Şimdi Ara

İSMAİLİLİK NEDİR? ONLAR KİMLERDİR?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
19
Cevap
0
Favori
26.987
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • İsmaililik nedir? İsmaililer, kimlerdir? İslamiyet’in ortodoks inanırları tarafından yüzyıllardır sapkın olmakla suçlanan İsmaili mezhebi, hangi görüşleri savunmaktadır? Nasıl ortaya çıkmış, hangi süreçte gelişmiştir?

    “Haşhaş İçenler” olarak tanıtılan İslamiyet’e ve kurulu düzene baş kaldırdığı öne sürülen İsmaililer hakkındaki suçlamalar, hangi ölçütlerde doğrudur? İsmaili Fedailer örgütü, gerçekten eli kanlı katiller, teröristler örgütü müdür?



  • Yapay Zekanın Yanıtı

    İsmaililik: Nedir ve Kimlerdir?

    İsmaililik, Şiilik kolundan ayrılan bir İslam mezhebidir. İsmaililer, Hz. Ali'nin soyundan gelen İsmaili b. Cafer'i İmam (lider) olarak kabul ederler.

    İsmaili mezhebi, 8. yüzyılda ortaya çıkmıştır ve günümüzde dünya çapında yaklaşık 15 milyon takipçiye sahiptir. İsmaililer, çoğunlukla Hindistan, Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Yemen gibi ülkelerde bulunurlar.

    İsmaili inancı, diğer İslam mezheplerinden bazı farklılıklara sahiptir. Bunlar arasında hatırlı (manevi lider) kavramı, ezoterik öğretiler ve gizlilik vurgusu yer alır.

    İsmaililer, İmam'ın Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna ve onun yol göstericiliğine uyulması gerektiğine inanırlar. Mezhep, farklı gelişim aşamalarından geçmiştir ve bugün çeşitli alt mezheplere ayrılmıştır.

    İsmaililerin toplumu, hiyerarşik bir yapıya sahiptir. En üstte İmam yer alır ve onu takip eden dört ana derece vardır: dailer (misyonerler), piramler (müritler), hikayeler (dava adamları) ve reddeler (hizmetkarlar).

    İsmaililik, İslam'ın zengin ve çeşitli bir koludur. Kendine özgü inançları ve uygulamalarıyla, Müslüman toplumunda önemli bir yere sahiptir.

    Yapay Zekanın Yanıtını Genişlet
  • junayertürk sen haberci olsaymışsın çok yakışırdı

    gerçi ne iş yaptığını bilmiyorum ama.

    ismaili kim ya?ben ilk defa duyuyorum.

    ortada tek bir kitap var ona bağlananlım diyoruz karşı çıkıyorsunuz.sonra böyle 100lerce 1000lerce sapkın saçma mezhep tarikat ortaya çıkıyor,adı islam oluyor.
  • İsmaililik, İslami muhalefet hareketi olan Ali yandaşlığının bir türevidir. Muhammed’in ölümünün akabinde, yeni dinin Batınilik yanlısı grubu olan Hanifler, halifeliğe damadı Ali’nin seçilmesini istemiş ancak Sünni çoğunluğun kabulü ile, Ebubekir halife seçilmiştir. Ali yandaşları, Ömer ve Osman’ın halifeliğini de kabul etmemiş, Ali’nin kısa süreli ve iç çatışmalarla geçen halifelik döneminden sonra oğullarının katledilmeleri ile, İslamiyet günümüze kadar süren bölünme ve çatışmalara sürüklenmiştir. İsmaililik de, Ali’nin katliamdan kurtulan torunu Zeynelabidin’in soyundan gelen Cafer Sadık’ın oğlu İsmail’in imamlığını kabul eden Batınilerin örgütü olmuştur. İsmaililik ve diğer Batıni ekoller, Ali yandaşlığı vasıtasıyla Müslümanlığı kabul etmiştir. Ancak bu ekollerin genel tutumu, Müslümanlığın ortodoks Sünni sistemini kabul etmeyen farklı inanç ve ideolojilerin Müslümanlık bünyesi içerisinde, kendi inançlarını sürdürme çabalarının ifadesidir. Nitekim, İsmaili öğretisinin felsefi ve örgütsel boyutu, kadim Babil ekolüne ve Pisagoryen öğretilere dayalı Saabi inançlarının, Maniciliğin, Neo Platonculuğun, Hermetizmin, kısaca o güne kadar var olan Batıni ekollerin bir devamı olduğunu açıkça göstermektedir.




  • Bu konuyla ilgili alamut kalesi diye bir kitap okumuştum.Orda dağın şeyhi hasan ın yaptıkları nı anlatıyordu bunlar suikast düzenleyen terörist bir gurup dağın şeyhi sahte cennet kurdurup oraya köylerden kaçırılan bakire kızları koydururmuş.Suikastte başarılı olan fedaileri afyonla uyutup bu sahte cennete sokarmış.Orda bakirelerle oynaşan fedai gerçek cennet zannedermiş orayı sonra tekrar uyutup dışarı alırlarmış fedaiyi oda tekrar oraya girebilmek için herşeyi yaparmış hatta yanlış olmasın alpaslanı veya melikşahı da öldüren bu gurup kitabı bulup bakarsam daha ilginç şeyler var onlarıda yazarım.
  • İslamiyet’in, kendi bünyesinde var olan, Hanif dinin Batıni felsefesi ve kimi uygulamalarının dışında, Sünni yönetimin Batıni ekollerle ilk karşılaşması, Mısır'ın Müslüman güçlerce fethi sırasında meydana geldi. İslamiyet'in Arap yarımadasından çıkıp tüm Ortadoğu'ya yayılmaya başladığı sırada Mısır'da halkın bir bölümü Hıristiyan, bir miktarı Yahudi ama büyük çoğunluk eski çok tanrılı din taraftarıydı. Mısır’ın Batıni inanç sisteminin merkezi olan Osiris mabedi yıkılmış ve rahiplerin büyük bölümü Kudüs'e geçmişlerdi. Ancak Batıni doktrin, varlığını kuşaktan kuşağa sürdürüyordu. Doktrinin başlıca kaynağı, İskenderiye'deki Yeni Eflatuncu İskenderiye Okulu idi.

    Uzun zamandır güçlü bir devlet yapısından uzak olan Mısır, muazzam İslam orduları karşısında fazlaca direnmeden teslim oldu. Onların, Hıristiyanlar ya da Yahudiler gibi kendi inanış biçimlerini koruma lüksleri yoktu. Çünkü Müslümanların gözünde Tanrı yoluna döndürülmesi gereken putperest kafirlerdi...Müslüman oldular.

    Halife Ömer döneminde fethedilen Mısır'da, yeni yönetimin ilk işi, daha önceki çağlarda olduğu gibi İskenderiye okulunu dağıtmak ve bu okulda asırlar boyunca toplanmış olan ve hemen her fetihten sonra yakılan muhteşem İskenderiye kitaplığını, Romalılardan sonra bir kez daha yakmak oldu.Okulun üyesi filozofların yapabilecekleri tek şey vardı. Müslüman olmak ve öğretilerini İslam’i bir çerçeveye oturtmak. Bunun için filozoflar, İslamiyet’in içindeki Batıni muhalefetten yararlandılar. Hilafet iddiaları nedeniyle Ömer'in karşısında olan, Peygamberin damadı Ali'nin yanını tuttular. Bu filozoflar, Ali yandaşları olarak, İslamiyet’e bambaşka bir boyut getirdiler. Alevilik-Fatımilik olarak adlandırılan bu mezhebin bünyesinde, Sünnilerin önerdiği İslam dini anlayışı değişti. Yaratana tapınma olgusu yerini, Tanrı- evren-insan üçlemesinden oluşan varlık birliğine bıraktı. Sünni ortodoks Müslümanlar bu durumu derhal sapkınlık olarak nitelendirdi. Ama yapabilecekleri bir şey yoktu. Karşılarındakiler, Peygamberin damadının yandaşıydılar ve hepsi de Müslüman’dılar.

    Bu inanış biçimi, Arapların Müslümanlaştırdığı halklar arasında öyle yayıldı ki, Şiilik-Alevilik adı altında, birbirine hiç benzemeyen Zerdüşti İranlılar, Mısır'lı Fatımiler, Şamanist Türkler, aynı çatı altına toplandılar. Hepsinin de Ali yanlısı görünmesine karşın Şiiliğin, Alevilikle, Batınilikle ve Dürzilikle benzeşmemesinin altında yatan gerçek budur. Zerdüşt yanlıları, kendi dinlerinin birçok normunu koruyarak Şii, Şamanist Türkler Alevi ve Mısır'lılar ile, Ali'yi savunan diğer bazı Arap kavimlerinin bugünlerdeki ardılları da, Dürzi ya da diğer bazı Batıni mezheplerin üyeleri olmuşlardır.

    İslamiyet’i kabul eden İskenderiye okulu mensupları, derhal Yunanlı filozofların ve özellikle de Pisagor ve Eflatun'un eserlerini yaymaya başladılar. Kuran'daki bazı deyişlerden ilham alan filozoflar, "Tanrının sıfatlarından birisi de Alim'dir. Bu yüzden Tanrıya en yakın kişiler bilginlerdir" diyerek, kendilerine bir koruma kalkanı kurdular ve öğretilerini bu hüviyetleri çerçevesinde, daha da rahat yayma fırsatı buldular.

    Yeni Eflatuncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürdü. Filozoflar bu akıma Tasavvuf, kendilerine de Sufı adını verdiler. Onların görüşlerinden etkilenen birçok kişi ve mezhep oldu. Öyle ki, zaman içerisinde Sünni görüşlü mutasavvıflar dahi ortaya çıktı. Bazı kaynaklar Sufi kelimesinin, bu filozofların giydiği kıyafetten doğduğunu öne sürmektedir. Ancak bu, hem zamanın en güçlü bilginleri olan Batıni filozofları küçük düşürmek, hem de Batıni öğretiyi küçümsemek için, uydurulmuştur. Sufilerin isminin, Suf adı verilen giysiden geldiği iddiası tamamen geçersizdir. Bugüne kadar hangi felsefi ekol, yandaşlarının giydiği elbisenin adını almıştır?

    Aksine Sufi kelimesi, bu düşünce akımının kaynağının Yunan felsefesi olduğunun, köklerinin Pisagor ve Eflatun'da bulunduğunun delilidir. Yunanca'da Sofos kelimesi, Akıl-Hikmet veya Bilgelik anlamına gelmektedir. Aynı kökten gelen sufi kelimesi de, İskenderiye okulu yandaşlarınca, bu anlamları nedeniyle seçilmiştir. Bu arada, filozof ve felsefe sözcükleri de aynı kökten türetilmiştir. Bu kelimeler, Yunanca’da sevgi ve güzellik anlamına gelen "Pilos" ile “Sofos”un birleşiminden doğmuştur. Diğer bir deyişle felsefe, akıl ve hikmetin önderliğindeki güzellik ve sevgidir.

    Ayrıca Yunanistan'da, çok akıllı ve bilgili olduklarını göstermek için kendilerine "Sofistler" diyen bir grubun aslında çok tutucu ve hatta bağnaz kişiler olması, bir başka kelimenin, "Sofuluğun" doğmasına yol açmıştır. Sofu, hemen her dinde aşırı bağnazlara verilen ad olmuştur



    NOT:OKUYUN BENCE




  • Bir yazı yazılır fakat bu yazı İslam akidesine uygunmudur buna bakılması gerekir.Bir kere Hz.Ali kv hiç bir zaman Hz. Ömer ra'nın karşısında durmamıştır.Onun karşısında bir toplanma oluşturmamıştır.Bu sapkın mezhepte olan insanların inancıdır.Hatta şialar bu inancı o kadar ileri götürmüşlerdir ki,Allah cc tarafından görevlendirilmiş meleğin vahiy götüreceği insanı şaşırdığını ve yanlışlıkla Hz.Muhammed sav'ye götürdüğünü söylemişlerdir.Söylemlerinde çok ileri boyuta varmışlar ve açıkça sapkınlığa düşmüşlerdir.Peygamber asv bir hadis-i şerif'inde Musa as'ın kavmi 71 fırkaya bölündü 71'ide cehennemde,İsa as'ın kavmi 72 fırkaya bölündü 72'side cehennemde, benim ümmetim ise 73 fırkaya bölünecek bu fırkalardan 72'si cehennemde 1'i cennettedir,buyurmuştur.Sahabe o kurtuluşa erecek 1 fırkanın kim olduğu sorunca ehl-i sünnet ve-l cemaat olduğunu söylemiştir.Bugün İslam dininde 4 tane hak mezhep vardır.(Hnefi,Maliki,Şafi ve Hanbeli)Bu dört mezhep haricindeki diğer tüm mezhepler bir şekilde akide olarak sapkınlıktadır.
    Sofiler konusunda insanların büyük tereddütleri vardır.Kimisi hindistan dan gelme diyor kimisi yunanistan'dan.Fakat gerçek mutasavvıf kimselerin yaşayışlarına,dine olan bağlılıklarına bakıldığında sofi diye bahsedilen kimselerin Peygamber Efendimiz asv'nin ashabından olan ve Ashab-ı Suffe olarak nitelendirilen gruptan gelme ahlaklarını bu kimselerden alma oldukları anlaşılır.İslam tarihine bakıldığında günümüze kadar sofi ahlaklı kimselerin geldiğini görürüz ve bunları yazınızda belirttiğiniz bağnaz ve yobaz kimselerle aynı kefeye koymak son derece yanlış olur.Sofiler Peygamber asv'nin sünnetine bağlı ehl-i sünnet ve'l cemaat denilen topluluğun içindedirler.Ve bu kimselerin arasında parmakla gösterilecek ahlaka ve yaşantıya sahiptirler.Her hareketleri ile insanlara örnektirler.Başka uygarlıklarda ve kültürlerde sofunun vb kelimelerin ne anlama geldiği bizleri alakadar etmemektedir.Önemli olan İslam dini içerisindeki mutassavıfların ve sofilerin yaşayış biçimleridir.Bunlarda geçmiş zamanlardan bu yana insanların gıpta ettikleri bi yaşantıya sahiptir.Hatırlatmak gerekirse Mevlana,Yunus Emre,Ahmed Yesevi,Hacı Bektaşi Veli gibi zatlar mutassavvıf ve sofi ahlaklı kimselerdendir.Bu gibi kimselere kalkıpta çok tutucu ve bağnaz yaftası asmak herhalde körlüğün ta kendisidir...




  • ben bunları ınsanların bılgısıne sunuyorum.
    benım bu konuda gorusumu sorarsanız.
    tabı kı bende sofılerın bagnaz olmadıklarına yurekten ınanıyorum.
    bu meshepın sapkın oldugu konusuna elınce evt katılıyorum.
    dedım ya sadece bılgıye sunuyorum.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Sufiler, Mısır'ın yanı sıra Mezopotamya'da da son derece etkiliydiler. Basra'da çok güçlü bir sufi merkezi, "İhvan-ı Sefa" oluşmuştu. Gizli dernekler haline getirdikleri mekanlarda bir araya gelen sufıler Bağdat'ta da aynı merkezi kurdular. Abbasiler döneminde Bağdat'ın İslam dünyasının başkenti haline gelmesi, sufiliğin de tüm Müslüman dünyasında yaygınlaşmasına neden oldu. Sufi önde gelenlerinin üyesi bulunduğu Karamiler mezhebi, İskenderiye, Kahire, Bağdat, Basra’nın yanı sıra, Kudüs'te, Türkistan'ın birçok kentinde ve Gazze Sultanlığının hemen her köşesinde tekke kurdu. İslamiyet’in Sünni taraftarlarına karşı Sufiler, son derece akılcı ve gizli bir savaş sürdürürken, Sünnilerin karşısına açıkça çıkan Şii'ler bir süre sonra yenilmekten kurtulamadılar. Buna karşın, Emevilerin saltanatları sırasında uyguladıkları baskı ve zulüm, Batıni Müslümanların ortodoks Sünnilere karşı nefretlerinin içten içe sürmesine neden olmuştu. Bu nefret, İsmaili ve Fatimi ayaklanmaları ile doruk noktasına ulaştı.

    Ali'nin iki oğlunun ve pek çok yandaşının Kerbela'da öldürülmelerinden sonra, sağ kalan tek torunu Zeynelabidin'in ve onun soyundan gelenlerin, Şii mezhebi inanırlarına İmam olmalarını Sünni yöneticiler kabul ettiler. Ancak bunu, Şiileri kontrol altında tutabilmek için yapıyorlardı ve İmamların hepsi, yönetimin elindeki birer kuklaydı. "İsmaililer", İmam Cafer Sadık'ın oğlu İsmail'in imamlığını kabul eden Karamilere verilen ad oldu. Öte yandan köklerini, Peygamberin ortodoks Sünnilerce öldürülen kızı, Ali'nin karısı Fatma'ya kadar götürmeleri nedeniyle de Mısırlı Ali yandaşlarına, "Fatımiler" adı verildi.

    İsmaililerin hedefi, filozof Farabi'nin deyimi ile, "gerçek akıl devletini, kardeşliğe ve eşitliğe dayanan bir cumhuriyeti kurmaktı". İmam İsmail'in ölüm yılı M.S. 760 olduğuna göre, İsmaili mezhebinin de bu tarihlerde kurulduğu sanılıyor. Ancak, 7 dereceli inisiasyona dayanan İsmaili örgütlenmesine, İsmaili Şeyh El Cebel'i, Meymun oğlu Abdullah döneminde başlandığı biliniyor.

    İlk İsmaili devleti M.S. 874'de Hamat Karmat tarafından, İran körfezinin güneyindeki Lasha'da kuruldu. Yaklaşık 150 yıl kadar varlığını sürdüren bu devlet tamamıyla laikti. Karmatiler adı verilen ve bir meclis tarafından yönetilen bu devletin orduları M.S. 929'da Mekke'yi işgal etti ve Kabe'deki kutsal kara taş "Haceri Esved"i alarak Lasha'ya götürdü. Bu arada mezhebin Ortadoğu’ya yayılmış diğer kolları da boş durmuyor, başta Bağdat olmak üzere tüm büyük İslam kentlerinde, gizli İhvan-ı Sefa dernekleri halinde örgütleniyorlardı. Karmatlar bir süre sonra Bağdat ve tüm Mezopotamya’yı kontrol eder hale geldiler. Bağdat'taki halife tam anlamıyla bir kuklaya dönüşmüştü ve ipleri de Lasha'daydı. Mütezile akımının Bağdat'ta ortaya çıkışı işte böyle bir ortamda gerçekleşti. Sünni İslami otoritenin yokluğundan faydalanan sufiler, her türlü dini ve siyasi fikri tartışır hale geldiler. 10. yüzyılda, Bağdat hilafeti, yönetimi laikleştirmek zorunda kaldı. Halifeler, teokratik birçok ayrıcalıklarının yanı sıra, örneğin Cuma namazında adlarına hutbe okutmaktan bile vazgeçtiler. Namaz kılma, oruç, haç gibi ibadet zorunlulukları kaldırıldı. Bu arada, kadınların da erkekler ile eşit olduğu kabul edildi.
    Karmatlar, Bağdat hilafetinin ricası üzerine, Haceri Esved'i Kabe'deki eski yerine koymayı kabul ettiler. Bağdat'ta yönetim, "Umera" denilen, İhvan-ı Sefa derneklerine dayanan sufilerin elindeydi. İslamiyet’in başkentindeki bu ortam İran'dan Türkistan'a ve Endülüs'e kadar birçok yerde yankılarını buldu.

    M.S. 909'da, İsmaili inançlı bir başka devlet, Fatimiler, Mısır'da kuruldu. Karmetiler gibi Fatimiler de, İsmaililiğin 6. derecesine sahip inisiyatik bir meclis tarafından yönetiliyordu. Bu meclislerin başında 7. dereceye sahip İsmaili şeyhleri, devlet başkanı konumunda yer alıyorlardı.

    Fatımiler, piramitleri ve mabetleri inşa eden Mısırlı eski sanatkar loncalarını ihya ettiler ve yeni bir örgütlenme ile bu loncaları kalkındırdılar. "İzciler" anlamına gelen "Fütüvve" adı altında, genç İsmaili sanatkarlardan kurulu muazzam bir askeri güç oluşturuldu. Diğer tüm Batıni örgütlenmelerde olduğu gibi, Fütüvve’de de, derecelere dayalı bir sistem esastı. Toplam 9 dereceden oluşan Fütüvve teşkilatının ilk derecesi Nazil, ikincisi Tim Tarik, üçüncüsü Meyan Beste derecesi idi. 4. derece Nakip Vekili, 5. derece Nakip ve 6. derece de Baş Nakip dereceleriydi ki, bu derece müntesiplerinin en önemli görevleri askeri örgütlenmeyi düzenlemek ve her türlü töreni yürütmekti. 7. derece saliklerine kardeş anlamına gelen "Ahi" adı verilirdi.

    Türkler arasında yaygınlaşan, Fütüvvenin yan kuruluşu Ahilik, adını bu kaynaktan aldı. Fütüvve içinde Ahi'lerin görevleri şeyh yardımcılığı mertebesindeydi. 8. derece, her biri kendi teşkilatının başında olan şeyhlerin derecesiydi. 9. derece ise, tıpkı İsmaili örgütlenmesinde olduğu gibi sadece bir tek kişiye, şeyhlerin şeyhine verilirdi. Tüm Fütüvve teşkilatının lideri olan ve sadece devlet başkanı konumundaki Şeyh el Cebel'e karşı sorumlu olan bu kişinin unvanı, "Şeyhüssüyun" idi. Fütüvvenin, o sıralarda giderek güçlenen Sünni inançlı Selçuklulara karşı koyabilecek bir kuvvet olması amaçlanmıştı. Bu kuruluş daha sonra, Selahattin Eyyubi döneminde Sünni Müslümanlarca da benimsendi ve aynı adlı örgütlenmeyi Sünniler de uyguladı. Yine bu örgüt, Ahilik adını alarak, Türkler arasında yaygınlaştı.

    İsmaililik'te de, diğer Batıni inanç kurumları gibi ketumiyet esastı ve yemin işkence altında dahi bozulmazdı. İsmaililik'te, İmamın Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılırdı. İmamlık soydan soya geçerdi ve İmamın söylediği her şey doğru, yaptığı her hareket haklıydı. Tarikatın lideri olan Şeyh el Cebel (Doğanın şeyhi) İmam soyundan gelmekteydi.




  • SÛFÎ, MUTTAKİ MÜMİNİN DİĞER BİR İSMİDİR!!!
    Tarih boyu bir takım çevrelerde senelerce yersiz bir münakaşa yaşandı. Bazıları, sûfi kelimesi üzerinde gereksiz yere tartışıp durdu. Aslında, sûfi kelimesiyle anlatılmak istenen şahsiyetle, Kur'an'da övülen takva sahibi "muttakî" aynı şahıstır.

    Tasavvuf terbiyesinde, bir mürşit elinde manevî terbiyesini tamamlayan, gerçek takvaya ulaşıp kâmil mümin olan kimseye veli ve sûfi ismi verilmektedir. Diğer İslamî gruplar, bu sıfattaki bir mümini muttaki sıfatıyla tanıtırlar. Bir şahsın, değişik kesimlerde farklı isimlerle tanıtılması tabiidir, bu durum fitneye sebep yapılamaz.

    Ayrı özellikleri ve farklı görevleri olan kimselere, özel bir isim veya sıfat verilebilir. Her ilim veya fen alanında, o alanın inceliklerini ifade edecek özel tabirler, değişik ıstılahlar kullanılır. O alanda ihtisas sahibi olanlar, derecelerine göre farklı isimlerle anılır. Bunun dinen bir sakıncası yoktur. Hatta böyle yapılması gerekir.

    Tasavvuf dinin ahlak ilmini tarif ve talim eder. Bu ilim, fıkıh ve kelam gibi müstakil bir ilimdir. Bu ilmin alanı çok geniştir. Bu ilim, kalp, hâl ve amel ilmidir. Bütünüyle dinin bir parçasıdır.

    Bu ilmin konusu insandır. Hedefi insanın ilahî ahlak ile edeplenmesidir. Sonucu, kâmil insan yetiştirmektir. Bu ilimde ihtisas yapan ve zirveye çıkan salih insanlar vardır. Onlara, ulaştıkları sıfatlara, temsil ettikleri makamlara ve gördükleri vazifelere göre veli, mürşit, şeyh, gavs, kutup gibi değişik isimler verilmiştir. Bu tür isimler birer sıfattır, sahibinin mesleğini tarif eder. Bu isimler ve unvanlar, Kur'an ve sünnette bulunmasa da onlara aykırı değildir. Şihabuddin Sühreverdî (k.s) (632/1234), gerçek sûfinin kim olduğunu ve Kur'an'da ondan nasıl bahsedildiğini şöyle açıklar:
    "Kur'an-ı Kerim'de "sûfî" ismi yoktur ancak, bunun yerine "mukarrebûn" kelimesi kullanılmıştır.(Vakıa 56/7-10)
    Mukarrabun, Yüce Allah'ın huzurunda sevilmiş, kabul görmüş salihlerdir. Onlar, hayırlarda en önde, kullukta ve edepte zirvede olan kimselerdir. Hepsi Allah adamıdır, Yüce Allah'ın dostu ve şahididir.

    Gerçek sûfi, işte bu sıfata sahip olan ve kurbiyyet makamında bulunan kimsedir. Lafızlar üzerinde münakaşa yapmaya gerek yoktur. Binâenaleyh biz, "sûfî" dediğimiz zaman bununla, mukarrabun makamına çıkmış veliyi kast ediyoruz, bu bilinmelidir.

    Gerek tabakat kitaplarında, gerekse diğer eserlerde isimleri geçen bütün sufi büyükleri ve terbiye yolunun imamları, mukarrabun sıfatındaki zatların yolunda bulunuyorlardı ve sahip oldukları ilimler de kurbiyyet ehlinin hallerine ait ilimlerdi."(Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 16. )

    Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Hakim'de, bütün insanları şu üç gruba ayırmıştır:

    1-Ashab-ı Meymene (Mü'minler)
    2-Ashab-ı Meş'eme (Kafir ve münafıklar)
    3-Sabikun-Mukarrabun (Hayırlarda en önde olan ve ilahı yakınlığa ulaşan kamiller).(Vakıa 56/7-10)

    Tasavvuf imamları veli, arif, mürşid, şeyh, sofi deyince, üçüncü gruba giren kamil insanları kast etmektedirler. Mukarrabun sınıfına giren zatların tümü velidir, fakat hepsi manevi irşatla görevli değildir. İçlerinden bir kısmı, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin varisi sıfatıyla ümmetin irşadını, terbiye ve tezkiye işini yürütmektedir. Bu, Allahu Teala'nın bir ihsanıdır, onu dilediklerine bahşeder. Manevi irşad kıyamete kadar sürecektir; çünkü, Rasulullah (s.a.v) Efendimizin peygamberliği devam etmekte, O'nun Allah'a davet, kalbleri tezkiye, nefisleri terbiye ve gönülleri ilahı aşk ile doldurup ahirete yöneltme işini, derecelerine göre varisleri yürütmektedir. Yeryüzünde din ile mükellef insan bulunduğu sürece bu işde devam edecektir.

    Bu işi üstlenen kâmil müminler, takvada imamlık vasfına ulaşmış salihlerdir. Onlar, Kur'an-ı Hakim'de, "sâbikûn-mukarrabûn" sınıfında tanıtılmışlardır.

    Bu kâmil sınıfa giren mü'minlerin sıfat ve ahlaklarını, müfessirler şöyle özetlemişlerdir:

    1- Dünyayı Allah için terk ederler.
    2- İyilikleri kusurlarından fazladır.
    3- Allah'a tam tevekkül edip bütün cehd ve gayretini O'nun taatında harcarlar.
    4- Bütün düşünce ve dertleri âhirettir.
    5- Kendileri kurtuluşa erdikleri gibi, şefeatlarıyla, başkalarının kurtuluşuna da vesile edilirler.
    6- Bütün işlerinde Mevlâ'ya dayanırlar.
    7- Devamlı Allah'ın rızâ ve muhabbetini ararlar.
    8- Günahın büyüğünden ve küçüğünden kaçınırlar.
    9- Namaz ve cihada herkesten önde koşarlar.
    10- Kendi ayıplarıyla meşgul olur, başkalarının kusurlarına takılmazlar.
    11- Âyetlerin ve hadislerin müjdelediği gibi, hesapsız olarak Cennet'e girerler.(Âyetler için bkz: Fâtır 35/ 32-33; Vakıa 56/12, 88, 89; infitâr 82/13; Mutaffifîn 83/ 28. ilgili hadislerden birisi şudur: Rasûlullah (a.s) "Sonra biz, kitabı (Kur'ân'ı), kullarımız arasından seçtiklerimize miras olarak verdik. Onlardan kimi (günah imleyerek) kendisine zulmeder. Kimi orta haldedir. Kimisi ise; Allah'ın izniyle hayırlarda en önde (sâbikûn) olanlardır, işte büyük fazilet budur." (Fâtır 56/32) âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: "Ümmetimden hayırlarda önde (es-sâbık) olan, cennete hesapsız girer. Orta halli olan, kolay bir hesaba çekilir. Nefsine zulmeden ise, huzurda durdurulup günahı kadar sıkıntı çektikten sonra cennete girer." Bkz: Ahmed, Müsned, V, 194, VI, 444; Hâkim, Müstedrek, II, 426; Taberî, Câmiu'l-Beyân, Cüz: 22, Shf: 137; Beğavî, Meâlimü't-Tenzîl, VI, 421; Tabarânt, el-Mu'cemü'l-Kebîr, XVIII, 79-80.)
    12- Amel defterlerini sağ taraftan alırlar.(Buraya kadar verilen ta'rifler için bkz: Semarkandî, Bahru'l-Ulûm, III, 86-87.)
    13- Allah'tan fazlasıyla korkarlar. Gerçek âlimdirler.
    14- Bâtınları zahirlerinden daha güzeldir.
    15- Allahu Teala'yı diliyle birleyen, azalarıyla itaat eden ve kalbleriyle ihlas üzere olan muhlis kimselerdir.
    16- Kur'an'ı okuyup anlar ve gereğince amel ederler.(Bkz: Beğavî, Meâlimü't-Tenzîl, VI, 423.)
    17- Cihad ehlidirler, devamlı hizmet ederler.(İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr, VIII, 133. Söz, Hz. Osman'a aittir)
    18- İlliyyûn makamına yükselmişlerdir.(Bkz: ibnu Kesir, Tefsir, VII, 490-491.)
    19- İrâdelerini Hakk'ın muradında fâni etmişlerdir.
    20- Mescide herkesten önce girip en sonra çıkarlar.(Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VIII, 6-7. Suyûtî, bu görüşü, Ebû Nuaym ve Beyhakî'den rivayet ettiği bir hadise dayandırır.)
    21- Kendilerine hak verilince kabul eder, kendilerinden bir şey istenince bolca dağıtır, insanlara hüküm verirken kendi nefsine hüküm veriyormuş gibi davranırlar.(Kurtûbî bu görüşü bir hadisten alarak nakleder.(el-Câmi',XVII, 199.)
    22- Allah'ı hiç unutmazlar, devamlı zikir hâlindedirler.(Kurtûbî: "Sabık hakkında erbâb-ı kulûb pek çok şey söylemiştir." diyerek, sûfilerden nakillerde bulunur ve bu görüşü Zunnûn el-Mısrî'den nakleder.)
    23- Manevî hâl sahibidirler.
    24- Belâlardan tat alırlar.
    26- Kendilerine dünya malı verilmediğinde şükreder, ellerine bir şey geçince başkalarına verirler.
    27- Rabbi ile her şeyden müstağni olmuşlardır.(Kurtubî, a.g.e, XIV, 348-349.)
    İmam Kuşeyrî (k.s), kullukta en ön safta yer alan Allah dostlarını özetle şöyle tanıtır:
    "Onlar, Allahu Teala ile baki (bekâbillah makamına çıkmış), Allah'tan gayri varlıklardan kalben alâkayı kesmiş, ruhunu Yüce Allah'a feda etmiş, hakka'l-yakîn derecesine ulaşmış, bütün boş ve lüzumsuz şeyleri terk etmiş, her türlü güzel ahlakı elde etmiş, müşahede makamına ulaşmış, Cenâb-ı Hak'tan hiç perdelenmeyen kimselerdir.(Kuşeyrî, Latâifu'l-işârât, III, 204-206. (ibrahim Besyûnî tahkikiyle, II, baskı, 1983)
    Bu ahlaklar kimde bulunursa o, Allahu Teala'nın dostudur. Ona, müfessirlerin muttakî, fakihlerin âlim, muhaddislerin sâlih, ehl-i tasavvufun sûfî, halkın veli demesi, sâdece ismini değiştirir, sonucu değiştirmez.




  • Answer

    quote:

    .Bugün İslam dininde 4 tane hak mezhep vardır.(Hnefi,Maliki,Şafi ve Hanbeli)Bu dört mezhep haricindeki diğer tüm mezhepler bir şekilde akide olarak sapkınlıktadır.



    Bu yazdıklarını herhalde tam araştırmadan yazdın İslamiyet te 4 tane hak mezhep diye bir uydurma yok ve olamazda Bakınız Hz.Peygamberimizin hayatı.Zaten ne kadar safsata ve zorlaştırma dine var diye sokulan arap örfleri vs.vs varsa hep o yüce insanın vefatından sonra ortaya çıkmıştır.Benim ağzımdan hadis yazmayın demiştir bu yaklaşık 200-300 sene engellenmiş sonradan ciltlerce hadis çıkmıştır.
  • Demek hadis diye Peygamber asv'den nakledilen sözler uydurma.Peki...Sana bir sorum var.Sen namazı neye göre kılıyorsun?Yani nasıl kılman gerektiğini nerden öğrendin?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Answer

    Demek hadis diye Peygamber asv'den nakledilen sözler uydurma.Peki...Sana bir sorum var.Sen namazı neye göre kılıyorsun?Yani nasıl kılman gerektiğini nerden öğrendin?


    Bunları yüzdefa yazdım ihtiyaç olan herşey Kuran da var öyle olmasa idi Hz.Peygamberimiz nasıl ki Kuran ı yazdırmak için vahiy katipleriyle dolaşıyorsa ki bu katipler in içinde Hz.Osman,Hz.Ali,Hz Ebubekir,Hz Ömer de vardır bu insanlara ağzımdan çıkan laflarıda yazın derdi ama yazdırmayı bırakın kendisi ve o insanlar sadece Kuran ın yeterli olduğunu söyleyip hadis yazımını yasaklamışlardır.Namaz a gelince namaz Hz peygamberimizden öncede vardı Hz.Adem de dahil bütün peygamberler namaz kılmışlardır.Ama günümüzdeki gibimi oda tartışılır nasıl kılınması gerektiği kaç vakit olduğu Kuran da açık seçik yazılıdır Lütfen yorum yapmadan Kitabımızı okuyalım.Hani yazının bir yerinde peygamberimiz ümmetinin 73 fırkaya bölünüp sadece 1 fırkanın cennete gideceğini söylemiş diyorsunya o sözü söylemiş olabilir söylediysede herhalde bizler de o grubun içindeyiz baksana oku diye başlayan kitabımızı bile okumaktan aciziz.




  • Okumaktan aciz görünen sizsiniz.Daha ne ihtiva ettiğini bile blmiyorsunuz Kur'an-ı Kerim'in...Kalkmış bana diğer ümmetlerinde namaz kıldığını söylüyorsunuz.Bunlar benim için önemli değil.Benim için önemli olan bugün ki kıldığınız namaz şeklinin nasıl oluştuğu,bu şekle nasıl vardığınız...Nasıl namaz kılmamız gerektiği Kur'an'da yer almaz..Eğer Kur'an ayetlerini kafanıza göre tevil edip belli bir kılma şekli oluşturduysanız buda siz ve sizin gibilerin oluşturduğu safsatadan ibarettir.Kur'an'da bazı konuların hükmü verilmişken bazılarının da Resulullah asv aracılığı ile hükmü açıklanmıştır.Cebrail as gelip Resulullah asv'ye nasıl namaz kılması gerektiğini öğretmiştir.O da ashabına öğretmiştir.Bizim de şu an ki kıldığımız namaz tevatür yoluyla bize oluşan rivayetler sonucudur.Yok siz bana da vahiy meleği geldi nasıl kılacağımı öğretti ya da ben ayetten nasıl kılacağımı anladım diyorsanız hayal aleminde geziyorsunuz.Resulullah asv'nin vahiy katipleri var dediğiniz gibi.Bir gün Kur'an yeter diyor ashabına ve o gün Resulullah asv'nin sözlerini yazan ashab yazmayı bırakıyor ve bu böylece bir süre devam ediyor.Ashabın artık kendi sözlerini yazmadığını gören Resulullah asv mübarek elleri ile mübarek dilini tutup nefsim kudret elinde olan Allah cc ye kasem olsun ki bundan kendi nefsimde söz çıkmaz diyor.Bu sözü duyan ashab Resulullah asv nin sözlerini yazmaya yeniden başlıyor.Bakış açınız zaten bir garip.Kur'an tevatür yoluyla bugüne kadar ulaşmıştır ve biz Müslümanlar inanırız ki ilk gün ki halini korur ve kıyamete kadar koruyacaktır bozulmadan.Tevatür yolu ile gelen Kur'an korunurken tevatür yolu ile gelen hadisler niye korunamasın?Madem tevatür yolu ile gelen hadisler size göre yalan ve uydurma,yarın kalkıp birisi farz-ı muhal Kur'an da uydurma dese ne diyeceksiniz.Artık bu kafayı değiştirin.73 fırkadan kurtuluşa erecek fırkanın içinde olduğunuzu söylemişsiniz.Ashab bile çok korkulu idi o fırkaya girebileceklerine dair,siz nasıl bu kadar eminsiniz?İşinize gelince inanın Peygamberin sözüne işinize gelmeyince uydurma deyin.O kurtuluşa erecek tek fırka ehli sünnet ve'l cemaat'tir.Oda Resulullah asv nin ashabından hangisine olursa olsun tutunan insanların yoludur.Siz kime tutundunuz?Hangi ashabtan geliyor fıkıh bilgileriniz?Hangi sahabenin akidede inandığı hususlara göre inanıyorsunuz?Bunlara gelince cevap yok ama şovalyelik yapmaya bayılıyorsunuz.Sizin gibiler Kur'an ile Resulullah asv'nin sünnetini ayırıp o mübarek insanın yaşadığı İslamiyet'ten uzak; ufacık aklının Kur'an'dan çıkardıkları ile amel etmeye çalışan, ne yapmaya çalıştığı belirsiz kişilersiniz.Madem Kur'an'dan insanlar bu kadar rahat hüküm çıkarabiliyorlar,madem Kur'an bu kadar rahat herşeye ışık tutuyor-haşa-Peygambere ne ihtiyaç vardı o halde?Kitabın tamamını indirip, okuyun; anladığınızla amel edin derdi.....




  • ıhtıyac olunan hersey kuranda var elbet ama bunu yorumlamak alımlerın ısıdır.
    alım demek ne demek bılen demek.
    eskının alımlerıyle sımdının camı hocalarınıda karstırmayalım lutven.
    ayrıca sunu da soylemek ıstıyorum.
    eskının alımlerı hepsı bır dusunur bır fılazoftular.
    hadıslar olmasaydı sımdı celısıp bızde dınımızı saptırmıs olurduk.
    her okuyan kafasına gore yorumlardı kuarnı.
    bu da kaosa sebep olurdu.
  • quote:

    ya da ben ayetten nasıl kılacağımı anladım diyorsanız hayal aleminde geziyorsunuz.Resulullah asv'nin vahiy katipleri var dediğiniz gibi.Bir gün Kur'an yeter diyor ashabına ve o gün Resulullah asv'nin sözlerini yazan ashab yazmayı bırakıyor ve bu böylece bir süre devam ediyor.Ashabın artık kendi sözlerini yazmadığını gören Resulullah asv mübarek elleri ile mübarek dilini tutup nefsim kudret elinde olan Allah cc ye kasem olsun ki bundan kendi nefsimde söz çıkmaz diyor.Bu sözü duyan ashab Resulullah asv nin sözlerini yazmaya yeniden başlıyor.Bakış açınız


    Answer sana ve senin gibilere laf anlatacağım diye fazla uğraşmaya gerek yok namazın nasıl kılınacağı ve gerekli olan herşey Kuran da vardır. Yukarda yazdığın hikayeninde aslı yok Hz.Peygamber ve halifeler hadis yazımına karşı çıkmış ve yazdırmamışlardır.



    quote:

    73 fırkadan kurtuluşa erecek fırkanın içinde olduğunuzu söylemişsiniz.Ashab bile çok korkulu idi o fırkaya girebileceklerine dair,siz nasıl bu kadar eminsiniz


    Burda yanlış anlaşılma var herhalde ben diğer 72 fırkada olduğumuzu zannediyorum bu yobazlık ve bağnazlıkla olacağı o.



    quote:

    Madem Kur'an'dan insanlar bu kadar rahat hüküm çıkarabiliyorlar,madem Kur'an bu kadar rahat herşeye ışık tutuyor-haşa-Peygambere ne ihtiyaç vardı o halde?Kitabın tamamını indirip, okuyun; anladığınızla amel edin derdi.....


    Peygamberlerin görevleri Kitaplarını derleyip ümmetlerine anlatmaktır.Peygamberlere ihtiyaç olmadığını değil gerekli olan her bilginin Kuran da olanı anlatmak istiyorum.Tabiki peygamber yaşasa idi en yetkili ağız olduğu için (Kuranla ilgili konularda ) ozaman onun yönetiminde olurduk.Trafik ışığı ve polisi misali.

    Buda hadislerden bir demet

    HADİS İLAVELERİ

    itabımızın buraya kadarki bölümlerinde belirttiğimiz çok önemli bir noktayı, bazı yanılgıları düzeltmek için bir daha belirteceğiz. Kimileri Kuran’la, diğer hadislerle ve mantıkla çelişmeyen hadisleri kullanalım diyebilir. Fakat bu diğer hadisleri nakil edenler de aynı hadisçilerdir. Bu gördüğümüz hadisleri nakledenlerin sözüne nasıl güvenebiliriz? Hadisler Kuran, diğer hadisler veya mantıkla çelişmiyorsa dahi, dini bir mantığa, cennet veya cehennem tasvirine, her hangi bir sevap veya günah kavramıyla, sünnet veya mekruh tipi bir kavramla dahi ilave getiriyorlarsa, o hadis veya hadisin yorumu uydurma demektir. çünkü Kuran, kendisinin her şeyi açıklayan, yeterli ve dinin tek kaynağı olduğunu söylemektedir.

    Sana her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, doğruya ileten, rahmet olan ve Müslümanlara müjde olan kitabı indirdik.

    16- Nahl Suresi 89

    Kuran’a ilave bir sevap veya günah kavramını ileri sürmek bu ayetle ve kitabın 2. bölümünde bir kısmını belirttiğimiz ayetlerle çelişir. Bu yüzden herhangi bir hadis Kuran’dan anlaşılmayan bir şeyi ifade ediyorsa veya hadisin yorumuyla Kuran’dan anlaşılmayan bir sevap, günah, sünnet, mekruh kavramı çıkartılıyorsa Kuran’ın her şeyin detaylı açıklayıcısı olmasına binaen bu hadisler veya yorumları yalandır. Burada yeni bir soru ortaya çıkabilir. Eğer bir ha-dis, Kuran, başka bir hadis ve mantıkla çelişmiyor ve dini anlayışa ilave yapmıyorsa doğru mudur? Bu sorunun cevabı: “Bilemeyiz”dir. Nasıl bilebiliriz ki; bu hadisler, tüm o yalanları nakledenlerin kita-bından alınmıştır. üstelik Kuran yeterli iken şüpheli kaynak olan hadislerle niye uğraşalım ki? Kuran’da Allah zanna tabi olmamamı-zı söylerken, niye Allah’ın bu emrini çiğneyip zan olan hadislerden medet umalım. Hicri 200-300 yıllarında toplanmaya çalışıldığında içine giren çelişki, yalan ve mantıksızlıkları gördüğümüz hadisleri, Hicri 1400’de biz mi düzelteceğiz? Tüm bu çabalar aslında Kuran’ı yetersiz görmenin ve hadise kapı açmanın dinde oluşturduğu felaketi anlamamanın sonucudur. Kuran’da geçmeyen bir mantığı veya bir uygulamayı dine ilave eden hadislere ise aşağıdaki 10 örneği verebiliriz.

    1- HESAP MAKİNESİ İLE İBADET

    Hadis: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha üstündür. “

    Buhari Ezan 30, Müslim Mescid 249, Muvatta Cemaat 1

    Eğer ki bu hadisin Kuran’la, başka bir hadis veya mantıkla çelişkisini göremiyorsanız, yine de uydurma olduğunu söyleyebilirsiniz. çünkü Kuran’da böyle bir bilgi yoktur. Misvakla(diş fırçası yerine kullanılan bir ağaç kökü) alınan abdestin, sarıkla kılınan nama-zın yirmi yedi veya yetmiş kat daha sevap olduğunu söyleyen hadisler de böyledir.

    2- SOL ELE DİKKAT

    Hadis: “Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz. çünkü Şeytan sol eliyle yer, içer.”

    Hanbeli 2/8,33

    Bazı gelenekçi dini grupların kurslarında sol elle yemek yiyen çocukların elleri dayaktan şişirilmekte, yüzü koyun yatan çocuklar dövülüp gece yarısı kaldırılmaktadır. çocukların psikolojisini bozan bu uygulamaların sebebi ise bu ve benzeri hadislerdir.

    3- DOĞAN çOCUK İLE İLGİLİ SEREMONİLER

    Hadis: “Hazreti Peygamber çocuğa doğumunun yedinci gününde isim konmasını, çocuğun yıkanarak pisliklerden temizlenmesini ve kurban kesilmesini emir buyurdu.”

    Tirmizi- Edeb 63/2834, Ebu Davud 2837

    Bu hadisi okuyan bu hadiste kötü bir şey görmeyebilir. Fakat Kuran’da çocuğa yedinci günü isim konmasının veya kurban kesilmesinin gerekliliğine dair hiçbir şey yoktur. Demek ki dinde olmayan bir sevap kavramını dine ilave eden bu hadis de uydurmadır. İllaki hadisin zararlı bir şey ifade etmesi gerekmez. Hatta hadis iyi bir şeyi dahi sevap gibi dine sokuyor veya zararlı bir şeyi mekruh yapı-yorsa dine ilave getirdiği için hadisin yine uydurma olduğu anlaşı-lır. Bu tip uydurmaların sebebi kitabın 5. Bölüm’ünde değindiğimiz gibi dini sevdirmek olabilir. Fakat sebebi ne olursa olsun, insani olanı Allah’ın dinine katmak, insansal ile Allah’tan olanı karıştırmaktır ki bu dine ihanettir.

    4- KARA KÖPEKLERİ ÖLDüRELİM Mİ? DEVE ŞEY-TANDAN MI YARATILDI?

    Hadis: “Tüm kara köpekleri öldürünüz. çünkü onlar Şeytan-dır.”

    Hanbeli 4/85,5/54

    Kuran’daki Kehf suresinde gençler ve köpekleri anlatılır. Bu gençler övülmekte ve köpeklerin aleyhinde hiçbir şey söylenilmemektedir. Bu ayetleri eğer hatırlamazsanız, Peygamber döneminde köpeklerin mescidde dolaştığına dair hadisi de bilmiyorsanız, bu hadis size mantıksız da gelmiyorsa, sırf Kuran’da geçmeyen bir şeyi dine ilave ettiğine bakarak bu hadisi ve köpekler aleyhine diğer hadisleri reddedebilirsiniz. Bu tarz hadisler yüzünden köpeğin abdesti bozduğu gibi uydurmalar üretilmiş ve insanlar hayvanlar alemindeki en yakın dostlarından uzaklaştırılmışlardır.

    Aslında hayvanlar alemiyle ilgili uydurma hadisler çok fazladır. Örneğin bir hadiste horozun melek gördüğü için öttüğü, eşeğin şeytan gördüğü için anırdığı söylenir. (Bakınız Sahihi Müslim) Fa-renin aslında Yahudi olduğu, bu yüzden deve sütü içmediği başka bir hadistir.(Bakınız Sahihi Müslim Zühd) Karganın sapkın(fasık) olduğu da hadistir.(Bakınız Buhari 59/16, Hanbeli Müsned 2/52) Devenin şeytandan yaratıldığı biyolojiye (!) ışık tutacak bir hadistir! (Bakınız Hanbeli Müsned 4/85) Kedinin aslanın aksırığından, domuzun filin aksırığından yaratıldığını iddia eden hadisler de vardır. (Bakınız El Mecruhin 1/101) Tüm bu hadisler Kuran’da geçmeyen uydurmalarıyla dinin mantıksız sanılmasına sebep olmuşlardır. Şimdi sadece Kuran’dan din anlaşılmaz diyenlere soralım. Sizin dini anlamadaki yönteminize göre hadisler dinin kaynağıdır. O zaman sizin yönteminize göre en güvenilir hadis kitaplarında geçen bu izahları da kabul etmeniz gerekir. Kabul ediyor musunuz? Kabul etmiyorsanız, sadece Kuran’ın güvenilir olduğuna ve o zaman dinin Kuran’dan anlaşılması gerektiği sonucuna varırsınız. Eğer bu hadisleri kabul ediyorsanız, ne diyelim, hayırlı olsun!...

    5- YEMEK TAKIMLARI GüMüŞSE DEĞİŞTİRMEK!

    Hadis: “Peygamber bize: ‘Altın ve gümüş kap içerisinde yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladı.”

    Buhari 12/1952

    Kuran’da böyle bir yasak da, hüküm de yoktur. Bu tarzda bir ilaveyi dine sokmak, Kuran’ı yetersiz görmek, Kuran’ın üzerine ilaveler yapmak manasına gelir.

    6- üç PARMAK KESEN DÖRDüNCüYü DE KESSİN DAHA İYİ

    Hadis: “Bir kadının parmaklarını kesmenin cezası, deve cinsinden tazminat olarak şöyledir; bir parmak için on deve, iki parmak için yirmi deve, üç parmak için otuz deve, dört parmak için yirmi deve.”

    Muvatta 43/11 Hanbel 2/182

    Erkek olsun, kadın olsun birinin parmağını isteyerek veya yan-lışlıkla kesenin ceza olarak tazminat vermesinde bir gariplik yoktur. Fakat Kuran’da yukarıdaki gibi bir tazminat belirlenmemiştir. Yani insanlar içlerinde bulundukları devir ve şartlara göre tazminatları belirleyebilir. Belli bir devirde buna benzer bir tazminat verilmiş olabilirse de bu tazminatın evrensel olduğu ve her dönemde deve üzerinden yapılması gerektiği yorumu uydurmadır, dine ilavedir. üstelik yukarıdaki tablo mantıklı da değildir. Nasıl üç parmağı kesmenin tazminatı otuz deve iken dört parmağı kesmenin tazminatı yirmi deve olur?

    7- KADINLARINIZI SüNNET ETTİRDİNİZ Mİ?

    Hadis: “Ey Atıyye, yufkadan sünnet et, derin gitme, çünkü yufka sünnet etmek(kanın üste çıkmasıyla) yüzü güzelleştirir ve kocası için daha zevkli olur.

    İhyau Ulumiddin – İmamı Gazali – 1/382

    Kuran’da kadının da, erkeğin de sünnet olması geçmez. Sünnetin sağlığa faydalı olduğunu düşünen sünnet olabilir, ama sünnet olmak istemeyen olmayabilir de. Bu dini bir sorumluluk değildir. Hadiste görüldüğü gibi, kadınların sünneti de hadis başlığıyla dinimize mal edilmiş bir uygulamadır. Hadise göre kadının sünneti derin kesilmemek kaydıyla yapılmalıdır. Bu uygulama yüzü güzelleştirecektir(!) ve kadının kocasının zevk almasını sağlayacaktır.

    Gazali’yi yere göğe sığdıramayıp ona Hüccetül İslam(İslam’ın senedi), Zeynüddin(Dinin süsü) lakaplarını takanlar, Gazali’yi ilmin doruğu görenler, hadisleri Kuran’a eş koşanlar! Kadınlarını, kızla-rınızı sünnet ettirdiniz mi? Ettirmediyseniz, niye ettirmiyorsunuz? Yoksa siz sünnete muhalefet mi ediyorsunuz? Yoksa siz sünneti be-ğenmiyor musunuz? Bu uydurma sünnetleri beğenmeyenlerin, uydurma izahlarınıza göre kafir olacağını bilmiyor musunuz? Ne ya-zık ki dine sokulan bu ilaveler dinin uygulanamaz bir sistem olarak görülmesine sebep olmuştur. Ne yazık ki Gazali gibi en çok ciddiye alınan kişiler bu izahlara yer vermiştir.

    8- NE AĞAçTIR O! NE DİŞTİR O! NE DERİDİR O!

    Hadis: “Cennette bir ağaç vardır ki binekli onun gölgesinde yüz yıl gider.”

    İbn-i Mace Züht 39, Müslim Cennet 6, Tirmizi Cennet 19

    Hadis: “Cehennemde kafirin azı dişi Uhud dağı kadar, derisinin kalınlığı da üç günlük mesafe kadardır.”

    Sahihi Müslim

    Hadis: “Cehennem ehli ateşte o kadar büyüyecek ki kulak memesi ile boynu arası yediyüz yıllık mesafe kadar olacaktır.”

    Hanbel – Müsned

    Hadis: “ümmetimin fakirleri zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girecektir.”

    Tirmizi, İbn-i Mace

    Kuran’da geçmeyen bu anlatımlar, cenneti ve cehennemi anlama hususunda ilavelerdir. Kuran gerekli cennet ve cehennem tarifini yapar. Kuran gerekli izahları yapmışken bu izahları yapmak, Kuran’ın izahlarına yeterince önem verilmemesine yol açar. Hadislerde Kuran’da olmayan bir çok cennet ve cehennem manzarasına rastlayabiliriz. Bu açıklamalar ister mantıklı olsun, ister mantıksız olsun hiçbirine aldırış etmemek gerekir. Sadece uygulama alanında değil, ilave bir dini anlayış getirme alanında da hadisler kabul edilemez.

    9- DEVE ETİ YİYENE ABDEST ALDIRMAK

    Hadis: “Peygamber deve eti yemekten soruldu, Peygamber ‘Onu yediyseniz hemen abdest alın’ dedi.”
    Ebu Davud 1/185

    Kuran’da deve etinin abdesti bozduğu geçmez. Bu yüzden Ku-ran’a ilave olan bu dini zorlaştırıcı hüküm de dine ilavedir. Kimi mezhepler bu hadise göre deve eti yiyenin yeniden abdest alması gerektiğini söylemişlerdir. Kitabımızın 36. Bölümünde Kuran’dan anlaşıldığı şekliyle abdesti anlatacağız.

    10- GAZALİ’NİN KURTULUŞ REçETESİ

    Hadis: “Salı günü gündüzün ortasında veya güneş yükseldiğin-de kim ki her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi ve üç İhlas okumak suretiyle on rekat namaz kılarsa, yetmiş gün defterine günah yazılmaz, bu yetmiş gün içerisinde ölürse şehit olarak ölür ve yetmiş senelik günahı bağışlanır.”

    İhyau Ulumiddin 1/539

    Hadis: “Kim ki çarşamba günü güneş yükselince on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi, üç İhlas ve üç Muavezeteyn okursa arşın altından bir münadi: ‘Ey Allah’ın kulu! Geçmiş günahların bağışlandı. Allah kabir karanlığı azabını ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı, artık senin için fazla amele lüzum yok” diye bağırır ve o gün kendisi için bir Peygamber sevabı yükselir.”

    İhyau Ulumiddin 1/540

    İslam aleminin en önemli klasiklerinden kabul edilen İhyau-Ulumiddin’de Gazali, Kuran’da geçmeyen namazları açıklamakla dine ilaveler yapmıştır. Bu hadislere göre yetmiş günde bir Salı günkü namazı kılmak veya hayatta bir kez çarşamba günkü nama-zı kılmak bir Müslüman’a yetecektir. Tek namazla yetmiş senelik günahın bağışlanması da, Peygamber sevabı da mümkün olmaktadır. Bu açıklamaları bilmeyenler İmam Gazali’nin İhyau Ulumiddin eserini alsınlar da tek bir kez namaz kılmayla kurtuluşun reçetesini öğrensinler! İmam-ı Gazali akla sığmayan bu uydurmaları yapmakta ve ısrarla aklın bu yollarda yürümeyeceğini, akılla sonuca gidenin hüsrana uğrayacağını anlatmaktadır. Gazali felsefecilerle atışırken zirvede izahlar yapmıştır. Ama fıkıh, hadis, tasavvuf alanlarında ne yazık ki aynı başarıyı gösterememiştir.

    SİZ BU HADİSLERİ DİNİMİZE KAYNAK OLARAK YAKIŞTIRIYOR MUSUNUZ?

    Hadislerin dinin kaynağı olmayacağını anlattıktan sonra hadisleri;

    Kuran, Diğer hadisler, Mantık İlaveler açısından inceleyip dinin kaynağı olamayacaklarını, böylece Kuran’ın dinin tek kaynağı olması gerektiğini gösterdik. Bu bölümlerde kullandığımız hadislerin kimisi hem Kuran, hem diğer hadisler, hem mantıkla çelişip, hem de dine ilaveler yapıyordu. Fakat biz dört bölümün dördüne de giren veya iki, üç maddeyi de kapsayan hadisleri tek bir başlık altında inceleyip, o madde açısından o hadislerin geçersizliğini açıkladık. Kitabı ansiklopedi yapmak istemedi-ğimiz için her bölümde sadece on örnek verdik. ümit ediyoruz ki tüm bu anlatılanlar Kuran’daki aydınlığın, hadislerdeki karanlığın kavranmasını sağlayacaktır.

    Şimdi hadislerin dinin kaynağı olduğunu söyleyenlere ve hadisleri dinin kaynağı yapan mezheplere uyup ben Hanefi’yim, ben Şa-fi’yim, ben Maliki’yim diyenlere soruyoruz. Siz bu hadisleri Al-lah’ın dininin kaynağı olmaya layık görüyor musunuz? Cevabınız eğer “Layık görmüyorum” ise o zaman tüm hadisleri ve mezhebinizi terk etmek zorundasınız. çünkü tüm bu verdiğimiz örnekler hadisçilere, mezhepçilere göre en itibarlı, en doğru kaynaklara dayanmaktadır. Eğer bu kaynaklar güvenilmezse, mezheplerin zihniyeti çökeceği için mezhep diye bir kurum da kalmaz. Hadis ve mezheplerin ortada kalmadığı bir ortamda ise dinin kaynağı olarak Kuran tek başına kalır. Zaten Allah’ın isteği de budur. 2. Bölüm’de Al-lah’ın Kuran’da; Kuran’ın tastamam olduğunu, her şeyi açıkladığı-nı, yeterli olduğunu, her detayı içerdiğini söylediğini gördük. Bu son 4 bölümde de dinin kaynağı olarak gösterilen hadislere örnekler verdik ki dinin tek kaynağının Kuran olduğu fikri iyice pekişsin. Dinin kaynağının Kuran olduğunu anladıysanız mezhep ve hadislere dayalı bilgilerinizi bir kenara bırakın, yalnız ve yalnız Kuran’a göre dinin teorisini ve pratiğini öğrenin. Eski bilgilerinizin geleneklere, geleneğinizin ise mezhep ve hadislere dayanabileceğini unutmayın. Bu yüzden zihninizi sıfırlayıp, Kuran’a göre dini baştan yapılandırmanız çok önemlidir. Eğer cevabınız “Layık görüyorum” ise, lütfen Kuran’ı daha çok okuyun, sonra bir de hadisleri okuyun...

    Ve gerçekten O (Kuran) iman edenler için bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir.

    27- Neml Suresi 77




  • Dinî hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.

    İmâm-ı Rabbânî Rahmetullahi

    Daha fazla söze gerek yok...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Answer

    Dinî hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.

    İmâm-ı Rabbânî Rahmetullahi

    Daha fazla söze gerek yok...


    O zaman bendende sana son söz Allah her insanın içine kendi ruhundan üflemiştir.Ayrıyetende beyin denilen bişey vermiştir tabiki bu beynini çalıştırabilenler için geçerlidir.Beynini çalıştıramayanlar içinde şöyle demiştir.

    ''YÛNUS 100.Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.''
  • quote:

    Orjinalden alıntı: bora arpınar

    quote:

    Orjinalden alıntı: Answer

    Dinî hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.

    İmâm-ı Rabbânî Rahmetullahi

    Daha fazla söze gerek yok...


    O zaman bendende sana son söz Allah her insanın içine kendi ruhundan üflemiştir.Ayrıyetende beyin denilen bişey vermiştir tabiki bu beynini çalıştırabilenler için geçerlidir.Beynini çalıştıramayanlar içinde şöyle demiştir.

    ''YÛNUS 100.Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.''



    sayfanın tamamını okudum bencede bizi hayvanlardan ayıran aklımızı kullanmak değilmidir yada baskıcı sistemin istediği insanların aklını kullanmaması değilmidir

    Hem bırakında sıratın onunde beklerken gorelım kım cennete gırecek kım gırmeyecek hangi inanc sapık hangisi değil




  • Gücdevani

    nasıl hak mezhebı gıbı bır terımı savunabılıyorsunuz anlamıyorum kendınızı garantıye alıyorsunuz sızden baskalarını sapkınlık içinde helak olucak dıyorsunuz hak mezhebı kavramı ınsanların uydurdugu bı seydır ALLAH ın mezheplerımı olurmuş asıl sapkın olan bu sav'ları savunanlardır
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.