Şimdi Ara

İnsan vücudunun rastgele oluşma ihtimali? (21. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
409
Cevap
6
Favori
14.011
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
46 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • İnsanın oluşumuna, diğer canlılara ve hatta cansız varlıklara ve gezegenlere, maddeye, atomlara, galaksilere, paralel evrenlere işte bu gördüğünüz sicim adı verilen titreşen ipliksiler yol açtı. Peki bu şeyi kim yarattı? Buna hiç bir cevap veremiyoruz. Verilebilecek tek cevap bu şeyi yaratma gücü olan büyük bir yaratıcı olması gerektiğidir. Bu titreşen sicimler yaratıldıktan sonra tesadüfen ya da yaratılarak insan oluşmuş olsa dahi bu ortada çok büyük bir yaratıcı olduğu gerçeğini değiştirmez. Dinlerin bozulması, ya da insanlar tarafından uydurulma ihtimali, ya da peygamberlerin sahte olabileceği teorisi yine büyük bir yaratıcı olduğu gerçeğini değiştirmez. Evrimciler sağda solda kulaktan dolma arkadaş sohbetlerinde ya da eski makaleleri okuyarak fikir sahibi oldukları için yorumu yanlış yapıyorlar. String Theory'yi okusalar herşeyi anlayacaklar ama herşeyi. Evrim Teorisine inananlar acaba şurda 1960'larda konuşulmaya başlanan ve son 3 yılda Stephen Hawking'in yayınladığı String Theory'yi neden okumazlar? Bak adam ölmeden önce ne demiş:

    "We are not down to a single, unique universe, but our findings imply a significant reduction of the multiverse, to a much smaller range of possible universes."

    Linkini de yazıyorum, okuyun.


    https://www.cam.ac.uk/research/news/taming-the-multiverse-stephen-hawkings-final-theory-about-the-big-bang



    İnsan vücudunun rastgele oluşma ihtimali?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sensaura -- 20 Ocak 2021; 17:1:24 >




  • En komik olan şey müslümlerin kendi fikirlerinin olmaması descartes,leibniz gibi yüzyıllar önceki hristiyan filozofların fikirlerini kullanmaları.

    Copy paste nereye kadar bre mağara adamları!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-39A3D5E9A -- 20 Ocak 2021; 18:29:46 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Evrim ile ilgili konuları dinlere inanan insanlara hakaret etme yeri olarak görenler cahilliklerinin farkında olmayan cahillerdir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Maraz Alinin sağ kolu

    Benim tipsizliğim tesadüfen oluşmuş olamaz

    Allah belanızı versin 91 kişi artılamış

    ben insan değil miyim


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ercuezel

    Yarattıklarından Allah'a bakıp, ne muhteşem olduğunu görüp, Allahı yaratanın muhteşemliğini görmemek,

    Allah kendi kendins olmuştur demek nasıl bir mantık?

    4 tane tahta parçası kendi kendine sandalyeye dönüşemezken Allah gibi sınırsız evreni yaratan kendi kendine oluştu öyle mi?



    Alıntıları Göster

    İnsan beyninin sınırları vardır.Sonsuzluk,yokluk gibi kavramları algılayamaz.Etrafımızda her şeyin bir başlangıcı var zihnimiz buna göre şekillenmiş.Sen tutup sonsuzluğu anlamaya çalışınca beyin donup kalıyor.Zaman,mekan,başlangıç,son vs gibi kavramlar bizim düşüncelerimize zemin oluyor.Zemin olmazsa insan beyni error veriyor.Ha biz her şeyi anlayabiliriz sınırımız yoktur diyorsanız bilemem.Fakat gerçek şu ki sınırlı varlıklarız.Allah son duraktır.Onun bizim gibi zaman,mekan,başlangıç,son vs gibi sınırları yoktur.Bize bildirilen kadarı bu.Tutup da daha ötesini öğrenecem demek baya iddialı bir şey.Ben bunu kaldırabilir miyim, kapasitem yeter mi diye hiç düşünmüyorsunuz.


    @BF.Skinner:

    Bi an için haşaa evrimi doğru kabul edelim.


    1.seçenek: Bu hayvanlar değişime mecbur kaldı ve kendilerini değiştirdiler ve daha da mükemmelleştiler.Bunu yapan hayvanın kendisiyse ortada şöyle bir problem oluyor.Ee bunca şeyi yapan hayvanın kendisiyse niye tavus kuşu olmakla yetiniyor ki direk insandan daha gelişmiş bir varlık olsun.


    2.Seçenek:Bunu yapan rastgele oluşan mutasyonlar ise yine trilyonlarca kez doğru mutasyonlara ihtiyaç var.İş dönüyor dolaşıyor gene tesadüfe geliyor.Bu canlıların günümüz haline gelebilmesi için trilyonlarca kez tesadüfe ihtiyaç var.


    Haşaa evrimi doğru kabul etsek bile gene yaratıcıya ihtiyaç var.Abi ister sağa ister sola dönün nereye gidersek gidelim her kapı Allah'a çıkıyor.


    https://www.toyzzshop.com/revell-1144-boeing-747-8f-ups-ucak-3912


    Şu linkteki uçak 167 parçadan oluşuyormuş.Bu parçaları big bangle evrene saçılan hidrojen,helyum vs farz edelim.Bu parçaları bi kutunun içine koyalım ve sallayalım.Sallayarak evrendeki kaotik durumu simule etmiş olacaz.İster 1 ister 100 yıl sallayalım.Bu kutuyu açınca uçak yapılmış olarak çıkarsa o zaman siz haklısınız.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Cerade -- 20 Ocak 2021; 23:33:8 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Cerade

    İnsan beyninin sınırları vardır.Sonsuzluk,yokluk gibi kavramları algılayamaz.Etrafımızda her şeyin bir başlangıcı var zihnimiz buna göre şekillenmiş.Sen tutup sonsuzluğu anlamaya çalışınca beyin donup kalıyor.Zaman,mekan,başlangıç,son vs gibi kavramlar bizim düşüncelerimize zemin oluyor.Zemin olmazsa insan beyni error veriyor.Ha biz her şeyi anlayabiliriz sınırımız yoktur diyorsanız bilemem.Fakat gerçek şu ki sınırlı varlıklarız.Allah son duraktır.Onun bizim gibi zaman,mekan,başlangıç,son vs gibi sınırları yoktur.Bize bildirilen kadarı bu.Tutup da daha ötesini öğrenecem demek baya iddialı bir şey.Ben bunu kaldırabilir miyim, kapasitem yeter mi diye hiç düşünmüyorsunuz.


    @BF.Skinner:

    Bi an için haşaa evrimi doğru kabul edelim.


    1.seçenek: Bu hayvanlar değişime mecbur kaldı ve kendilerini değiştirdiler ve daha da mükemmelleştiler.Bunu yapan hayvanın kendisiyse ortada şöyle bir problem oluyor.Ee bunca şeyi yapan hayvanın kendisiyse niye tavus kuşu olmakla yetiniyor ki direk insandan daha gelişmiş bir varlık olsun.


    2.Seçenek:Bunu yapan rastgele oluşan mutasyonlar ise yine trilyonlarca kez doğru mutasyonlara ihtiyaç var.İş dönüyor dolaşıyor gene tesadüfe geliyor.Bu canlıların günümüz haline gelebilmesi için trilyonlarca kez tesadüfe ihtiyaç var.


    Haşaa evrimi doğru kabul etsek bile gene yaratıcıya ihtiyaç var.Abi ister sağa ister sola dönün nereye gidersek gidelim her kapı Allah'a çıkıyor.


    https://www.toyzzshop.com/revell-1144-boeing-747-8f-ups-ucak-3912


    Şu linkteki uçak 167 parçadan oluşuyormuş.Bu parçaları big bangle evrene saçılan hidrojen,helyum vs farz edelim.Bu parçaları bi kutunun içine koyalım ve sallayalım.Sallayarak evrendeki kaotik durumu simule etmiş olacaz.İster 1 ister 100 yıl sallayalım.Bu kutuyu açınca uçak yapılmış olarak çıkarsa o zaman siz haklısınız.



    Alıntıları Göster
    # Evrim çoktan ispatlandi zaten. Hem de kaç yüz, hatta kaç bin kere... Herkesin kabul ettiği bazı şeylerden birkaç örnek vereyim. Örneğin Rusya'ya güneş ışınları eğik acıyla düştüğü için insanlar güneşten daha fazla yararlanabilmek (d vitamini) için beyaz tene evrilmislerdir. Bu yüzden Ruslar beyaz olur veya kutuplar cevresinde yaşamış insanlarin gözü zamanla ışıği daha az alacak şekilde evrilmistir, bu yüzden gözleri kısık olur. (Aynı zamanda yine beyaz tenli olurlar.) Mesela bunlar herkesin kabul ettiği şeyler. Adına adaptasyon denir. Her adaptasyon da bir evrimsel değişimdir. Peki, hiç düşündün mü bu 20 yaş dişleri neden çıkamıyor, ağrı yapıyor, çekilmesi gerekiyor vs vs. Yani kısaca insanlara sorun çıkarıyor. Böyle bir sorunlu dişe neden sahibiz? Çünkü bu bizi basbayağı sorunlu yapar, mükemmel değil. Çünkü şimdiki insanın çene yapısı ilk insanlarin çene yapısına göre küçüktür. İlk insanlar çiğ ot yedikleri için ve büyük enerjiler sağlamak için bolca ot yedikleri için, bu otları sindirmek çok zordu. (Bu yüzden bazı ot yiyen hayvanlar geviş getirir. Ağızda iyice parcaliyorlar.) Yani bu otların ağızda iyice parçalanması gerekiyordu. Bunun için de güçlü bir çene yapısi onemliydi ama sonradan beslenme alışkanlıkları değişti. Pişirmeye başladılar, et yemeye başladılar. Et yemeye basladiklari zaman zaten fazlaca enerjiyi sağlamış oldular. Bir sürü ot yemeye gerek yoktu. Daha sonrasında çene yapımız küçülmeye başladı. Bu sayede beyne de daha çok yer açılmış oldu. Küçüle küçüle artık öyle bir zaman geldi ki çenede 20 yaş dişlerine yer bile kalmadı. Öyleyse bu 20 yaş dişleri neden yok olmadı diyebilirsin. Aslında yavaş yavaş yok olmaya başladı. Eskiden insanların tamamında 20 yaş dişleri cikarken artık bazı insanlarda 20 yaş dişinin hiç çıkmadığını görmekteyiz. Belki 500-1000 yıl sonra 20 yaş dişi diye bir şey olmayacak. Bu bahsettiklerim evrimsel değişimin en bariz ve herkesin kolaylıkla kabul ettiği örneklerinden birkaçıydi sadece. Daha yüzlerce hatta binlerce canlı üzerinde yapılan araştırma var. Araştırmaları açıp okuyabilirsin ve evrimi çürütmek isteyen bir sürü insan varken tek bir tane bile bilim adamı çıkıp evrimi curutememistir.
    Evrim ne demektir. Evrim, popülasyon içi gen ve özellik dağılımlarınin nesiller içerisindeki değişimidir. En kısa tanımı budur. Gördüğün gibi canlıların istediği doğrultuda bir değişimden bahsedilmiyor. Zaten evrim istemli bir süreç olsa canlı türlerinin yüzde 99'undan fazlası yok olmuş olmazdı. Buradan evrimsel değişimin tesadüflere dayalı ilerledigini de çıkaramayiz. (Zaten tesadüf dediğin de bir olasılıktir. Bir tanıdığınla kocaman bir şehirde karşılaşmis olmana tesadüf dersin ama buradaki tesadüf dediğin şey tanıdığınla kocaman bir şehirde karşılaşmanın düşük olasılığidir. Bu olasılık az da olsa her zaman vardir.) Çünkü evrimin mekanizmalari vardır. Temel mekanizmalari; doğal seçilim, yapay seçilim, cinsel seçilim ve akraba seçilimidir. Bunların hepsini anlatamam çünkü yazı çok uzayacak.
    Diğer türler neden insan gibi gelişmemiş hatta insandan neden daha çok gelişmemiş diyorsun. Çünkü tavus kuşu insan olmak ya da insandan daha gelişmiş bir varlık olmak zorunda değil ve bunu isteyerek gerçekleştiremez. O zaten çevre şartlarına göre evrimleşmis bir canlı. O bulunduğu çevreye göre iyi kötü uyum sağlayabiliyor, yaşayabiliyor. İnsanın da kanatları yok ona bakarsan. Kanatlarımız olsa daha iyi olmaz mıydı? Ya da neden bir çita kadar güçlü değiliz. Bir insanı tek başına al, Amazon ormanlarına koy. Kaç gün yaşar? Ne kamuflaj yeteneğimiz var, ne çok kuvvetli reflekslerimiz var, ne çok kuvvetli kaslarımız var, ne de çok kuvvetli kulaklarımız var. Evet, hiçbiri yok. Ben söyleyeyim çok yaşamaz. Hatta bir iki gün içerisinde bile ölebilir. Hayatta kalma olasılığı çok ama çok düşüktür. Diğer canlılardan bizi üstün kılan şey aklimizdir. Tabi ki sadece aklımız da değil. Sosyal yapımız da bizi üstün kılıyor. (Tabi bu da aklın bir ürünü sayılır) Çünkü insan akıllı olsa bile tek başına yine çok güçsüz. Birlikte yaşıyoruz, işbirliği yapıyoruz. Bu bizi güçlü kılıyor.




  • Esbab-ı âlemin (bu alemdeki sebeplerin) içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlukattır. Pek çok muhalatından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.


    Birincisi: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat (hayat sahibi) bir macun istenildi. Hem hayattar hârika bir tiryak onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını (çeşitlerini) gördük. O macunlardan her birisini tetkik ettik. Görüyoruz ki o kavanoz şişelerden her birisinden, bir mizan-ı mahsus ile bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hâkeza muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Her bir kavanozdan bir mizan-ı mahsus ile bir madde alınmış ki zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hâssasını (özelliğini) kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, her birisinden ayrı bir mizan ile alınmış gibi ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.


    Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garib bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa “Bu fikri kabul etmem!” diye kaçacaktır.


    İşte bu misal gibi her bir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur ve her bir nebat (bitki), hayattar bir tiryak gibidir ki çok müteaddid eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkip edilmiştir. Eğer esbaba (sebeplere), anâsıra (unsurlara) isnad edilse ve “Esbab icad etti.” denilse aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.


    Elhasıl, şu eczahane-i kübra-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye (hayat için lüzumlu maddeler), hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şâmil (içine alan, kapsayan) bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anâsır ve tabâyi ve esbabın işidir.” diyen bedbaht “O tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet o küfür; ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezeyandır.


    İkinci Muhal: Eğer her şey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal’e verilmezse, belki esbaba isnad edilse lâzım gelir ki âlemin pek çok anâsır ve esbabı, her bir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifak ile muhtelif ve birbirine zıt, mübayin esbabın içtimaı, o kadar zahir bir muhaldir ki sinek kanadı kadar şuuru bulunan “Bu muhaldir, olamaz!” diyecektir.


    Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabı ile alâkadardır, belki bir hülâsasıdır (özüdür). Eğer Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o esbab-ı maddiye onun vücudu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir numunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri icab ediyor. Çünkü sebep maddî ise müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin (tabiatperest), maddeten içinde bulunup usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.


    İşte, sofestaînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyorlar.


    Üçüncü Muhal: "Bir mevcudun vahdeti (birliği) varsa elbette bir vâhidden (eşi benzeri olmayan zat), bir elden sudûr edebilir.” Hususan o mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi’ bir hayata mazhar ise bilbedahe sebeb-i ihtilaf ve keşmekeş olan müteaddid ellerden çıkmadığını; belki gayet Kadîr, Hakîm olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve camid ve cahil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine, hadsiz imkânat yolları içinde ve içtima ve ihtilat ile o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde; o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.


    Haydi bu muhalden kat’-ı nazar, esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcudların zahirleriyledir (görünürde olan). Halbuki görüyoruz ki o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını (içi, içyüzü), on defa zahirinden daha muntazam, daha latîf, sanatça daha mükemmeldir.


    Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zahirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahluklardan daha ziyade sanatça acib, hilkatçe bedî’ bir surette oldukları halde; o camid, cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur!





  • quote:

    Orijinalden alıntı: madd_maxx82

    Esbab-ı âlemin (bu alemdeki sebeplerin) içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlukattır. Pek çok muhalatından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.


    Birincisi: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat (hayat sahibi) bir macun istenildi. Hem hayattar hârika bir tiryak onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını (çeşitlerini) gördük. O macunlardan her birisini tetkik ettik. Görüyoruz ki o kavanoz şişelerden her birisinden, bir mizan-ı mahsus ile bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hâkeza muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Her bir kavanozdan bir mizan-ı mahsus ile bir madde alınmış ki zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hâssasını (özelliğini) kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, her birisinden ayrı bir mizan ile alınmış gibi ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.


    Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garib bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa “Bu fikri kabul etmem!” diye kaçacaktır.


    İşte bu misal gibi her bir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur ve her bir nebat (bitki), hayattar bir tiryak gibidir ki çok müteaddid eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkip edilmiştir. Eğer esbaba (sebeplere), anâsıra (unsurlara) isnad edilse ve “Esbab icad etti.” denilse aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.


    Elhasıl, şu eczahane-i kübra-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye (hayat için lüzumlu maddeler), hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şâmil (içine alan, kapsayan) bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anâsır ve tabâyi ve esbabın işidir.” diyen bedbaht “O tiryak-ı acib, kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur.” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet o küfür; ahmakane, sarhoşane, divanece bir hezeyandır.


    İkinci Muhal: Eğer her şey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal’e verilmezse, belki esbaba isnad edilse lâzım gelir ki âlemin pek çok anâsır ve esbabı, her bir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifak ile muhtelif ve birbirine zıt, mübayin esbabın içtimaı, o kadar zahir bir muhaldir ki sinek kanadı kadar şuuru bulunan “Bu muhaldir, olamaz!” diyecektir.


    Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabı ile alâkadardır, belki bir hülâsasıdır (özüdür). Eğer Kadîr-i Ezelî’ye verilmezse, o esbab-ı maddiye onun vücudu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir numunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri icab ediyor. Çünkü sebep maddî ise müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hüceyrecikte erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin (tabiatperest), maddeten içinde bulunup usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor.


    İşte, sofestaînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyorlar.


    Üçüncü Muhal: "Bir mevcudun vahdeti (birliği) varsa elbette bir vâhidden (eşi benzeri olmayan zat), bir elden sudûr edebilir.” Hususan o mevcud, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi’ bir hayata mazhar ise bilbedahe sebeb-i ihtilaf ve keşmekeş olan müteaddid ellerden çıkmadığını; belki gayet Kadîr, Hakîm olan bir tek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve camid ve cahil, mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine, hadsiz imkânat yolları içinde ve içtima ve ihtilat ile o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde; o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlara isnad etmek, yüz muhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.


    Haydi bu muhalden kat’-ı nazar, esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle ve temasla olur. Halbuki o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcudların zahirleriyledir (görünürde olan). Halbuki görüyoruz ki o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını (içi, içyüzü), on defa zahirinden daha muntazam, daha latîf, sanatça daha mükemmeldir.


    Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zahirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahluklardan daha ziyade sanatça acib, hilkatçe bedî’ bir surette oldukları halde; o camid, cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur!

    Lem'alar Yirmi Üçüncü Lem'a.. Kopyala yapıştır...


    Zamanında biz de okuduk bu said nursi yazılarını.

    Çok derin manalar içeriyor zannediyorduk biz dshi..


    Gerçekler, duz mantikla ulasilacak kadar ucuz degildir.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: önceki 1718192021
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.