ı Mahsusa'da görev aldığı, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olduğu yazılmıştır. Teşkilat-ı Mahsusa tarafından 1915 yılında Bitlis'te Rus Cephesinde görevlendirildiği, Libya'ya gönderildiği tarihçi Cemal Kutay tarafından yazılmış ancak bu görevlendirilme bilgisinin doğru olmadığı yönünde itirazlar olmuştur.

    Abdülhamid sonrasında, eğitimle ilgili düşüncelerini Sultan V. Mehmet'e sunmak üzere İstanbul’a geldi. Van'da kurmayı planladığı Medresetü'z Zehra padişah tarafından kabul gördü ve 19 bin altın ödenek ayrıldı.

    1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’a geldi. İstanbul'da Derviş Vahdeti'nin Volkan Gazetesi'nde yazdı. İslamcı bir siyasal parti olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın (Fırka-i Muhammediye) kurucuları arasında yer aldı. Volkan Gazetesi bu fırkanın yayın organıydı. 13 Nisan 1909 (Rumi 31 Mart 1323) tarihinde 31 Mart Vakası patlak verdi. Selanik'ten gelen Hareket Ordusu aradan 11 gün geçtikten sonra isyanı bastırabildi. Bazıları İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın ileri gelenleri olmak üzere isyanı çıkaranlar ve Derviş Vahdeti ile birlikte Divan-ı Harp Mahkemesinde yargılandı, Derviş Vahdeti ve 16 kişi idam edildi, Said Nursî davadan beraat etti. Serbest kaldıktan sonra Serbesti Gazetesi'nde "ordunun ruhu ve ülküsünün okullu subaylar olduğunu, bunlara isyan etmenin cinayet olduğunu" yazmıştır. İsyanın ardından Batum üzerinden Van'a gitti. 1911 yılında tekrar İstanbul’a döndü.

    1911'de Şam, Emevîye Camii'nde okuduğu hutbe daha sonra Hutbe-i Şamiye adıyla kitaplaştırıldı. Münâzarat ve Muhakemât gibi eserlerini telif etti.

    1915-1917 arasında Osmanlı-Rus Savaşında Kafkas Cephesinde albay rütbesiyle gönüllü alay komutanı olarak Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. 1916'da Bitlis savunması esnasında yaralanarak Ruslara esir düştü. Kostroma'da esir olarak bulunurken başkomutan Nikolay Nikolayeviç ile karşılaşmasında itaatsiz tavırları nedeniyle hakkında idam cezası verilmesine rağmen, öne sürdüğü ilmin hatrını âlî tutmak gerekçesi kabul edilerek son anda affedildi. Sibirya esir kamplarında bir yıl geçiren Nursî 1917'de Kostroma Esir Kampından kaçarak İstanbul'a döndü ve Osmanlıda en üst fetva kurulu olan Dar-ül Hikmet-ül İslamiye'ye atandı.

    Rusya'daki esaretinden İstanbul'a dönerken Alman resmi makamları tarafından çekilen fotoğrafı
    Nursî I. Dünya Savaşı sonlarında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması mütareke günlerinde, Çamlıca’daki evinde yeğeni Abdurrahman ile birlikte kalmıştır. Bazı araştırmalar bu dönemde Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Kürt Neşriyat Cemiyeti gibi cemiyetlere katıldığı yönünde olmasına rağmen [53] Kürt Teali Cemiyeti'nin üyeleri [54][55][56] nin Said Nursî'yi cemiyetlerine davet ettikleri, ancak Nursînin bu teklifi cemiyete gönderdiği bir mektupla reddetttiği diğer yazarlar tarafından ifade edilmektedir.[57][58][59] İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Bağdat’tan yazılan gizli raporda, Kürtleri Türklere karşı kışkırtarak ayaklandırmak amacıyla kurulmuş olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucuları arasında Said-i Kürdî (Nursî)’nin de adı geçer. 15 Şubat 1919 tarihinde sonradan Teâli-i İslâm Cemiyeti adını alan Cemiyet-i Müderrisîn'in Mustafa Sabri, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Ermenekli Saffet Efendi gibi din ve eğitimcilerle birlikte kurucu azaları arasında yer aldı.1919'da Mesnevî-i Nuriye adlı eserini yazmaya başladı. Bu günlerde Said-i Nursî “Sünûhât” (1920), “Hakikat Çekirdekleri” (1920), “Nokta” (1921), “Rumûz” (1922) gibi bazı kitapçıkları kaleme almıştır.

    Said-i Nursî, İstanbul’da “Darül-Hikmet’ül İslamiye”de çalışmakta iken, Mustafa Kemal, Doğu Anadolu’da, Kuzey Irak’ta ve Suriye’de İslamı anlatabilecek, bölgedeki insanları Kurtuluş Savaşı’na katılmaya çağıracak din adamlarına ihtiyaç duymaktaydı. Emirdağ Lahikası’nın bir bölümünde Said-i Nursî'nin Kürt bölgelerinde tanınmış ve hatırı sayılan bir din adamı olması dolayısıyla Mustafa Kemal'in O'nu Güney Doğu Anadolu’ya vaiz olarak göndermek istediği kaydedilir. Mustafa Kemal böylece bir ittifak oluşturacak ve doğulu halkın da bu ittifakta toplanmasını sağlayacaktı. Ancak Said-i Nursî bu dönemde Anadolu’ya geçmeye yanaşmamış, Kurtuluş savaşının bitimine rastlayan 1922 senesinde Anadolu'ya geçmiştir.

    Said Nursî, İstanbul'da İngiliz politikalarına karşı bir risale ve Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “dinsiz” ve “zındık” ilan eden hıyanet fetvasına karşı, “bu fetvanın ilmen geçersiz olduğunu” beyan eden “Hutuvat-ı Sitte” adlı bir bildiri hazırlamıştır. Bu eser yüzünden işgal kuvvetleri tarafından gıyabında ölüm cezasına mahkûm edildi.Said Nurs-i bu bildiriyi yayınlamadan önce 3 müftü tarafından imzalanan ve 64 müftünün de onayladığı “düşmana karşı mücadele etmenin din gereği olduğu”nu anlatan bir karşı fetva yayınlanmış bulunmaktaydı.

    Eski Van Valisi Tahsin Bey gibi dostlarının ve Mustafa Kemal'in davetleri sonucu, 9 Kasım 1922'de Ankara’ya gitmiş ve Milli Meclis'in 2. oturumuna dinleyici olarak katılmıştır. Ancak, milletvekillerine yaptığı, on maddelik, "Türkiye'nin şekillenmesinde mânevî dinamiklerin ihmal edilmemesini" de içeren çağrısı sert tepkiler aldı.[65][66] Said Nursî, Medreset-üz Zehra ideali için, II. Meşrutiyet döneminde Van’da temelini attığı fakat savaş yüzünden inşaatı başlatılamayan üniversitenin kurulması için Mebuslara bir kanun teklifi hazırlattırdı. Bu teklif mecliste iki yüz milletvekilinden 163’ünün imzasıyla kanunlaştı. 7 Nisan 1923'de talebe yetiştirmek ve münzevi bir yaşam sürmek üzere Van’a gitti, Erek Dağı’nda iki senesini geçirdi.

    Yeni Said
    1925 yılında ortaya çıkan Şeyh Said Ayaklanması'na destek verdiği iddiasıyla Burdur'a sürgün edilen Said Nursî,[69][70] yargılandığı mahkemede, Şeyh Said'e yazdığı mektupta "Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti İslâmiyet'e bayraktarlık etmiş, dini uğrunda yüz binlerle, milyonlarla şehid vermiş ve milyonlar veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakar İslam müdafiilerinin olan Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem. şeklinde görüşünü bildirdiğini söyleyerek kendisini savunmuştur. Said Nursî Burdur’da Nur’un İlk Kapısını, 1926'da sürüldüğü Barla'da ise Sözler, Mektûbat ve Lem'alar’ın da büyük bölümünü yazmıştır.

    Buradaki faaliyetleri şüpheli bulunarak 1934'te Isparta’ya sürüldü. 1935 yılında “gizli cemiyet kurmak, rejimin temel düzenini yıkmak” iddiasıyla Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde aleyhinde dâvâ açıldı ve Tesettür Risalesi’nden dolayı kendisi on bir ay, on altı öğrencisi de altı ay hapse mahkûm edildi.1936'da Hapis cezasının bitiminden sonra 7 yıllığına Kastamonu’ya sürüldü.

    1943 yılında 126 talebesiyle birlikte "rejimin temel düzenini yıkmak" iddiasıyla tutuklanarak Denizli hapishanesine sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı. Beraat etti. Daha sonra Emirdağ’a götürülerek burada zorunlu ikâmete mahkûm edildi. 1947 yılında aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak 54 talebesiyle birlikte Afyon hapishanesine sevk edildi. Yaklaşık 20 ay hapiste kaldı. Buradan tekrar Emirdağ’a götürüldü.


    Said Nursî'nin Barla'ya ilk geldikleri zaman hükümetin isteği üzerine çekilen ve Ankara'ya gönderilen fotoğraf

    Üçüncü Said
    1952'de Gençlik Rehberi isimli eseri hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul’a geldi ve bu davadan beraat etti. 1953'te Emirdağ’a döndü. İkinci defa İstanbul’a geldi ve üç buçuk ay burada kaldı. Bundan sonraki hayatı genellikle Emirdağ ve Isparta’da geçti.

    Bu dönemde, yazımı tamamlanmış olan Risale-i Nur'un farklı kesimlerden insanlara ulaştırılmasıyla ilgilenmiştir. Bu amaçla birçok şehir ve köylerde el ile yazılan risalelerin okunması, okutulması, bazı merkezlerde risalelerin daktilo ile çoğaltılması; Ankara, İstanbul ve doğu illerini de kapsayacak şekilde risalelerin bütün toplumsal tabakalara ulaştırılması işleri ile ilgilenmiştir. Yine bu dönemde mahkemelerden iade edilen Nur Risaleleri ve bazı illerde bir kısım Nur Talebelerine dava açılması sebepleriyle resmi makamlarla görüşmeleri olmuştur. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti hükümetinin Risale-i Nur hareketine olumsuz bakmaması ve yayımlanmasına engel olmaması sebebiyle, risaleler bu dönemde matbaalarda basılmış Anadolu'nun yanında Mısır, Pakistan, ABD, İtalya gibi çeşitli ülkelere de gönderilmiştir.

    Ölümü ve mezar yeri
    23 Mart 1960'ta Şanlıurfa’da vefat etti. Urfa Halil-ur Rahman Dergahı'na defnedildi. 27 Mayıs Darbesi sonrasında 12 Temmuz 1960'ta cuntanın emriyle mezarı yıktırıldı. Naaşı konusunda yapılan iddialara göre Isparta’ya götürülerek şehir mezarlığına gizlice defnedilmiş, bu mezar ise 1969'da bir-iki talebesi tarafından açılarak, cesedi kendileri dışında kimsenin bilmediği bir yere gömülmüştür. Soner Yalçın ise Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı Efendi 2 adlı kitabında naaşın Urfa'dan alındıktan sonra cesedin Kıbrıs açıklarında denize atıldığını iddia etti. Son iddia ise naaşın taşındığı uçakta yer alan Erol Türegün tarafından ortaya atıldı. Buna göre Said Nursî'nin naaşı Isparta-Afyon arasında bir yere gömülmüştür.

    Nur Cemaati
    Ana madde: Nur Cemaati
    Nur Cemaati, Said Nursî'nin risalelerinde açıkladığı fikirlerine dayanan, 20. yüzyıl başlarında doğan İslâmî harekettir. Said Nursi takipçilerini ifade etmek için Nur talebeleri ve Nurcu kelimelerini kullanmıştır.[78] Nur Cemaati Nur risalelerinde yazılan görüşler çerçevesinde, itikâdi ve fıkhi bakımdan Sünnî İslâm'a bağlıdırlar. Nurculuk, belirli dua ve zikirleri olmakla birlikte tasavvufi bir tarikat değildir. Said Nursî'den sonra Nur Talebeleri farklı eğilim ve liderlikler etrafında toplanan değişik gruplar oluşturmuşlardır.

    Cemaatin ana faaliyeti "Hizmet-i imaniye ve Kur'aniye" adını verdikleri Risale-i Nur'ların okunması, yorumlanması ve çoğaltılıp yayılmasıdır. Cemaatte abi, kardeş gibi kavramlar kullanılır. Çoğunlukla emir-komuta gibi, kesin bağlılık gerektiren kurallar olmamakla birlikte meşveret kararlarına hürmet etmeyi gerektiren bir anlayışın hakim olduğu söylenebilir. Nur Risaleleri'ndeki konuların başkalarına anlatılması ve bunun için oluşturulan ev, yurt, yayın faaliyeti gibi kurumsal yapı ve faaliyetlere ise Hizmet denilmektedir.

    Nur cemaati, yaşanılan zaman diliminin ahirzaman olduğu, bu zamanda komünist-materyalist felsefenin (maddiyyunluk) ilmi de arkasına alarak imana karşı büyük bir yıkım (deccaliyet) faaliyeti içerisinde olduğu, bu zamanda en önemli görevin "hizmet-i imaniye ve Kur'aniye" adı verilen Risalei-nur yoluyla iman kurtarma olduğuna ve bu hizmetin Mehdi'nin birinci ve en büyük görevi olduğuna inanır. Mehdinin diğer görevleri ise imanın hayata geçirilmesi, hilafet'in ihyası ve şeriat'tır.[Mehdinin kim olduğu konusunda ise değişik görüşler vardır. Nurcuların bir kısmı mehdinin Risale-i Nur hizmetinin "şahs-ı manevisi" olduğuna inanırken bir kısmı ise mehdinin Said Nursi olduğuna inanmaktadırlar.

    Düşünce yapısı ve eleştirisi
    Ana maddeler: Said Nursi'nin düşünce yapısı ve Risale-i Nur
    Said Nursî klasik İslamcılara benzer şekilde batıdan Fen ve sanatın alınması, ancak batılı yaşam tarzı ve batı kültürünün reddedilmesi taraftarıdır. Ona göre mutlak adalet şeriatla mümkündür. "Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeğe hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adâlet-i mahz ve fazilettir." Said Nursî değişik yerlerde Komünizm ve Bolşevizm'in insanlık üzerindeki yıkımları üzerinde durur ve onları ahir zamanın büyük deccalı olarak niteler.

    Tarihçe-i Hayat'a göre Said Nursî Cumhuriyet öncesi ve sonrasında siyasi otoritelerle problemlidir. Cumhuriyete karşı olmamakla birlikte devrimler, özellikle de tekke ve zaviyelerin kapatılması, kılık kıyafet devrimi ve şeriat kanunlarının ilgası anlamına gelen laikliğe karşı çıkmıştır Ahir zaman fitnesi olarak gördüğü bu durum karşısında imanı kuvvetlendirmeye dönük eserler yazmaya ve bu konuda çalışmaya yönelir.

    Risale-i Nur'u Kur'anın bir nevi tefsiri olarak ifade eden Nursi, ayetlerin değişik mana tabakaları bulunduğunu söyler. Bu mana tabakalarından bazılarına ulaşmada Cifr ve ebced yöntemlerini kullandığı da olmuştur. Örneğin bu yorumlardan birisine göre fil suresinde Ebrehe ordusuna atılan "pişirilmiş taşlar" ifadesi ikinci dünya savaşında atılan bombalara işaret etmektedir. Said Nursî’ye göre “dabbeh”; “bit salgınıdır, çekirge, kurbağa istilasıdır.” Yine Muhammed'in, "Ümmetimden bir grup kıyamet kopuncaya kadar hak uğrunda mücadele etmeye devam edecek" hadisini ebced hesabına tabî tutmuş ve kıyametin yaklaşık tarihini hesaplamıştır.

    Said Nursi, kadınların fıtraten tesettüre ihtiyacı olduğunu ve Şeriata göre kadınlara mirastan erkeğin yarısı kadar pay verilmesinin hak ve adalete uygunluğunu düşünür.

    Eleştiriler
    Sadettin Merdin'e göre Said Nursi’nin tüm ontolojisi “âyan-ı sabite” üzerine, tüm kozmolojisi de “Âlem-i misal” üzerine kurulmuştur ve bu görüşler tamamen Said Nursi'nin aşağıladığı Yunan filozoflarından alıntıdır. "Said Nursi, zındık diye öldürülen Şeyhü’l-İşrak Sühreverdî kadar felsefeye göbeğinden bağlı olduğu görülmektedir. Gerçekten bunlar tümüyle safsatadır. Cafcaflı laflarla örülmüş tasavvufî demagojilerdir." Sadettin Merdin risalelerde sıkça tekrarlanan yazdırıldı, "bu kadarına izin verildi", "izin verilmediği için yazdırılmadı gibi" sözlerden hareketle Said Nursi'yi mütenebbi (peygamberlik iddiası içerisinde) olmakla da eleştirmiştir.

    Kitapları
    Ana madde: Risale-i Nur
    Uluslararası arenada düzenlenen Risale-i Nur ve Said Nursî konulu sempozyumlarda yayınlanan bildirilerde, Said Nursî'nin risalelerindeki fikirlerin, felsefik ve alegorik anlamlar taşıyan Kuran Tefsirleri olduğu ifadelerine yer verilmiştir.

    Sözler
    Mektubat
    Lem'alar
    Şualar
    Tarihçe-i Hayat
    Barla Lahikası
    Kastamonu Lahikası
    Emirdağ Lahikası
    İşaratü-l İ'caz
    Mesnevi-i Nuriye
    Sikke-i Tasdik-i Gaybi
    Asa-yı Musa
    Zülfikar
    Sirac-ün Nur
    Tılsımlar
    Rumuzat-ı Semaniye
    Kızıl İcaz
    İman ve Küfür Muvazeneleri
    Eski Said Dönemi Eserleri
    Âsâr-ı Bedîiyye
    Muhakemat
    Münazarat
    Hutbe-i Şamiye
    İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi
     1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ 1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kütahyalı 77 -- 12 Şubat 2015; 11:27:25 >




  • Nur baba yakup kadri karaosmanoglu'nun "tarikat" temasını işleyen romanıdır.
    Romanda evli bir kadinla bir bektasi babasinin arasindaki ask durumu, tarikat ve bektaşilik ilişkileri çerçevesinde anlatılmaktadır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ferther

    Nur baba yakup kadri karaosmanoglu'nun "tarikat" temasını işleyen romanıdır.
    Romanda evli bir kadinla bir bektasi babasinin arasindaki ask durumu, tarikat ve bektaşilik ilişkileri çerçevesinde anlatılmaktadır.




    Kanka sayende her saniye yeni bir şey öğreniyorum yalnız hayatında hiç evlenmemiş ÜSTAD'a niye NUR BABA dediğinizi hala söylemediniz madem konu NUR BABA'dan açıldı alın size NUR BABA ?

    Nur Baba, 17nci yüzyılda kurulduğu sanılan bir Bektaşi tekkesidir. Karacaahmet Sultanın himayelerindedir. Özellikle 1800 lü yılların sonlarından itibaren 1925 de kapatılana dek İstanbul'un sosyal hayatında çok büyük rol oynamıştır. Faaliyette olduğu dönemde birçok meşhur politikacı ve sanatcı bu tekkenin müridlerindendi. Özellikle zamanın İstanbul sosyetesinin devam ettiği bir tekke idi. Günümüde tekke binası Üsküdar Kısıklı'da bulunan Emniyet Mahallesi Nurbaba Caddesi Emniyet sokağındadır.

    Nur Baba Tekkesi

    Tekke, Büyükçamlıca Sefatepesi'nin batı eteklerinde, Sarıkaya mevkiinden başlayan ve Beylerbeyi Sarayı'nın yanında denize dökülen ve aynı zamanda Beylebeyi sarayının su kaynagı da olan İstavroz deresinin sağ tarafındaki yamaçlar üzerindedir. Sarıkaya mevkiinde, Kısıklı Caddesi'ne açılan Nur Baba Sokağı'na girip 430 adım yürüdüğünde, İstavroz deresinin başına gelinir. Bu kavşaktan 190 adım ileride, Tahir Baba (Nurbaba)Bektâşî Tekkesi'nden arta kalan hazîre vardır. Eski ismi Tariki olan bu sokak şimdi Emniyet Sokağı adını almıştır.

    Boğaziçine doğru fevkalede güzel bir manzarası olan tekke binası ile müştemilâtının yerine birçok apartman yapılmıştır.Bir zamanlar çok geniş bahçesi ve bu bahcede 100ün üzerinde mezar taşı olan tekke arazisinde Bugün yalnız iki apartman arasındaki mezarlık mevcuttur. Hazîre, son derece bakımsız ve perişandır.Vakıflara ait olan bu arazinin nasıl olupda özel şahıslara satıldığı ve tarihi mezarların sökülerek üzerine apartmanların yapıldığı büyük bir soru işaretidir.

    Buradaki en eski tarihli kabir taşı, 1237 (1821)'de vefat eden Tahir Baba'ya ait olup üzerinde bir Bektâşî Tacı vardı. Bunu, H. 1237-1282-1287- 1289-1293 tarihli Bektâşî sikkeli ve H. 1281- 1294-1295-1304-1328-1329 tarihli kadın kabir taşları takip etmektedir. Ayrıca, 1321 (1903) tarihli, Bektâşî taclı ve teslim taşlı bir kabir daha vardır. Bunlardan başka, toprağa gömülü yedi kabir taşı daha bulunmaktadır. Mezarlığın ön tarafında, etrafı bir duvar ile çevrili, set üzerinde ve bir servi ağacının gölgesinde, namazgâh vardır. Geniş kıble taşına iki kandil kabartması yapılmıştır. Bu emsalsiz taş maalesef kırılmıştır. Üzerinde yazı yoktur. Namazgâhın etrafında mermer pencere ve kapı söveleri görülmektedir. Bu namazgâh taşından başka, kabir şâhideleri arasında üzerinde mihrap âyeti yazılı bir namazgâh taşı daha vardır. Boyutları küçük olan namazgâhın üzerine, mezarlıktan arta kalan kabir taşları yatırılmıştır. Bunlar arasında, Perestav Hanım'a ait 12 satır halinde 24 mısralı kitâbe de bulunmaktadır. Tekkenin ve mezarlığın önü, Yakup Kadri Bey'in Nur Baba romanında görüldüğü gibi yine büyük bir bostandır. Yol aşırı yerde ve Çamlıca Tepesi eteklerinde, tekkeye ait olan bir su deposunun tonoz bakiyeleri hâlâ durmaktadır.

    Çağdaş Türk Edebiyatında Nur Baba

    Dönemin sosyal hayatında önemli etkisi olduğundan başta Yakup Kadri Karaosmanoğlu olmak üzere birçok yazarın eserlerine konu olmuştur.Romanda Nigar Hanım ve diğer hanımların Nurbaba'ya olan aşkları anlatılır. Nur Baba, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yazdığı ilk roman olup 1914 -1915 senelerinde yazılmış, önce tefrika edilmiş, 1922'de kitap olarak basılmış ve zamanının en çok satan romanı olmuştur.
     1 : BU ADAM KİM ? SS'Lİ




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.