Ben bir insan, ben bir Türk şairi Nazım Hikmet ben tepeden tırnağa insan tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.
Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum.
Bulduğunuz diğer şiirleri eklerseniz sevinirim:ka19:
Hacı oğlu Salih memleketimdendi , Karadeniz'den. Kocaman gözlü, kocaman burunluydu, dazlaktı, komünistti on dokuzdan. Dövüştü, hapse düştü, yattı Ankara'da, Kırşehir'de sonra geçti bu yana, yani ikinci vatana. Baytardı . Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı. Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı namuslu, çalışkan parmaklarından. Sonra, 49'da Moskova'da, Martın onuncu gecesi, oturmuş Engels'i okuyordu, geldiler, götürdüler, sürdüler Altay Bucağına. Ne bir dağ devrildi içinde, hatta ne bir toprak parçası kaydı. Yalnız inme indi sağına, altmış yedi yaşındaydı. Altı yıl, Hacı oğlu Salih kutladı İnkılabın yıldönümünü tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili. Ve öldü bir bahar günü elli kişilik barakasında. Bu akşam Moskova'da bayram eyledik, kutladık İnkılabın yıldönümü: Dolaştı türkü söyleyerek meydanları Marks Engels Lenin ve Temize çıkma kağıdı Salih'in...
Babamin dedesine(yaklasik 110 yasinda) turkceyi ogretmis nazim hikmet
Ben senden önce ölmek isterim , Iyisi mi, beni yaktirirsin Odanda bir kavanozun içinde bir kösene koyarsin.
Kavanoz camdan olsun, seffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin...
Fedakarligimi anliyorsun;
Vazgeçtim toprak olmaktan, Vazgeçtim çiçek olmaktan, Senin yaninda olabilmek için.
Ve toz oluyorum, yasiyorum yaninda senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yasariz , Külümün içinde külün.....
Ta ki bir savruk gelin , yahut vefasiz bir torun Bizi ordan atana kadar...
Ama biz o zamana kadar O kadar karisacagiz ki birbirimize, Atildigimiz çöplükte bile zerrelerimiz yanyana düsecek.
Topraga beraber dalacagiz. Ve bir gün yabani bir çiçek Bu toprak parçasindan nemlenip filizlenirse, sapinda muhakkak iki çiçek açacak; Biri sen, biri de ben.
NAZIM HIKMET RAN
BULUT MU OLSAM
Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüş gemi içinde sarı balık dibinde mavi yosun kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür.
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa? .. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
NAZIM HİKMET
Komünistler, bir çift sözüm var size : ister devlet başında olun, ister zindanda, ister sıra neferi, ister parti katibi, Lenin girebilmeli, her zaman, her mekanda işinize, evinize, bütün ömrünüze kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi.
SALKIM SÖÐÜT Akıyordu su gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden bire kuş gibi vurulmuş gibi kanadından yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, gidenleri geri çağırmadı, baktı yalnız dolu gözlerle uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık! Ne yazık ki ona dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Yüzüne yılbaşı ağacının telli pulu aydınlığı vuran çocuk belli, bilmiyorum neden, ama belli yaşayacak benden iki kere çok. Kosmosa filan gidip gelecek. İş bunda değil. Yeryüzünde görecek mucizenin büyüğünü : tek insan milletini pırıl pırıl. Ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi...
En guzel deniz : henuz gidilmemis olanidir... En guzel cocuk : henuz buyumedi. En guzel gunlerimiz : henuz yasamadiklarimiz. Ve sana soylemek istedigim en guzel soz : henuz soylememis oldugum sozdur...
Nazim Hikmet - 1946
bundan vazgecemiyorum
HASRET Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık. Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum ardından. 6 Temmuz 959
@Aguney,siirin son misrasi eksik kalmis,
pırıl pırıldır Moskova...
BIR HAZIN HÜRRIYET
Satarsin gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan yogurursun bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalisirsin el kapisinda, anani aglatani Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Sen dogar dogmaz dikilirler tepene, isler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan degirmenleri, büyük hürriyetinle parmagin sakaginda düsünürsün vicdan hürriyetiyle hürsün!
Basin ensenden kesik gibi düsük, kollarin iki yaninda upuzun, büyük hürriyetinle dolasip durursun, issiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
En yakin insaninmis gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela, Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber, hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
Yapisir yakana kopasi elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
Bir alet, bir sayi, bir vesile gibi degil insan gibi yasamaliyiz dersin, büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi, yakalanmak, hapse girmek, hatta asilmak hürriyetinle hürsün
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatinda, hürriyeti seçmene lüzum yok hürsün.
Bu hürriyet hazin sey yildizlarin altinda.
Nazim Hikmet, 1951
BU VATANA NASIL KIYDILAR İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler. götürüp kâfire : "Buyur..." dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Eli kolu zincirlere vurulmuş, vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur : Beyler bu vatana nasıl kıydınız?
Yağmur çiseliyor, Serez'in esnaf çarşısında yağmur çiseliyor. korkak yavaş sesle bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor, Serez'in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında Bedreddin'im bir ağaca asılı. Yağmur çiseliyor, Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir. Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor, Serez çarşısı dilsiz, Serez çarşısı kör. Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
[şeyh bedrettin destanından]
ve otobiyografi'si
1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda moskova komünist üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine moskova tseka-parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir --------------------------------------ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını --------------------------------------ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde barış madalyasının bana verilmesini -------------------------------------------------verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum pırağ'dan havana'ya
lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni --------------------------------------sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için --------ama durup dururken de yalan söylemedim
bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim ----------çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri ----------camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ----------ama kahve falına baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır ----------türkiyem'de türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün berlin'de kederden gebermekte olsam da --------------------------------------insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım -----------------------başımdan neler geçer daha ---------------------------------------------------kim bilir.
--------------------------------------bu otobiyografi 1961 yılı 11 eylülünde --------------------------------------doğu berlin'de yazıldı.
ve O'nun anısına
gece leylak ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüregim uy anam anam, haziranda ölmek zor calışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım anama sövmüs patron sıkmışım dişlerimi islıkla söylemişim umutlarımı sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler cıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sarı sarı yapraklarla dallarda insan iskeletleri
gece leylak ve tomurcuk kokuyor 'uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki manda gözü demek ki sile bezi bir de memedin yüzü bir de saman sarısı bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran 63u bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta okşar yanan alnını nazim ustanın bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta yatıyor oralarda bir eski gömütlükte yatıyor usta
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların suramda bir kuş ötüyor. haziranda ölmek zor....
NÂZIM Hikmet, kırk kadınla düşüp kalktı. Çok yakın arkadaşlarından Zekeriya Sertel, ondan bahsederken: "Elbet hayatına birçok kadın karıştı" diyordu. Bu kadınlardan sadece üçüyle nikâhlı yaşadı. Türkiye'deki son eşiyle, dayısının kızı, tek çocuğunun anası Münevver Hanım ile resmi nikâhları yoktu. Münevver Hanım, Memet'e hamileyken, Nâzım hapisteydi. Onu tam on yıl, büyük sıkıntılarla, çilelerle bekledi. Önce, lüzumsuz bir polis takibi altındaydı. Sonra, elinde avucunda bir şeyi yoktu. Ben, Münevver Hanım'ın, Nâzım Hikmet'e yazdığı mektupları, hep yüreğim kavrularak okumuşumdur.
Doğrusu, onu öz ablam gibi severek kendime çok yakın bulmuşumdur. Nâzım Hikmet "Memet'e Son Mektubumdur" şiirinde diyor ki:
"Müşküldür / Babasız büyütmek erkek evladı / Ananı üzme oğlum / Ben güldürmedim yüzünü / Sen güldür /Anan /Anaların en iyisi, en akıllısı / Yüzyıl yaşar inşallah"
Münevver Hanım, çok iyi bir anaydı ama, anaların en akıllısı değildi. Çünkü Nâzım'ın evvela çok kötü bir insan, kötünün kötüsü bir koca, çok kötü bir baba, çok kötü bir vatandaş olduğunu anlayamamıştı. Uzun yıllar sonra Varşova'da, aklı başına geldiğinde iş işten çoktan geçmişti.
Bir başına kaçtı
NÂZIM Hikmet, Demokrat Parti iktidarının 1950 yılında çıkardığı aftan istifade ederek dışarı çıkınca, Münevver Hanım ile çok az beraber oldular.
Çünkü o, 1951 yılında Moskova'ya kaçtı. Çileli eşi, oğlu Memet ile birlikte İstanbul'da kaldı. Nâzım Hikmet kaçarken, karısını ve oğlunu pekâlâ yanına alabilirdi, ama almadı. 1951 yılında Moskova'ya yerleşince Dr. Galina isimli bir Rus kadınıyla on yıl kadar birlikte nikâhsız yaşadı. Günün birinde Vera'ya rastladı ve doktor metresini bırakıp Vera ile evlenmek istedi. Halbuki Vera evliydi ve bir de çocuğu vardı.
Nâzım Vera'ya çok ısrarla, birlikte yaşamayı teklif ediyordu. Yazlığı, kışlığı, özel otomobili vardı. Geliri yerindeydi. Araya Vera'nın kocası girdi. Gelip Nâzım ile konuştu:
- İki şartım var. Onları kabul etmezsen Vera'yı kat'iyyen boşamam, evlenemezsiniz! Vera'yı resmi nikâhla alacaksın ve haftada bir defa da benim evime gelmesine izin vereceksin!
Nâzım Hikmet, ikinci şartı kabul edebilir miydi?
Türkiye'de iken Şeyh Bedrettin Destanı isimli şiirinde şöyle seslenmişti:
"Hep bir ağızdan türkü söyleyip / Hep beraber sulardan çekmek ağı / Demiri oya gibi işleyip hep beraber / Hep beraber sürebilmek toprağı / Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / Yârin yanağından gayrı her şeyde / Her yerde, hep beraber diyebilmek için..."
Nâzım Hikmet, deli dolu bir komünist olduğu için yârin yanağından başka, her şeyin yoldaşlar arasında ortak olmasını istiyordu. Ama Moskova'da, Vera'nın nikâhlı kocası İvan, karısından boşansa bile, onun ballı incirlere benzeyen dudaklarına ve yanaklarına, Nâzım ile birlikte ortak olmakta ısrarlıydı. Peki bu Türkiyeli şair şimdi ne yapmalıydı? O, çok kötü bir koca, çok kötü bir baba, çok kötü bir vatandaş, çok kötü huylu bir adamdı. Vera'nın kocasının iki teklifini de kabul etti.
Kötü koca, kötü baba
VERA ile resmi nikâh kıydırdığında güzel karısı yirmisekiz yaşındaydı. Kendisi de ellisekiz yaşına girmişti. Aralarında 30 yaş farkı vardı. Zekeriya Sertel, Nâzım Hikmet'in Son Yılları isimli kitabının 259. sayfasında aynen şöyle yazıyor:
- Bir gün kendisine evliliğin nasıl gittiğini sorduğumda bana şu cevabı vermişti... Bilmediğin kadar mutluyum ben demişti. Görmüyor musun be! Gençleştim be! Yahu Zikri (Zekeriya) şu yeni Sovyet kuşağı yok mu, alabildiğine serbest. Mesela bizim Vera, istediği zaman, bana sormadan çıkar gider. Günlerce gelmez. Nereye gider, niçin gider, nerde kalır bana söylemeye bile lüzum görmez!
Nâzım Hikmet, beş yıl kadar süren son evliliğinde sarı saçlı, mavi kirpikli güzel Vera'ya göz kulak olamadı Yatakları da, odaları da ayrıydı... Şimdi tabii olarak soracaksınız "Münevver Hanım ne oldu, Memet ne oldu" diyeceksiniz. Nâzım'ın, oğlu Memet için yazdığı şiirler, gerçekten güzeldir, okuyanı hüzünlendirecek bir hasretle yüklüdür.
1960 temmuzunda Münevver Hanım ile Memet de Türkiye'den kaçırıldılar. Önce Polonya'ya (Varşova'ya) götürüldüler. O tarihte Nâzım Moskova'daydı ve Vera ile evliydi. Varşova'ya getirilen Münevver Hanım'a ve oğlu Memet'e Nâzım kat'iyyen sahip çıkmadı. Ana oğul, bir başlarına Varşova'da kaldılar. Nâzım 3- 4 yıl içinde, dayısının kızıyla, oğlunun iyi yürekli anasıyla, çok çileli eski karısıyla, sadece iki defa görüşebildi. Yanlarında 3- 4 gün bile kalamadı. Tekrar Moskova'daki hovarda karısına döndü.
Nâzım Hikmet, sadece çok kötü bir koca değildi; kötünün kötüsü bir babaydı da. Onun, çok kötü bir vatandaş olduğunu da haftaya yazacağım!
peki bizim abazalar sayiyor mu? bu kadar ucuz olmayalim
Arkadaşlar ünlü veya yetenekli veya siyasi kişilerin hayatları da bu özellikleri mükemmel olmak zorunda olmadığı gibi onlarda bizim gibi normal biolojik canlı oldukları için bizde nasıl tepki ve yaşantılar varsa onlarda da öyle şeyler olması normaldir. .. Bizim onları sevmemiz ürünleri ve ytenekleri üzerinedir. Yoksa Nazım ı iyi bir baba olduğu için burada onu anıyor değiliz. İyi de olabilir kötü de olabilir bu tamamen onu kişisel yaşamıdır....
quote:
Orjinalden alıntı: nakka
Arkadaşlar ünlü veya yetenekli veya siyasi kişilerin hayatları da bu özellikleri mükemmel olmak zorunda olmadığı gibi onlarda bizim gibi normal biolojik canlı oldukları için bizde nasıl tepki ve yaşantılar varsa onlarda da öyle şeyler olması normaldir. .. Bizim onları sevmemiz ürünleri ve ytenekleri üzerinedir. Yoksa Nazım ı iyi bir baba olduğu için burada onu anıyor değiliz. İyi de olabilir kötü de olabilir bu tamamen onu kişisel yaşamıdır....
nakka iste nakka
nazım hikmet aslen polonyalı olan kont konstantin borzecki nin torunu olarak bilinir... ancak kont borzecki de aslen "leh" yani "polonya" asıllı değil "yahudi" kökenli bir adamdır.. nazım gençliğinde komünizme yöneldiğinde o dönemde türkiyede tek güçlü komünist loncası olan sabatai lere de katıldı ve onlardan hayatı boyunca büyük destek gördü...
quote:
Hep bir ağızdan türkü söyleyip / Hep beraber sulardan çekmek ağı / Demiri oya gibi işleyip hep beraber / Hep beraber sürebilmek toprağı / Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / Yârin yanağından gayrı her şeyde / Her yerde, hep beraber diyebilmek için..."
Nâzım Hikmet, deli dolu bir komünist olduğu için yârin yanağından başka, her şeyin yoldaşlar arasında ortak olmasını istiyordu. Ama Moskova'da, Vera'nın nikâhlı kocası İvan, karısından boşansa bile, onun ballı incirlere benzeyen dudaklarına ve yanaklarına, Nâzım ile birlikte ortak olmakta ısrarlıydı. Peki bu Türkiyeli şair şimdi ne yapmalıydı? O, çok kötü bir koca, çok kötü bir baba, çok kötü bir vatandaş, çok kötü huylu bir adamdı. Vera'nın kocasının iki teklifini de kabul etti.
tamamen propanganda. komünist hareketi kötüleyerek onu baltalmmak.
valla doğru olması durumunda , ki henüz yalanlayan çıkmamış , kadını paylaşmanın Türkçede bir adı var , deyyuz muydu , kavvat mıydı neydi ? Türkçem nazım kadar iyi olmadığı için bulamadım şimdi