Şimdi Ara

'Kur'an bize yeter.' Hadis İnkarcılığı hakkında..

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
14
Cevap
1
Favori
350
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • 1. Seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar.vimeo
    1. Seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar.
    https://vimeo.com/490731534

    1. Seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar.


    Video Metni


    Hadis İnkârcılığı, Sünnet düşmanlığı, Müslümanları tehdit eden sinsi bir yapılanma, sloganları Kur’an bize yeter. Amaçları sünnetsiz bir İslam, peygambersiz bir din


    izledikleri yol ise, peygamber efendimiz (s.a.v.)’i itibarsızlaştırmaya çalışmak, hadisler etrafında şüpheler oluşturmak, Allah Rasûlü (s.a.v.)’e postacı diyecek kadar alçalmak, Mucizeleri inkâr etmek, Sahabe i kirama hakaret, Allah Rasûlü’nün masumiyetini inkâr edip O'na itaat şart değildir diyen karanlık bir zihniyet…


    Bu eserde Kur’an bize yeter diyerek Peygambersiz bir İslâm oluşturma gayretine giren karanlık bir zihniyetin gerçek yüzlerini göstererek bu kimselerin Kur’an’dan ne kadar uzak olduğunu yine Kur’an ayetleriyle göstereceğiz.


    Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar.


    Bu onların sloganıdır. Gayet masum gibi görünen bu slogan altında asıl maksatları Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini reddedip sonra Kur’an’ın ayetlerini kendi hevalarına göre yorumlamak ve böylelikle dini tahrip etmek vardır. Yani düşünün Kur’an’ın kendisine indiği zat olan Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir ayet hakkında konuşamayacak ama bu kimseler dilediği gibi konuşacaklar. Peki, sonuç ne olacak. Hep beraber izleyelim.


    • Kur’an bize yeter Peygamber ta 1400 sene önce yaşamış gitmiş. Biz Kur’an’a uyarız.
    • Buhari’nin yavelerine itibar etmeyiz bize Kur’an yeter
    • Peygamberin sözleri bizi bağlamaz bizi Kur’an bağlar
    • Peygamber tebliğcidir. Bir şeyi açıklama yetkisi yok bize Kur’an yeter.
    • Resule itaat şirktir biz ancak Allaha itaat ederiz.


    İşte Kur’an bize yeter diyenlerin yaptıkları tahribat. Peygambersiz bir din.


    Kur’an bu kimselere yeterse, bunlar şu ayeti, ya hiç okumadı ya da bu fikri telkin edenler, bu ayeti bunlara hiç anlatmadı. Madem bu kimseler Kur’an’a uyuyor, o halde Nisa suresi 65. ayetin emrine de uymalılar. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:


    Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, sonra senin verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”


    Ayeti kerimede; Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar iman etmiş olmazlar ifadesiyle, mümin olduğunu iddia eden kişinin, bir işi yapmadıkça imanının tamam olmayacağı beyan buyrulmuş. Ve bundan sonra, imanın şartı olarak üç şey zikredilmiştir.


    Birincisi: Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe! İmanımızın kabulünün birinci şartı budur. Aramızda çekiştiğimiz bir meselede Peygamber Efendimiz (a.s.m)’ı hakem tayin edeceğiz. Bu ifadeden anlıyoruz ki, aramızda çekiştiğimiz mesele Kur’an’da açıkça beyan edilmemiştir. Zira açıkça beyan edilseydi, aramızda bir çekişme olmazdı. O halde eğer biz mümin isek ve imanımız varsa; Kur’an’da açıkça hükmü beyan edilmeyen ve aramızda tartışma konusu olan şeylerde, kafamıza göre hükmetmeyip, Peygamber Efendimiz (a.s.m)’i hakem tayin edeceğiz. Peygamber Efendimiz (a.s.m)’i hakem tayin etmek, meseleyi Efendimizin hadislerine ve sünnetine götürmektir. Demek bir kimse, çekiştiği meseleyi Peygamberimizin sünnetine götürmüyorsa, Kur’an’ın ifadesiyle, o iman etmemiştir.


    İmanın ikinci şartı, ayetin devamında beyan edilir: Sonra senin verdiğin hükümden dolayı gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça… Demek, sadece meseleyi Peygamberimiz (a.s.m)’e götürmek yeterli değildir. Ayrıca, Efendimizin hükmünü kabul etmek gerekir. Öyle bir kabul lazımdır ki, gönülde en küçük bir sıkıntı olmayacak. Yani kişi, “Bu mesele keşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı.” gibi düşünmeyecek. Peygamberimiz (a.s.m)’in o meseledeki hükmünü öğrenir öğrenmez, “İşittik ve itaat ettik.” diyecek. Eğer bunu diyemiyorsa, gönlünde sıkıntılar varsa, bu hâl ispat eder ki, onun imanı tamam olmamış ve kemale ermemiştir. Ayette zikredilen imanın üçüncü şartı da tam bir teslimiyetle teslim olmaktır. İşte bunları yapabiliyorsak, iman etmişiz demektir. Yok, bunları yapamıyorsak, imanımız geçerli değildir.


    Kur’an bize yeter diyerek hadisleri inkâr edenler sanki bu ayet hiç nazil olmamış gibi hareket etmekte ve ümmetin kabul ettiği şefaat”, “tevessül” ve “kabir hayatı” gibi birçok meselede ihtilafa düşmektedirler. Yapmaları gereken şey ise Nisa suresi 65. ayetin emriyle amel etmek ve meseleleri Peygamberimiz (a.s.m)’e götürmektir. Ve Peygamberimizin hükmüne razı olup teslim olmaktır.


    Bu kimselere “Gelin, meselelerimizi Peygamberimize, yani Onun sünnetine ve hadislerine götürelim.” denildiğinde ise: “Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, onu hakem kabul etmeyiz ve hadislerine itibar etmeyiz.” demektedirler. Çünkü onlarda bilmektedir ki o mesele Peygamber efendimize arz edildiğinde yalanları ortaya çıkacaktır. Kur’an bize yeter deyip Kur’an ile amel etmeyen bu kimseler “tartıştığınız meseleleri Resule götürün, onun sözlerini ve hadislerini aranızda hakem yapın ”emrine rağmen bırakın Peygamberimize götürmeyi Peygambere söz hakkı bile vermeden onun sözlerini itibarsızlaştırma gayretine soyunmaktadırlar. Dilleri ile Kur’an bize yeter derken halleriyle kendilerini yalanlamaktadırlar. Nerde kaldı Peygamberimizin hükmünü kabul etmek ve tam bir teslimiyetle teslim olmak!


    Yine bunlardan bir kısmı ayetin manasını da değiştirmeye cüret etmektedir. Ayet seni hakem tayin etmedikçe demesine rağmen bu kimseler Kur’an’ı hakem tayin etmedikçe demektedir. Hâşâ sanki Allah, Kur’an’ı hakem yapın demeyi bilmiyordu da bu kimseler bunu keşfetti. Allah sözün en güzelini söyler, söylenme ihtiyacı olmayan bir şeyi söylemez. Daha iyi bir şekilde söylenebilirdi diye bir şey düşünülemez. Zira sözü söyleyen Allah’tır. Şimdi, haddini aşarak seni hakem tayin etmedikçe ayetine ısrarla Kur’an’ı hakem tayin etmedikçe diyenler hâşâ Allah’a söz söylemeyi mi öğretmektedirler?




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Enis3284 -- 17 Nisan 2022; 18:41:30 >







  • 2. Allah'ı Seven Resulüne Tâbi Olmalı (HADİS İNKARCILIĞI)vimeo
    2. Allah'ı Seven Resulüne Tâbi Olmalı (HADİS İNKARCILIĞI)
    https://vimeo.com/498914023

    2. Allah’ı seven resulüne tâbi olmalı


    Video Metni


    Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar. Sünnet düşmanlığını “Kur’ân Müslümanlığı ve Kur’an bize yeter” zırhıyla gizleyen hareketin mümessillerinin Kur’ân’a ne kadar yabancı olduğunu adeta tescilleyen bir ayete bakacağız. Ama ilk önce bu kimselerin toplumumuzda avam kısmı nasıl kandırıp onların ebedi hayatlarını nasıl mahvettiklerini görelim.


    • Allah size yetmiyor mu da peygamberi arıyorsunuz?
    • Bana Kuran yeter kardeşim. Peygamber sizin olsun.
    • Hadisler Arapların gelenekleridir. Hadisle amel eden Araplaşır.


    İşte Kur’ân Müslümanlığı adı altında gelinen son durum bu. Âli İmran suresi 31. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmuştur;


    De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun. Allah da sizi sever ve günahlarınızı affeder.”  Her şeyin bir alameti olduğu gibi, Allah’ı sevmenin de bir alameti vardır. Bu alamet de Peygamber Efendimize tabi olmaktır. Ayetin açık beyanıyla: Kim Peygamberimize tabi olursa Allah’ı seviyordur. Kim tabi olmaz, sünnetini ve hadislerini inkâr ederse o, Allah’ı sevmiyordur. Peki, Peygamberimize tabi olursak ne kazanırız? Ayetin devamı sorumuza cevap verir: –Eğer Peygamberimize tabi olursak– Allah da bizi sever ve günahlarımızı affeder.O halde, Peygamberimize tabi olmak, Allah’ı sevmenin alameti olduğu gibi, Allah tarafından sevilmenin ve Allah’ın affına mazhar olmanın da vesilesidir.


    Şimdi “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyerek Sünnetsiz bir İslâm, Peygambersiz bir din oluşturmaya çalışanlar ya bu Kur’ân-ı Kerim okumamakta. Ya okumakta lakin anlamamakta. Ya da anlamakta fakat manayı tahrif etmeye çalışmaktadırlar.


    Âli İmran suresinin 31. Ayet-i kerimesi: Allah’ı seviyorsanız Allah’ın peygamberine tabi olun derken. Kendilerini sözde kuran Müslümanları olarak tanıtan bu güruh : “Biz Peygambere tabi olmayız, hadislerini kabul etmeyiz, sünnetine uymayız.” demektedirler.


    Kur’an bize, “Allah’ı seviyorsanız Resulullah’a tabi olun demektedir. Çünkü İslam, sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Resulullah’ın sünneti de dinin bir kaynağıdır ve bu sünnete tabi olmak Kur’an’ın emridir. Kur’an’ın hangi emri nasıl yerine getirilecek, hangi nehiyden nasıl içtinap edilecekse, Efendimiz bunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Hiç şüphesiz o, Kur’an’ı en iyi anlayan ve en mükemmel şekilde hayata geçirip tatbikat sahasına koyandır. Yani Efendimiz, Kur’an’ın canlı bir tefsiri ve yaşayan bir İslâm’dır.


    Hem mana Kur’an’a tabi olun olsaydı: Allah “Resûlümün getirdiği ayetleri alın, onun şahsî açıklamalarını bırakın” demez miydi? Ama öyle değil de, mutlak bir ifadeyle emrederek: “Resûlullah’a tabi olun!” buyurmuştur. Allah; beni seven benim resulüme tabi olsun derken. Resule tabi olmayı sırf onun sünnetini inkâr etmek için kurana tabi olmaktır diyerek çevirenler ve bunu da kuran bize yeter maskesi altında icra edenler hâşâ Allaha dini mi öğretmeye çalışmaktadırlar.


    Peki, Resule tabi olmadıkları zaman Kurana tabi olduklarını zanneden bu güruh gerçekten Kurana tabi midir?


    Kuran Müslümanlığı; Kuran; “Allah’ı seviyorsanız Peygambere tabi olun” derken Peygamberi aradan çıkartmak mıdır?


    Kuran Müslümanlığı; hadisler etrafında şüpheler oluşturarak Peygamber efendimizi itibarsızlaştırılmasına yönelik bir gayretin içine girmek midir?


    Kuran Müslümanlığı Allah Resûlü’nün masumiyetini inkâr edip, hâşâ O’nun günahkâr biri olabileceğini ve bu yüzden kendisine itaatin şart olmayacağını söylemek midir?


    Kuran Müslümanlığı Peygambersiz bir İslâm’ın önü açıp, mucizelerin inkârıyla da risalete şehadet eden ilahi tasdikleri iptal etmek midir?


    Yoksa kendi kısır yorumlarıyla altını doldurarak tahrif ettiği ayetlere, insanları inandırma çabası mıdır? Bu şekilde binlerce din versiyonu çıkartıp ilahi nuru ağızlarıyla söndürme gayreti midir?





  • 3. Resulullah'ın (s.a.v) haram kıldığını haram kılmayanlarvimeo
    3. Resulullah'ın (s.a.v) haram kıldığını haram kılmayanlar
    https://vimeo.com/509492469

    3. Resulullah’ın (s.a.v) haram kıldığını haram kılmayanlar


    Video Metni


    Peygambersiz bir din inşa etmeye çalışan Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” demektedirler. Peki, bu kimseler gerçekten Kur’an’a uyuyorlar mı? Yoksa Kur'anı kendi hevalarına mı uyduruyorlar? İşte bu kimselerin Kur'andan ne kadar uzak olduklarını gösteren başka bir ayet…


    Tevbe suresi 29. ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen ve Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın.” Ayeti kerimenin başında şu kimselerle savaşın buyrulmuş: Peki, kimlerle savaşılacak? Ayetin devamı sorumuza cevap verir. Kendileriyle savaşılacak Birinci grup: Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenlerdir. Bunlar kâfirler ve müşriklerdir… Kendileriyle savaşılacak İkinci grup ise, Allah’ın haram kıldığını haram kılmayanlar. … Ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlardır. Ayetin bu bölümü iki şeyden bahsediyor:


    1. Allah’ın haram kıldığı şeyler,
    2. Resulünün haram kıldığı şeyler.


    Allah’ın haram kıldığı şeyler, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nedir? Hiçbir kimse “Bunlar da Kur’an’da geçen haramlardır.” diyemez.


    Çünkü حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Ali ve Ahmet geldi desek, Ahmet’in Ali’den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.


    Aynen bunun gibi, Allah’ın haram kıldığı şeyler ve Resulünün haram kıldığı şeyler dediğimizde, Resulünün haram kıldığı şeylerin, Allah’ın haram kıldığı şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece “Allah’ın haram kıldıklarını haram kılmayanlarla savaşın.” denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş “Hem Allah’ın haram kıldığını haram kılmayanlarla, hem de Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın” denilmiş.


    Hem ayette Allah’ın ve Resulünün haram kıldığı ifadesi kullanılmasına rağmen Resülün haram kıldıklarını çevirip Kur'anın haram kıldığı diye söyleyen kimse şunu bilmedir.Allah sözün en güzelini söyler, söylenme ihtiyacı olmayan bir şeyi söylemez. Daha iyi bir şekilde söylenebilirdi diye bir şey düşünemeyiz. Zira sözü söyleyen Allah’tır. Şimdi bu ayete haddini aşarak Resulünün haram kıldığını Kur'anın haram kıldığı diyen haşa Allah'a söz söylemeyi mi öğretmektedir?


    Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu: Allah’ın haram kıldıkları, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nerede geçmektedir? Aklınıza, hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhalde gelmiyordur.


    Hem ayetin bu kadar açık beyanından sonra, hâlâ nasıl “Vahiy sadece Kur’an’dır, Peygambere başka vahiy gelmemiştir.” diyebilmektedirler. Peygambere başka vahiy gelmemişse, “Resulullah’ın haram kıldığı şeyler…” ifadesi ne manaya gelmektedir. Bu ifadeden, haramların bizi iki şekilde bildirildiği açıkça anlaşılmaz mı? 1. Kur’an’la bildirilenler, 2. Hadislerle bildirilenler.


    Demek bir kimse, sadece Allah’ın haram kıldıklarını, yani Kur’an’daki haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullah’ın haram kıldıklarını da haram kabul etmelidir. Çünkü Resulullah’ın haram kılması da Allah’ın haram kılması gibidir ve bu haram kılmalar da Allah’ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu haramlar Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir.


    Şimdi: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyen sözde Kur’an Müslümanları, Tevbe suresinin 29. ayetini hiç okumuyorlar mı? Okuyorlarsa bu ayetin emriyle niçin amel etmemektedirler? Ayet-i kerime: Resulullah’ın haram kıldıklarını haram kabul edin derken. Resulullah’ın haram kıldıklarının kaynağı olan hadis-i şerifleri nasıl inkâr ederler.


    Hadisleri yok sayanlar, Resulullah’ın haram kıldığı şeyleri nasıl öğrenecektir? Kur’an’a uyduğunu iddia eden sözde "Kur'an" Müslümanları Kur'ana mı uymaktadır. Yoksa Kur'anı kendilerine mi uydurmaktadırlar. Eğer Kur'anın anlattığı gerçek Müslüman olsalardı, Resulullah’ın sünnetine ve hadislerine muhalefet etmez ve ayetin emrettiği gibi, o sünneti kaynak kabul etmeleri gerekirdi. Hâlbuki Kur’an bir vadidedir, "Kur'an bize yeter" diyenler başka bir vadidedir.





  • Hocam su lafinda o kadar haklisin ki, biz de aynisini sizin icin dusunuyoruz:


    Kur'an inkârcıları: “Hadis olmadan Kur'an anlasilmaz” diyorlar. Bu onların sloganıdır. Gayet masum gibi görünen bu slogan altında asıl maksatları kitabimiz Kur'an-i reddedip sonra Kur’an’ın ayetlerini uydurma hadislerle kendi hevalarına göre yorumlamak ve böylelikle dini tahrip etmek vardır.


    Bak gordun mu, empati yaparsan ne demek istedigimi anlarsin ;)

  • “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)


    "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır."

    buyurmuş. Ashab sormuşlar:

    "Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?"

    Şöyle cevap vermiş:

    "Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni Ehl-i sünnet vel cemaat mensuplarıdır."(Tirmizi, İman, 18; İbnu Mace, Fiten, 17)


    "... Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka cehenneme gidecektir."

    buyurmuşlardır. Ayrıca bu türden olan hadislerin devamında sahabîlerin, Fırka-ı Naciye'den sormaları üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), Fırka-ı Naciye'yi:

    "Benim yürüdüğüm yola ve bu yolda beni takip eden ashabımın yoluna uyanlardır."




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Enis3284 -- 20 Nisan 2022; 17:18:8 >




  • 4. Resule itaat etmeyenlervimeo
    4. Resule itaat etmeyenler
    https://vimeo.com/526912278

    4. Resule itaat etmeyenler


    Video Metni


    Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimizin Sünnetine ittibâyı, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmeyi emretmektedir. Dînin doğru anlaşılması ve doğru yaşanabilmesi için sünnetlerin hükmü ve uygulanabilirliği de kıyamete kadar geçerlidir. Hal böyleyken Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” Diyerek bir bütün olan Kuran ve Sünneti ayırmakta Sünnetsiz bir İslâm, Peygambersiz bir Kuran oluşturmaya çalışmaktadırlar.


    Rabbimiz Nisa suresi 80. Ayette ne buyurmuş:“Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir. Kim de -senden- yüz çevirirse, biz seni onlar üzerine bir bekçi olarak göndermedik.”(Nisa, 4/80)


    Ayet-i kerimede, “Kim Kur’an’a itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.” denilmiyor. Deniliyor ki: “Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.” Eğer sadece Kur’an’ın emirlerine itaat kâfi olsaydı, ayette “Resul” yerine “Kur’an” geçerdi.


    Allah bizden, Resul (asm)’a itaat etmemizi istiyor. Ve bu itaati, kendine itaatin bir şartı kabul edip, kendine itaatle denk tutuyor. Ama sözde kuran Müslümanlarına aldanan kimseler “Resule itaat şirktir biz ancak Allaha itaat ederiz” diyorlar. Resüle itaati şirkle eş tutacak kadar aşağı ve hadisleri inkâr edecek kadar karanlık bir zihniyetle karşı karşıyayız.


    Ayette “Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir” ifadesine rağmen resüle itaati çevirip Kur’an’a itaat diyen kimse şunu bilmedir. Allah sözün en güzelini söyler, söylenme ihtiyacı olmayan bir şeyi söylemez. Daha iyi bir şekilde söylenebilirdi diye bir şey düşünemeyiz. Zira sözü söyleyen Allah’tır. Şimdi bu ayete, haddini aşarak Resule itaat sözüyle sadece Kur’an’a itaat kastedilmiştir diyen kimse hâşâ Allaha söz söylemeyi mi öğretmektedir? Yani haşa Allah “kim Kur’an’a itaat ederse” demeyi bilmiyordu da bunu bu kimseler mi bilmektedir?


    Hem Resüle itaatin manası sadece kurana itaat olsaydı Allah Kurana itaat edin demez miydi? Resüle itaatten sadece Kur’ân ayetleriyle yetinmeyi anlamak Kur’ân’a itaat ederim, Sünnet beni bağlamaz demek ne kadar yanlıştır.


    Kim Sünnetin tefsir ve tafsil ediciliği olmadan, ayetlerin meali üzerinden kendisine bir din inşâ etmeye kalkarsa, kendi yorumlarıyla altını doldurduğu ayetlere tâbî olacağından herkesin kendi anlayışına göre dinler ortaya çıkacaktır! Aslında yapılmak istenen çok açıktır. Çünkü onların Kuranı istediği gibi yorumlamalarının önündeki tek engel Peygamber a.s.dır. Onun için sahabeyi tahkir etmekte sahih hadis kitaplarının itibarını kırmaya çalışmaktadırlar taki Sünnetsiz bir İslam ve Peygambersiz bir din oluşsun. Peygamber sussun bu kimseler konuşsun. Evet, Kuran bize yeter diyenlerin yazdıkları onca kitap bu sözümüzü tasdik etmektedir. Kuran bu kimselere yetiyorsa niçin yüzlerce kitap yazma gereği duymaktadırlar?


    Yani onlara göre 1400 yıldır Peygamber aleyhisselamı Kuranın en büyük müfessiri kabul eden ve Kuranı Sünnetin tefsir ve tafsiliyle anlayan bu ümmet yanlış yapmış. Kendilerine bize kuran yeter diyen bu zihniyet Kuran ile peygamberin arasını ayırarak doğruyu mu bulmuştur?


    Kuran’ı Sünnet ışığında anlamak lazımken sünneti bir kenara koyup kendi sönük fikrimizle kuranı anlamaya çalışmak ne kadar doğrudur?


    Bu fikri savunan insanlar neden çocuklarını okullara göndermektedirler. Madem kitapla bir ilim öğrenilebiliyorsa, çocukları okula gönderme zahmetine neden giriyorlar? Matematik, fizik, coğrafya gibi bir ilim dahi bir öğretmenin nezaretinde tahsil edilmesi gerektiğine inananlar neden Kuran gibi ilahi bir kitabın Peygamber a.s nezaretinde okunması gerektiğine inanmazlar. Sünnet ve hadis düşmanlığını “Kur’ân Müslümanlığı” zırhıyla gizleyen kimseler içlerinde zerre kadar bir iman ve insaf ile bu ayete baksalar şunu göreceklerdir.


    “Kim Resule itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.” Yani: “Kim Resule itaat etmezse, şüphesiz Allah’a itaat etmemiştir.”


    İşte, bu kimseler Efendimiz (asm)’a itaat etmemek ve hadislerini inkâr etmekle aslında Allah’a isyan ederken hangi yüz ile Kur’an Müslümanlığından bahsetmektedirler.


    Yoksa bu ayete resule itaat derlerse acaba bu kimselerin hadisleri inkâr ve itibarsızlaştırma gayretleri zora mı düşecektir?





  • 5. Resulün hükümleri nelerdir?vimeo
    5. Resulün hükümleri nelerdir?
    https://vimeo.com/530293387

    5. Resulün hükümleri nelerdir?


    Video Metni


    Hadis inkârcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde Ahzab suresi 36. ayetin emrine de uymalısınız. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:“Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, hiçbir mümin erkek ve mümin kadın için işlerinde seçme hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapmıştır.”


    Demek, Allah ve Resulü, bir iş hakkında helal ya da haram diye hükmederse, artık bir mümine düşen, “İşittik ve itaat ettik.” demektir. Mümin olanın artık bu işte tercih hakkı yoktur.


    Şimdi şu nokta üzerinden durmak istiyoruz: إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ Ayette Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman buyrulmuş. Ayet-i kerime iki şeyden bahsediyor:


    1. Allah’ın bir şeye hükmetmesi, 2. Resulünün bir şeye hükmetmesi.


    Allah’ın hükümleri, Kur’an’da geçen hükümlerdir. Peki, Resulünün hükümleri nerdedir? Sakın, “Bunlar da Kur’an’da geçen hükümlerdir.” demeyin. Çünkü bu, Kur’an’da bahsi geçen hükümler olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:


    إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Ali ve Ahmet geldi, desek, Ali’nin Ahmet’den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.


    Aynen bunun gibi, “Allah bir işe hükmettiğinde ve Resulü bir işe hükmettiğinde…” dediğimizde, Resulünün hüküm verdiği şeylerin, Allah’ın hüküm verdiği şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece, “Allah bir işe hükmettiği zaman.” denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş. Peki, ne denilmiş: “Allah bir işe hükmettiğinde ve Resulü bir işe hükmettiğinde…” denilmiş.


    Hem ayetteki Resulünün hükümlerine ısrarla Kuran diyenler haşa Allaha söz söylemeyi mi öğretmektedirler. Allah sözün en güzelini makamın gerekli kıldığı yerde o makama en uygun bir şekilde söylemiştir. Bir sözü Allahtan daha doğru ve daha güzel kim söyleyebilir? Yani Hâşâ Allah Kuran demeyi bilmiyordu da Resulü dedi de bu kimseler buradaki bir yanlışı mı gördü. Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman ayetinde resulü aradan çıkarıp kuran diyenler Allah’tan korkmalı ve titremelidir. Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu:


    – Allah’ın hükümleri, Kur’an’da geçen hükümlerdir. Peki, Resulünün hükümleri nerede geçmektedir? Aklımıza, hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhalde gelmiyordur.


    Demek birisi, sadece Allah’ın hükümlerini, yani Kur’an’da ki helalleri ve haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullah’ın hükümlerini de kabul etmelidir. Çünkü Resulullah’ın hükmü de Allah’ın hükmü gibidir. Onun haram kılması da Allah’ın haram kılması gibidir ve bu hükümler de Allah’ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu hükümler Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir… Ayet-i kerimenin devamına da dikkat çekmek istiyoruz:


    Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, yani onların hükmüne karşı gelirse, şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapmıştır. Sapmak, sadece Allah’ın hükmünü beğenmemek değildir; Resulünün hükmünü beğenmemek de apaçık bir şekilde sapmaktır.


    Ayetin bu beyanına karşı, siz hadisleri inkâr ediyor ve Resulullah’ın hükmünü kabul etmiyorsunuz. Bu halinizle, Kur’an’a muhalefet ettiğinizin farkında değil misiniz?


    Hem ayetin bu kadar açık beyanından sonra, hâlâ nasıl “Vahiy sadece Kur’an’dır, Peygambere başka vahiy gelmemiştir.” diyorsunuz. Peygambere başka vahiy gelmemişse, “Resulullah’ın bir işe hükmetmesi…” nasıl olmuştur? Resulullah hâşâ- kafasından mı hükmetmiştir?


    Kur’an’a uyduğunu iddia edip Kuran bize yeter diyenler. Evet, kuran size yeter, yeter ki kuranı açık ayetlerinin manasını çarpıtmayın. O zaman bu sözünüz bir anlam kazanacak. Yoksa “Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapmıştır.” Ayetindeki sapanlardan olacaksınız.





  • 6. Peygamber (S.a.v.) Kur'an'ı açıklayamaz diyenlervimeo
    6. Peygamber (S.a.v.) Kur'an'ı açıklayamaz diyenler
    https://vimeo.com/540359545

    6. Peygamber (S.a.v.) Kur’an’ı açıklayamaz diyenler


    Video Metni


    Sünneti devre dışı bırakarak Kur`an-ı Kerim ile amel etmek mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Zira Kur`an-ı Kerim hükümlerinin birçoğu mücmel yani kapalı ve genel hükümlerdir. Onda ayrıntılı olarak zikredilen hükümler çok azdır.


    Mesela Allah namazı ikame edin yani dosdoğru kılın der. Ama namazın şekil, sayı, rekât, vakitler ve nasıl kılınacağı Kur`an-ı Kerim’de yer almamaktadır. Yine bunlar gibi zekât, oruç, hac ibadetleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu tafsilatı yapılmamış hükümlerin tafsilat ve açılımlarında, Allah (c.c) şu ayetiyle peygamberini merci göstermektedir:


    Nahl suresi 44. ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur: Biz sana Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Belki onlar da düşünürler. Şimdi bu kimseleri düşünmeye davet ediyoruz.


    Ayet-i kerimenin başında şöyle buyrulmuş: Biz sana Zikri -yani Kur’an’ı- indirdik. Ayetin devamında, Kur’an’ın Peygamberimize indirilmesindeki bir hikmet zikredilir. Bu hikmet aynı zamanda, Peygamberimiz (asm)’ın bir vazifesidir. Bu vazife, Kendilerine indirileni insanlara açıklamaktır! Yani vazife; Kur’an’ın lafzı yanında mana ve mesajını izah etmek, ayetleri açıklamak ve beyan etmektir. Evet, ayet-i kerime şöyle demiyor: Biz Kur’an’ı indirdik, insanlar nasıl isterse öyle anlasın. Ayet böyle demiyor, şöyle diyor: “Habibim Kur’an’ı sen açıklayacaksın. Ayetleri açıklama vazifesi senindir. İnsanlar da senin açıklamana göre ayetleri anlayacaklar. Yoksa ayetlere kafalarına göre mana vermeyecekler. Senin izahını esas yapacaklar.” İşte ayet böyle diyor.


    Maalesef sözde Kur’an Müslümanları bu ayet karşısındaki çaresiz kalmış ve her zaman yaptıkları şeyi yine yaparak çareyi ayetin kelimeleri ve manasında oynamakta bulmuştur. Ayette geçen “tübeyyine linnas” insanlara açıkla, beyan et demek iken bu kimseler burada aslında “tübelliğe linnas insanlara tebliğ et demek istenmiştir” diyerek ayeti tahrif etme cüretini de göstermişlerdir. Böylece resul bir şeyi açıklayamaz ancak tebliğ eder diyerek Resule tanımadıkları hakkı kendilerinde bulmuş ve kendileri ile çelişmişlerdir. Yani resul bir şeyi açılayamaz ama sözde kuran müslümanıyım diyen bu kimseler ayetleri dilediği gibi açıklayabilirler.


    Evet, Allah, Resülüne kendilerine indirileni insanlara açıkla derken. Resulünün açıklamalarına tahammül edemeyen bu karanlık zihniyetin ne yapmak istediği çok açıktır. Akıllarınca Resûlullah’ı devreden çıkaracaklar. İslâm âlimlerinin Kur’an’ın tefsiri olarak kabul ettiği “Sünnet”i güya bu şekilde hallettikten sonra sıra ikinci adıma, yani Kur’an’a gelecekti. Kur’an’ı rahatça keyiflerine göre biçimlendirebileceklerdir. Ama Kur’an’ın bunlar gibi onlarca ayeti onların bu bâtıl fikir ve itikâtlarına set çekmekte ve bu hadis inkârcılarına umduklarını vermemektedir.


    Bu din, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde asırları aşıp bu güne dek nasıl sapasağlam geldiyse, kıyamete kadar da böylece devam edecektir…





  • 7.Sünneti inkar edenler peygamberi nasıl örnek alacaktır?vimeo
    7.Sünneti inkar edenler peygamberi nasıl örnek alacaktır?
    https://vimeo.com/542924077

    7. Sünneti inkar edenler peygamberi nasıl örnek alacaktır?


    Video Metni


    Kur’an bize yeter diyerek hadisi ve sünneti inkâr edenler şunu bilmelidir ki Kur’an, bunların bâtıl fikirlerine kaynak olmaktan uzak olduğu gibi birçok ayetiyle onları yalanlamaktadır.


    Kur’an’ın gerçek yorumu olan Sünneti devre dışı bırakıp Kur’an’ı, kendi arzularına göre yeniden yorumlamaya ve bunu yaparken bu konuda gayet samimiymiş havası vermeye çalışan bu zihniyet bu operasyona Kur’an İslâm’ı gibi şirin bir isim koymayı da ihmal etmemiştir.


    “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyen bu kimseler, Kur’an’a uyduklarını iddia etmektedirler o halde Ahzab suresi 21. ayetin emrine de uymalıdırlar. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Andolsun ki Allah’ın Resulünde sizler için güzel bir örnek vardır. Bu güzel örnek, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler içindir.”


    Ayeti kerimenin başında şöyle buyrulmuş: “Andolsun ki Allah’ın Resulünde sizler için güzel bir örnek vardır. Yani Allah’ın Resulü (a.s.m) müminler için güzel bir örnektir. Müminler yaşantılarında Resulullah’ı örnek almalı ve Ona benzemeye çalışmalıdır. Peki, kimler Resulullah’ı kendilerine güzel bir örnek yaparlar? Ayetin devamı sorumuza cevap verir: Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler.


    Evet, ayetin ifadesiyle Allah’ın Resülü bizim için şaşmaz ve şaşırmaz en güzel örnektir. O zatın sünneti, hareketleri, uyacağımız en güzel numunelerdir ve onun düsturları takip edilecek en sağlam rehberlerdir. Yoksa “Kuran bize yeter” diyen zihniyetinin anladığı gibi vahyi bize getiren ve başka bir şeye karışmayan hâşâ bir postacı değildir.


    Dost ve düşmanın ittifakıyla, Hz. Muhammed s.a.v. ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve ittifaken insanlık âlemi içindeki en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Tebliğ ettiği ve tercümanı olduğu Kur’an-ı Hakîm’in tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir.


    İşte böyle bir zatın sünnet-i seniyesine elden geldiği kadar tabi olmaya çalışmak lazımken ve bu ayetin ifadesiyle açıkça zikredilmişken o zatın sünnet-i seniyesini takdir etmeyip yalanlamak veya kabul etmemek ve bunu da Kur’an bize yeter perdesine altında yapmak nasıl bir dalalettir sizler kıyas ediniz. Allah o zat için sizin için en güzel örnek deyip onun sünnetine tabi olmayı beyan ederken onun sünnetinden yüz çevirenler acaba kendilerine kimi örnek almaktadırlar?


    Hem ayet sözü burada bitirmemekte ve şöyle devam etmektedir. “Allah’ın resulünü ancak, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler kendilerine örnek yapar.” Evet, Peygamberin örnek hayatını kendilerine örnek yapmayanlar Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ummayanlar ve Allah’ı çok zikretmeyenlerdir.


    “Ben müslümanım” diyen herkes, hangi devirde yaşarsa yaşasın “Resûlullah’a itaat edin” âyetinin gereğini yerine getirebilmek için Allah’ın Resulünde sizler için güzel bir örnek vardır diyerek takdim ettiği Peygamber Efendimizi örnek almalıdır. Şayet Hadis ve Sünnet devre dışı bırakılırsa, onun vefatından sonra gelen ümmeti Resûlullah (s.a.v)’i nasıl örnek alacaktır.


    Hem Kur’an–ı Kerîm tafsilat kitabı değildir. Sünnet, Kur’an’ı açıklar ve mücmel olarak geçen hususları tafsil eder. Kur’an’da emirler ve nehiyler teorik olarak mevcuttur; ama pratikte, uygulamada nasıl olacağı, Resûlullah’tan öğrenilecektir. Tabir caizse, Kur’an sadece ana caddeleri göstermiş, ara yollar Sünnetle belirlenmiştir.


    Hadis inkârcılarının iddia ettiği gibi, eğer sadece Kur’an yetseydi, ayrıca bir de elçi göndermeye ne gerek vardı? Allahu Teâlâ Kur’an’ı indirir ve: ”Ey insanlar! İşte size Kur’an gönderdim; okuyun ve nasıl anlıyorsanız, öylece amel edin.” buyururdu. Peki, bu durumda dünyadaki müslümanlar adedince din anlayışı meydana çıkmaz mıydı?


    O halde Hadis ve Sünnet olmadan Kur’an Müslümanlığı olamaz, çünkü Kur’an Resulullah(s.av.)’i bizlere en güzel örnek olarak göstermiş ve ona itaat etmeyi emretmiştir.

    Sünnet; İslâm’ı anlamak, kavramak ve yaşamak hususunda en doğru ölçü ve yorumdur. Allah’tan gelen vahyi almak için nasıl peygambere ihtiyaç varsa, Kur’an’ı anlamak için de Peygamber’in sözlerine yani sünnete öylece ihtiyaç vardır.


    Kur’an’ın hangi emri nasıl yerine getirilecek, hangi nehiyden nasıl içtinap edilecekse, Efendimiz bunu bizzat yaşayarak göstermiş ve ayetin ifadesiyle bizler için en güzel örnek olmuştur. Hiç şüphesiz o, Kur’an’ı en iyi anlayan ve en mükemmel şekilde hayata geçirip tatbikat sahasına koyandır. Yani Efendimiz, Kur’an’ın canlı bir tefsiri ve yaşayan bir İslâm’dır.


    Dolayısıyla Sünnet ve Hadis’i kabul etmeyip, “Kur’an bize yeter” demek, aslında Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasını istememektir. Hatta bundan da öte, ilâhî vahyin anlaşılmasına mani olmaya çalışmaktır. Bu din, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde asırları aşıp bu güne dek nasıl sapasağlam geldiyse, kıyamete kadar da böylece devam edecektir.





  • 8-sunnet-dusmalarinin-gercek-yuzunu-gosteren-bir-ayet.mp4vimeo
    8-sunnet-dusmalarinin-gercek-yuzunu-gosteren-bir-ayet.mp4
    https://vimeo.com/547410490

    8. Sünnet düşmanlarının gerçek yüzünü gösteren bir ayet.


    Video Metni


    Sözde Kuran bize yeter diyerek Resülünün sünnetini kabul etmeyen ve bu amaçla Peygamber efendimiz s.a.v’i ve hadis-i şeriflerini itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yapan karanlık zihniyetin yüzündeki maskeyi düşürecek bir ayetten bahsedeceğiz.


    Nisa suresi 113. ayette Rabbimiz şöyle buyurmuştur: Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi. Bu ayette, Peygamberimiz (asm)’a iki şeyin indirildiği beyan edilmiştir. Birincisi kitap, yani Kur’an’dır. İkincisi de hikmettir.


    Diğer ayetlerde de Peygamberimiz (asm)’ın, bu ikisini bize öğretmekle mükellef kılındığı bildirilmiştir. Mesela Bakara suresi 151’de şöyle buyrulur:


    “Nitekim biz içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size kitabı ve hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi bildiren bir peygamber gönderdik.”


    Bu ayette, Peygamberimiz (asm)’ın bize, kitaptan başka bir de hikmeti öğrettiği ifade edilmiş.

    Yine Âl-i İmran suresi 164’te şöyle buyrulur: “Onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermek suretiyle lütufta bulunmuştur.”


    Cuma suresi 2. ayette şöyle buyrulur: “…Onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermiştir.”


    Bakara suresi 231’de şöyle buyrulur:“Allah’ın size verdiği nimeti, kitabı ve hikmetten indirdiği şeyleri anın.” Bu konuda daha başka gösterebileceğimiz ayetler de var; Bütün bu ayetlerden şu hükümler çıkar:


    1. Peygamberimiz (asm)’a Kur’an ile birlikte bir de hikmet verilmiştir.
    2. Peygamberimiz (asm) bu hikmeti öğretmekle mükelleftir.
    3. Bizler Kur’an’a tabi olduğumuz gibi, hikmete de tabi olmak zorundayız.


    Şimdi bütün bu izahlardan sonra, hadis inkârcılarına sorumuz şu: Peygamberimiz (asm)’a indirilen bu “hikmet” nedir? Sakın “Bu Kur’an’dır.” demeyin. Çünkü Kur’an zaten ayetlerde hikmetten önce zikredilmiş. Kur’an ile hikmetin arası, atıf vavıyla ayrılmış. Bir parça Arapça bilen bu atıf vavından anlar ki, Kitap başkadır, hikmet başkadır. Madem başkadır; o halde Peygamberimize indirilen ve bize öğretmekle mükellef kılındığı hikmet nedir? Kitaptan maksat, Kur’an olduğuna göre, hikmet, Kur’an’ın dışında ve Rasûlüllah’ın vazife sahasına giren ve hemen Kur’an’dan sonra gelen bir şeydir.


    İmam Şafii, bu konudaki âyetleri sıraladıktan sonra şu sonuca varır: Allah Teâlâ, “kitap” deyince Kur’an’ı, “hikmet” ile de görüşlerine katıldığım ehl-i Kur’an âlimlerinin dediği gibi Rasûlüllah’ın sünnetini kasdetmiştir.


    Fahreddin-i Razi Hazretleri şöyle der: Hikmet, Kur’an’ın tafsilatını ihtiva ettiği diğer şer’i hükümleri bilmektir. İmam Nesefi Hazretleri şöyle der: Hikmet, sünnettir. Yine İbni Kesir ve İmam Taberi Hazretleri: Hikmet, sünnettir, der. Daha bunlar gibi onlarca âlimin, hikmete “sünnettir” dediği bilgisini nakledebiliriz.


    Hem bu hikmetin kitap olması mümkün değildir. Çünkü eşsiz bir belâğat mu’cizesi olan Kur’an-ı Kerim’in içinde gelişigüzel kullanılmış kelimeler ve gereksiz yere sözü uzatma olamayacağından, söz konusu âyet-i kerimelerde, hikmetten maksat, kitap veya kitabın bir kısmı olamaz.


    Buna rağmen ısrarla hikmetten maksat kitaptır diyenlere soruyoruz. “Size kitabı ve hikmeti öğreten” ayetine kitap manasını verdiğimizde ayet “size kitabı ve kitabı öğreten” şeklinde gereksiz bir tekrara dönüşmektedir. Hâşâ sanki Allah sadece kitabı öğretin demeyi bilmiyordu da bunu siz fark ettiniz ama hikmet kelimesine müdahale edemediğiniz için ona da kitaptır dediniz. Bu halleriyle bu kimseler hâşâ Allah’a söz söylemeyi mi öğretmektedirler.


    Buradaki hikmetin, Resûlüllah’ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek mümkün değilken ve ümmetin tüm âlimleri bu konuda ittifak etmişken sırf sünnet düşmanlığından dolayı onlara muhalefet edip ayeti böyle çarpıtanlar Kur’ân’a ne kadar yabancı olduklarını da açıkça göstermektedirler.





  • 9. Hadisleri inkar edenler hangi şeriata uyacaktırvimeo
    9. Hadisleri inkar edenler hangi şeriata uyacaktır
    https://vimeo.com/547306147

    9. Hadisleri inkar edenler hangi şeriata uyacaktır


    Video Metni


    “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyenler Kur’an’a uyduklarını iddia etmektedirler. Peki, gerçekten bu kimseler Kur’an’a uymakta mıdırlar? Casiye suresi 18. ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Sonra biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” Ayetin bu beyanından anlıyoruz ki, Peygamber Efendimiz (asm)’a bir şeriat verilmiştir. Şeriat, İslam hukuku demektir. Allah Teâlâ’nın, insanın eylemlerini düzenlemek amacıyla koyduğu yasalara şeriat denir. Nasıl ki mevcut hukukumuzda her suç tanımlanmış ve ona bir ceza belirlenmiş; aynen bunun gibi, şeriatta da suçlar ve cezalar belirlenmiştir. Yani neyin helal, neyin haram olduğu; neyin suç, neyin mübah olduğu tayin edilmiş ve suçlara cezalar takdir edilmiştir. Şimdi ayet-i kerime diyor ki: “Biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık.” Sorumuz şu: Bu şeriat nerededir?


    Sözde Kur’an Müslüman’ı olduğunu iddia eden bu zihniyet bu şeriatın sadece Kuran olduğunu ifade etmekte ve bu sözleriyle yine yanılmaktadırlar. Çünkü Kur’an’da sınırlı sayıda hüküm vardır. Bu hükümler de tam manasıyla açıklanmamıştır. Mesela, Kur’an’da hırsızın cezası el kesmek olarak belirlenir. Lakin hangi şartlarda el kesilecek, bu izah edilmez. Mesela, bir kimse pazarda bir elma çalsa, yine eli kesilecek mi? Bir elma için el kesilir mi? El kesmeyi gerektiren hırsızlığın şartları nelerdir? İşte Kur’an bunu düzenlemez. Demek, hem Kur’an’da sınırlı sayıda şeriat hükmü var. Hem de olanlar her yönüyle izah edilmemiş.


    Madem bu kimseler sünneti inkâr ederek şeriat sadece Kuran demektedirler. O halde, şu şeriatı Kur’an’da göstersinler!.. Kur’an’da şeriatla ilgili kaç hüküm gösterebilirler? Mesela, Kur’an “İçki içmeyin!” diye emreder. Peki, içenin cezası nedir, Kur’an’da gösterebilirler mi? Yine Kur’an “Faiz yemeyin!” der. Peki, faiz yiyenin cezasını Kur’an’da gösterebilirler mi? Yine Kur’an “Zekât verin!” der. Peki, zekatın hangi maldan ve ne oranda verileceğini Kur’an’da gösterebilirler mi?.. Örnekler saymakla bitmez.


    Hem bu hükümler böyle açıklanmadan bırakılsaydı, Kur`an-ı Kerim’le nasıl amel edilebilirdi? Evet, amel edilmez ve amel edilmediği için de Kur`an-ı Kerim’in hükümleri fayda sağlamayıp terk edilirdi. Allah dinini ve hükümlerin tafsilini açıklamadan hâşâ böyle bizlerin hevasına bırakır mı? Yani Allah namazı kıl diyecek ama nasıl kılınacağını tarif etmeyecek. Zekâtı verin!” diyecek. Ama zekâtın hangi maldan ve ne oranda verileceğini belirtmeyecek. İçkiyi içmeyin, faizi yemeyin diyecek ama bunları yapanların cezalarını bildirmeyecek? Asla ve kat’a. Allah peygamberini din hususunda bir şeriat sahibi kılmış ve tüm hükümlerini onunla ümmetine beyan etmiştir.


    Ama biz bu şeriatın bütün hükümlerini ve detaylarını, Kur’an’da göremiyoruz. O halde bu şeriat nerededir? Aklımıza, hadislerden ve Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetinden başka bir yer geliyor mu? Kur’an’da farziyyeti kesin olan ama tafsilatı açıklanmayan bütün hükümler sünnet ile açıklığa kavuşmuştur. Kur’an’la Sünnet’in birbirini nasıl tamamladığı ve Kur’ân’ın hayata yansıması demek olan Sünnet olmaksızın bazı âyetlerin anlaşılmasının ve uygulanmasının mümkün olamayacağı ortadadır.


    Kur’an-ı Kerim bir anayasa ise, hadis ve sünnet bu anayasayı açıklayan ve onun kolayca uygulanmasını sağlayan kanun, tüzük ve yönetmelik hükmündedir. Kur’an-ı Kerim’de yeterince açıklanmayan konular hadislerde genişçe açıklanır; Peygamber Efendimiz’in muhtelif tatbikatlarıyla o konular iyice öğrenilir.


    Buna rağmen Onun sünnetini kabul etmeyenler aslında efendimiz s.a.v.’ e verilen şeriatı inkâr edenlerdir. İşte yapılmak istenen tam şudur. Peygamberin olmadığı, sünnetin ve hadisin olmadığı bir din oluşsun sonra bu sözde Kur’an Müslümanları ayetlerde detayların açıklanmadığı hükümleri kendi akıllarına göre oluştursun. Fakat sözde kuran bize yeter diyenlerin anlayamadıkları şey şudur ki; Kur’an bu kimselerin bu sapık fikirlerine kaynak olmaktan çok uzaktadır. Kur’an ve sünnet ayrılmaz bir bütündür. Onları ayırmak ve ayrı düşünmek asla mümkün değildir. Allah Teâlâ, Peygamberimize bir şeriat verdiğini Kur’an’ın ayetiyle beyan buyurmuş ve Peygamberimize “Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” diye emretmiştir. Bu şeriatın çok az hükmü Kur’an’da zikredilmiş, zikredilenlerin de detayına girilmemiş. Detay ve şeriatın ekser hükümleri, hadislerde izah edilmiştir.


    Bu beyanlardan sonra, “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyenlere soruyoruz. Bu kimseler, Casiye suresinin 18. ayetini hiç okumuyorlar mı? Eğer şeriatın ekser hükümlerinin hadislerde geçtiğini bildikleri halde hadisleri inkâr ederlerse, sünneti kabul etmezlerse Peygamberimize verilen şeriatı neyle izah edeceklerdir? Şeriata uyabilmek için, önce şeriatın hükümlerinin geçtiği hadisleri kabul etmek lazım. Hadisleri inkâr eden, hangi şeriata uyacaktır?


    Kur’an Müslümanı olabilmek için Kitabullahı doğru şekilde tefsir etmek ve Sünnete tâbi olmak gerekir. Kur’an’a tabi olduğunu iddia edenler, süslü sloganlarla Kuran müslümanı olamayacaklarını ne zaman anlayacaklardır? Bizler bu kimseleri Din hususunda bir şeriat sahibi kılınan Peygamber Efendimiz s.a.v’e de tabi olmaya davet ediyoruz.





  • 10. Kuran bize yeter diyerek Resule muhalefet edenlerin akıbetivimeo
    10. Kuran bize yeter diyerek Resule muhalefet edenlerin akıbeti
    https://vimeo.com/549492988

    10. Kuran bize yeter diyerek Resule muhalefet edenlerin akıbeti


    Video Metni


    Her meseleye sadece Kur’an’da çözüm arayanlar, hadise, sünnete dönüp bakmadığı gibi hadisleri ve sünneti reddetme bedbahtlığını göstermektedirler. Kur’an’ın temas etmediği konularda istediği gibi hareket edeceklerini düşünen bu zihniyet ne yazık ki “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” maskesi altında bu fikri savunmaktadırlar. Onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde şu ayete dikkat edin.


    “Kim kendisine hidayet belli olduktan sonra Resule muhalefet eder ve müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu döndüğü yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Cehennem ne kötü bir varış yeridir.” (Nisa, 4/115)


    Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede iki kişiyi tehdit ediyor. Birincisi, Allah’ın Resulü (asm)’a muhalefet eden; ikincisi, müminlerin yolundan başka bir yola uyan.


    Hadis inkârcıları bu iki tehdidin tam muhatabıdırlar. Çünkü onlar hadisleri inkâr ederek, hem Efendimiz (asm)’a muhalefet ediyorlar, hem de müminlerin yolundan başka bir yola uyuyorlar. Zira müminlerin yolu, Peygamberimiz (asm)’in sünnetine tabi olmak; hadislerini kabul etmek ve sözüne itaat etmektir. O hadisi şerifler ki kılı kırk yararcasına bir tahkik ile beşer tarihinde bir benzeri daha görülmeyen bir gayret ile orijinal ve güvenli bir şekilde günümüze gelmiştir. Hâl böyleyken, bunlar hadisleri inkâr ederek müminlerin yolundan sapmaktadır. Nereye mi? Çoğu yahudi ve hıristiyan olan İslâm düşmanlarının ve öteden beri dinin iki kaynağı olan Kuran ve sünnet hakkında müslümanları şüpheye düşürmek isteyen müsteşriklerin yoluna…


    Peki, Resulullah’a muhalefet edenlerin ve müminlerin yolundan sapanların akıbeti nedir? Ayet-i kerime bunların akıbetini beyan ediyor: Allah onu döndüğü yolda bırakır ve onu cehenneme sokar.


    Hidayet kendisine belli olduktan sonra Resule muhalefet edip ve müminlerin yolundan başkasına uyanlara soruyoruz.


    Bu kimseler Kur’an’a tabi olduğunu iddia edip var gücüyle onun sünnetine karşı çıkarak Resulullah’a muhalefet ettiklerinin farkında mıdırlar?


    Onun hadisleri etrafında şüpheler uyandırıp itibarsızlaştırmaya çalışmakla Kuran müslümanı olduklarını mı zannetmektedirler?


    Hatta daha ileri giderek müminlerin Peygamber (s.a.v.) e getirdikleri salâvatı dahi hâşâ yalakalık olarak görenler acaba müminlerin yolunda mıdırlar?


    Evet, tüm bu bâtıl fikirlerini Kur’an müslümanlığı maskesi altında icra edenler bu ayeti hiç okumamışlar mıdır?


    Resulullah’a muhalefet etmenin ve müminlerin yolundan başka bir yola uymanın cezasının, cehennem olduğunu bilmiyorlar mıdır? Eğer bilmiyorlarsa şimdi öğrendiler? Resulullah (asm)’a muhalefete devam edip, müminlerin yolu dışındaki dalalet yolunda yürümeye devam mı edeceksiniz; yoksa tövbe edip, Efendimiz (asm)’in sünnetine sımsıkı yapışacak mısınız? Seçim sizin…





  • sensaura kullanıcısına yanıt

    Bir manada, hepimiz Kur’ân Müslümanlarıyız. Çünkü, onun nuru sürekli hayatımıza akıyor ve bizi o besliyor. Evet, bizim can damarımız, havamız ve ziyamız Kur’ân’dır. Ebedlere kadar var olabilmemizin temel direği Kur’ân’dır. Kur’ân, bazen ciddî bir merak ve iştiyakla, kimi zaman da bir tereddüt ve ürperti ile beklediğimiz öbür âlemlerin haritası, tarifnâmesi ve rehberidir. O, insanî kemalât yolunda bizi asla yanıltmayan bir terbiye kitabı, bir mârifet mecmuası ve bir ilimler ansiklopedisidir. Bizim şahsî, ailevî, içtimaî, iktisadî, siyasî ve idarî hayatımızı tanzim eden bir kanunlar külliyatıdır; ihtiva ettiği dua, zikir, fikir ve münâcâtlarla seyr ü sülûk rehberimizdir. Dahası Kur’ân, başta Sünnet olmak üzere diğer şer’î delillerin de kendisine dayandığı temel kaynağımızdır.


    Bu zaviyeden, her müslim bir Kur’ân Müslümanıdır; elhamdülillah, biz de Kur’ân’a göre Müslümanız. Gerçi, Kur’ân’ı temsilde hatalarımız ve boşluklarımız bulunabilir; pek çok eksik ve kusurlarımız olabilir, belki bu açıdan sorguya da tâbi tutulabiliriz; en azından bazılarımız itibarıyla Kur’ân’ı hakkıyla temsil ettiğimiz söylenemez. Fakat, yine de –elhamdülillah– biz, Kur’ân’ın Müslümanlarıyız.


    Ne var ki, günümüzde “ Kur’ân Müslümanlığı” sözü ile, özellikle Sünnet’i ve diğer edille-i şer’iyeyi dışlayarak İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a göre yorumlamayı esas edinen bir anlayış nazara verilmektedir. Bu açıdan da, bu tabiri masum bir isimlendirme olarak kabul edemeyiz.


    Sünnet-i Seniyye’den Koparılan Kur’ân Mehcurdur!


    Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz Kur’ân ile nefes alıp verir, onunla göklerle irtibata geçer, onunla rahmet damlaları gibi yerdeki varlıkların imdadına koşar, onunla zulmetlerle savaşır ve onunla ışık olur her yana yağardı. Rehber-i Ekmel’in ilk muhatapları olan Sahabe efendilerimiz ashab-ı lisandı; onlar dili çok iyi bilir, neyin ne ifade ettiğini çok iyi anlarlardı. Fakat, nâzil olan ayetler arasında, o firaset ve fetanet insanlarının dahi kendi idrak ufuklarıyla halledemedikleri meseleler olurdu. 


    Dolayısıyla, Ashab-ı Kiram, içinden çıkamadıkları meseleleri hemen Hikmetin Lisan-ı Fasîhi’ne (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) sorarlardı. Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Âişe validemiz (radıyallahu anhüm ecmaîn) gibi zeka, hafıza ve idrak seviyeleri itibarıyla içimizde hayranlık duygularını uyandıran büyük sahabiler bile, pek çok mevzuyla alâkalı “Ya Rasûlallah, bu ne demektir?” “Ya Rasûlallah, şunun manası nedir?” şeklindeki sualleriyle istifsarda bulunurlardı. Demek ki, Sâdık u Masdûk Efendimiz’in rehberliği, ışık tutması, şerhi ve izahı olmasaydı, dini kendilerinden öğrendiğimiz o Sabikûn u Evvelûn dahi Kur’ân’ı kendi başlarına tam olarak anlayamayacaklardı. Zaten, herkes Kur’ân’ı kendi kendine anlayıp ondan hükümler istinbat edecek olsaydı, bir peygamberin gönderilmesine ihtiyaç mı kalırdı? 


    Evet, hiçbir zaman bitip-tükenme bilmeyen o Kur’ân hazinesinin kapılarını açmaya yönelik soruların yanı sıra, Peygamber Efendimiz’in bizzat kendisine tevcih edilen pek çok sual, halledilmesi gerekli olan pek çok müşkil, ümmetiyle alâkalı dînî, içtimâî, iktisâdî, siyasî pek çok mesâil vardı ki, Beyan Sultânı, kalb-i pâki ve lisân-ı nezîhi ile onların hepsini cevaplayıp müşkilleri hall, mübhemleri şerheder; Kur’ân ile gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, husûsîyi ta’mîm, umûmîyi de tahsîs buyurarak, Kur’ân mesajının yanında kendi ifade ve beyanlarının rükniyetini de ihtarda bulunurdu. Mesela; Kur’ân’da mücmel olarak zikredilen namazı bütün rükünleri, şartları, sünnetleri ve âdâbıyla; haccı ifradı, kıranı, temettü’ü ve bütün teferruatıyla; zekâtı nisâbı, nevileri ve edâ keyfiyetiyle ayrıntılı olarak anlatırdı. Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak ele alınan mevzuların istisnalarını gösterir; mutlak olarak zikredilen hükümleri takyîd ederdi. Bazen de ayet-i kerimelerde tek kelime ile dahi temas edilmeyen meseleleri müstakillen hükme bağlardı.


    Binaenaleyh, ilk asırdan bugüne kadar, Sünnet-i Seniyye, din ve dînî hayata esas teşkil etmesi bakımından hep Kur’ân’la beraber mütâlaa edilmiştir. Öyleyse, ne onu Kur’ân’dan, ne de Kur’ân’ı ondan tecrîd etmek mümkün değildir. Vahy-i gayr-i metluv olan hadisleri devreden çıkarmak ve onları vahy-i metluv olan Kur’ân’dan koparmak da bir yönüyle Kur’ân’ı mehcur hâle getirmek demektir. Cenâb-ı Hakk’ın beyanını Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in sünnetini hesaba katmadan ele almak, bir manada, Allah’ın elçisinin vahye dayalı açıklamaları yerine beşerî ve nefsî yorumları ikâme etmek sayılır. Bu aynı zamanda, Kelâm-ı İlâhî’nin, Rasûlullah’a ittiba ile alâkalı emirlerini görmezlikten gelmektir ki, böyle bir anlayışı “ Kur’ân Müslümanlığı” addetmek de mümkün değildir.


    Diğer taraftan, İslam uleması, dînî delilleri iki ana başlık altında mütalaa etmişlerdir: Birincisi; Kur’ân, Rehber-i Ekmel’in söz, fiil ve takrîrlerini ihtiva eden Sünnet, İcmâ (İslam fıkhına ait fer’î bir hükümde, muasır bütün müctehidlerin ittifak etmeleri) ve Kıyas (aralarındaki illet benzerliğinden dolayı, iki şeyden birinin hükmünün mislini diğerine de uygulama) olmak üzere “aslî deliller”dir. İkincisi ise, genel olarak Maslahat, Örf, İstihsan, İstishab, Şeru men kablena ve Sahabi kavli gibi şubelere ayrılan " fer'î deliller"dir.


    Bütün bu delilleri hesaba katmadan Kur’ân’ı kendi enginliğiyle kavrayamazsınız. Kur’ân-ı Kerim’in doğru anlaşılması için, onu Sünnet-i Seniyye’nin rehberliğinde okumak gerektiği gibi, ayetlerin tesbitinden onların hakiki manalarının tayinine kadar pek çok meselede o ilk safı teşkil eden ve ilahî takdire mazhar olan Ashab-ı Kiram’ın mütabakatlarına ve onların tefsirlerine vâkıf olmak da lazımdır. Kalbleri tir tir titreyerek, Allah’ın kelamından O’nun muradını anlamaya çalışan Sahabe efendilerimizin, üzerinde icma ettikleri meseleleri ve kıyas neticesinde ortaya koydukları hükümleri iyi bilmek icap etmektedir. 


    Ashab-ı Güzîn’den sonra da ilk asırlardaki Selef-i Salihîn efendilerimiz, zamanın değişmesiyle ortaya çıkan hayatla alâkalı boşlukları çeşitli istinbatlarla doldurmuşlardır. Duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle İlahi Kelam’a mürâcaat eden bu rabbânîler, icmâ ve kıyas sayesinde, dinin kendi gücünü bir kere daha ifade etmesine zemin hazırlamışlardır. Zamanı, konjonktürü ve değişen şartları gözeterek, içtihada ve istinbata açık yanlarıyla İslam’ı içinde yaşadıkları asrın idrakine göre daha bir gür sedayla seslendirmişlerdir. Bu açıdan da, biz Asr-ı Saadet’ten bugüne dek Selef-i Salihînin üzerinde hassasiyetle durduğu, yaşadığı, koruduğu, salıkladığı ve sonraki nesillere emanet bıraktığı Müslümanlıkla Müslümanız elhamdülillah.


    Kur’ân’ın Hakikî Tercümesi Kâbil Değildir!


    Öyle anlaşılıyor ki, bazıları “ Kur’ân Müslümanlığı” derken, bir dönemde muannid bir Kur’ân düşmanının, ona karşı dehşetli bir plân çevirmesi, “ Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” (!) demesi ve onun yerinde okunması için tercümesinin yapılmasını arzulaması misillü gizli bir maksat taşıyorlar. Zâhiren Kelâm-ı İlahî’ye inanıyormuş ve onu takdir ediyormuş gibi görünüyorlar; fakat, sözde Kur’ân dellallığı perdesine sığınarak hadis-i şerifleri, Sünnet-i Seniyye’yi ve sâir edille-i şer’iyeyi metruk kılmak için uğraşıyorlar.  


    Tabii ki, sathî de olsa bir malumat edinmek, belli mülahazaları öğrenmek ve zor anlaşılan bir kısım ifadelerle alâkalı bazı ipuçları elde etmek için Yüce Kitabımızın açıklamalı bir mealine müracaatta bulunmak her zaman faydalı olur. Selim akıl, selim his, selim kalb ve temiz vicdan sahibi bir insan tarafından hazırlanan böyle bir meâl, Kur’ân etrafındaki şüphe fırtınalarına ve vesvese rüzgarlarına karşı bir sera vazifesi görebilir. Fakat, hiçbir meal Kur’ân’ı bütün manaları, mazmunları ve muhtevası ile ihata edemez. Meallerden, şerhlerden, tevillerden ve tefsirlerden faydalanılır, ancak bunlar İlahi Kelam’ın yerine ko namaz; dahası, Kur’ân sadece onlarla yeterince anlaşılamaz. Goethe’nin Faust’unu ilk okuduğum zaman neredeyse hiçbir şey anlamamıştım; hatta o eserde bir derinlik göremediğim için bu meşhur edibin koca bir dünya tarafından takdir edilmesine de şaşırmıştım. Ne zaman sonra Ord. Prof. Sadi Irmak’ın şerhini de ihtiva eden bir Faust tercümesi okuyunca, işte o vakit bazı ifadelerdeki enginliği bir nebze kavrayabilmiştim. Şimdi şöyle bir düşünün; “ Goethe kim, Shakespeare kim, Tolstoy kim? Nihayet bunlar birer beşer; onların eserleri Kelâm-ı İlâhî yanında ne ifade eder ki? Fakat, asıllarıyla aynı manayı ve tadı verecek şekilde onları dahi tercüme etmek mümkün değildir. Bir de söz konusu Allah Kelamı olunca, onu topyekün mana, mazmun ve muhtevası ile aksettirecek bir tercüme yapmak bütün bütün imkansızdır. İşâratü’l-İ’caz ve Yirmibeşinci Söz gibi eserlerde genişçe üzerinde durulduğu gibi, Kur’ân-ı Kerim’in o kadar vücuhu ve öyle enginlikleri vardır ki, tercüme sayesinde onların tamamını ortaya koyabilmek muhaldir. Bu açıdan da, Hazreti Üstad’ın dediği gibi, “ Kur’ân’ın hakikî tercümesi kâbil değildir; lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde oku namaz!” 


    Bütün bu meseleleri nazar-ı itibara alınca, “ Kur’ân Müslümanlığı” ifadesinin ve bu ifadeyle ortaya konan anlayışın iyi niyete makrun bulunduğunu ve Kur’ân’a saygının ifadesi olduğunu zannetmiyorum. Bu anlayışın temsilcilerinin çoğunun fantezi peşinde koştuklarını, bir lüks zaafına düçar olduklarını ve hatta bazılarının, megalomaniye yakalandıklarını, herhangi bir farklılık ortaya koyarak kendini ifade etme kompleksi yaşadıklarını düşünüyorum. Bunların, İbn-i Cerir et-Taberi, Fahrüddin Razî, Âlûsî Bağdâdî, Celaleddin es-Suyûtî, İmam Kuşeyri ve çağımızın allamesi Hazreti Bediüzzaman misillü yüce kâmetler tarafından izah edilmiş ve çağın ihtiyaçlarına göre yeniden ele alınıp anlatılmış ulvî hakikatlere ters gibi görünen hususları dile getirmelerini “Ben de varım, ben de bilirim!” diyerek bir kısım lükslere başvurma zaafı olarak görüyorum. 


    Ayrıca, “ Kur’ân Müslümanlığı” diyen kimselerin ortaya koydukları Müslümanlık tarifleri ve anlayışları da birbirini tutmuyor. Zaten, duygu duruluğundan ve kalb safvetinden mahrum kimselerin anlayışlarının aynı olması düşünülemez. Çünkü, merkezden ve ana hattan ayrılan kimse, tâli bir sürü yola sapmaktan kurtulamaz. Nitekim, Cenâb-ı Hak, “İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Sakın, sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın.” (En’am, 6/153) buyurmuştur. Evet, Kur’ân-ı Kerim’i ve Din-i Mübin’i, Sahabe-i kiramın anladıkları ve yaşadıkları gibi kabul etmeyenlerin, akla hayale gelmedik patikalara, farklı farklı yollara sapmaları kaçınılmaz olur. Zira, o takdirde herkes kendi kafasına ve hevasına göre uygulamalara dalar, düşünce inhiraflarına kayar. Hâsılı; asıl “ Kur’ân Müslümanlığı”, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz’in, Kur’ân ayetlerinin yanı sıra kendi ifade ve beyanlarıyla da tebliğ ettiği, sonra da İnsan-ı Kâmil oluşuna muvafık bir keyfiyette mükemmel bir temsille ortaya koyduğu ve Ashâb-ı Kiram efendilerimizin de Rehber-i Ekmel’den öğrenip uyguladıkları Müslümanlıktır. Selef-i Salihîn tarafından, aslî ve fer’î bütün deliller gözetilerek çerçevesi belirlenen bu İslam anlayışını bırakıp, heva ve hevesine fikir sureti vererek Kelâm-ı İlâhî’ye sahip çıktığını iddia edenlerin yaptıkları, olsa olsa, Kur’ân-ı Kerim’i mehcur tutmaktır.





  • 
Sayfa: 1

Benzer içerikler

- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.