Şimdi Ara

Tarihe Geçmiş İnsanlar (9. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
199
Cevap
1
Favori
61.735
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Giuseppe Garibaldi

    Erken Hayatı

    Garibaldi 1807'de Nice (Nizza) şehrinde doğdu. O zaman şehir İtalyandı ve Sardunya Krallığı'na aitti. Gerçekte şehir Fransa'ya verilmişti. Ve kazanılmış gerçek ismi Nice sadece 1859 da. Bir hediye olarak yardım için Fransa, İtalya'nın birleşmesi için vermişti. Garibaldi ailesi, sahil işi ile uğraşıyordu ve O deniz hayatı için yetiştiriliyordu. 1832'de tüccar denizci kaptanı olarak setifikalandı. Garibaldi'nin hayatında çok etkileyici bir gün Taganrog'u bir ziyaretinde geldi. Rusya, Nisan,1833 de. Clorinda göletinde on gün için palamara bağlandı, gemisi portakal yüklü iken. Sahilde denizci hanında, Oneglia'lı Giovine Battista Cunco ile karşılaştı. O İtalya'lı politik bir göçmen ve La Giovine Italia "Genç İtalya" hareketinin gizli üyesi idi. Kurucusu Guiseppe Mazzini,İtalya birliğinin politik ve sosyal reformlara doğru Liberal Cumhuriyet ateşli savunucusu idi. Garibaldi cemiyete katıldı ve Vatanının Avusturya dominyonundan bağımsızlığı için hayatı boyunca mücadele edeceğine yemin etti. Garibaldi, Ekim 1833 Cenevre'de Mazzini'nin kendisiyle tanıştı. Başlayan ilişkileri daha sonra problemli bir bir duruma gelecekti. Gizli devrimci birliğine katıldı. Şubat 1834'de, Mazzini'nin "Piedmont" daki başarılı olmayan ayaklanmasına katıldı.Ceneviz mahkemesi tarafından yokluğunda ölüme mahkum oldu ve Marsilya'ya kaçtı.


    Güney Amerika Maceraları

    Tunus'dan sonra Garibaldi Brezilya'ya gitti. "Rio Grande do Sol" (eski Brezilya'nın Sâo Pedro Do Rio Grande do Sol bölgesi) Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı olayına açıldı. Gaucho (Portekizce bir terim olup Güney Amerika Pampas "ağaçsız geniş ovalar" da yaşayanları tanımlamak için kullanılır) isyancı grubuna katıldı. Onlar Farrapos (Tatters:parça,çaput) olarak biliniyordu ve yeni olan Brezilya ulus bağımsızlığına karşıydı. Garibaldi bu savaş sırasında, Tatter ordusunun Brezilya'da "Santa Catarina" bölgesinde diğer bir Cumhuriyet ilan etmeye çalıştığında bir kadına rastladı. Anita Ribeiro da Silva (en iyi "Anita" olarak tanınıyordu.) Ekim 1839 da Anita kocası Manuel Duarte Agular'ı terk etti. Rio Pardo'da gemisinde Garibaldi'ye katıldı. Bir ay sonra sevdiği kişinin tarafında İmbituba ve Laguna savaşlarına katıldı. 1841 de çift Montevideo'ya (Uruguay) hareket etti.Garibaldi orada tüccar ve okul müdürü olarak çalışıyordu. Takip eden yılda evlendiler. Dört çocukları oldu. Monetti 1840, Rosita 1843, Terasita 1845 ve Ricciotti 1847'de doğdular. Kadın at biniciliğinde ustalaşmış Anita'nın Garibaldi hakkında onun Güney Brezilya ve Uruguay Gaucho kültürüne sahip olduğunu düşündüğü söylenir. 1842 de Uruguay filosu komutanlığını aldı ve Arjantin diktatörü Juan Manuel de Rosa'a karşı İtalyan lejyonunu mevziledi. Ülkenin savaşı (Guerra Grande)için Lejyon İtalya yas gününü temsil eden siyah bayrağı benimsedi. Merkezindeki volkan, vatanındaki uyuyan, uyuşuk güçleri temsil ediyordu. Uruguay'daki lejyon ilk kımızı gömlek giyiyordu. Montevideo'daki fabrikadan temin edilen. Fabrika gömlekleri Arjantin'deki bir mezbahaneye ihraç etmeyi tasarlıyordu. Garibaldi ve onun takipçilerinin sembolü haline geldi. 1842 ve 1848'de Garibaldi Montevideo'yu, eski Uruguay diktatörü Manuel Oribe'nin liderlik ettiği Arjantin kuvvetlerine karşı savunuyordu. Gerilla savaşında ustaca bir taktik belirleyerek 1846 da Cerro ve Sant'Antonio savaşlarında iki kutlanacak zafer elde etti. Her ne kadar bazı Uruguay gemilerini yönettiğinde az başarı elde etmiş olduğu halde. Vatanını alın yazısı, her durumda Garibaldi'yi ilgilendirmeye devam ediyordu. 1846'daki papa IX. Pius'un seçimi İtalya yurtseverleri içinde sansasyona sebeb olmuştu. Hem İtalya'da hem de dışarda. Papanın başlangıç reformlarında Vicenza Giobetti (5 Nisan 1801-26 Ekim 1852) hakkında onun İtalya'nın birliği için liderliği temin edeceği kehanetinde bulunuyordu. Bu haber Montevideo'ya ulaştığında Garibaldi papaya bir mektup yazar.


    İtalya'ya dönüşü ve ikinci sürgün

    Giuseppe ve Anita Garibaldi San Marino'ya kaçıyorlarGaribaldi İtalya'ya 1848 devriminin karışıklığı içinde döndü. Charles Albert'in (Carlos Alberto:2 Ekim 1798- 28 Temmuz 1849 sardunya kralı"1831-1849") hizmetine önerildi. Kral bazı liberal eğilimler gösteriyodu. Fakat garibaldi'ye karşı soğuk ve güvensiz davranıyordu. Piedmontese'den ters cevap aldı, o ve onun takipçileri Lombardy'ye geçtiler. Onlar Avusturya işgaline karşı ayaklanmışlar ve Milan hükümeti eyaletine yardım sunuyorlardı. Takip eden bu yönde, Başarısız İlk İtalyan Bağımsızlık Savaşında, Luino ve Morazzone'deki iki küçük zaferde ordusunu yönetiyordu. Novara (23 Mart 1849) daki Piedmontese yenilgisi izdihamından sonra Garibaldi Cumhuriyeti desteklemek için Roma'ya hareket etti ki Papalığa ait bir devlet ilan ediliyordu. Fakat, Luis Napeleon (Gelecekteki III.Napeleon) onu devirmeye tehdit etmek için bir Fransız kuvveti gönderdi. Manzini'nin zorlamasıyla Garibaldi Roma'nın savunmasının komutanlığını aldı. Karısı Anita onunla birlikte savaştı. Tüm gayretlerine rağman şehir 30 Haziran 1849 da düştü. Garibaldi ve onun kuvvetleri Avusturya,Fransa,İspanya ve Napoli orduları tarafından avlanıyordu. Venedik'e ulaşmak amacıyla kuzeye kaçtığında,ayaklananlar hala Avusturya'nın kuşatmasına direniyordu. Destansı bir yürüyüşten sonra, San Marino'da kendisini hala takip eden 250 adamıyla geçici göçmenlik aldı. Anita,onların beşinci bebeğini taşıyordu, geri çekilme sürecinde Comacchio yakınlarında öldü.


    Amerika

    Garibaldi sonunda, La Spezia yakınındaki Portovenere'ye ulaşmayı başardı. Fakat Piedmontese hükümeti onu tekrar yurtdışına göç etmeye zorluyordu. Tangier'de kalmasından sonra Staten Island'a (New York) hareket etti. 30 Temmuz 1850'de oraya vardı ve kendini açığa vurmaktan kaçınmak için sürgünde. Ev sahibi, zamanının çoğunu atölyesinde mum yaparak harcadığı mucit Antonio Meucci idi. Fakat sonuçtan memnun değildi. Sonraları gemi kaptanı olarak Pasifik'e çeşitli seyehatler yaptı. Seyehatlerinin en uzunu, 1851 Nisanından başlayıp iki yıl süren ve bu seyahat sırasında Peru'daki And'lı kadın kahramanı Manuela Sâenz'i ziyaret ettiği olandı. Garibaldi New York'u son olarak Kasım 1853'de terk etti.


    Tyne Nehri kıyısında

    Garibaldi 21 Mart 1854'de İngiltere'nin kuzey doğusunda Tyne Nehri ağzında ulusal gemi kaptanı olarak seyir halindeydi. Gemi Baltimor'dan kalkmıştı ve rıhtıma yanaşıp yükünü South Shield'e (İngiltere'de sahil kasabası) boşalttığında Amerikan bayrağı dalgalanıyordu. Garibaldi, Newcastle Courant civardaki yüksek rütbeli kimselerin akşam yemeği davetini reddetiğini haber yapmasına rağmen, Tyne nehri kıyısında popüler bir şahsiyetti ve yörenin işçi sınıfı tarafından coşkuyla karşılanıyordu. Onun bulunması hatırasına bir kılıç Garibaldi'ye sunuluyordu. Ondan yaklaşık olarak yarım yüzyıl sonra torunu Güney Afrika'da İngiliz ordusun için gönüllü olarak Boer savaşında çarpışırken o kılıı taşıyordu. Garibaldi 1854 Nisanının sonunda oradan ayrılarak, toplamda Tyne Nehri kıyısında bir aydan biraz daha fazla bir süre kalmış oluyordu.


    İkinci İtalyan bağımsızlık savaşı

    Garibaldi 1854'de İtalya'ya yeniden döndü. Abisinin ölümünden kalan küçük mirası kullanarak İtalyan Caprera (Kuzey Sardunya) adasının yarısını satın aldı ve kendini tarıma verdi.
    1859'da İkinci İtalyan bağımsızlık savaşı (Avusturya-Sardunya savaşı olarak da bilinir) Sardunya hükümetindeki iç entrikalar ortasında patlak verdi. Garibaldi tüm general atandı ve "Alp'lerin avcıları " adlı bir birlik kurdu. Bu olaydan sonra sadece Piedmontese krallığının etkin biçimde başaracağını varsayarak, İtalya'nın kurtuluşunun hakkındaki Manzini'nin Cumhuriyetçi fikrini terk etti.
    Gönüllüleri ile Varese, Como ve diğer yerlerde Avusturyalı'lara karşı zaferler kazandı.
    Vatan şehri Nice'nin Fransız'lara elzem olan askeri yardım karşılığında teslim edilmesi Garibaldi'nin canını çok sıktı.


    Ölümü

    Garibaldi heykeli Washington Square Parkİtalyan Parlementosuna tekrar seçilmesine rağmen sonraki yıllarının çoğunu Caprera'da geçirdi.
    1879'da, kiliseye ait taşınmazları yürürlükten kaldırıp, düzenli bir ordu kurup, genel oy kullanma hakkını ileri sürerek League of Democracyi kurdu. Eklem iltihabı onu yatağa gitmeye zorladı. Calabria ve Sicilya'ya seyehatler yaptı. 1880'de, ondan evvelce üç çocuğu olan, Francesca Armosino ile evlendi.
    Ölüm döşeğinde iken yatağının zümrüt yeşili ve safir mavisi denizi görebileceği bir yere taşınmasını istedi. 2 Haziran 1882'de, 75 yaşında öldü


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




  • Ronald Reagan



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Ronald Wilson Reagan (d. 6 Şubat 1911, Illinois - ö. 5 Haziran 2004, Kaliforniya), ABD'nin 40. başkanı (1981-1989) ve 33. (1967-1975) Kaliforniya valisi.

    1911 yılında, Nellie ve John Reagan'ın ikinci oğlu olarak Tampico'da (Illinois) dünyaya geldi. Eureka College'den 1932 yılında mezun olan Reagan, 5 yıl boyunca radyoda spiker olarak çalıştı ve 1937 yılında ilk filmi "Love Is on the Air" de rol aldı. Hollywood'da siyasete gireceğinin işaretlerini veren Reagan, hep Demokrat Parti'ye yakınlığıyla bilindi. Ancak 1962'de Cumhuriyetçi Parti'ye geçti ve ünlü Hollywood yıldızlarının aleyhteki propagandasına rağmen 1966'da Kaliforniya valisi seçildi.

    Daha o dönemde gözünü diktiği ABD başkanlık koltuğuna, karşılaştığı zorluklar karşısında pes etmeyerek 1980'de oturdu. Yemin ettiği gün,İran rehine krizinin çözülmesi, iki ay sonra ise bir suikast girişiminden kurtulması, Hollywood'dan kalma 'kahraman' imajını pekiştirmesine neden oldu.1984'te büyük bir oy farkıyla ikinci kez başkan seçilen Reagan rotasını bu kez, komünizm ve SSCB'ye çevirdi. Silahlanma harcamalarını artırdı ve SSCB'nin rekabet edemeyeceği maliyetteki 'Yıldız Savaşları' projesini geliştirdi. Bir yandan da 1985'te iktidara gelen SSCB lideri Mikhail Gorbaçov'la beklenmedik bir yakınlık kurdu.

    SSCB'de reform çabalarına destek verir göründü, Orta Menzilli Nükleer Silahlar anlaşmasını imzaladı ve Soğuk Savaş'ın Washington lehine sonuçlanması ona 'SSCB'yi dağıtan lider' unvanını kazandırdı. Birçok siyasetçiye göre Reagan, Gorbaçov'a, Sovyetler'in sonunun gelmesi için yardımcı olmuştu. Reagan'ın savunma proje ve harcamalarına 'nefesi yetmeyen' SSCB'nin 'oyundan çekildiği' yorumları yapılmaya başladı. Reagan,1989'da görevden ayrılırken, seçimi dönemin Başkan Yardımcısı George Bush kazandı. Uzmanlara göre 'selefi'nin Sovyet politikasını aynen uygulayan Bush da 'Reagan'ın ektiğini biçti' ve SSCB Aralık 1991'de resmen dağıldı. 'Sovyetler'i dağıtan adam' sıfatı alan Reagan'ın iki dönemlik başkanlık döneminde, dünya siyasetinde 'baş ağrıları' da oldu. Lübnan iç savaşına müdahale etmesinin karşılığını Ekim 1983'te 250 deniz piyadesinin öldürüldüğü bombalı saldırıyla aldı.

    Dünya tarihinde sağ politikalara yeni bir nefes getiren Ronald Reagan, bu özelliğini, Arjantin'le yaşanan Falkland Adaları savaşında destek verdiği dönemin Britanya Başbakanı Margaret Thatcher ile de paylaştı.

    Hiç şüphesiz Reagan için en önemli olaylardan biri ABD-İran ilişkilerinde yaşanan gelişmelerdi. 20 Ocak 1981'de başkanlık yemini ettiği gün, ABD-İran ilişkilerinin iyice gerilmesine neden olan rehine krizi çözülen Reagan'ı bekleyen en zor dönem yine İran'la ilişkiler oldu. 'İran-gate' diye tarihe geçen, İran'a yasadışı silah satışının ortaya çıkması, 'karizmatik' Reagan'ın koltuğunu salladı. İran İslam Devrimi'nin ardından başlayan ve 1980-1988 arasında süren İran-Irak savaşı Reagan'ın dış politika gündemini uzun bir süre bu bölgeye endekslemesine neden oldu. 1986'da Reagan yönetiminin, Kongre'nin kararlarına aykırı olarak Lübnan'daki ABD'li rehinelerin kurtarılması karşılığında İran'a gizlice silah sattığı ortaya çıktı. Soruşturmada, İran'dan elde edilen paranın Nikaragua'daki solcu Sandinista hükümetiyle çatışan 'Kontralara' gönderildiği ortaya çıktı. Reagan, 'İran'a gizlice silah satışına onay verdiğini' doğruladı. Satışı düzenlediği gerekçesiyle Albay Oliver North görevden alındı, Amiral John Pointexter istifa etti. Reagan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert McFarlane ise intihara kalkıştı. Komisyon raporu Reagan'ın bağlantısını asla kanıtlayamadı ancak 'Amerikan halkına yalan söylemekle' itham etti.

    Reagan döneminde Latin Amerika ülkelerine karşı müdahaleler 300 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların yaşandığı Nikaragua ile sınırlı kalmadı. 1977'de ABD'nin sağcılara 3 milyar doları bulan yardım sağladığı El Salvador'daki iç savaşta 50.000 sivil öldü.

    Reagan, ikinci başkanlık döneminin dolmasının ardından Şubat 1989'da, anayasaya göre tekrar başkan adayı olamadığı için emekliye ayrıldı. Yerine, kendisinin Başkan Yardımcılığı'nı yapan Cumhuriyetçi Parti adayı George H. W. Bush Başkan seçildi. Böylece, 2. Dünya Savaşının bitmesinden bu yana ilk defa (ve şimdiye kadar tek defa) ABD'de aynı partinin adayı üç defa üst üste Başkan seçilmiş oldu.

    5 Kasım 1994'de Alzheimer teşhisi konulan Ronald Reagan, 5 Haziran 2004 tarihinde öldü.




  • Leonardo da Vinci



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Leonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi. Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının yerleşmesinden önce dünyaya tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Eserlerini "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır.

    Somut kanıtlar bulunmasa da, Leonardo'nun annesi Caterina'nın, babası Piero'ya ait Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor. Babası, Leonardo’nun doğduğu yıl, Albiera adındaki ilk eşi ile evlendi, Caterina ile ise hiçbir zaman evlenmedi.

    Leonardo’ya bebekliğinde annesi baktı, ancak birkaç yıl sonra annesi başka biriyle evlendirilerek komşu kasabaya yerleşince, babasının nadiren uğradığı büyükbabasının evinde yaşamaya başladı; arada sırada Floransa’ya babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilmişti ama hiçbir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi ve amcası Francesco dışında ailedeki kimseden sevgi görmedi.

    Leondardo'nun anatomi ve insan vücudu üzerine eğitimi çıraklık döneminde başladı. Öğretmeni Andrea del Verrocchio öğrencilerinin anatomiyi kavramasında ısrarlıydı.

    14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466’da babası ile birlikte Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası, dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı Andrea del Verrocchio'ya gösterince, Verrochio onu çırak olarak yanına aldı. Leonardo Verrocchio'nun yanında Lorenzo di Credi ve Pietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir çalmayı da öğrendi.Gerçektende iyi çalıyordu.

    Floransa’yı 1482’de terkederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz, mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektubu bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır.

    Leonardo, 1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı, aynı zamanda bina, makine ve silah tasarımları yaptı. 1485 - 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan makinelerin yanısıra, kilise, kale ve kanal yapımı gibi mimari yapılar ile ilgilendi, anatomi çalışmaları yaptı, öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki, başladığı çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates’dir.

    1499’da Milano'yu terkeden ve yeni bir koruyucu (hami ) aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı.

    İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele etti ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı.

    1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiçbir sanatsal ürün üretmemişti.

    1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı.



    1516’da koruyucusu Giuliano de' Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’ten Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Leonardo'ya büyük hayranlık duyan kral, sık sık ziyarete gelir ve sohbet ederdi.

    Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terketmişti.

    Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir, ancak, 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve bir gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi.




  • Charles Babbage



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Charles Babbage, (26 Aralık 1791 – 18 Ekim, 1871) tarihleri arasında yaşamış önemli bir İngiliz matematikçi, analitik filozof, makine mühendisi ve programlanabilir bilgisayar fikrini ortaya atan (proto)-bilgisayar bilimcisi mucit. Çalışmalarının bir kısmı Londra Bilim Müzesi'nde sergilenmektedir. Mekanik olarak çalışabildiği sonradan kanıtlanmış bir hesap makinesi geliştirmiştir. Yaptığı hesap makinesini günümüz bilgisayarlarının geliştirilmesinde en önemli katkılarda bulunduğu kabul edilir.

    1991 Yılında, Babbage'ın özgün çalışmalarına sadık kalarak onun Fark makinesi diye adlandırdığı cihaz tamamlanmış ve mükemmel bir şekilde çalıştığı görülmüştür.

    Babbage'ın zamanında, matematiksel tablolar çok yüksek oranda işlem hataları içeriyorlardı. Cambridge'te iken insanlar tarafından hesaplanarak hazırlanan bu tabloların ne kadar hatalı yapıldığını görerek, kendini insandan kaynaklı hatalara engel olabileceği bir hesap makinesinin tasarımına adamıştır. 1822 yılında, polinom işlevlerin (fonksiyonların) değerlerinin hesaplanmasını olanaklı kılacak, Fark makinesi adını verdiği aygıtın yapımına başlamıştır.


    Babbage Charles 1830'ların ortalarında çözümleyici makine diye adlandırılan ve çağdaş sayısal (dijital) bilgisayarın öncüsü olan aygıtın tasarımını gerçekleştirdi. Bu aygıtta delikli kartlardan gelen komutlar uyarınca herhangi bir aritmetik işlemin yapılabilmesi öngörülüyordu. Ayrıca sayıların saklanabileceği bir bellek birimi, işlemlerin art arda ve sırasıyla yapılmasını sağlayacak ardışık kontrol ve bugünkü bilgisayarın daha birçok temel öğesi makinede yer alacaktı. Ama çözümleyici makine hiçbir zaman tamamlanamadı. Babbage'ın tasarımı 1937'de not defteri bulununcaya değin unutuldu.


    Fark makinesi, bir değerler serisini otomatik olarak hesaplayabilmeyi öngörüyordu. Sonlu farklar yönteminden yararlanarak, çarpma ve bölme işlemlerinden yararlanmaksızın hesaplama yapmak mümkündü.

    Fark makinesi, projenin ilk haliyle, 2.5 mt yüksekliğinde, 15 ton ağırlığında olacak ve 25,000 parçadan oluşacaktı. Projesine mali kaynak bulabilmesine rağmen tamamlayamamıştır. Daha sonra Fark makinesinin geliştirilmiş bir modelini tasarlamasına rağmen bunun yapımına hiç başlayamamıştır. 19. Yüzyılın olanak tanıdığı ölçüsel toleranslarla 1989-1991 yılları arasında tamamlanan bu makine, Londra Bilim Müzesi'nde çalıştırıldığı zaman ortalama bir elektronik hesap makinesinden çok daha öteye giderek 31 basamağa kadar doğru hesap yapabildiği görülmüştür.


    Babbage geliştirdiği ikinci Fark makinesi ile birlikte çalışabilecek, değişken sütun ve satır özelliklerine sahip, çıktı formatı programlanabilmesi gibi şaşırtıcı özelliklere sahip bir yazıcı tasarlamıştır. Fark makinesinin tamamlanmasından dokuz yıl sonra, Bilim Müzesi, 19. yüzyıl cihazları için oldukça karmaşık sayılabilecek bu yazıcıyı da tamamlamıştır.


    Fark makinesinin tasarımından sonra Babbage, bundan çok daha karmaşık olan Analitik makine'nin tasarımına başlamıştır. Öldüğü 1871 yılına kadar bu makinenin üzerinde çalışmıştır. İki makine arasındaki önemli farklardan birisi, Analitik makinenin, o zamana kadar henüz duyulmamış bir şey olan delikli kartları (punch card) kullanabilmesidir. Kullanıcıların programları önceden yapabilmesinin bir ihtiyaç olduğunu ve programları makineye iletebilmek için de uygun ortamın delikli kartlar olduğu düşüncesine varmıştır. Babbage, makineyi birden fazla işlevi ardışık olarak yapabilecek şekilde tasarlanmaya çalışmıştır.




  • Jimmy Carter



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Jimmy Carter (James Earl Carter, Jr.), Amerika Birleşik Devletleri'nin 39. başkanıdır. 1977-1981 yılları arasında başkanlık yapmıştır. 2002 yılında Nobel Barış Ödülü'nü kazanmıştır.

    Jimmy Carter 1924 yılında doğdu. ABD'nin Georgia eyaletinde fıstık tarımıyla uğraşan bir ailenin çocuğudur. 1970 yılında Georgia eyaletine vali seçildi. 1976 yılında o zamanki başkan Gerald Ford'a karşı Demokrat partiden adaylığını koydu ve seçimi küçük bir farkla kazanarak başkan oldu.

    Jimmy Carter'ın başkanlığı sırasında petrol krizi yaşandı. Enflasyon oranı tarihin en yüksek değerlerinden birine ulaştı. Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal etti. İran'daki Şah Muhammed Rıza Pehlevi yönetimi yıkılarak İslam Cumhuriyeti kuruldu. ABD'nin Tahran'daki elçiği hükümetten cesaret alan bir grup öğrenci tarafından işgal edildi ve elçilik çalışanları 444 günlük bir süreyle rehin alındı. Bu durum Jimmy Carter'ın başkanlığının son günlerine kadar sürdü ve Jimmy Carter'ın rehinelerin serbest bırakılması konusunda başarısızlığı 1980 yılındaki başkanlık seçimlerini Ronald Reagan'a kaybetmesinde büyük rol oynadı.

    Başkanlığından sonraki dönemde Jimmy Carter dünya çapındaki birçok krizde ara buluculuk görevini üstlendi. Bu konudaki katkılarından dolayı 2002 yılında Nobel Barış Ödülü'ne almaya uygun görüldü.




  • George Washington



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    George Washington 22 Şubat 1732'de ABD'nin Virjinya eyaletinde, Wakefield / Westmoreland County'de doğdu.

    ABD'nin bağımsızlık savaşında önemli rol oynadığı için, ülkesinde tarihinin en önemli şahıslarından biri olarak sayılıyor. Amerikan başkanlık kurumunu şekillendirdi ve iki dönem, sekiz yıl sonra üçüncü dönem başkanlıktan vazgeçerek ülkesinde bir gelenek yarattı (Bu gelenek Franklin D. Roosevelt'e kadar devam etti, sonra anayasallaştı).

    Dört nesilden beri Virjinya'da yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Augustine Washington (1693-1743) ve annesi Mary Ball (1708-1789) İngiliz asıllıydılar. Henüz 11 yaşında tütün çiftçisi ve mesahacı olan babasını kaybetti.


    1754'ün yaz aylarında, Washington yakın ilişkilerinden faydalanarak torpil sayesinde Virjinya Valisi tarafından eyalet milisinin komutanlığına getirilidi. Milis, Fransızların ve İngilizlerin kavgasını ettiği batıdaki bölgelerde rakibin ileri karakollarını ve keşif birliklerini aramakla görevliydi. Bu süreç içinde Washington, Virjinya'nin batı sınırında bir dizi kale kurdu ve Ohio Vadisi’ne giren Fransızlarla müzakereleri yürüttü. Artan gerilim Fransızlarla ve onlarla müttefik yerli kabilelerle Fransız-Kızılderili Savaşı’na sebep oldu. ("French and Indian War“, 1754 –1763),

    Washington’un liderliğinde ki heterojen birlik, el değmemiş bölgelerde haftalarca süren yürüyüşlerin ardından nihayet bugünün Pittsburgh yakınlarında bir Fransız birliğiyle karşılaştı ve karşılaşmayı takip eden müsademede Fransız birliği yendi. Çok şanlı bir çatışma olmasa da bu ilk savaş tecrübesi Washington’a askeri lider namını kazandırdı. Sonralari rakibin daha üstün silahlı kuvvetleri tarafından Fort Necessity'de kuşatıldı ve serbestçe geri çekilme karşılığı mütakereye zorlandı.

    Bir sonraki yıl, yarbay rütbesinde İngiliz ordusunun Braddock Seferi’ne katıldı. Altında 3 atı vurulduğu ve felaketle sonuçlanan Monongahela Muharebesi’nde oldukça basiretli davranabilerek geri çekilme kararı aldı. Sonra albay rütbesinde Virjinya’nın ilk düzenli alayını kurarak savaşa katıldı ve eyaletindeki bütün birliklerin başkomutanlığına getirildi. Asıl savaş komşu bölgelerde gerçekleşse de, Virjinya’nın batı sınırını Fransız birliklerine karşı başarıyla korudu. 1758 yılında, ‘Fort Duquesne’ adında Fransız kalesinin alınmasında belirleyici rol oynadı.

    Savaş süreci içinde İngiliz subayların gerisine itilmesi ve milislerinin sadece sınır koruma olarak kullanılması ona anavatanına karşı bir daha atlatamıyacağı kin duyguları beslemesine sebep oldu. 1759’da alayından ayrılarak Virjinya meclisinde milletvekili oldu.


    Nisan 1775'te çatışmaların başlamasıyla, II. Kıta Kongresi’ne (Second Continental Congress) uniformayla gelen George Washington savaşa hazır olduğunu gösteriyordu. Massachusett delegesi John Adams’ın önerisi üzere Kıta Ordusu'nun (Continental Army) başkomutanı seçildi. Adams’a göre, o aşamaya kadar kuzeylilerden oluşan Kıta Ordusu'nun liderliğine bir güneylinin atanması mücadelede bütün kolonileri birleştirecekti. Washington, bu görev için, masraflarının karşılanmasından öteye bir gelir istemediğini belirtti.

    3 Temmuz 1775'te, İngilizlerin işgal ettiği Boston’u kuşatma altında tutan Kıta Ordusu'nun başına geçti. Mart 1776'da, İngilizlerin Boston'u boşaltmalarından sonra, Washington ordusunu New York City’e çekti. 4 Temmuz 1776'te Birleşik Devletler bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ağustos 1776’da Britanya’lı General William Howe, New York’u işgal etmek için karadan ve sudan yoğun bir sefer başlattı. Washington’un New York’u tutamadığı, 22 Ağustos Long Island muharebesindeki yenilgiyi, diğer hüsranlar takip etti. 25 Aralık 1776'da, Washington karşı atağa geçti. Birlikleriyle Delaware River'i geçerek, İngilizlerin New Jersey'deki 1000 kişilik Hessen kökenli paralı askerlerini esir aldı. Daha sonra, Princeton’daki İngiliz birliklerini sürpriz saldırıyla bozguna uğrattı. Ardı ardına gelen yenilgilerden sonra, New Jersey’i yeniden kazandıran, İngilizleri New York City’nin çevresine çekilmeye zorlayan bu beklenmedik başarılar, bağımsızlık isteyen Amerikalıların moralini yeniden güçlendirdi.

    1777 yılında İngilizler birbirinden bağımsız iki saldırı başlattılar. Birincisinde General John Burgoyne, New York’a ulaşmak ve New England’i diğer kolonilerden izole etmek için Kanada’dan Hudson Nehri boyunca yola çıktı. Aynı anda Howe, New York’u terk edip başkent Philadelphia’ya saldırdı. Burgoyne’yi karşılamaları için General Horatio Gates ve eyalet milislerini gönderen Washington, kendi komutasındaki Kıta Ordusu’nu Howe’un önünü kesmek için güneye çekti. Washington 11 Eylül 1777’de Brandywine Muharebesi’nde yenilgiye uğradı. Howe ise, Washington’u atlatarak, direnişle karşılaşmadan Philadelphia’ya girdi. Ancak, aynı anda Howe’un desteğinden uzak kalan Burgoyne, Saratoga’da yenilerek, bütün ordusuyla teslim oldu. İngilizler Philadelphia’yı kazanmak uğruna, anlamsız yere iki ordusundan birini kaybetmişti. Saratoga zaferi, Fransızları savaşa girmeye teşvik etti. İspanyollar ve Hollandalılar da, Fransızların müttefiği olarak peşlerinden takip ederek, Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı, İngilizlerin üstünlüklerini kaybettikleri bir dünya savaşı kapsamına dayattılar.

    Washington, Aralık 1777’de İngiliz etki alanının dışında kalan Valley Forge'da kamp kurdu. Kış boyunca 10.000 kişilik ordudan 2500’ü açlık ve hastalık sonucu öldü.

    Philadelphia’nin kaybedilişi, Washington’un başkomutanlıktan alınması için, Kongre üyeleri arasında tartışma başlattı. Washington’un destekçileri komploya dek varan gelişmeleri engellediler.

    Fransa’nın Amerikalılara gösterdiği destek savaş dinamiklerini değiştirmişti. İngilizler denizlerdeki hakimiyetini kaybetmekle kalmayıp, Fransa’nin İngiltere’yi istila etme tehlikesiyle de karşı karşıyaydılar. 1778’de Britanya’lılar Philadelphia’yi boşaltıp New York City’e dönerken, Washington yollarını kesip Monmouth Muharebesi’nde saldırıya geçti. Sözkonusu saldırı kuzeyde gerçekleşen son büyük çarpışmaydı.

    Washington 1781'de Marquis de La Fayette'in emrindeki Fransız birliklerin desteğiyle, Yorktown Muharrebesi'nde 7000 İngiliz askerli Britanya'lı General Cornwallis'i yenerek savaşın sonucunu belirledi. 25 Kasım 1783’te, Amerikan ordusunun başında İngilizler’in boşalttığı New York’a girdi. 1783'te Paris Antlaşması'nda İngiltere Kraliyeti; Birleşik Devletlerin bağımsızlığını tanıdı. Washington komutanlığı bırakırken Amerikan Devletlerine güçlü bir merkezi yönetim kurmaları çağrısında bulundu.


    Washington, başkomutan olarak, muharebeleri ayırıntılı planlarla kazanabilen, dahi bir strateji uzmanı değil, Amerikan silahlı kuvetlerinin titiz organizatörüydü. Mütevazı imkanlarının tamamen farkında olan Washington, asker sayısının büyütülmesini ve orduya maddi açıdan destek sağlanmasını, neredeyse cimri diyebilinecek Kongre'ye düzenli halde ayrıntılı ve tam belgeli bildirilerle talep ediyordu. Birliklere en azından giyecek, yiyecek, yakacak, barınak ve cephane temin edilebilinmesi için en ince ayırıntılarla bile ilgileniyordu. Sayıca daha az olan Amerikan ordusunu ancak kaçınılmaz veya koşullar bakımından avantajlı durumlarda açık muharebe meydanına sürüyordu.

    Washington’un başkomutan olarak en önemli etkisi ise, ordu üzerindeki son sözü siviller tarafından seçilmiş devlet görevlilerine bırakmasının, ülkesinde örnek olarak gelenek yaratmasıydı. Savaş boyunca kongre üyelerine ve devlet temsilcilerine saygı göstererip, savaş bittikten sonra da önemli ölçüde büyüklüğe ulaşmış askeri gücünü sivillere teslim etti. Mart 1783’de ordu içindeki nüfuzundan faydalanarak, haklarını ödemeyen kongreyi isyanla tehdit eden ordu subaylarının görevden atılmasını sağladı. Washington ordusunu terhis ederek, 2 Kasım’da askerlerine anlamlı bir veda seslenişinde bulundu.




  • Mevlana Celaleddin-i Rumi



     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Mevlânâ Celaleddin-i Belhi Rumi (Farsça:مولانا جلال الدین محمد رومی Mevlānā Celāl-ed-Dīn Muhammed Rūmī; d. 30 Eylül 1207 - ö. 17 Aralık 1273), İslâm ve tasavvuf dünyasında tanınmış bir Fars[1][2](Bazı araştırmacının iddialarına göre Tacik)[3] kökenli şair, düşünce adamı ve Mevlevi yolunun öncüsüdür.

    Mevlana'nın önemi onu paylaşılmaz hale getirmiştir.Günümüzde onun Fars mı yoksa Türk mü olduğu noktasında tartışmalar vardır; ancak Mevlana'nın şu sözleriyle Türk olduğunu öne sürdüğünü iddia edenler vardır[kaynak belirtilmeli]:

    Bigâne megrit mera ezin kûyem Der kûyi şûma hane-i hud micûyem Düşman neyem ez çend ki düşmen ruyem Aslen Türkest eğerçi Hindû gûyem.(Her ne kadar Hintçe söylesem de aslım Türk'tür.)[kaynak belirtilmeli]

    Mevlânâ bugünkü Afganistan'da bulunan Belh'te doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harzemşahlar hanedanından Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[4] Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır.[5]

    Mevlânâ Celaleddin-i Rumi (Rumi adı, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir), dönemin İslam kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Bilginler Sultanı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl O'na hizmet etmiştir.


    1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri (Şeker Furuşan) hanına baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi: Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı ümi bir şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş Veli'nin Makalat (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesin'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu: atın dizginlerini tutarak sordu ona: "Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksa Bayezit Bistami mi?" Mevlânâ yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı: "Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Bayezit'in sözü mü olur?" Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi: "Neden Muhammed 'kalbim paslanır da bu yüzden Rabbime günde yetmiş kez istiğfar ederim' diyor da , Bayezit 'kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, bedenimin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?" Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı: "Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki makam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Bayezit ulaştığı makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu". Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.

    Oradan, birlikte, Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu (kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder). Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl uutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehtid ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet, "işte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır" anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245).


    Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.

    Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü. Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenlerinin yanındadır.


    Felsefesi




    Mevlânâ, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayan kişidir. Bu yorum, İslam ve İslam dışı bütün insanlık tarafından benimsenmiş, esin kaynağı olmuştur. İngiliz doğubilimcisi A.J. Arberry, Mevlânâ'yı "dünyanın en büyük ozanı" olarak nitelerken, Goethe onun etkisinde kalmış, Rembrandt tablosunu yapmış, Muhammed İkbal felsefesini onun düşünceleri üstüne kurmuş, İngiliz doğubilimcisi Nicholson 30 yıl çalışarak Mesnevi yi İngilizceye çevirmiş ve yapıtın Batı dünyasından tanınmasını sağlamıştır. Mevlânâ yüzyıllardır etkisini, canlılığını yitirmeyen bir büyük ozan ve düşünce adamı niteliğini korumaktadır. Kişi, inanç ve düşünce özgürlüğüne olağanüstü bir değer vermesi, bütün insanları (suçlu-suçsuz, mecusi-putperest, kara-sarı, efendi-köle) saygıya ve sevgiye çağırması onun en büyük özelliğidir.

    Mevlânâ tam bir vahdet-i vücud (varlık birliği) savunucusudur. Ona göre, her varlık Hak'kın bir ayrı tecellisidir ve yaradılmışlara uygulanan her eylem aslında Yaratan'a uygulanıyor demektir. Onun için, soyut bir Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hak'kı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.

    Mevlânâ biçimci değildi, her türlü kısıtlamanın karşısındaydı. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek anlamını aramayı ve insanlara bunu öğretmeyi iş edinmişti. Ona göre, asıl konu "insan"dı. Din, felsefe, ahlak, insanı daha mutlu etme yolunda gelişen araçlardı. Bu araçlara takılıp kalmak, gelişmeyi ve gelişme hızını kesecek yanlış davranışlardı. Doğru olan, gerçeğe giden yolu bulmaktı ve bu yol, "aşk" tan geçerdi: Sonsuz bir sevgi. Bu sevgi hoşgörü ve vefa kavramlarıyla desteklenecek, beslenecekti.

    Mevlânâ için, sözünü ettiği bu aşk anlatılmaz, yaşanır; yaşayarak öğrenilirdi. Bu nedenle, bir gün kendisine "aşk nedir efendim" diye soran bir öğrencisine "Ben ol da bil" yanıtını verdi.

    Mevlânâ'nın ilkelerinden ve İslam inancına getirdiği yorumdan Mevlevi tarikatı doğdu ama Mevlânâ bir tarikat kurucusu değildir. Mevlevilik onun ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ile halifesi Hüsamettin Çelebi'nin birlikte hazırladıkları bir örgütlenmeye göre kurulmuştur.


    Eserleri




    Mesnevi
    Divan-ı Kebir (Büyük Divan)
    Fihi Ma-Fih
    Mecalis-i Seb'a (Mevlana'nın 7 vaazı)
    Mektubat (Mektuplar)


    Mevlana'nın 7 Öğüdü



    Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol

    Şefkat ve merhamette güneş gibi ol

    Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol

    Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol

    Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol

    Hoşgörülülükte deniz gibi ol

    Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol




  • Yunus Emre



    Tarihî hayat ve şahsiyeti hakkında pek az şey bildiğimiz Yûnus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başladığı 13. yy ortalarından Osmanlı Beyliği'nin filizlenmeye başladığı 14. yy'ın ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir Türkmen kocası, şair bir erendir. Yûnus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yy'ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli gayrısünni mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî, Ahmed Fakih gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;
    Söze târîh yidi yüz yidiyidi
    Yûnus cânı bu yolda fidîyidi

    beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

    Vefât-ı Yûnus Emre
    Müddet-i 'Ömr 82
    Sene 720

    Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.

    Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre'nin dervişidir. Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgisi Vilayetname'den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, Mevlana'yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır.


    Ozanlığının yanısıra dili, düşünceleri, işlediği konularla Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağına hâkim olan düşünüş biçimini ve kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir.




  • Mete



    Mete veya Mao-tun (Japonca: 冒頓單于 pinyin: Mòdú dānyú; d. M.Ö. 234 - ö. M.Ö. 174), M.Ö. 209 - M.Ö. 174 arasındaki Hun (Hiung-nu) hükümdarıdır.


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Babası Teoman, kendisi yerine üvey annesi Yenşi'nin oğlunu tahta çıkarmak istedi ve Mete'yi komşu kavim olan Yüeçilere(Yuezhi) rehin olarak gönderdi. Babası, ardından Yüezhi'lere savaş ilan ederek Mete'yi öldürttürmek istedi. Mete, babası Teoman Yüeçilerin topraklarına girmeden Yüeçilerin elinden kaçtı. Babası bu kadar zorlukları atlatmasının ardından hakkını vermek için emrine bir birlik verdi .Sonunda da Mete babasını,üvey annesi ve kardeşini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).

    Çin kaynaklarına göre eğer okunu bir yöne yöneltirse emrindeki askerlerin hepsi o hedefe ok atarak hemen yokederdi. Bunu sıkça yapardı. Bir gün okunu en sevdiği atına çevirdi. Askerlerinden bazıları tereddüt etti. Bunun üzerine okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi. Atına ok atmakta tereddüt eden askerlerinin hepsi atılan oklarla öldürüldü. Böylece küçüklükten beri oynadığı okunu hedefe çevirme oyunu emirlerinin tartışılmazlığını da perçinledi. Bir gün emrinde demir disiplini ile yetiştirdiği 10 bin askeri varken okunu babasının üzerine çevirdiğinde askerlerinden hiçbiri tereddüt etmemişti.


    Mete Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anşlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler ve M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı.

    Donghu'yu yendikten sonra (Sien Pi ile Wuhuan'ın Donghu kökenli olduğuna dair tez mevcuttur) Kuzey Moğolistan'da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. M.Ö. 177-165 yılları arasında Hunların güney batısında, Tanrı Dağları ile Gansu arasında yaşayan Yüeçilein üzerine seferler düzenledi.[7] M.Ö. 203'de Yueçi'yi mağlup ederek kendi toprağna kattı.[3]

    Ordos'da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak'ın güneyindeki kaleleri egemenliğine aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolüne sahip oldu.[3]

    Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.

    M.Ö. 200'de Han Hanedanı imparatoru Gaozu'nun (Gao-Di) 320.000 kişilik ordusunu ile Kuzey seferine çıktığında Han piyade birliklerinin ulaşmadan önce 400.000 seçkin süvarisiyle Gaozu ve mahiyetindeki birlikleri Baideng (bugünkü Datong, Şanşi)'de Peteng Kalesinde kuşatmıştır. Gaozu (Gao-Di) Mete'nin eşine hediye göndermesi ve Mete'nin kuzey eyaletlerini Hunlara bırakma ve yıllık vergi ödeme gibi bütün şartlarını kabul etmesi sonucu kuşatmadan kurtuldu.[4] Gaozu paytahtı Çang'an(bugünkü Şian)'a dönebilirdiyse de Mete arada bir Han'ın kuzey sınırını tehdit etmiş ve nihayet M.Ö. 198'de Ganzu barış istemiş ve Han'ın prensesini Tanhu'nun eşi olması ve yıllık haraç ödemesi şartlarıyla antlaşması imzalanmıştır.

    Çin savaşından sonra, Mete,Yüzehi ve Wusun'u Hun'un köleleri olmaya zorladı.

    Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Onların tümünü, steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Mete ayrıca Tarım Havzası'nda kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun hem askeri hem de idari yapılanması sonradan birçok merkezi Asya halklarında ve devletlerinde uygulandı.

    İdaresinde, Asya'da ve hatta Çin imparatorluğunda muazzam korku saldı. Büyük bir savaşçı ve bir savaş taktiği ustasıydı ve Çinliler dahil pekçok imparatorluklara karşı mağlup edilemediği muharebeler kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden oluşmuyordu. Onun yerine sürekli eğitimli ve savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.

    Mete, M.Ö.174 yılında öldüğünde, birçok kavimleri çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk geriye bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon k&msup2; büyüklüğe sahipti. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi'nden İtil(Volga) nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya'dan Tibet ve Keşmir'e uzanıyordu. Hunların karşılarında bulunan tek düzenli ve güçlü kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zaafiyet içinde olması Mete'nin devletini kolayca büyütmesine sebep gösterilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kuzey Kafkasya -- 30 Eylül 2008; 12:47:52 >




  • Bilge Kağan



    Bilge Kağan, (Çince: 毘伽可汗, pinyin: píqié kěhàn; d. 683 ya da 684 - ö. 25 Kasım 734). İkinci Göktürk'ün kağanıdır.


    683 (ya da 684) yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti’ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun’dur. 8 yaşında babasını yitiren Bilge Kağan, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan’ın elinde büyüdü.

    Amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek 32 yaşında 716 yılında Göktürk Devleti’nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge Kağan’ın ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin’i, vezirliğe de Tonyukuk’u getirdi.

    Bilge Kağan’ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak: "Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin’e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz" dedi.

    Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm’i yaymak hevesine kapıldı. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm’in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi. Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk’un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları yapmadı.

    Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti’nin sınırları Çin’in Şan-Tung ovasından, İç Asya’da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani Irmağı havalisi ve Batı Demir Kapı’ya (Ceyhun Irmağı’nın yakınında Semerkand-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı.

    Önce veziri Tonyukuk’u sonra kardeşi Kül Tegin’i kaybeden Bilge Kağan’ı, Çinlilerle işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor (Buyrukçur) zehirledi. Yatağında hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardımcısını öldürten Bilge Kağan, 25 Kasım 734’de öldü.

    Bilge Kağan’ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde ("domuz" yılının 5. ayının 272'si) büyük bir törenle defnedildi.




  • Radovan Karadzic


     Tarihe Geçmiş İnsanlar



    Radovan Karadžić (Sırpça (Kiril): Радован Караџић; d. 19 Haziran 1945, Petnjica, Karadağ SC, Yugoslavya SFC), Sırp siyasetçi, şair, psikiyatrist ve Sırp Cumhuriyeti eski devlet başkanı.

    Bir diğer adıyla Tilki ve Bosna Kasabı olarak da bilinir. Bosna Savaşı'nda işlediği soykırım ve savaş suçlarından dolayı hakkında Lahey'deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından dava açılmıştır. Hakkında ABD hükümeti tarafından 5 milyon dolarlık ödül vaat edilmiş, 21 Temmuz 2008 tarihinde yakalanmıştır. Yakalandığı, Sırbistan başbakanı Boris Tadiç tarafından açıklandı. Karaciç’in eski Yugoslavya’daki savaş suçlularını yargılamak amacıyla kurulan özel savaş suçları mahkemesindeki yargıçların önüne çıkarılacağı belirtildi.




  • Josip Tito



     Tarihe Geçmiş İnsanlar


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Josip Broz Tito, (d. 7 Mayıs 1892, Hırvatistan-Kumrovec - ö. 4 Mayıs 1980 Ljubljana) Yugoslav devlet ve siyaset adamı. On beş çocuklu fakir bir köylü ailesinin yedinci çocuğudur. Babası Hırvat, annesi Slovendir.

    On üç yaşlarındayken Sisak kasabasına yerleşti. Burada çilingir çırağı olarak çalışmaya başladı. Gençlik yıllarında Trieste, Avusturya, Bohemya ve Almanya'da metal işçiliği yaptı. Çalıştığı yerlerde sendika faaliyetlerine katılarak aktif görevler aldı ve Hırvatistan Sosyal Demokrat Partisine girdi.

    Zagreb'teki 25. Alay'da askerlik hizmetini yapmak üzere silah altına alındı. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başladı. Ağustos 1914'te askeri birliğiyle birlikte Sırbistan'a gönderildi. Bu savaşa karşı olduğunu söyleyerek propaganda yapmaya başladı. Suçlu görülerek Petrovaradin (Petervaradin)de tutuklanarak hapse atıldı. Ocak 1915'te serbest bırakılarak, Karpat cephesinde tekrar savaşa katıldı ve bazı yararlıklar gösterdiği için cesaret madalyası verildi. Bukovina Cephesinde çarpışırken bir kazak askeri tarafından süngüyle ağır bir şekilde yaralandı. Rus ordusuna esir düştü.

    Bolşeviklerin safında 1917-1920 devrime ve iç savaşlarına katıldı. 1920'de bir Rus kadınıyla evlenmiş olarak Yugoslavya'ya geri döndü. Yugoslavya Komünist Partisinin kurucuları arasında yer aldı. Komünist Partisine bağlı olarak yürüttüğü siyasi faaliyetlerinden dolayı birçok kere tutuklandı. Özellikle 1928'deki soruşturmasının neticesinde altı yıl hapis cezasına mahkum edildi. 1934'te hapisten çıktı. Moskova, Paris, Prag ve Viyana'ya görevli olarak gitti.

    1936'da Paris'te enternasyonal tugayların İspanya'ya geçişini organize etti. Bu çalışmalarından dolayı Yugoslavya Komünist Partisi genel sekreterliğine getirildi. Tekrar Yugoslavya'ya döndü (1937). Bu sırada İkinci Dünya Savaşı çıktı. Uzice'de bir kurtuluş savaşı komitesi kurdu. İşgal kuvvetlerine ve onlarla işbirliği yapan Ustaşalar'a karşı gerilla savaşına başladı. Çevresindeki kişilere görev verirken ve iş yaptırırken, sık sık "Tİ-TO, Tİ-TO" (Sen bunu, Sen Bunu... yap)! dediği için arkadaşları kendisine esas ismi olan Josip Broz'un yanına Tito lakabını eklediler. Her yerde bu lakapla meşhur oldu.

    Tito, Yugoslavya'nın bir federasyon biçiminde teşkilatlanmasını savundu ve fikri zamanın devlet adamı Churchill tarafından desteklendi. Rakibi olan Mihailovic'i saf dışı bıraktı. Partizanlardan meydana gelen bir ordu kurarak devrim hükümetinin başına geçti.

    Alman Nazi birliklerinin, 1941'de Yugoslavya'ya girmesi, çok milliyetli insan gruplarından meydana gelen ülkenin parçalanmasına yol açtı. Daha sonra Nazi Almanyasının Rusya'ya (SSCB) saldırması üzerine, Yugoslavya Komünistleri de Tito başta olmak üzere bir direniş hareketini teşkilatlandırmaya başladı. Tito, Yugoslavya halkını birlik, beraberlik, kardeşlik ve bağımsızlık çağrısı yapan bir bildiriyle ayaklandırdı. Ayaklanmanın hızla yayılması sonucu Yugoslavya'nın yarısı bağımsızlığa kavuştu. Tito ve kendisine bağlı Partizanlar grubu bir anda Yugoslavya'da herkes tarafından tanındı. Almanların yoğun baskılarına rağmen, Partizan grubunun hareket ve fikirleri benimsendi. Tito hareket ve kabiliyetleri yüksek, vatanları için gözlerini kırpmadan canlarını verebilecek işçilerden meydana gelen, gerilla tugayları kurdu. Hitler 1943'te Partizan hareketlerinin bu şekilde kuvvetlenmesi üzerine Neretta ve Sutjeska'ya saldırıda bulundu. Tito taraftarı Partizanların bu saldırıda 6000'in üzerinde kayıpları olmasına rağmen, Alman kuşatmasına karşı koyarak geri püskürttüler.


    Tam bu sırada (1943), İtalya Almanya'ya teslim oldu. Partizan grubunu komuta eden Tito ise SSCB ve diğer büyük devletlere haber vermeden gizlice Partizan parlamentosunu (Yugoslavya Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi) topladı. Bir geçici devrim hükümeti kurdu. Yugoslavya'nın eşit halklardan meydana gelen federal bir topluluk olduğunu ilan etti. Bu çalışmalarından dolayı Tito'ya 1943'te Yugoslavya Mareşalliği, daha sonra Hükumet Başkanlığı ve Başkomutanlığı da verildi (7 Mart 1945). Aynı yıl seçimlere gidildi. Tito'nun partisi olan Halk Cephesi seçimlerde galip çıktı. Seçimlerden hemen sonra resmen Yugoslavya Federal Cumhuriyetini kurarak ülkedeki monarşi (krallık) yönetimine son verdi.


    Tito; komşu devletlerde başgösteren halk demokrasisi diye adlandırılan ayaklanmaları desteklemesi; Atina hükümetine karşı Yunan komünistlerine her konuda yardım etmesi, Yugoslavya'da açıkça sosyalist bir rejim uygulaması üzerine batı, Tito'dan desteğini çekti. Bu sırada Yugoslavya'yı kendi yönetim ve denetimi altına almak isteyen Stalin ile Tito'nun arası açıldı. Tito'nun, Yugoslavya'nın bağımsız bir devlet olarak kalmasını istemesi bu anlaşmazlığın başlıca sebebiydi.


    Stalin 1953 yılında ölünce, SSCB idarecileri, Tito'ya yeni bir yaklaşımda bulundular. 2 Haziran 1955'te Sovyet Başkanı Kruşçev Belgrad'ı ziyaret etti ve Stalin'in politikasını resmen kınadı.

    Tito, devlet yönetiminde Milliyetçi olduğu kadar, komünist rejiminin ideolojisini de kabullenmekle, Komünist Sovyet Rusya karşısında bağımsız bir tutum içine girdi. Bu siyasetiyle Sovyet Rusya'ya, batı devletlerine ve ABD'ye yaklaşmayı becerdi. Hatta iktisadi, askeri ve mali yardımlar sağladı.

    13 Ocak 1953'te Yugoslavya Devlet Başkanı seçildi. Yugoslavya'yı Sosyalist Federal Cumhuriyet haline getirdi. 1968'de Rusya'nın Çekoslovakya işgalini kınadı. 1962-70 yılları arasında sık sık Asya, Afrika ve Latin Amerika'ya geziler yaparak bağlantısızlar hareketini güçlendirdi. 25 Üçüncü Dünya Ülkesinin bir araya gelip Bağlantısızlar Konferansı düzenlenmesini sağladı. Bunların Sovyet Rusya'nın nüfuzundan kurtarılmasını başardı.

    1970 yıllarında Yugoslavya'nın bölgesel savunma sistemini kurmasını savundu. 1974'te kollektif başkanlık sistemiyle aynı görüşü resmen kabul edildi. Aynı yıl (1974) ömür boyu devlet başkanlığına getirildi.

    Tito, 1980 yılında ölünce yerine 1974'te anayasayla kurulan kollektif başkanlık idaresi geldi. 1989'da Doğu Blokunda görülen yenileşme hareketleri Yugoslavya'ya da sıçradı. 1990'da Yugoslavya'da çok partili düzene geçildi.

    Naaşı Belgrad'da bir anıt mezarda gömülüdür.




  • Mikhail Sergeyeviç Gorbaçov


     Tarihe Geçmiş İnsanlar




    Mihail Sergeyeviç Gorbaçov (Rusça Михаи́л Серге́евич Горбачёв), 2 Mart 1931 Kuzey Kafkasya'nın Stavropol bölgesinde Privolye köyünde doğdu.

    Mihail Gorbaçov

    SSCB devlet adamı. 1985'den 1991'e kadar Sovyetler Birliği'ni yöneten lider. Gorbaçov'un perestroika (yeniden yapılanma) ve glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmaları Soğuk Savaş'ı bitirdi ancak bu reformlar Sovyetler Birliği Komünist Partisinin ülkede politik üstünlüğünü kaybetmesine ve sonrasında da Sovyetler Birliğinin dağılmasına neden oldu. Gorbaçov, 1990'da Nobel Barış Ödülünü kazandı.

    İlk tahsilini köyünde yaptı. 1952 senesinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne girdi. 1955'te Moskova Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Stavropol, Genç Komünistler Birliğinde görev aldı. 1970'de Stavropol teşkilatı birinci sekreteri oldu. 1971'de SBKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. 1978'de tarım sorumlusu olarak sekreteryaya girdi. 1979'da politbüro yedek üyesi, 1980'de asil üyeliğe seçildi. Çernenko'nun 1985'te ölümü üzerine SBKP genel sekreteri oldu. Glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla dünyada büyük yankılar uyandırdı. Ekim 1988'de devlet başkanlığı görevini de üstlendi.

    Mihail Gorbaçov, ülke ekonomisinde gözle görülür bir ilerleme sağlayamadığı için, SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi)nin reformcu üyeleri tarafından eleştirilmeye başlandı. Ancak çeşitli ülkelere yaptığı gezilerle dıştaki itibarını artırdı. Çin Halk Cumhuriyetine giderek bu ülkeyi 30 yıldır ilk ziyaret eden Sovyet lideri oldu. Federal Almanya, İngiltere, Finlandiya'yı ziyaret etti.

    Gorbaçov iktidara gelince, aşırı alkol tüketimine ve yolsuzluklara karşı kampanya açtı. Halk ve Sovyet yöneticileri ile ilişkileri daha sıklaştırdı. Yönetici kadroyu gençleştirdi. Dış siyasette batı ile daha yakın ilişkiler kurdu. ABD başkanı Reagan ile Cenevre'de zirve toplantısı yaptı. Silahsızlanma, bilim, kültür, eğitim alanlarında bilgi alış verişi için anlaştı (1985).


    1986'da Reykjavik'te, yeniden yapılan zirve görüşmesinde, silahların denetimi görüşüldü. Fakat ABD başkanı Reagan Yıldız Savaşları projesinden taviz vermediği için silahsızlanma görüşmesinden bir netice alınamadı.

    1987 senesinin başında, yönetimde iktisadi reformlardan, dış siyasete verilecek yeni yönleri açıkladı. Glasnost, perestroikaya gidileceği tasarısı yüksek Sovyet meclisinde oybirliğiyle kabul edildi. Temmuz 1987'de Avrupa ve Asya'da yerleştirilmiş olan orta ve kısa menzilli füzelerin imha edilmesini kabul etti. 1987'de yayımladığı kitabında reformları geniş açıkladı. Ekim devriminin 70. yıl dönümündeki konuşmasında Stalin ve Troçki'yi eleştirdi. Başkan Reagan ile orta menzilli füzelerin imhası için antlaşma imzaladı (8 Aralık 1987).

    Gorbaçov'un en önemli meseleleri SSCB'ye bağlı cumhuriyetlerdeki milliyetçi hareketler ve bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile maden işçilerinin grevleri oldu. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Türkistan'da silahlı çatışmalar oldu. Doğu ve Batı Almanya birleşmesini kabul ederek ses çıkarmadı.

    ABD başkanı George Bush ile 2-3 Aralıkta Malta açıklarındaki bir savaş gemisinde görüştü. 9 Eylül 1990'da Helsinki'de George Bush ile tekrar görüştü ve Amerika'dan ekonomik yardım istedi. Aralık 1990'da Nobel Barış Ödülünü kazandı. Ancak Gorbaçov sosyalist rejimi istiyenler ile kapitalist rejimi isteyenler arasında zor günler geçirmekteydi. 19 Ağustos 1991 sabaha karşı komünizm rejimini yeniden yeşertmek isteyen KGB ve ordunun desteğini alan en yakın arkadaşı olan Yanayev ve 8 arkadaşından meydana gelen İhtilal Komitesi, Gorbaçov'a karşı darbe yaptılar. Yapılan darbe başarısızlıkla sonuçlandı. Darbecilerin bazıları yurtdışına kaçtılar. 22 Ağustos 1991 tarihinde Gorbaçov devlet başkanlığını tekrar eline geçirdi. Daha önce kendisine karşı en büyük rakip olarak bilinen Rusya Federasyonuna seçilen Yeltsin ise, darbede Gorbaçov'u en çok destekliyenlerden olarak darbenin kısa sürede bastırılmasına yardımcı oldu. Ancak bu durum Yeltsin'in güçlenmesine, Gorbaçov'un gücünü kaybetmesine yol açtı. Bu durum 1991 yılı sonuna doğru hız kazandı. Sovyetlerden ayrılan 11 devlet 8 Aralıkta biraraya gelerek Bağımsız Devletler Topluluğunu (BDT) oluşturdular. Bu durum Gorbaçov'u tamamen yetkisiz bıraktı. Bunun üzerine 25 Aralık 1991'de televizyona çıkarak; Görevimi kaygı içinde ama umutla bırakıyorum. Herkese iyi şanslar diliyorum. dedi. Bundan sonra emekliye ayrılarak çeşitli basın yayın organlarında yorumculukla meşgul oldu (1993).




  • Muhammed El-Baradey



     Tarihe Geçmiş İnsanlar





    Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı, 2005 Nobel Barış Ödülü sahibi hukukçu (1942, Mısır- ).





    Muhammed El Baradey, hukuk eğitimini Kahire Üniversitesi'nde 1962'de tamamladıktan sonra New York Üniversitesi'nde uluslararası hukuk doktorası yaptı. Doktora eğitimi sürerken, 1964'te BM'de Mısır Daimi Temsilciliği'nde görev yapmaya başlayan El Baradey, 1974-78 yılları arasında Mısır Dışişleri Bakanı'nın özel yardımcısı olarak çalıştı. 1980'de diplomatlık görevini bırakarak Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü'nde Uluslararası Hukuk Programı'nın yönetti, UAEA Başkanlığı'nı 1997'de İsveçli Hans Blix'ten devraldı.

    2005 Nobel Barış Ödülü, Bush yönetiminin aradığı Irak'ın kitle imha silahı var yanıtını vermediği için hedef tahtasına oturtulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (UAEA) ve kurumun Mısırlı başkanı Muhammed el-Baradey'e verildi.




  • Rahibe Teresa




     Tarihe Geçmiş İnsanlar





    Rahibe Teresa (esas ismi Agnes Gonca Boyacı) (d. 26 Ağustos 1910, Üsküp, Osmanlı İmparatorluğu – ö. 5 Eylül 1997, Kalküta, Hindistan) Makedonyalı Arnavut bir Katolik'tir. Hayırsever Misyonerler Cemaati'nin kurucusudur. Hayırsever faaliyetlerinden ötürü 1979 yılında Nobel Barış Ödülü kendisine verilmiştir.


    Agnes Osmanlı İmparatorluğu'nun Kosova vilayetine bağlı Üsküp şehrinde doğdu. Anne ve babası Arnavut'tu. Üç kardeşin en küçüğüydü. Babası yedi yaşındayken öldü. 18 yaşında rahibe olmaya karar verdi ve Hindistan'daki misyonerlik çalışmalarıyla tanınan Loretto Hemşireleri'ne katıldı. Teresa adını bu dönemde aldı. Kalküta'da St. Mary's Lisesi'nde coğrafya ve temel Hıristiyanlık bilgisi dersleri verdi. 1944'te aynı liseye müdür olarak atandı.


    1950 yılında Vatikan'ın izniyle Hayırsever Misyonerler Cemaati'ni kurdu. Rahibe Teresa'nın 12 kişiyle kurduğu bu cemaat dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin görev aldığı bir topluluk haline geldi.




  • Kubilay Han



     Tarihe Geçmiş İnsanlar





    Kubilay Han (Farsça: قوبيلاى قاآن Qūbīlāī qā'ān; d. 1215 - ö. 1294) Moğol İmparatorluğunun kağanı, aynı zamanda Çin'deki Yuan Hanedanlığı'nın kurucusu ve ilk imparatorudur.

    Toluy ve Sorghaghtani Beki'nin ikinci oğlu; Cengiz Han'ın torunudur. Moğol hanı Mengü'nün kardeşi; İran'daki Moğol İlhanlılar devletinin kurucusu Hülagü'nün ağabeyidir.


    Kubilay gençlik yıllarında Çince öğrenmişti ve Çin kültürüne büyük merak duymaktaydı. 1251'de Moğol hükümdarlığına seçilmiş olan kardeşi Mengü, Kubilay’ı Doğu ülkelerini, Hulagü’yü de Batıdaki ülkeleri almaya göndermişti. Güney bölgelerinde (Çin) valilik yaptığı sırada adil yönetimi ile dikkatleri topladı.

    Kubilay önce büyük bir ordu ile Xi'an’ı aldı. Zorlu savaşlarla büyük Çin eyaletlerini hükümdarlığına kattı. 1258'de Yunnan ve Sichuan bölgelerine sefere çıktı. 1259’da seferde iken Mengü'nün öldüğü haberini aldı. Ancak Kubilay geri dönmeden Wuhan'daki kuşatmasına devam etti. Bu arada kardeşi Arıkböke'nin yönetimi ele geçirmeye çalıştığını öğrenince Song Hanedanlığı ile barış imzalayıp ordusunu Moğolistan'a çevirdi. 1260 yılında Kubilay ve kardeşi kendilerini Han ilan ettiler. İki kardeşin 3 yıl süren mücadelesi Kubilay'ın üstünlüğü ile sona erdi. Ancak bu iç karışıklıklardan yararlanan Yizhou valisi Li Moğol egemenliğine karşı isyan etti. Kubilay bu isyanı kolayca bastırdı, ancak bu onda Han Çinlilere karşı derin bir güvensizlik yarattı. İmparator olduktan sonra yönetimde Han Çinliler'ine yer vermedi, buna karşılık danışmanları arasında pek çok azınlık temsilcisi ve yabancılar bulunmaktaydı.

    Kubilay Han, Çin’de Yuan Hanedanlığı'nı kurarak 1271 ile 1294 yılları arasında hükümdarlık yaptı. Hanedanlığın başkenti Pekin idi. 1279 yılında Song Hanedanlığı'na kesin olarak son vererek Çin’i tekrar birleştirdi. Kubilay’ın devletinin hudutları, Çin dışında Kıpçak, Çağatay, Almalık, İran ve kuzeyde Polonya hudutlarına kadar yayılıyordu. Kubilay Han, Japonya’ya ve Vietnam’a yaptığı akınlarda başarılı olamadı. Burma’da büyük bir zafer kazandı.

    Kubilay Han Çin'de Büyük Kanal inşaatına devam etti; birçok kamu binasını tamir ettirdi. Çin'de ilk defa kağıt para kullanımını başlattı. Çin sanatının gelişmesini destekledi. Ancak kimi yönlerden Moğol yaşam tarzını Çin'de uygulamaya diretmesi, buradaki kültürel ve sosyal yaşamda bir takım çatışmalara yol açtı.

    Kubilay döneminde Çin'in pek çok Avrupalı ziyaret etti. Bunların arasında en ünlüsü Marko Polo'dur. Marko Polo, bu büyük imparatorun sarayı, oradaki hayat, eğlenceler ve vergi sistemi hakkında ilgi çekici bilgiler vermektedir.

    Kubilay Han, 1294'te 78 yaşında iken öldü.




  • Marcus Aurelius



     Tarihe Geçmiş İnsanlar





    Marcus Aurelius Antoninus Augustus, (26 Nisan 121 – 17 Mart 180). 161 - 180 yılları arası Roma İmparatoru. 96 - 180 yılları arasında görev yapan Beş İyi İmparator'dan sonuncusudur ve aynı zamanda en önemli Stoacı filozoflardan biri olarak kabul edilir.

    Adını ilk olarak Asya'da yeniden güçlenmeye başlayan Pers İmparatorluğu'na karşı ve limes Germanicus (German sınırı) boyunca Cermen kabilelerle yaptığı savaşlar ve ardından Tuna nehrini aşmasıyla duyurur. Doğuda, Avidius Cassius önderliğindeki bir isyanı bastırmıştır.

    Marcus Aurelius'a ait (Meditations Kendime Düşünceler)adlı felsefik eser 170–180 arasında savaştayken yazıldı. Eser edebi bir başyapıt olarak günümüzde bile hala saygı görür ve "mükkemmel vurgusu ve sonsuz narinliği" ile övgüyü hak eder.


    Asıl adı Marcus Annius Catilius Severusolup , evlenince Marcus Annius Verus adını aldı. İmparator olunca kendisine Marcus Aurelius Antoninus adı verildi.

    Marcus Aurelius, Domitia Lucilla ve Marcus Annius Verus tek oğluydu. Doğal tek kardeşi, kendisinden 2 yaş küçük kız kardeşi Annia Cornificia Faustina'dır .Annesi Domitia Lucilla Konsül mevkiisinde varlıklı bir aileden gelir. İspanyol kökenli olan ve praetor olarak görev yapan babası Marcus Annius Verus, Marcus Aurelius henüz üç yaşında iken ölmüştü. Marcus Aurelius onu "gösterişsiz yiğitlik" şeklinde öğreterek şereflendirir..[2]

    Babasının halası Vibia Sabina, İmparatoriçe ve Roma İmparatoru Hadrian'nın karısıydı. Rupilia Faustina (Marcus Aurelius'un babaannesi), Vibia Sabina ve Salonina Matidia ( Roma İmparatoruTrajan'ın yeğeni) üvey kardeştiler. Babasının kız kardeşi Yaşlı Faustina Roma İmparatoru Antoninus Pius'la evli bir İmparatoriçedir.

    Babasını ölümünün ardından Aurelius, Dedesi Marcus Annius Verus tarafından evlat edinildi ve annesiyle birlikte büyütüldü. 138 yılında dedesi neredeyse 90 yaşında öldü.

    Denarius üzerinde Marcus Aurelius

    136 yılında Hadrian, halefinin kesin olarak Lucius Ceionius Commodus, yeni adıyla L. Aelius Caesar olduğunu ilan etti. Marcus çoktan Hadrian'ın dikkatini çekmişti (Marcus'u verissimus ("en dürüst"), olarak adlandıran oydu ): sonradan Commodus'un kızı Ceionia Fabia ile nişanlandı. Nişan, her nedense, Commodus'un ölümünün ardından Marcus'un Antoninus'un kızına verdiği evlilik sözü ile bozuldu. Bu sebeple, Hadrian'ın ilk evlatlığı L. Aelius Verus'un ölümü üzerine, Hadrian imparatorluk sıralaması için önce Antoninus'u halefi ilan etti ardından Antoninus Marcus'u ((Marcus Aelius Aurelius Verus) ve Lucius Ceionius Commodus olarak isim değiştirdi) ve Lucius Aelius'un Marcus'dan 10 yaş küçük oğlu ((Lucius Aurelius Verus) olarak isimlendirildi) evlat edindi.

    Antoninus, evlat edinmenin ardından her ikisini 25 Şubat 138'de Marcus henüz 17 yaşındayken halef İmparator olarak gösterdi. 40 yaşında İmparator olacaktı. İddialara göre Commodus ve Antoninus Pius, Hadrian tarafından genç Marcus ve Verus için "koltuk ısıtıcı" olarak planlanmıştı.

    Antoninus yönetimi sırasında Marcus'un hayatı Hadrian tarafından atanan ve döneminin kültür hayatıyla oldukça ilgili olan öğretmeni Fronto ile olan yazışmalarından dolayı kesintisiz olarak bilinir. Bu mektuplara göre Marcus zeki, ciddi fikirli ve çalışkan bir genç portresi çizer. Mektuplar aynı zamanda geleceğin imparatorunun filozofi için artan önemini gösterir: Yunan ve Latin retorikleri üzerine bitmek bilmeyen alıştırmalar için sabırsızlığını ki sonra Epictetus'un Diatribai ("Söylemler")'inin aşığı ve Stoa Okulu'nun önemli bir ahlakçı filozofu olacaktır. Marcus aynı zamanda Antoninus'un yanında 140, 145 ve 161 yıllarındaki konsüllüğünde, kararlarda iş birliği yaparak artan toplumsal rollerde almaya başladı. 147'de Roma dışında proconsular İmperium ve ardındanda imparatorluktaki ana resmi güç Tribunicia Potestas oldu.

    145 yılında Marcus Antoninus'un kızı ve aynı zamanda yeğeni (Annia Galeria Faustina) Genç Faustina ile evlendi.



    Antoninus Pius'un (7 Mart 161) de ölümü üzerine Lucius Verus'la birlikte müşterek imparatorluk koşullarını kabul etti. (Augusti). Teorikte yasal olarak eşit olmalarına rağmen, Verus hem daha genç hem de daha az tanınmış olması sebebiyle pratikte ikinci sıradaydı. [3].

    Müşterek dönüşüm belkide Marcus Aurelius'un sürekli olarak imparatorluğun dışında birileriye savaşta olması nedeniyle askeri deneyimlerden hareketle hayata geçirilmişti. İmparatorun hem Germen hemde Pers cephesindeki birliklere aynı anda kumanda edecek yeteneği henüz olmadığından bir hayli otoriter bir yöneticiye ihtiyaç vardı. Ancak Jül Sezar ve Vespasian örneklerinde olduğu gibi herhangi bir komutanın yetkiyle birliklerin başına geçirilmesi zamanla bu generallerin birliklerin yardımıyla yönetimi ele geçirip kendilerini diktatör olarak ilan etmeleriyle sonuçlanma riskine sahipti. Marcus Aurelius problemi Verus'u doğu lejyonları komutanı yaparak çözdü. Verus birliklerini onların sadâkatiyle otoriter biçimde yönetecek kadar güçlüydü ancak aynı zamanda Marcus'u devirecek yeterince dürtüye de sahipti. Verus 169'da bir seferde ölene kadar sadık kaldı.

    Müşterek İmparatorluk hafiften Roma Cumhuriyeti döneminde bir kişinin tüm gücü elinde toplamasını engelleyen ve Collegiality prensibine istinaden çalışan bir politik sistemi anımsatır. Müşterek yönetim 3. yüzyıl sonlarında Diocletian'ın Tetrarchy'yi (4.lü yönetim) ilan etmesiyle yeniden hayat buldu.

    Acil olarak yönetiminin ilk yıllarında Marcus, seleflerince çıkarılan birçok kanunda özelliklede sivil hukuktaki suistimal ve kuraldışılığa karşı reform yaptı. Bizzat uygun ölçülerle, köleler, dullar ve azınlıkları kategorize etti; kan ilişkisini yeniden tanımladı. Ceza Hukukundaki farklı cezalandırmalardan kaynaklanan sınıf farkını honestiores ve humiliores ("daha dürüstler" ve "daha alçak gönüllü",) olarak düzenledi.

    Marcus'un yönetiminde, Hritiyanların durumu Trajan zamanından olduğu gibi değişmedi. Yasal olarak cezalandırılabilmelerine rağmen (gerçekte) nadiren eziyet edilirdi. Örneğin 177'de Lyon'da bir grup Hristiyan idam edildi ancak eylem esasen yerel valinin insiyatifi olarak nitelenebilir.


    Marcus Aurelius 17 Mart 180 tarihinde halefi Commodus kendişine eşlik ederken Vindobona'da (günümüzdeViyana)'da öldü. Hemen tanrılaştırıldı ve külleri Roma'ya gönderilerek Visigotların şehri yağmaladığı 410 yılına kadar da şehri kalacağı Hadrianmausoleum'una (günümüzde Sant'Angelo Şatosu) yerleştirildi. Germen ve Sarmatian'lara karşı mücadelesi anısına Roma'da Marcus Aurelius Sütunu dikildi.

    Marcus Aurelius 166 da Ceasar ve 177 de yardımcı İmparator yaptığı Commodus'un halefi olmasını -farkında olunmayan bir talihsizliğe rağmen- sağlamıştı. Bu karar, talihli Evlatlık İmparatorlar dönemini sona erdirmişti ve Commodus sonradan tarihçiler tarafından, politika ve askerlikle ilgisi olmayan, aşırı egoist ve sinirli birisi olarak çok eleştirilmiştir. Bu sebep yüzünden Marcus Aurelius'un ölümü Pax Romana 'nın sonu olarak kabul edilir. Commodus'u fazla aday olmadığı için ya da ölümünün ardından meydana gelebilecek olası bir iç savaş korkusuyla seçmiştir.




  • Yonglo




     Tarihe Geçmiş İnsanlar





    Yonglo, Wade-Giles yazımında Yung-Lo, soy sıfatı (Ming) Cheng-Zu ya da (Ming) Ch'eng Tsu ya da (Ming) T'ai Tsung, ös sıfatı (shi) Wen Di, Wade-Giles yazımında Wen Ti, asıl adı Zhu Di, Wade-Giles yazımında Chu Ti (d. 2 Mayıs 1360, Nanjing - ö. 5 Ağustos 1424, Pekin yakınları, Çin), Ming Hanedanının üçüncü imparatoru (1402-1424).Hanedanın gücünü doruk noktasına çıkarmış, başkenti Nanjing'den Pekin'e taşımıştır.



    Moğol egemenliğine son vererek Ming hanedanını kuran Hongwu'nun 26 oğlundan dördüncüsüydü. On yaşındayken Pekin'i çevreleyen Yan bölgesinin prensi ilan edildi ve 20 yaşına geldiğinde Pekin'e yerleşti. Dönemin büyük komutanlarının koruyuculuğu altında kuzey sınırlarındaki çarpışmalara katılarak askeri deneyim kazandı. 1390'da üvey ağabeyi Jin prensiyle birlikte Çin Seddi'nin ötesinde bir seferin komutanlığına, 1393'te de kuzey sınırının orta kesimini savunmakla görevli kuvvetlerin başına getirildi. İzleyen dönemde Moğol kuvvetlerinin toparlanmasını önlemek amacıyla hemen her yıl sefere çıktı.



    Üç ağabeyinin (1392, 1395 ve 1398) ve babasının (1398) ölümünden sonra tahta genç yaştaki yeğeni Zhu Yunwen geçtiyse de imparatorluk ailesinin en büyüğü olarak güçlü konumunu korudu. Zhu Yunwen'ın Konfüçyüsçü bilgin-memurların etkisiyle yönetimi merkezileştirmeye çalışması üzerine Ağustos 1399'da ayaklanarak Shandong bölgesinin batısını ve Huai Havzasının kuzeyini ele geçirdi. Kendisine bağlı birliklerin 1402'de kuzeydeki imparatorluk ordularını yararak Büyük Kanal boyunca hemen hiçbir direnişle karşılaşmadan güneye doğru ilerlemesinden ve Nanjing'i teslim almasından sonra yönetimi eline aldı ve 1403'te resmen imparatorluk tahtına geçti.



    Yonglo ilk iş olarak Zhu Yunwen'ın danışmanlarını ve yakınlarını hedef alan kanlı bir sindirme hareketine girişti. Ardından kurumsal ve siyasal değişikliklere son vererek önceki dönemin izlerini ortadan kaldırmaya yöneldi. Ama prenslerin güçlerini kırma politikasını sürdürerek onları stratejik noktalardan uzaklaştırdı ve ellerindeki bütün yönetsel yetkileri aldı.Önemli devlet görevlerine kendisine bağlı genç kişileri atadı, ayrıca hadımlara geleneksel saray görevleri dışında elçi olarak başka ülkelere gitme, bayındırlık işlerini yürütme ve askeri garnizonları denetleme gibi birçok görev verdi. 1420'de devlete yönelik gizli tertipleri açığa çıkarmakla görevli özel bir hadım örgütü kurdu. Dongchang adlı bu örgüt daha sonraları imparatorluk muhafızlarıyla işbirliği yapan ve dehşet salan gizli bir polis merkezi durumuna geldi. Yonglo aynı zamanda çevresinde Hanlin Akademisi'nden yetişmiş genç bilgin memurlardan oluşan bir danışmanlar kurulu topladı; Neige adlı bu kurula bürokrasiyle ilişkileri sağlayan güçlü bir konum kazandırdı.

    Bazen çok acımasız davranmakla birlikte etkili bir yönetim mekanizması yarattı ve böylece ülkeye siyasal ve ekonomik istikrar getirdi. Genelde din ve kültür konularına pek ilgi duymamakla birlikte, danışman olarak sarayına aldığı Tibetli bir lamanın ve Daoyan adlı Taocu bir rahibin düşüncelerine değer verdi. Konfüçyüsçü ve Yeni-Konfüçyüsçü Klasikler'in derlenerek basılmasını sağladı. Başka nüshası bulunmayan 11 bini aşkın kitabın el yazmalarını Yonglo dadian (Yonglo Çağının Büyük Yasası) adı altında bir araya getirtti.


    Yonglo dış politika alanında öncelikle imparatorluğun nüfuz alanını güneye doğru genişletmeye ağırlık verdi. Bu amaçla 1403'te görevlendirdiği üç filo Cava ve Güney Hindistan'a kadar giderek Güneydoğu Asya ülkelerinin Çin'e bağlılık bildirmelerini sağladı.Malaka ve Brunei gibi birçok ülke Çin'e heyetler göndermek zorunda kaldı. Denizaşırı seferlere girişen Çin amirallerinin en ünlüsü olan, Müslüman hadım Zheng He 1405-1433 arasında yedi büyük yolculuk yaparak Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Zengibar'a kadar ulaştı. Aynı dönemde Tibet, Nepal, Afganistan ve Rus Türkistanı'na da Çinli elçiler gönderildi.

    Aşikaga şogunlarının yönetimi altındaki Japonya, Yonglo'yu egemen olarak tanıdı ve vergi ödemeyi kabul etti. Bu bağlılık, Kore ve Çin kıyılarını yağmalayan Japon korsanlarını cezalandırmak üzere Çin'e teslim edilmesine kadar vardı. Ama bir süre sonra yeni bir şogunun başa geçmesiyle Japonların uysal tutumu değişmeye başladı. 1411'den sonra Çin'e vergi ödemeleri kesildi ve Japon korsanları Çin kıyılarını yeniden yağmalamaya girişti. Bunun üzerine Yonglo Japonya'ya savaş açma tehdidinde bulunduysa da başka sorunlarla uğraştığından bunu gerçekleştiremedi.


    Yonglo'nun yayılmacı eğilimleri Çin'i komşu Vietnam'a yönelik başarısız bir askeri serüvene sürüklendi. Vietnam'da tahttan uzaklaştırılan Tran hanedanının müdahale çağrısı üzerine 1406'da bu ülkeye bir heyet gönderildi. Heyetteki elçilerin öldürülmesine misilleme olarak Çin kuvvetlerinin Vietnam'ı işgal etmesinden sonra 1407'de oluşturulan bağımlı yönetim, yaygın halk ayaklanmaları karşısında giderek çıkmaza girdi. Özellikle 1418'den sonra sarsılan Ming egemenliği Yonglo'nun ardılının Çin kuvvetlerini geri çekmesiyle 1428'de sona erdi.

    Yonglo imparatorluğunun ilk yıllarında, tahta çıkışında kendisine destek vermiş olan Moğollarla iyi ilişkiler kurmaya özen gösterdi. Timurluların Orta Asya'da yeni bir güç odağı olarak yükselmesinden sonra da temkinli bir politika izleyerek Orta Asya ticaret yollarını açık tutmaya çalıştı. Moğol önderi Aruktay'ın bölünmüş kabileleri birleştirme girişimi üzerine, 1410'dan başlayarak kuzeyde bir dizi sefere girişti.Bu seferlerde belirgin bir üstünlük sağlayamamakla birlikte, geniş çaplı bir Moğol konfederasyonunun kurulmasını önledi. Ayrıca kuzeydoğudaki Ruzhenleri belirli ölçüde denetim altında tuttu.

    Çin'in dış politikasında kuzey sınırındaki gelişmelerin öne çıkmasıyla birlikte, başkentin Nanjing'den Pekin'e taşınması gündeme geldi. Öteden beri Yonglo'nun başlıca güç dayanağı olan Pekin, ülkenin ekonomik ve kültürel merkezlerinden çok uzaktı. Ama stratejik konumundan dolayı kuzey savunmasını denetlemeye son derece elverişliydi. Başkenti değiştirme emrini 1407'de veren ve 1409'dan sonra zamanının çoğunu kuzeyde geçiren Yonglo, 1417'de Pekin'in yeniden inşası için geniş kapsamlı çalışmalar başlattı ve bir daha Nanjing'e geri dönmedi. İmparatorluk sarayı olarak tasarlanan Yasak Kent'i inşası 1420'de tamamlandı ve 1421'de Pekin resmen ülkenin başkenti oldu.

    İmparatorluk merkezinin Pekin'e kaydırılması için, öncellikle Yangtze Vadisinden Kuzey Çin'e tahılın güvenle taşınabilmesi gerekiyordu.Yangtze'yi Huang Irmağına bağlayan Büyük Kanal büyük halde kullanılmaz halde olduğundan, Shandong Yarımadası çevresinde kıyı taşımacılığı yeniden düzenlendi ve Chen Xuan'ın yönetiminde bu sistem başarıyla kullanıldı. Bu arada kuzeydeki eski suyolları da onarılarak genişletildi.1411'de deniz taşıtları Shandong'un güneyinden Huang Irmağına girebiliyor, böylece kıyı yolunun en tehlikeli bölümünden geçilmiyordu. 1415'te Büyük Kanal'ın güney kesimlerinin de onarılmasıyla deniz ulaşımı tümüyle bırakıldı. Güneyde Hangzhou'dan Pekin'in dışına kadar uzanan ve ordu denetiminde bulunan suyolu şebekesi, zamanla kuzeyin tahıl gereksinmesini karşılayabilecek bir duruma geldi. Pekin'in başkent olduğu 1421'de bu yolla taşınan yük miktarı yılda 200 bin tonu buluyordu.

    Moğolistan seferinden dönerken hastalanarak Pekin yolunda ölen Yonglo'nun yerine en büyük oğlu Ren Zong geçti.




  • Kevin Mitnick




     Tarihe Geçmiş İnsanlar







    Kevin David Mitnick (d. 6 Ağustos, 1963), ilk bilgisayar korsanlarından olup en meşhurudur. 15 Şubat 1995'te FBI tarafından yakalanmıştır. Fujitsu, Motorola, Nokia ve Sun Microsystems gibi şirketlerin bilgisayar ağlarına izinsiz girmekten suçlu bulunarak 5 yıl hapis cezası almıştır. Cezası 21 Ocak 2000'de, bilgisayarlara yaklaşma yasağı 21 Ocak 2003'te bitmiştir. Günümüzde, beyaz şapkalı bir bilgisayar korsanı olarak güvenlik danışmanlığı yapmakta ve dünya çapında kongrelere katılmaktadır.

    Mitnick, fotoğrafı FBI'in "En Çok Arananlar" listesinde yer alan ilk hacker olarak kayıtlara geçti ve neredeyse listeden hiç eksik olmadı. "İflah olmaz bir suçlu" olan çocuk ruhlu Mitnick "Sanal Dünya'nın Kayıp Çocuğu" olarak da tanındı. Büyük bir şirketi hack ederek milyonlarca dolara zarara uğrattığı için 5 yıl hapis cezası aldı.Kendisi nasa'nın bile uydularının yönlerini değiştirmiş olup dünyanın en iyi hackeri olarak tanınır hapiste olduğu dönemede elektronik saate bile dokunması yasaktı ve şuan 24 saat gözetim altındadır ve hiç bir teknolojik alete dokunamaz.Kevin Mitnick bir çok devlet adamının bilgisayarlarına sızarak uyarılarda bulunmuş ve bir çoğunu tehdit bile etmiş ayrıca hackerlik işlerine başlarken milyonlarca doları banka hesaplarından çalmıştır.




  • Slobodan Miloseviç




     Tarihe Geçmiş İnsanlar






    Slobodan Miloşeviç (Sırpça: Слободан Милошевић) (d. 20 Ağustos 1941, Pozarevać, Sırbistan - ö. 11 Mart 2006, den Haag), Sırbistan ve eski Yugoslavya devlet başkanıdır.

    Belgrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Çalışma hayatına Belgrad belediye başkanının ekonomi danışmanı olarak başladı. Komünist Parti'ye katıldı. 1984 yılında, Sırbistan Komünist Partisi Başkanı olan arkadaşı İvan Stambolić tarafından başkent Belgrad'daki parti liderliğine getirildi.

    1989'da Sırbistan Devlet Başkanı oldu ve göreve gelir gelmez Kosova'nın özerk statüsüne son verdi. Kontrolü sağlamak için Yugoslav birliklerinin bölgeye gönderildiği 1990'da Sırbistan, Kosova hükümetini feshetti.

    Hırvatistan ve Slovenya'nın Yugoslavya'dan 1991'de bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Slovenya sınırlarına tanklar gönderdi. Kısa süren bir savaşı tetikleyerek, Slovenya'nın ayrılışını engelledi. Hırvatistan'daki Sırpları da silahlara sarılmaları için cesaretlendirdi.

    1992 yılının Ocak ayında Hırvatistan'da BM gözetiminde ateşkes yürürlüğe girerken, Mart ayında Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti. Bu kez Bosnalı Sırpların ayaklanması için destek verdi. Yaklaşık 250.000 kişinin öldüğü Bosna Savaşı'nın başlamasından üç yıl sonra, ABD'nin girişimiyle Dayton'da Hırvat ve Bosnalı liderlerle barış masasına oturmayı kabul etti.

    Milosevic, 1979

    Yugoslavya'da Kasım ve Aralık 1996'da yapılan seçimlerde, eski Sırp liderinin müttefikleri genel seçimleri kazandı. Muhalefetteki koalisyon, yerel seçimlerde başkent Belgrad da dahil olmak üzere kentlerin çoğunda zafer kazandı. Ancak kendi kontrolündeki Seçim Komisyonu, yerel seçimleri iptal etti. Bu karar, ülkeyi 250.000 kişinin katıldığı seçim sonrası şiddetine sürükledi.

    Şiddet olayları yayılırken, Miloşeviç 1997 Ocak ayında yenilgiyi kabullenerek, bazı kentlerin kontrolünü muhalefete bıraktı. 15 Temmuz'da parlamento tarafından Yugoslavya devlet başkanlığına getirildi.

    Kosova'da Arnavutların ayaklanmasını bastırmak için Şubat 1998'de bölgeye birlikler gönderdi. Bölgede şiddet sürerken BM Güvenlik Konseyi, Eylül ayında derhal ateşkes ve siyasi diyalog çağrısında bulunulan öneriyi kabul etti.

    18-19 Mart'ta Fransa'da yapılan barış görüşmelerinde Kosovalı Arnavutlar bölgeye geçici özerklik tanınmasını öngören barış anlaşmasını imzaladı, ancak Sırplar anlaşmayı reddetti. Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine 24 Mart'ta NATO bombardımanı başladı.

    27 Mayıs'ta Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi, Miloşeviç'i savaş suçu sanığı ilan etti. Bu arada, NATO bombardımanı Sırp askerlerinin Kosova'dan çekilmeye başladığı 10 Haziran'a kadar sürdü.

    Yugoslavlar 24 Eylül 2000'de doğrudan devlet başkanını seçmek için ilk kez oy kullandı.Pek çok batılı vakıf bu seçimler de Miloşeviç karşıtı muhalif adaylara para akıttı. Büyük kampanyalar düzenlendi.Miloşeviç'i zamanı geldiğinde iktidardan indirmek için eylemcii bir rejim karşıtı gençlik grubu(Otpor adında ) yaratıldı. Seçimde Miloşeviç karşıtları, Voyislav Koştunitsa'yı zafere taşırken, seçim komisyonu seçimlerin ikinci turunun yapılması gerektiğini açıkladı, ancak bu da ülke çapında gösterilerin başlangıcı oldu. 5 Ekimde Belgrad caddelerine yürüyen Miloşeviç karşıtları parlamento, televizyon binası ve polis karakollarını ele geçirdi. Bu isyan Miloşeviç'in iktidardaki sonu oldu.

    Hakkında çok sayıda yolsuzluk suçlaması olan Miloşeviç'in evi polis tarafından kuşatıldı. 2001'de Sırp yetkililer Miloşeviç'in pazarlıklardan sonra teslim olduğunu ve Belgrad cezaevine gönderildiğini duyurdu.

    Ağır savaş suçları iddiasından hakkında 66 ayrı dava bulunan Miloşeviç, dört yıldır Hollanda'nın Lahey kentindeki eski Yugoslavya için kurulan Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanıyordu.

    Miloşeviç, Lahey yakınında 13 yıl önce Bosna Savaşı'ndaki facialar yüzünden ABD öncülüğünde kurulan, BM'ye bağlı mahkemenin yaptırdığı özel cezaevinin bulunduğu Kuzey Denizi'ne nazır Scheveningen'de tutuluyordu.

    Miloşeviç,11 Mart 2006'da savaş suçlarından yargılandığı sırada Den Haag'da öldü.




  • 
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.