Şimdi Ara

Şehir ve Kültür

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
9
Cevap
0
Favori
202
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Şehir ve Kültür
    Birbirinin kopyası şehirlerin oluşmasını sadece küreselleşme ve kapitalizm ile açıklamak biraz işin kolayına kaçmak gibi geliyor. Oysa şehirlerin taşıdıkları kimlikleri ve o kimliklerin birer ruhu vardır. Bu ruhu şehrin kültürü ayakta tutar, geliştirir. Nasıl ki bir örnek kötü şehirleşmeden bahsedebiliyorsak aynı şekilde bir örnek şehir kültüründen bahsedebiliriz. Bunda en büyük pay sahibi olarak birbirini tekrarlayan şehir yöneticilerinin ortaya koydukları kültür politikaları ve politikaların sonucu ortaya çıkan kültür etkinlikleri, kültür merkezlerinin ve bu merkezlerde program icra edenlerdir. Bunda icracıların şehri bir yüzölçümü, demografik durum, nüfus sayısı, hane ve hane başı gelir dağılımı, nazım ve imar planı ya da sadece mimariden ibaret görmelerinin payı yadsınamaz derecededir. Thomas Bernhard’ın, ‘Hakikatin İzinde’ adlı eserinde ifade ettiği gibi; “Görüntüsü itibarıyla bir şehir ne kadar güzelse, onun ön cephesinin altında sakladığı sahici suratı o kadar afallatıcı olur.” Hali hazırda bugün bu afallamayı yaşamayan yoktur. Ki bunu yöneticilerin meseleyi binaların makyajına, yolların görüntüsüne indirip, bunu o şehrin kültürü için yeterli görmeleri yaşatmaktadır.

    Peki, nedir bu şehir kültürü? Şehrin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hareketliliklerin temelini kültür oluşturur. Nasıl fertler birbirinden farklı özellikleri ile var oluyorsa şehirlerin de nüans’larla da olsa kendilerini farklı kılan unsurları, kendine has özelliklerini yansıttığı bir kavram olarak ifade edebiliriz. O şehrin insanlarının ortaya çıkardıkları, geliştirdikleri ve kendilerine has bir özellik kıldıkları her şey o şehrin kültürünü oluşturur. Bir şehrin kimliğini oluşturan asıl öğedir. Bundan dolayı her şehrin kendine özgü bir şahsiyeti vardır. Bu şahsiyetin oturması bilinç ile mümkündür. Ki bu bilinç üreten, besleyen bir ana damardır. Bu damarın gelişmesinde şehrin kurumlarının önemli bir katkısı vardır. Nitekim bu kültür kurumlar vasıtası ile yaygınlaşır, hafıza oluşturur. Onun için şehre dair ifadeler hep bu temalara vurgu içerir. Ahmet Hamdi Tanpınar şehri; “Şehir, bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden müşterek bir hayat” olarak ifade eder. Bu müştereklik Aristoteles’te, “şehir, soylu bir amaç için ortak yaşam” olarak vücut bulur.

    Sadece kültür merkezleri açıp, içlerine etkinlikler doldurmak bu manada pratik bir fayda ifade edebilir yöneticilerin hesapları namına ancak şehir yaşantısına, dokusuna bir katkı sağladığını söylemek tartışılır. İsterseniz bir baştan diğer başa bütün şehirlere bakın ideolojisi ne olursa olsun aynı tek düze şehre, insana temassız sadece besleme bir yapıya dönüşmüş kültür programları görürsünüz. Değişen şey isimler, programlarda ifade edilen konuların takdimi olduğunu görürsünüz. Bir salona Necip Fazıl ismi verilmiş ise diğeri Nazım Hikmet’tir. Birinde o belediyenin ideolojisine uygun yazarçizerler kendi aralarında top çevirirken diğerinde de durum değişik değildir. Popüler olan için her iki yönetim anlayışı da cömerttir. Konserler, konser verenlerin durumları da bunun içindedir. Nihayetinde bir şehri şehir yapan temel özelliklerden yoksun bir anlayış ile zevahiri kurtarmanın, bir dönem daha seçilmenin hesabı yapılır ama hesap hep çarşıda bozulur. Olan şehrin kendisine olur. Hayıflanmak dövünmek beyhudedir.

    Tabi bunda en önemli faktörlerin başında seçenlerin yani şehir ahalisinin şehrin dokusunda, yönetiminde söz hakkına sahip olmamasının olduğunu söylemek gerekir. Hesap sorma, karar verme de bir iradesi olmadığı için her türlü oldubittiye maruz kalmaktadır. Bunda şuanki demokrasi kültürünün eksikliğini vurgulamakta fayda mülahaza ediyorum. Çünkü vatandaş sadece oy verme hakkına sahip bir kimse olarak konumlandırıldığından bir şahsiyet olamıyor ve iradesini karar noktalarına yansıtamıyor. Oysa şehir bir müşterek yaşam alanı olarak var olabilir. Bugün bütün çarpıklıkların temelinde yatan şey, şehirleri giderek yaşanmaz hale getiren, müntesiplerini şahıslaştıracak bir kültür politikasından yoksunluktur.

    Onun için şehirlerin giderek güdük birer tasarlı, talan alanlarına dönmesi ve şehrin sakinlerinin de yangından mal kaçırırcasına bu yarışa girmesi bu yüzdendir. İşte o vakit avuçlarını ovuşturarak koltuk rüyası görenlerin bir ahlâki değer oluşturma gayreti olabilir mi? Kurumların bu derdi taşıyacak insanlarla iş yapma gibi bir meramı olabilir mi? Şahsiyet, birçok özelliğin yanı sıra yüksek ahlâk değerlerine de sahiptir ve de ahlâk bilinçli bir seçme ve değerlendirme içerir. Buradan hareket ettiğimizde şehrin, şehir insanının ve yöneticilerin böylesi zahmetli bir işe girebileceğini var saymak beyhude bir umuttur. Bu bağlamda hem çevresel tahribatları, hem kültürel tahribatları bir bir sayıp dökmeye gerek yoktur. Hattı zatında yapmış olmak için yapılan programların, etkinliklerin bir şeyi ikame ettiğine dair bir veri de maalesef bulunmamaktadır.

    Ne faydalıyı, ne de güzeli yapamayan bir garip döngüdür. Büyük cümleler kurularak, ağız dolusu konuşarak bir mesafe alındığı vaki değildir. Modern insanın kendini tatminini sağlayan bütün bu olup bitenlerin şehrin gerçek şahsi manevisine katkıdan çok bozmaya, çürütmeye sürüklemektedir. Bilincin eşlik etmediği eylemler, bir hafıza da oluşturamadığı gibi mevcut hafızayı da yok etmekle meşguller. Toplumların, toplumsal yapıların sürekliliğini sağlayan şey kültürleridir. Bugün bu sürekliliği sağlayacak bir kültürel politikadan bahsetmek neredeyse imkânsız gibi. Onun için şehirleri sadece bir yönetim birimi olarak düşünme yanlışından çıkarak bütün hayatı etkileyen, ferdi şahsiyete dönüştüren en hayati konuların başına koymakta yarar var. Seçimlerimizi, tercihlerimizi yaparken sadece gündelik faydayı gözeterek değil; geçmişi, bugünü ve gelecek bağlamında da düşünerek yapmak gerekir. Hoşça bakın zatınıza…

    Yazar
    Mehmet Biten







  • Okumadım zebani mi ?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yazar fenomoloji çalışmış aferin
  • Mödern toplumun şehirlerinde dükkan girişleri seni yutarcasına geniştir,üşengeç insanımıza yaraşır üşengeç basamaklardan yoksun bir zemin,sanki yöneticiler keyfinin kahyasını aradığını bilircesine mutlaka seni karşılayacak birilerini koyarlar,empirizm kuramı yaraşınca pencereleri büyük yaparlar sanki evler ölümün mekanları değilmiş gibi,aynı zamanda kadar uyaranla meşgulsundur ki evin çevresinden önce uzakları gözlersin.İroniye bak
  • Gerekli ve önemli bir konudan çok güzel bahsetmiş lakin bu yazı maalesef karşılıksız kalacak.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Yeni_kullanıcı

    Gerekli ve önemli bir konudan çok güzel bahsetmiş lakin bu yazı maalesef karşılıksız kalacak.
    Çünkü ben yıkıldım ve kız konuları değil bunlar
  • Bir dönem uygarlıkların mimari özelliklerine merak salmıştım. Bazı yapılar gün gün güneşin hareketine ve rüzgarın yönüne göre şekillendirilmiş. hatta evde sesin toplandığı - sönümlendiği yerler tasarlanmıştı.
    Şimdiki basmakalıp kibrit kutularına mimari inceleme yapmaya kalkışmak bile bu işin özüne hakarettir..
    Ne yazık ki şehir ve kültür değil, şehir ve hiçleşme birbirinin tamamlayacısı olmaktadır

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.