Şimdi Ara

ÖĞRETMENLERLE İLGİLİ TÜM GENEL YAZILAR (lazım olan varmı)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
13.620
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Okuldakiler-veya eğitimcielr herneyse eğer öğretmenlerle ilgili bir yazı toplama göreviniz varsa..burda bütün yazılar makaleler anılar özlü sözler tanımlar...

    dün bir çocuğa ödev yatpımda Öğretmenelrle ilgili aynı dosyayı sizinle paylaşayım..Çeşitli kaynaklardan toplayıp derledim..


    Öğretmenler Günü-Öğretmenlik
    ÖĞRETMENLERDE OLMASA..
    Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakar ve en muhterem unsurlarıdır diyen Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Millet Mektepleri başöğretmenliğini kabul ettikleri tarih olan 24 Kasım 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
    Bütün öğretmenlerin birlik ve beraberliğini sürekli kılmak, öğretmenler arasında sevgi ve saygı bağlarını güçlendirmek ve mesleki dayanışmayı ileri götürmek, Başöğretmen Atatürk ve ebediyete intikal eden öğretmenleri saygıyla, kendilerini mesleğe adayarak emekli olmuş öğretmenleri şükranla anmak ve bu mesleğe yeni başlayacak öğretmen adaylarına mesleğin yüceliği bilincini vermek amacıyla Büyük Önder Atatürk’ün 1928 yılında Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul ettikleri tarihtir 24 Kasım 1981. Cumhuriyet Türkiye’sinde öğretmenlik mesleği çağdaş, ulusal ve laik bir temele dayandırılmış, bu temelden kaynaklanan anlayış ve yaklaşımla yapılandırılmış, güvenilir ve tutarlı çerçeveye alınarak gerçek yörüngesine oturtulmuştur. Bu niteliğin kazanılmasında kuşkusuz ki Atatürk’ün eğitime , öğretmene ve öğretmenlik mesleğine bakış açısı çok etkin ve belirleyici rol oynamıştır.
    Öğretmenlik mesleğini içine sindiren bir insan için dünyada daha önemli başka bir şey yoktur. Milletlerin dünü, bugünü ve yarınında baş faktör olarak öğretmen vardır. Öğretmenlerin sihirli eli değmeden milletler varlığını devam ettiremiyor. En zor mesleklerden biridir, öğretmenlik mesleği. En zor iş insanı eğitmektir. Severek yapılan işlerden sonra kahramanlar yetişir, zaferlere ulaşılır. Öğretmen soğukkanlı kalabilen insandır, dayanıklı ve özverili olması gerekir. Bilgiyi öğreten öğretmen olacaktır. Düşünün ki bir makine de bilgiyle dolu olabilir ama yeni bilgiler üretemez. Bilgiyi üreten insandır. Makineyi ancak bilgiyle yüklersiniz. Ruh yoktur. Hiçbir makine öğretmenin yerini tutamaz. Öğretmen hem öğretir, hem de eğitir. Öfkenin, düşmanlığın, karanlıkların ortadan kalkması öğretmenin misyonunu en iyi şekilde yapmasına bağlıdır. Dünyanın her yerinde öğretmen evinin önünde özel arabalar olmayan, çıkarı için çalışmayan, büyük sermayelere sahip olamayan kişidir. Öğretmenlik mesleği sevgiyle yapılır.
    ÖĞRETMEN ANDI:
    "TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINA, ATATÜRK İNKILÂP VE İLKELERİNE,

    ANAYASADA İFADESİNİ BULAN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE SADAKATLE BAĞLI KALACAĞIMA;

    TÜRKİYE CUMHURİYETİ KANUNLARINI TARAFSIZ VE EŞİTLİK İLKELERİNE BAĞLI KALARAK UYGULAYACAĞIMA;

    TÜRK MİLLETİNİN MİLLÎ, AHLÂKÎ, İNSANÎ, MANEVÎ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİNİ BENİMSEYİP,

    KORUYUP, BUNLARI GELİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞACAĞIMA;

    İNSAN HAKLARINA VE ANAYASANIN TEMEL İLKELERİNE DAYANAN MİLLÎ, DEMOKRATİK,

    LÂİK BİR HUKUK DEVLETİ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE KARŞI GÖREV VE SORUMLULUKLARIMI
    BİLEREK, BUNLARI DAVRANIŞ HALİNDE GÖSTERECEĞİME NAMUSUM VE ŞEREFİM ÜZERİNE YEMİN EDERİM."


    ÖĞRETMEN MARŞI
    Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
    Nura doğru can atan Türk genciyiz.
    Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk'e denk;
    Korku bilmez soyumuz.

    Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
    Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.


    Candan açtık cehle karşı bir savaş,
    Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!
    Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş;
    Durma durma koş.

    Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
    Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
    İsmail Hikmet ERTAYLAN

    ÖĞRETMEN..
    Dosttur o çalışanla, dosttur o yarışanla
    Yarınlara el ele beraber koşanlarla,
    Mutludur o, simsiyah saçları olmuşsa ak,
    Dünden daha güçlüdür uyanırken her sabah.

    Doğruya, güzelliğe, odur yolu gösteren
    Odur hep geleceğe güvenle gülümseyen.
    Bir ana, bir babadır çocuklara sunulan.
    Odur eli öpülen, odur fedakâr insan.

    Sarsılmaz bir inançla görevini sevmekte,
    Ömrünü adamıştır milletine hizmette.
    Ruhlara şekil veren, kafaları besleyen
    Uygarlığa yürürken en öndedir öğretmen…
    BAŞÖĞRETMEN
    Atatürk benim,
    Başöğretmenim,
    Ne öğrendimse,
    Ondan öğrendim.

    Yenilikleri,
    Hep o düşünmüş,
    Milleti için,
    Ağlamış, gülmüş.

    Çocuk kalbimle,
    İlk onu sevdim,
    Atatürk benim,
    Başöğretmenimdir.
















    DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Bütün çiçekleri getirin buraya,
    Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
    Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
    Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
    Son bir ders vereceğim onlara,
    Son şarkımı söyleyeceğim,
    Getirin, getirin… ve sonra öleceğim.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum.
    Kaderleri bana benzeyen,
    Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
    Geniş ovalarda kaybolur kokuları…
    Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
    Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
    Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Ben bir köy öğretmeniyim, bahçıvanım,
    Ben bir bahçe suluyorum gönlümde,
    Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden
    Ne güller fışkırır çilelerinde,
    Kandır, hayattır, emektir benim güllerim
    Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
    Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    En güzellerini saymadım çiçeklerin,
    Çocukları, öğrencilerimi istiyorum
    Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
    Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
    O bakımsız ama kokusu eşsiz çiçek.
    Kimse bilmeyecek seni, beni kimse bilmeyecek
    Seni, beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
    Ama ben dünya üstündeyim, toprakta.


    Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
    Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım.
    Yurdumun çiçeklenmesi için, daima yaşadım,
    Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
    Şimdi ustum, örtün beni, yatırın buraya,

    Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini,
    Bacımın suladığı fesleğenleri,
    Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
    Avluların pembe entarili hatmisini,
    Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
    Aman Isparta güllerini de unutmayın,
    Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum
    Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Baharda Polatlı kırlarında açan,
    Güz geldi mi Kop dağına göçen,
    Yürükler yaylasında, Toroslar’da eğleşen,
    Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
    Gücenmesin, bütün yurt bahçelerinden
    Çiçek getirin, örtün beni,
    Eğin türkülerinin içine gömün beni.

    Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
    Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
    Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
    Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
    Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
    Beni bilse bile çiçekler bilir dostlarım,
    Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
    Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.







    ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ NEDİR ?

    Genel anlamda öğretmenlik öğretmenin görevi, meslek ise bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iş, sürekli uğraş demektir. Buna göre öğretmenlik mesleği denilince öğretmenin geçimini sağlamak için yaptığı sürekli öğretme işi veya sürekli öğretme görevi anlaşılır.

    Bir yaşamsal etkinlik olgusu olan meslek, toplumsal, kültürel ve ekonomik yapının ve teknolojinin gerektirdiği bir iş bölümü sonucu ortaya çıkar. Meslekler, genellikle gelişmemiş toplumlarda görenekle babadan ağula veya anadan kıza geçer, az gelişkin toplumlarda usta çırak ilişkisiyle öğrenilir, gelişkin toplumlarda örgün eğitimle edinilir. Çağdaş toplumlarda ise belirli diploma gerektiren profesyonel bir uğraş niteliği kazanır. Bu olgu diğer çoğu meslekler gibi öğretmenlik mesleği için de geçerlidir.

    Günümüzde öğretmenlik mesleği öğretmen olan kimseler tarafından yürütülür. Öğretmen, mesleği öğretmek olan kimsedir. Günümüzde öğretmen, öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği yeterlikleri kazandıran yüksek öğrenimi bitirerek aldığı diplomayla öğretmenlik yapma yetkisini elde etmiş olan kimsedir.

    Dar anlamıyla öğretmenlik öncelikle öğretimcilik demektir. Ancak öğretmenlikte "öğretme' "göreviyle sınırlı kalınmaz, yetinilmez. Çünkü "öğretme" "eğitme" ile iç içe işler gerçekleşir. Böylece öğretmenlik daha geniş bir anlam kazanır. Bu anlamda öğretmenlik eğitmenliği de kapsar, içerir. Öyleyse, geniş anlamıyla öğretmenlik öğretme odaklı eğitimciliktir. Buna göre öğretmenlik mesleği öğretme odaklı bir eğitimcilik mesleğidir.

    İnsanlık tarihinde olduğu gibi Türk tarihinde de öğretmenlik çok eski bir uğraşı alanıdır. Bir uğraşı alanı olarak öğretmenliğin başlangıcı çok eskidir, öğretme çabalarının ilk başlangıcına dayanır. Öğretme çabalarının kökleri tarihin derinliklerine uzanır. Bu çabaların bir uğraşı alanı niteliği kazanması, bu uğraşı alanının öğretmenliğe dönüşmesi ve öğretmenliğin meslekleşmesi ise epey yenidir. Öğretmenliğin tamamen kendine özgü bir uzmanlık mesleği olması ise çok daha yenidir.

    Günümüzde öğretmenlik kendine özgü bir profesyonel uğraş alanıdır. Genel anlamda profesyonel, bir işi kazanç sağlamak amacıyla ve ustalıkla yapan kimse demektir. Böyle bir kimse işin tüm gerekleriyle tüm inceliklerini öğrenmiş olmak durumundadır. Günümüzde öğretmenlik mesleği profesyonel bir meslek olarak kabul edilir. Öğretmenlik artık (özel) alanda uzmanlık, akademik çalışma, mesleksel formasyon ve üniversite diploması gerektiren kendine özgü bir profesyonel meslek statüsü kazanmış bulunmaktadır.
    Prof. Dr. Ali UÇAN
    Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fak. Öğretim Üyesi


    TÜRKİYE'DE ÖĞRETMENLİĞİN MESLEKLEŞME KOŞULLARI VE ÖLÇÜTLERİ
    Öğretmenliğin meslekleşmesi bu doğrultuda belirli koşulların sağlanması belirli ölçütlerin oluşması ve koşulların ölçütlere uygun hale gelmesiyle mümkün olmuştur. Tüm dünyada meslek olarak kabul edilen işlerin meslekleşmesinin bir takım ölçütleri ortaya konulmuştur. (Erden 1998).Türkiye de Öğretmenliğin meslekleşmesini sağlayan başlıca koşullar ölçütler şunlardır:

    1. Tanımlanmış bir hizmet alanı olma ve o alanda hizmet verme.
    2. Verdiği hizmetten ötürü yetiştirdiği kişiye-ailesine-topluma-devlete karşı sorumlu olmak.
    3. Yeterince geniş ve yaygın bir hizmet alanına sahip olma.
    4. Belirli bir uzmanlık bilgi ve becerisini gerektirme.
    5. Örgün mesleksel eğitimden geçme.
    6. Mesleksel kültüre sahip olma.
    7. Mesleğe girişte belirli bir seçim ve denetimden geçme.
    8. Toplumca ve devletçe meslek olarak tanınma ve kabul görme.
    9. Mesleksel ahlak kurallarına sahip olma
    10. Meslek kuruluşları biciminde örğütlenme
    11. Mesleksel amaçlı süreli yayın organına sahip olma
    12. Yasal, tüzüksel, yönetmeliksel, statü ve güvenceye kavuşma.
    13. Sadece öğretmenlik mesleğinin öğrenimini görmüş veya yererliklerini kazanmış olanların öğretmenlik yapmaya hak ve yetkileri olduğu kesin hükme bağlanmış olma.

    Türkiye'de Öğretmenlik mesleği bu koşullar sağlandıkça,ölçütler oluştukça ve koşulları ölçütlere uygun hale geldikçe daha çok, daha etkin, daha yaygın ve daha saygın bir kabul görmüştür.Türkiye'de öğretmenlik mesleği profesyonellik gerektiren özelliklere sahip olma yolunda çok önemli aşamalar kaydetmiştir. Bununla birlikte, belirtilen koşul ve ölçütlerden bazılarında istenilen düzeye henüz tam olarak erişilememiştir.Örneğin 13.maddede belirtilen koşul ve ölçüt ilke olarak benimsenmiş ve uygulamaya konmuş olmakla birlikte, bazı dallarda gerçek öğretmen gereksinimin tam olarak karşılanmaması nedeniyle zaman zaman delinmekte ve bu nedenle henüz kesintisiz bir süreklilik kazanamamış bulunmaktadır.

    Öbür yandan Atatürk 1924' te Ankara'da toplanan Öğretmenler Birliğinin bütün yurtta örgütlenmesini Konya'yı olduğu gibi.Van'ı .Hakkari'yi örgütü içine almasını , her köyde üyeleri bulunmasını derin bir ilgi bekleyeceğim, dediği halde öğretmenlik mesleğinin ulusal düzeyde ve tüm öğretmenleri kapsayacak bicimde örgütlenmesi ne yazıkki hala gerçekleştirilememiştir.
    Prof. Dr. Ali UÇAN
    Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fak. Öğretim Üyesi





    TÜRKİYE'DE ÖĞRETMENLİĞİN MESLEKLEŞMESİ
    Türkiye'de öğretmenliğin ayrı ve kendine özgü bir meslek olarak düşünülmesi ve bu meslekten olanların ayrı bir programla yetiştirilmesinin gerekli görülmesine ilişkin ilk somut gösterge 15. yüzyılın ikinci yarısında Fatih Sultan Mehmet'in kurduğu-kurdurduğu Eyüp ve Ayasofya medreselerinde o dönemin ilkokulları olan sıbyan mekteplerine öğretmen yetiştirilmek için ayrı bir program öngörülmesi ve uygulanmasıdır.Programda Adab-ı Mubahase ve Usul-i Tedris ( Tartışma kuralları ve öğretim yöntemi ) adlı bir derse yer verilmesi Türk ve Dünya eğitim tarihinde çok önemli bir buluş ve yeniliktir. Bunun yanısıra programda Matematik, Tarih-Coğrafya, Edebiyat, Mantık vb. derslerin yer alması öğretmenlik mesleğinin yeni niteliğini gösterir. İlk kez ilkokul öğretmenliğine ilişkin ayrı ve özgün bir model öngören ve öğretmenlik mesleğinin gereklerine uygun ilk programı yapan ve uygulatan kişi olarak Fatih, bu girişimiyle öğretmenliği çağdaş anlamda meslekleştirme bakımından gerçekten öncü ve seçkin bir yere sahiptir. Fatih'in bu öncü ve yenilikçi girişiminin kendisinden sonra süreklilik kazanmamış olması Türk ve Dünya eğitimi için çok önemli bir kayıp ve çok önemli bir talihsizlik olmuştur.

    Türkiye'de öğretmenliğin ayrı ve kendine özgü bir meslek olarak düşünülmesi ve bu meslekten olanların ayrı bir okulda yetiştirilmesinin gerekli görülmesine ilişkin ilk somut gösterge ise Sultan Abdülmecit döneminde 16 mart 1848'de Darülmuallimin ( Erkek Öğretmen Okulu'nun ) açılmasıdır. Bu okulun açılmasında yeni ortaöğretim kurumları olarak Rüştiye adıyla yeni tip okulların açılması ve bu okullarda yeni tip öğretmene gereksinim duyulması etkin ve belirleyici olmuştur. Programın ilk dersi Usul-i Tedris'tir. ( Öğretim Yöntemi'dir.) Yalnızca öğretmen yetiştiren bir okulun açılması ve bu okulun bir öğretmenlik meslek okulu olarak görülmesi öğretmenlik mesleğine ilişkin yeni bir anlayışın oluşmasına yol açmıştır. Bu okul açılıp ilk mezunlarını vermeye başladıktan sonra da çeşitli kaynaklardan mesleğe yapılan atamalarla öğretmenlik neredeyse okur-yazar herkese açık bir meslek olma özelliğini önemli ölçüde koruyor idiysede öğretmen atamalarında öğretmen okulunu bitirenlere öncelik hakkı doğmuştur. Bu öncelik hakkı Türkiye'de öğretmenliğin meslekleşmesinde Fatih'ten yaklaşık 320 yıl sonra çok önemli bir adım oluşturmuş ve ilk hukuksal düzenleme niteliği taşımıştır.

    Fatih'in ortaya koyduğu ilkokul öğretmenliği modeli ile ondan yaklaşık 300 yıl sonra Abdülmecit döneminin ortaya koyduğu ortaokul öğretmenliği modeli birlikte ele alınırsa günümüzdeki sekiz yıllık ilköğretim okulu için kimilerince düşünülmeye başlanan İlköğretim öğretmenliği modelinin ilk öncü çekirdeğini oluşturur.

    Türkiye'de öğretmenlik mesleğinin saygınlığı ve bu mesleği öğrenip yürütenlerin atanma görevlendirilme ve yükselme biçimleri 01 Eylül 1869'da yürürlüğe giren Maarif-i Umumiye Nizamnamesinde (Genel Eğitim Tüzüğünde) başlıca konulardan biri olarak yer almıştır. Öğretmen alımında ve atamalarında öğretmen okulu çıkışlılara "hakk-ı rüçhan" ("öncelik hakkı") tanınmıştır. Bu bakımdan Tüzük ülkemizde öğretmenlik mesleğinin evriminde yeni bir dönüm noktası oluşturur.

    Darülmuallimin-i Rüşdi'den (1848) sonra Darülmuallimin-i Sıbyan (1870) Darülmuallimin-i İdadi (1877) ve Darülmuallimin_i Ali'nin (1891) açılmasıyla Türkiye'de öğretmenlik orta öğretimin ilk basamağından sonra ilköğretim basamağı ile ortaöğretimin ikinci basamağında da çağdaş anlamda meslekleşme sürecine girmiştir. Bu süreçte genellikle
    Darülmuallimin-i Rüşdi ilkin Darülmuallimin-i Sıbyan'ın ve ardından diğerlerinin öncüsü olarak kabul edilir. Oysa tarihsel gerçek bundan biraz farklı olsa gerektir. Darülmuallimin-i Sıbyan'ın açılışından yaklaşık 320 yıl önce Fatih'in oluşturup kurduğu medresede uygulattığı "Sıbyan Okulu Öğretmenliği Programı"nı bu okulun gerçek anlamda ilk öncüsü olarak kabul etmek gerçeğe daha uygun düşer.

    1892'de ilkokullar için çıkarılan bir Talimat'ta (yönerge'de) ilkokul öğretmenliğine atanacaklarda "Darülmuallimin-i İptidai'den diploma almış olma yada bir sınav sonunda yeterliliklerini kanıtlamış olma" ve "iyi ahlaklı olma" koşulları öngörülmüştür.(Akyüz 1993,1997). Bu koşullar Türkiye'de öğretmenliğin meslekleşmesine ilişkin olarak 1869 Tüzüğü'nde öngörülenlerden daha ileri hukuksalh düzenlemeler niteliği taşımaktadır.

    1898-1899 tarihli Maarif Salnamesinde " eğitim hizmetlerinde asıl olan öğretmenliktir" anlamına gelen bir hüküm yer almıştır. (Akyüz 1993,218). Bu hüküm daha sonra Cumhuriyet döneminde 1926'da bir yasa maddesi olarak belirlenen yukarıdaki ilkenin öncüsü olmaktadır.

    1900-1901 tarihli Salname-i Nezaret-i Umumiye'de yer alan muallimlikkte Meslek-i İhtisas Tesisine Dair Talimat'ın birinci maddesinde " öğretmenlik mesleğine giriş" için konulan şartlar sıralanmıştır. Başka bir maddesinde ise "öğretmenlik mesleğine giriş hakkı yalnızca Darülmuallimin mezunlarına aittir denilmiştir. Talimat öğretmenliğin meslekleşmesinde çok önemli bir aşama oluşturur. (Akyüz 1993,217-218)

    Türkiye'de eğitim ve öğretime ilişkin olarak Tanzimattan önceki bazı dönemlerde bazı kitaplar yazılmış-yayınlanmış ve Tanzimattan sonra giderek çoğalmış olmakla birlikte öğretmenlik mesleğine ilişkin ilk önemli ve kapsamlı yayınlar tartışmalar ve öneriler on yıl süren II.Meşrutiyet Döneminde (1908-1918) yapılmıştır.

    Bu arada Darülmuallimat içinde 1913'te Ana Muallime Sınıfı (Ana Öğretmen Sınıfı) 1914 Ana Muallime Mektebi (Ana Öğretmen Okulu) açılmıştır. Bu sınıfın ve okulun açılması ve ilk mezunlarını vermesiyle birlikte öğretmenlik mesleğinin ilköğretim öncesi (okulöncesi), ilköğretim ve Ortaöğretim basamaklarına göre türleşme süreci tamamlanmıştır.

    Türkiye'de eğitimin-öğretimin bir bilim olarak ortaya çıkması ve gelişmesiyle birlikte öğretmenlik meslek bilgisinin önem kazanmaya başlaması, öğretmenlik için bireylerin özel bilgi ve becerilere sahip olması gerekliliğinin ortaya konulması ve bu gereğin giderek daha iyi anlaşılması öğretmenliğin meslekleşmesinde etkili ve belirleyici olmuştur.

    Ulusal Kurtuluş Savaşı (1919-1922) ve TBMM Hükümetleri (1920-1923) Dönemi'nde öğretmenlik mesleği daha çok önem kazanmış ve öne çıkmıştır.Bu dönemde öğretmenlik mesleği ulusal kültür, ulusal dayanışma, ulusal birlik-bütünlük, ulusal kurtuluş, ulusal bağımsızlık ve ulusal özgürlük ile ulusal eğitim kavram ve uygulamaları üzerinde odaklanmıştır. 1921 Maarif Kongresi'nde Mustafa Kemal'in açış konuşmasında "ulusal eğitim"i açıklaması, "Türkiye'nin ulusal eğitimini kurmasını istemesi ve öğretmenleri" gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olarak tanımlaması yeni Türkiye Devleti'nde öğretmenlik mesleğine yeni bakışın yeni görevler veya yeni işlevler yükleyişin yeni temelini oluşturmuştur.

    Cumhuriyet devrimiyle birlikte Türkiye'de öğretmenlik mesleği yeniden yapılanmış ve çağdaş, ulusal ve evrensel boyutlu bir gelişim sürecine girmiştir. Cumhuriyet döneminde (1923'ten günümüze) öğretmenliğin meslekleşme sürecinin hız ve yoğunluk yaygınlık ve etkinlik kazanmasında 1924'te çıkarılan 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimi Birleştirme Yasası) ile 439 sayılı Orta Tedrisat Muallimleri Kanunu belirleyici olmuştur. Bu iki yasadan ilki öğretmenlik mesleğine yeni ve çağdaş bir temel, ikincisi ise yasal bir tanım ve dayanak getirmiştir.

    Bu yeni yasal temele dayalı olarak yapılan değerlendirmeler sonunda Osmanlı döneminden devralınan Darülmualliminler ve Darülmuallimatların İlk Öğretmen Okulu, Orta Öğretmen Okulu ve Yüksek Öğretmen Okulu olarak yeniden yapılandırılması (1924) ile Musiki Muallim Mektebi (1924), Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü (1926, 1929), Köy Muallim Mektebi (1927) Kız Meslek(Teknik Yüksek) Öğretmen Okulu (1934,1947), Ana Öğretmen Okulu (1927) Köy Öğretmen Okulu (1936), Erkek Meslek (Teknik Yüksek) Öğretmen Okulu (1937,1947) Köy Enstitüsü (1940), Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü (1942), Necati Terbiye Enstitüsü ve Orta Öğretmen okulu(1944).Eğitim Enstitüleri (1946). Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu (1955, 1965). Yüksek İslam Enstitüleri (1959). Kız Sanat Yüksek Öğretmen Okulu (1962). Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulu (1962.). Eğitim Bilimleri Fakültesi(1965). İki Yıllık Eğitim Enstitüleri(1974). Endüstriyel Sanatlar Yüksek Okulu (1975). Dört Yıllık Eğitim Enstitüleri(1978). Yüksek Öğretmen Okulları ( 1980). (Genel) Eğitim- Mesleki Eğitim-Teknik Eğitim Fakülteleri (1982) ve Eğitim Bilimleri Enstitülerinin (1994, 1997) kurulması Öğretmenlik mesleğini sağlamlaştırmış, güçlendirmiş, çeşitlendirmiş ve mesleksel etkinlik alanını genişletmiştir.
    Prof. Dr. Ali UÇAN
    Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fak. Öğretim Üyesi















    TÜRKİYE'DE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN TARİHÇESİ
    Ülkemiz yaklaşık bin yıldır Türkiye'dir. Türkiye'de öğretmenlik mesleğinin kökleri bin yıl öncesine giden uzun bir geçmişe dayanır. Bu nedenle Türkiye'de öğretmenlik mesleğine genel olarak bakarken konuyu Selçuklu Türkiyesi, Osmanlı Türkiyesi ve Cumhuriyet Türkiyesi olmak üzere üç ana dönemde ele almak gerekir:

    1. Selçuklu Türkiyesinde öğretmenlik genel olarak "din adamlığı", "hocalık", "imamlık" ve "müezzinlik" ile iç içe bir meslekti. Bu dönemde öğretmenlik mesleği dinsel ağırlıklı çok işlevli bir meslek niteliği taşır. Örgün eğitim kurumlarından sıbyan mekteplerinde öğretmenlik "muallimlik" olarak medreselerde öğretmenlik ise "müderrislik" olarak adlandırıldı. Sıbyan okullarında ve genel medreselerde öğretmenlik mesleğine ilişkin görevlerin temeli ve ağırlık merkezi dini öğretmekti. Bu dönemde öğretmenlik mesleğini edinim genel eğitimden ve din adamlığından ayrı bir uzmanlık alanı olarak düşünülmezdi. Bu nedenle öğretmenlik için ayrı bir program veya ayrı bir meslek ve ihtisas medresesi yoktu.

    2. Osmanlı Türkiyesinde öğretmenlik mesleğine ilişkin durum 15.Yüzyıl ortalarına kadar Selçuklu dönemindekinin hemen hemen aynıydı. Osmanlı döneminde ilk kez Fatih Sultan Mehmet öğretmenlik mesleğini dinsel ağırlıklı olmaktan kurtarma, dünyasal boyutlu oluşturma ve dolayısıyla laikleştirme doğrultusunda çok önemli bir adım atmıştır. Bu adım Türkiye'de öğretmenlik mesleğine ilişkin ilk gerçek bir atılımdır. Ancak eldeki bilgilere göre ne yazıktır ki bu atılımcı girişim Fatih'ten sonra sürdürülmemiş, süreklilik kazanmamış ve böylece Fatih'le başlayan ve Fatih'le biten bir atılım olmaktan öteye geçmemiştir. 18.Yüzyılın ikinci yarısında başlayan yenileşme hareketi 19.Yüzyılın ilk yarısında batılılaşma hareketine dönüşürken, 15.Yüzyıldaki ilk yönetimince yeni bir anlayışla gerçekleştirilen yeni bir atılımla öğretmenlik mesleği kendi meslek okuluna, yani öğretmen okuluna kavuşmuştur (1848). Anlamlı bir rastlantı olarak adını Fatih'ten alan bir semtte kurulup açılan bu okulla birlikte öğretmenlik kendine özgü bir meslek olma sürecine girmiş, yeni ve yenillikçi bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Bir süre sonra öğretmen okulu çıkışlıların hukuki statüleri düşünülüp belli kurallara bağlanmaya ve öğretmenliğin meslekleşmesine ilişkin hukuksal düzenlemeler başlamıştır (1869, 1892). Bu süreç 20.Yüzyılın ikinci on yılında biraz daha gelişerek sürerken öğretmenlik mesleğine ilişkin anlamlı bir birikim oluşmuştur. Bu birikimle birlikte somut bilimin yol gösterici ışığında yenilikçi öğretmenlik mesleği açıkça ortaya çıkmıştır.

    3. Cumhuriyet Türkiyesinde öğretmenlik mesleği yurdun kurtarıcısı ve Cumhuriyet'in kurucusu Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün yönlendiriminde çağdaş. Ulusal ve laik bir temele dayandırılmış: bu temelden kaynaklanan anlayış ve yaklaşımla yeniden yapılandırılmış. Sağlam ve tutarlı bir çerçeve içine alınmış gerçek yörüngesinde oturtulmuştur. Bu doğrultuda gerçekleştirilen yasal düzenleme ve uygulamalarla Cumhuriyet döneminde öğretmenlik mesleği çok saygın etkin ve etkili bir meslek niteliği kazanmıştır. 1924'te öğretmenlik mesleği yasayla tanımlanmış. Böylece yasal bir meslek niteliğine kavuşmuştur. Bunda Atatürk'ün eğitime, öğretmene ve öğretmenlik mesleğine bakışı çok etkin ve belirleyici rol oynamıştır.
    Atatürk'ün öğretmenlik mesleğine bakışı şu sözlerinde kesin bir nitelendirim açık bir anlamlandırım ve derin bir anlatım bulur:
    - Dünyanın her yerinde öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer üyeleridir. (1923)

    - Ulusumuzu yetiştirmek gibi kutsal bir görevi üstüne almış olan yüce Türk öğretmen topluluğu ...(1921)

    -Gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olan Türkiye öğretmenleri...(1921)

    - Hükümetin en verimli ve en önemli görevi milli eğitim işleridir..(1922)

    - Cumhurbaşkanı olmasaydım Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim...

    - Benim asıl kişiliğim (niteliğim) öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim...(1936)

    - Eğitimdir ki ulusu özgür; şanlı ve yüksek bir toplum olarak yaşatır..(1924)

    - Eğitim okul demektir. .(1919)

    - Okul adını hep birlikte büyük saygı ile analım! (1922)

    - Gerçek zaferi siz (öğretmenler) kazanıp sürdüreceksiniz..(1922)

    - Eğitim bakanı olarak milli irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.

    - Bilim ordusunun değeri siz öğretmenlerin değeri ile ölçülecektir...(1923)

    - Öğretmenler...bilim esasından kazanmaya başladıkları egemenliği sonuca ulaştırmalıdırlar.

    - Bununla öğretmenlik mesleği gerçek gelişme devrine dahil olacaktır...(1924)

    - Öğretmenler sizin başarınız Cumhuriyet'in başarısı olacaktır...(1924)

    - Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır...(1924)

    - Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür.Vicdanı hür.İrfanı hür nesiller ister...(1924)

    - Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir...(1925)
    Atatürk Türkiye'yi yönettiği 1919-1938 yılları arasında geçen 19 yıllık süre içinde kamu önünde yaklaşık olarak en az 40 kez olmak üzere en çok milli eğitim ve öğretmen konularını ve dolayısıyla öğretmenlik mesleğini işlemiştir. Bu bağlamda 1'i Sivas Kongre'sinde 15'i TBMM 'ni açış söylevlerinde ve 9'u öğretmen kongre ve toplantılarında 4'ü halkla konuşmalarında 2'si CHP kurultaylarında 1'i İzmir İktisat Kongresini 1'i Anakara Hukuk Mektebini 1'i Cumhuriyet'in 10.yıldönümünü açış söylevlerinde 1'i Konya orduevinde subaylarla konuşurken ve 1'i de milletvekili seçim bildirgesinde 2'si basın önünde ve 1'i öğretmen okulunda olmak üzere kamu önünde en az 39 kez bu konuları ele almış:

    Bu konularda görüş ve düşüncelerini açıklamış, ilkeler ortaya koymuş, değerlendirme ve önerilerde bulunmuş, yönergeler vermiştir. (Öztürk 1992:İnan 1983a ve 1983b: TDK 1979).Ayrıca çeşitli zamanlarda yaptığı okul ziyaretleri ile özel görüşme,söyleşi ve konuşmalarında da sık sık aynı konulara değinmiş, aynı konular üzerinde durmuştur.

    Bu arada Atatürk, çağdaş Türk eğitiminde çok büyük anlam ve önem taşıyan Millet Mektepleri Başöğretmenliğine kabul ederek (1928) öğretmenlik mesleğine çok somut ve etkin bir biçimde katılmıştır.Bu katılımıyla Öğretmenlik mesleğine çok büyük bir değer, onur ve saygınlık kazandırmış :öğretmenlik mesleğini yüceltmiştir.

    Atatürk'e göre öğretmen " yetiştirici, eğitici, öğretici, yaratıcı, geliştirici" olmasının yanı sıra aynı zamanda " öncü, kurtarıcı, kılavuzlayıcı, yenileştirici, savaşımcı-devrimci, değişimci-dönüşümcü, örnek olucu, yükseltici , yüksek hizmet verici , kutsal bir görev üstlenici" dir. Bütün bunlarla Atatürk'ün tanımladığı öğretmenlik tam anlamıyla gerçek öğretmenliktir.

    Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde gerçek öğretmenlik mesleği ile Atatürk, Cumhuriyet, ulus ve çağdaşlaşma arasında doğal köklü ve sımsıkı bir bağ ve iç içe geçen derin bir ilişki vardır. Bu dönemde çağdaş Cumhuriyet öğretmenliği öne çıkan bir meslektir.
    Prof. Dr. Ali UÇAN
    Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fak. Öğretim Üyesi
















    BİR EMEKLİ ÖĞRETMENİN VEDA KONUŞMASI
    Sevgili çocuklarım. Benim iyi öğrencilerim,
    Bu gün sizler yeni bir ders yılına başlıyor, bense öğretmenliğimin 50. yılını yaşıyorum. Büyük zaman dilimlerinden bir yüzyılın yarısı.
    Cumhuriyetimizin kurulduğu acı günler içinden geldim. Mustafa Kemal Gazi'nin, Atatürk'ün yolundan, izinden geldim. Bu yapıya öğretmen yönümle, yönetici yönümle, sanatçı yönümle küçük taşlar koydum. Bunlar arasında bilgi, düşünce duygu ve en önemlisi inanç yapılarına harç kattığım sizler de varsınız.
    Üç yıldan beri aranızdayım. Şu anda okuttuğum öğrencilerimle; kendilerine sınıf dışı hocalık ettiğim sizlerin karşısında nasıl bir heyecanı taşımakta bulunduğumu takdir edersiniz.

    Sevgili çocuklarım,
    Burası benim son okulum, sizler son öğrencilerim, değerli hocalarınız da son öretmen arkadaşlarımdır. Demek istiyorum ki, 50 yılın özü, sonu hiç unutulmayacak olanı sizlersiniz... Anılarınız, hayalleriniz gözlerimden ve yüreğimden hiç silinmeyecek! Bilimde, sanatta, memleket kaderinde söz sahibi, büyük hizmetler sahibi binlerce öğrencimin heykelleşen son görüntüleri, son kıymetli emanetleri sizlersiniz. Sizleri son durağıma kadar gönlümde taşıyacağım...

    Benim yiğit.
    Benim güzel.
    Benim iyi öğrencilerim.
    Bu, benim size son dersimdir. Müsade ederseniz son dersimi de boş geçirmeyeyim. Dersimizi boş geçirmeyelim... Sizlerden 50 yıl boyunca istediklerimi, her şeyin üzerinde istediklerimi bir kere daha tekrarlayalım, özetleyelim: Bu vatanın, bu milletin çocuklarısınız. Vatan, bu millet sizin oldukça siz de varsınız, o yoksa sizler de yoksunuz, Ona karşı mert, çalışkan ve doğru olunuz... Çağımız bilgi çağı, teknik çağı, yüksek kültürler çağıdır. Öğrenimde amacınız sadece bir yukarı sınıfa geçme değil,
    sadece bir diplomaya sahip olma değildir. Asıl amacınız geçerli, etkili, faydalı ve sizi her toplumda, her işte ön planda tutacak üstün bir kültür ve yeteneğe sahip bulunma olmalıdır. Ülkelerin nüfusu arttıkça, ülkemizin nüfusu arttıkça buna daha da çok ihtiyaç duyulacaktır. Bunu da akıldan çıkarmayınız..,
    Okulunuzu, öğretmenlerinizi seviniz. Büyük başarılarınız ancak bu el ve gönül birliğinden doğar. Ailenizi seviniz. Ailesiz mutlu olmak mümkün değildir, Onların emeğini, sevgisini, dileklerini iyi değerlendiriniz, içinde doğup büyüdüğünüz yuvayı hep sıcak bulunuz, hep sıcak tutunuz, Sıcak tutunuz ki, yakın gelecekteki sizlerin yuvaları da sıcak ve mutlu olsun. Aileler sağlam, yuvalar mutlu olmazsa vatan zayıf düşer, millet sevgi gücünü kaybeder.
    Tanrı'nın size ve güzel yurdumuza bağışladığı nimetlere şükürler olsun deyiniz, Az bulursanız, bu toprakları daha verimli, daha sevimli yapmak için biraz da sizler gayret gösteriniz, eksiğini tamamlayınız. Yani sizlere de iş düştüğünü biliniz. Yurdumuz buna her yönden elverişli ye lâyıktır. Böylece yaşamayı, tabiatı ve dünyayı daha güzel ve daha sevimli bulursunuz.
    insanları, insanlığı seviniz. Dünya artık çok küçülmüştür. En uzak ülkeler bile birbirleriyle kapı komşu gibi mesafeleri kısaltmışlar, yakınlaşmışlar, Komşular dost geçinmelidir. Birbirlerinin zararına davranış içine girmedikçe birbirlerinden sevgilerini esirgememelidirler...

    Sevgili öğrencilerim, Sevgili arkadaşlarım.
    Sevgili anne, baba ve kardeşler,
    Sanıyorum ki, bana ayrılan beş dakikalık son dersin, son dersimin mânevi zili çalmak üzeredir. Başarılarınız ve mutluluğunuz için yüreğimin bütün cömertliğiyle Tanrı'dan dileklerde bulunacağım. Bu bir veda konuşmasıdır. Yollarımız ayrılıyor demeye dilim varmıyor. Yollarımız hiçbir zaman ayrılmayacaktır. Çünkü hepimiz; büyüğümüz, küçüğümüz Atatürk'ümüzün, Ata'mızın yolundayız. Bıraktığımız iz ve eserlerle bundan sonra da hep beraber olacağız. Bizden sonrakilerle de beraber olacağız. Bir evin başka başka odalarında gibi... Hepinizi bu duygu ve düşünceler içinde sevgiyle kucaklarım.
    Coşkun ERTEPINAR
    Milli Eğitim Dergisi











    ANILAR..


    BEN ATATÜRK'ÜN ARKADAŞIYIM (*)
    "Ben 1920 yılında Ankara'da doğdum bütün çocukluğumda bu kentte geçti. Atatürk'te benim doğduğum yıllarda Ankara'ya gelmişti. Biz çocukluktan çıkmaya çabalar, büyürken, Atatürk'te büyüyordu.Atatürk'ü tanıdığımda sanıyorum ki 7-8 yaşlarındaydım. İstasyondan Samanpazarı'na çıkan yokuşun ortalarında, o zamanlar, Türk Ocağı denilen mermer, görkemli bir yapı yükseliyordu.
    O günlerin Ankara'sında Atatürk hemen, hemen haftanın birkaç gününde gelir, bu yapının yükselişi ile ilgilenirdi. Evimiz denizciler caddesinde olduğundan, benim yaşımdaki çocuklarda gider, bu yapının kırık mermerlerinden birer parça alır, gazoz kapağı oynardık. Bu oyun gazoz kapaklarını bir çemberin içine dizmek ve oradan bir mermerle dışarı çıkarmak biçiminde oynanırdı.

    Mermer kırıklarını almaya gittiğimizde çoğu zaman Atatürk'ü görürdük. Otomobilin çevresinde motosikletli polisleri, arabalara binmiş yakınları ile Atatürk'ün gelişi her zaman belli olurdu. Benim yaşımdaki, mermer almaya gelmiş çocuklarda yani bizlerde tek sıra dizilir, Atatürk'ün önümüzden geçmesini beklerdik. Bizi böyle askermişçesine tek sıralı dizilmiş gören Atatürk'te önümüzden geçerdi.

    Artık öyle olmuştu ki biz de Atatürk de birbirimizin tanışı olmuştuk. Bazen önümüzden geçerken kimimizin yanağından sıkar, saçını okşar, kimimizin adını sorardı. Bu tanışıklık,Türk Ocağı'nın yapımına kadar aylarca yıllarca sürdü.Öyle olmuştu ki, Atatürk çoğumuzun adını unutmayacak kadar bizleri tanımıştı.Tek sıra olduğumuzda, " Nasılsın Mehmet? Nasılsın Ahmet? Sınıfını geçtin mi? Kuş palazı olduğunu duymuştum iyileştin mi? " gibi sorular soracak kadar bizleri tanır olmuştu.

    İlkokulu bitirdik, ortaya başladık. O zaman Ankara'da bir ortaokulla bir lise vardı, ikisi de bir arada öğrenim yapardı.Atatürk Çankaya'da sıkıldığı zamanlar okulumuza gelir, bazı sınavlara girerdi. Sınavlarda sorular sorardı. Lisede, sorulan sorulara iyi yanıt verenleri Avrupa'ya okumaya yolladığını duyardık. Bunları duydukça da, "Ah, Atatürk bizim sınavımıza da girse bizde sorulara yanıt versek bizi de Avrupa'ya gönderse....." diye özenirdik.
    Benim sınavlarıma girmedi. Başka arkadaşlarımın sınavlarına girdiğini biliyorum. İçlerinde Avrupa'ya gidenler de oldu.

    Biraz daha büyüdük, izci olarak Atatürk'ün önünden Cumhuriyet bayramlarında geçtik. 19 Mayıs törenlerinde önünde jimnastik gösterileri yaptık. Adı sonradan Türk Ocağı'ndan Halk Evi'ne çevrilen yapıda verilen öğrenci temsillerinde oyunlar oynadık. Bizleri de hep gördü lisenin son sınıfında idim. Bir öğleye doğru idi. Dersten çıkıp bahçede oynarken Halk Evi'nin tepesindeki bayrağın yarıya indirilmiş olduğunu gördük. Okulu, öğretmenleri , yöneticileri bir hüzün kaplamıştı. "Ne oluyor?" dememize kalmadı. Atatürk'ün öldüğü, bayrağın onun için yarıya çekildiği kara haberi kulaktan kulağa dolaştı. Öğretmenlerimiz ne yapacaklarını, bize ne diyeceklerini şaşırmışlardı.
    "Hadi, bu gün okul kapalı..." dediler. Evlerimize gittik.

    Atatürk'ün İstanbul'da öldüğü haberi bütün kente yayılmıştı. O zamanlar Ankara Atatürk demekti. Ankara başımıza çöker gibi oldu.
    " O benim arkadaşımdı...." diye hıçkıra, hıçkıra ağlamıştım. Büyükler, " Nereden arkadaşın oluyor? " diye sorduklarında:
    " Mermer alırken, hep bizi sever okşardı. " diyordum. Bundan olacak, Atatürk'e hep çocukluk arkadaşım gözüyle bakmışımdır.
    Onun yüceliğini aradan çok yıllar geçtikten sonra daha iyi anlıyorum. Ama anlatabiliyor muyum?...."
    (*) Anı, gönderen kişiye ait değil, bir alıntıdır.
    Gönderen : Uğur YİYİT
    Keçiören Lisesi / ANKARA









    ANILAR..

    NASIL ÖĞRETMEN OLDUM ?
    Cumhuriyetin öğretmeni, Kemalist devrimlere inançla bağlı, toplumun aydınlık geleceği için uğraş veren, özgün bir emekçidir. Ve eğer ömrü yeterse uğruna çaba harcadığı, yıllarını verdiği o aydınlık geleceği, kişiliklerine, bilgilerine katkıda bulundukları ile birlikte yaşama mutluluğuna ulaşır. Ben bu şanslılardan biriyim. 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde, bizden aldıkları ışığı onurla taşıdıklarına yürekten inandığım genç arkadaşlarımı, yaşamımdan kesitlerle kendilerini yetiştirenler hakkında bilgilendirmek istiyorum.

    II.Dünya Savaşı'nın tam ortası. Bandırma Limanı asker dolu, trenlerin getirdiği Anadolu delikanlılarını vapurlar Trakya'ya taşıyor. Ortaokulu bitirdim. Babam, "İstanbul'a git, Mehmet ağabeyini bul, seni bir liseye yazdırsın." dedi. Mehmet ağabey, aslında halamın oğlu. Babası Balkan'da şehit olmuş, beraber büyüdük. Anadolukavağı'nda oturuyor. Boğaz Komutanlığında sivil usta, koruganların yapımında çalışıyor. Beni Kabataş Lisesine yazdırdı. Her sabah bindiğim 5.40 vapuru, Yenimahalle'de 45 dakika eğlenir, sonra tüm iskelelerden öğrenci toplayarak 8.10'da Ortaköy'e varırdı. Vapurun tek ışıklı yeri olan su altı kesiminde ders çalışırdım. Akşam dönüşü yine aynı yolculuk.

    İyi notlarla 2. sınıfa geçtim. 2.sınıfa başladığımın ilk haftasıydı. İstanbul Erkek Öğretmen Okulundan bir yazı geldi:"Seni 2. sınıfımıza, yatılı öğrenci olarak almak istiyoruz. Gel, görüşelim." Bir de yol tanımı yapmışlar:Tramvayla Mecidiyeköy'e gelirsen şuradan yürürsün; Beşiktaş'tan yukarı şu yoldan da yürüyebilirsin. Balmumcu Çiftliği dersen herkes bilir. Kişisel başvurum yoktu. Yazıyı, Lise Müdürüm Nuri Onur'a götürdüm. Okudu: "Evet, onlar öğrenci istedi, seni biz önerdik. Git ve görüş." dedi. Balmumcu Çiftliği'ni, ikinci kişiye sormadan buldum. Müdürün odasına girdim, yan tarafta biri daha oturuyordu. Gönderdikleri yazıyı uzattım."Hoş geldin." dedi ve oturan kişiye dönerek ekledi:"Münir, sen bu arkadaşa okulu gezdir; sonra gelin konuşalım." Münir dediği, Münir Raşit Öymen, Pedagoji, Psikoloji öğretmeni. Yemekhaneden başlayarak bütün okulu dolaştık. Ve Münir Öğretmen sürekli, okulu ve öğretmenliği beğendirici konuşma yaptı. Dönüşte Münir Öğretmen evvelki yerine geçti, ben karşılarına oturdum. Müdür, Nahid Cemal Toker, şehlâ gözlerini bana çevirdi, nereme baktığını kestiremiyorum, konuştu: Sen Bandırma Ortaokulunu bitirdin. Anadolukavağı'nda, bir akrabanın yanında kalıyorsun. Oradan, gece karanlığında yollara düşüp Ortaköy'e, Kabataş Lisesine gelen tek öğrencisin.

    Çok iyi notlarla 2. sınıfa geçtin, bir dönem de iftihara seçildin. Bunların hepsini biliyoruz. Gel, seni
    2. sınıfımıza yatılı öğrenci olarak alalım. Kitap, defter, kalemini okul karşılayacak. Yılda bir çift ayakkabı, bir takım elbise ve bir defa olmak üzere pardösü vereceğiz. Eğer istersen evci yazarız, hafta sonlarında o akrabana gidersin.Burayı bitirince "ilkokul öğretmeni" olacaksın. Ama "pekiyi" derece ile, hele "iftiharla" bitirirsen, söz veriyorum, Gazi Terbiye Enstitüsünün istediğin bölümüne sınavsız girecek ve ortaokul öğretmeni olacaksın. Istanbul'da da enstitü açma hazırlığı var. Fark sınavlarını göze alırsan Yüksek Öğretmene de gidebilirsin. Eger evet diyorsan pazartesi günü gel ve okula başla. Ben Nuri Beye telefon eder, dosyanı, tasdiknameni aldırırım."

    Yapılan öneri, içinde bulunduğum koşullarda, bir define idi ve ben, şu anda kesin tarihini hatırlayamadığım o pazartesi günü, 62 kayıt numarası ile İstanbul Erkek Öğretmen Okulunun 2. sınıfına başladım. Bu okul, iftiharla, daha sonra girdiğim İstanbul Eğitim Enstitüsü Toplu Dersler Bölümü pekiyi ile bitti.
    Değerli okuyanlar, yazdıklarımı, lütfen, bir yaşam öyküsü olarak değil; cumhuriyetin otuzlu, kırklı yıllardaki öğretmen yetiştirme yöntemi olarak değerlendirin.

    Enstitü Müdürüm Reşat Tardu'nun odasındayım. Yanında, iki kitabının çizim ve düzenlemesinde yardımcı olduğum; sevgisini gönlüme sığdıramadığım Cebir Öğretmenim Mehmet Arslantürk var. Müdür bir zarf uzattı ve "Bak Hayri" dedi. "Herkes için kur'a çektik. Ama, Mehmet Beyle de konuştuk; seni Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne özellikle ben gönderiyorum. Unutma, yapı taşı yerde kalmaz. Yolun açık olsun."

    1948 yılında, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsünde başladığım öğretmenliğim, askerlik dönüşü, 1951' de Bafra Ortaokulunda yardımcılık, 1957' de Aydın Kuyucak 1960' da İzmir Hacışakir Eczacıbaşı Ortaokulunda müdür olarak sürdü. Bu arada bir yıl için Londra'ya gönderildim. Dönüşte Gazi Eğitim Enstitüsünde sınava girerek yeni bir branş kazandım. Ve sonra, kendi isteğimle, İzmir Karataş Lisesine İngilizce Öğretmeni olarak atandım.
    Hayri GÜNEŞ
    Emekli Öğretmen/ İZMİR

    MAKALELER..
    ÖĞRETMENİN ARDINDAN
    Mart, ilkbaharın ilk ayı. Karadeniz'de ilkbahar nasıl yaşanırsa işte öyle... Puslu bir hava ve yağmur bulutları süzülüyor denizden kentin üzerine doğru. Neslihan, etrafı kır çiçekleri ile bezenmiş bir çerçevenin içindeki gülümseyen yüze bakıyor. Acı bir trafik kazasında kaybettiği öğretmeni Saadet YAZAR'ın resminin üzerine akıtıyor damlalarca gözyaşını. Bir yandan da her tatil dönüşünde kara yollarında yitip giden değerlerimizi geçiriyor aklından. İş zamanı, tarla bahçe zamanı ama veliler yine de koşup gelmişler okula. Baş sağlığı diliyorlar: "Çok iyi bir insandı, çok iyi bir öğretmendi." diyorlar. Bir okulun bahçesinde öğrencilerin, velilerin ve öğretmenlerin hep birlikte ağlaştıkları ana şahit oldunuz mu?Saadet Öğretmenin ölümü ile yaşıyoruz bunu ancak. "Böyle durumlarda ne söylenir bilmiyorum." diyorum, çaresizlik içinde."O, örnek bir insandı..." diye devam etmek istiyorum söze. Fakat boğazımda düğümleniyor sözcükler.

    Onunla uzun yıllar birlikte görev yapmış bir öğretmenimize bırakmak istiyorum sözü. Nafile... Gözyaşlarını tutamıyor Ünal Öğretmen. Özür diliyor ve konuşamadan ayrılıyor kürsüden. Hacer Öğretmen de başladığı gibi bitiriyor okuduğu şiiri, ağlayarak... Zamansız gelen her ölüm gibi yüreklerimizde tarifsiz acılara neden oluyor, Saadet Öğretmenimizin ölümü. Resmini ve ölümünden hemen önce aldığı Takdir Belgesini okul koridorundaki panoya asıyoruz.Mesleğinden emekli olamadan ayrıldı aramızdan. Ama yirmi üç yıl emek verdi öğrencilerine. Çocuk sevgisi, insan sevgisi ve meslek aşkıyla dolu koskoca yirmi üç yıl...

    Ve son bir sözü daha var hepimize: "Yarım kalmışsa eğer dersim, zil çaldığında olamamışsam tahtanın başında öldüm sanmayın. Toprağa düşmüş yediveren tohumuyum ben artık..Yetiştirdiğim öğrencilerimle açacağımÜlkemin yarınlarında."
    K. Serdar ATEŞ
    Düvecik İlköğretim Okulu Müdürü / SAMSUN







    MAKALELER…

    ÖĞRETMENE MEKTUP


    Belirlenmiş güzel hedeflere ulaşmak için kullandığımız en güzel şeydir çocuk...Bir amaçtır, bir idealdir. Her şeyden önce geleceğimizdir. Bizim yaşayamadıklarımızı yaşayacak, öğretemediklerimizi öğretecek, koruyamadıklarımızı koruyacak, güzel yarınların mimarı olacaktır.

    Ne gariptir ki, yıllardır bu güzel sözler hep söylenmiştir. Güzel yarınları, çağdaş, uygar, istenilen hedeflere oturtulmuş Türkiye'yi elde etmeyi hep bir sonraki nesile bırakmışız. Gösterilen gayretlerle bir çizginin üstüne çıkamamışız. Demişiz ki, "Çocuklarımız yapacak bu işi!"

    Sınıflara her girişimizde çocukluğumuzdan beri içimize işleyen Ata'mızın ışıl ışıl, umutla bakan gözlerini sindirmişiz yüreklerimize. Derslerimize, kitaplarımıza umutla sarılırken geleceğin doktorları, hâkimleri olarak görmüşüz kendimizi. Belki de, yanlış anlaşılmış bazı şeyler...
    Sınıfa her girişinde, kıpkırmızı yanakları, ışıl ışıl parlayan siyah gözleriyle, geç kalışından dolayı yüzündeki mahcubiyetiyle özür dileyen Rakibe'nin okula gelmek için katettiği yol aklıma geldikçe, ne kadar erken bir yaşta hayat mücadelesine atıldığını buruk bir sevgiyle gözlerdim. Ressam olmak istiyordu Rakibe...Hem de tüm bedeniyle, ruhuyla... Soruyor, soruşturuyor."Kocaman okulları bitirmek lâzım". Birden yüzünü garip bir hüzün kaplıyor. Elindeki harikulâde resimlerine bakıyorum: "Bu çocuk geleceğin ressamı" diyorum içimden.
    -Öğretmenim, babam beni okutmayacak, diyor bir gün... Paramız yokmuş.
    Sonradan duyuyorum, görüyorum. İçine bastırdığı hayalleri ve umutlarıyla Rakibe, çoban olmuş. Biliyorum ki Rakibe, çocuklarını, yetenekleri elverdiği oranda okutacak. Biliyorum ki bu yüzden rahat ve huzurlu.

    Çocuklarımızı yetenekleri ve idealleri doğrultusunda yetiştirirsek eğer, o güzel yarınlar çok yakınımızda demek. Güzel yarınlara ulaşmak içinse, o tazecik beyinleri bir bilgisayar gibi değil de, işlenmesi gereken, şekil alması gereken değerli bir toprak parçası gibi görmeliyiz. Belki, bir çoğu Rakibe örneğindeki gibi, kişiliği doğrultusundaki mesleklere kavuşamayacak ama, çocuklarına bu konuda yardımcı olacaklardır.

    Çocuğun kişilik yapısını göz önünde bulunduran bir öğretmen, çocuk-ebeveyn arkadaşlığının ürkütücü çekingenliğini de ortadan kaldırmış demektir. Gittikçe robotlaşan ilişkilerimizde, sevgi denilen iksire o kadar gereksinimimiz var ki bunu, o pırıl pırıl gözlerde yakalamak gerçekten çok kolay. Sermayesi anlayış ve ilgi, faturası da gerçek sevgi olan bu üçgeni çizdiğimiz an, öğretmenler, hatta anneler ve babalar için gerekli olan gerçek bir eğitim zemini hazırlanmış demektir.

    Ülkemizde on binlerce Rakibe var. Gelin el ele verelim. Umutlarını, hayallerini gerçekleştirmelerine yardımcı olalım. İstemedikleri, mutsuz olacakları dünyalara adım atmalarına izin vermeyelim. Yeteneklerini keşfedelim.
    Büyüklerinin gerçekleştiremedikleri idealleri için onları kullanmalarına izin vermeyelim.

    Ata'mızın bize gösterdiği eğitim kavramı sadece okullarda değil, evlerde de sosyal, kültürel olanaklar bakımından gözlemlenmelidir. İşte o zaman sınıflarda masmavi bakan gözleriyle Ata'mız, hayallerine kavuşmuş olmanın kıvılcımlarını yansıtacaktır çocuklarına.
    Biz öğretmeniz, eğitmeniz; heykeltıraş, belki de çiftçiyiz. Şekil veriyoruz, tohum ekiyoruz, biçiyoruz. Ne mutlu ki bizlere böylesine kutsal bir vazifenin içinde yıllarımızı harcıyoruz. Hayalleri hayallerimiz, umutları umutlarımız, sevinçleri sevinçlerimiz...

    Haydi hep birlikte koşalım çağdaş, uygar bir yaşama...Sevgiyle büyütelim, o küçücük dünyaların sevgisiz kalıp da savrulmalarına izin vermeyelim. Korkmasınlar bizden...Sadece sevgimizi kaybetmekten korkmanın verdiği azimle çalışsınlar, kanıtlasınlar bize, kendilerini.
    Pencerelerini açsınlar, büyüklerinin kocaman ama, sevgisiz kalmış bahçelerine. Yüreklerinden sevgilerini avuçlasınlar, savursunlar dünyaya... Bağırsınlar: "Bizi duyun, görün, gelin dünyamıza... Arkadaş olun bizimle."

    Ezbere dayalı, robotlaşmış bir öğretim sisteminin yaygınlaşmasına izin vermeyelim. Biliyoruz ki, bize gerekli olan beyin yapısı, bu sistem içinde değil. Tıpkı küçük Rakibe gibi kendi yeteneğini küçük yaşta keşfetmiş nesillere ihtiyacımız var. Ne istediğini bilen, kararlı, azimli ama asla ezberci olmayan, bunun yerine değişik çözüm yolları bulmak için sürekli beynini çalıştıran, dürüstlüğü kendisine felsefe edinmiş nesiller yetiştirelim.

    Bir mum gibi yandıkça etrafımızı aydınlatalım ama, asla erimeyelim. Yüzlerce, binlerce "biz" yetiştirelim. Yetiştirelim ki, çağdaş eğitim sisteminin hedeflediği insan modelleriyle yeşersin ülkemiz...

    Çağdaş, uygar, sevgi dolu bir Türkiye dileğiyle...
    Meral KARAYİĞİT
    Kabaağaç İlköğretim Okulu Öğretmeni
    Fethiye/MUĞLA



    MAKALELER..

    ÖĞRETMENİM BEN

    Öğretmenim ben... Hem önemsiyorum, hem de gurur duyuyorum kendimle... Kar çiçekleri var önümde... Onları deriyor, onları topluyor, onları yoğuruyor, onları kokluyorum... Huzur veriyor bana; gülün kokusu, çiçeğin demeti... Saadetler doluyor dünyama...Her gün bir başka ayrıcalık katıyor içime bu çiçekler...

    Öğretmenim ben...Onur duyuyorum kendimle... Çünkü her gün sevda çiçekleri var önümde... Topluyorum onları...Sevgi dünyalarını dinliyorum... Kederlerim dağılıyor, gördükçe sevda çiçeklerimi... Çünkü sevgimi, sevdamı; hissiyatımı bana sunuyor sevda çiçeklerim...

    Öğretmenim ben... Sevgiler olsun bana... Çünkü sevgicanlarım var benim...Onları bir gün bile görmemek hüzün veriyor bana...Saadetim, sevgim, sevdam hepsi onlar...Hayalimde kalanlar... Sevgicanlarım benim...

    Öğretmenim ben... Bir başka heyecan kaplıyor içimi...Çünkü çocuklarımı görüyorum karşımda... Onların süslediği bir dünya, bulutlara çıkarıyor beni... Meslekler, makamlar, rütbeler, sanatlar... Bunların hepsini de görüyorum karşımda... Hepsi de eğiliyorlar önümde. Hepsi de saygılarını sunuyorlar, hürmetler ediyorlar bana...
    Memiş OKUYUCU
    Mehmet Emin Yurdakul İ. O. Öğretmeni












    MAKALELER..

    ÖĞRETMENLER...
    Bilgisizlikten çorak ve çatlayan topraklara dönen nesilleri, başyapıt durumuna getirenler...Tükeninceye kadar yanan bir mum gibi etrafını aytınlatanlar... Kültürü oluşturarak zekâyı, hayali, duyguyu işleyenler, şekil verenler...

    Mevlâna'nın,Yunus'un sevgi bahçelerinden inciler; Itri'nin bestelerinden Veysel'den güller deren hisler...Karlı çizmelerle, karlı ovalardan yemyeşil vadilere yürüyen; köylerin, kentlerin aydınlığı olan kardelen çiçekleri...Neye baksak, nereye baksak insan mimarı öğretmenleri görürüz. Öğretmenler özgürlüğün yağmuru, geleceğin alın çizgisi, suda göz halkalarıdır, fırtına öncesi... Bir fırtına ki hemen ardından güneş doğar.Sevginin bilginin güneşi, bulutsuz masmavi dünyalara sıcacık bir bahar kokusu yayar. Büyük düşünceleri, hedefleri ve küçücük yürekleri kıpır kıpır çarpan çalı kuşlarının konduğu duygu bahçelerini sarraf inceliğince işleyen; Eflâtun'un Tanrı'ya en yakın olarak değerlendirdiği yüce sanatçı; Fatih'in ordularının hız ve kuvvet aldığı güç; Yahya Kemal'in yedi tepeli şehrinin Boğaziçi gerdanlığınca eşsiz mimarı... "Ey Türk Gençliği! Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır." diyen çatık kaşlarda, çakmak gözlerde, Meriç'ten Aras'a, Kızılırmak'tan Asi'ye akan ve kefensiz yatan bir şehittir öğretmen...Yurdun hiç ölmeyen, hiç sönmeyen ocağıdır. Keban'dan, Karakaya'dan, Atatürk'ten; Harran'a, Çukurova'ya, Konya'ya fışkıran bir umut efsanesidir. Yeniden filizlenen Ata'sından dönmeyen şehit çocuğudur. Samsun'da, Erzurum'da, Sivas'ta; Sakarya'da, İzmir'de, Ankara'da...

    Bütün ulusun bağrından doğan bağımsızlık ateşidir. Mustafa Kemaller, Kubilaylar, Dünyanın bütün çiçekleri ile kimseciklerin yetişemediği gecenin kör karanlığında, küflü bir istasyonun küflü raylarının kenarında buz gibi, küflü kurşunlara kor gibi, konar gibi... Apansız, çaresiz hedef olan terör savarlar... Ve daha nice adsız kahramanlar, öğretmenler...Hiç düşündünüz mü?Düşünmeyi bilmek bir sanat ise düşünmeyi öğretmek acaba nedir? Ya,"Düşünüyorum, öyleyse varım." sözünün arkasındaki gizli ışıltı...?!İnsan öz yapısı en büyük gücünü düşünceden alır:Bilimin hayatta en gerçek ol gösterici olduğu düşüncesinden. İnsanın doğuştan var olan yetenekleri, çağdaş eğitimle pekiştirilmezse, orada burada, gelişigüzel, sağa sola saçak atan bitkilere benzer. İşte eğitim her şeyden önce doğayı, yaşamı tamamlar; güzelleştirir. Öğretmenler de kültürü oluşturan insanı yetiştirmekle sanatı sonsuzluğa taşırlar.Ulusların geleceği, genç kuşakların iyi yetiştirilmesine bağlıdır. Eğitimin temel taşı yalnız ve yalnız öğretmenlerdir. İnsan öz yapısı en büyük gücünü düşünceden alır: Bilimin hayatta en gerçek yol gösterici olduğu düşüncesinden.

    Eğitim, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin üzerinde büyük bir titizlikle durdukları en önemli konudur. Eğitim sistemlerini iyi oluşturan ve bunu çağın gereklerine göre yenileyen ülkeler, dünya ulusları arasında önemli bir yer edinirler. Çünkü, ülkelerin gelişmişlik ve saygınlık dereceleri, eğitilmiş insan gücüyle çok yakından ilgilidir. Bu nedenle 2000'li yıllara yaklaşırken öğrencilere lâik ve demokratik bir eğitim ortamı sunmak; onları, özgür ve bilimsel düşünce yapısına sahip, kişilikli, bilinçli bireyler olarak yetiştirmek, öğretmenlerin en öncelikli ve en önemli amacı olmalıdır.

    Peki öğretmen, Atatürk çizgisinde çağdaş eğitime sonsuz mutlulukla koşarken neler yapmalıdır? Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na, Atatürk ilke ve inkılâplarına, Anayasa'da anlamını bulan Türk milliyetçiliğine koşulsuz bağlı kalmalı; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine bağlı olarak uygulamalı; Türk milletinin ulusal, insanî, manevî, kültürel değerlerini benimseyip, bunları geliştirmek için çalışmalı; insan haklarına, Anayasa'nın temel ilkelerine sevinc-dayanan ulusal, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilmeli ve bunları davranış hâlinde göstermeli; bütün görevlerini çağdaş Türk Millî Eğitiminin amaç ve temel ilkelerine uygun olarak yapmalıdır. Ayrıca kendilerine emanet edilen gençleri, Atatürk ilke ve inkılâplarının evrenselliği doğrultusunda yetiştirmenin sorumluluğunu bilmeli, mesleği ile ilgili gelişmeleri çok yakından gözlemlemelidir. Çünkü, öğretmen her zaman ve her yerde, hep ileride, daha ileride olmak zorundadır. Ulusal eğitimde hızla yüksek, çağdaş düzeye çıkacak bir ulusun, kaçınılmaz olan yaşama savaşında da bütün gücünün artacağı bir gerçektir. Bu gücün de öz kaynağı öğretmenlerdir.

    Ancak, unutmayalım ki, çağdaş uygarlık cephesindeki savaş kazanılmadıkça Kurtuluş Savaşı bitti, sayılamaz. Bunu ulusun uyuşmuş yazgısına karşı çıkarak, akılcı, idealist önderliği ve çağdaş uygarlıklara yönlendiren Atatürk'ün çizgisindeki eğitim anlayışı ile öğretmenler sonuçlandıracaktır. Onlar, sonsuza kadar aydınlatan ulusal irade meş'alesidirler. Hepsinin önünde saygıyla eğiliyor ve diyorum ki: "Atatürk şiirimsin dudağımda, Ay-yıldızımsın iki yanağımda, Esen rüzgârlarımsın bayrağımda, Kutlanası yıllardır, öğretmenler."Öğretmen, tarlada tohum, elde sanat... Gözlerde ışık, dudaklarda çığlık...Alında ter, yüreklerde sevgi...

    Öğretmen, umutlara tutunulacak belki de tek dalı... Gelecek günlerin suratı asık karanlıklarına inat; doğacak güneşlerin etrafında pervane-kanat; haydi hepimiz bir türkü tutturalım: "Dağ başını duman ALMAZ artık, Dağ başını duman ALMAZ. Çünkü; MUSTAFA KEMALLER GELİYOR NEHİRLERLE!..."
    Erhan BİLGENOĞLU
    Bademağacı İlköğretim Okulu Öğretmeni ANTALYA







    EĞİTİM - ÖĞRETİM VE ÖĞRETMEN ÜZERİNE ÖZLÜ SÖZLER
    Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.
    (Atatürk)
    ***
    Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakar muallim ve mürebbilerini sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.
    (Atatürk)
    ***
    Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve muhterem unsurlarıdır. (Atatürk)
    ***
    Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bur millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.
    (Atatürk)
    ***
    Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.
    (Atatürk)
    ***
    Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.
    (Atatürk)
    ***
    Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.
    (Hz. Ali)
    ***
    Yeryüzünde öğretmenlikten daha şerefli bir meslek tanımıyorum.
    (Diyojen)
    ***
    Dünyada her şeye değer biçilebilir, ama öğretmenin eserine değer biçilemez. Çünkü, onun eseri her şeydir ve hem de hiçbir şeydir.
    (Socrates)
    ***
    Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.
    (Atatürk)
    ***
    En önemli ve feyizli görevlerimiz, milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu suretler olur.
    (Atatürk)
    ***
    Bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir.
    (Atatürk)
    ***
    Yeter derecede eğitime sahip olmalısın ki, çevrende insanları gereğinden büyük görmeyesin; fakat bilgeliği sağlayacak kadar da eğitimin olmalı ki, onları küçük görmeyesin.
    (M.L. BOREN)
    ***
    Heykeltıraş mermere ne ise; öğretmen de çocuğa odur.
    (Addison)
    ***
    Öğretmen ve ağaç ürünlerinden belli olur.
    (Ukrayna Atasözü)
    ***
    Öğrencilerine okuma isteği aşılamayan bir öğretmen havada soğuk demir dövüyor demektir.
    (H. Mann)
    ***
    Ülkemizi gerçek hedefe, gerçek mutluluğa kavuşturmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanımızı kurtaran asker ordusu, diğeri ulusumuzun geleceğini yoğuran irfan (bilim, kültür) ordusudur.
    (Atatürk)
    ***
    Öğretmenlik mesleklerin en az kazanç getireni, fakat insanı en çok ödüllendirenidir.
    (H.V. Dyke)
    ***
    Öğretmen nasılsa sınıf da öyledir.
    (Alman Atasözü)
    ***
    Unutmayınız ki cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir.
    (Atatürk)
    ***
    Dünyanın her yerinde öğretmenler toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.
    (Atatürk)
    ***
    Ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınızın kazandığı için yol açtı.Gerçek zaferi siz,öğretmenler kazanacaksınız. Bunu başaracağınızdan kuşkum yoktur. Sarsılmaz bir inançla ben ve arkadaşlarım sizi gözeteceğiz... Sizin karşılaştığınız tüm engelleri kıracağız.
    (Atatürk)
    ***
    Bir topluluk ulus olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki,toplumun gerçek bir ulus haline getirirler.
    (Atatürk)
    ***
    Öğretmenlik Tanrı sanatıdır.
    (Hz.Ali)
    ***
    Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın (kültürün) müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik (uygulama) mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir. (Atatürk)




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ßaby ßoy -- 3 Ocak 2006 15:28:20 >







  • vay be.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.