Şimdi Ara

••••TÜRK ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ •••• (23. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.817
Cevap
16
Favori
434.104
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 2122232425
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Henüz bu konudaki tüm sayfaları okuyamadım,umarım daha önce verilmemiştir.Verildiyse kusura bakmayın...



    Yavuz Sultan Selim han zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.

    Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor..

    Yani Osmanlıya acayip bir hakaret! Cihan padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir. Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir kağıt ve bir satır yazı.Gönderiyor.

    Şah sandığı açıyor. Halılar,değerli taşlar... Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce,zehirsiz olduğunu göstermek için, sonra oradakilere ikram ediyor. Lokum bittikten sonra kutunun içindeki notu Şah İsmail okuyor:

    “İsmail,herkes yediğinden ikram eder!!!”




  • tartışmayı bırakın lütfen.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fetih

    tartışmayı bırakın lütfen.



    Haklısın hocam. En iyisi cevap vermemek.

    Biz kervanı yürütmeye bakalım.
  • beni de eklermisiniz arkadaşlar listeye en yakın zamanda da imzamı da değiştiririm inşallah.
    birde şu 8 sayfanın hepsini de üşenmeden bi okusam tam olacak ama bu gece kalsın yarın okurum inşallah onu.
    bu arada evimizde tüm padişahların olmasada çoğunluğunun resmi çerçeveli olarak evin koridorlarında asılı bulunmakta.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: j.r.duke

    Henüz bu konudaki tüm sayfaları okuyamadım,umarım daha önce verilmemiştir.Verildiyse kusura bakmayın...



    Yavuz Sultan Selim han zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.

    Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor..

    Yani Osmanlıya acayip bir hakaret! Cihan padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir. Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir kağıt ve bir satır yazı.Gönderiyor.

    Şah sandığı açıyor. Halılar,değerli taşlar... Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce,zehirsiz olduğunu göstermek için, sonra oradakilere ikram ediyor. Lokum bittikten sonra kutunun içindeki notu Şah İsmail okuyor:

    “İsmail,herkes yediğinden ikram eder!!!”

    gerçekten harika paylaştığın için teşekkür ederim arkadaşım




  • Arkadaşlar bu tür hadiseleri paylaşmamızın bir mahsuru varmı yani kulübe uygun mu?Eğer uygunsa arada bir böyle yazılar eklemeye çalışırım.


    KAFKAS KARTALI” İMAM ŞÂMİL


    Büyük Kafkas kahramanı İmam Şâmil (1798-1871), gençlik yıllarından îtibâren Kafkasya’nın istiklâli için Ruslara karşı mücâdeleye başladı. İlk büyük zaferini General İveliç ve General Fese’nin kumandasındaki birliklere karşı kazandı. Ruslar barış yapmak zorunda kaldılar.

    Kendisinden kat kat üstün düzenli düşman kuvvetlerine karşı mücâdelesini uzun müddet başarı ile sürdürdü. Ancak sonunda kuvvet bakımından çok zayıf düştü ve yakınındakileri kırdırmamak için teslim oldu.

    Rus Çarı, bu “Kafkas Kartalı”nı cesâret ve kahramanlığından dolayı bir esir gibi değil, bir misâfir gibi karşılamıştı. Üstelik sarayında onun için bir de ziyâfet düzenlemişti.

    İmam Şâmil, bu ziyâfet sırasında, yıllardır savaş meydanlarında bulup yeme imkânına kavuşamadığı yemekleri bulunca öylesine iştahlı yemişti ki, Rus Çarı bir aralık:

    — Yâhu, bu adam beni de yiyecek! demekten kendini alamamıştı. İmam Şâmil bunu duyunca tereddütsüz cevap verdi:

    Elhamdülillâh biz müslümanız; domuz eti yemeyiz!..

    Rusların iyi muâmelesini gördüğü esirlik hayatından izinle kurtulan ve Medine’ye yerleşen İmam Şâmil orada vefât etti.




  • ABD - Osmanlı Sözleşmesi

    Tarihçe

    1783 yılında, Avrupa standartlarına göre mütevazı da olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başladı. 25 Temmuz 1785'te, Atlas Okyanusu'nda Cadiz açıklarında, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Bu gemi, Boston limanına bağlı, Kaptan Isaak Stevens'in idaresindeki Maria idi. Arkasından, Philadelphia limanına bağlı, Kaptan O'Brien'in Dauphin'i de aynı akibete uğradı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçti. Amerikan Kongresi, 27 Mart 1794 yılında, Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemileri inşa edilmesi veya satın alınması için, Başkan George Washington'a 700.000 altına yakın harcama yetkisi verdi. Osmanlıların oluşturduğu deniz tehdidi sayesinde, ABD donanmasının temelleri atılıyordu.

    Önemi

    5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmayı kabul etti. Bu anlaşmaya göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlas Okyanusu'nda, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını (216.000 dolar) ödeyecekti. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, dönemin ABD Başkanı George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koydular. ABD başkan George Washington Osmanlı imparatoru tarafından muhatap görülmemiş ve anlaşma Cezayir beylerbeyi tarafından imzalanmıştır. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşması olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul eden tek ABD belgesidir.




  • bende üye olmak istiyorum.

    Ve ilk paylaşımımı II.Abdülhamit döneminde Abdülhamite muhalefet olanlardan Tevfik Fikretin II.Abdülhamit öldükten sonra Osmanlı Devleti parçalanma sürecine girince II. Abdülhamite hitaben yazdığı şiir ;


    Tarihler adını andığı zaman
    Sana hak verecek Ey koca Sultan
    Bizik utanmadan iftira atan
    Asrın en büyük Padişahına
  • içime sinerek atam diyebileceğim sadece Osmanlı var şu dünyada, benide alırmısınız üye olarak...
  • hoşgeldiniz arkadaşlar.
  • Hepimiz osmanlıyız
  • quote:

    Orjinalden alıntı: _HURMACI_

    ABD - Osmanlı Sözleşmesi

    Tarihçe

    1783 yılında, Avrupa standartlarına göre mütevazı da olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başladı. 25 Temmuz 1785'te, Atlas Okyanusu'nda Cadiz açıklarında, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi. Bu gemi, Boston limanına bağlı, Kaptan Isaak Stevens'in idaresindeki Maria idi. Arkasından, Philadelphia limanına bağlı, Kaptan O'Brien'in Dauphin'i de aynı akibete uğradı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçti. Amerikan Kongresi, 27 Mart 1794 yılında, Osmanlı denizcilerine karşı koyacak güçte savaş gemileri inşa edilmesi veya satın alınması için, Başkan George Washington'a 700.000 altına yakın harcama yetkisi verdi. Osmanlıların oluşturduğu deniz tehdidi sayesinde, ABD donanmasının temelleri atılıyordu.

    Önemi

    5 Eylül 1795'te ABD bu tehdide karşı bir anlaşma yapmayı kabul etti. Bu anlaşmaya göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlas Okyanusu'nda, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642.000 altın ve yılda 12.000 Osmanlı altını (216.000 dolar) ödeyecekti. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, dönemin ABD Başkanı George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koydular. ABD başkan George Washington Osmanlı imparatoru tarafından muhatap görülmemiş ve anlaşma Cezayir beylerbeyi tarafından imzalanmıştır. Böylece ABD yıllık vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşması olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul eden tek ABD belgesidir.




    nereden nereye geldık yav.uzulmemek elde degıl...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: ERGENEKON

    nereden nereye geldık yav.uzulmemek elde degıl...


    Üzülmemek ve içini çekmemek elde değil...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Çöl Gezer -- 28 Mayıs 2008; 23:35:48 >
  • Mehter Tarihi ve Marşları
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    Dünyanın en eski bandosu olarak kabul edilen Mehter’in tarihi VII. Yy. da yazılmış ve Türk tarihinin en eski yazılı kaynağı olan Orhun yazıtlarına kadar uzanmaktadır. Mehter, Türk kahramanlığının ve evrensel boyutlara ulaşmış anlayışının günümüzdeki görkemli bir anıtıdır.
    Dünya askeri tarihinin bu ilk bandosu geçmiş dönem Türk müziğinin coşkulu ritimlerini de bugüne taşımaktadır.
    Mehterin giysileri renk ve biçim bakımından ayrı bir güzellik arz eder. Giysilerinde tüm renkleri görmek mümkündür. Kullandığı enstrümanlar kaba zurna, boru, kös, davul, nakkare, zil ve çevgendir. Askeri müzik tarihinin başlangıcı ve dünya askeri bandolarının temel taşı olarak kabul edilen Mehter, bugün Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı İstanbul askeri Müze ve Kültür sitesi bünyesinde faaliyetlerini sürdürmektedir.

    Yurt içinde yurt dışında verdiği konserlerle tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Mehter, varlığını ve etkili gücünü asırlar sonra bugün de sürdürmekte, Türk toplumunun gönlünde sıcak yerini korumaktadır.


    MEHTERİN AVRUPAYA ETKİSİ
    Avrupalılarca 18. asırdan itibaren "Yeniçeri müziği" diye adlandırılan müzik; benimsenmiş, önce Polonya, sonra Avusturya, daha sonra bütün Avrupa'da onların tabiriyle Yeniçeri bandoları kurulmuştu. Bestekar Mozart ve Hayd da mehter musikisinin etkisinde kalarak meşhur bestelerini meydana getirmişlerdir. Alman besteci Beethoven "Büyük Senfoni"sinin son bölümünü mehterin kös, davul ve zurnasıyla seslendirmiştir. Beethoven, "Türk Marşı" nı mehterin bir savaş havasından adapte etti. Avusturyalı bestekar Mozart'ın "Türk Marşı", Türk askerlerinin "Allah Allah" nidalarının nakarat olarak tekrarından oluşmuştur.
    Mehterin Bu Günü
    Yüzyıllar boyunca Osmanlı askerini coşturup zaferden zafere koşturan , düşmana korku veren mehterhane , 15 Haziran 1826 da Yeniçeri ve diğer Kapıkulu ocaklarıyla beraber 2. Mahmud tarafından kaldırıldı. Mehterhanenin önemi nedeniyle yerine mızıka-yu hümâyûn isminde bir askerî mızıka teşkilatı kuruldu.
    Fakat bu değişiklik yalnız şehirlerde ve görünüşte olmuş, kırlarda, ve ordunun temelini yapan milletin aziz varlığı içinde, bağrında,Mehter sazlarının ve yiğitliğin sembolü olan davul ve zurna her zaman yerini korumuş ve çağımıza kadar rahatça kendinden, benliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ahmet Muhtar Paşa ve Celal Esat (Arseven) , tarafından 1911 yılında "Mehterhane-i Hakanî" adıyla yeniden kuruldu. 1914 te kuruluş tamamlandı. 1.Dünya savaşında Başkumandan vekili Enver Paşanın emriyle teşkilat orduya katıldı.
    İstiklal Savaşında da mehterhane hizmet vermiştir. 1935 yılına kadar tarihi Türk müziğini dinleten askeri müze mehter takımı devrin savunma bakanı Zekai Apaydın tarafından saltanat alâmeti sayılarak kaldırılmıştır. Tarihe karıştığı sanıldığı bir sırada mehterin tekrar kuruluşu 1952 yılına rastlar. Londra ya yapılan bir seyahatleri sırasında , Zamanın Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut’un İskoç gayda takımlarını görmesi tarihi mehter takımını hatırlamasına neden olmuş ve memlekete dönüşünde yine askeri müze bünyesinde olmak üzere tarihi mehter takımının kurulmasını emretmiştir.
    Ciddî tarihi araştırmalar sonunda Mehter Takımı 1953 yılında tekrar , tarihinde üçünce defa olmak üzere altı katlı olarak kurulmuştur. Kurulmuştur ve 29 Mayıs 1953 tarihinde İstanbulun Fethinin 500. yıldönümü törenine katılarak hayata dönmüştür. Zamanla yedi ve daha sonra da sekiz kata çıkarılan Mehter bölüğü , Askeri müze müdürü Ülvay Sabahattin Doras ın teklifiyle , Genel Kurmay Başkanlığının onayından geçen emriyle , dokuz katlı Mehter aslına uygun olarak kıyafetleriyle donatılmıştır. Mehter günümüzde de gerek anlam, gerekse icra yönünden oldukça farklı müzik yapısı ile yurt içinde ve dışında verdiği konserlerle tüm dünyanın ilgisini çekmektedir.


    MARŞLAR

    GÜLBANK

    Allah Allah,

    Celülül cebbar

    Muini seddar

    Halikul leyli ven Nehar

    Lalezar zülcelal

    Birdir Allah Anıl birliğine

    Resulü enbiya Peygamberimiz Cenabı Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa

    Alî evladı resulü Müştevai imdadır ruhaniyetine

    Bir cümle Alem-i İslam’ın sıhat-ı selamiyetine

    Devletimizin bekai temanisine

    Ordularımızın devamı muzaferiyetine

    Üçler, yediler, kırklar

    Göçenler demine devranına

    Hu diyelim

    Huuuu

    Eli kan

    Kılıcı kan

    Sinesi üryan, ciğeri püryan

    Meydan-ı şehadette

    Allah yoluna revan

    Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan

    Adüvden kokmadık, korkmayız hiçbir zaman

    Kuran’da zafer vaat ediyor Hazredi Yezdan

    Uğurun açık olsun ey serdar-ı mücahit

    Huda kılıcını keskin etsin

    Ömrünü gün gibi medin

    Fahri alemi hoşnut ettin

    Hak gaza yüreğini etsin mubarek ve sait

    … Ya Muhamed

    Yenkdir Allah (3)

    İllallah



    ESKİ ORDU MARŞI
    Ey şanlı ordu, ey şanlı asker
    Haydi Gazanfer, umman-ı safter
    Bir elde kalkan, bir elde hançer
    Serhadde doğru ey şanlı asker.

    Deryada olsa her şey muzaffer
    Dillerde tekbir, Allahü ekber

    Allahü ekber, Allahü ekber
    Ordumuz olsun daim muzaffer.


    CEDDİN DEDEN

    Ceddin deden, neslin baban
    Hep kahraman Türk milleti
    Orduların, pekçok zaman
    Vermiştiler dünyaya şan.

    Türk milleti, Türk milleti
    Aşk ile sev milliyeti
    Kahret vatan düşmanını
    Çeksin o mel’un zilleti.


    İHTİYATLAR SİLAH ÇATMIŞ
    İhtiyatlar silah silah çatmış
    Ah yolun üstüne hey aman aman
    Nazlı yarim geli geli vermiş
    Sol dizin üstüne adaş aman aman

    Gözün yaşı durmaz akar
    Gülyüzün üstüne hey aman aman
    Şimden sonra haram haram olsun
    Bu yerler bana adaş aman aman


    ESTERGON KAL’ASI
    Estergon Kâl’ası bre dilber aman
    Su başı durak aman
    Kemirir gönlümü bre dilber aman
    Bir sinsi firak.

    Gönül yar peşinde bre dilber aman
    Yar ondan ırak aman
    Akma Tuna akma bre şahin aman
    Ben bir dertliyim.

    Yar peşinden amanda gezer
    Koşar yandım karabahtlıyım.



    KIRIMDAN GELİRİM
    Kırım’dan gelir gelirim
    Adım da Sinan’dır hey aman
    Kılıncımın suyu yar suyu
    Kandır da dumandır hey

    Kırım’dan gelir gelirim
    Atım da araptır hey aman
    Gizlenme Nemce rü Nemçe rû
    Sinan da buradadır hey
    Meydan da burdadır hey.

    MEHTER VURUYOR
    Mehter vuruyor tarihin aksetmede yâdı
    Andık yine, Fatih’le, Süleyman’ı, Murad’ı.
    Kös sesleri sarsın bütün İstanbul’u yer yer
    Geçsin önümüzden, koca gazi ve şehitler.

    Türk ordusunun şan dolu bir satvetidir bu
    Fethin, Mahaç’ın, Niğbolu’nun haşmetidir bu.
    Mehter bize bir ruh veriyor, tâ nerelerden
    Meriçlerle,Çanakkale,Yemen’den , Kore’lerden

    ESKİ ORDU MARŞI
    Ey şanlı ordu,ey şanlı asker
    Haydi gazanfer, umman-ı safter
    Bir elde kalkan, bir elde hançer
    Serhadde doğru ey şanlı asker.

    Deryada olsa herşey muzaffer
    Dillerde tekbir, Allahü ekber

    Allahü ekber, Allahü ekber
    Ordumuz olsun daim muzaffer.


    MEHTER MARŞI
    Gâfil ne bilir neş’ve-i pür-şevk-i vegâyı
    Meydân-ı celâdetteki envar-ı sefâyı
    Merdân-ı gazâ aşk ile tekbir tekbirler alınca
    Titretti yine, rû-yı zemin arş-ı semâyı.

    Allah yolunda cenk edelim şân alalım şan
    Kur’an’da vaadediyor Hazret’iYezdan.


    ORDUNUN DUASI
    Yılmam ölümden yaradan askerim
    Orduma gazi dedi Peygamberim.

    Bir dileğim var ölürüm isterim
    Yurduma tek düşman ayak basmasın

    Amin desin hep birden yiğitler
    Allahü ekber gökten şehitler.

    Amin amin amin Allahü ekber
    Amin amin amin Allahü ekber


    ESKİ MALAZGİRT MARŞI
    Bir Cuma sabahı, Allah’a karşı
    Malazgirt’te ellidörtbin er
    Ellidörtbin er, ellidörtbin er
    Söylemişler en güzel marşı.

    Allahü ekber, Allahü ekber
    Allahü ekber, Allahü ekber
    Allahü ekber, Allahü ekber
    Allahü ekber, Allahü ekber.


    YELKENLER BİÇİLECEK
    Yelkenler biçilecek,yelkenler dikilecek
    Dağlardan çektirilen kalyonlar çektirilecek.

    Elde sensin dilde sen gönüldesin baştasın
    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın

    Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
    Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan
    Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan.

    SANCAK MARŞI
    Ertuğrul’un ocağında uyandın
    Şehitlerin kanlarıyla boyandın
    Nice düşman kâl’asına uzandın
    Sana selam ey şanlı Türk sancağı

    Çırpınarak dalgalanır kanadın
    Gökyüzüne çıkmak mıdır muradı
    Gölgende can vermek ister evlâdın
    Sana selam ey şanlı Türk sancağı


    ARTAR CİHATLA ŞANIMIZ
    Artar cihadla şanımız
    Fahr-i Resûl sultanımız
    Şer-i bize insanı Hak
    Uğrunda aksın kanımız.

    Türk oğluyuz
    Ünvanlı, namlı, şanlıyız
    Allah deyu harb ederiz
    Var nusrete imanımız.

    DEVLET MARŞI
    Askerlerin hâzır silah
    Kuvvetlenir sûlh u salâh
    Devlet bulur feyz ü felah
    Meşhur olur bu istilâh.

    Askerlerin kişver-küşâ
    Türk devleti sen çok yaşa.

    Orduların etse sefer
    Yol gösterir avn ü zafer
    Mansûr olur her bir nefer
    Düşman kalır bî-tâb-fer

    GENÇ OSMAN
    Of of Genç Osman dediğin bir küçük uşak
    Beline bağlamış ibrişim kuşak of of.

    Aman Askerin içinde birinci uşak
    Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of.

    Of of Genç Osman dediğin bir küçük aslan
    Bağdat’ın içime girilmez yastan of of.

    Aman her ana doğurmaz böyle bir aslan
    Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of.

    Of of Bağdat’ın kapısını Genç Osman açtı
    Düşmanın cümlesi önünden kaçtı of of.

    Aman kelle koltuğunda üç gün savaştı
    Allah Allah deyip geçti Genç Osman of of.


    OSMAN PAŞA MARŞI
    Tuna nehri akmam diyor
    Etrafımı yıkmam diyor
    Şanı büyük Osman Paşa
    Pilevne’den çıkmam diyor.

    Düşman Tunayı atladı
    Karakolları yokladı
    Osman Paşa’nın kolunda
    Beşbin top birden patladı



    Mehter Marşları Dinlemek içinTIKLA




  • TEVFİK FİKRET

    Bir patlama...bir duman...ve bütün bir şenlik alayı,
    Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın
    Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik,
    Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik...

    Ey yüce patlama, ey öc alıcı duman,
    Kimsin? nesin? bu saldırıya iten ne, sebep ne? kim?
    Arkanda bin meraklı bakış ve sen yoksun,
    Görünmeyen bir eli andırıyorsun, kurtarıcı.

    Sesinde o öfkenin o korkunç yıldırımı var ki
    Her yerde hak ve kurtuluş duygusunu tetikler.
    Vuruşunla kahredici ayağı titrer zorbalığın,
    En gururlu, görkemli tâcı sarsar yaklaşışın.

    Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin
    Bir uykudan uyandırır milleti dehşetin.
    Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
    Attın...ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!

    Dursaydı bir dakikacık (bu hep) geçen zaman,
    Ya da o durmasaydı o tâlihsiz* taç,
    Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
    Bir iyilik olurdu, benzeri yüzyıllarca geçmemiş.

    Ancak, rastlantı... âh o güçlülerin dostu,
    Güçsüzlerin, zavallıların değişmez düşmanı,
    Birden yetişti etkisiz kılmaya, bu yakıcı planı,
    Söndürdü bir nefeste bu parlak umudu;

    Yazdı, alay etmek için bilinçsiz yazgı,
    Zulüm tarihine bir övünme önsözünü.
    Kurtuldu; hakkıdır, alacak şimdi öcünü;
    Ancak; unutmasın şunu (ki) alçaklığın tarihi:

    Bir milleti çiğnemekle bu gün eğlenen (alçak)
    Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini

    1905 yılının 21 temmuzuydu. Padişah II. Abdülhamit'e Yıldız camisindeki cuma selâmlığından çıkmış, arabasına doğru ilerliyordu. Her zamanki gibi, caminin merdivenlerinden inecek ve dört yüz metre ileride bekleyen arabasına binecekti. Fakat bu sefer ufak bir gecikme olmuştu. Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Abdülhamit'in yolunu kesmiş, bazı konularda bilgi istemişti.

    Padişah II. Abdülhamit'le Şeyhülislâm Cemalettin Efendi arasındaki konuşma oldukça uzamıştı. Tam bu sırada korkunç bir patlama duyulmuş, arkasından araba parçaları ve insan kol ve bacakları dört bir yana savrulmaya başlamıştı. Padişahın yanında bulunanlar korkuyla kaçışıyor, canlarını kurtarmak için sığınacak yer arıyorlardı. O kadar kalabalığın arasında kılını kıpırdatmayan, yüzünde en ufak bir heyecan ve korku izi görülmeyen tek bir kişi vardı: Kuruntu ve kuşkusu herkes tarafından bilinen II. Abdülhamit..

    Ortada heykel gibi kıpırdamadan duruyordu. Yaverlerinden Miralay Sadık Bey korku ve telâştan kılıcını yere düşürmüş. Miralay Süleyman Şefik Bey de apoletini kaybetmişti. Çevresindekilerin can kaygısına düşüp çil yavrusu gibi dağılmaları, II. Abdülhamit'i çok kızdırmış ve olaydan sonra yaveri için :

    "Kılıcını düşüren yaveri maiyetimde görmek istemem, Trablus'a sürgün gidecek!.." emrini vermişti. Tehlike savuştuktan sonra, sığındıkları yerlerden çıkanlara Padişah şunları söylemişti:

    "Arabamı çekiniz, burayı kordon altına alınız, sorumluları tutuklayınız!.." Bu sırada, muhafız kıtalarının tüfeklerine mermi sürdüklerini görünce, töreni yöneten subaya :

    "Selâm emrini verdir, ne duruyorsun!." diye bağırmıştı. Muhafız kıtası hazır ol durumuna geçince, cami kapısına getirilen arabaya binen Abdülhamit, âdeti olmadığı halde ayakta durmuş, dizginleri kendi kullanarak Çit köşküne varmıştı
    Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurmaya çalışan Ermeni Komitacıları karşılarında en büyük engel olarak gördükleri Padişah II. Sultan Abdülhamit'i öldürmek istemişlerdi. Kendileri bu işte yeteri kadar tecrübeli olmadıklarından, Avrupa ve Rusya'daki uluslararası anarşistlerle ilişki kurmuşlar, onlardan Abdülhamit'in öldürülmesi konusunda yardım ve destek sağlamışlardı.

    Bu iş için özel olarak İstanbul'a gelenlerden biri de Belçikalı ünlü anarşist Edvard Jorris'ti. O dönemde anarşizm bütün dünyayı sarmış, suikasta uğramayan hükümdar ya da cumhurbaşkanı hemen hemen kalmamıştı. Şimdi sıra II. Abdülhamit'teydi. Edvard Jorris, göze çarpmamak için Singer şirketine memur olarak girmiş, Padişah'ın cuma selâmlıklarını büyük bir dikkatle izlemeye başlamıştı. Abdülhamit, cuma günleri Yıldız camisinden çıktıktan sonra, 1 dakika 42 saniyede arabasının yanına gidiyordu. Birkaç cuma selâmlığını gözleyen Jorris, bu sürenin hiç değişmediğini. Padişahın bir saat düzeni içinde bu yolu, daima 1 dakika 42 saniyede aldığını görmüştü.

    Suikastı hazırlayan örgüt oldukça genişti. Jorris'ten başka, Rusya'dan gelen Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Hacı Nişan Minasyan, Mıgırdıç Serkis Garibyan, Karabet Ohanesyan, Vahram Sabun Kendiryan, Silviyoriçi, Sari Torkom, Trase Yuvanoviç bu örgütün belli başlı üyeleriydiler.

    Hazırlanan plana göre, Yıldız camisi önünde bomba çatlatılıp II. Abdülhamit öldürüldükten sonra, Galata Köprüsü, Tünel, yabancı banka ve kurumlar havaya uçurulacak, yabancı devletlerin işe karışmaları sağlanacaktı. Filibe şehrinde Ermeni Komitacıları büyük bir toplantı yapmışlar, bu toplantıya Slav ve Siyonist örgütleri de katılmıştı. Pro Armenia gazetesi başyazarı Pirkiyar da bu toplantıda bulunanlar arasındaydı. Yapılan görüşmeler sonunda plan hazırlanmış ve II. Abdülhamit'in Yıldız camisinden çıkarken öldürülmesi kararlaştırılmıştı.

    Gerçek adı Kristofor Mikaelyan olan fakat Samuel Fayn takma adiyle dolaşan Rus Ermenisi, Viyana'da Neseldorfer Wagenbefcu Fabriks Geselschaft firmasına bir fayton yaptırmış ve bunu parça parça Türkiye'ye sokmuşlardı. Deniz yoluyla gelen faytonun parçalarını İstanbul'da komitenin adamı Silviyoriçi alıyor, muayenesiz geçmesi için de gümrük memurlarına para yediriyordu.

    İçine patlayıcı madde yerleştirilecek biçimde yaptırılan bu araba, bir araya getirildikten sonra, Şişli dışında denenmiş, amaca uygun bulunmuştu. Faytona 80 kilo patlayıcı maddeyle 20 kilo demir parçası konmuş, arabaya koşulacak atlar da, o dönemin ünlü tiyatrocularından "Kel" Hasan Efendi'den satın alınmıştı. "Machine İnfernale-Cehennem Makinesi" adı verilen ve bombayı istenilen zamanda patlatacak olan araç, Fransa'dan getirtilmişti. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra, 21 Temmuz 1905 cuma günü fayton, Abdülhamit'in dört at koşulu arabasının yanına bırakılmış, Padişahın camiden dışarıya çıkması beklenmeye başlanmıştı.

    Abdülhamit, caminin kapısında görününce Kristofor Mikaelyan ve kızı olarak tanıttığı Robina, Cehennem Makinesini çalıştırarak, bomba 1 dakika 42 saniye sonra patlayacak duruma getirilmişti. Fakat Padişah, kapı önünde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'yle konuşmaya dalınca, süre dolmuş, Abdülhamit ölümden kurtulmuştu. Suikast amacını gerçekleştirememişti ama, tam 26 kişi ölmüş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca, 17 arabayla 20 at da parçalanmıştı. Cehennem Makinesi'ni çalıştırdıktan sonra kaçamayan Kristifor Mikaelyan da ölüler arasındaydı.

    Suikastçılardan birçoğu yabancı pasaport taşıdıklarından yurt dışına kaçmışlardı. Fakat Edvard Jorris yakalanmıştı. Arabanın parçaları arasında bulunan Neseldorfer kelimesiyle 11123 rakamı, olayın aydınlanmasını sağlamış, konuşmamakta direnen Edvard Jorris de her şeyin ortaya çıktığını görünce, bütün bildiklerini anlatmıştı. Suikastçılardan Hacı Nişan Minasyan, sorgusu sırasında gittiği yüznumarada, teneke ibrikle bilek damarlarını ve karnını yırtarak intihar etmiş, geri kalanlar idam cezasına çarptırılmışlardı.

    Abdülhamit, Edvard Jorris'i bağışlamış, ayrıca kendisine 500 altın vermişti. Jorris, daha sonraları Avrupa'da Abdülhamit'in bir ajanı olarak çatışmış, saraya önemli raporlar göndermiştir.

    Abdülhamit'in Ermeni Komitacıları tarafından öldürülememesi, nedense Tevfik Fikret'i pek üzmüş ve bu üzüntüsünü "Bir Lâhza-i Ta'ahhur - Bir anlık duraklama" adlı şiirinde şu mısralarla belirtmişti :

    "Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
    Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın"
    Tevfik Fikret, Türk Edebiyatının duayeni, bu olay üzerine hemen kolları sıvayıp böyle sığ ve alçakça bir şiiri yazıvermişti. Ekmeğini yediği yere ihanet etmek değimini Tevfik Fikret'e armağan edebiliriz. Sultan Abdülhamid'e ne kadar muhalif varsa, bu gün onların isimleri ya cadde ismi olmuş(örn, MİTHAT PAŞA), ya da şiirleri edebiyat kitaplarında baş köşeye oturtulmuştur, bu durum gerçekten bana dayanılmaz bir acı veriyor. Otuz üç sene bir tek toprak kaybettirmemiş, uyguladığı denge politikası ile düşmanlarını birbirine düşürmüş, merhameti sayesinde birkaç vatan haini dışında kimseye idam cezası vermemiş bir padişaha bu lafları söyleyen şair ve münevverlerimize! Yazıklar olsun.Zaten Ermeni kundakcısının sonu da sevgili münevverimiz Tevfik Fikret'in dediği gibi, "KURTULDU HAKKIDIR ALACAK ŞİMDİ ÖCÜNÜ" olmamıştır, Ulu Hakan Ermeni kundakçısını affedip cebine para koyarak, Osmanlı adına ajanlık yaptırmıştır, işte lider budur merhamet ve akılla yoğrulmuş Sultanımıza saygı ve sevgilerimizle. Yazımızı Tevfik Firkete cevaben Ulu Hakan Abdülhamid Han'ın o meşhur sözü ile bitirelim; Bir Osmanlı Padişahı ve Halifesine bomba ile kast eden Ermeni kundakçılarını alkışlamayı vatanperverlik sayan münevverleri görünce, kim olduklarını tanısınlar diye… Hiçbir namuslu Ermeni, padişahına kast eden eli bombalı ırkdaşına "şanlı avcı" diyecek kadar hayâsız olmamıştır.




  • Fetih resimlerini burayada ekleyelim.


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




  • Resimler harika yahu
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fetih

    İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkümleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.

    Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:

    - Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.

    Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:

    Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.

    Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:

    - Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.

    Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.

    Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar:

    Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister;

    - Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der.

    Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:

    - Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar.

    Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir.

    Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul'a Hazreti Fatih'in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler:

    - Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.


    Hazreti ne demek ya?

    * Türkçede peygamber adlarından önce kullanılması gelenekselleşmiş arapça hazret*-i* den türemiş kelime.

    Fatih Sultan Mehmet'i peygamber olarakmı görüyorsunuz?
    Edit:yazım hatası



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dahauyeolmicam -- 29 Mayıs 2008; 20:02:01 >




  • Resimler muhteşem,ellerinize sağlık.
  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




  • 
Sayfa: önceki 2122232425
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.